5. Bölüm
mavi / Ay Yıldız / Çocuk Gibi

Çocuk Gibi

mavi
mavikelebek2000

Uzun bir süre etrafta gezindim. Bacağımda tanıdık bir sızı hissedince geri dönmeye karar vermiştim. Ahıra vardığımda atımın ter içinde kaldığını fark ettim. Nefes alışverişi hala yoğundu. Biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı. Onu yıkayıp tımarlarken, bende sakinleşiyor dinlemiş hissediyordum. Ellerim, bilinçsizce tarakla atın sırtını okşarken zihnim uzaklara dalmıştı. Hayatımın hiçbir evresinde sığınacak bir limanım olmadı. Açıkçası aramamıştım da. Her şeyin bir bedeli olurdu çünkü. Fakat hilal öyle değildi. O kelimelere ihtiyaç duymadan beni anlıyordu. Ne yargılıyordu ne de sorguluyordu. Sadece vardı. Ben koşarken benimle koşan, durunca duran ama hep benimle olan. Sanırım bu hikayenin bencili de bendim. Onu daha sık ziyaret etmeliydim.

“Özür dilerim kızım. Seni daha sık ziyaret etmeliyim. Ben geride kalan olmaktan korkarken seni geride bırakmışım. Senden asla vazgeçmem. Bunu sakın unutma.”

Sözler dudaklarımdan bilinçsizce dökülmüştü. Kelimelerinin mahiyetini fark ettiğimde irkildim. Yine can kırıklarımı ortalığa saçmıştım. Bu zayıf tarafım kendime olan öfkemi harladı. Ne kadar yok saymaya çalışsam da yapabildiğim sadece saklamaktı. Yine öyle yaptım. Derin bir nefes aldım ve içimin en derinlerine gömdüm. Umursamazlık maskesini geçirdim yüzüme. Bu başkaları için değildi zaten burada bir başkası da yoktu. Bu maske kendimi kandırmak içindi. İnsan en güzel ve gerçek yalanları kendine söylerdi çünkü. Fısıldadım: “Umurumda değil.” Daha sonra Hilal’e sımsıkı sarıldım.

Kızımın yemini ve suyunu verdikten sonra üstüm başım sırılsıklam olmuş halde odama çıktım. Bu sırada o densiz ile karşılaşmadığıma sevinmiştim. Umarım gitmiştir. Duş alıp giyindim. Çantamı toplayıp lobiye indim. Çalışanlardan birine çantamı arabaya koymasını, gelirken de bastonumu getirmesini rica ettim. Bastonumu getirdiklerinde, bir şeyler yemek için seyir terasındaki kafeye geçtim.

Çiftlik binası üç katlıydı ve şehrin dışında yer aldığından etraf yemyeşil bir alanla çevriliydi. Binanın en üst katında yer alan teras, insanı büyüleyen bir manzaraya sahipti. Büfeden tabağıma birkaç şey alıp, ormana hakim bir masaya oturdum. Ortam oldukça sakindi. Tam yemeğime başlayacakken “Ama abi lütfen.” Diye bir ses duydum. Gürültü yaptıklarından sadece ben değil herkesin dikkatini çekmişlerdi.

Alparslan, üç genç ve orta yaşlı bir kadınla birlikteydi. Kadın konuşan kızı sessiz olması konusunda uyarıyordu ama kız, onu umursamadan Alparslan’ın koluna yapışmış, ısrarla isteğini tekrarlıyordu. Onunla bir kez daha karşılaşmamak için önüme dönüp yemeğimle ilgilenmeye başladım. O ise inat eder gibi gelip tam karşımda durdu. Gitmesini umarak kafamı yemeğimden kaldırmadım. Fakat o sandalye çekip oturdu. Artık fazla olmuştu.

“Pardon da sen ne yaptığını sanıyorsun? Gördüğün gibi bu masada ben oturuyorum. Keyfimi daha fazla kaçmadan, kalkıp gider misin?”

“Gidemem”

“Nedenmiş o”

Ben bunu sorarken annesi olduğunu düşündüğüm kadın. Oğluna kalkmasını ve başka bir masaya geçebileceklerini söylüyordu. Gençler ise olayı anlamaya çalışıyorlardı.

“Kalkamam çünkü bu masayı daha öncesinde biz rezerve etmiştik. Adını bilmediğim hanımefendi, kalkması gereken sensin.” Bunu söylerken vazonun arkasında kalmış rezerve kartını benim önüme koymuştu. Otururken bu kartı görmemiştim. Dikkatsizliğim beni bu adamın diline düşürmüştü. Tam kalkmak için hareketlendiğimde kadın konuştu. Bunu yaparken oğlunun omzuna vurmuştu.

“Oğlum ne yaptığını sanıyorsun. Oturan insan kaldırılır mı, bir sürü boş masa var. Bu densizin kusuruna bakma kızım. Sen otur yemeğini ye.”

“Sorun değil ben kalkarım. Yazıyı görmeden oturmuşum.” Tam kalkacağım sırada beni eliyle durdurup. “Sen otur kızım. Biz başka masaya geçeceğiz” diyerek oğlunu kolundan tutup çektirmeye çalıştı. Ama Alparslan kıpırdamıyordu.

“Ben bu masada oturmak istiyorum anne, hem masa oldukça büyük. Hepimiz sığarız öyle değil mi isimsiz bayan.

“Saçma sapan konuşma oğlum, kalk şuradan. Çocuk musun sen. Ne bu hareketler.”

Alparslan’ın kalkmaya niyeti yoktu. Üstelik taktığı saçma sapan lakaplarla beni sinirlendirmeye çalıştığı barizdi. Yüzündeki haylaz gülümsemede cabası. Annesi ise oğlunun bu davranışlarından ötürü mahcup oluyor, onu masadan kaldırmaya çalışıyordu. Masadan kalksam kendini kötü hissedecekti. Oğlunun da kalkacağı yoktu.

“Sizin için de uygunsa birlikte oturabiliriz. Benim için mahsuru yok.” Dedim. Bunları söylerken densiz herife öldürücü bakışlarımı yolluyordum. O ise karşımdaki sandalyede sırıtıyor, annesini daha da utandırıyordu. Herkes açık büfeden yiyeceklerini alıp oturduğunda sessizce yemeğimizi yemeye başlamıştık. Bir an önce yemeğimi bitirip kalkmak istiyordum. Sessizliği Alparslan’ın annesi bozdu.

“Kusura bakma kızım. Bizimkinin inadı tutar bazen. Benim adım Melek seninki nedir?”

Bu soruyla birlikte Alparslan başını kaldırıp bana baktı. Tüm bunları adımı öğrenmek için yapmadıysa ben de başka bir şey bilmiyorum. Şimdi susup cevap vermesem ayıp olacaktı. Ne düşündüğümü anlamış gibi gözlerime bakıp tek kaşını kaldırdı. Gülüyordu. Bakışlarımı ondan çekim melek hanıma döndüm.

“Estağfurullah, rezerve masaya oturmaması gereken bendim. Siz kusuruma bakmayın. İsmim Maye Vera.”

“At binmeye mi geldin.”

Alparslan bir yandan yemeğini yiyor, bir yandan da bizi dikkatle dinliyordu. Şimdi şu ortadaki vazoyu alıp kafasında kırmak vardı ya… Neyse.

“Evet, kendime ait bir atım var. Zaman buldukça gelir onunla ilgilenirim.”

“Aa, ne güzel. O zaman iyi bir binicisin.”

“Elimden geldiğince diyebiliriz.” O sırada kızlardan biri konuşmaya başladı.

“Ay anne görmen lazım harika biniyor. Hatta açık alanda kollarını iki yana açıp atı dörtnala koşturdu. Çok havalıydı.”

“Gerçekten mi bu biraz tehlikeli değil mi kızım. Düşsen Allah muhafaza, bir yerini kırarsın.”

Kadın bunları söylerken samimi bir endişe ile söylemişti. Gülümseyip cevapladım.

“Uzun süredir biniyorum. Eğer kendime güvenmeseydim yapmazdım. Üstelik at eller ile kontrol edilen bir şey değildir. Bacaklarınızı sıkıca sardıktan sonra hiçbir şey olmaz.”

“Yine de dikkat et kızım. Bunlar tehlikeli işler. En küçük ihmalde ciddi yaralanabilirsin.”

“Haklısınız, dikkat ederim.”

“Neden baston kullanıyorsunuz. Yoksa çoktan kendinizi sakatladınız mı MAYE hanım.”

Bunu söyleyen Alparslan’dı ve özellikle ismime vurgu yaparak sormuştu. Aklınca ben kazandım diyordu. Densiz hödük. Onun zafer kazanmış hissetmesine izin veremezdim durumu sıradanlaştırmak ona umurumda değilsin demekle eşdeğer olacaktı. Bu yüzden sakince sorusunu yanıtladım.

“Birkaç yıl önce bir kaza geçirdim. Dizimde bir hasar oluştu kemik iyileşse de sinirler zarar gördüğünden, baston kullanıyorum. Daha rahat hareket etmemi sağlıyor.” Gözlerinin içine bakarak gülümsedim. O ise bakışlarını masaya çevirmişti. Mahcup mu olmuştu ne.

“Geçmiş olsun. Umarım seni bu soru ile rahatsız etmemişimdir. Normal yürüdüğünü gördüğümden aksesuar olarak taşıdığını düşünmüştüm.”

Bu zevzeğin mahcubiyeti beni keyiflendirdi. “Sıkıntı değil. Yanıtlamaktan çekineceğim bir soru değildi.”

“Peki gözünüz o da mı aynı kazada oldu. Yanlış anlamayın size farklı bir hava katıyor.” Bunu söyleyen masadaki genç çocuktu. Gülerek yanıtladım. “Evet aynı kazada oldu. Merak ettim nasıl bir havam varmış.” Çocuk utanmıştı. Sorumu biraz düşük bir ses tonu ile yanıtladı.

“Şey… biraz mafyatik bir havanız var. Belinden bir silah çıkarıp herkes haddini bilecek diyecekmişsin gibi. Kurtlar vadisinde seni rahat oynatırlardı. Öyle işte. Ama kötü manada değil.”

Tereddütle söylediği kelimeler kahkaha atmamı sağlamıştı. Alparslan da gülmeye başlamıştı. Melek hanım ise oğluna “O ne biçim söz hemen özür dile” diye kızıyordu. Gülmemi zar zor durdurup konuştum. “Hiç önemli değil Melek Hanım uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Senin adın ne delikanlı.” Alparslan gülmeye devam ediyor ara ara da kurtlar vadisi mafya gibi şeyler geveliyordu. Bayağı eyleniyordu. Bu durum beni de eğlendirdiğinden, onu görmezden gelme kararı aldım.

“Adım Arda. Maye abla yanlış anlama lütfen kötü manada demedim.”

“Alınmadım Arda merak etme. Sadece üzüldüm. Daha önce fark etseydim. Kurtlar vadisi için başvururdum.” Bunu söylemem onu da güldürmüştü. Yanındaki kızlarda onunla birlikte kendilerini tanıttılar. Birinin adı Beliz diğerininki de Açelya idi. Yemeklerimiz bittiğinde kalkmak için hareketlendim.

“Bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Oldukça keyif aldım. Ben artık müsaadeniz ile kalkayım.”

Tabağımı elime alıp kalktığım sırada telefonum çalmaya başladı. Daha doğrusu telefonlarımız. Alparslan’ın tele fonu da çalmaya başladı. Refleks olarak birbirimize bakmıştık. Telefonu çıkarıp cevapladım. Arayan Cansel’di. Alparslan da telefonunu açmıştı.

“Patron büyük bir sıkıntımız var. Alparslan Kutluya mücevher teslimatı için verdiğimiz korumalar rehin alınmış. Malları onlara teslim etmelerini istiyorlarmış. Ne yapalım.”

Güzel başlayan bir günüm de aksiyonsuz bitse dişimi kıracaktım. Alparslan’a baktığımda öfkeli görünüyordu. Anlaşılan o da haberi şimdi almıştı. Hiddetle bağırdı.

“Kimsenin zarar görmediğinden emin olun. Müdahale etmeleri için gerekli yerleri arayacağım. Zaman kazanmaya çalışın eğer durum ciddileşirse mücevherleri teslim edin öncelik herkesin güvende kalması.” Söyledikleri beni kendime getirdi fazla zaman yoktu.

“Gerekeni yapın. Ekibe söyle harekete geçsinler komuta sende. Hiç kimsenin zarar görmediğinden emin ol. Bize emanet edilenleri de kimseye vermesinler. Sonuna kadar gemiyi korusunlar.”

“Anlaşıldı patron harekete geçiyoruz.” Melek hanım Alparslan’a neler olduğunu soruyordu. Çocuklar da ayaklanmışlar endişe ile abilerine bakıyordu. O ise telefon ile uğraşmayı bırakmış bana bakıyordu.

“Sen az önce kiminle konuştun. Sen ne yaptığını sanıyorsun o talimatı gemide ki güvenlik için mi verdin.”

“Evet, bir sorun mu var.” Benim sakinliğim karşısında hiddetlendi ve üzerime yürüdü. Bir yandan da benimle konuşuyordu.

“Sen o saldırganların ne kadar tehlikeli olduklarını biliyor musun? En ufak hataların da hepsini öldürürler. Ara ve sakince beklemelerini söyle.”

“Oğlum sakin ol.” Annesinin sesi ile geri çekilip yüzünü sıvazladı. Benim hiçbir şey yapmadığımı görünce “Hemen ara” diye tekrar gürledi. Mekan da ki herkes bize bakıyorlardı. Görevliler müdahale etmek konusunda tereddüt yaşıyorlardı. Telefonum tekrar çaldı. Arayan Cansel’di.

“Dinliyorum”

“Olay gemi Türkiye sularına girdikten sonra yaşanmış. Müdahale konusunda avantajlı durumdayız. Helikopter hazırlandı. Bize katılacak mısınız?” Alparslan’ın gözleri üzerimdeydi durun dememi bekliyordu.

“Evet. Beni çiftlikten al…” konuşmamı silah sesleri böldü

Bölüm : 08.01.2025 14:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...