4. Bölüm
mavi / Ay Yıldız / Çiftlikte ki Densiz

Çiftlikte ki Densiz

mavi
mavikelebek2000

Pazar günündeydik ve bugünü tatil ilan etmiştim. Haftam oldukça yoğun geçirmişti. Bir molayı hak ettiğimi düşünüyordum. Şirkette Erenin yaptığı kural ihlalinden sora bir toplantı düzenlemiş, eğitim planından ne olursa olsun ödün verilmeyeceğini kesin bir dille belirtmiştim.

O densiz adamın yaptığı gibi, beklenenden erken gelenler ya da randevu saatini sebep bildirmeksizin geçiren kişiler için hiçbir istisna yapılmayacaktı. Sonrasında ise çalışanlarımın yaralanmasına sebep olan Nevzat ile ilgilenmek zorunda kalmıştım. Adamın hayatını eşeledikçe kalın bir suç dosyası ortaya çıkmıştı.

Bu da müşterilerimiz konusunda daha seçici olmamız gerektiğini gösteriyordu. Bu konuyla ilgili de bir toplantı düzenleyip, hali hazırda hizmet alan kişiler hakkında kapsamlı bir araştırma yapılmasını istemiştim. Dosyaların birçoğunu bizzat incelemek zorunda kalmıştım. Müşterilerin özel ve detaylı bilgilerini herkes ile paylaşamazdım. İncelememi yeni bitirmiştim.

Kendime bir kahve hazırlayıp odama çıktım. Dolabın karşısına geçip ne giyeceğimi düşündüm. Kumaş siyah pantolon üzerine, bisiklet yaka, beyaz, kolları bol dökülen bir penye giydim. Çiftliğe gitmeye karar vermiştim. Çantamı hazırlayıp binicilik kıyafetlerimi yerleştirdim.

Bir atım vardı; Ay yıldız şirketler gurubuna ait çiftlikte bakılıyordu. Uzun süredir yanına gidememiştim. Çıkmadan önce siyah ceketlerimden birini de yanıma aldım. Arabamın anahtarını bulup garaja geçtim. Bugün yalnız takılacaktım. Çantamı yan koltuğa atıp arabaya bindim.

Büyük ve yüksek bir araçtı. Binerken biraz zorluyordu ama 4.4 Jeep’ten vazgeçemiyordum. Garajdan çıkıp yola koyuldum. Sakin bir türkü açtım. Türkü dinlemeyi severdim; en azından anlam barındıranları...

Çiftliğe geldiğimde girişte araçlar vardı. Çok kalabalık olmamasını umarak arabayı park ettim. Güvenlik beni tanıdığından kapıları hemen açmıştı. Çantamı alıp içeri girdiğimde şirket korumaları ile karşılaştım. Müşterilerimizden biri çiftliğe gelmişti anlaşılan.

Beni gören korumalar sessiz bir baş selamı verip hazır ola geçiyordu. Ay Yıldız’ın kurucusu olduğumu bilen çok az kişi vardı. Korumaların bana saygı duyup kendilerine çeki düzen vermelerinin sebebi, hepsinin eğitiminde bizzat yer almam ve tek sözümle rütbelerini değiştirebilme yetkimdi. Onlar arasında yetkili bir eğitmen olarak tanınıyordum.

Vakit kaybetmeden lobiden bana ait olan odanın anahtarını aldım. Hilal’i biniş için hazırlamalarını söyledim. Ne zaman acil bir iş çıkacağı belli olmazdı. Kızımla vakit geçirmeden dönmek istemiyordum.

Hilal’i yıllar önce görev için gittiğim bir köyde görmüştüm. Sakatlandığından dolayı vurmak üzerelerdi. Dayanamayıp onları engellemiş ve tedavisi için uğraşmıştım. Birbirimize benzediğimizi düşünüyordum. İkimizde düştüğümüz yerden kalkmasını bilmiş, mücadeleyi bırakmamıştık.

İyi bir bakımla ayağındaki hasar giderilmiş ve eskisinden de sağlıklı olmuştu. Alnındaki hilal şeklindeki beyaz lekeden dolayı ona Hilal adını koymuştum.

Üstüne benden başkasını bindirmeyen, inatçı ve çılgın bir attı. Siyah rengini seven biri olarak rengine de ayrı vurulmuştum.

Üzerime ipek siyah gömlek ve blazer ceket giydim. Aynı renk bir kemer, siyah binicilik pantolonum ve dizlerime gelen deri çizmelerimle Hilal kadar siyah olmuştum. Tam çıkmak üzereyken dizlik takmam gerektiğini hatırlayıp, çantamda ki diz destekleyiciyi taktım. Siyah renkte olduğu için çok dikkat çekmiyordu.

Aşağıya indiğimde resepsiyonist, atımın hazırlanıp maneje alanına alındığını söyledi. Ben de alana doğru ilerledim. Hilal manej direğine bağlanmış haldeydi. Yanında bir adam vardı ve onu sevmeye çalışıyordu. Arkası bana dönüktü; yüzünü göremiyordum. Ancak Hilal’e biraz daha yaklaşırsa yere iki seksen uzanacağından, yüzünü görmek zor olmayacaktı.

Eldivenlerimi giyerken onlara doğru yürüdüm. Beni fark eden atım hareketlenmeye başladı. Yanındaki adam ise uzaklaşmak yerine onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Başına bir şey gelmemesi adına seslendim:

“Ondan uzaklaşmanı tavsiye ederim. Yoksa canını yakar. Benim kızım, benden başkasını sırtına bindirmez.”

“Sizin atınız mı?” diyerek bana dönen adam, kaşlarımı çatılmama sebep olmuştu.

Ağzımdan çıkan “Sen o…” sözlerine engel olamamıştım. Oda beni tanımış görünüyordu. Kafasını yana yatırarak yarım bir gülümsemeyle bana bakıyordu.

“Yeniden karşılaştık.”

“Maalesef öyle görünüyor.” Bugün işten uzak sakin bir gün istiyordum. Kibir abidesi, şımarık bir müşteriyle uğraşmak değil.

Adam elini kalbine getirip konuştu “Kalbimi kırıyorsunuz.” Ardından gülümseyerek devam etti. “Açıkçası daha önce hayvanların zamanla sahiplerine benzediğini duymuştum, ama bunun gerçek olduğunu şu an görüyorum.” Arkasındaki Hilali işaret etti. “Anlaşılan atınız sizin huysuzluğunuzu almış.”

Sözleri beni öfkelendirmişti. Sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes aldım. “Siz kendinizi ne sanıyorsunuz. Haddinizi aşmayın ve yolumdan çekilin.” Atımın yanına gitmek için adım attığımda önüme geçti ve beni durdurdu.

“Sakin olun sadece kim olduğunuzu merak ettim. Ay yıldız için mi çalışıyorsunuz.”

Adama bak sana ne benim kim olduğumdan. Birde yolumu kesiyor.

“Öyle bir zorunluluğum mu var.” Dediğimde anlamammış bir halde yüzüme baktı.

“Anlamadım. Ne zorunluluğu.”

“Size kim olduğumu söylemek gibi diyorum. Bunun sizi ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum. Önümden çekilirseniz hilalin yanına gideceğim. Yine zamanıma maal oluyorsunuz.”

“Şu rütbeli olan kurşun gurubundan mısınız.” Bu adamın hiç duru yok muydu?

“İnsanlar yalnızca istedikleri şeyleri duyarlar.” Sözlerim üzerine gülüşü genişledi. Gül diye demedim be adam! Üstüne alınıp önümden çekil diye dedim.

Gayet rahat bir şekilde “Platon” dedi ve lakayıtlığına devam ederek yeni bir soru sordu. “Atınızın adı hilal mi?”

Laftan anlamayan birine, cevap verme gereği hissetmedim. Maneje girdim ve atımın yanına gittim. Koşacağı için heyecanlı görünüyordu. İpini çözerken bir yandan da onunla konuştum: “Seni bu aralar çok ihmal ettim, değil mi kızım? Çok fazla işim vardı, beni affet. Bugün bunun acısını çıkaralım, yoruluncaya kadar koşalım.”

Onu biraz sevdim. Kafasını omzuma yasladığında gülümsedim ben de ona aynı şekilde karşılık verdim. Boynundan tutup başını kaldırdım, alnımı alnına yasladım. “Hadi koşalım” diye fısıldadım.

Ardından sağ tarafına geçtim. Üzengiye sağ ayağımı koyup, eyeri tuttum ve kendimi yukarı çektim. Atın üzerine yerleştim. Dizginleri elime aldım. Dikleştiğimde hilal hareketlenmişti bile. Önce manej içinde yürümeye başladı. Bana toparlanmam için vakit veriyordu. Sağ bacağımı düzgünce üzengiye geçirip hazır olduğumda bacaklarımla onu kavrayarak hızlanması için sesli komut verdim.

Bu sırada o densiz adamın gözlerinin benim üzerimde olduğunun farkındaydım. Ama keyfimi kaçırmasına müsaade etmeyecektim. Süratli de birkaç tur attıktan sonra Hilale dörtnala geçmesi için bir komut daha verdim. Bacağıma taktığım dizlik, atı kavramamı kolaylaştırıyordu. Hareket halindeyken de dizimin zorlanmasını engelliyordu.

Rüzgarı saçlarım da hissedebiliyordum bu hisse bayılıyordum. Bir süre sonra hilal yavaşladı ve durdu. Ne olduğunu anlamak için etrafa baktığımda, maneje başka bir at daha soktuklarını gördüm. Benim kızım başka atlar ile koşmayı sevmezdi. Dışarıda dolaşmaya çıktığın da hiçbir atı önüne geçirmez, hep en önde ilerlemek isterdi.

Atı o densiz için getirmişlerdi. Sanırım adı Alparslan’dı. Ata çevik bir hareketle bindi ve dizginlerini toparladı. Görevli çıkmak üzereyken seslendim:

“Kapıyı açık tut manejden çıkacağım.”

Görevli talebime karşılık kapıyı açtı ve kenara çekildi. Atı kapıya döndürüp komut verdim. En başta sahada koşacağımızı sanıp huysuzlandı. Kişneyerek şaha kalktı. Kapının açık olduğunu fark ettiğinde ise koşarak çıktı.

Çiftliğin arkasında dağlık bir alan vardı. Atlar için özel bir yol oluşturulmuştu. O yöne doğru koşmaya başladık. Hilal, yolu defalarca gidip geldiğimizden biliyordu. Atlar hafızaları güçlü hayvanlardır. Yaptıkları şeyleri kaydeder ve tekrar ederler.

Dizginleri bıraktım. Kollarımı iki yana açtım. Özgürlüğün tadını çıkarıyordum...

Alparslan’dan…

Oldukça yorucu bir haftayı geride bırakmıştım. Türkiye’ye dönmemle birlikte, şirketin ana merkezini buraya taşımaya karar vermiştik. Bu kararın uygulamaya geçirilmesi ise başlı başına zor bir işti. Evraklar, imzalar, toplantılar derken haftanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Hafta sonuna gelmiştik ve ben hala evdeki çalışma odamda evraklarla uğraşmaya devam ediyordum. Annemin seslenişiyle kahvaltıya indim. Herkes çoktan masadaki yerlerini almıştı. Annemin “Neredesin oğlum her şey soğudu.” Serzenişi eşliğinde masaya oturdum.

Keyifli bir Pazar kahvaltısının ardından annem, “Hep birlikte bir şeyler yapalım.” dedi. Aklıma Taner ile konuştuğumuz çiftlik geldi. Annem doğa ile iç içe, sakin yerleri severdi. Üçüzler ise, sosyal medyada paylaşım yapabilecekleri her ortamı. Herkesin “Olur” oyuyla hazırlanmak için dağıldık.

Korumalar kısa sürede organize oldu, böylece fazla vakit kaybetmeden yola çıktık. İtiraf etmeliydim ki Ay Yıldız işinin hakkını veren adamlar yetiştiriyordu. Disiplinleri ve profesyonellikleri takdire şayandı. Çiftliğe vardığımızda, korumaları dışarıda bırakmayı tercih ettim. Zaten burası yalnızca belirli kişilerin girebildiği, Ay Yıldız bünyesine ait, denetimli bir tesisti.

Annem ormana bakan seyir terasında kahve içmek istedi. Çocuklarsa fotoğraf çekmek, atlara bakmak ve etrafı keşfetmek için gitmişlerdi. Ben de bir at hazırlanmasını rica ederek manej alanına geçtim. Kısa süre sonra simsiyah, bakımlı bir at getirdiler. Sevmeye çalıştığımda huzursuzlandı, huysuz davranışlar sergiledi. Sakinleştirmek üzere yaklaşırken arkamdan gelen ses ile irkildim.

“Ondan uzaklaşmanı tavsiye ederim. Yoksa canını yakar. Benim kızım benden başkasını sırtına bindirmez.”

“Sizin atınız mı?” diyerek sesin sahibine döndüğümde şaşırmıştım. Bu daha önce karşılaştığım kadındı. Kafamı yana eğerek çatılan kaşlarını izledim. “Sen o” tarzı bir şey söyledi. Beni tanımıştı ve bu onu sinirlendirmişti. Anlaşılan kinci biriydi bu gülümsememe sebep oldu.

“Yeniden karşılaştık.”

“Maalesef öyle görünüyor.” Diyerek rahatsız olmuş bir yüz ifadesi takındı.

Elimi kalbime götürüp konuştum. “Kalbimi kırıyorsunuz.” Ardından gülümseyerek devam ettim. “Açıkçası daha önce hayvanların zamanla sahiplerine benzediğini duymuştum, ama bunun gerçek olduğunu şu an görüyorum.” Arkamda ki atı işaret ettim. “Anlaşılan atınız sizin huysuzluğunuzu almış.”

Sözlerim onu öfkelendirmişti. Sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes aldı. “Siz kendinizi ne sanıyorsunuz. Haddinizi aşmayın ve yolumdan çekilin.” Atının yanına gitmek için adım attığında, önüne geçtim ve onu durdurdum.

“Sakin olun sadece kim olduğunuzu merak ettim. Ay yıldız için mi çalışıyorsunuz.”

Farkında olmadan yumruklarını sıkmıştı yüzünü ise sakin tutmaya çabalıyordu. Tavrı beni onunla uğraşmaya itiyordu. Ne kadar dayanacağını merak ediyordum.

“Öyle bir zorunluluğum mu var.” Dediğine ne kastettiğini anlamamıştım.

“Anlamadım. Ne zorunluluğu.”

“Size kim olduğumu söylemek gibi diyorum. Bunun sizi ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum. Önümden çekilirseniz hilalin yanına gideceğim. Yine zamanıma maal oluyorsunuz.”

Anlaşılan hanımefendinin zaman takıntısı vardı. Zamana bende değer verirdim. Zaten zamanının kıymetini bilmeyen de hiçbir şeyi adam akıllı başaramazdı. Yine de benden kurtulması için sadece sorumu cevaplaması yeterliydi. Sanırım farkında olmadan bu işi inada bindirmiştim.

“Şu rütbeli olan kurşun gurubundan mısınız?”

“İnsanlar yalnızca istedikleri şeyleri duyarlar.” Sözleri üzerine gülüşüm genişledi.

Gayet rahat bir şekilde “Platon” dedim ve devam ederek yeni bir soru sordum. “Atınızın adı hilal mi?”

Beni duymazdan gelmiş ve yanımdan geçip gitmişti. Bana huysuzluk eden at, onun yanında birden uysallaşmıştı. Kadın, atına seslenerek konuşmaya başladı. Tuhaf bir kadındı; bana cevap vermeyen biri, bir atla bu kadar içten iletişim kurabiliyordu. Yan yana durduklarında, gerçekten birbirlerini tamamlıyorlardı.

Siyah takımı ona fazlasıyla yakışmıştı. Daha önce elinde baston taşıyordu. Bir sağlık sorunu olup olmadığını merak etmeden edemedim. Ancak yürüyüşünde belirgin bir aksama yoktu. Belki baston sadece bir aksesuardı.

Atı ile konuşması bittikten sonra kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan ustalıkla eyerine yerleşti. At sahibi biner binmez harekete geçti. Ona zaman tanımış yerleşmesini beklemişti. Aralarındaki uyum dikkat çekiciydi. O sırada üçüzler yanıma geldi.

“Vay bu kadın kim abi. Ne kadar iyi at biniyor.”

“Daha önce karşılaşmıştık hatırlamadın mı?”

“Hayır, ne zaman karşılaştık”

“Boş ver.”

Açelyanın sorusunu geçiştirdikten sonra, tekrar ona döndüm. En azından adını öğrenebilseydim iyi olurdu. At üzerindeki hakimiyeti oldukça iyiydi. O sırada görevliler benim için bir at getirdi. Maneje alındı. Bindiğimde yerleşip görevliden dizginleri aldım. At binmeyi severdim. Beni rahatlatır, zihnimi temizlerdi. Ancak çok da profesyonel sayılmazdım.

Ata yönlendirip sürmeye hazırlanırken kadının sesini duydum. Görevliye manej kapısını açık tutmasını söylemişti. Atına komut verdiği anda hayvan kişneyerek şaha kalktı. Ancak kadın tek bir hamleyle kontrolu sağladı ve manejden çıkar çıkmaz dörtnala koşmaya başladı. Dizginleri bırakmıştı.

Delilikti bu. O attan düşmesi, boynunun kırılması anlamına gelirdi. Üstelik üzerinde hiçbir güvenlik ekipmanı yoktu. Üçüzlerse onun arkasından heyecanla tezahürat yapıyordu. Sorularıma cevap bulmadan düşüp boynunu kırmamasını umdum.

Dizginleri tutum atıma komut verdim. Buraya at binmeye gelmiştim. Şimdi işi gücü unutup biraz anı yaşama vaktiydi.

 

Bölüm : 08.01.2025 01:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...