
Mavinin Yeşili
Bölüm: 28- Ansızın Kırılan Prangalar
Sırtına çarpan kemerin izleri bedenini cayır cayır yakıyordu ama bundan da ötesi bir köle misali onun ayaklarına kapanıp yalvarmak bu acının iki ya da üç misline bedeldi.
"Bütün mal varlığımı bitirdin! Adi herif her şeyi eline yüzüne bulaştırıyorsun!" hiddetle bağıran yaşlı adam elindeki kemeri yukarıya kaldırıp altında küçücük kalan bedene indirdi. Oğlu olması, onun için bir önem arz etmiyordu. Yanında bulunan ve her ay para ödediği adamlardan pek de farkı yoktu, onun gözünde.
Kemerin tok sesi uzun koridorda yankı yapıyordu ve bu sese genç adamın acılı sesi de eşlik ediyordu. Güçlü, kudretli ve herkesi ezip geçmeyi babası öğretmişti. Bunların yanına da azicliği de eklemekten çekinmiyordu babası.
"Ben bunları senin için yaptım!" Acıdan kısılan sesini olabildiğince yüksek tutup ona duyurmaya çalıştı. Yaşlı adam bu sözler üzerine duraksayınca genç adam rahat bir nefes alabildi zira darbelerden ötürü zar zor nefes alabiliyordu. Ciğerlerinin oksijene ihtiyacı vardı, koşmuşcasına sık ve derin solukları ciğerlerine bahşediyordu.
Buz gibi soğuk olan fayanslardan güç alıp doğrulmaya çalıştı ama kolları titriyor, atmış sekiz kiloluk bedenini kaldırmaya yetmiyordu. Göğsünü yere yaslayıp öksürdü. Babası onu fena hırpalamıştı, tedaviye ihtiyacı vardı.
"Benim için yapacağın en iyi şey; doğmaman olurdu." İhsan Özkan, oğluna tiksinircesine baktı. "Senin yüzünden daha kaç kayıp vereceğim bilmiyorum," acı acı konuştu. Her şeyin sebebi olarak onu görüyordu. Sevdiği eşi, o doğduğu için çekip gitmiş ve onu terk etmişti. Sırf başka bir kadınla birlikte olup dünyaya bir bebek geldi diye terk edilirken suçu hep kendinde değil de Berat'ta bulmuştu.
"Her kadınla yatıp çocuk peydahlaman benim suçum değil!" kalbi korkudan titrerken ne olacağını umursamadan, ki buna ölmek de dahildi, bu sözleri sarf etti. Artık aciz olmak istemiyordu. Kudretli ve güçlü olmalıydı. Kimsenin ayağına kapanıp yalvarmamalı, herkes onun ayağına kapanmalıydı.
İhsan, bu sözler karşısında daha fazla hiddetlendi. Sağ ayağını geriye çekip hızlıca ileriye doğru savurdu ve darbesi Berat'ın karın boşluğuna denk geldi. Genç adam, gözlerini doğru düzgün açamadığı için bu darbeyi beklemiyordu. Darbe sonucu cenin pozisyonunu aldı.
Babası durmadı, sinirini ondan çıkarması gerekiyordu. Eğildi ve yakasından tuttu, beyaz ve ütülü olan gömleği kanla kaplanmış, buruş buruş olmuştu. "Ne diyorsun lan sen!" cümlesini bitirir bitirmez ona yumruk attı ve bıraktı. Bedeni sırt üstü boylu boyunca uzanırken deli gibi ölmeyi diliyordu.
Yirmi sekiz yıllık yaşamında ilk defa bu kadar içten bir dilekte bulunuyordu.
Ağzındaki kanı tükürdü, yüzüne gelen sert yumruk dudaklarını ve diş etlerini patlatmıştı. Kanın tadı ağzının her bir noktasına yayılıyordu. Sol tarafına döndü ve yan yattı. Bu sayede kan boğazına doğru akmıyordu
Gülmeye başladı. Sinirleri oldukça bozuktu. Bu durum, düşmeye ya da kavga etmeye benzemiyordu. Babası, onu sevmediği ve suçladığı için onu dövüyordu.
İhsan, ne yapacağını bilemiyordu. Dövmek, bir yere kadar etki ederken onun canını yakamamış olmak bedenindeki her bir kan damlasını fokur fokur kaynatıyordu.
Berat kararlıydı. Bunca sene çektiği işkence, bedenindeki her bir sinir hücresine dokunuyor, onu rahatsız ediyordu. "Buna artık bir son vermeliyim," dedi içinden. Takati kalmamış bedenini az çok hareket ettirmeye çalıştı ama beceremedi. Vücudunda darbe almadığı tek bir nokta bile kalmamıştı, ezilen eti kızarmaya ve morarmaya başlamıştı bile. Bunu zonklayan kısımlardan anlaması zor değildi zira bu ilk olmadığı gibi son da olmayacaktı. Eğer bir şeyler yapmayıp kaderine razı gelirse sayamayacağı kadar çok kez bunlara şahit olacaktı.
Kendi öz babasının onu, tabiri caizse, eşek sudan gelinceye kadar dövmesini, vücudunun zangır zangır titremesini ve en önemlisi de itibarının ayaklar altında olmasını bir kenara bıraktı ve kalkabilmek için yine ve yine denedi. İhsan bu görüntü karşısında büyük bir zevk duydu ve bunu somutlaştırarak şuh bir kahkahayı atmosfer ile buluşturdu. Gömleğinin düğmelerini zorlayan göbeği kuvvetle sarsılırken Berat içinden küfürler savurdu ve elini sertçe beyaz fayansa vurdu. Çıkan tok ses koridorda yankı yapıyordu.
"Acizliğin çok hoşuma gidiyor." Sesi, Berat'ın duyabileceği düzeydeyken onu daha fazla kışkırtıp delirtmek için eğildi ve kulağının dbine kadar geldi. "Böyle ayaklarımın dibinde, bir çöpten farksızsın," dedi ve alkol ile sigara karışımı olan nefesi genç adamın kulağını yalayıp geçti.
Bir çift gözün en derinliklerinde her duygu hakimdi; tiksinti, nefret, sinir, üzüntü, hırs, intikam... Ama iki duyguya da ev sahipiliği yapamıyordu; anne ve babanın evladına verdiği mutluluk ve huzur ne gözlerinde ne de yüreğinde vardı ve genç adam bu duygulara hiçbir zaman kavuşamayacağını biliyordu.
"Ben çöpe benziyor olabilirim ama sen düpedüz çöpsün, hatta nefes alman bile yasaklanmalı zira soluduğun hava bile senin gibi pis," dedi kısık bir ses tonuyla. Çenesine aldığı darbe yüzünden ağzına dolan kanları onun yüzüne doğru tükürmekten çekinmedi. Sözleri, keskindi ve bedeninin yaşadığı bıkkınlığı haykırıyordu.
İhsan bunu beklemediği için geriye sendeledi ve düşecekken elini sertçe yanındaki duvara yaslayıp ondan destek aldı. Yüzünde gelen kanları elinin tersiyle sildi ve bir darbeyi daha yerde kıvranan genç adamın bedenine indirdi. "Ulan hayvan herif sen kimsin de benim yüzüme tükürüyorsun!" diyerek bağıran İhsan durmak nedir bilmiyor, yerde yatan Berat'ın ölüp ölmeyeceğini dahi düşünmeden ona vurup duruyordu ve bu da genç adamın inim inim inlemesine sebep oluyordu.
Titreyen dudaklarını birbirine bastıran genç kadın, elindeki silahı hedefine doğru kaldırdı. İhsan hareket ederken ona ateş etmesi son derece riskliydi. Öte yandan Berat'ı kurtaracağım derken onu bile vurabilirdi. Bu düşünce, elini ayağına doluyor birazdan yapacağı eylemi onun için daha da zor bir hale getiriyordu.
Birini öldürmekten korkmuyordu, bunu bir çok kez yapmıştı ve öldüreceği kişinin İhsan olması işini daha da kolaylaştırıyordu çünkü Berat gibi o da İhsan'ın yaşamaya değer bir hayatı devam ettirdiğini düşünmüyordu. Gözlerini kapattı ve sakinleşmeye çalıştı. İçinden kendini rahatlatan söz gruplarını ardı arkasına sıraladı.
Gözlerini açınca şimdi daha sakindi ve emindi. Berat'ın ölmesi demek, bütün planlarının yok olması demekti. Ayrıca İhsan'ın dayağından nasibini birçok kez alırken onu kurtaran hatta onun yerine dayak yiyen yine Berat oluyordu. Bunu düşünmek, yapacağı eylemi gözünde daha fazla masumlaştırıyordu.
Nefes, her şeyi düşünüp bir teraziye koymuşçasına ağır basan tarafına uydu. Yutkunup nefesini tuttu ve o anda Berat ile göz göze geldi. Gözlerin sahibine bakakalan genç adam hayal gördüğünü düşünüyordu. Gerçek olmasını deli gibi isterken bir yanı da hayal olduğunu fısıldayıp duruyor, onu deli ediyordu.
Geriye doğru savrulan namlu sayesinde çıkan kurşun İhsan'ın tam da omzu ile kalbi arasındaki yere denk gelince yaşlı adam geriye doğru sendeledi. Nefesi kesilirken ona kimin ateş ettiğini bile göremeden ikinci kurşunda kalbine isabet etti ve ruhunu bedeninden ayırıp bu dünyadan göçüp gitmesine neden oldu.
Rüzgarın karşısında acizce savrulan bir yaprak misali geriye savrulan cansız bedeni yere düştü. Çıkan ses yüzünden irkilen genç kadın gözlerini kırptı. Silah sesi bile onu bu kadar korkutmamıştı çünkü gözleriyle şahit olduğu görüntü bundan daha da korkunçtu.
Beyaz gömlek hızla kanla kaplanırken yerde de yavaş yavaş akan kanlar birikiyor, çoğalıyor ve bir gölü andırıyordu. Nefes, elindeki silahı boşluğa savurdu ve üç büyük adım atarak Berat'ın dibine kadar geldi.
Yere oturup genç adamın başını yavaş hareketlerle dizlerinin üzerine bıraktı ve hemen yaşayıp yaşamadığına baktı. Bileğinden nabzının yavaş attığı anlaşılıyordu. "Berat kendine misin? Duyuyor musun beni?" sorularına bir cevap bekledi ve geçen her saniye tüylerini diken diken etti. "Yalvarırım bir şey söyle," anın verdiği panik duygusuyla elini nereye koyacağını bilemedi.
"Yardım edin! Çabuk ambulansı arayın," sesi yalvarmakla rica arasındaki ince çizgide kalıyordu. Hızla Berat'ın üzerindeki gömleği yırttı ve onun yaralarına sardı. Başını başına yasladı ve bir gözyaşı Berat'ın şakaklarına düştü. "Lütfen ölme lütfen ölme," fısıltıyla bu kelimeleri sarf etti.
Nefes'in kimsesi kalmamıştı ve bu dünyada nefret etse bile onu koruyup kollayan tek kişi Berat'tı.
....
Hava, siyah bulutlar yüzünden kapalıydı. Gece ile gündüzün karışımından farksızdı. Saat henüz sabah saatlerindeydi ama saat olmasaydı gün batımına yaklaştıklarını düşünebilirdi genç kadın. Mavi gözlerini korku ile etrafında gezdirdi. İçinde oldukları durum yüzünden her şey ona ürkütücü gelirken gözün gözü göremeyeceği kısımlarda adımlarken ayrı bir geriliyordu bedeni.
Genç kadın, hayatında birçok kez gerilim filmi izlemişti ama hiçbiri onda böyle bir etki yaratmamış onu bu kadar gerememişti.
Hiçbir film, yaşanmış olayların verdiği hissiyatı yaşatmaya yetemezdi.
Derin, birkaç adım sonra karşılarına çıkan köy ile duraksadı. Dumanları tüten evleri görünce durup mutluluktan kahkaha atacağını düşündü. Bu bir umuttu onlar için. Birilerinden yardım isteyerek kurtulabilirlerdi. En azından Emre'nin yarasına bakabileceklerini düşündü. Vakit kazanmaları gerekiyordu. Ayrıca birinden telefon rica edip Hakan Bey'i aramaları da gerekiyordu.
"Hadi biraz daha dayan," dedi omzuna yorgunluktan başını yaslayan Emre'ye hitaben. Ondan bir cevap bekledi. Hayat belirtisi göstermesini umdu. İnip kalkan göğsünü görmeseydi genç kadın onun öldüğünü düşünebilirdi. Hatta yürürlerken iki defa panikle yaşayıp yaşamadığını da kontrol etmişti.
Genç adam, dimdik durmaya çalışmış, onun korkusunu üzerinden atmasını isteyerek yürüdüleri zaman zarfında iyi olduğunu durmadan sayıklamıştı ama bedeni zayıf düşerek ona yaslanıp yoluna devam edebilmişti.
Emre, hayatı boyunca kendini ezdirmemiş, hep başını dik tutup yeri delmek isteyen sert adamlarıyla yürümüştü. Onu gören herkesin korku ile sinmesini bizzat kendi istemişti. Şimdi ise bedeni ona ihanet ediyordu.
"Tamam," dedi onu dinlediğini ve kabul ettiğini belli edebilmek için ama sesi son nefesini veriyormuş gibiydi. Tükenmiş ve bitikti. Terden ıpıslak olan anlı yüzünden saçları tenine yapışıyordu. Geçen her saniye omzuna kilolarca çuvalı koyuyormuş gibi geliyordu genç adama.
Derin, nefes nefese kalmıştı. En az onun kadar yorulmuş ve tükenmişti ama durumu en azından ondan daha iyiydi. Genç adamın sesi kulaklarına ulaşınca içi burkuluverdi. Emre acısının üzerini örtmeye çalışarak güçlü kalmaya çalışıyordu.
Köye giden toprak yolda olabildiğince hızlı adımlarla ilerledi ikili. Onlara en yakın olan evin duvarına yorgun bedenlerini yasladılar. "Sen burada dur, ben yardım çağıracağım," diyerek arkasını dönüp gitmeye hazırlanan genç kadını güçsüz eliyle tuttu. Yutkunmak bile acı verirken usulca konuştu. "Ne tepki vereceklerini bilmiyoruz Derin, sadece telefon rica et ve dedemleri ara," dedi. Haklılık payı vardı, bu halde kimse başına bela almayı istemezdi.
Derin, onun bu sözleri söyleme amacını anlayabiliyordu ama ona da kıyamıyordu. Tedaviye ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. "Olmaz," diye birden karşı çıktı ona. Kavga etmek için yer ve zaman hiç uygun değildi ama o zaten bu kadar kan kaybedip perişan olmuşken kaybedebilecekleri bir şeyin olmadığını düşünüyordu.
Emre sinirle gözlerini kapattı. Onun bu inatına alışması zor olacaktı. "Senden bunu rica etmedim Derin, yapmanı söyledim," dedi tane tane. Bunun haliyle onu sinirlendireceğini biliyordu lakin takip edildikleri göz önünde bulundurulunca çok vakitlerinin kalmadığını hesaplayabiliyordu Genç adam.
"Halini de göz önünde bulunudrsaydın keşke," diyerek sertçe konuşunca hiddetle ayaklandı. Aklındakileri yapmaya son derece kararlıyken onun sözleri nefesini kesecek türdendi. "Takip ediliyoruz Derin, fazla vaktimiz yok. Birilerinin ölmesini mi istiyorsun? Burada olmamız bile burada yaşayanlar için bir tehlike arz ediyor. Sadece konuş ve hemen yanıma gel," Derin bu sözlerden oldukça etkilenmişti. Onu onayladığını ve dediklerini yapacağını belli etmek adına başını salladı.
Kapıyı çalıp gerginlikle açılmasını bekledi. Üzerine Emre'nin kanı bulaşmıştı ve bunun korkutucu olacağını biliyordu. Bunun için bir bahane uydurmaya çalıştı. Yalan söylemeyi iyi biliyordu. Avukat olarak yalan söylemesi gereken durumlar olmuştu ama şimdi kafası darma dumandı. Sakin kalıp düzgün düşünemiyordu. Sorasalar adını bile söyleyemeyecek bir vaziyetteydi.
Kapı açılıp yaklaşık yirmili yaşlarındaki bir kız öünde belirdi. Derin, mavi gözleriyle onun yüz hatlarını inceleyince kendisinden küçük olduğunu düşündü. Ellerini cebine koyup kan izlerini elinden geldiğince saklamaya çalıştı. "Merhaba," dedi çekingeyle. Onun bir tepki vermesini beklediği gibi onu geri çevirmemesini de umdu.
Kız da en az onun kadar çekingeyle, "Merhaba," diyerek karşılık verdi. Sadece başını uzatıyor, iki eliyle de kapıyı sıkı sıkıya tutuyordu bu, herhangi bir tehlikede hemen kapatıp kendini korumak içindi. "Ben şehire gidiyordum ama arabamın lastiği patladı. Telefon da çekmiyor. Kullanabileceğim bir telefonunuz var mı?" diye sordu bir anda. Vakit onların aleyhine akıp duruyordu.
Kız, kahverengi gözlerini onun üzerinde gezdirdi. Samimi olup yalan söylemediğini mimiklerinden çıkarmaya çalışıyordu. "Var," deyiverdi. Düşününce yardım etmekten bir zararın gelmeyeceği kanısına varmıştı. "Ama içeride. Ev telefonumuz çalışır burada, kullanabilirsiniz," dedikten sonra ona kapıyı sonuna kadar açınca karşındaki kadının hamile olduğunu gördü Derin. Onlar yüzünden kadının başına bir şey gelme ihtimalini düşünmek bile yüreğindeki fırtınaları şiddetlendirmeye yetiyordu.
"Olur teşekkür ederim," dedi ve ne yapacağını bilemedi. Elleri kan izleriyle doluyordu. "Bir de şey," diyerek cümlesine başladı. "Lavabonuzu kullanabilir miyim? Teker ile uğraşırken ellerim biraz batmış," dediğinde karşısında duran genç kadın başını salladı ve bu yüzden ellerini ceplerine sokarak kirini saklamaya çalıştığını düşündü. "Tabii olur, hemen sol tarafta," dediğinde o içeri geçebilsin diye birkaç adım geriye gitti ve onu^n geçmesini bekledi.
Derin ayakkabılarını çıkartarak hemen lavaboya geçti. Vakit kaybedemezdi. Ellerini güzelce yıkadı ve salona geçti. Telefonu uzatarak nazikçe, "Al istediğin gibi kullan," diyen kadına minnetle baktı ve içinden birçok kez teşekkür ederken buldu kendini. Eğer onun ile karşılaşmamış olsaydılar, halleri daha farklı olabilirdi. Başını salladı ve hemen eline telefonu aldı, "Ben içerideyim," diyerek öbür odaya geçen kadın, kulak misafiri olmayı istemediği gibi onu rahatsız etmeyi de istemiyordu.
Derin hemen tuşlara bastı ve Hakan Bey'i aradı. Çalan ritmik ses gerginliğine gerginlik katıyordu. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Onları panikletmeden durumu izah etmesi gerektiğinin farkındaydı ama yaşadıklarının izahı çok da kolay olmayacaktı, bunu da biliyordu genç kadın.
Hakan Bey, telefonunda beliren ve isim yazmayan numaraya baktı. Tanıdık birisi olup olmadığını durup iyice bir düşündü ve tanımadığına karar verince de şaşırdı. Numarası herkeste yoktu, olanları da kaydetmişti. Ne olduğunu anlamayan yaşlı adam hemen aramayı onayladı ve tok sesi ile birlikte, "Alo," diyerek karşı tarafın konuşmasını bekledi.
"Hakan Bey, benim Derin," diyerek hızla söze başlayınca yaşlı adam yerinde dikleşti. "Efendim kızım, ne oldu?" diye soran yaşlı adam bir şeylerin düzeninde gitmediğini anlayabiliyordu ama yine de kötü şeyleri aklına getirmemeye çalıştı ve bunu yaparak sakinliğini korudu.
"Bizi bir araba takip ederek ateş açtı. Emre onların tekerini ateş ederek patlatınca arkamzda kaldılar ama bizim de tekerimiz patlamıştı. Çok ilerleyemedik," sustu ve yerinde dönüp durmaya başladı. Emre'nin durumu aklına geldikçe nasıl açıklayacağını bilemiyordu öte yandan onun durumunu bilerek uzatmayı istemiyordu. "Biz de mecburen onlardan uzaklaşabilmek için yürümeye başladık ama Emre yaralanmıştı, gücü gittikçe tükeniyordu. Telefonlarımız çekmediği için sizi arayıp yardım da isteyemedik," dediğinde yaşlı adam nefesini alamadığını hissetti.
Bu dünyadaki en büyük emanetiydi Emre. Oğlundan kalan yadigarıydı, parçasıydı. Gözünden bile sakınmıştı onu, isteğini ikiletmemiş gerekirse dünyaları bile ayaklarının altına sermişti. Şimdi ise oğlunun yerine koyup koruyup kolladığı torunu acı çekiyor, ona ihtiyaç duyuyordu.
"Nerdesiniz Derin!" ayaklandı ve kükrercesine konuştu. Bir şeyler yapmalı, onları oradan kurtarmalıydı. Bir cevap bekledi. Genç kadın bu ses üzerine irkildi. Yaşlı adam onun korkacağını düşünmeden emredercesine sormuştu sorusunu.
Sena Hanım, eşinin sesini ta mutfaktan duyunca elindeki işi yarım bırakarak seri adımlarıyla birlikte salona, eşinin yanına geçti. Eşinin gözlerindeki hiddeti, bedenindeki gerginlik yüzünden heybetleşen vücudunu görünce elini kolunu nereye koyacağını şaşırdı.
Hakan Bey sinirle soluklanınca bu sesi genç kadın da duyabildi. "Neredesiniz dedim!" diyerek aynı tonunda yineleyince Derin hızla konuştu ve cevabını verdi. "Bilmiyorum, arabayı geride bırakınca bir saat kadar yürüdük ve bir köye geldik. Ben de sizi buradan arıyorum"
Hakan Bey onu korkuttuğunu, sesinin titremesinden anlayabiliyordu. Derin'de kızı sayılırdı artık ama anın vermiş olduğu korku yüzünden adeta gözlerine birer perde inmiş, neyin ne olduğunu anlamasına engel olmuştu. "Tamam kızım, siz saklanın. Ben sizi bulacağım," dedi ve telefonunu indirince eşi ile göz göze geldi. Kendisi bu durumu hazmedemezken eşine anlatacak olması zordu ama bir çırpıda durumu anlatıp onu arkasında bırakarak hızla salondan ayrıldı. Eşinin inci tanelerinin yanaklarından bir bir düştüğünü görmek dimdik olan duruşunu bocacaktı ve kendine hakim olmasını engelleyecekti. Yaptığı bir yerde yanlıştı ama durum bunu gerektiriyordu.
Öncelikler kesin çizgiler ile çizilmişti ve o çizgileri koparıp yoldan şaşmak artık imkansızdı.
"Hemen hazırlanın!" diyerek emir veren yaşlı adam, onun için çalışan kişilere baktı. "Yanınıza ne kadar silah varsa alın, ambulans çağırın," dediğinde nefesi bir an için kesildi ve başı döndü. Ayakta durmak için üstün bir çaba gösterdi. Daha eni yeni toparlanan bedebi haline isyan edercesine tepkiler veriyordu ama Hakan Bey, iki eli kanlı dahi olsa torununu kurtarmaya gidecekti.
....
"Bir işi bile beceremeyecek kadar beceriksizseniz ben size ne diye para ödüyorum?" Berat canı yandığı için acıyla inledi. Daha yeni yeni kendine geliyordu, darbeler yüzünden çürüklerin oluştuğu vücudu.
Elindeki telefonu hiddetle duvara savurdu ve kırılmasını sağladı. Parçaların etrafa dağılışını izledi. Saçlarını sinirle karıştırıp yerinde büzüştü. Nefes sesini bile çıkartmadan onun anlında açılmış olan yaraya bez bastırıyordu. Diyecek sözü yoktu. Berat bir kere aklına koymuştu, Emre'yi öldürmeye niyetliydi. Onu vazgeçiremezdi ama sevdiği adamın öleceğini bilmek de ruhunu daraltıyordu.
Berat ona tiksinircesine baktı. "Ne o sevdiğin adam ölecek diye suratın asık?" başını çekip ondan uzaklaştı. Nefes sinirle onun yüzüne baktı ve elindeki kanlı bezi su dolu olan kovanın içine attı. Berat onun dibine kadar geldi ama Nefes bakışlarını ondan çekince hırsla çenesinden tutup kendine bakmasını sağladı.
"İyi bak bana!" diye haykırdı, bu canı yandığı içindi. Canı fiziksel yandığı kadar ruhsal olarak da yanıyordu. Her şeyin suçlusu onun gözünde Emre'ydi bu yüzden bedeninde açılan en küçük bir yara için bile onu öldürebilirdi. O raddeye gelmişti.
"Sence benim bu halim ne? Bana bunu yapan kim?" Nefes sessizce ağlayıp gözlerini kapattı. Bu beş yılda bir haklı bulmaktan oldukça yorulan genç kadın artık düzgün bir hayat istiyordu. Berat'ın yanındayken kan ve vahşetten başka bir şeyi görmeyen gözlerini hiddetle açtı ve onu omuzlarından tutup ittirdi. "Ne gördüğümü söylememi ister misin?" diye çığlık atarcasına bağırdı ve onu tutmaya çalışan elleri kendinden uzaklaştırıp ayağa kalktı.
Berat sinirle ona baktı. Bedeni daha toparlanamadığı için Nefes ona kolayca karşı gelebiliyordu. "Aciz bir adam görüyorum karşımda. Emre'nin bir suçu yok farkında mısın? Hepsi senin suçun, hayatında olan her şeyin sorumlusu sensin Berat," tükürürcesine konuşup içinde ona karşı besleyip gün yüzüne çıkartmaya fırsatı olmadığı nefret duygusunu korkusuzca ortaya koyan genç kadın gözlerini sonuna kadar açmıştı.
Berat sinirle güldü zira şu an yapabildiği tek şey buydu. "Emre'yi hala daha seviyorsun. Bu durumda benden farkın ne? Emre'nin de suçu yoktu ama sen onun hayatını mahvettin," acıyan kolu yüzünden nefesi kesilse de ona inat cümlesini bitirdi genç adam. Nefes yüzünü avuçlayıp sakin olmaya çalıştı. Berat'ın durumu sayesinde onunla bu şekilde konuşabildiğini fark edince bir korku kapladı bedenini.
Bunun bir bedeli olacağını biliyordu ama ip kopmuştu bir kere, burdan dönüş olmazdı. "Aynı şey değil. Ben senin yüzünden bu haldeyim. Senin yüzünden kızımı kucağıma bile alamadım," çenesi titrediği için dudaklarını birbirine bastıran genç kadın o an onu öldürmeyi dahi aklından geçiriyor, tasarlıyor ama yine de yapamıyordu. Nefes en çok buna kızıyordu. Onu öldürecek kadar yakınındaydı ama bunun da bir bedeli olacaktı. Kızını yaşatmayacaklarını bildiği için ona itaat ediyordu, geçmişte ablası için bunu yaptığı gibi yine kızı için ona katlanıyordu.
"Düşmanımız aynıydı, sen Emre'nin yanına ablanın intikamını almak için girdin çünkü onu öldüren kişiyi bulabilmek için bana ihtiyacın vardı." cümlesi netti, yaptıkları anlaşmanın kendisine düşen kısmını yerine getirmesi onu ilgilendirmiyordu. "Ben de sana bir teklif sundum, kabul eden de sendin. Emre'ye aşık olman benim suçum değil Nefes Gürel," diyen Berat keskin gözlerle ona baktı. Her şeyi yapardı ama bir çocuğa zarar vermezdi hele de onu annesinden ayırmazdı ama Nefes kendi kaderini kendi çizdiği için buna müdahale edemezdi.
Nefes, geçmişin ağır yükünü sırtlayan omuzlarını kapıya yaslayıp sakinleşmeyi bekledi. Düşünceleri yüzünden ağladığını ve bedeninin titrediğini fark edememişti. Berat güç bela ayağa kalkıp bir peçete alarak onun yanına kadar geldi. Ağrılarına rağmen topuklarının üzerine oturup peçeteyi ona doğru uzattı.
Genç kadın donuk gözlerle ona baktı. Bir yanı onu haklı buluyordu ama diğer yanı da onu suçluyordu. Bazen geçmişe yeniden dönüp yaptığı hataları değiştirmeyi diliyordu, yapabilseydi eğer hasret kaldığı mutluluğa sahip olabilirdi ama elinden gelmiyordu. İnsan acizdi, her ne kadar güçlü olduğunu zannedip kibirlense de.
Peçeteyi almadı ama bakışlarını da ondan çekmedi. Nefes onun hem bu kadar gaddar olmasını hem de nazik ve son derece kibar olmasını yadırgıyor, buna anlam veremiyordu ama onun yanındayken mantık kavramı lügattan siliniveriyordu. Bu yüzden bunun üzerinde durmadı. İki defa tıklatılan kapı yüzünden ayaklanan Berat duvara elini yasladı. "Gel!" diyerek kapının arkasında bulunan kişiye emir verdi.
İçeriye adamlarından biri gelince, "Söyle," dedi zira dinlenmek istiyordu. Bedeni en fazla bu kadar dayanabiliyordu. "Babanız," diyerek söze başlayan adam ne diyeceğini bilemeyerek sussa da patronunun bakışları karşısında cümlesini devam ettirdi. "Emre Karahan'ın ölmediğini duyunca sinirlenerek çevresinde kim varsa onlara zarar verilmesini emretti," ecel terleri dökerek cümlesini tamamlayınca onun baş hareketiyle birlikte dışarı çıktı.
Berat derince soluyup elindeki peçeteyi buruşturup odanın bir köşesine attı. "Onların bir suçu yok," diyen genç kadın daha kime zarar verebileceklerini düşünüp duruyordu. Berat da bunun farkındaydı ama babasının sözünün üstüne bir şey diyemiyordu. "Bir şey yapmayacak mısın?" sessizliği bölen ve hiddetle dudaklardan firar eden kelimeler sayesinde genç adam, genç kadına baktı.
"Benim meselem Emre ile. Başkalarını meseleme dahil etmeyeceğimi sen de biliyorsun Nefes ama babama karşı gelemem. Ne olacaksa olsun artık," diyen Berat da en az Nefes kadar yorulmuştu, babasının kuklası olmaktan ve onun gözünde yükselebilmek için mücadele etmekten çok yorulmuştu.
Yatağına doğru savsak adımlarla birlikte ilerledi ve yorganı açıp yorgun bedenini yatağa bıraktı. Bu kaderi onlar yazmamıştı ama kaderin yazdığı kalemi eline tutuşturan onlardı, bu yüzden isyan etmeye hakları yoktu. Bunu bilen Berat susup yaşananları kabul etse de Nefes onun gibi yapmayarak sindiği köşede sessizce akıtıyordu gözyaşlarını, her ne kadar bu bir şeyleri değiştiremeyecek olsa da.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.84k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |