64. Bölüm

💚💚21. Bölüm💚💚

Elif
mavii_bulutt345

Yeşilin En Koyu Hali

 

Bölüm: 21

 

Genç kadın yutkundu, bu kararı vermesi onun için hiç kolay olmayacaktı.

 

Bu sefer de o korkuyordu. Emre'nin sözlerine güvenemeyen bir yanı da zaman içinde oluşmuştu. Dürüstçe bunu ona da söyledi. "Sana güvenmiyorum. Bu kadar kısa sürede bu denli değişmiş olamazsın," dehşetle kırpıştırdığı gözlerini dikip ona bakıyordu. İçinin zehrini şimdi atmalıydı Derin. Ona karşı hissettiği duyguları söylemeli, öfkesini atarak rahatlamalıydı. Bu zamana kadar düşündüğü her şey bir kar yığınına dönmüştü ve bu sefer o yığının altında ezilmeye hali yoktu.

 

İçinde yer alan ve bunca zamana kadar tanıdığı Emre'yi de kendi elleriyle öldürmeliydi zira yeni Emre için de bir yer açılmalıydı kalbinde.

 

Yeniden yutkundu. Emre'nin gözlerinde yanan alev, dışarının soğuğunu unutmasına neden olmuştu. Genç adamın bu siniri kendineydi. Geç kalmışlığınaydı. Her şey daha farklı olabilirdi. Pişmanlığı kendineydi çünkü hiç düşünmeden bu hayatı kendisi elinin tersiyle itmiş, istememişti. Bu Derin'i de kendisi inşa etmişti çünkü ilk tanıdığı Derin daha umut doluydu. Ona bakarken gözleri gülüyor, sesi heyecandan yükseliyordu.

 

Şimdi ise onun boşluğunda soğuk yeller esiyordu ve en acısı da bunu genç adam iliklerine kadar hissediyordu.

 

Genç adam, farkında olmadan bir adım atınca Derin geriledi. Kaçmak istiyordu ondan, arkasını dönüp uzaklaşmak istiyordu buradan. Kısa bir sessizliğin ardından kuruyan dudaklarının acısını umursamayarak konuştu Emre. "Bana hemen güvenmeni beklemiyorum," genzi yanıyordu şimdi zira söylediğinin aksinin olmasını o kadar çok isterdi ki. Derin'in ona güvenmesi için genç kadına yalvarmayı dahi aklından geçiriyordu, şu kısacık zaman diliminde.

 

"Anlıyorum da seni, şu an hiçbir şeyi anlamıyorsun çünkü ben çok değiştim. Ben Ceylin'i ve Defne'yi çok benimsedim," Derin burnunun sızladığını hissetti. Başından beri deli gibi olmasını istediği şey, genç adamın dudaklarından bir bir dökülüp kalbine ulaşıyordu yavaş yavaş. Ne çok istemişti kızlarının bir baba ile büyümesini. Ona bunun için evlenmesi gerektiğini söyleyenleri dahi duymamıştı Derin. "Ceylin babasız büyümesin, evlen." adı altında yapılan imalar canını yakmaktan öteye hiçbir zaman geçememişti.

 

"Yapamam sanmıştım, beceremem sanmıştım. Bir baba ile büyümedim, bilemem sanmıştım. baba olamam sanmıştım," aslında hiç de deneme taraftarı olmamıştı. Bu da en büyük pişmanlığı olacaktı. Bu sözleri de kendi kendine sayıklıyor gibiydi. İçini kurcalayıp rahatsız eden her bir cümle birer birer dudaklarından firar ediyordu.

 

"Ama Ceylin'in kokusunu içime çekince bir daha kopamadım ondan. Neşesini gördükçe ben de mutlu oldum sebepsizce. Onunla birlikte ben de Nefes aldığımı hissettim." yutkundu. "Ben ilk defa baba olduğumu hissettim Derin," boğukça konuştu. Yorgun olan ruhunun dinlenmeye ve toparlanmaya ihtiyacı vardı. Susup genç kadının gözlerinde yaşanan duygu karmaşasının ortasında buldu kendini. Derin bir adım atmak istiyordu ama sonunun uçurum olmasından da korkuyordu. Ayağı boşluğa denk gelip düşerse eğer bir daha hiç toparlanamazdı.

 

Kırılan bir porselene dönerdi yaralı kalbi, bir daha yapıştırılamayacak şekilde birbirlerinden ayrılırdı parçaları.

 

Derin, gözlerini kapattı. Emre'nin duygularına inanıyordu şimdi zira gözler her zaman kalbin aynası olmuştu. Gözlerinden acısını, kederini ve pişmanlıkları o daha tek kelime bile edemeden çok net bir şekilde okuyabiliyordu. Titrekçe nefes aldı. Omuzları sarsılıyor, yer bir deprem olurcasına yerinden oynuyordu sanki. Kolunu uzatıp genç adama tutunmak, ondan güç almak istiyordu ama bir kez ona adım atarsa bunun da dönüşü olamazdı. Açık bir kapı da bırakmalıydı genç kadın. Emre eğer verdiği şansı küle çevirirse sırtını ona dönerek gitmeliydi yeniden.

 

"İyi misin?" panikle onu belinden yakaladı Emre. Bu ani hareket karşısında Derin bu sefer geriye gidemedi, onun kollarından da kaçamadı. Özlediği koku, burnuna dolarken bunu yapması da pek mümkün değildi. Nefesleri şimdi birbirlerine değiyordu. Emre, Derin'e hiç bu kadar yakın durmamıştı. Uyuduğu anlarda kucağına alıp onu yatağa taşıdığı anlara da benzemiyordu bu.

 

Kalbin atışı kadar hayat doluydu yakınlıkları. Nefes almak kadar ferah, göz göze gelmek kadar da canlıydı.

 

Derin, kararını kafasında vermişti. "Sadece tek bir şans," dedi kış gününde yağan bir kar kadar soğuk bir tonda. "Sadece tek bir şansın var Emre," açıkça onu tehdit ediyor, bacaklarını tir tir titretmek istercesine korkutuyordu onu. "Olur da kalbimi kıracak, kızlarımı üzecek bir hareket yaparsan," Emre devamını duymak istemiyor, kafasını kuma gömüp bu acı sözlerden oldukça uzaklaşmak istiyordu.

 

"Bu sefer sana konuşma hakkını dahi vermem," Derin, yorgunlukla başını Emre'nin göğüsüne yasladı. Bu sözlerini onun gözlerinin en içine bakarak kalbine yollamaya gücü yoktu. Buna hiçbir zaman kendini hazırlamamıştı, gidişi bile kaçarcasınydı. Düşünürse eğer gitmekten bile vazgeçebilirdi. "Yüzümüzü bile göremezsin. Sadece gidişimizi izler, acı çekmeye devam ederdi." Emre nefes alamadığını hissetti. Derin'in dik duruşuna da bir yandan yine ve yeniden hayran kalıyordu genç adam.

 

Sevse de arkasını dönmeye hazırdı genç kadın. Gururunu ayaklar altına almadan, onu terk etmeyi bile göze alabiliyordu. Kızlarını istemeyen bir adamla, ömrünün sonuna kadar yaşayacak değildi. Belkilere tutunmuştu hep. "Belki sever," demişti içinden. "Belki benimser ve baba olmaya kendini hazırlayabilir, o adımı atıp beni şaşırtabilir. Hayatını değiştirip kendine mutlu bir son yazabilir."

 

Ama Emre, Derin'in sabırsızlıkla beklediği bu ilk adımı hiçbir zaman atmamıştı.

 

"Kabul," dedi çabucak. "Ben senden gelecek her şeye razıyım Derin. Böyle istiyorsan böyle olsun," kapalı olan mavi gözlerini araladı genç kadın. "Çocuklar," dedi anın verdiği kısa sarhoşluğu üzerinden atabilmek için. "Takside kaldılar," Emre, onların kendisi ile beraber eve geleceklerini de bu cümleyle algılamış oldu. Bir an için Derin ile yarattığı dünyada savrulup giderek mekandan ve zamandan soyutlamıştı kendini.

 

"Tamam sen geç arabaya, ben de geliyorum hemen," bu yaşadıkları gerilimi ve çekimi ortadan kaldıran hareket oldu. Altın kafesteki küçük bir serçenin kanat çırpışları gibiydi genç adamın kalp atışları. Derin ona bir adım atmıştı. Çok korkmuştu ama başarmalıydı.

 

Şimdi ise ipin üzerindeki cambaz kadar dikkatli ve çevik olmalı, bu şansı avuçlarının içinde tutmalıydı.

 

Derin arabaya geçerken Emre de taksiye yöneldi. Zihni az öncenin gerçekliğini tam olarak algılayamamıştı. Genç adam yol boyunca onun gidişini izlemeyi beklemişti. Derin'in bu sözleri sarf edeceğini de hiç düşünmemişti. Aklı şu an çözülememiş bir bulmaca kadar karmaşıktı.

 

Kapıyı açınca genç çocuk, "Ağabey, ablayı çok üzmüşsün, kadın ayakta zor duruyor, hem yazık değil mi bu iki çocuğa?" Emre ruhen çok yorgundu. Cevap vermedi ve tutan ücretten daha fazlasını uzatıp, "Kolay gelsin," diyerek puseti kavradı. Ceylin de onları takip ediyordu usulca. Ne olduğunu soracak kadar uykusu açılmamıştı. Önünü dahi göremiyordu küçük kız. Bir kez tökezleyince Emre, "Dikkat et," diyerek onu uyardı. Emre onun ceketine elini uzatıp kavradı. Bu sayede dengesini kurmayı daha iyi başaracaktı.

 

En sonunda arabaya yerleştiklerinde tek kelime bile etmeden eve doğru ilerlediler. Her şey ziyadesiyle konuşulmuştu zaten.

 

......

 

Derin, dört duvarın arasında kalmak istemiyordu artık. Biraz olsun nefes alabilmek adına, camlarla çevrili olan balkona doğru ilerledi. Hava soğuk olduğu için dışarı çıkamazdı. Hasta olma riskini sıfıra indirmeli, kızları için bedenine dikkat etmeliydi.

 

Sadece etrafı izlemek istiyordu. Yaşanan değişimleri görmeliydi genç kadın. Yaşadığını hissetmeliydi. Nefes almak yeterli değildi. Ruhunun da doyması, kendine gelmesi ve yaşadığını iliklerine kadar hissetmesi gerekiyordu. Ferahlamaya, düşünmeye ihtiyacı vardı çünkü Emre'nin dediklerini aklının süzgecinden geçirmeli, kalbinin hisleriyle de harmanlamalıydı.

 

Onu seviyordu, bunu biliyordu genç kadın. Bu yönden bir problemi yoktu ama içinde yerine oturtamadığı parçaların birbirlerine sürterken çıkan sesi yankılanıyordu. Düşünemez olmuştu artık. Karar veremedikçe bir bataklıkta, dibe doğru ileriyordu.

 

Ve elini uzatabileceği, çıkmak için yardım isteyebileceği kahramanı da Emre'ydi.

 

Önüne gelen perçemi parmağıyla yakalayıp parmağının etrafına sardı. Odak noktasını değiştirmek için başladığı bu eylemi birkaç dakika daha devam ettirdi. İşin içinden çıkamadıkça daha fazla deliriyor, düşüncelerinden yeni düşünceler inşa etmeye başlıyordu genç kadın.

 

Ağlamak istiyordu ama aynı zamanda da ağlarsa güç bela inşa ettiği zırhı da yerle yeksan ederek güçsüz kalacaktı. Dik olmalı, kendinden ödün vermemeliydi genç kadın.

 

Emre, çocukları uyuttuktan sonra Derin'in odadan çıkışını fark ettiğinde onu takip ederek genç kadının nereye gittiği izledi. Üzerine titriyordu şu anda. Derin istemeden üzerini üşümesin die örtüyor, ona bir şey isteyip istemediğini soruyor ve çocuklarla genç kadın yorulmasın diye büyük bir ilgiyle ilgileniyordu. Bu hareketleri de Derin'in karar veremeyişini oldukça etkiliyordu.

 

"İlaç saatin geldi." diyerek kendini belli etti genç adam. Derin irkilerek başını ona çevirdi. Uzun süredir sesten uzak olan kulakları, bir şeyler duymaya alışamamıştı hala. Bakışları Emre'nin elindeki ilaç kutusuna ve su dolu bardağa baktı. Hesap sormak istiyordu ondan. Bunca zamandır neden böyle davranmadığını sorgulamak istiyordu. İçinde kopa fırtınalara inat başını salladı sadece. Elini uzattı.

 

Birbirlerine değen tenleri, aralarındaki kıvılcımı çakan ilk hamle olmuştu. Derin çabuklukla ilacı alıp içti. Onunla konuşmak, göz göze gelmek istemiyordu. İç hesaplaşmasının sonuna gelmemişti. Onun gitmesini beklerken önünden geçip yanındaki boş koltuğa oturduğunu hissedince beyninden vurulmuşa döndü. Tek başına kalmak istiyordu.

 

"Sana bir şey vermek istiyorum," Derin'in fark etmediği küçük albümü genç kadına uzattı. "Ceylin, Defne'nin her gün bir fotoğrafını çekmek istedi, uyandığında sen görebil diye," uyanmaz sanmıştı Emre. Daha dün beyaz yatağın içinde, gözleri kapalı bir şekilde, adeta bir ölü gibi yatarken şimdi ise nefesini baş ucunda hissedebiliyordu. Kokusunu içine çekip onun gözlerini açışına şükretti bir kez daha.

 

Derin, resimleri tek tek inceledi. Gözüne ilk çarpan şey Ceylin ve Defne'nin benzerlikleri olmuştu. He bebek birbirine benzerdi ama ikisinin arasındaki benzerlik bambaşkaydı. Derin bir zaman makinesine binip beş yıl önceye gitiğini hissetti. Ceylin ile yeniden tanışıyor gibiydi. Elini, minik kızının tenine dokunuyormuş gibi resimlerin üzerinde gezdirdi. Her resmin altında da tarih ve saatler yer alıyordu. Onun için göz açıp kapayıncaya geçen zaman, bir dağa dönüşüvermişti.

 

"Çok küçük, değil mi?" Emre sessizliği, bıçağa dönüşen bu sözleriyle kesti. Derin'i sessizce görmek istemiyordu. Yokluğunda, duyamadığı sesini çok özlemişti. Kulakları muhtaçtı bu sese. Beklentiyle ona baksa da Derin başını fotoğraflardan kaldırmayışı canını yaktı. Onu yanında istemiyordu. "Ceylin'in de böyle bir albümü varmış, bana gösterdi," burukça konuştu genç adam. Kızının bebeklik fotoğraflarını gördükten sonra saatlerce ağlamasına engel olamamıştı.

 

"Ceylin, Defne'den daha küçüktü, tabii sen onun o hallerini hiç görmedin. Hiçbir zaman da göremeyeceksin." gözleri dolduğu için gözlerinin beyazı ışıkta parlıyordu. Bakışlarını ona çevirdi. Canını yakmak istiyordu ama aynı zamanda da onun haberi olmadığı şeylerden ötürü de suçlu olduğunu düşünmüyordu. Genç adam bunca zamana kadar bir çocuğunun oduğundan habersizdi.

 

Bu hastalık ortaya çıkmasa, belki de hala daha haberi olamayacaktı.

 

"Ama bundan sonra onun yanında olmak istiyorum Derin," ona bıçak çeken kadına, gül uzatıyordu Emre. Avucunun içine batan gülün dikenine katlanarak canının acısını umursamadan almasını sabırla bekliyordu. "Her anına şahit olmak istiyorum mesela. Bundan sonra düzgün bir hayat yaşamak istiyorum Derin. Bir ailem olsun istiyorum. Ben baba olmak istiyorum," Emre, elini ona zattı. Dizlerine koyduğu ellerini kavrayınca Derin bir şey demedi, kendini geriye çekmedi.

 

Samimiyetini, gözlerinden okuyabiliyordu. Müsaade etti ona, kalbine uzansın diye sesini çıkartmadan usulca bekledi. Şimdi başları birbirlerine daha yakındı. Derin, ona hiç bu kadar yakın olduğunu hatırlamıyordu. Kokusunu ve nefesini hissedebilecek kadar yakındı. Aralarındaki uçurumları büyük bir hevesle geçerek artlarında bırakmışlardı.

 

"Zaten bizim hiçbir şeyimiz düzgün olmadı ki. Hayatımız da evliliğimiz de." Derin dolan gözlerini ondan saklamak adına bakışlarını ondan çekti ve yere yönlendirdi. Sesindeki serzeniş genç adamın kulaklarına ulaşmıtı. Emre onun köşeye sinmiş halini görebiliyordu. Çenesini kavradı ve başını kendisine çevirdi. "O zaman biz de düzgün bir hale getirmeye çalışırız," Derin gülmemek için zor tuttu kendini.

 

"Yaşadıklarımızı nasıl başa sarabiliriz ki?" hafifçe güldü, alayla karışık. Siniri bozulmuştu, en başa dönmek isterken dönememek çok zordu onun için. Geçmişi değiştirememek ve her zaman onu hatırlayacak olmak yorucuydu. "Başa sarmayacağız, baştan başlayacağız," anlamayan gözlerle ona baktı. "Mesela tanışmak gibi. Elini onun çenesinden çekince Derin için büyü bozulmuştu. Doğrulan genç adam elini resmi bir şekilde eşine uzattı.

 

"Merhaba," dedi rolüne bürünebilmek adına. "Ben Emre," deyişi genç kadının neler olduğunu sorgulamasına neden oldu. Tanışmak. demişti Emre. Yeniden yapıyorlardı ama bu sefer anlamadan ve dinlemeden kovulmayacaktı genç kadın. "Ben de Derin," dediğinde Emre gülümsedi.

 

"Sana hayatımda yaşadığım ve unutamadığım olayı hiç anlatmadım," duraksadı. "Biliyorum, tanışma faslı olacaktı bu ama benimle ilgili bilmediğin tek şey muhtemelen bu." zordu onun için bunları yeniden düşünmek. Emre raftan çıkardığı tozlu anıların tozunda boğulup gidiyordu. "İçimden bunları sana şimdi söylemek geldi." Derin onu bölmedi, sabırla bekledi. "Eğer benimle bu yola bir adım atmak istiyorsan senden bunları saklayamam." aslında saklamamıştı, söylemeye fırsatı olmamıştı.

 

"Çünkü hiçbir zaman bu gerçekle yüzleşmek istemedim. Ondan hep kaçtım," hırsla bu sözleri sarf ettiğinde onu dinleyen genç kadın meraklandı. "Annem, babamı öldürdü," dedi düz bir sesle. Bunu sanki hiç kendisi yaşamamış gibi bir soğuklukla itiraf etti.

 

Derin bu sefer kendini tutamadı ve hafifçe büyüyen mavi gözlerini ona çevirdi. Oturuyor olmasydı eğer yere boylu boyunca düşebilirdi. Emre'nin annesini ve babasını hiç tanımamıştı ama bunu da beklediği söylenemezdi. Öldüklerini ya da şehir dışında olduklarını düşünmüştü hep. Bu boşluğu zihninde bu şekilde doldurmuştu ama bu kadarı bile hayal gücüne fazla gelmişti.

 

......

 

Yasemin Karahan, kafa karışıklığının verdiği huzursuzluk ile baş başa kalmıştı. Neden davet edildiğini bilmese de onu davet eden kişinin kim olduğunu bilmesi bile onu tedirgin ediyordu. Kucağında birleştirdiği ellerini sıktı ve sakin kalması gerektiğini bir kez daha kendisine hatırlattı.

 

En yakın arkadaşı çok dil dökmüş, gitmemesini söylemişti ama içindeki bitmez tükenmez ses canını yakıyordu. Gitmesi gerektiğini hissederek arabaya atlamış, şoföre de gideceği yerin konumunu vermişti. Onu neyin beklediğini bilmemesi ise gerginliğine gerginlik katıyordu.

 

Sena Hanım'ın sözlerine de aldırış etmemişti ama haklı olduğunu biliyordu. Küçük kızı Burcu daha iki aylıktı, annesine ihtiyacı vardı. Yasemin, kızına gözü gibi bakılacağına adı gibi emin olduğu için bu konuda endişeli değildi ama kızının kokusu daha şimdiden burnunda tütüyordu. Hemen dönmek için can atıyordu.

 

"Daha ne kadar kaldı?" diyerek gerginlikle sordu. Nereye gitmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Meryem onu çağırınca apar topar evden ayrılmıştı. İçindeki kuşkuya bir son verme arzusu mantıklı düşünmesini engellemişti. Küçük bir korku belirdi göğsünde. Yanlış mı yapıyordu? Belki de başkalarını dinlemeyerek kocasını dinlemesi gerekiyordu.

 

Düşüncelerini dağıtan şey, arabayı kullanan şoförün sözleri oldu. "Az kaldı efendim. Verdiğiniz adres evden pek de uzakta değil," bu cevap üzerine dışarıya çevirdi bakışlarını. Meryem'in bilerek evlerine yakın bir mekânı tercih ettiğini düşündü. Sabırla beklemesi gerektiğini bilse de kendine hâkim olamıyordu genç kadın.

 

Kulağına kadar gelen dedikoduların bir kahramanı eşi iken diğer kahramanı da Meryem'di. Şirkette onlardan başka konuşulan bir şey yoktu. Çınar Karahan, olaya müdahale edip bu konu üzerine tek bir kelime dahi edeni işten atacağını deyince sular biraz olsun durulmuştu ama kıyıda köşede konuşmaya devam edenler de vardı.

 

Geçen hafta, evde unutulan bir dosyayı şirkete götüren genç kadın, bu dedikoduları bizzat kulaklarıyla duymuştu. O anda konuşanlara delici ve sert bakışlarını yollamış, susmalarını sağlamıştı ama bir kadın olarak kendisi de bunları hissediyordu.

 

"Geldik efendim," diyen şoför sayesinde düşlerinden sıyrıldı ve en kötü gününe bir adım atarak arabadan indi zira birazdan duyacağı ve şahit olacağı her şey, hayatını geri dönüşü olmayan bir yola sokacaklardı.

 

.....

 

-Geçmişten Bir Sahne-

 

Yasemin Karahan, hiddetle basıyordu her basamağın üstüne. Denizdeki dalgalar kadar hırçın, yakıcı ve yıkıcıydı şu anda. Aklında yankılanan sözler onu bu hayattan koparacak kadar keskindi.

 

"Bana bunu nasıl yaparsın?" Yasemin sinirle gözlerini büyüttü. "Hadi beni düşünmedin, iki çocuğunu da mı düşünmedin be adam?" kocasının gömleğini sıkan elleri titredi. Onunla göz göze gelmeyi kendisine yediremediği için onun gözlerinin içine bakamıyordu. Ellerine kilitlenen gözlerinin görüş açısına bir çift el daha girdi ve sıkıp yumruk yaptığı ellerinin üzerine kenetlendi. Baskının verdiği acı canını yaksa da sesini çıkartmamıştı genç kadın.

 

"Kendine gel Yasemin," diyen çelik gibi bir ses karşısında sersemledi. Çınar'ı hep olduğundan farklı bir şekilde hayal etmiş, olması istediği kişi gibi görmüştü. Şimdi ise kafasındaki portrenin renkleri birbirlerine karışıyor, netliği bozuyordu. "İstediğimi yaparım. Kimse de bana karışamaz. Sen bile," sesindeki solukluk, genç kadın için son damla olmuştu. Gözlerindeki yaşlar aklamaya başlamıştı.

 

"Meryem ya da sen umurumda dahi değilsiniz, ben zaten onunla konuştum. Çocuğu aldıracak," Yasemin, kendisini bir kenara bıraktı ve daha doğmamış olan bir çocuğu düşündü. Ürperdi ve soluğu kesildi. Genç adamın kendi çocuğu hakkında bu şekilde davranması ise midesini bulandırmıştı. Sekiz yıllık kocasını soğuk ve kaba olarak pek çok kez görmüştü. Bu hallerine alışmış, bağışıklık kazanmıştı ama bu acımasızlık bambaşka bir boyuttaydı.

 

Çınar Karahan'ın üzerinde savaştaki bir askerin acımasızlığı ve soğuk kanlılığı vardı.

 

Tiksinerek ona baktı ve ellerini ondan kurtarıp bir adım geriye gitti. Ona yakın olmak, kendisini kirli hissetmesine neden olmuştu. "Ne dediğinin farkında mısın? Kendi çocuğunun canını alacaksın, farkında mısın?" Çınar'ın gözü seğiriyordu. En az karısı kadar sinirliydi.

 

Tıslarcasına konuştu. "Ne o? Yoksa karıcığım kocasının gayrı resmî çocuğuna sahip mi çıkmak istiyor?" Yasemin ona inanamayan gözlerle baktı. Buna mı takıldı gerçekten? içinden geçirdiği sözlerin üzerine histerik bir kahkaha atmak istiyor, ona karşı oluşan zehri bu şekilde ortaya koymak istiyordu ama kendini dizginledi.

 

Bir yandan da düşünmeden edememişti Yasemin Hanım, böyle bir konuda bebeği kabul edebilir miydi? Peki ya kendi çocukları ne olacaktı? Burcu daha yürüyemezken, Emre daha okula başlamamışken başka bir kadını ve çocuğunu hayatına kabul ederek evlatlarına ihanet edebilir miydi genç kadın.

 

İhtimaller, bir kum fırtınası gibi dolanıp etrafını sarıyor, önünün bulanıklaşmasına sebebiyet veriyordu ama bunlara nazaran bildiği tek bir şey vardı; daha doğmamış o bebeğin hiçbir suçu yoktu. Babası yüzünden yaşama hakkının elinden alınmasına da müsaade edilemezdi.

 

Kendini Meryem'in yerine koydu. Eşine göz koyan bir kadın olarak değil de karnında doğacak olan çocuğunu büyük bir heyecanla bekleyen genç bir anne olarak tasvir etti onu kafasında. Kendini düşündü. Emre'yi ne çok beklemişti Yasemin. Yaşadığı onca doğum sancısını görmezden gelerek almıştı kucağına oğlunu. O an her şeye bedeldi. Canını isteseler oğlu için onu bile verirdi.

 

Ama Yasemin Karahan, evli ve iki çocuk babasından hamile kalmamıştı. İşlerin boyutu şimdi daha farklı bir şekle bürünüyordu. Genç kadın, bunu düşününce içinde nefretten oluşan yangını daha da fazla harlamış oldu.

 

Yasemin bir adımını geriye doğru attı. Onunla aynı hvayı dahi solumak istememişti. Tandığı eşi böyle değildi. Evlendiği, beraber aynı yastığa baş koyduğu adam böyle olamazdı. Çınar'la isteyerek evlenmemişlerdi belki ama yine de onun kendisini aldatacağına ihtimal vermemişti. Sekiz yıldır evlilerdi, şimdi nedendi bu? Burcu yeni doğmuşken, her şeyin düzeni tam olarak oturmuşken neyin bedeliydi bu?

 

"Ben seni böyle tanımadım Çınar, sen nasıl bir adama dönüştün?" Odadaki oksijen yetmiyordu genç kadına. Boğazına takılan yumru hem nefesini kesiyor hem de yutkunurken canının yanmasına neden oluyordu. "Ne bekliyordun ki?" genç adamın sesi sert ve yüksek çıkınca Yasemin irkildi.

 

"Seni sevmeyen bir adamın gözünün başka yerlerde olmayacağını mı?" Çınar'ın alayla sarf ettiği sözler, bardağı taşıran son damla olmuştu. Yasemin yanağına doğru akan yaşını tutamamış, dik ve kararlı tavrından ödün vermişti. Onu sevmekten nefret ettiği kadar bundan da nefret ediyordu genç kadın.

 

"Ne o, sözlerim ağır mı geldi?" genç adam onun damarına basmaya devam ediyordu. Onunla evli kalmak istemiyordu. Bunu annesine ve babasına söylediğinde ise aldığı tepki sert ve kesindi. Ailesini karşısına almak istemeyen Çınar Karahan ise fırsatını yakalayınca annesinden ve babasından çıkartmadığı hırsını eşinden çıkarıyordu. Yasemin dudaklarını ısırdı. Oyunu kuralına göre oynayacktı öyleyse.

 

"Hülya'ya da böyle davrandığın için intihar etti?" kısasa kısastı. Genç kadın şimdi canı yandığı kadar can yakmak istiyordu. Genç adamın açık yarasına tuzu basmıştı şimdi. Gözlerinden olduğu yerde çıldırdığını anlayabilirdu genç kadın. Çınar Karahan'ın gözleri, parlıyordu şimdi. Savaşa giden bir askerin hırsı ve kini yatıyordu orada. Aynı zamanda da Yasemin'in üzerine atlamamak için güç sarf ediyordu.

 

"Kes sesini," genç adamın nefesi yüzüne çarparken gözlerini kapattı genç kadın. Çınar'ın alev alev yanan gözleerinin içine düşüp yanmaktan bir an için korkmuştu. Belki fazla ileri gitmiş, canını çok yakmıştı ama o da aldatılmayı kabulenemiyordu. Özellikle de eşinin bilip ona söylememesi ve bunu Meryemden bu şekilde öğrenmesini gururuna yediremiyordu. "Yalan mı? Kim bilir ona nasıl davrandın? Ne söyledin de senden kurtulmak için hayatını feda etti."

 

Cümlesini bitirir bitirmez boynunda hisettiği sert baskı yüzünden nefesi kesildi. Ağzından almaya çalıştığı soluk, bir türlü boynundan aşağıya doğru ilerleyemiyordu. Ellerini boynuna uzatıp onun kenetlenen ellerinden kurtulmaya çalıştı ama başaramadı. Gücü ona yetmiyordu bir yandan da nefes alamdıkça gücü kesili veriyordu.

 

Birkaç adım gerileyip ondan kaçmaya çalıştı ama başaramadı. Çınar onu öldürmeye niyetliydi, ellerinden oluşan kafesi serbest bırakmayan genç adam karşısında panikledi. "Yardım," diyebildi sadece. Sesi de çıkmıyordu Şu an için istediği tek şey nefes alabilmek ve hayata tutunabilmekti.

 

Yasemin, ışıkta parlayan metali gördü. Çınar'ın belindeki silah, kurtuluşu olabilirdi. Zira bu gidişle ya kendisi ölecekti ya da Çınar.

 

Elini oraya uzattı, bunu beklemeyen genç adam ona engel olamadı. Elini uzatıp bileğini sıktı genç kadının," Ne yaptığını sanıyorsun sen?" ölümün soğukluğu ve korkutuculuğu genç adamın da bedenine uğramıştı. Deli cesareti denen bir şey vardı ve Yasemin'in şu anda hayatından başka kaybedeceği daha değerli bir şeyi yoktu. Pimi çekilmiş, patlamaya hazır bir bombaydı.

 

"Bırak onu!" bu sefer de saçlarına asıldığında genç kadının dudaklarından acı bir çığlık firar etti. Parmaklarının arasıdaki tetiğe bastı, onun ellerinin arasından kurtulmanın tek yolu buydu. Sonrasını düşünmemişti. Çınar, acıyla yüzünü kastı, saçlarındaki eli de gevşemişti. Yasemin ondan kurulduğunda nefes nefeseydi. Evin içinde şiddetle yankılanan patlama sesi kulaklarında uğuldayıp duruyordu.

 

Çınar, yarasını eliyle örttü. Yasemin'e bir adım atıp yine saldıracakken gözleri karardı, dizlerinin bağı çözülüyordu. Bedeninin kontrolünü yavaş yavaş kaybediyordu. Yere yığılırken son gördüğü şey Yasemin'in ağlayarak yüzünü kapatışı olmuştu.

 

Genç kadın olayın şokuyla elinden kayıp düşen silaha engel olmadı. Dizlerinin üzerine düşüp eşinin acı ile kıvranışını izlemekten ileriye gidemedi. Birisini vurmuştu. İsteyerek ya da istemeyerek de olsa birisini yaralamış, canını yakmıştı genç kadın. Belki de farkında olmadan eşini bu dünyadan koparacak olan hamleyi yapmıştı. Beyninde bu düşünceler peyda olurken kapı hızla açıldı ve o şiddetle duvara çarptı. Sena Hanım, sonunda kadar açtığı gözleriyle bir oğluna bir de gelinine bakıyordu.

 

"Oğlum!" diye haykıran kadın, oğlunun yanına koştu. "Çınar," dedikten sonra onun yüzünü ellerinin arasına aldı. Öpüp koklamaya kıyamadığı oğlu şimdi yerde kanlar içinde yatıyordu. "Olum uyan, aç gözünü," haykırışı odada yankılanırken Yasemin sadece izliyordu.

 

Hakan Bey de odaya geldiğinde, yüreğindeki acıya engel olamadı. Sena Hanım gibi oğlunun yanına gelirken eşine kıyasla daha sakindi. Birisinin olaylara müdahale etmesi gerekiyordu. Oğlunun gömleğini yırtıp yaraya bastırırken ambulansı da aramaya çalışıyordu

 

Sena Hanım ilk şoku atlatınca ayaklandı. "Sen benim oğlumu nasıl vurursun?" kan çanağına dönen gözleri oldukça ürkütücüydü. İşaret parmağını tehdit edercesine ona savurdu "Aklını mı kaçırdın sen?" Sena Hanım ona hep bir anne gibi gelirdi. Şefkatle saçını okşar, her anında yanında olur, dara düşse ilk yardımına koşan kişi olurdu.

 

Şimdi ise elinden gelse Yasemin'in canını hiç düşünmeden alırdı.

 

"Canım dedim ben sana, sen benim canıma kıydın Yasemin," elini kaldırıp gelinine tokat attı, hayatı boyunca yapmadığı bir şeydi bu. Genç kadının yana dönen başını seyretti sadece. Yasemin elini yanağına koydu. Canı yanmıştı ama bir anneye böyle bir acıyı yaşattığı için kendinden de utanıyordu.

 

"Yapmak zorundaydım, üzerime geldi. Beni..." cümlesine devam edemedi. "Kes sesini!" dedi Sena Hanım, onun hiçbir sözü acısını dindiremeyecek, gözlerinin önündeki sahneyi geri alamayacaktı. "Sesini duymak istemiyorum," iki eliyle kulaklarını kapatırken Yasemin de sessizce ağlamaya devam ediyordu. Canı yanan bir anneyi kimse teselli edemez, hiçbir söz acısını dindiremezdi.

 

Orada bulunan herkes o an kapıda dikilip her şeyi izleyen küçük çocuktan habersizdiler. O an herkes bir şeylerle meşgulken Emre babasının kanlar içindeki bedenine bakıp ağlıyordu sessizice.

 

Bölüm nasıldı sizce?

 

Finale az kaldı :)

Bölüm : 01.06.2025 23:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...