
Mavinin Yeşili
Bölüm:8- Ardı Arkası Kesilmeyen İstekler
Tik tak tik tak...
Yakında olacak şeyleri beklemeyen biri için bu saat sesi onu rahatsız hissettirmezken gelecek bir zamanı bekleyen biri için de o sesi dinlemek sonu bitmeyen bir tünele girmek gibiydi. Bekliyordu ama neyi beklediğini bilmediği için bu süre uzayıp gidiyor, ona adeta işkence ediyordu. Genç adam, kolundaki saat sesinden zamanın geçtiğini anlasa da beklediği zaman gelmedikçe hafiften rahatsız olmaya başlıyordu.
Yaklaşık üç saat önce doktor yanlarına gelerek kısa bir açıklama yapmış, Hakan Bey'in durumunun iyi olduğunu ve ne zaman uyanacağının belli olmadığını söyleyip gitmişti. Sena Hanım, eşini görmeden rahatlamayacaktı ama eşini bir müddet görmemesi gerekiyordu. Bu yüzden bir köşede içine içine ağlarken Burcu ona destek oluyordu.
Demir, Volkan'ı da yanına alarak hastaneye gelmişlerdi. Onlarda, seslerini çıkarmadan bir köşeye oturmuşlardı. Acı içinde kıvranan aile fertlerine nasıl yardım edeceklerini bilmedikleri için bunu yapmakla yetiniyordular.
Önlerinden geçip Hakan Bey'in odasına giren hemşirenin ardından hepsi hareketlendi. "Ne oldu ki?" diye soran Sena Hanım aralarındaki bu sessizliği bozan kişi oldu. Emre sıkıntı ile kravatını düzeltti. "Babaanne endişelenme, rutin kontrollerdir," diyerek yaşlı kadının rahatlamasını umdu, genç adam. Yaşlı kadın elini kalbinin üzerine koyup eşi uyansın diye içinden ettiği dualarına kaldığı yerden devam etti.
Yaklaşık üç dakika sonra içeri giren hemşire, odadan çıktığında hepsi birden ayağa kalktı. Hemşire yüzündeki gülümsemeyle birlikte, "Hakan Bey uyandı. Ben Doktor Bey'i çağırıp geliyorum. Son durumu size o bildirecek. Geçmiş olsun," hemşire, bilgi vermesinin ardından yanlarından geçip hızla ayrıldı.
Burcu ve Sena Hanım birbirlerine sıkıca sarıldılar. Yürekleri ağızlarında bir şekilde bekledikleri cevabı sonunda almanın rahatlığı vardı üzerlerinde. Emre iki eliyle yüzünü kapatıp yüzünü sıvazladı. Ailesi diyebileceği kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmezken o da en az babaannesi ve kız kardeşi kadar endişelenmişti. Bu, yüzünden belli olmuyordu lakin her duyguyu başkalarına yansıtmak gerekmezdi.
Demir ayağa kalkıp Emre'nin yanına giderek yanına oturdu, omzunu sıktı. Diğerleri duyup endişe etmesinler diye fısıltıyla, "Biraz sakinleşmelisin, gerildiğini ve onun için endişelendiğini görebiliyorum," demesinin hemen ardından genç adam bunu bekliyormuş gibi dik tuttuğu omuzlarını düşürdü. Gerilen kaslarını rahat bırakıp gevşetince üzerindeki yükün biraz olsun rahatladığını hissetti. Olmadığı biri gibi davranmak da insanın omuzlarına yük olarak biniyordu.
Volkan, "Hakan Amca daha bizim gibi yüz kişiyi daha cebinden çıkarırdı zaten," dedi, onları biraz olsun rahatlatmak için. Demir, bunu fark ederek ekledi, "Öyle tabii. Koskoca Hakan Karahan'dan bahsediyoruz. O hiç kolay kolay pes eder mi?" demesinin hemen ardından Emre gelen doktora baktı. Doktor yanlarına vardığında, "Ben hastayı kontrol edeyim. Durumuna göre sizi içeri alırız." dedi ve hepsi onu onayladığında yanındaki hemşireyle birlikte içeri girdi doktor.
Hepsi ayakta doktorun çıkmasını beklerlerken doktor ve hemşire yaklaşık 5 dakika sonra dışarı çıktı. "Hastanın yanına girebilirsiniz ama hasta ilk olarak Emre Bey'i görmek istediğini söyledi." Emre bunun üzerine başını salladığında, yoğun bakıma girmek için giyeceği kıyafetleri verecek olan hemşireyi takip etti. Sena Hanım bir şey söyleyecekken vazgeçerek sustu. Kocasının ne düşündüğünü bilmese de sonra ondan öğrenebilirdi.
Üzerine hemşirenin verdiklerini giyen genç adam odaya girdiğinde yatağın hemen yanına sandalye çekip oturdu.
"Dede beni istemişsin. Bir sorun mu var?" diyerek sordu, sandalyesinde rahat etmek için biraz kıpırdandı. "Evet," dedi Hakan Bey bitik haliyle. Aldığı ilaçlar bünyesini oldukça sersemleştirmişti. Kötüydü ama yine de onunla konuşmak istiyordu. "Senden bir ricam var." Emre, meraklanırken dedesinin söylediklerini pür dikkat bir şekilde dinlemeye başladı. "Söyle dede." diyerek onun diyeceklerini dinlediğini ona belli etti.
Hakan Bey torunun tepkisini az çok bilmesine rağmen, "Evlenmeni istiyorum," dedi yaşlı adam, bitik haline tezat bir biçimde sesi kararlı çıkarken bu dediklerini hala daha kafasında tartıp duruyordu. Emre bir an için duraksasa da konuşmaya başladı, "Dede sen ne dediğinin farkında mısın? Bu da nereden çıktı?" dişlerini sıkarken sakince sordu. Karşısında dedesi olduğundan sakin olmaya çalışıyordu. Bu dünyada en çok değer verdiği kişiyi, bunu istedi için kırma niyetinde değildi.
Hakan Bey yineledi, "Evlenmeni istiyorum oğlum ne var bunda?" diyerek sakince sordu. Biraz daha baskı yapsa, hatta ricadan çok emretse torunun bunu ikiletmeden yapacağını adı gibi biliyordu. "Böyle bir şey olmayacak dede," diyen Emre, bunu kesinlikle kabul etmeyecekti ama dedesine karşı gelemeyeceğini de çok iyi biliyordu. Tek isteği bu konunun burada kapanıp bir daha açılmamasıydı.
Yaşlı adam derince soluklanarak yapacağı konuşmaya kendini hazırladı. "Bak oğlum, ben belki de bugün ölebilirdim. Ölseydim eğer gelinimi belki de torunlarımı göremeyecektim. Hazır elimde bir fırsat varken bunu değerlendirmek istiyorum. Hem senin kötülüğünü istemiyorum. Evlendiğini ve mutlu bir şekilde hayatını yaşadığını görmek, ailenle birlikte olmanı istiyorum."
Emre bunları duyunca afalladı. Dedesi, onun neler yaşadığını en iyi bilen kişilerden biriydi ve bunları bile bile ondan böyle bir şeyi bekliyordu. Cevap vermek için ağzını açıp konuşacağı anda Hakan Bey elini kaldırarak onu susturdu ve konuşmaya başladı. "Senden hemen tut bir kızı getir de demiyorum. Sevdiğin, kalbini tek bir bakışıyla sıcacık yapanı kalbine koy istiyorum. Dünya gözüyle mutluluğuna şahit olmak istiyorum."
Emre sıkıntıyla bakışlarını kaçırdı. Dedesi ona 'Öl' dese hiç düşünmeden ölürdü ama böyle bir şeyi istemesi elini kolunu bağlıyordu.
Dedesini haklı buluyordu. Belki de dedesinin yerinde o olsa aynı şeyleri isterdi ama Emre güvenemiyordu. Annesine ve Nefes'e güvenmişti ama en büyük darbe ikisinden gelmişti. Şimdi ise yaşadığı şeyleri tekrardan yaşama korkusu vardı bedeninde. Takati kalmayan bedeni kendini bu şekilde korumaya çalışıyordu.
O, eski Emre değildi. Bundan sonra kimseye kalbini açmayacağını, kimseyi sevemeyeceğini, en önemlisiyse eski Emre olamayacağını çok iyi biliyordu.
Hakan Bey yutkundu ve onu ikna etmek adına son kez konuşmaya başladı. İstediği şeyin onu zorlandığını biliyordu ve burada bırakması gerektiğini hissediyordu.
"Nefes seni çok kanattı, sende çok yaralar açtı. Onun yaralarını üfleye üfleye canını acıtmadan saracak biriyle ancak iyileşebilirsin." Hakan Bey tebessüm etti. Bu hayattaki en güzel şeyi Sena'sıyla evlenerek yapmıştı ve torunun da eskisi gibi olmasını istiyordu.
"Benden böyle bir şeyi isteme dede." sesindeki acı ton Hakan Bey'in kulağına ulaştığında bir an için fazla üstüne gittiğini düşünse de kendini haklı buluyordu.
"İstedim bile. Hadi git bana Sena'mı çağır." dediğinde Emre sadece ona baktı. Hızla yerinden kalktığında dışarı çıktı. Babaannesinin içeri girmesini söylediğinde hemen o katı terk etti. Üstündekilerden bir çırpıda kurtulduğunda çöpe atıp devam etti yoluna.
Onun gittiğini gören Demir ve Volkan onun peşinden gittiklerinde o dışarı çıkana kadar sadece onu takip ettiler.
Genç adam, kendini hastanenin bahçesine attığında nereye gittiğini bilmeden yürüdü. Gitmek için gidiyor, uzaklaşmak için sert adımlarla yürüyordu.
Hastanenin arka tarafına yöneldiğinde beyni oraya götürüyordu onu. Duvar kenarına geçip oturduğunda sırtını duvara yasladı. Ceketinin cebinden çıkardığı kutudan bir dal alıp yaktı ve dumanı üfledi. Yaklaşık beş yıldır içiyordu bu illetti. Ailesi sevmediği gibi o da sevmiyordu ama Nefes'in açtığı yaralara da sigara iyi geliyordu.
Dedesinin her dediğini eksiksiz yapmıştı ama şimdi ondan istediği şey canını sıkıyordu. Bunu yapmayı kesinlikle istemiyordu, sadece bu işten nasıl kurtulacağını bulmaya çalışıyordu.
Demir ve Volkan onun yanına giderek yukarıdan ona baktılar. Demir sağına, Volkan soluna oturduğunda, Emre "Dedem benim evlenmemi istiyor," dedi ve biten sigarasını ayağının altına alıp ezdi. Bakışları ise ezilen izmaritte takılı kaldı.
Demir, kaşlarını çatarak arkadaşına bakarken Volkan, "Ne güzel işte evde kalmıştın. Evlen git." Volkan yine Vokanlığını yapmıştı. Neşeli çıkan sesi, Emre ve Demir'in sert bakışlarıyla kesilirken hızla dudaklarını birbirine bastırdı. "Ruhsuzlar, altı üstü bir espri yaptım. Beni yiyecek gibi bakmayın!" diye homurdandı.
Onu umursamayan Demir, "Sen dedenin isteklerini geri çevirmezsin. Ne yapacaksın?" diyerek düşüncesini dile getirdi, onun ne düşündüğünü öğrenmek istiyordu. Arkadaşını çok iyi tanıyordu ve dedesine karşı gelmeyeceğini çok iyi biliyordu.
Emre başıyla Demir'i onayladığında Volkan lafa atıldı, "Demir'in anlattığı kadın ile evlen," diyerek pat diye düşüncesini dile getirdi. İki tarafın da çıkarları vardı ve bu durumu kontrol etmek daha kolay olacaktı.
"Ne?" Emre'nin soru soran sesi ve Demir'in anlamayan bakışları altında genç adam devam etti sözlerine, "Çocuk senden olsun veya olmasın sen kadına iliği bul. Ardından kadın ile evlen, birkaç ay sonra kadın bir anda ortadan kaybolsun. Hakan Amca da bir daha evlenmeni istemez."
Emre kaşlarını çattı, "Hayır." Emre itiraz ederken Demir konuştu, "Ortada bir çocuk var ve yardıma ihtiyaç duyuyor. Sen ona yardım et o da sana yardım etsin." demesi, Volkan'ı haklı bulup desteklediğini ortaya koyuyordu. Başka çareleri yoktu.
"Aynen. Hem ondan başka kimi bulabilirsin ki?" diyerek Demir'in cümlesini devam ettirdi Volkan. "Ayrıca bu sizin için en iyisi gibi duruyor çünkü her şeyin birden böyle olması tesadüf olamaz. Gelecekte ne olur bilmiyorum ama şimdiniz böyle olması gerekiyor demek ki." dediğinde gülümsedi.
"Esprilerimi sevmiyorsunuz ama itiraf edin en iyi fikirler benden çıkıyor," deyip sırıtınca Demir onun ensesine vurdu. "Ah!" diyen Volkan elini ensesine atıp yüzünü buruşturdu.
Emre, onlar kendi aralarında atışırlarken düşünüyordu. Volkan haklıydı. Derin'in ona bunları söylemesi ve dedesinin birden fenalaşıp ondan bunu istemesi tesadüf gibi gelmiyordu. Normalde bunu kabul etmeyecekti ama hem dedesi için hem de o çocuk için, "Tamam," dedi. Mecbur olduğu için kabul ederken sesi sert çıktı. Şu hayatta en sevmediği şeylerden biri de mecbur kalarak yaptığı şeylerdi ve dedesi de tam da onu çıkmaz sokakta bırakmıştı.
"Ama hem o çocuğa yardım etmek için hem de dedem istedi diye yapıyorum bunu," diyerek cümlesine ekleme yaptı. Bu kendini rahatlatma çabasıydı. Zorunda olduğu için içi rahat değildi.
"Kadın ile üç gün sonra konuş, ortalık biraz durulsun. Hem bunu kabul edeceği kesin değil, düşünmek için fırsatı olur," diyerek fikrini belirtti Volkan ve Emre sadece başını sallayarak onu onayladı.
🍁🍁🍁
Melek Hanım, Derin ve Eylül'ün geldiklerini mutfağın penceresinden gördü. Ne olduğunu sormayı aklından geçirirken Derin'in kötü olduğunu fark ederek Eylül'e sormaya karar verdi ve onları karşılamak için mutfaktan çıktı. Kapıyı onlar için aralayıp, "Hoş geldiniz," dedi lakin iki kadının da cevap vermeye halleri yoktu.
Derin, "Ben yukarı çıkıyorum," diyerek iki kadını da arkasında bırakarak doğruca merdivenlere yöneldi. Bu davranışı saygısızca ve kabaydı ama oldukça bitkindi. Odasına geçip biraz kafasını dinlemeye ihtiyacı vardı.
"Biz istediğimiz cevabı alamadık Melek Abla, Derin bu yüzden üzgün ve yorgun. Sana cevap vermediği için kusura bakma," yaşlı kadına açıklamasını yapan Eylül üzerindeki eşyalarını çıkartıp dolaptaki yerlerine yerleştirdi. "Ne kusuru kızım? Hiç sorun değil, hadi gel yemek yapmıştım, bir şeyler atıştır." demesinin ardından Melek Hanım durakladı. "Sen nasılsın?" diye sordu.
Kuruyan dudakları aralandığında "Masaya oturup konuşsak olur mu Melek Abla? Hem ben sana her şeyi anlatayım. Ayak üstü anlatılacak veya konuşulacak gibi değil olay." dedi ve ondan bir cevap bekledi. "Olur." ikili bunun üzerine mutfağa geçip karşılıklı olacak şekilde masaya oturdu.
Eylül içinden Emre'ye sövüyordu. Ortada bir çocuk vardı ve onun hayatı söz konusuydu. Bir insanın, bir çocuğun hayatı bu kadar değersiz olamazdı Eylül'ün gözlerinden bakınca. Derin ona 'Emre Karahan dediklerime inanmadı.' dediğinde adama hak veriyordu. İnanmadığı için bir şey yapmayı istememişti Emre Karahan ama çocuklara olan zayıf noktası bu sonucun üzerini perdelemeye yetiyordu onun için.
Kuruyan dudaklarını yalayan Eylül'ün bakışları kısa bir an Melek Hanım'ın üzerinden masayı buldu. Üzerinde gördüğü sürahi ile birlikte eli öne doğru uzandı. Bardağı doldurup su ihtiyacını giderince Melek Hanım, "Şimdi ne olacak? Ceylin için belki de ilik bulunacaktı ama o da artık yok," sesinden de merak ve korku akarken Eylül üzgünce ona baktı. "Elimizdeki son umudumuzdu o adam. İlik nakli için donör bulunana kadar çok fazla vaktimiz yok." dedi.
Kısa bir duraklamanın ardından karşısında oturan kadının gözlerine derince baktı. "Benim seninle konuşmak istediğim bir konu var," diyerek cümlesine başladı ve devam etti. "Yani aslında konuşmak değil de dertleşmek istiyorum." diyerek çekingence konuştu. Arkadaşı böyle bir durumda iken kendi derdini düşünüyor olmak bencil hissettiriyordu.
Onun zorla konuştuğunu anlayan Melek Hanım, onun elinin üzerine elini koydu ve gülümsedi. "Ne zaman senin derdini dinlemedim ben?" diyerek sitemle sordu ve onun cevap vermesini beklemeden ekledi. "Tabii ki de benimle dertleşeceksin, sormana gerek dahi yok."
Eylül derin bir nefes alarak Demir ile karşılaştıklarını anlattığında dolan gözlerini ve bir iki damla düşen gözyaşlarını Melek Hanım'dan saklamaya çalıştı. Eylül'ün en son anlattığı kısımda gözyaşları bir bir aktı.
Melek Hanım'ın fark etmediğini zannetse de Melek Hanım görmüştü onun akan gözyaşlarını. Masanın üzerinden bir peçete alıp gözyaşlarını kuruladı. Gözleri Eylül'ün gözlerinden bir saniye bile ayrılmazken, "Demir'i tekrar gördükten sonra nasıl hissettin?" diye sordu. Eylül kendini kötü hissetse de gözlerini kaçırmayarak sorusuna cevap verdi.
"Bilmem. Onu unuttuğumu düşündükçe karşıma çıkıyor, canımı yakıyor yine. Kalbimi tuzla buz ettiği yetmemiş gibi birde karşıma çıkıyor." sesi titreyecek gibi olduğunda dudaklarını birbirine bastırıp sustu. Melek Hanım, kime üzüleceğini kime teselli vereceğini bilemiyordu. Kızı yerine koyduğu iki kadın da yaralıydı. İkisinin yaralarını sarmaktan gocunmuyordu ama hangisine yetişeceğini şaşırmıştı.
"Aşk bu kızım, öyle kalbine taht kuran kişiyi birden atamazsın. Kolay değil yaşadıkların, sadece acısı azalır yarası kalır kalbinde. Zaman sadece üzerini kapatır ama sen orda olduğunu bilirsin," dedi Melek Hanım. Gözlerinden iki damla düştü, anın verdiği duygu yoğunluğu yüzünden.
Eylül, "Sorunda orda ya. Hala daha kalbimde olduğunu biliyorum. İçimde ona karşı bir nefret var oysaki neden böyle oluyor ki? Beni en ihtiyacım olduğu zaman bırakan oydu. O, bu kadar kolay beni bırakabiliyorken ben nasıl onu bırakamıyorum Melek Abla?" ağzından çıkan hıçkırıkla birlikte gözyaşları da yanaklarını ıslattı. Yılların birikmişleri fazla gelirken ağlaması şiddetlendi.
Melek Hanım oturduğu yerden kalkıp Eylül'e sarıldığında o da ağlamaya başladı. Bir yandan onun saçlarında parmaklarını gezdirirken bir yandan da onun sırtına koyduğu eli aracılığıyla sırtını sıvazlayıp onu yatıştırmaya çalışıyordu "Geçecek güzelim. Bu günleri de atlatacağız sen merak etme," diyerek onun sakinleşmesini sabırla bekledi.
Derin, iki saat duşta kalmış, sıcak bir duşun da onu rahatlatmayacağını anlayarak en sonunda duştan çıkmıştı. Üzerine sarı bir kazak, altına da pembe eşofmanını giydiğinde saçını kurulamak için makyaj masasına oturduğunda ve ilk olarak saçını taradı ardından da saçını iyice kurutarak sıkı bir at kuyruğu yaptı.
Gözlerinin ağlamaktan batması canını yakarken acıdan yaşaran gözlerini sıkıca yumdu. Ceylin'in durumu aklına gelince canı acısa da aklında yaptığı şeyleri tarttı.
Ceylin'in babası, öz kızı olmadığına ihtimal vermediği için inanmamıştı ona. Peki ya öz kızı olduğunu öğrendiğinde Ceylin'i yanına almayı ister miydi? Her şeyin iyi olmasını isterlerken ya aldıkları karar onların sonu olmaya yeterse? O zaman nasıl dayanacaklardı bu acıya?
Sorusuna cevap bulamazken bu işin bir an önce bitmesini diledi. Derin, kalbindeki baskıya yenik düşerken Ceylin'in fotoğrafını eline aldığında dudağını sertçe dişledi. Resimdeki daha bir aylık bile olmamış kızı çok masum geliyordu ona.
Çok masum ve kırılgan.
Sanki bembeyazdı da biri elini sürerse her yeri leke olacak, beyazlığından ödün verecekmiş gibi geliyordu ona.
Sanki antika bir vazoydu da konduğu yerden biri en küçük temasında yerle bir edecekmiş gibiydi.
Resme baktıktan sonra onu yerine koyan genç kadın, bu kadar sulu gözlülüğün yeteceğini düşünerek ayağa kalktı. Ağlamak onu rahatlatıyordu ama her şeyi yoluna koyabilmesine yetmiyordu.
Komodinin üzerinden telefonunu aldığında cebine koydu. Son kez kendine aynadan baktı ve hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Merdivenlerin tam karşısındaki kapının önünde durdu.
Gözleri salonun tam ortasında kendi kendine oyunlar oynayan kızını gördüğünde bakışları yumuşadı. Kızına içindeki bitmek bilmeyen şefkatiyle bakarken gözleri Melek Hanım ve Eylül'ü arasa da bulamadı. Onların mutfakta olduklarını düşünerek sessizce mutfağa geçti.
Sessizce masada oturan iki kadını gördüğünde huzursuzlandı. Onların sessiz ve mutsuz halleri hoşuna gitmiyordu. O masada otururken daha çok neşeli hallerini ve şen kahkahalarını görmemesi tuhaf hissettiriyordu ama bu tuhaflık iyi yönde değildi.
İçeri girip sessizce yerine geçtiğinde kapıdan girdiği ilk an Eylül onu göz hapsine almıştı.
Melek Hanım ve Eylül iki saatin nasıl geçtiğini bilmeseler de öylece oturmuşlardı. Eylül, arada sırada Ceylin'i kontrol amaçlı salona gidip gelse de onun dışında masada hiçbir hareketlilik olmamıştı.
Melek Hanım bu sessizliğin varlığından rahatsız olarak, "Ben yemek hazırlayayım," dedi ve ayaklandı. "Ceylin'in en sevdiği yemekleri yapacağım. Siz de bir şeyler istiyor musunuz?" ayaktayken masadaki ikiliye baktı. Derin'in boş boş ona bakması canını yakarken kalktığı yere geri oturdu.
"Nasılsın kızım? Ne hissediyorsun anlat, dök içini bize. Rahatlarsın," dedi bir anne edasıyla. Onun kötü olduğunu biliyordu ve onu rahatlatmadan içi rahat etmeyecek, işlerini hallederken kafasının bir köşesini ona ayıracaktı.
Genç kadın konuşurken bakışlarını kaçırdı. "Kaybetme korkusu beni köşeye sıkıştırdı. Elimde değil, elimde olsa onun için her şeyi göze alırım. Kızım için yapabileceğim tek şey beklemek artık ve bu canımı çok yakıyor." nefesini bıraktı.
Daha birkaç dakika önce bu kadar ağlamanın yeteceğini düşünürken şimdi ise gözyaşları yanaklarını ıslattı. Melek Hanım ve Eylül'ün içi burkulurken o, diliyle dudaklarını ıslatıp sözlerine devam etti.
"Beklemekten, elimin kolumun bağlanmasından, hayatımdan çıkan kişilerin hesabını tutamamaktan yoruldum. Biliyorum, kızım için ayakta dimdik durup savaşmalıyım ama oturmaktan başka yapacağım bir şey yok."
Derin güçlü biri değildi sadece duygularını içinde yaşayarak dışarıya iyi olduğunu yansıtırdı. Gören herkes onun tüm bu zorlukların üstesinden geldiğini zannetse de Derin'in içinde ve dışında yaşadıkları çok farklıydı.
Güçlü kişiliğinin altında kalbi kırık, gözyaşları kurumamış bir çocuğa ev sahipliği yapıyordu genç kadın. Her ne kadar acılarını içinde yaşayarak güçlü duruşundan ödün vermese de bu yükün altında kalmaktan korkuyordu.
Her acı kendine özgüydü. Herkes kendi yasadığı acıya mahkumdu. Her yara başka bir anın simgesi, her anı içinde baş karakterini seçtiği farklı bir olaydı.
Bu hayatta acılar kıyaslanamazdı ama belki de en zor şeyi bir annenin kızı için çaresiz kalıp eli kolu bağlı oturmasıydı. Onun canının yandığını bile bile öylece oturup onun gözyaşlarını silmekti belki de. Kendi sapasağlamken yavrusunun her gün birer birer eksilmesini izlemekti belki de.
Böyle kalbinin üzerinde sayılamayacak, hesaplayamayacak kadar ağırlık çökmesiydi Derin'in kalbindeki acı. Üzerinde bir ağırlık vardı. Çözemediği, nasıl kurtulacağını bile bilemediği bir ağırlıktı bu...
Bir acı vardı kalbinde hançerlerin aynı anda saplanması gibi. Çözemediği, bir girdap gibi içine çekildiği duygular vardı. Her duygudan biraz; acı, kaybetme korkusu, umutsuzluk, korku...
Melek Hanım,"Hayatta bazen yoluna koyamadığın ya da koyamayacağını düşündüğün olayları yaşarsın. Kaybettiklerin için, hayat senin için yolundan çıkar geri yolunu belki bulursun belki bulamazsın. Senin gücüne, senin şansına bağlıdır bu ama kızım, Ceylin için elinden geleni yaparsan eğer, umut edip direnirsen hiç bu toplara girmezsin. Ne ekersen onu biçersin hesabı sen elinden geleni yap, sonrada rabbe şükür et. Rabbimiz kimi severse bu dünyada onun karşısına zorluklar çıkartıp sınar. Umudunu asla kırma. Bil ki o kırıkları yine sen toplayacaksın o kırıklar ilk senin eline batacak."
Derin bir nefes aldı Melek Hanım. Konuşmanın burada noktalanmasını düşündüğünden, "Şimdi ben yemek yapacağım sizde Ceylin ile ilgileneceksiniz ve bu düşüncelerinizi kısa bir an için rafa kaldıracaksınız," dedi.
"Hadi salona geçin, bende yemekler hazır olduğunda haber veririm." dedikten sonra hızla arkasını döndü ve tezgâha yaklaştı. Gözlerindeki yaşları hızla sildi. Yaptığı konuşma iki kadını duygulandırdığı kadar ona da etki etmişti.
Eylül, dolu dolu gözlerinden bir damla yanağına düştüğünde hızla sildi. Gözlerini kırpıştırdığında ayağa kalktı. "Hadi Ceylin'in yanına gidelim ama öncelikle göz yaşlarını sil. Maymuna benziyorsun," derken kapıya ulaşmıştı. İçten içe de Derin'in kendini iyi hissetmesini umdu.
Derin anında itiraz etti, arkadaşının onu iyi hissettirmek için böyle konuştuğunun farkındaydı."Yalancı, doğru düzgün ağlamadım bile."
"Bu, maymuna benzediğin gerçeğini değiştirmez." diyerek cevap veren genç kadın umursamadığını belli etmek için omuzunu silkeledi.
"Sensin maymun suratlı. Sanki ben kendimi bilmiyorum," dediğinde genç kadın ayaklandı. Eylül'ün önünden geçip salona gittiğinde Ceylin'in yanına oturdu.
Eylül, onun altta kalmayan ifadesine küçük bir tebessüm ettiğinde daha fazla ayakta durmayıp onların yanına geçti ve oturdu.
"Anne, bak bunu İrem Abla almış oynayayım diye," dedi Ceylin. Annesine bebeğini gösterirken oyunlar oynadığı yerden kalkarak annesinin yanına oturdu.
"Öyle mi?" dedi Derin büyük bir ilgiyle. "İrem ve Ege mi geldi buraya?" arkadaşının, Ceylin'e yardımcı olmak ve ona arkadaş olması için Ege'yi getirdiğini düşündü.
"Evet anne. Ege ile televizyona baktık, oyunlar oynadık, sonrada beraber kurabiye yedik. Böyle bir sürü bir sürü çikolatalı olandan." Ceylin, gün içinde neler yaptığını anlatırken Derin de kızının saçlarını okşamaya başlamıştı. Büyük bir ilgiyle de kızını dinlemeyi ihmal etmiyordu.
"Sen bugün çok yorulmuş olmalısın?" diyerek sordu yüzündeki gülümsemeyle birlikte.
"Ben yorulmadım ki anne."
"Tamam o zaman. Melek Abla yemek yapacak. İstediğin bir şey var mı?" Ceylin, kafasını iki yana salladığında aklında olan oyununa geri döndü.
"İrem keşke bizi arasaymış, baksana biz evde yokken gelmiş," dedi Eylül. Onunla sohbet edip konuşmayı isterdi. Uzun zamandır işler yüzünden konuşamıyorlardı.
Eylül'ün sesi biraz üzgün çıkarken Derin arkadaşına cevap verdi "Yapacak bir şey yok. Bir dahakine kaldı. Olmadı biz gideriz, hem Ceylin de Egeyle oyunlar oynamayı seviyor," dedi, gözleri bir an kızını bulduğunda.
"Başka arkadaşı yok ki, canı sıkılıyor onunda. Arkadaş arıyor kendine," dediğinde konuya bir nokta koyarak iş konuşmaya başlamıştı ikili.
Melek Hanım, işlerini bitirip onları yemeğe çağırana kadar da konuşmaya devam etmişlerdi. Ara ara Ceylin yanlarına gelip onlara bir şeyler gösteriyor, konuşulanları dinliyordu. Annesi ve Eylül teyzesi gibi büyük yerlere gelmenin hayalini kuruyordu. Çocuk aklıyla düşündüklerini büyüdüğünde de gerçekleştirmeyi istiyordu. O annesi gibi saygı gören bir patron olacaktı her hayalinde.
Hepsi beraber sofraya oturup yemeklerini yediklerinde Ceylin tekrardan salona dönerken üç kadınsa masayı topluyorlardı.
Yemekten sonra daha iyi hissediyorlardı kendilerini. Yemekte ara sıra yaptıkları konuşmalar içlerinde yaşadıkları hisleri az çok kapatmaya yetmişti.
Derin, çalan telefonuyla bulaşık makinesine koyacağı tabağı aldığı yere bıraktı. Masanın üzerindeki telefonunu eline aldığında bilmediği numarayla kaşları hafiften çatıldı.
Eylül, tabakları temizleme işine devam ederken kimin aradığını merak etmişti.
"Kim arıyor?" elindeki son tabağında tezgâha koyduğunda eline bir havlu alarak Derin'in yanına geldi.
"Bilmiyorum yabancı bir numara," diyerek onun sorusuna cevap verdi ve aramayı onaylayıp telefonu kulağına dayadı. Karşıdan gelecek olan tepkiyi bekledi.
Emre, çalışanlarının ona mesaj yoluyla ilettiği telefon numarasına bakıyordu. Aramak için yazdığı numara gözlerinin hapsinden kurtulmazken aklında yapacağı konuşma dönüp duruyordu.
En sonunda her şeyin yüz yüze konuşulmasına kanaat getirdi ve arama tuşuna basarak kulağına telefonu dayadı. Telefon çalarken sağ bacağı sinirinden sallanmaya başlamıştı. Başka bir çözüm yolu bulamaması sinirlerini bozuyordu.
'Sadece birkaç ay' dedi içinden. 'Sonra bu iş bitecek.' Kendini böyle sakinleştirmeye çalışsa da bacağı hala daha titriyordu.
"Alo."
Karşı taraftan gelen sesi umursamadan "Ben Emre Karahan," dedi buz gibi bir sesle. "Bugün söylediğiniz şeylerde emin ve kararlıysanız bir anlaşma yapacağız. Eğer uymaz veya itiraz ederseniz ne yaparsanız yapın umurumda bile olmaz. Buluşacağımız yeri 3 gün sonra mesaj atarım," dedi ve Derin'e fırsat vermeden kapattı.
Derin, ne olduğunu anlamadan telefonu kulağından çekti. Bakışları telefonunu bulurken, "Bu neydi şimdi. Bugün kovan o değil miydi? Şimdi ne değişti?" dedi.
Konuşmaları duyan Eylül Derin6in sorusunun üzerine soru sormayarak ona sarıldı. "Boş ver nedenini. Ceylin iyileşecek Derin. Önümüze bir kapı açıldı, kapanmasına izin vermeyelim."
Eylül 'ün dedikleriyle sıkıca sarılan Derin yeni yeni farkına varıyordu. "Ceylin iyileşecek mi şimdi?" dedi yüzünü Eylül 'ün boynuna gömerken. Heyecanlanmıştı Derin. İçi kıpır kıpır oluvermişti.
"Öyle gözüküyor. Her şey üç gün sonra belli olacak. Hadi işimizi çabuk bitirelim," dediğinde ondan ayrıldı Eylül. Derin'in yüzündeki gülümsemeyle o da genişçe gülümsediğinde işlerine geri döndü ikili.
İşleri bittiğinde biraz daha salonda oturmuşlar, saat geceye yaklaştığında yataklarına çekilmişlerdi.
Derin, bir sağa bir sola dönse de heyecandan bir türlü uyuyamamıştı.
En sonunda uyuduğunda üç gün sonraki konuşma yüzünden hayatının tamamen değişeceğinden bihaberdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.85k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |