7. Bölüm
mavi / Ay Yıldız / Delinin aynısı.

Delinin aynısı.

mavi
mavikelebek2000

Alparslan’dan

Olayların üzerinden iki gün geçmişti. Şimdi şirketteki odamda oturmuş, Taner’in övgülerinin bitmesini bekliyordum.

“Desene kadın hepsine had bildirdi. Vay be.” Oturduğu koltuktan masama doğru eğilerek devam etti.

“Kahramanın mı oldu şimdi bu kadın senin? İsmi ne demiştin?” derin bir nefes alıp yüzümü sıvazladım. Bıkkın bir sesle cevapladım.

“ Maye Vera, daha konuşacak mısın bu konuda.” Artık fazla olmuştu. Kadın bildiğin adamı vurdurtmuştu. Hem de tereddüt bile etmeden. Korumaları aşıp dışarı çıktığımda adam elinden vurulmuş halde onun önünde inliyordu.

Adamları oradaydı istese hepsini köşeye sıkıştırıp durdurabilirdi. O ise kan dökmeyi tercih etmişti. Birde adamın karşısına geçmiş gülüyordu. Ruh hastası kadın, deli deyince de kabul ediyordu. Annemse onu kurtarıcımız ilan edip yemeğe çağırmıştı. İnkâr edemezdim hem mücevherleri kurtarmış hem de kimsenin zarar görmemesini sağlamıştı. Yöntemini biraz farklı yapsa sıkıntı olmayacaktı. Arda’nın dediği gibi mafyamsı değil düm düz mafyaydı. Bunun en büyük göstergesi de adamları haşat etmelerine rağmen polislerin sesini bile çıkarmamasıydı bence. Kimin nesiydi bu kadın.

“Eee abi bu akşam yemeğe mi geliyor size. Ben de geleyim mi hem tanışmış oluruz.” Taner’in sorusuyla düşünce dünyamdan sıyrıldım. Cevabımı heyecanla bekliyor gibiydi. Delinin tekiyle tanışıp ne yapacaksa.

“Gel, masaya bir tabak daha koymak hiç de zor değil. Ama pek insan canlısı bir kişilik değil.”

“Sorun değil. Dostumu kurtaran ve büyük bir mali kayıp yaşamamızın önüne geçen kişiye bizzat teşekkür etmek istiyorum.” Ya ne kurtarmak. Daha fazla Maye’den bahsetmek istemediğim için konuyu değiştirdim.

“Sen onu bunu bırak da bugün tasarımcılar gelmeyecek miydi?”

“Ben onu tamamen unutmuşum. Birazdan gelirler.”

“Unutursun tabi. Asistanım Nilay hanımla konuş sıra ile gelenleri odama yollasın. Sen de git tasarımcıların çalışacağı ofisin son kontrollerini yap. Bir işe yara.”

“Ne yaptım ben ya unutmuşum.”

Yavaş ve uyuşuk bir edayla yerinden kalktı. Maye bizi kurtarsa ne yazar bunun uyuşukluğu yüzünden mali kayıp yaşayacaktık biz. Bak yine aklıma geldi şu kadın. Kaşlarım çatıldı. Hadi dercesine elimi salladım. Kapıyı işaret edip gitmesini belirttim. Söylene söylene odadan çıktı. Masamı toparladım evraklar dosyalar birbirine girmişti.

O sırada dosyaların arasından bir zarf düştü üzerinde Alparslan’a… yazıyordu. Bu duraksamama neden olmuştu. Bu zarfı bir türlü açmaya cesaret edememiş, daha sonrada iş yoğunluğundan unutmuştum. Ya da unutmak istemiştim.

Türkiye’ye dönmeden önce hazırlık yaparken babamın çalışma odasında bulmuştum bu zarfı…

Flasback…

Alparslan dönüş için son hazırlıklarını yapıyordu. Geçmişte Türkiye ile yapılan anlaşmalarla ilgili bir dosyaya ihtiyaç duymuştu ve o dosya yirmi dört yaşından beri adımını atmadığı o odadaydı. Babasının çalışma odasında. En son bu odaya öfkesini çıkarmak yıkıp dağıtmak için girmişti.

Derin bir nefes alıp kapı deliğindeki anahtarı çevirdi. Bu anahtar yıllardır buradaydı fakat şimdiye kadar kimse içeriye adımını atmamıştı. Bu ev halkı için Sinan kutlunun anlamlandıramadıkları gidişine bir tepkiydi. Alparslan hatırladığı anların öfkesiyle sıktı kapı kolunu. Yediremiyordu babasının ona yaptıklarını, üzerine yıktığı bütün o sorumlulukları. Onu çaresiz ve yalnız bırakışını.

Henüz yirmi dört yaşında işleri yeni yeni öğrenmeye başlamış bir delikanlıydı. Her gün babasıyla işe gider işlerin nasıl yürüdüğünü nasıl idare ettiğini ondan öğrenirdi. Sonra bir gün her şeyi tek başına öğrenmek zorunda kalmıştı.

Babası annesine bıraktığı kısacık bir notla hayatlarından çıkmıştı. “Artık yapamıyorum. Bensiz daha mutlu olacaksınız.” Bu kısacık yazı onun gidişinin açıklamasıydı. Annesini ilk defa o kadar güçsüz ve dağılmış görmüştü. Elinde sıkmaktan buruş buruş olmuş bir kağıt, önceden babasının kıyafetlerinin olduğu o günse bomboş olan dolabın önünde yığılmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ne yapacağını bilememişti. En çokta bu yüzden öfkeliydi babasına, onu herkese ve her şeye karşı ne yapacağını bilemez bir çaresizlikle bırakışına.

Kapıyı açtığında odanın içinde nefesini tıkayan bir toz tabakası havalanmıştı. Ona babasının bıraktığı anılarda aynı bu oda gibiydi. Tozlu dağınık ama hala ciğerini yakan. Oda dağıttığı haliyle altı yıl öncesindeydi. Burada çok uzun kalmak sadece zihnindeki tozların kalkmasına ve yüreğinin sıkışmasına sebep oluyordu. Dosyaların olduğu dolaba ilerledi ve üzerinde Türkiye yazan dosyayı çıkardı.

Babası her şeyi kategorize eden bir adamdı. Ülkesine ait yapılan anlaşmalar ve işler tek bir dosyanın içinde toplanmıştı. Fazla oyalanmadan çıkmak istedi. Dolabın kapağını biraz sert kapatmış olacak ki üzerindeki kutu düşüp yere saçıldı. Bu odadaki tozun kalkmasına ve hapşırmaya başlamasına sebep olmuştu. Eliyle azını kapatıp çıkacakken gözleri kutudan çıkan zarfa takıldı. Üzerinde adı yazıyordu. Gözlerini sımsıkı kapatıp sessiz bir iç hesaplaşma yaptı ve kapıya yöneldi.

Fakat kapatıp çıkmaya güç yetiremedi. Bunu yaptığından dolayı kendine duyduğu öfkesine rağmen, içindeki kırgın çocuk o zarfı almak istemişti. Sanki birinden gizli bir iş yapıyormuş gibi zarfı el çabukluğuyla alıp elindeki dosyaların arasına saklamıştı. Bu gizleme ihtiyacı, kendi duygularına karşı mıydı onu bilmiyordu. Bildiği tek şey içindeki çocuğun babasına karşı hala bir umut beslediğiydi…

Kapının tıklatılmasıyla kendime geldim. Elimdeki zarfı çekmeceye atıp derin bir nefes aldım. Geçmişte ne olduğunun artık bir önemi yoktu. Artık zayıf ve çaresiz bir çocuk değildim. Her şeyi yoluna koymayı başarmış ve üstesinden gelmiştim. O zaman nede o zarfı aldı diyen iç sesimi görmezden geldim.

“Girin.”

“Alparslan Bey iş görüşmesi için başvuranlar geldi. Sırayla alayım mı?”

Yeni bir bölüm açıyordum. Şimdiye kadar pek çok yere mücevher satışı yapsam da işçiliğine karışmamıştım. Şimdi ise yeni bir düzen kuruyordum. Kendi tasarımlarımızı yapıp piyasaya sürecektik. Bu hem şirketimizin reklamını sağlayacak. Hem de taşlarımızın kalitesini insanların gözleri önüne sunacaktı. Başımla onaylayarak konuştum.

“Alın, ama önce şu dosyaları al ve gerekli yerlere ilet lütfen Nilay Hanım.” Bunu söylerken masadaki imzalanmış dosyaları alması için ona uzatmıştım.

“Hemen yapıyorum Alparslan Bey.”

Nilay hızlıca dosyaları alıp çıktı. Biraz sonra kapı tıklatıldı.

“Gelin.”

İçeriye yirmilerinin başında bir genç kız girdi. Muhtemelen yeni mezunlardandı. Stresten elindeki dosyayı sıkıp duruyordu.

“Ben Betül Yüksel mücevher tasarımcısıyım. İş görüşmesi için geldim.”

“Evet, Betül Hanım cv’nizi verip oturabilirsiniz.”

Dosyayı teslim edip karşımdaki koltuğa oturdu. Tasarım port folyosunu inceledim. Oldukça iyi iş çıkarmıştı. Üstelik kendine olan güveni de iyi bir artıydı. Bu ismi önümdeki kâğıda fark ettirmeden not aldım. İş hakkında birkaç soru sordum. Ve bu şekilde pek çok kişiyle görüştüm.

Gelenlerin karakteristik özelliklerini isimlerinin yanına yazdım. Kendilerine dönüş sağlanacağını iletip dosyalarını aldım. Ben tasarımcı değildim. Bu port folyoları bu işten anlayan birine gösterip fikir alacaktım. Tam toparlanıp çıkacakken kapım tekrar tıklatıldı. Gelen Nilaydı.

“Dinliyorum.”

“Sanırım çıkacaktınız, bir kişi daha geldi. Görüşme süresinin bittiğini söyleyip göndereyim mi?”

Elime aldığım ceketi yerine astım.

“Gelsin bir kişiyle daha görüşecek vaktim var.”

Kapıyı tıklatıp içeri gelen kadın ile ona döndüm. Gördüğüm kişi ile bir an afalladım. Tam konuşacakken benden önce davrandı.

“Merhaba ben Bahar Uslu, geç kaldığımı biliyorum. Kusura bakmayın. Buyurun cv’im”

Dosyayı önüme koyup karşıma oturan kadınla şaşkınca ona baktım. Anlamaya çalışıyordum ne dönüyordu. Yüzünü inceledim, yara izine sahip değildi. Birbirine bu kadar benzeyen iki insan olabilir miydi? Şaka yapıyor desem Maye böyle şeylerle uğraşacak biri değildi. Acaba bana yaşattığı sinir harbinden sonra hayal görmeye mi başlamıştım. Karşım da oturan kadın Maye’nin tıpatıp aynısıydı. Bana seslenmesiyle kendime geldim.

“Alparslan Bey iyi misiniz?”

“Evet, lütfen devam edin sizi dinliyorum.”

“İsmimi zaten söyledim. Ben daha önce pek çok yerde çalıştım. Mesleğim konusunda da kendime güvenim tam. Daha önce iki şirkette baş tasarımcı olarak idaredeydim.”

“Peki, neden buradasınız. Daha önceki işlerinizden neden ayrıldınız.”

“İlk işimden şirket tasarım bölümünü kapatma kararı aldığından dolayı ayrılmak durumunda kaldım. İkincisin de ise patronum iş konusunda bana zorluklar çıkarmaya başlamıştı. Anlaşamadık. Daha fazla yıpranmamak için işi bıraktım.”

“Ne gibi zorluklar”

“Ben kısa bir süre önce anne olacağımı öğrendim. Patronum ve ekibim bunu öğrendiğinde bana işimi iyi yapamayacağıma dair mobbing uygulamaya başladılar.”

“Anladım. Peki, neden kendinize ve bebeğinize vakit ayırmak yerine çalışmak istiyorsunuz?”

Bunu söylediğimde kaşlarını çatıp bana baktı sanırım eski patronu gibi onu eleştirdiğimi düşünmüştü. Konuşmak üzereyken ben tekrar konuştum.

“Yanlış anlamayın, eleştirmek için söylemedim. Sadece neden çalışmak istediğinizi öğrenmek istedim.”

“Ben biraz hiperaktif biriyim. Evde oturmak bana göre değil. Bu yüzden çalışmak istiyorum. Emin olun işimi gerçekten en iyi şekilde yapmaya gayret gösteren biriyim. Eğer bir şeyleri yapamayacak gibi hissedersem önce ben istifa ederim.”

“Anlıyorum, kendinize olan güveninizi sevdim. O halde kendi ekibinizi oluşturmak konusunda size güvenebilir miyim?”

“Nasıl yani beni işe aldınız mı?”

“Evet. Cv’nizde ki tavsiye notunu yazan kişiyi tanırım. Kimse için boş yorum yapmaz. İşe alındınız. İlk göreviniz de ekibinizi oluşturmak. İşinizi iyi yaptığınız ve herhangi bir aksaklığa sebep olmadığınız sürece, iş saatlerin de esneklik yapabilirsiniz. İsterseniz evden de çalışabilirsiniz. Tek kural iş konusunda bir sorun yaşamayalım. O zaman hayırlı olsun. Yarın imzaları atmak için uygun mudur?”

“Tabi olur. Çok teşekkür ederim. Yüzünüzü kara çıkarmayacağım.”

“Eminim. Ama bana bir söz verin. Kendinizi hırpalamayacaksınız. Bu şirket güçlü kadınlarla güçlenmeli, onları tüketerek değil.” Bu sözlerim onu mutlu etmişti. Heyecanla konuştu.

“Söz”

“Son bir soru sorabilir miyim?” merakıma engel olamamıştım.

“Tabi buyurun.”

“Maye Vera Kurt, bu isimde birini tanıyor musunuz?”

“Hayır, daha önce duymadım. Tanımam mı gerekiyor. Kim?”

“Önemli değil. Öylesine sormuştum. Benim şimdi çıkmam gerekiyor. Yarın görüşürüz. İncelemeniz gereken portfolyoları da size veririm. Kendi ekibinizi oluşturursunuz.”

“Görüşmek üzere iyi günler.”

“İyi günler.”

Bu kadın da kimin nesiydi. Bu iş dramaya bağlamazdı inşallah. İki kişinin birbirine bu kadar benzemesi tek yumurta ikizi gibiydiler. Ceketimi alıp çıktım. Annemi bir isteği olup olmadığını sormak için aradım. Bir şey istemediğini hemen eve gelmemi geç kalmamamı söyleyip yüzüme kapattı. Misafir ağırlayacağı için heyecanlıydı.

Maye Vera Kurt

Hazırlanıp arabama bindim. Mavi bir boğazlı kazak, kahverengi bol paça bir pantolon giydim. Kabanlarımdan birini de aldım. Havalar soğumaya başlamıştı. Atılan konumda ki eve vardığımda. Alparslan da yeni gelmişti. Araçtan inip yanına yürüdüm.

“Beni kapılarda karşılamana gerek yoktu.”

“Yeni geldim, aynı senin gibi.”

“Ne o rolleri mi değiştirdik. Şimdi sinir eden ben olan da sen oldun.”

“Seni sinir edebildiğimi bilmek güzel, unutma ki bunu en başta sen başlattın. Sorularıma cevap verseydin seninle uğraşmak bu kadar zevkli olmazdı.”

“Onu fark ettim. Olaylardan sonra rahatsız eden oldu mu?”

“Ne yapacaksın, kafasına mı sıkacaksın.”

“Yo ben öldürme taraftarı değilim daha çok süründürürüm. Ölümü kendileri tercih ederler.”

“Deli kadın.”

“Ne o benden korkuyor musun yoksa?” bunu söylerken alaycı bir tavırla onu baştan aşağı süzmüş ve göz kırpmıştım.

“Ne alakası var. Hadi annem heyecanla seni bekliyordu. Gidelim, buyur.”

Bundan adam olmaz bakışlar atarak kafasını iki yana salladı. Eli ile yolu göstererek beni buyur etti. Kapıyı çaldığımızda, önce paldır küldür bir gürültü geldi. Peşinden de kapı açıldı. Melek hanım bütün güler yüzlülüğü ile kapıdaydı.

“Hoş geldin kızım gel içeri geç.”

“Beni görmezden geldiğin için sağ ol anne. Müsaade var mı bende gireyim.”

“Zevzeklik yapma. Misafir misin sen buyur edeyim. Gir işte içeri.”

Bu diyalog beni güldürmüştü. Melek Hanımın yol göstermesi ile salona geçtik. Alparslan da üzerini değiştireceğini söyleyip odasına çıktı. Sofra hazırlanırken sohbet ediyorduk. Alparslan da bize katılmıştı. Söylediğine göre Taner diye bir arkadaşı daha gelecekti.

Biz melek hanımla konuşurken Alparslan’ın gözü üzerimdeydi. Ardından söze girdi.

“Keşke ailende gelseydi. Annem seni bayağı sevdi. Eminim annenle de iyi anlaşırdı.” Sözleri üzerine melek hanım da onu onayladı. Boğazıma bir yumru oturmuştu. Fakat belli etmedim.

“Doğru kızım benim çağırmak aklıma gelmedi. Ailenle de tanışmayı çok isterdim.”

“Bilmiyorum.” Melek hanım şaşkın bir şekilde sormuştu.

“Anlamadım kızım.”

“Yani şey yetimhane de büyüdüm ben. O yüzden bilmiyorum. Açıkçası kim oldukları ile de ilgilenmiyorum.” İkisinin de yüzü düşmüştü Alparslan sorduğu sorudan pişman olmuş gibi duruyordu. Kısık bir “Anladım.” Çıktı ikisinin ağızından da.

Ortam gerilmişti. Sofranın hazır olduğunu gördüğümde ortamın havasını dağıtmak için konuştum.

“Sofra hazır sanırım geçelim mi? Gerçi biri daha gelecekti galiba.” Melek Hanım sözlerimle hemen ayağa kalkmıştı.

“Tabi kızım buyur. Oturalım sofraya. Taner gecikecek anlaşılan. Çocuklar sofra hazır hemen aşağıya inin. Misafirimize bir hoş geldin bile demediniz.”

Melek hanımın ani bağırması ile boş bulunup irkilmiştim. Bunu gören Alparslan bana gülüyordu. Masaya geçerken telefonum çalmaya başladı. Cevaplamak için durmuştum. Melek hanımlar da durup beni beklediler. Arayana baktığımda bu yemeyi yiyemeyeceği mi de anlamıştım. Hızla cevapladım.

“Dinliyorum”

“Irağa gitmen gerekiyor. Detaylar için sana gönderilen buluşma yerine gel.”

“Anlaşıldı geliyorum.” Aramayı sonlandırıp melek hanıma döndüm.

“Kusura bakmayın Melek Hanım yemeğe katılamayacağım. Irak’a uçmam gerekiyor. İşle ilgili acil bir mesele.”

“Kötü bir şey yok ya kızım.”

“Yok, merak etmeyin. Söz veriyorum bu yemeyi telafi edeceğim, şimdi müsaadenizle.”

Eşyalarımı alıp melek hanımla vedalaştım. Arabama binmek üzereyken Alparslan beni durdurdu.

“Maye önemli bir şey yok dimi. Yapabileceğim bir şey varsa söyle.”

“Sıkıntı yok. Merak etme. Yakında görüşürüz. Vakitsiz.”

Arabama bindiğimde “O ne demek” diye sordu.

“Senin yeni lakabın. Güle güle kullan.”

Çocuksu davranışlarından mı bilmiyorum ama bu adamla uğraşmak oldukça eğlenceliydi.

 

Bölüm : 13.01.2025 20:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...