
Mavinin Yeşili
Bölüm: 20- Mezarlar Ölüm Kokar
Gördüğü kişiyle beraber, ağzı hafifçe açılmış, Derin'in o fark etmeden açılan ağzına da kalkan kaşları ve hafifçe büyüyen mavi gözleri eşlik etti.
Bazı anlar, beklenmedik olaylara gebeydi. Derin içinde bu olaylardan biride karşısında duran ve ona seslenmiş olan Lale'ydi.
Lale, ona seslendikten sonra, Derin'in durup ona bakmasıyla birlikte hareketlendi ve hızlı adımlarla onun karşısına kadar yürüdü. Durduğunda, hafifçe gülümsedi ve, "Merhaba, seninle yeniden karşılamak ne güzel, " dedi. Derin hâlâ daha bu karşılaşmanın gerçek olup olmadığını kendi içinde sorgulayıp duruyordu zira mezarlığa geldiği için tuhaf duygular içindeydi ve şu anda kendinin bile var olduğundan bihaber bir şekilde Lale'nin karşısında duruyordu.
Güç bela, "Merhaba," dedi ardından, elini uzaratarak onunla tokalaştı. Tokalaştırmak için birleştirdiği elleri ayrılmamışken, "Beni gördüğüne pek sevinmedin galiba?" diye mırıldanan Lale'nin ses tonundan ona alındığı ve bu durum karşısında üzüldüğü belli oluyordu lakin bu, sahte bir üzüntüydü ve bunu sadece Lale biliyordu.
Onun üzüntüsünün yapmacık olduğunu fark etmeyen Derin, gerçekten üzüldüğünü düşünüp hızla, "Ben öyle bir şey demek istemedim. " Derin, adeta hareketlenen bir trene koşarak yetişmeye çalışan bir yolcu gibi hızlı olmaya ve vakit kaybetmemeye oldukça özen gösteriyordu.
"Sadece, mezarlık biraz insanın içini karartıyor." Gözleri etrafta gezindi ve sağ eliyle mezarları gösterdi. "İstesekte istemesekte sonumuz iki metre boyutta bir çukur olacak ve bunu hatırladıkçada bir tuhaf oluyor insan."
Lale'nin üzgün ifadesi yerini yavaş yavaş ufak bir tebessüme bıraktığında artık koşan o yolcu güç bela o trene binmiş, ulaşmanın verdiği sevinç ve rahatlığıyla derin derin nefes alarak rahatlamaya çalıştığı gibi Derin'de mutluluğun getirisi ile hafifçe gülümsemişti.
"Çok haklısın ve bunun en üzücü tarafı ise kimse sonları burası olmayacakmış gibi bu hayatı yaşıyor. " Lale, Derin ile konuştuğu süre zarfında ilk kez ona yalan söylemeyerek kendi hislerini ona izah etmiş, ilk defa ona rol yapmadan davranmıştı.
"Aynen öyle," diyen Derin'in ardından Lale bu konuyu dağıtmak için, "Buraya birini mi ziyaret etmeye gelmiştin?" Onu takip ettiği için buraya geldiğini biliyordu ama geliş amacını bilmediği için öğrenebilmek adına sorma ihtiyacı hissederek ona bunu sormuştu.
Derin, buraya geliş amacını hatırladığında, yüzündeki mini minnacık olan tebessümü soldurdu. Dudakları düz bir çizgi haline ulaştıktan hemen sonra, "Annemi ziyarete gelmiştim," diyerek onun sorusunu cevapladı.
"A, evet. İlk karşılaşmamızda annenin vefat ettiğini söylemiştin." boyamış olduğu kızıl saçlarını kulağının arkasına sıkıştırken Derin'in yüzündeki acıya bizzat şahit olan Lale bundan zevk alırcasına gülmek istesede kendini belli edemezdi. Evet, Derin onun en büyük düşmanıydı ve o da kaleyi içten fethetmeye çalışıyordu lakin kendini ele vermek, bir çuval inciri kendi elleriyle yerle bir etmekle eş değerdi. Şimdilik, bu mutluluğunu ondan saklamalı ve sonra sevinç ile kahkaha atmalıydı ama kesinlikle bunların zamanı şimdi değildi.
Onu onaylarcasına başını sallayan genç kadın, içinde yaşadığı duygu yoğunluğundan kurtulup rahatlamak adına ona sorulan soruyu Lale'ye yöneltti ve konunun dağılmasını, bu sayedede sürüklenip gittiği duygu karmaşasından kurtulmayı umdu. "Peki ya sen? Sen de bir yakınını mı ziyarete gelmiştin?" sorusunun ardından, bir cevap alabilmek için bekledi çünkü onun bunu ona söylemek isteyip istemeyeceğini bilemiyordu.
Onun için çok özel birini ona söyleyip anlatmak istemeyebilirdi, bu durumu Derin hep şöyle düşünürdü; aç ve ihtiyacı olan ve yemeğini yanındaki kişiye veren kişi, o yemeğin içindeki enerjileri vücuduna alamazdı ve bu onun her yönden zayıf düşmesine sebep olurdu. Derin aynen böyle düşünüyordu, kendi için özel olan en küçük bile olsun değerli şeyleri paylaşmayı istemiyordu ve bu yüzden de onun hayatında paha biçilmez bir değerde olan kişileri paylaşırsa da onlardan mahrum kalacağını düşünürdü hep.
Rolüne iyi hazırlanan Lale, yoldayken ve mezarlığa gelene kadar bütün ihtimalleri ve ona vereceği cevapları kafasında kurumuştu. "Annemin halasını ziyarete geldim. Annem yurtdışında olduğu için onun yerine ben halasının mezarıyla ilgileniyorum."
"Başınız sağ olsun," diyen Derin, daha fazla burda vakit kaybetmek istemiyor, bir an önce annesinin yanına gitmek istiyordu. Bu yüzden de boğazını temizleyeyip, "Ben seni daha fazla tutmayayım o zaman Lale, sonra görüşürüz."
Lale, hafifçe dudağının yukarı doğru kıvrılmasına engel olamamıştı. "Görüşürüz, " dedikten sonra yanından geçip giden genç kadının arkasından bakan Lale, kollarını önünde kavuşturup, "Elbet görüşeceğiz Derin Yade Saraç," diye mırıldandı, meydan okuyan gözleri ile yürüyen Derin'e bakarak.
Onunla karşılaşmaları tesadüfi değildi ve Lale onunla tekrar karşılaşacaklarını bilerek bu yüzden bunlarla bu kadar kolay söyleyebiliyordu. Derin'in onu fark etmeyeceğini anladığında arkasını dönerek mezarlıktan çıktı ve arabasına bindi lakin yeşil gözleri, siyah filmli camdan Derin'i takip etmeye devam ediyordu.
Ayağının altında ezilen yaprakların ve esen rüzgarın uğultusu haricinde bir "çıt" bile duymayan Derin, içinde sebepsizce oluşan ürpertiyle yine baş başa kalıvermişti.
Buraya, gelmesinin sebebi olan annesinin mezarına ulaştığında, Derin birdenbire kendini çok güçsüz hissedivermişti. Onun gücünü emen bir enerji varmış gibi ayaklarının bağı çözülmüş, bedenini doğru düzgün hissedemez olmuştu.
Boğazı düğüm düğümken Derin güç bela güçsüz düşen bacaklarını hareket ettirdi. Mavi gözleri, dolu dolu olduğu için önünü bulanık görürken bir-iki adım atarak mezara yaklaştı.
Mermerin üzerine oturduğunda, parmakları annesinin adının üzerine gitti. Annesinin yüzüymüş gibi harflerin girintisinde parmakları uzun uzun duruyor, sanki onun simasıyla karşılaşmış gibi tepkilerini bunu göz önünde bulundurarak gerçekleştiriyordu.
Ne zaman ağladığını bilmiyordu lakin ağladığını, yüzüne rüzgar vurup yanağında oluşan hafif soğukluk sayesinde kolaylıkla anlayabiliyordu. Derin, nefes almakta zorlanırken gözlerini kapattı.
Annesi ölürken çok acı çekmiş miydi? Ya da onu doğururken öldüğü için onu suçluyor muydu? Üzeri, kara topraklarla örtülüydü, acaba annesi mezarın içinde zifiri karanlığın arasında korkar mıydı?
Aklından geçen sorular, başını ağrıtıyor adeta bir ip gibi başının etrafından geçerek sıkılıyor, Derin'e acı çektiriyordu.
Derin, durumunu fark ederek dikleşti. Annesinin dediği ve kendi kendine ona söz verdiği gibi dimdik ayakta duracak, bütün zorluklara göğüs gerecek ve başı dik bir şekilde bütün zorlukların üstesinden gelecekti, buna bütün kalbiyle inanıyordu ve inanmak başarmanın yarısıydı. Derin, belkide zorlukların üstesinden gelip önüne çıkacak olan bütün engelleri aşamasa bile başarmış sayılabilekti.
"Anne," dedi, sesinin türeyerek ağzından firar etmesine engel olamayarak. Hayatında kimseye "Anne" dememişken bu kadar anlam yüklü bir kelimeyi annesine karşı sarf etmek, güçlü olmaya çalışsa bile gardını indiriyor, bir sur gibi onu korumak adına dikmiş olduğu duvarları bir bir yıkmaya yetiyordu.
"Bak ben geldim," elini toprağa attığında, soğuk yüzünden üşüyen eliyle birlikte Derin adeta dumura uğramıştı. Toprak, buzdolabında bulunan dondurucu kısmı gibiydi, annesi burda üşümez miydi?
Bunu umursamamaya çalışarak düğüm düğüm olan boğazı yüzünden zorlanarak yutkunan genç kadın, dudaklarını diliyle ıslattı çünkü soğuk rüzgarın vurmuş olduğu dudakları kurumuştu ve bembeyaz kesilmişti, ardından da dişledi.
Başından kayan siyah baş örtüsünü çekiştirerek düzelttikten sonra biraz olsun rahatladığını fark etti ve söyleyeceklerine devam etti.
"Beni özledin mi? Ben seni tanımasam bile çok özledim, " mırıldanarak söylediği sözler havada yok oluvermişti. İnsanın tanıdığı birini kaybetmesi, tanımadığı birini kaybetmesinden daha zordu zira insan, tanındığı kişiyi kaybettiğinde sokakta, küçük bir fidanda ve önüne gelen her şeyde onu hatırlayarak üzülür, içinin küçükte olsa burakılmasına engel olamazdı lakin tanımadığı kişiyle hiçbir anısı olmadığı için bir vakitten sonra onu hatırlamazdı.
Anne, kutsaldı. Anne çocuğun koruyucu meleğiydi ve Derin annesini tanımasa bile özlüyor, gördüğü küçük bir çiçekte annesini yaşatıyor, gördüğü her anneyi kendi annesi yerine koymaya çalışıyordu. Elbette ki, hiçbir şeyin boşluğu dolamadığı gibi, annesinin boşluğuda hiçbir şeyle ve hiç kimseyle dolamıyordu.
"Ben senin mezarını bilmediğim için gelemedim. Bana kızmadın öyle değil mi?" harfler ağzında çıkmadan ağzının içinde yok oluyordu sanki çünkü sesini kendi bile duyamamıştı. Derin, bu durum yüzünden büyük bir utanç duyuyordu. Annesi, mezarından çıkıp ona bütün öfkesini boşaltacakmış gibi de endişeleniyor, kaygılanıyordu ve buna engel olamıyordu bir türlü.
Kısa bir sessizlik, onun kendini biraz da olsa toparlamasına yardımcı oldu. "Ben anne oldum anne, kızımın adı Ceylin. Çok güzel bir kız o, ayrıca çok güçlü öyle ki küçük ve narin vücudu şu an kanserle mücadele ediyor. Ben, onun o küçük eliyle parmağımı tuttuğu an anne olduğumu hissettim ve onu yanıma alarak göğüs gerdiğim bütün her şeyden bir gram bile pişman değilim. Seni onunla tanıştırmayı o kadar çok isterdim ki," içini çekti ve sustu, dedikleri iki dakikadan oluşsa da içinde bulunan anlam, bir ömre bedeldi.
Diyecekleri bu kadardı. Yirmi dört yıllık annesiyle, Derin beş dakika konuşabiliyordu çünkü Derin, onu tanımıyordu. Neyi sever, neyi sevmez bilmiyordu ve bilmediği gibi ne konuşması gerektiğinide çözemiyordu.
Havanın yavaş yavaş karardığını fark ettiğinde kısa bir süre için panikledi çünkü eve gitmeli, Melek Hanım'a yardım etmeli, yemek yemeli ve akşam için hazırlanmaya başlamalıydı aksi takdirde çok geç kalacak ve gelecek olan misafirlerine bir hayli mahcup olacaktı.
Buraya gelmekteki amacını hatırlayarak, "Ben gidiyorum anne, akşam için hazırlık yapmam gerek," kıkırdadı, sana her şeyi anlatmak istiyorum ama vaktim yok maalesef, bir dahaki sefere anlatayım olur mu annem? Hem o zaman zaman sıkıntımda olmaz," Derin, annesi ona cevap verebilecekmiş gibi bir cevap beklesede etraftaki tek ses rüzgarın uğultusu idi.
Okuduğu kâğıtta, annesinin ona yazmış olduğu mektupların mezarında gömülü olduğu yazıyordu, Derin eliyle mezarın üstünü hafifçe yokladı ve hemen yanındaki toprağın, sert olduğunu fark etti lakin sabah yağan yağmur yüzünden toprak hâlâ ıslak ve nemliydi. Bu kısmın sert olmaması gerekiyordu.
Genç kadın, buraya gelmekteki amacına ulaştığını hissettiğinde içinde, peyda olan heyecana ve mutluluğa engel olamadı. Heyecandan elleri titrerken, mutluluktan da ayın onu kovaladığını düşünüp havalara uçan küçük bir çocuğun içinde taşıdığı mutlulukla eş değerdi, içinde oluşan duygular.
Parmakları, o sert olarak hissettiği toprak kısmını alelacele eşeledi. Gözlerinin önüne, yine kırmızı bir kutunun köşe kısmı denk geldiğinde içindeki heyecan duygusu katbekat arttı ve o heyecanla birlikte hızla kutunun üzerindeki toprak parçalarını umursamazca etrafa savurdu. En sonunda kutuyu gömüldüğü yerden çıkardı ve ardından onu alıp bağrına bastı.
Bu kutuyu bulamayacağını ve annesini daha yakından tanıyamayacağını düşünüp kısa bir an için korksa da, bulduğu kutuyla birlikte Derin içinde yanan korkusunun ateşini bir çırpıda söndürmeyi başarmıştı.
Ayağa kalktı, kucağındaki kırmızı kutuyla beraber ve beyaz mezar taşını öpüp, "Seni yeniden görmeye geleceğim anne, söz veriyorum tekrar geleceğim ve Ceylin büyüyüp vubtür konular hakkında bilgi edindiğinde ilk işim seni onunla tanıştıracağım ama şu an gitmem gerekiyor."
Şehirde, şubat ayının son günleri bile yaşansa, soğuk hava kış aylarının başıymış gibi hissettiriyordu kendini insana. Derin, etraftaki sertçe esen soğuk rüzgar yüzünden üşümüş ve neredeyse hissedemeyeceği raddeye gelen sağ elini son kez annesinin adının yazılı olduğu mermer taşında gezdirdi ve arkasını döndü.
Derin, o an fark edebiliyordu ki, hava neredeyse kararmış, güneş koca dağların ardında neredeyse yok olup gitmişti. Bedenini bir telaş duygusu sarmalarken sol kolundaki saati kendine çevirdi ve akrep ile yelkovanın işaret ettiği sayılara baktı. Eve gitmesi, akşam için hazırlanması ve yemek yemesi için neredeyse hiç vakti kalmamıştı.
Derin'in âdeta eli ayağı birbirine dolanırken koşar adımlarla mezarlıktan çıkıp arabasına geçti. Yanındaki koltuğa başındaki örtüyü ve kutuyu bıraktığında arabanın anahtarını yerine yerleştirdi ve anahtarı yerinde çevirip arabasını hareket ettirmeden hemen önce emniyet kemerini yerine takmayı ihmal etmedi.
Yaklaşık iki saatte gideceği yol, akşam saatleri olduğu için trafik yüzünden üç saate çıkmıştı.
Evinin bulunduğu sokağa az kalmışken çalan telefonuyla birlikte sürdüğü arabanın hızını düşürdü. Telefonunu eline aldı ve araba kullandığı için kimin aradığına bile bakmadan açarak daha rahat konuşabilmek adına hoparlöre aldı ve hemen ardından yanındaki koltuğa gelişi güzel bir şekile açtığı telefonu koydu.
"Derin?" diyerek konuşan Melek Hanım'ı sesinden tanıdığında, onun neden aradığını az çok tahmin edebiliyordu.
"Melek Abla, ben araba kullanıyorum," dedi, bir yandan bunu demesindeki amacı eve gittiğini ona ima etmesi ve araba kullandığı için onu çok fazla meşgul etmemesi gerektiğini söylemekti. "Tamam kızım," diyerek onu onaylayan kadın, gözlerini salonda, misafirlerinin üzerinde gezdirdi. "Emre ve ailesi geldiler. Senin acil bir işinin olduğunu ve hemen geleceğini söyledim." Derin, sıkkınlıkla soluklandı. "Bu konu hakkında herhangi bir şey demdiler, öyle değil mi? Ben de eve yaklaştım zaten, birkaç dakika içinde eve varmış olacağım, Melek Abla. "
"Yok yok kızım, " dedi Melek Hanım, onun yaşadığı bu korkuyu ve endişeyi içinden söküp atmak için hızlı hızlı konuşarak ona bunları söyledi, ardından da yavaşça ve eski tonunda konuşmaya devam etti. "Zaten Sena Hanım bir işlerinin olamadığını, seni bekleyebileceklerini ve senin bu durumu içine dert etmemeni söyledi. Sen de içine çok sıkıntı yapma, daha beş dakika bile geçmedi, gelmelerinin üzerinden."
"Tamam, Melek Abla. Sen kapatır mısın telefonu, ben araba kullanıyorum." bakışlarını yoldan bir saniye bile ayırmadan sağ eliyle arabanın vitesini değiştiren genç kadın, karşı taraftan bit cevap bekledi.
"Olur kızım, ben kapatırım hiç sorun değil. Sen de dikkatli sür arabayı tamam mı? Bekliyoruz biz seni."
Derin, hafifçe gülümsedi. Melek Hanım'ın bir anne edasıyla, kendi çocuklarından bile ayırmadan ona ilgi gösteriyor olması, ruhunu okşuyor, içindeki küçük çocuğun neseyle dolmasına sebep oluyordu.
"Tamam Melek Abla, sağ ol. Ben de geldim şimdi. "
"Tamam kızım." Kapanan telefonun ardından Derin'de arabasıyla birlikte evinin bahçesine giriş yapmıştı. Çantasını ve telefonunu aldığında, arabasını kilitleme ihtiyacı bile hissetmeden koşar adımlarla evinin kapısına kadar geldi.
Hızlı yürüdüğü için kısa bir an için nefes nefese kalmıştı. Derin, elini çantasına daldırıp alelacele anahtarını ararken, açılan kapıyla birlikte başını kaldırıp kimim açtığına baktı. "Senin geldiğini görünce kapıyı açayım dedim," diyen Melek Hanım ile karşılaştığında, ona teşekkür eden gözlerle baktı. "Hadi hadi, durma kapıda daha fazla çok yukarı hazırlan, ben de içeri geçip senin geldiğini onlara söyleyeyim."
Hafif bir baş sallama ile karşındaki kadını onaylandığında, açık kapıdan içeri girdi Derin. Melek Hanım, ona söylediği gibi salona, misafirlerinin yanına geçtiğinde Derin de ardından kapıyı kapatarak üzerindeki eşyaları çıkartıp kapının hemen önünde bulunan dolaba yerleştirdi.
Merdiven basamaklarına yöneldiğinde, mavi gözleri ister istemez hafifçe açık bırakılmış kapıdan salona kaymıştı.
Sena Hanım, Melek Hanım ile sohbet ederken, Emre yere bakıyor arada sırada takmış olduğu mavi renkli kravatını düzeltircesine oynatıp duruyordu lakin Derin, onun bu ortamdan sarılıp bunaldığını ve başka çaresi olmadığı için böyle yapmış olduğunu anlayabiliyordu.
Aslında, odada tek merak edip bakması gereken kişi Emre idi ve onun haricinde kimseye bakma gereksinimi dahi göstermeden bakışlarını merdivenlere yönlendirdi. Bu durumu fark ettiği için hafifçe yanakları kızarıp kalbi hızlanırken, o bunun sebebini anlayamamıştı.
Sadece Emre'ye bakıyor olması bile onda bu etkiyi yaparken, bir ay boyunca ondan ayrılacağını bile bile aynı evde kalacağını hiç ama hiç bilmiyordu.
Elini yumruk yaptı ve sağ eliyle trabzanları tuttu. Burda daha fazla oyalanmamalıydı. Merdivenleri tek tek aştığında odasına geçti. Melek Hanım, onun için bu akşama aldığı elbiseyi yatağının üzerine sermişti.
Elbiseyi üzerine geçirip saçını taradı ve sprey ile şekil verdi kahverengi saçlarına. Makyaj malzemesinden parfümünü alıp sıktı ve gelişigüzel bir şekilde makyaj yaptı. Boy aynasından son hâline bakacak bir saniyesi bile yoktu.
Hızlı adımlarla aşağı indiğinde, kapının hemen önünde durup üzerindeki elbiseyi düzletti ve heyecanını bastırmak adına bir-iki nefes egzersizi yaptı Derin. Son kez derin bir nefes cigerlerine kabul edip kapıyı araladı.
Odada, tek konuşan kişiler Melek ve Sena Hanım'lar idi. Onlarda açılan kapıyla birlikte sessizleşirken, odadaki bütün gözler Derin'e çevrilmişti.
Derin, odadaki tek ilgi odağının kendisi olduğunu anladığında, bunu avantaja çevirmek için hemen konuşmaya başladı. "Sizleri böyle bir günde bekletmek istemezdim ama çok önemli işlerim vardı. Umarım bu durum sizin canınızı sıkmamış ve zamanınızdan çalmamışımdır. "
Ailenin sözcüsü olarak Sena Hanım, ona nazikçe gülümseyip, "Yok Derin. Zaten biz Melek Hanım'a da sorun olmayacağını ve seni bekleyebileceğimizi söyledik. Sen de dert etme kızım."
Derin, ona böyle yaklaşan kadına aynı içtenlik ve sıcakkanlılık göstererek gülümedi. "Hadi Derin, sen bir kahve yap gel," diyerek ona komut veren Melek Hanım ile beraber Burcu, Arya ve Eylül'de ayakandı. Derin önden, diğer kızlar da onun ardından mutfağa geçtiklerinde, "Yenge abimin kahvesine bol tuz at," dedi Burcu, bir yandan da abisinin tuzlu kahveyi içtiğini ve bundan dolayı oluşacak olan tepkisin kafasında canlandırıp, gözünün önüne gelen her sahne ile keyfine keyif katıyordu.
Derin, kahve dolu kavanozu eline alırken, "Saçmalama Burcu, " dedi bir yandan da hafifçe büyüyen mavi gözlerine engel olamamıştı. " Tabii ki de öyle bir şey yapmayacağım ve sen de bunu benden bekleme bile."
Burcu'nun bütün neresi birden buhar olmuştu. "Ya ama olmaz ki böyle, hem bu adet. Hem abim tuzlu kahveyi içmezse seni gerçekten isteyip istemediğini test edemeyiz."
Derin, Burcu'ya arkası dönüp olduğu için vurdukça gülümsedi. Bu gizlilik işi, herkes için iyi olsun diyeydi ama Derin iyi değildi. Her an her şey ortaya dökülüp eteklerindeki taşlar etrafa savrulur diye ödü kopuyordu. Her ne kadar bu ailenin bir üyesi olmasada ona iyi davranan ve onu ailesine kabul eden kişilerin arkasından iş çevirip bir şeyler gizlemek omuzlarında taşıdığı ağırlığa misliyle ağırlık ekliyordu.
"Abin zaten beni sevmiyor Burcu," diyemedi. Konuşamaya da hali yoktu. Burcu'nun ondan bir yanıt beklediğini bildiği için ona cevaben omuzlarını, bu durumu umursamadığını belli etmek istercesine salladı.
"Ya yenge, " diye çocuksu sesiyle konuşan Burcu, "Ama çok oyun bozanasın." kurabiyelerden birini ağzına atan Arya, "Kendin yapamayacağın şeyleri başkasına yaptırmak istiyorsun," diye konuşmaya başladı. "Bu sayede de biraz eğlencensin. " hafifçe kıkırdadı.
Burcu, onun bu haklı ve çok doğru olan tespitine gözlerini sonuna kadar açacakken son anda kendini dizginledi.
"Ne alakası var, ben sadece abimin Derin Abla'yı gerçekten sevip sevmediğini öğrenmek istedim," diye mırıldandı ve dikkatleri üzerine çekmediğini düşünerek böyle kendini avuttu.
Masada oturan Arya ve Burcu ikilisi, kahveler olana kadar havadan, sudan ve herhangi bir konudan konuşmaya başlamıştı.
Derin'in yanında durup tezgaha yaslanarak onun her hareketini gözetleyen Eylül, onunla konuşmayı ve aralarının düzelip düzelmediğini ya da aralarının kötü olup olmadığını merak ediyordu. Bunu ona sormak isterken konuya nasıl gireceğini bilmiyordu lakin onun bu tavırları, Derin'in gözünden kaçmamıştı.
"Bir şey mi demek istiyorsun?" diye sorarak ilk adımı Derin atmış oldu. Eylül, bir-iki saniye onun yüzüne boşboş bakıp,"Ben sadece," diyerek cümlesine başladı ama devamı gelmedi, başladığı cümleninim çünkü diyebileceği bir şey yoktu.
"Aramızın kötü olup olmadığını merak ettim," diye bir çırpıda sordu. Aklındaki soruyu sorabildiği için rahatlarken, ondan gelecek ters bir cevap ile de yıkilabileceğini bilerek endişe duyuyordu Eylül.
"Tabii ki de aramız kötü değil Eylül. Sadece bunları yaşamamış olmamızı isterdim ama bazı şeyler bizim elimizde olmuyor maalesef." Bir yandan hazır olan kahve dolu cezveyi ocağın üzerinden alıyor ve ocağın altını kapatıyor, bir yandan da Eylül'e bunları anlatıyordu Derin.
Bunları duyan Eylül, az da olsa kendini iyi hissetmişti. Onun sözlerinin üzerine, başka söz söylemedi çünkü yine yanlış bir şeyler diyerek onunla tartışmayı ve aralarının yeniden bozulmasını istememişti. Onunla bir süre-en azından kendini iyi hissedene kadar- çok fazla konuşmasa iyi olacaktı.
Yaklaşık on dakika içinde, misafirlere ikram edilecek olan kahveler fincanlara özenle konulmuş, fincan dolu olan tepside Derin'in götürmesi için tezgahın üzerinde bulunuyordu.
Sürahiden, kahvelerin yanlarına konmak için küçük bardaklara şu dolduran Derin ve Eylül, Burcu'nun Emre'nin kahvesine tuz koyduğunu fark edemeyecek kadar meşguldüler.
Tepsiye, kahvelerin hemen yanına, her kahveye bir bardak düşecek şekilde suları yerleştirdiler. Derin, tezgahın üzerinden tepsiyi aldığında, içinde oluşan heyecana engel olamadı. Elleri titrerken, odaya girdiğinde bayılıp bayılmayacağını dahi düşünemiyordu.
"Biz önden gidelim kızlar," diyen Arya, oturduğu masadan kalktı. Derin'i yanlız bırakmalılar ve o da kendini sakinleştirmeliydi.
Üç kızda Derin'den önce salona geçtiklerinde, Derin elinde tepsiyle salona girecek diye kapıyı açık bıraktılar.
Derin, yaklaşık bir dakika ayırdı kendine ve ardından ne olacağını düşünmemeye karar verdi zira düşünürse eğer daha salona bir adım daha atamadan elindeki tepsi yerle buluşacaktı.
Salona geçtiğinde, ilk önce büyüklerden yani Hakan ve Mustafa Beyden başladı, kahveleri dağıtmaya. Sıra İrem'in kahvesine geldiğinde, "Sakin ol ve heyecan yapma Derin," dedi İrem, bir yandan da aldığı kahveyi yanındaki sehpaya koyuyor, diğer yandan onu sadece Derin duyabilsin diye ses tonunu kısık tutmaya gayret ediyordu. Kardeşi Ege, rahatsız olduğu için onun kucağından bir an bile olsun inmemişti ve İrem bu yüzden diğer kızlarla birlikte mutfağa geçememişti, bu yüzden de ona bu sözleri söylemeye şimdi fırsat bulabilmişti.
Başını sallayıp ona nazikçe gülümsedi Derin. En sonunda, tepsideki bütün kahveler bittiğinde, Derin onun için ayrılan sandalyeye geçti. Hakan Bey, Emre kahvesinden bir yudum dahi almadığı için ziyaret sebeplerine geçemezken, "Emre hadi oğlum iç kahveni," diyerek onu uyardı bir nevi ardından elinde tuttuğu fincanı ağızına götürüp bir yudum aldı, kendi kahvesinden.
Emre, sehpaya bıraktığı kahveyi eline aldı. Fincanı ağızına götüreceği anda, "Bak sonuna kadar iç kahveyi, tuzlu kahveyi içmezsen Derin'i gerçekten isteyip istemediğini anlayamayız."
Emre, öldürücü bakışlar ve mimik oynatmadığı yüzüyle, ona sataşan ve bu durumu fırsata çevirip kendine eğlence çıkarak Volkan'a bir şey diyeceği anda, "Volkan haklı oğlum iç kahveni," diyen babannesi ile diyeceklerini yuttu. Volkan ile elbet bugün için hesaplaşabilir, ona bunun icjn güzel bir ders verebilirdi ama sadece bu süre uzayacaktı biraz.
Emre, kahveyi ağzına götürürken, Derin'in onun kahvesine tuz attığını düşünmüyordu çünkü ortada kanıtlanacak bir aşk yoktu ve bunu beklememesi gayette doğaldı ama ağzına gelen tuz tadıyla birlikte de yanlış düşünmüş olduğu belli oldu.
Emre, yüzündeki tek bir miniği dahi oynatmadan tek seferde kahveyi içti ve ardından, kahvenin yanında getirilen suyu içti. Odada, sadece Burcu ve Emre biliyordu kahvenin tuzlu olduğunu. Burcu içten içe bu durum için seviniyordu çünkü abisi bir tek Derin için tek bir mimik dahi oynatmadan tuzlu kahve içmişti çünkü Nefes'i isterlerken, Nefes'e kahvesine tuz kaynamasını bizzat kendi söyleşmişti. Şimdi ise Derin'in yaptığı tuzlu kahveyi içmiş olması, artık abisinin çok mutlu alacağını ve yaşayacağını düşündürmüştü ona.
Emre ise, bunu bit kenara yazarak hesabını soracağını aklının köşesine not aldı. Tabii ki de hesap sorarcasına onu soru yağmuruna tutmayacaktı ama nedenini de bilemeye hakkı olduğunu düşünüyordu.
"Sebebi ziyaretimiz belli Mustafa Bey. Gençler tanışmışlar, konuşmuşlar ve birbirlerini sevmişler," diye söze başlayan Hakan Bey ile birlikte, bütün gözlerin odağı Emre iken Hakan Bey olmuştu. "Bize de onların bu mutluluğuna engel olmayıp destek olmak düşer. Allahın emri, peygamberin kavliyle kızınız Derin'i oğlunuz Emre'ye istiyoruz. "
"Verdik," diyen Mustafa Bey ile birlikte, salonu bir alkış tufanı ele geçirdi. Alkış sesleri azaldığında, "Söz yüzüklerini takalım," diyerek ayaklanan Sena Hanım, önceden hazırlanıp salonun bir köşesine konan tepsiyi aldı. Emre ile Derin yan yana gelecek şekilde salonun ortasına geçtiklerinde, Mustafa Bey ikisinin de parmaklarından yüzükleri geçirdi.
Emre, sadece burdan gitmeyi ve yaşayacakları bir ayın hemen geçerek eski düzeninde yeniden hayatına devam etmek istiyordu. Derin ise, bu anı ilk defa yaşadığı için heyecandan bedeninin titremesine engel olamıyordu. Bedeni, sıtma tutmuş gibi titrerken, "Kurdelayı ben kesebilir miyim?" diye heves ile soran Volkan ile odak noktası değişti ve durumunu azda olsa kontrol ederek titremesine engel olmaya çalıştı.
Bütün herkes salonda ona gülerken,"Saçmalama Volkan," diye onu uyardı Arya. "Ne var ya? Çok güzel bir şey. Tık diye kesiyorsun." Eşini kolunun altına alırken, "Bizim kızımız doğsun da o sözlenirken ben keseceğim söz kurdelasını, " salondaki herkes ilk başta onun dediklerine gülerlerken, son dedikleri karşısında hüzünlendiler.
"Allah tamamını erdirsin, " diyerek kurdelayı Hakan Bey kesti. Salonda yine alkış sesleri yankılanmıştı.
Derin ile Emre göz göze geldiklerinde, Emre boş gözlerle Derin'e bakarken, Derin ise ona bir umut aşık olur düşüncesiyle bakıyordu lakin hayatın onların karşısına çıkaracağı engeller ve sürprizlerden ikisi de şu anda bihaberdi ve ikisi de bu engeller ile sürprizleri yaşayıp göreceklerdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.85k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |