
Mavinin Yeşili
Bölüm: 27- Savaşı Başlatan Kurşun
Arabanın içerisine oturup bekleyen genç kadın, aklına gelen fikir ile telefonunu eline aldı. Arkadaşı Eylül'ü uzun zamandır göremediği gibi konuşamamıştı da. Onu özlediğini hissedebiliyordu ama onu aramaya vakti yoktu. İkisi de hayatın savrulan yaprakları yüzünden ayrı kalmak zorundaydılar. İkisi de kendi hikayelerinin ana karakterleri iken omuzlarına yüklenen sorumlulukları sırtlanmak zorundaydılar. Bu da onların ayrılmasına sebep olmuştu, artık ikisi de farklı trenin yolcusuydular. Yönleri farklı, nefes alırkenki amaçları farklı ve gördükleri farklıydı.
Genç kadın, hızla telefonda yazan arkadaşının ismine tıkladı. Zaman geçirmeyi, karşılıklı oturup bir fincan kahve içmeyi ya da onunla birlikte kahvaltı hazırlamayı özlemişti. Bunca yılı beraber geçirmenin üzerine gelen bu ayrılık canını sıksa da canı gönülden arkadaşının iyiliği için dua ediyordu.
Kulağına yaklaştırdığı telefon uzun süre çalıp telesekretere bağlanınca aramayı sonlandırdı. Arkadaşına, arama sebebini içeren bir mesaj attı. Yüzünü sıvazlayıp geriye doğru yaslandı. Havanın kasveti yüzünden içinin daraldığını düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı.
Genç adam, merdivenlerden inerken bir yandan da ceketinin kol düğmelerini ilikliyordu. Son basamağa gelince adını söyleyerek ona seslenen babaannesi yüzünden durdu. Yaşlı kadın, elini havlu ile kurulayıp mutfaktan çıktı ve torununun karşısına geçti.
"Onu en güzel yerlere götür tamam mı? Biraz vakit geçirin ve erken gelirseniz ikinizi de eve almam ona göre," diyen Sena Hanım, sahte bir tehdit ile işaret parmağını ona savurdu. Emre, onun yanağını öptü. "Sen dert etme," dedi ama içten içe ne yapacağını bilemiyordu. Genç kadının bundan rahatsız olma ihtimali vardı ve konuşmadan bunu öğrenemezdi.
Sena Hanım gülümsedi. "Hadi, Derin'i daha fazla bekletme. Dikkatli gidin," diyerek ayaküstü öğüdünü vererek onu uğurladı. Genç adam üzerine geçirdiği ceketin düğmelerini ilikleme zahmetine bile girmeden dışarıya adımını attı. Havanın derecesi tenini yalayıp geçerken arabaya geçip yerine oturdu.
Bir sessizlik dalgası ikisinin arasında dolanıp kulaklarına konuşmalarını fısıldıyordu ama ikisi de konuşmaya yeltenmeyerek sadece karşılarına bakıyorlardı.
Devam eden bu sessizliği genç adam bozdu. "Babaannem bizim vakit geçirmemizi istiyor," diyerek cümlesine başlayınca genç kadın mavi gözlerini ona doğru çevirdi. "Evet, bana da söylemişti," cümlesi onun sözünü kesmişti.
Emre, başını sallayıp onayladı ve devam etti, "Erken gelirsek eve almayacağını söyledi ve yapacağından adım kadar eminim. Burada görmek istediğin yerler var ise seni bırakabilirim Derin," işin içine kendini katmıyordu. Bunu fark eden genç kadın birden, "Ya sen ne yapacaksın?" diye sormadan edemedi. Onun da yanında gelmesini beklemiyordu. Emre'yi az çok tanımıştı, bunu yapmayacağını biliyordu ama onu merak etmek isteyen kalbine de söz geçiremiyordu.
"Ben yapacak bir şeyler bulurum," sarf ettiği kelimeler onu geçiştirmekten öteye gitmiyordu ve genç kadının istediği cevap kesinlikle bu değildi. Konuşup onu ikna etmek için ağzını aralayacakken, "Neden benimle vakit geçirmeyi istesin ki? Ben onun için en fazla bir yıl göreceği sıradan biriyim." bu düşünceleri yüzünden dudaklarını sıkıca birbirlerine bastırdı. "Ben gezmeyi istemiyorum, dünün yorgunluğunu üzerimden atamadım," tok çıkan sesine kendi bile şaşırmıştı.
Genç adam, bu ani duygu değişimini anlayamazken bunun nedenini sormadı. "Peki sen bilirsin," dedikten sonra arabayı çalıştırdı ve vitese takınca gaza basarak ilerlemesini sağladı. Araba, hafif nemli toprakların üzerinden geçip giderken genç kadın cama biraz daha yaslandı. Mavi gözleri, doğanın onlara sunmuş olduğu güzellikleri en ince ayrıntısına kadar inceliyordu.
"Bana mı kızgınsın?" Emre, bir yandan yola bakarken kısa bir an için bakışlarını yanında oturan genç kadına çevirip tekrar yola baktı. Onun bu tavırlarını anlayamadığı için böyle bir yorum yapmıştı, kendince.
Derin bunu beklemiyordu ve onunla ilgili soru soruyor olması da şaşırmasına neden olan bir diğer unsurdu. "Bu da nereden çıktı?" sesine şaşkınlık eklenmiş, cümlesine eşlik etmişti. Mavi gözleri genç adamın üzerinde dolanıp duruyordu.
"Kızgın olduğunu söylememe gerek yok sanırım," demesinin üzerine genç adam elini vitese koydu ve değiştirdi. "Ve bunun sebebinin ben olduğumu düşünüyorum," dün gece ısrar ile Ceylin'e babalık yapamayacağını söylediği için ona kızgın olduğunu düşünen genç adam, ona içten içe hak veriyordu ama yaklaşık dokuz ayı birlikte geçireceklerini göz önünde bulundurunca bu konuların yaşamlarını işkenceye çevireceğini de yaşamadan öngörebiliyordu. Bu konuyu artık tatlıya bağlamaları gerektiğini düşünüyordu çünkü onun için bir önem arz etmediğinden dolayı umrunda bile değildi ama olan Derin'e olacaktı. Boşu boşuna kendini yıpratacak, kendisi için zor olan yolu daha da zorlaştıracaktı.
Derin, ne diyeceğini bilemeyerek bir müddet onun yüzüne baktı. Aklından geçen birçok düşünce yüzünden kendisinin gerçekten ne hissettiğini anlayamıyordu. Onun dediklerinin üzerine bir de öğrendiği gerçekler yüzünden ne yapacağını kendisi de bilemiyordu.
Kızgınlıktan ötürü kasılan vücudu gevşedi. "Bunun bir önemi yok, yani benim kızgınlığım seninle ilgili değil," genç kadın yeni yeni fark ediyordu. Dediği gibi kızgınlığı ona değil kendineydi. Elinden bir şey gelmiyordu. Onların aralarını yapma imkanı vardı lakin nereden başlaması gerektiğini kestirememek kendine kızmasına sebep oluyordu.
"Sen öyle diyorsan," cevaben kurduğu cümle, dudaklarının arasından fısıltıyı andırmayarak çıkmıştı. Üzerine gitmemesi gerektiğini düşünerek bu konu hakkında daha fazla konuşmadı. Onun vereceği tepkiyi bilmediği için bu konu üzerine daha fazla cümle kurmamaya çalışıyordu. Onun odak noktasını başka bir yere çekebilmek için, "Peki senin ailen nasıldı? Onlardan hiç bahsetmedin," onun bu sorusu üzerine Derin afalladı. Beklediği bir soru değildi ve en önemlisi de bu soruyu ondan beklemiyordu.
"Babam bildiğin gibi şirketi yönetiyordu. Annem ile tanışmaları ise oldukça basit; annem biraz kilolu birisiymiş ve bundan şikayet edermiş. Bu yüzden de her gün yürüyüş yapmaya çıkarmış. O yürüyüş yaparken de babam onu görüyor ve ilk görüşte aşık oluyor," Derin, babasının sesini kulaklarında duyar gibi oldu ve yutkundu. Bakışları karşısında annesini ve babasını hayal edebilmek için dolanıp duruyordu lakin bunu yapmayı istese de zorlanıyordu. Anne ve babasını, fotoğraflarda gördüğü kadarıyla tanımak, bu girişimini sonuçsuz bırakıyordu.
Genç adam, onun dalıp giden gözlerini fark edebiliyordu. Anlattığı ve anlatacağı her cümleyi zaten biliyordu. Hatta belki de derinlemesine bir araştırma yaptığı için onun bilmediği bilgilere bile sahipti, yine de ona engel olmayıp devam etmesine müsaade ediyordu. Bir an için nefesi kesildi. Yaptığını sorgulayınca kalbinin atış hızı değişti. "Neden buna müsaade ediyorum ki? Neden o mutsuz diye aynı şeyleri duymak zorundayım?"
Zihninde dolanan düşünceler, beynindeki her bir siniri rahatsız ediyordu. Direksiyonu kavrayan parmakları birden kasılınca kendine geldi ve onun dediklerini dinlemeye devam edemedi. Söyledikleri uğultuya dönüşüp kulaklarını rahatsız ediyordu.
Emre'yi bu uğultudan kurtaran şey, savaşı başlatan kurşunun namludan çıkıp arabasının farını patlatması oldu. Patlayan camın çıkardığı ses yüzünden cümlesini yarıda kesip susan ve dudaklarını birbirine sıkıca bastıran genç kadın endişe ve korku ile etrafına bakmaya başladı.
Emre, bir an için arabasının kontrolünü kaybetti. Parmaklarının arasından kayan direksiyon yüzünden içinde bulundukları araba sol tarafa doğru gidip çukurun üzerinden geçince araba ile birlikte sarsılan bedenleri, korkularına korku ekliyordu.
Derin, anın vermiş olduğu gerginlik yüzünden ağzından firar eden çığlığa engel olamadı. Başının üzerinde kalan kola uzanıp sıkı sıkı kavrayınca bedeninin aldığı darbeler az da olsa azalmıştı.
Genç adam, direksiyonu tekrar kavrayıp hafifçe frene bastı ve toprak yola girebilmek için direksiyonu sağa doğru kırdı. Şu an için ikisi de ilk şoku atlatmış sayılırdılar. Akıllarını saran ve uzuvlarını işlevsiz bırakan sis perdesi yavaş yavaş onlardan uzaklaşıyordu.
"Ne oluyor?" Endişesi yüzünden büyüyen mavi gözlerini Emre'ye yönelten Derin cevap alabilmek için sabırsızca bekliyordu. İkinci bir kurşun, bagaj kısmına saplanırken genç kadın başını sol tarafa çevirip kimin ateş açtığına baktı. Siyah bir araba onları takip ediyor, camdaki filmler yüzünden içerisinde kimin ya da kimlerin olduğunu göremiyordu. Ayrıca arabanın plakası sökülmüştü, bunu yapan her kimse yakalanmayı istemiyordu.
Genç adam, dikiz aynasından bakıp Derin ile aynı şeyleri görünce hafifçe küfretti. Arabada sadece kendisi olsaydı eğer alabileceği bütün riskleri alabilirdi ama Derin'e bunu yapamazdı. O bunları hak etmiyordu. Öte yandan Derin ile bir dertlerinin olmadığını öğrenmesine gerek bile yoktu. Kendi cezasını ona çektiremezdi.
Yeşil gözleri Derin'in önünde kalan torpido gözüne kayınca onun sorduğu soruya cevap verdi. "Peşimizdeki kişileri tahmin etmem zor değil, amaçlarının bizi öldürmek olduğunu senin de tahmin ettiğini biliyorum," soğukkanlılıkla sarf ettiği sözler genç kadının ürpermesine sebep oldu.
Ölüme birçok kez yaklaşmış olan genç kadın, ölmekten değil kızını ardında bırakmaktan korkuyordu. Hem de ona bu denli ihtiyacı olan bir zamanda ölmeyi istemiyordu. Genç adamın dudakları arasından firar eden kelimelere odaklanıp kendini bu korkunun sıkı pençesinden kurtarmaya çalıştı.
"Önündeki torpido gözünde üç tane silah var ve hepsi dolu. Birini bana verebilir misin?" sorusu biter bitmez bir kurşun daha arabalarına saplandı. Emre, onların neden hiç durmadan kurşun sıkmadıklarını düşünürken hızını arttıran arabanın aralarındaki mesafeyi azalttığını gördü.
"Bu çok tehlikeli değil mi? Hem arabayı sürüp hem de ateş etmen çok riskli," aklına gelen düşünce ile cümlesini yarıda kesti. Aklına gelen düşünceyi neden ilk başta düşünmediğini sorgularken buldu kendini. Ardından bulundukları durumun saçmalığını fark edince buna vaktinin kalmadığını anladı.
"Neden birini aramıyoruz? Çok fazla uzaklaşmadık, evde kalan korumalar kısa sürede gelecektir." genç kadın sorusunu sorarken Emre gibi düşünmüyor, buradan sağ salim bir şekilde kurtulmalarının en kısa yolunun bu olduğunu düşünüyordu.
Bir kurşun daha ateşlendi ve bu sefer arka cam tuzla buz oldu. Derin refleks olarak başını ellerinin arasına alıp olduğu yerde büzüldü. Çığlık atmasının bir yararı yoktu, bu yüzden sadece kendini korumaya çalıştı.
"Derin ver şu silahları!" Emre sert çıkan sesiyle birlikte konuştu, Bu iş çocuk oyuncağına benzemiyordu. Acilen bir şeyler yapması, onlara karşılık vermesi gerekiyordu. "Adamlar her şeyi planlamışlar. Burada telefon çekmez, önümüzdeki bir buçuk saatte de çekmeyecek." açıklaması genç kadının kanını dondurdu. Burada öleceğiz ve kimsenin haberi dahi olmayacak.
Aklından geçen cümle bulundukları durumun enerjisini katbekat yükseltmeye yetiyordu. Genç kadın onun dediğini yaptı. Bastığı düğme sayesinde açılan torpidodan eline bir silah aldı ve ona uzattı. Emre'nin ilk defa yaptığı bir şey değildi; arabadan ateş etmek ama yine de Derin'in yardımına ihtiyacı olacaktı.
"Ben ateş edeceğim, sen de direksiyonu tutup arabayı kullan tamam mı? Ayrıca iyice eğilip kendini korumayı da unutma," sorusunun cevabını beklemeden camı açıp direksiyonu tek eliyle tutunca genç kadın öne atılıp direksiyonu kavradı. Sorusuna cevap verebilecek vakti yoktu. Gözleri yola odaklandı ve direksiyonu kavrayıp arabayı kullanmaya başladı
Genç adam, silahı ateşlemeye uygun hale getirince hafifçe başını uzattı ve iki defa ateş etti. Arkalarındaki araba yalpalasa da onları takip etmeye devam ediyordu. Silahlarının namluları sürücü koltuğundan sarkan Emre'yi hedef aldı.
Genç adam, kendini yeniden içeriye attı. "Lastikleri patlatabilirsem kaçmak için vaktimiz olacak ama bu mesafeden ateş edip kendimi korumaya çalışmak çok zor. Biraz yaklaşmamız gerekecek," onun panik yapmaması için bunları söylemişti. Çok büyük bir risk alacaktı ama başka çaresi de yoktu. Durmadan üzerine gelen kurşunlar yüzünden hedefi hep ıskalamıştı. Yaklaşırlarsa tekerleklere ateş edebilirdi.
Kesilmeden devam eden kurşunlardan biri sol aynayı kırınca Emre sol tarafından arkayı gözleyemez oldu. "Yaklaşırsak arkadan da vurabilirler, arabanın kontrolünü kaybedebiliriz," genç kadın endişe ile bir çırpıda bunları söyledi. Düşünmek için vakit bulunca çenesinin altında, kalbinin atış sesini duyduğunu fark etti. Kalbi öyle bir atıyordu ki biraz sallansa ağzından kaçıp gidecekti.
"Bunun ben de farkındayım ama köşeye sıkıştık ellerindeki kurşunların biteceğini zannetmiyorum. Buraya elleri boş gelecek kadar tedbirsiz değiller. Kurşunlarının bitmesini beklemek uzun sürer, arabayı delik deşik ederler, ayrıca bizi de," cümlesi biter bitmez bir kurşun arkalarından gelip ön camı patlatınca ikisi de ne olduğunu anlayamadılar.
Emre, sesi duyar duymaz kendini Derin'in üzerine siper etti. Cam kırıkları bedenine değerken açılan yaralar canını yakıyordu. Çoğunlukla boyun kısmı yaralanmıştı, silahı tutmayan elini oraya uzattı. Parmaklarına değen kanı hissedebiliyordu. Şu an için buna müdahale edemezdi.
Derin, üzerine kapanan beden yüzünden doğru düzgün önünü göremiyordu ama soğukkanlılığını koruyarak ellerinin altındaki direksiyonu sabit tutabildi. "Emre iyi misin?" sesi, kurşunların havayı delip geçen seslerinden daha keskindi. Ona bir şey oldu, korkusu yüreğini kemirip tüketiyordu. Ona bakmak için doğrulmaya çalıştı ama genç adamın kolları onu bastırıyor, bu girişimine engel oluyordu.
"İyiyim," cevabı boğuktu. Boynundaki acı canını yakıyordu ama toparlanıp kendine gelmesi ve olaya müdahale etmesi gerekiyordu. "Ben doğrulacağım ve ayağımı gazdan çekeceğim. Sakın kafanı kaldırma, içeriyi gördükleri için nereye ateş etmeleri gerektiğini çok iyi biliyorlar," genç adam uyarısını yapmasının ardından doğrulup camdan başını uzattı.
Araba, yavaşlamaya başlarken aralarındaki mesafe kısalıyordu. Emre nişan alıp ateş edeceği sırada sağ koluna saplanan kurşun yüzünden duraksadı. Acıdan ötürü çenesi kasılırken parmakları titriyordu. Silahı elinden geldiğince sabit tutup ateşledi ve arabanın sol ön tekerini patlatmayı başardı. Yine nişan aldı ve bu sefer de arabayı kullanan adama ateş etti.
Onları takip eden araba yalpaladı. Sürücü acı ile inlerken hakimiyetini kaybetti. "Düzgün sür şu arabayı!" yanında oturan adam kükrercesine konuştu. Arabanın içindeki dört kişiye göre rütbesi en yüksekteydi. Patronlarının sağ kolu, direkt ondan emirleri alıp onlara ileten kişiydi. Hal böyle olunca adam acısını unutmaya çalışarak direksiyonu sıkı sıkıya kavradı. Vitesi üçten ikiye düşürüp frene bastı ve arabanın kontrolünü elinde tutmaya çalıştı.
"Abi teker patlamış," diyen adam arka tarafta oturuyordu. Başını camdan dışarıya doğru uzatıp görünce bunu dile getirdi. İsmi Serkan olan, patronun sağ kolu, seslice küfretti. "Durdur şu arabayı!" demesinin ardından süren genç, eli ayağına dolanmış bir şekilde hızla frene asıldı. Araba acı bir çığlık ile dururken toprak yolun toz bulutuna kaplanmasına sebep oldu.
Serkan hızla arabadan inip patlayan tekere baktı ve sinirle ayağını arabaya vurdu. Patronları kesin emir vermişti, Emre ve Derin'in ölmesini istiyordu. Dedikleri, bir padişahın sözünden daha kıymetliydi onun nazarında. Emrine yapılan itattsizlik karşısında da başlarına nelerin geleceğini, onları nelerin beklediğini çok iyi biliyordu. "Çabuk yedek lastiği getirip değiştirin şunu! Onları bulmamız gerek yoksa onlardan önce biz öleceğiz," dediklerinin üzerine ondan daha küçük olan gençler korktukları için kıpırdayamadılar.
Serkan, bu yüzden daha fazla sinirlendi, sinirine sinir eklendi, "Kafasında şimşekler çakıyor," değimi onu tasvir etmek için ortaya konmuş gibiydi. "Ne duruyorsunuz lan?! Çocuk oyuncağı mı bu? Çabuk ne diyorsam harfi harfine yerine getirin yoksa patrondan önce ben sizi öldüreceğim."
...
Genç adam, onlara bunu yaptıranı çok iyi biliyordu. Seslice, Derin'in hemen yanında olduğunu umursamadan küfretti. Bunun üzerine genç kadın bakışlarını ona çevirdi ve yaralarını görünce gözleri büyüdü çünkü Emre onu korumak için üzerine kazandığından ötürü fark etmeye vakti olmamıştı.
"Yaralanmışsın," sesi normalden yüksek çıktı. Parmakları izin almadan onun boynuna değdi. "Önemli bir şey yok, endişe etme," sanki vurulan o değilmiş gibi rahatça konuşmuş, onu sakinleştirmeye çalışmıştı genç adam.
Derin gözlerini devirdi. "Ortada endişe etmeyeceğim bir şey olsaydı zaten endişe etmezdim." azarlar bir tonda kurduğu bu cümle genç adamın tek bir kasını bile oynatamamıştı.
Onun üzerinde etki bırakmadığı için bir kez daha gözlerini devirdi ve sorma ihtiyacı gütmeden eline aldığı bir peçete ile yaralarını sildi.
Bunu beklemeyen Emre, baskı yüzünden hissettiği acıdan dolayı irkildi. Gözlerini kapatıp acının dinmesini bekledi. Genç kadın, mavi gözlerinin değdiği noktalardaki hasarlar yüzünden nefesini tuttu. Camın derisinin altına batıp batmadığını bilmiyordu ama parçaya da denk gelmemişti, bu onu biraz olsun rahatlattı.
Hafif hafif bastırıp derisinin üzerine yayılan kanı siliyordu ama onun kaşlarını çattığını görünce duraksadı. Canını yakıyordu. "Çok mu acıttım? Daha yavaş yapabilirim," sesi fısıltıdan farksızdı. Bunun sebebi, ona bu kadar yakın olmasıydı.
Emre'ye bu kadar yakın olmak, kokusunu içine çekmek başını döndürüyordu. Üzerinde böyle bir etkiye ev sahipliği yapıyor olması hayretler içinde kalmasına sebep oldu lakin şu an bundan daha mühim işleri vardı. Öncelik sırası belliydi ve değişemezdi.
"Yapmana gerek yok Derin," kendine bile acımayan birisi olarak başkalarından gelen iyilikleri görmezden gelebiliyordu. Derin şu an yaralarını sarıyor olabilirdi ama onun için bu bir anlam ifade etmiyordu. "Daha ne kadar kendi canını yakacaksın? Bedenine zarar vereceksin?" konuşan genç kadın hissettiği sinir yüzünden farkında olmadan elindeki peçeteyi bastırmış, genç adamın acı ile inlemesine sebep olmuştu.
Bunu umursamadı ve cümlelerini sarf etti, "En büyük zararı kendine veriyorsun farkında değil misin? Ya da farkındasın da umrunda bile değil, değil mi?" son yirmi dört saat içinde yaptıkları yüzleşmelere bir yenisi daha dahil oluyordu. Listedeki diğer yüzleşmeler gibi bunu da umursamadı ve arabayı sürmeye devam etti, genç adam.
Onun mimiklerini inceleyen Derin üzerinde herhangi bir etki yaratamadığını anlayınca gözlerini sıkıca kapattı ve dudaklarını birbirine bastırıp sustu. Canı yanıyordu, onun kendine karşı bu kadar acımasız oluşu yüreğini dağlıyordu. Birden gelen cesaret ile, "Madem sen kendini düşünmüyorsun, o halde ben senin yerine seni düşünebilirim," resmen aşkını ona itiraf etmişti zira ağzından çıkan kelimeleri söyleyiş biçimi yoldan geçen birine yardım edeceğini söylemekle uzaktan yakından alakalı değildi.
Kalbinden çıkıp gün yüzüne çıkan harfler sıcacıktı ve bunu Emre'de anlayabiliyordu. Yeşil gözleri yoldan hızla kopup onun mavi gözlerine denk düştü. Aklından geçen düşüncenin olmamasını içtenlikle diledi. Ona saf acıdan başka sunabileceği bir şey yoktu, ayrıldıklarında bir daha karşılaşmayı istemiyordu ama onu kötü bir şekilde hatırlamasını da istediği söylenemezdi.
Derin, hemen gözlerini ondan kaçırıp uzaklaştı. Yaptığı şeyin sebep olacaklarını düşünmek etinden et koparıyordu. Kendini izah edip Emre'nin aklından geçen düşünceleri ortadan kaldırmalıydı, yapmaz ise ikisi için gidişat iyi olmayacaktı.
"Kendine çok sert davranıyorsun ve bunu hak etmiyorsun. En azından bedenin bunu hak etmiyor. Ruhun sana ait olabilir ama bedenin sana emanet," kalbi gümbür gümbür atarken sesi titredi ama konuşmasını bölmeden devam edebildi.
Emre, bir şey söylemedi. Gerginliği ortadan gitmişti, Derin'in onu sevdiği için değil de bu düşünceleri üzerine hareket etmesi rahatlatmıştı onu. Denizin ortasında mahsur kalmış, onun sözleri üzerine kurtulmuştu.
Araba yavaşlıyordu ve sarsılıyordu. Derin yanındaki kapıya elini yaslanıp sabit durmaya çalıştı. "Bu da ne?" sorusunun cevabını genç adam da bilmiyordu, "Bilmiyorum ama dursak iyi olacak," cümlesi biter bitmez frene basıp arabayı durdurdu. Kapısını açıp indi ve neyin olduğunu anlayabilmek için arabanın dış cephesine baktı.
Denk gelen bir kurşun yüzünden arka teker tamamen inmişti. Bu yüzden araba ilerleyemiyordu. Yanında yedek teker ve onu takmak için her türlü ekipmana sahipti ama vakti yoktu. Bununla uğraşmaları halinde yakalanacaktılar.
Hareketlendi ve yürüdü. Kararını vermişti. Buradan uzaklaşmaları gerekiyordu aksi takdirde kemiklerine bile ulaşılmayacaktı. Derin'in kapısını açtı ve onunla göz göze gelince aceleyle konuştu. "Teker patlamış, yenisini değiştirmek uzun sürecek. Bundan sonrasında yürümemiz gerekecek Derin," açıklaması genç kadının tenini yakıyordu. Kapana sıkışmış bir fareden farksızdılar.
Hemen eşyalarını aldı. Emre'nin alacağı bir şey yoktu, önden yürümeye başladı. Derin arabadan inerken gözüne çarpan iki su şişesini de eline alıp onun peşine takıldı. "Buranın neresi olduğunu biliyor musun?" sorusunun sorduktan sonra ona dönünce vurulduğunu gördü. Anın vermiş olduğu panik ve bedenindeki fazla kan yüzünden dikkat edememişti. "Vurulmuşsun," nefes nefese konuştu ve gözlerini o noktadan ayırmadı.
"Onlara ateş etmek için kolumu uzatınca oldu. Merak etme, ilk kurşunum değil," açıklaması, böyle bir durumun içinde olmasaydılar eğer, Derin'e sinirden kahkaha attırabilirdi.
"İlk kurşun olmayınca acı da hissetmiyorsun sanırım," sözleri son derece ciddiydi ama altında yatan iğneleyici tonu hissedebiliyordu genç adam.
Sabrının son demlerindeydi. Bu kadar düşünülmek fazla geliyordu. "Senin ağzın fazla açıldı avukat," ikisi de karşıya, etraflarını saran ağaçlara bakıyordular. Nereye gittiklerini ikisi de bilmiyordu ama uzaklaşmaları gerektiğini konuşup söylemeden biliyordular.
"İşim bu, başkalarını savunmak. Senin gibi," omzunu kaldırıp indirdi, bu onu umursamadığını beden dili ile ifade etmek içindi. Emre madem ona böyle
davranmak istiyordu, genç kadın da onun oyununa eşlik edebilirdi.
"Benim savunulmaya ihtiyacım yok," sesi sertti. Bedenindeki kaslar gerilmişti. Başkasına muhtaç olduğunu hissediyordu ve bu hissiyatı sevmiyordu. "Kendi işimi kendim halledebilirim," dedi.
"O yüzden mi yaraların kanıyor?" sorusu genç adamın sabrını taşırmaya yetti. Genç adam durdu ve hiddetle bedenini ona çevirdi. Derin'e onun hakkında konuşma hakkını kendi vermişti, şimdi de bunu elinden alıp kurtulmayı istiyordu. "Bu seni..." cümlesi yarım kaldı zira yer ayaklarının altından çekiliyor, gözleri kararıyordu. Kırpıp açtığı göz kapaklarının arasından onun endişeli yüzünü zar zor seçebildi.
Yanındaki ağaca silahı tutmayan elini yasladı ve soluklandı. Birden bütün gücü çekilivermişti. Bedenindeki yaralardan akan kanlar yüzünden bitap düşmüş, gücünü kaybetmişti. Yürüyor olmaları da bedenine zarar veren bir diğer etkendi.
Önünde kötüleşen genç adamı görünce korktu ve ona yaklaştı. "İyi misin?" onun koluna girdi ve destek olmaya çalıştı. Yüzüne baktı ve halinin akıp duran kanlar yüzünden gittikçe kötüleştiğini anladı.
"İyiyim," kötü olduğu için kısık bir şekilde sorusuna verdiği cevap, genç kadını tatmin etmemişti. "İyi felan değilsin. Kan kaybettin o kadar. Bedenin yorgun düştü. Eh, sen de yenilmez değilsin Emre Karahan," son cümlesini fısıltıyla söyledi zira onun sinirden bir volkan gibi köpüreceğini öğrenmişti.
"Gel otur şöyle, dinlen. Ondan sonra devam ederiz," uzaklarındaki silah, bu sözleri bekliyormuş gibi patladı. Bunu beklemeyen Derin irkilirken Emre ağaçtan destek alıp doğruldu. "Dinlenmek için vaktimiz yok Derin. Yakınımızdalar. Biraz daha oylanırsak ensemizde olacaklar." açıklamasını bitirince elindeki silahı kontrol etti, ona ihtiyacı olabilirdi.
Bu sözler, genç kadının reddebileceği türden sözler değildi. Yakalanmadan buradan bir an önce gitmeliydiler.
Zaman onlara inat akıp duruyordu ve bu sefer onların aleyhine işliyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.86k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |