80. Bölüm

🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)

HELEN MAVİ
mavimsu_

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

(🎭)

 

Bölüm Sözü

 

Kırılmış kalplerin sahipleri kırmak için ant içmiş kişilerdi.

Onlardan birini görmek için aynaya bakman yeterli...

H. G. 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

**ŞU ANDAN İTİBAREN OKUYACAĞINIZ BÖLÜMLER, KİTABIN SON BÖLÜMLERİ OLMAKLA BERABER TAMAMI "Külden Elbisem-Ateşin Külü" EVRENİNE AİTTİR.***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Zar zor nefes almıştım. Nefes almak çok zordu. Dibin dibini görmüştük. 24 yaşımdayken görmediğim şey kalmamış gibiydi. İçimiz yanıyordu. Benim de onun da içi yanıyordu. Hera ve Hera'nın çocukluğu. Ben, sen, biz gibiydi. Duvar dibine çökmüştüm. Buz gibi beton zemine oturmak iyi geliyordu. O kadar çok şey kötü giderken bir bu iyi geliyordu.2

 

Ağlayanlar, kriz geçirenler, kendini suçlayanlar, acı çekenler ve ameliyatta olanlar olarak birkaç parçaya ayrılıyorduk. Birkaç parçamız ayrılıyordu. Bugün burada biz parçalanıyorduk. Yanılmıştım. Meğer birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içinmiş. Meğer birimizden birine bir şey olursa kendimizden geçermişiz.

 

İnsanı insan yapan insan gibi olmasıdır. Sevmeyi sevgi yapan candan öte olmasıdır. Acıyı acı yapan sevdiğine bir şey olmasıdır. Sevdiğimize bir şey olmuştu. Sonra olanlar bize olmuştu.

 

Sigaraya başlamak lazımdı. Benim hayatımda artık sigaraya ihtiyaç vardı. Ya zevkine ya derdine içilirdi sigara. Zevkine içmeye karşıydım. Derdime içmeye razıydım. Bir şeyler yanıyordu ancak yanan sigara olmuyordu. Artık yananların ateşine sigara tutmak gerekiyordu. Ruhlarını içimize çekerdik, duman çeker gibi. Ruhlarını özgür bırakırdık, dumanı bıraktığımız gibi. Sahi ya gerçekten de bıraktığımız gibi mi?

 

Evren hâlâ derin uykusundaydı. Her uyandığında aklına gelenler yüzünden bütün hastaneyi birbirine katıyordu. Elena, kocasını en son tekrar uyutuklarını görünce eve gitmişti. Lara, onun görümceden ziyâde arkadaşı, kardeşiydi. Kocasına ayrı arkadaşına ayrı canı yanıyordu. Yine de o bir anneydi. Evde onun tarafından emzirilmeyi bekleyen küçük oğlu vardı. Ondan güç almak için hastaneden ayrılmıştı.

 

Elena'nın çocuğu vardı. Benim ise çocuklarım vardı. İki sarışın çocuğum. Ağlamaktan içleri çıkmıştı ikisinin de. Göz atları kıpkırmızı olmuştu. Başımda dikiliyorlardı. Eh, bugün annelik yapsam iyi olacaktı. Sadece bugünlük kendimden ve onlarla arama koyduğum mesafeden ödün verebilirdim. İçeride canıyla uğraşan adamın hatrına bunu yapacaktım. O bana, "kardeşlerim sana emanet." demişti. O iyileşene kadar emanetlerine sahip çıkacaktım.

 

Benden onay bekleyen iki aptal sarışın kafamı sallayıp onay vermemin üzerine benimle beraber oturmak için harekete geçmişti. Doğu, sol tarafıma geçmişti. Batı, sağ tarafıma geçmişti. Biri sırtını benim gibi duvara yaslarken diğeri bununla uğraşmak yerine yerde uzanmıştı. Başını boylu boyunca uzatığım dizlerimin üstüne yerleştirmişti. Yüzü karnıma dönüktü. Diğeri, ikizinin bu hareketinden cesaret almıştı. Duvara yaslı başını omzuma koymuştu.

 

Anne olmak neydi? Annelik nasıl olurdu? Bilmediğim nadir konular arasında yer alıyordu. Ne sevdik. Ne sevildik. Ne de bildik. Anne nasıl olmaz derlerse yığınla şey sayardım. Anne nasıl olur derlerse, işte o zaman susardım. Öyle susardım ki görenler hiç konuşamıyorum sanardı. Hiçbir şey bilmediğim konuda söz konusu bu iki çocuk olduğunda çok şey biliyormuş gibi hissediyordum. Annelik böyle bir his miydi? Daima koru. Sürekli sev. Üzülürlerse önce onlarla beraber üzül sonra onları üzen herkesi üz. Eğer bütün anneler böyle hissediyorsa, benim bu iki çocuk için çocuğum gibi hissetmem anne olduğum anlamına mı gelirdi?

 

Kızgındım onlara. Kırgındım onlara. Muhtemelen işler bu noktadan sonra nasıl düzelir? Ne kadar düzelir bilmesem de düzeldiğinden emin olduğum an, onlarla arama yine aynı mesafeyi tekrar koyardım. Kızgınlık geçiciydi. Elbet geçerdi. Peki ya kırgınlıklar? Benim onlara kızgınlığım geçse, kırgın yanım geçer miydi? Batı'nın saçlarını okşadığımı daha yeni yeni fark ediyordum. Tıpkı Doğu'nun omzumda duran başının üstüne başımı yasladığımı daha yeni fark ettiğim gibi. Bunu fark eder etmez geri çekilebilirdim. Yapmadım. Onların bana ihtiyaç duyduğu gibi benim de onlara ihtiyacım vardı.

 

Bakışlarım etrafıma kaymıştı. Kansu bize duygu dolu gözlerle bakıyordu. Yapabilse gelir teşekkür ederdi kardeşlerini geri çevirmediğim için. Ona boş gözlerle baktığımı fark ettiğinde önüne dönüp hastanenin bir o başından bir bu başına doğru yaptığı yürüyüşüne kaldığı yerden devam etmişti.

 

Peşi sıra Mert'e takılmıştı gözüm. Tıpkı benim gibi hastane koridorunda bulunan banklara oturmak yerine buzdan zemine oturuyordu. Dizlerini kendine doğru çekmiş, kafasını üzerine yerleştirmişti. Yüzünü göremiyor olsam da ağladığını hissediyordum. Ağladığını bilmek kalbimi kasıyordu. Koskoca adamlar telef olmuştu. Hazar kardeşlerinin bu hâle geleceğini bildiği hâlde onlara böylesine büyük acıyı nasıl yaşatmıştı hâlâ daha aklım almıyordu.

 

Erdem Eraslan belki de grup içinde Evren'den sonra en kötü olanıydı. Onun Hazar'a karşı zaafı vardı. Herkesi ayrı Hazar'ı ayrı severdi. Duvara sırtını yaslamış, ayakta duruyordu. Kollarını önünde birleştirmişti. Saatlerce milim hareket etmeden bu şekilde durmuştu. Bakışlarını hastane zemininden hiç ayırmamıştı. Canı çok yanıyordu. Yüzü robot gibiydi. Robotların da canı yanarmış meğer, tıpkı klonların da canının yandığı gibi.

 

Ellerim Batı'nın yumuşacık saçları arasında gezinmeye devam ediyordu. Batı ne zaman saçıyla oynansa hemen uyurdu. Onun uyuduğunu gördüğüm hâlde saçıyla oynamaya devam etmiştim. Bu onu uyuttuğu kadar beni de rahatlatıyordu. Doğu'nun nefes alış verişlerinin düzene girmesi onun da uyuduğu anlamına geliyordu. Çok yorulmuşlardı. Kaç gündür Lara'yı bulacağız diye uykusuz kaldıklarına emindim. Üstüne bir de bunca üzüntü eklenince iyice yorgun düşmüşlerdi. Uyandıklarında Lara'yı bulamadıkları için kendilerini suçlayacaklardı.

 

Lara'yı bulamamak...

 

Bu gerçekten mümkün olamayacak kadar imkânsızdı. Beni de iki yıl boyunca aramışlardı fakat bulamamışlardı. Bunun sebebi Arzem Soykamer'di. Ulu'm fazlasıyla güçlü, eli kolu uzun bir adamdı. Beni saklamayı başarmıştı. Melisa'nın uykuda ki bedenini yıllarca babasından gizlemeyi becermişti. Lara'yı kaçıranlar yeni bölge liderleriydi. İşte mümkün olmayan kısım tam olarak burasıydı. Bölge liderleri ülkenin o güne ait kamera kayıtlarını yok edemezdi. Lara'nın yüksek güvenlikli evine ellerini kollarını sallayarak girip, onu alıp çıkamazlardı. Arkalarında mutlaka onlara yardım eden biri olmalıydı. Bunun tek bir anlamı vardı:

 

YENİ VE GÜÇLÜ BİR DÜŞMAN.

 

Koridorun sonunda ayakta dikilen adama kaymıştı gözlerim. Öylece duruyor, sanki her şeyi düşünüyordü. Olanları düşünüyordu. Ya da belki de olacak olanları düşünüyordur. Çok şey olacaktı bu saatten sonra. Yer yerinden oynayacaktı. Hiç kimse eskisi gibi olamayacağımızı biliyordu. Her şeyden öte bugün biri ölmüştü. Onlardan biri ölmüştü. Bu kişi içlerinden birinin kız kardeşiydi. Bu bile başlı başına kırmızı alarm demekti. Henüz uluların hiçbir şeyden haberi yoktu. Hazar'dan kesin sonuç alıncaya kadar kimsenin haberinin olmaması işimize gelirdi.

 

Arem, fazlasıyla yorgundu. Göz altları mosmordu. İlk andan beri elini yumruk yapmaktan bir an olsun vazgeçmemişti. Kendisi ile savaşıyordu. Bitmişti, tükenmişti. Hazar'ın ona söylediği son sözleri hatırlamıştım. Eminim kendisi de şu an o sözleri kafasında döndürüp duruyordu. Hazar ona Kamer'i istediğini söylemişti. Kamer gelirse ortalık savaş alanına dönerdi. Bunu tahmin etmek zor değildi. Arem'in lider olmasının en büyük sebeplerinden biri son derece sakin olmasıydı. Olayları en ince detayına kadar düşünüp bu şekilde hareket etmesiydi. Öfkesiyle hareket etmeyen bir yapıya sahipti. Fakat Kamer öyle değildi. O gücünü öfkesinden ve nefretinden alırdı. O gelirse savaş yerine barış olsun diye uğraşan Arem gidecek, aksine tek kurtuluşun savaşmaktan geldiğine inanan Kamer gelecekti. Bu durumda onunla baş etmek imkansızdan öte olacaktı.

 

Ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını soğuk zeminden alıp bana çevirmişti. Şu an nedense en az ikizlerin bana ihtiyacı olduğu kadar onun da bana ihtiyacı var, düşüncesine kapılmıştım. O güçlüydü. O güçlü olmak zorundaydı. İkizler onun gibi değildi. İkizler zayıftı. O kendi acılarıyla kendi kendine baş edebilirdi. Ben kendi acılarımla kendi kendime baş edebilirdim. Ama ikizler bunu yapamazdı. Onlar dururken Arem'i seçemezdim. Bunu o da biliyordu. O yüzden sadece başını sallayıp beni anladığını göstermekle yetinmişti.

 

Hazar, ameliyata gireli neredeyse 3 saat olmuştu. Ameliyatın daha ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Elimizden onun bir an önce sağlıklı şekilde çıkmasını beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Hoş Hazar sağ salim şekilde çıksa bile artık eski Hazar olmayacaktı. Lara öldükten sonra o nefes alsa kaç yazardı. Hazar en fazla ayağa kalkar, sevdiği kadının intikamını alır sonra bir yerlerde yine canına kıymaya kalkışırdı. Bu süreçte oldukça uzun süre veliahtların onu tek başına bırakmaması gerekiyordu. Aynı şey bugün içinde geçerliydi. Veliahtların Hazar'ı tek başına bırakmaması gerekiyordu. Fakat o bir yolunu bulup kardeşlerini atlatmayı başarmıştı. Yine aynı şeyi başarıp başaramayacağı kesin değildi.

 

Gerçekten güzel sevmişti Hazar Orhon. Bütün kalbiyle sevmişti. Birçok adamın yapamayacağı kadar güzel sevmişti. Zaten o öylesine güzel sevmişti ki bu yüzden kavuşamamıştı bir türlü. Bu yüzden olamamışlardı bir türlü. Lara bir başkasını seviyordu. Bir başkası bir başkasını seviyordu. Bu böyle devam ederken Hazar, Lara'yı sevmeyi tercih etmişti. Emindim ki Lara da elinde olsaydı Hazar'ı sevmek isterdi. Ne yazık ki bu tarz şeyler elimizde değildi. Kimi sevebileceğimizi biz seçemiyorduk. Tıpkı ne zaman öleceğimize bizim karar veremediğimiz gibi.

 

Hayat denilen şey inanılmaz değişik bir olaydı. Bir kere adil değildi. Herkese eşit şartta imkanlar sunmuyordu. Kimisi hayatını yaşarken kimisi o hayatın içine gömülüyordu. Kimisi mutluyken kimisi ölmeyi diliyordu. Aslında birinin diğerinden bir farkı yoktu. Kimse kimseden üstün değildi. Kimse kimseden kötü değildi. Hiç kimse doğar doğmaz kötülüğü seçmezdi. Şartlar onu kötülüğe iterdi. Hayatında daima iyi şeyler yaşayan biri kötü olmazdı. Hayatında kötülükten başka bir şey yaşamayan kişiler de iyi olamazdı. Hayat bu yüzden çok inanılmazdı. Hem adil değildi hem de adil olmadığı insanların eşit olmasını, birbirlerine eşit şekilde davranmasını isterdi. Asıl haksızlık buydu. Bana göre haksız olan kısım hayatın herkese eşit olmayışı değil de hayatın herkese eşit olmadığı halde herkesten eşit olmasını beklemeseydi. Adil olmayan hayat bu yüzden adiydi.

 

Derin düşüncelere dalmış kendi iç dünyamda kendimle sohbet halindeyken koridorun sonundan gelen ayak sesleri bakışlarımı gelenlerin kim olduğunu görmek için o tarafa çevirmeme neden olmuştu. Hazan gelmişti.

 

Tek başına değildi. Yanında Lerzan da vardı. Hazar şu an burada olsaydı kız kardeşinin Lerzan'la yan yana olduğunu gördüğü an büyük olay çıkarırdı. Bu konuda Lerzan'ı uyarsam iyi olacaktı. En azından Hazar iyileşene kadar onu kızdırmamaya özen göstermeliydi. Hoş Hazar'ın iyi olup olmayacağı belli değildi ama bütün umutlarım onun sağ salim ayağa kalkması yönünde olduğu için hayatının ilerleyen kısmında onu öfkelendirecek her şeyi bizzat kendi ellerimle hayatından çıkaracağıma emindim. Eğer Hazar, Lerzan ve Hazan ilişkisine karşıysa o zaman bu ilişkiye ben de karşı olacaktım.

 

Hazan'ın geldiğini gören bütün ağabeyleri yaptıkları işi bırakıp onun yanına doğru gitmişlerdi. Hazan'a ilk yetişen kişi Kansu olmuştu. Hiçbir şey söylemeden kardeşinin kardeşini kolları arasına alıp sımsıkı sarılmıştı. Bu mesafeden Hazan'ın yüzünü göremiyordum. Ağlayıp ağlamadığı hakkında kesin bilgiye sahip değildim. Fakat Kansu'ya sımsıkı sarıldığı için kendisinin güç toplamaya ihtiyaç duyduğunun farkındaydım. Bu konuda ağabeyleri ona tam destek çıkacaktı.

 

Hazan ile en son karşı karşıya geldiğimde kızın başına ağabeyini deli etmek için silah dayadığımdan ötürü ona selam vermeyi düşünmüyordum. O selamı almazdı çünkü.

 

Mert olduğu yerden kalkıp hızla onların yanına doğru gitmişti.

 

"Burada ne işin var? " Soru tabii ki de Lerzan'a sorulmuştu. Lerzan son derece sakindi. Sorun çıkarmaması gerektiğini biliyordu. Sakinliğini koruyarak Mert'e cevap vermişti:

 

"Hazan ve onun inanılmaz kuvvetli hisleri getirdi bizi buraya. " Son derece rahat tavrıyla konuşup sözlerinin sonunda omuz silkmişti. Hazan'a kayan gözlerim onun sorun çıkmasını istemediği için durumu toparlama çabası içerisine girdiğini görmüştü.

 

"İçimde kötü bir his vardı. Sanki Hazar ağabeyimin başına gelecek kötü şeyler varmış gibi hissediyordum. Size soracak olursam böyle bir şey yaşanmışsa bile bunu bana anlatmayacağınızı biliyordum. Ben de Lerzan'dan yardım istedim. O da biraz kurcalayınca hastanede olduğunuzu söyledi. Siz buradasınız ama ağabeyim nerede? "

 

Sorduğu son sorunun üzerine gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Buna benim bir cevabım yoktu. Buradakilerin nasıl bir cevabı olurdu emin değildim. Bildiğim tek şey Hazar'ın kaç kişiyi gerisinde bırakacağını hesap etmeden kendi canına kıymış olmasıydı. Hazan için ağabeyin vuruldu demek ve ağabeyin kendini vurdu demek arasında çok büyük farklar olacaktı. Ağabeyin vuruldu demek, yaptığı iş doğrultusunda edindiği düşmanlardan biri onun canına kastetti demekti. Ağabeyin kendini vurdu demek gerisinde bırakacağı insanlar arasında senin olmanı umursamadı demekti. İkisi arasındaki fark, fazlasıyla ağırdı.

 

Kimseden ses seda çıkmıyordu. Herkes son derece suskundu. Muhakkak benim düşündüklerimi onlar da düşünüyor olmalıydı. Hazan'a bu acıyı yaşatmak istemiyorlardı. Peki öyleyse ağabeyleri olarak onlara emanet edilen kız kardeşlerine yalan mı söyleyeceklerdi?

 

"Vuruldu. Ameliyattan çıkmasını bekliyoruz. " Demişti Arem. Sakindi. Ya da sadece sakin görünmeye çalışıyordu. Hazan'ın bakışları ona dönmüştü. Adımlarını onun olduğu tarafa doğru yönlendirip, tam karşısına geldiğinde hiçbir şey söylemeden sımsıkı sarılmıştı ona. Bu küçük kız için buradakilerin hepsi Hazar'dan farksız değildi. Her birinden güç almak istiyordu. Bunu gözlerinden görebiliyordum. Küçük kızın ona sarılışının ardından aynı şekilde ona sarılarak karşılık vermişti Arem.

 

"Nasıl vuruldu? Kim vurdu?" Arem'in bu mesafeden bile yutkunduğunu görebiliyordum. Hazan hâlâ başını Arem'in göğsünden kaldırmamış, sorularını peşi sıra sormuştu. Sorduğu soruların soruyu yönelttiği kişide açtığı yaraları hesaba katamayacak kadar konudan habersizdi.

 

"Kimse vurmadı." Kendisine yeterli zamanı ayıran adam küçük kıza bilmesi gerekeni olduğu gibi vermişti. Ona yalan söylememeyi tercih ettiği için mutlu olmuştum. İnsanlar üzerinde yarattığımız etkinin boyutu önemli değildi. Küçük büyük fark etmeksizin insanlara hakkı olan şeyi vermeliydik. Bilmeleri gerekeni vermeliydik. Onlara karşı daima dürüst olmalıydık. Bunun sonucunda canları acır ya da acımaz, bunlar ihtimaller doğrultusunda olabilecek şeyler de olsa hiçbir şey bir insanın canını ona karşı söylenen yalandan daha çok acıtamazdı.

 

"Nasıl yani?" Başını yavaş hareketlerle Arem'in göğsünden kaldıran kız, hiçbir şeyi anlamadığı için soru dolu gözlerini onu aydınlatmasını beklediği adama doğru çevirmişti. Arem bunu yapmakta gecikmeden ona istediğini vermişti.

 

"Hazar kendini vurdu." Yaşadığı şokun etkisiyle ağzını eliyle sımsıkı kapatan kız, olduğu yerde öylece kalakalmıştı. Bunun canını acıtacağını biliyordum. Keza öyle de olmuştu. Onun canı şu an gerçekten fazlasıyla acıyordu.

 

"Sonunda intihar etti yani." Kendisini ilk ifade ettiğinde herkes gibi benim de bakışlarım kıza doğru dönmüştü. Aydınlanmışcasına bir hâli vardı. Hazar'ın intihar etmesi tahmin ettiğim gibi onu üzmüştü. Yine de aynı zamanda tahmin edemeyeceğim türden harekette bulunmuştu. Hazan sanki bunun olacağını biliyordu.

 

"Ne demek bu şimdi?" Erdem Eraslan yaslandığı duvardan kendini çektiğinde bakışlarını Hazan'a doğru çevirmiş, adımlarını ona doğru yönlendirmişti. Hazan hâlâ sessizdi. Bu sessizliğin üzerine Erdem konuşmaya devam etmişti.

 

"Sonunda derken ne demek istedin Hazan?" Herkes gibi ben de fazlasıyla meraklanmıştım. Hazan'ın konuşmaya başlamadan önce eliyle gözyaşlarını sildiğini görmüştüm. Derince iç çektikten sonra konuşmaya artık hazır olduğunu düşünmüş olacak ki merak içinde bıraktığı bizlere cevap vermişti.

 

"O ölüydü zaten. Siz onun yaşadığını mı zannediyordunuz? Benim ağabeyim yaşamak için fazlasıyla ölüydü." Bütün sözlerini yere bakarak söylemişti Hazan. Omuzlarında gerçeklerin yükü vardı. Şimdi o yükleri almış, eşit parçalara bölmüş, hepimizin omuzlarına yüklemişti. Artık hepimiz, omuzlarımızda bu acı gerçeği sırtlamanın ağırlığını taşıyacaktık.

 

Ben bile içlerinde Hazar'la en az vakit geçiren kişi olduğum halde onun hayattan vazgeçtiğini, yaşama dair umudunun kalmadığını göremediğim için kendimi suçluyordum. Kendimi diğerlerinin yerine koyacak olursam eğer bu suçluluk duygusu çok daha baskın olmaya başlayacaktı. Onlar neredeyse çocukluk yıllarından beri birbirleriyle içli dışlıydılar. Herkes birbirinin derdini de tasasını da bilirdi. Şimdi içlerinden biri intihara meyilli olduğu halde bunu kimse görememiş, bilememişti. İçeridekine bir şey olursa canları yanacaktı. İçeridekine bir şey olmasını engelleyemedikleri için ap ayrı canları yanacaktı.

 

"Ne zamandan beri biliyorsun bunu?" Mert tekrar kokuşmuştu. Hazan'a yönelikti sözleri. Hazan, kafasını yerden kaldırıp tekrar ona odaklamıştı. Omuzlarını dik tutmaya çalışarak konuşmuştu. Güçlü görünmeye çalışıyordu. Lerzan, onun bu hâlini görünce daha fazla dayanamamış olacak ki yavaş adımlarla onun yanında yer edinmişti. Tam arkasında durduğunda Hazan bu kez ona bakmıştı. Lerzan, Hazan için yeterli olmuştu. İkisi arasında geçen tek bakışma Hazan'a güç olarak geri dönmüştü. Sanırım gerçek aşk buydu. Ya da hayır, gerçek aşk içeride yatan adamdı.

 

Bazen kendimi bu insanların içinde yerim yokmuş gibi hissediyordum. Sanki onlar bir bütünmüş de ben bütünü bozuyor ya da fazlalık oluyordum. Bazense kendimi bu dünyada yerim yokmuş gibi hissediyordum. Sanki yaşamak bile benim hakkım değilmiş gibi. Böyle hissetmem artık bana yabancı gelmiyordu. Neticede ben makinelerin ürettiği bir deneyden başka bir şey değildim. Bir çocuk ölmek üzereydi. Ben o çocuk ölmesin diye var edilmiştim. Yapmam gereken tek şey çocuğu hayatta tutmaktı. Bunu başarmıştım. Bir bebek olarak geldiğim Dünya'da küçük bir kız çocuğunun hayatını kurtarmayı başarmıştım.

 

İnsanlar çok fazla yaşayamayacağımı, günün sonunda kahramanlığımı bitirip ölmem gerektiğini düşünmüşler. Neticede klonların ömrü azdır demişler. Lakin ben sanki bu Dünya'da yerim varmış gibi köklerimi sımsıkı hayata sarmıştım. Yaşamak için direnmiştim. Sonunda ölmeyeceğimi anladıklarında beni kendilerinden olabildiğince uzaklaştırmışlardı. Ben onları bilmeden, kim olduğumu bilmeden, neden var olduğumu bilmeden yıllarımı bu şekilde geçirmiştim. Yıllar sonra hayatıma girip hayatlarını hayatıma katmışlardı. Buna rağmen ben hâlâ onların içinde yerim yokmuş gibi hissediyordum. Yıllar önce beni aralarından gönderenler, onlar daha çocuk olduğu için onlar olmasa da, bu şekilde hissetmekten kendimi alı koyamıyordum.

 

"Onu ilk gördüğüm günden beri." Hazan soğuk sesiyle konuştuğunda onun sesinin beni tir tir titretmesine çok şaşırmıştım. Hazar Orhon...

 

Onun ölmeyi dileyen tarafını benim ölmeyi dileyen tarafım nasıl olmuştu da fark edememişti. Hani küskün göz küskün gözü görür görmez tanırdı. Ben niye tanıyamamıştım onu? Ölmeyi dilemek çürümüş bedenlerin en büyük tutkusudur. Hayal ederdi onlar. Bazen kurşun, bazen yangın, bazen trafik kazası ama öyle yahut böyle her ne şekilde giderse gitsin, kafasında kurduğu hikâyenin sonu mutlaka ölümle biterdi. Masallara inanmamak lazımdı. Ölmeyi hayal etmeyen biri ölümü gerçekleştiremezdi. Öyle istemekle de olmazdı bu iş.

 

Lara Korkmaz...

 

Aklımda dönüp duran parçalar tek tek yerine oturuyordu. Hazar belki de yıllardır ölümü hayal ediyordu. Bunu bir türlü gerçekleştiremiyordu. Onun hayatında mutluluk kaynağı olan biri vardı. Lara'yı sevmek bile onu aslında hayatta tutuyordu. Lara gitti umutlar bitti. Lara gitti ilaç bitti. Lara gitti ölüm hayal edildi. Lara gitti ölüm istenildi. Lara gitti ölüme teşebbüs edildi. Lara gitti çünkü Hazar bitti.

 

Sertçe yutkunmuştum. Biz bugün Hazar'ın sağ çıktığını görsek bile sağ çıktığını göremezdik. O adam sağ değildi. Artık değildi. İlaç yoksa hasta ölürdü. Bu, bu kadar basitti işte.

 

Sıkılmıştım. Her dakika düşünmekten. Gücüm kalmamıştı. Bu adam kendinden geçmişti. Ne gelirdi elden? Hiçbir şey gelmezdi. Giden gelmezdi. Giden gelmiyordu. Bakışlarım tekrar onların olduğu tarafa döndüğünde her birinin surat ifadesini tek tek incelemiştim. Ne anladıysam onu anlamışlardı. Her biri yıkılmıştı. Geç kalışlarına yıkılmışlardı. Kardeşlerini kurtaramadıkları için tükenmişlerdi. Bu adamların hayatları gözlerinin önünde kayıp gidiyordu. Yapabildikleri tek şey hayretler içinde durmaktı.

 

"Lara. Lerzan onun kaçırıldığını söylemişti. O- o öldü değil mi?" Hazan'ın sesi beni ona bakmaya itmişti. Bir başka aydınlanmayı bu kez bu kız yaşıyordu. Ah be dövmeli veliaht... Varlığın hiçbir şey yapamadı şayet biz yokluğunla terbiye olduk. Yokluğunla varlığını anladık. Biz yokluğuna alışamadık da varlığından utandık.

 

"Öldü." Arem soğuk zeminden gözlerini ayırmadan konuşmuştu. Cebinden çıkardığı sigara paketini açmakla meşguldü. Paketten sigarasını çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirmişti. Ucunu ateşe verip deridine içerlenmişti. Derince çekmişti içine zehirli dumanı. Zehiri iyi geliyordu. Arem Barkın Soykamer canı acıdığında içerdi.

 

Arem Barkın Soykamer kendine yandığı her an, sigarasını kendi yerine yakardı.

 

"Onun için yapabileceğiniz bir şey yok." Hazan konuşmak için kendini zorluyordu. Aynı zamanda ağlamamak için de kendini zorluyordu.

 

"Bırakın ölsün ağabeyim." Hazan sertçe yere kapaklanmıştı. Son gördüğüm Lerzan'ın öne doğru atıldığıydı. Gözümü sımsıkı kapatmıştım. Batı'nın saçını okşadığım elim durmuştu. Gözlerimi tekrar açtığımda yine bir grup bitmiş adam görmüştüm.

 

"O ne demek?" Erdem, Hazan'a doğru hızla hücuma geçmişti. Yolunu Kansu ve Mert kesmişti. Erdem Eraslan iyi değildi. Hiç iyi değildi.

 

"Ölüm demek aşk demektir. Aşk demek hayat demektir. Aşk öldürür. Aşk hayatta tutar. Ama eğer aşka bir şey olursa asıl ölüm o gündür. Aşk, sadece hayatta olanı öldürür."

 

Ağlıyordu Hazan. İçi çıkana kadar ağlıyordu. Canından can gidiyor olduğundan ağlıyordu. Öyle çok ağlıyordu ki nefes alamaz olmuştu. Kolay mıydı? Kolay mıydı biri söylesindi? Koskoca Hazar Orhon'du o. Onun yenilişine kim dayanırdı ki kız kardeşi dayansındı.

 

"Bunu sana o söyledi değil mi?" Erdem Eraslan. Bu kez sıra sen de mi? Sen ne diye ağlarsın? O sol gözünden o yaş senden izinsiz düşmüş olmalıydı. Yoksa koskoca adam ağlar mı hiç? Peki ben ne diye ağlarım? Kendine ağlamayan içeride yatana ne diye ağlardı?

 

"O söyledi." Lerzan daha fazla dayanamıyor olacak ki, kızı kucağına almıştı. Yavaş yavaş onunla beraber ayağı kalktığında Hazan onun kucağında küçücük kalmıştı. Güç istiyordu Hazan. Güç almak istiyordu. Lerzan ona bu gücü verecekti. Sımsıkı sarılmıştı Lerzan'ın boynuna. Başını boyun girintisine yaslayıp bu kez orada içli içli ağlamaya devam etmişti. Lerzan'ın onun bu hâline karşı canının yandığı beliydi. Kızı alıp gitmeden önce bana bakmıştı. Baş selamı verip kucağındaki bitmiş kızla beraber, burayı terk etmişti.

 

Herkes dağılmıştı. Herkes tükenmişti. Herkesin canı yanıyordu. Ben herkes değil, dış kapının dış mandalıydım. Benim bile sitemim vardı içeridekine. Bizi bu kadar üzmeye hakkı yoktu. Ölmeyi dilemeye hakkı vardı ama ölmeye yoktu.

 

Batı'nın kucağımda hareketlendiğini hissetmiştim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ağladığını görmüştüm. Uykusunda ağlıyordu. Bu görüntü içime kor gibi oturmuştu. Öyle büyük acımıştı ki canım ruhumun acısı soluğumu kesmişti. Ağladığım için sarsılan omuzlarım başını omzuma koyup uyuyan Doğu'yu uykusundan etmişti. Zaten tetikte bekliyordu Doğu. Hazar'a bir şey olacak diye aklı çıkıyordu. Benim ağlayışım onu korkutmuştu. Dehşet içinde bana bakmıştı. Sonra etrafına sonra yine bana bakmıştı. Ben ona bakıp ağlamaya devam ederken elini kaldırıp yüzümde ki göz yaşlarını silmişti. Canı yanıyordu. Canım yanıyordu. Neden ağladığımı merak ediyordu. Başımı kucağımda ki kardeşine çevirmiştim. O hâlâ uykusunda ağlıyordu.

 

Benim baktığım yere baktığını hissettim. Yutkunmuştu. O sert yutkunuşu benim canımı bu kez onun için yakmıştı. Bize doğru yaklaşan adım seslerini duyuyordum. Kafamı Batı'nın ağlayan yüzünden ayıracak gücü kendimde bulamıyordum. Birinin tam önümüzde diz çöktüğünü anladığımda gelene bakmıştım. Kansu gelmişti. Kucağımdaki Batı'nın saçlarını sevmişti yavaş yavaş.

 

"Anne."

 

Batı'nın uykusunda söylediği o kelime. O mırıldanışı, acıyan canıma acı katmıştı. Yaralı insan vardı var olmasına da yaralı kelime olur muydu hiç?

 

Buradaki çoğu kişi için anne yaralıydı. Buradaki çoğu kişi anneden yaralıydı. Arem annesi olmadan büyümüştü. Mert'in annesi o küçükken ölmüştü. Babası sonradan Melisa'nın annesiyle evlenmişti. Doğu-Batı annelerinin nasıl öldüğünü bile bilmezdi. Kansu sırf babasına benziyor diye annesi tarafından sevilmezdi. Hazar'ın annesi gözlerinin önünde babası tarafından öldürülmüştü. Benim anne dediğim herkes ölmüştü. Sonra öğrenmiştim ki benim bir annem bile olmamıştı. Anne yaralıydı. Anne acıtırdı. Anne yarası iyileşmezdi.

 

Kansu'nun da canı yanıyordu. Doğu'nun saçlarını sevip gitmişti yanımızdan. Batı'yı böyle görmeye daha fazla dayanamamıştı. Gitmeden önce bana bakıp konuşmuştu. "Şarkı söylersen ağlamayı bırakır."

 

Şarkı söylersem mi? Gözlerimin içine çok uzun bakmadan yanımızdan kaybolmuştu. Karşımızda duran duvarın dibine bizim gibi çökmüştü. Dizlerini kendine doğru çekip başını gömmüştü. Ağlama sırası ona mı geçmişti?

 

Arem'e bakmak istemiştim. Ben de ondan güç almak istemiştim. Hazan'da işe yaramıştı. Belki bizde de işe yarardı. Ona baktığım sırada onun zaten beni izlediğini görmüştüm. Öyle bir bakmıştı ki bana içime işlemişti bakışı. Yapabilirsin demeden yaparsın demişti. Onu kafamla onaylayıp kucağımdaki çocuğuma dönmüştüm. Hâlâ ağlamaya devam eden oğluma. Onun için değerdi. Onun için yıllardır şarkı söylemeyen bana şarkı söyletmeye değerdi.

 

Derin nefes alıp vermiştim.

 

Ve sonra...

 

"Kelebek kadar, ömrümüz var. Sevmek lazım, hemen başlayalım. Kaybedecek, daha neyimiz var. Aşk için ne gerekiyorsa hepsi bende var." Bir yandan saçını okşayıp bir yandan şarkı söylüyordum. Yorgun olsam bile son nefesim olsa bile şarkı söylemeye devam edecektim.

 

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Doğu başını tekrar omzuma koymuştu. Sırtım duvarla bütün olmuştu. Kalbim çocuklarımla.

 

"Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi. Değiştirdin kanımı koydun zehrini. Örümcek gibi ördün zihnimi. Düşündükçe daha çok isterim seni." Gözlerimi kapatmış kendimden geçmiş gibi söylemeye devam ediyordum.

 

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan." Ağlama artık aptal sarışın. Ben kabul ettim sen de et. Kimse sevmese bile ben sizi severim. Yemin ederim severim.

 

"İçimde dolaşan alkol gibi, sana gitgide sarhoş oluyorum. Ruhumu, kaybetmiş gibi sadece senin için, yaşıyorum. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Sarı ve ipek benzeri olan şu saçları sevmek bana iyi geliyordu. Peki sana da iyi geliyor mu Batı'm.

 

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Hazar'ın saçını okşamaya geç kalmıştım. Sizin saçınıza geç kalmayacaktım.

 

"Seni Seviyorum." Bu kez seviyorum demeye hiç geç kalmayacaktım.

 

Şarkı bitmişti. Bizim gibi o da bitmişti. Bakışlarım ilk önce kucağımda yatan çocuğa kaymıştı. Ağlaması durmuştu. Bu manzara burukça gülümsememe neden olmuştu. Yüzünün ıslaklığını onu rahatsız etmemeye çalışarak yavaş yavaş silmiştim. "Sesin çok güzelmiş." Doğu'nun omuzumdan gelen sesini duyunca tekrar derince nefes alıp vermiştim. Sesim güzeldi. Lakin en son yıllar önce şarkı söylemiştim. Sesimin güzelliğinin önemi yoktu hem. Önemli olan ağlamasının durmasıydı. Ağlaması durmuştu ya bu bana yeterdi.

 

"İdare eder." Doğu ile göz göze gelince bana hayret ederek bakmıştı.

 

"İdare eder mi? Sesin huzur veriyor. Büyüleyici." Ona burukça tebessüm etmiştim. Büyüleyici sese sahip olmaktansa insan olmayı tercih ederdim.

 

Diğerlerinin tepkisini merak ettim. Onlara bakmak için gözlerimi üzerlerine diktim ve şaşkınlıklarını gördüm. Bu kez şaşkınlıklarını anlamak için onları tanımaya gerek yoktu. Şaşırdıklarını gizlemeye çalışmıyorlardı. Mert tebessüm etti bana, ancak tebessümü acılıydı. Kansu, kardeşi ağlamayı kestiği için minnetle gözlerime baktı. Erdem'in gözlerinde hayranlık vardı, bu duyguyu gizlemek için uğraşmıyordu. Arem ise öylece donakalmış, şokla beni izliyordu. Ona kaşlarımı çatarak baktığımda, bu hareketim onu tepki vermeye zorlamıştı. Daha ben ne olduğunu anlayamadan arkasını dönüp, koridordan hızla geçip gitti. Artık şaşırma sırası bendeydi.

 

Onun arkasından öylece bakmakla yetindim, dizimdeki ağırlık yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Batı uyanmıştı ve yüzüme bakıp gülümsemişti. Birileri uykusunu almış olmalıydı. "Teşekkürler," dedi, bana bakıp kafamı salladım, "Önemli değil" demekle aynı anlama geliyordu hareketim. Kansu'nun tekrar buraya doğru geldiğini fark edince, buradan gitmenin iyi olacağına karar verdim. Ağabey ve kardeşlerini baş başa bıraksam iyi olacaktı. Daha kontrol etmem gereken bir adet baş veliaht vardı. Doğu ve Batı'nın ayaklandığımı görünce "Nereye gidiyorsun?" sorularına az sonra döneceğimi söyleyerek yanlarından ayrıldım.

 

Yolun yarısında Kansu ile karşılaştım. Yanımdan geçip giderken, "Teşekkürler Hera. Ayrıca sesin güzeldi," dedi. Cevap vermemi beklemeden hızla yanımdan geçti. Kansu iyi biri olmaya bilirdi, ama çok iyi bir ağabey olduğu kesindi.

 

Her yerim tutulmuştu, yürümekte zorlanıyordum yine de Arem'i bulmak için buna katlanacaktım. Gittiği koridorun sonundan köşeye döndüğünü gördüğüm için, ben de koridorun sonuna geldiğimde sağa doğru döndüm. Dönmemle gördüğüm manzara, bana da iyi geleceğini bildiğim bir yere aitti. Terastı burası. Açık hava iyi gelecekti. Arem'in burada olduğu da kesindi. Cam kapıyı itip terastan içeri girdiğimde serin havanın içime işlemesiyle rahatça nefes alıp verdim. Etrafımda bakışlarım dolaştırmış ve kimseyi görememiştim. Arem nerede olabilirdi?

 

Tam arkamı döneceğim sırada birinin bana sımsıkı sarılmasıyla olduğum yerde kaldım. Arem buradaydı. Ona neden çekip gittiğini sormak istedim. Neden öyle tepki verdiğini merak ettim. Sesimi beğenmemiş olabilirdi. Bunu benim gözüme sokmasına gerek yoktu. Ona bunun hesabını sormak üzereyken, onun benden çok daha önce konuşmasıyla öylece olduğum yerde donakalmıştım. "Seni seviyorum." Nerden çıkmıştı bu şimdi? Oldukça yoğun ve duygu dolu konuşmuştu. Öyle ki olduğum yerde hareket bile edememiştim. Başını boyun girintime yasladı. Kokumu içine çekiyordu. Arem benden güç almaya çalışıyor olabilir miydi?

 

"İyi misin veliaht?" Şokun etkisiyle aklıma gelen tek şey kafasına taş düştüğü olduğu için, ilk önceliğim iyi olup olmadığını kontrol etmek olmuştu.

 

"Değilim."

 

Orasını ben de anlamıştım. Teyit etmiştim, haklı çıkmıştım. Kollarından sıyrılıp yüzümü yüzüne sabitledim. Yine ağzımı açmak üzereydim ki yine beni durdurdu. Bedenimi hızla kendine doğru çekip tekrar sımsıkı sarıldı. Bu kez yüzüm göğsüne yapışmıştı. Onun kollarından çıkmama izin verecek gibi değildi.

 

"Veliaht." Kafasını, başımın üstüne yaslamıştı.

 

"Efendim tanrıça." Yıllar geçse de "tanrıça" demeye devam edecekti. Kıyamet kopsa da "tanrıça" demeye devam edecekti.

 

"Hani sen iyi değilsin ya," Önce susmuştu. Beni onaylayana kadar devam etmeyecektim.

 

"Evet tanrıça." Konuşmaya devam etmem için yeterli olmuştu.

 

"Yoksa ben de mi iyi değilim?" Yine susmuştu. Kısa süre sonra başını başımın üstünden kaldırdığında, onunla göz göze gelmek için göğsündeki başımı kaldırmıştım. Orman gözlerle göz göze gelince çatığı kaşları ardından konuşmuştu.

 

"O ne demek?" Ne demek istediğimi anlamamıştı. Lakin ne demek istediğim açıkça ortadaydı.

 

"Ölecekmişim gibi davranıyorsun." Çattığı kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatılmıştı.

 

"Ölme."

 

Kısa ve öz. Sadece bu kadarı çıkmıştı ağzından. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Arem'in canı gerçekten çok acıyordu. Onun acıyan canı benim de canımı yakar olmuştu. Öylesine kalakalmışken öylesine bir şekilde sarılmıştım ona. Arem'in omuzlarında çok fazla yük vardı. Sarılmak ona iyi geliyorsa bugün ondan bunu esirgemeyecektim. Biri ölmüştü. Biri ameliyattaydı. Biri kafayı sıyırmıştı. Herkes parçalanmıştı. Toplamak ona düşüyordu. Toplamak için önce kendisini toplaması gerekiyordu. Sarılışıma bana daha çok sarılarak karşılık vermişti. Güç almak böyle bir şeydi. Tek sarılışta güç üstüne güç yüklenirdi bedenlere. Bunun anlamı neydi bilemezdim. Bildiğim tek şey iyi geldiğiydi.

 

Birbirimizden güç alışımız uzun süreli olmamıştı. Birinin yalancı öksürüğünü duyunca kafamızı sesin geldiği yöne doğru çevirmiştik ikimiz de. Gelen Mert'in kendisiydi. Yüzünde bulunan gülümsemesi bir an olsun silinmeden konuşmuştu. "Hazar ameliyattan çıktı." Bunu duymamla hızla Arem'den ayrılmıştım. Mert'in yanına doğru gidip bütün heyecanımla konuşmuştum.

 

"İyi mi?" Kafasını bilmiyorum der gibi sallamıştı.

 

"Henüz bilmiyorum. Doktor ameliyattan çıkınca ne olduğunu anlatmadan önce sizi çağırmam gerektiğini söyledim. Şu an sizi bekliyor herkes."

 

Mert'in susmasıyla Arem'e bakmıştım. Eliyle kapıyı işaret edip çıkmamız gerektiğini göstermişti. Onun bu hareketiyle ben ve Mert önden giderken o arkamızdan gelerek bizi takip etmeye başlamıştı. Erdem, Kansu, Doğu ve Batı erkek doktorun etrafında yuvarlak oluşturmuşlardı. Herkes gerçekten de bizim gelmemizi bekliyor olmalıydı. Kimseden çıt çıkmıyordu.

 

"Herkes geldiğine göre konuş artık doktor. Kardeşim iyi değil mi?" Erdem'in endişe dolu olduğu kadar merak dolu da olan sorusunu yönelttiği doktora baktığımda, derin nefes alıp verdiğini görmüştüm. Kısa süre sonra konuşmuştu.

 

"Şimdilik iyi." Şimdilik iyi olduğunu hepimiz biliyorduk. Önemli olan uyandığı zamanda hâlâ iyi olmak istemesiydi.

 

"O ne demek?" Batı'nın sorduğu sorunun ardından hepimiz, yönümüzü yeniden cevap vermesi için doktora çevirmiştik.

 

"Kurşun göğüs boşluğuna denk gelmiş. Oldukça zorlu ameliyat olsa da kalbine denk gelmediği için şanslıyız." Doktorun kısa, süreli susması sebebiyle herkesin bakışları bana doğru dönmüştü. Kurşun Hazar'ın kalbine gelmediyse eğer, bunu sağlayan bendim. Gönlüm o kurşunun ona hiç gelmemesini sağlamak istese de elimden sadece bu kadarı gelmişti. Hoş, Hazar'ın gönlü de bir başka kurşunun Lara'ya hiç gelmemesini isterdi. Bazen gönlümüzün istedikleri olmuyordu.1

 

"Devam et." Erdem'in sinirli olduğu şu hâllerini ilk kez gördüğüm için her seferinde tuhaf hissediyordum. Doktor Bey derin nefes alıp devam etmişti. Ters giden şeyler vardı.

 

"Ameliyat sırasında hastanın kalbi durdu. Hem de iki kez. Her seferinde hayatta geri döndürmeyi başardık. Fakat hayati tehlikesi çok büyük. Üçüncü kez kalbinin durma ihtimali oldukça yüksek." İki kez ölmek ama aslında hiç yaşamamış olmak. İşte Hazar Orhon bundan ibaretti.

 

Yaşamak istemeyen oydu. Atmak istemeyen kalbiydi. Fakat biz onu sevenler olarak çok bencildik. Yaşasın istiyorduk yaşamaya zerre hâli olmayan adamdan. Biz seni iyi ederiz diyorduk. Bunca zaman ne kadar kötü olduğunu fark etmediğimiz hâlde. Kardeşlerinin doktora olan bakışları ne denli bencil olduklarının ispatı gibiydi. Ne pahasına olursa olsun Hazar yaşayacak diyorlardı.

 

"Üçüncü kez kalp durdu diyelim ya da vücudunun herhangi bir yerinde komplikasyon oldu. O zaman ne olur?" Mert'in sorduğu sorunun cevabını aslında burada bilmeyen yoktu. Yine de duymak istemişti. Teyit ettirmek amacında değildi, acıyı hissetmek ve hissetirmek amacındaydı.

 

"Maalesef bedeni çok yorgun. Kalbi tükenmiş durumda. Üst üste iki kriz kalbe büyük zarar verdi. Geçirdiği ameliyat ayrıca zordu. Vücut yeni bir olayı kaldıramaz. Hastayı kaybederiz." Hastayı kaybederiz öyle mi? Biz hastayı hiç kazanamamıştık ki kaybedelimdi. Gözlerim bu gerçeğin ağırlığı yüzünden yanmaya başlamıştı. Hazar güçlüydü. Çok güçlü adamdı. Bunu atlatırdı. Neler neler atlatmıştı o. Bu hiçbir şeydi. Sorun şuydu ki Hazar yaşamak istemiyordu. Bu yüzden gücünün çeyreğini bile yaşamak için kullanmayacaktı.

 

"Ne yani şimdi? Ölecek mi benim kardeşim?" Erdem'in doktora doğru hücum etmesiyle Kansu, onun yolunu kesip doktora ulaşmasını engellemişti. Zavallı adamın bu ani saldırış yüzünden yüzü bembeyaz olmuştu.

 

"Biz elimizden geleni yaptık. Bundan sonrası sadece hastanın yaşamak için göstereceği direnişine bağlı." Hemen yanımda duran Arem, doktora eliyle gitmesi gerektiğini göstermişti. Bu anın gelmesini sabırsızlıkla bekleyen adam, hızla yanımızdan çekip gitmişti.

 

"Ölecek mi? Arem bir şey söyle. Hazar ölecek mi?" Kansu'nun elinden kurtulmayı başaran Erdem, doğruca Arem'in önünde dikilmişti. Sanki o ölmeyecek derse Hazar ölmezdi. Onlar için Arem'in her dediği olurdu gibi bir şeydi. Zaten bu yüzden baş veliahtın her zaman yükü de sorumluluğu da hep fazla olmuştu.

 

Arem, yavaş hareketlerle Erdem'in tam karşısında dikilmişti. Aralarındaki mesafe bu sayede daha azalmıştı. Erdem'in ensesinden tutup sımsıkı sarılmıştı ona. Bu hareket ben sana Hazar'ın yaşayacağına dair söz veremem demekti. Erdem de ona sımsıkı sarılmıştı. Onları böyle görünce herkes çok kötü olmuştu. Hazar için iyi olsun diye değil, yaşamayı dilesin diye dua etmekten başka şansımız kalmamıştı.

 

Hayat çok acımasızdı. Acısıyla ve tatlısıyla değil, sadece acısıyla geliyordu. Tatlı yemeyeli uzun zaman olmuştu. Mesela en son mutlu olduğumu hissettiğim de Attila Tuğrul Türkeş hâlâ hayattaydı. Zaten ne olduysa ondan sonra olmuştu. Babasının kızı olmak güzeldi de, babası olmayan kız olmak kötüydü.

 

Herkes kendi hâlinde acısıyla takılırken bize doğru gelen ayak sesleri sebebiyle yönümü arkama doğru dönmüştüm. Bize doğru gelen kişi genç bir kadın doktordu. Sarışın orta boylu olan kadın bize doğru çekinerek geliyordu. Diğerleri de gelen kişiyi fark edince benim gibi yönünü oraya doğru dönmüştü.

 

"Bir sorun mu var?" Doğu son derece nazik tutmaya çalıştığı sesiyle konuşmuştu. Kadını acısıyla korkutmak istemiyordu.

 

"Ben Lara Korkmaz için geldim. Önemli bir şeyin haberini vermek zorundayım." Sakin tutmaya çalışıyordu kadın sesini. Yine de pek başarılı olduğu söylenemezdi.

 

"Sizi dinliyoruz." Doğu'dan aldığı komutla konuşmaya başlamıştı kadın.

 

"Lara Hanım bize teslim edildiğinde maalesef yaşamıyordu. Onun için yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı. Ölüm sebebi ateşli yaralanma. Kurşun kalbini parçalamış." Kurşun Lara'nın kalbini parçaladığı için, Hazar kendi kalbine nişan alıp, onu paramparça yapmak istemişti. Yetişmesem yapacaktı.

 

"Fakat bedeninde farklı yaralar mevcuttu." Lara'nın, Hazar'ın kollarında durduğu o an gelmişti aklıma. Üzerinde Hazar'ın tişörtü olduğu için bedenin bazı kısımları açıktaydı. Vücunda gördüğüm yara izi ve morlukları çok iyi hatırlıyordum.

 

"Bunun sebebi ne peki?" Mert'in sesi lütfen düşündüğüm şey olmasın diyordu. Herkes yine ve yeniden bir konuyu çok iyi anlamıştı. Cevabı çok iyi biliyordu. Yine de Mert bize teyit ettirmek için uğraşıyordu. Doktor önce susmuştu. Nasıl söyleyeceğini bilmiyor olmalıydı. Bir kadın olarak bu tarz vakaların onun da canını yaktığı çok belliydi. Kendisini toparladığı an bizi dağıtmıştı sözleriyle.

 

"Tecavüz." Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Erkekler arsında acıyla beraber küfür edenler olmuştu.

 

Bazen bir yangın olsa içinde ki kül olsaydım diyordum. Bazen kimsesiz mezarı. Bazen deniz üstü köpük olsaydım diyordum. Yine de kadın olmasaydım. Kadın olmak için fazla kötü olmuştu bu dünya. Derdi kadın olmuştu dünyanın. Tüm dertleri kadına yüklemişti.

 

Lara Korkmaz...

İlk günden beri anlaşamadığım o kadın. İlk günden beri sevmediğim, beni zerre sevmediğini bildiğim o kadın. Ben istemezdim böyle olmasını. Ben hiç ister miydim? Kimse hak etmezdi bunu. Hiçbir kadın hak etmezdi. Hak edilecek gibi bir şey değildi.

 

Sarı şeker.

Zavallı sarı şeker. Ne yapmışlar sana be kızım? Oysa biz daha seninle ne kavgalar ederdik. Ne bıçakalar çekerdik birbirimize. Ne de güzel nefret ederdik birbirimizden. Erken ayrıldın bizden. Çok erken gittin. Öyle bir gittin ki benim bile içimi titrettin.

 

Sana söz. Döktüğün yaş, yaşımdır. Akıtılan kanın, kanımdır. Acıtılan canın, canımdır. İntikamın, intikamımdır. Yarına kalmadın sen. Yanlarına bırakmayacağım ben. Gurursuzun, gülpembe'si rahat uyusundu. Acısını çıkaracaktım. Bu işe karışan kim varsa acısını çıkaracaktım.

 

Batı'nın ağlama sesi tekrar kulaklarıma ilişmişti. Hepsi çok kötü olmuştu. Lara onlarla beraber büyümüştü. Ölümün bile hayırlısı diye boşuna mı diyorlardı? Bu adamlar bu yükle nasıl yaşasındı? Hazar bu yüzden kendi canına kıymıştı. O yaşayamazdı. Peki ya veliahtlar? Kız kardeşlerini koruyamamanın utancıyla ve ona yaşatılanın ağırlığıyla nasıl yaşasındı? Evren Korkmaz. O bunu öğrendiğinde onu kim tutacaktı? Ağabeyi kim tutabilirdi zaten?

 

"Ne dedin sen?" Duyduğumuz tanıdık ses yüzünden hepimiz hızla başımızı koridorun sonuna çevirmiştik. Siktir! Evren Korkmaz uyanmıştı. Gözlerindeki volkanın ateşini buradan görebiliyordum. İşte şimdi taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacaktı. Kıyamet kopmuştu. Sona yaklaşıyorduk.

 

Kendi sonumuza...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

(🎭)

 

Bölüm Sözü

 

Kırılmış kalplerin sahipleri kırmak için ant içmiş kişilerdi.
Onlardan birini görmek için aynaya bakman yeterli...

 

 

H. G.

 

(🎭)






 

**ŞU ANDAN İTİBAREN OKUYACAĞINIZ BÖLÜMLER, KİTABIN SON BÖLÜMLERİ OLMAKLA BERABER TAMAMI "Külden Elbisem-Ateşin Külü" EVRENİNE AİTTİR.***








Zar zor nefes almıştım. Nefes almak çok zordu. Dibin dibini görmüştük. 24 yaşımdayken görmediğim şey kalmamış gibiydi. İçimiz yanıyordu. Benim de onun da içi yanıyordu. Hera ve Hera'nın çocukluğu. Ben, sen, biz gibiydi. Duvar dibine çökmüştüm. Buz gibi beton zemine oturmak iyi geliyordu. O kadar çok şey kötü giderken bir bu iyi geliyordu.

Ağlayanlar, kriz geçirenler, kendini suçlayanlar, acı çekenler ve ameliyatta olanlar olarak birkaç parçaya ayrılıyorduk. Birkaç parçamız ayrılıyordu. Bugün burada biz parçalanıyorduk. Yanılmıştım. Meğer birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içinmiş. Meğer birimizden birine bir şey olursa kendimizden geçermişiz.

İnsanı insan yapan insan gibi olmasıdır. Sevmeyi sevgi yapan candan öte olmasıdır. Acıyı acı yapan sevdiğine bir şey olmasıdır. Sevdiğimize bir şey olmuştu. Sonra olanlar bize olmuştu.

Sigaraya başlamak lazımdı. Benim hayatımda artık sigaraya ihtiyaç vardı. Ya zevkine ya derdine içilirdi sigara. Zevkine içmeye karşıydım. Derdime içmeye razıydım. Bir şeyler yanıyordu ancak yanan sigara olmuyordu. Artık yananların ateşine sigara tutmak gerekiyordu. Ruhlarını içimize çekerdik, duman çeker gibi. Ruhlarını özgür bırakırdık, dumanı bıraktığımız gibi. Sahi ya gerçekten de bıraktığımız gibi mi?

Evren hâlâ derin uykusundaydı. Her uyandığında aklına gelenler yüzünden bütün hastaneyi birbirine katıyordu. Elena, kocasını en son tekrar uyutuklarını görünce eve gitmişti. Lara, onun görümceden ziyâde arkadaşı, kardeşiydi. Kocasına ayrı arkadaşına ayrı canı yanıyordu. Yine de o bir anneydi. Evde onun tarafından emzirilmeyi bekleyen küçük oğlu vardı. Ondan güç almak için hastaneden ayrılmıştı.

Elena'nın çocuğu vardı. Benim ise çocuklarım vardı. İki sarışın çocuğum. Ağlamaktan içleri çıkmıştı ikisinin de. Göz atları kıpkırmızı olmuştu. Başımda dikiliyorlardı. Eh, bugün annelik yapsam iyi olacaktı. Sadece bugünlük kendimden ve onlarla arama koyduğum mesafeden ödün verebilirdim. İçeride canıyla uğraşan adamın hatrına bunu yapacaktım. O bana, "kardeşlerim sana emanet." demişti. O iyileşene kadar emanetlerine sahip çıkacaktım.

Benden onay bekleyen iki aptal sarışın kafamı sallayıp onay vermemin üzerine benimle beraber oturmak için harekete geçmişti. Doğu, sol tarafıma geçmişti. Batı, sağ tarafıma geçmişti. Biri sırtını benim gibi duvara yaslarken diğeri bununla uğraşmak yerine yerde uzanmıştı. Başını boylu boyunca uzatığım dizlerimin üstüne yerleştirmişti. Yüzü karnıma dönüktü. Diğeri, ikizinin bu hareketinden cesaret almıştı. Duvara yaslı başını omzuma koymuştu.

Anne olmak neydi? Annelik nasıl olurdu? Bilmediğim nadir konular arasında yer alıyordu. Ne sevdik. Ne sevildik. Ne de bildik. Anne nasıl olmaz derlerse yığınla şey sayardım. Anne nasıl olur derlerse, işte o zaman susardım. Öyle susardım ki görenler hiç konuşamıyorum sanardı. Hiçbir şey bilmediğim konuda söz konusu bu iki çocuk olduğunda çok şey biliyormuş gibi hissediyordum. Annelik böyle bir his miydi? Daima koru. Sürekli sev. Üzülürlerse önce onlarla beraber üzül sonra onları üzen herkesi üz. Eğer bütün anneler böyle hissediyorsa, benim bu iki çocuk için çocuğum gibi hissetmem anne olduğum anlamına mı gelirdi?

Kızgındım onlara. Kırgındım onlara. Muhtemelen işler bu noktadan sonra nasıl düzelir? Ne kadar düzelir bilmesem de düzeldiğinden emin olduğum an, onlarla arama yine aynı mesafeyi tekrar koyardım. Kızgınlık geçiciydi. Elbet geçerdi. Peki ya kırgınlıklar? Benim onlara kızgınlığım geçse, kırgın yanım geçer miydi? Batı'nın saçlarını okşadığımı daha yeni yeni fark ediyordum. Tıpkı Doğu'nun omzumda duran başının üstüne başımı yasladığımı daha yeni fark ettiğim gibi. Bunu fark eder etmez geri çekilebilirdim. Yapmadım. Onların bana ihtiyaç duyduğu gibi benim de onlara ihtiyacım vardı.

Bakışlarım etrafıma kaymıştı. Kansu bize duygu dolu gözlerle bakıyordu. Yapabilse gelir teşekkür ederdi kardeşlerini geri çevirmediğim için. Ona boş gözlerle baktığımı fark ettiğinde önüne dönüp hastanenin bir o başından bir bu başına doğru yaptığı yürüyüşüne kaldığı yerden devam etmişti.

Peşi sıra Mert'e takılmıştı gözüm. Tıpkı benim gibi hastane koridorunda bulunan banklara oturmak yerine buzdan zemine oturuyordu. Dizlerini kendine doğru çekmiş, kafasını üzerine yerleştirmişti. Yüzünü göremiyor olsam da ağladığını hissediyordum. Ağladığını bilmek kalbimi kasıyordu. Koskoca adamlar telef olmuştu. Hazar kardeşlerinin bu hâle geleceğini bildiği hâlde onlara böylesine büyük acıyı nasıl yaşatmıştı hâlâ daha aklım almıyordu.

Erdem Eraslan belki de grup içinde Evren'den sonra en kötü olanıydı. Onun Hazar'a karşı zaafı vardı. Herkesi ayrı Hazar'ı ayrı severdi. Duvara sırtını yaslamış, ayakta duruyordu. Kollarını önünde birleştirmişti. Saatlerce milim hareket etmeden bu şekilde durmuştu. Bakışlarını hastane zemininden hiç ayırmamıştı. Canı çok yanıyordu. Yüzü robot gibiydi. Robotların da canı yanarmış meğer, tıpkı klonların da canının yandığı gibi.

Ellerim Batı'nın yumuşacık saçları arasında gezinmeye devam ediyordu. Batı ne zaman saçıyla oynansa hemen uyurdu. Onun uyuduğunu gördüğüm hâlde saçıyla oynamaya devam etmiştim. Bu onu uyuttuğu kadar beni de rahatlatıyordu. Doğu'nun nefes alış verişlerinin düzene girmesi onun da uyuduğu anlamına geliyordu. Çok yorulmuşlardı. Kaç gündür Lara'yı bulacağız diye uykusuz kaldıklarına emindim. Üstüne bir de bunca üzüntü eklenince iyice yorgun düşmüşlerdi. Uyandıklarında Lara'yı bulamadıkları için kendilerini suçlayacaklardı.

Lara'yı bulamamak...

Bu gerçekten mümkün olamayacak kadar imkânsızdı. Beni de iki yıl boyunca aramışlardı fakat bulamamışlardı. Bunun sebebi Arzem Soykamer'di. Ulu'm fazlasıyla güçlü, eli kolu uzun bir adamdı. Beni saklamayı başarmıştı. Melisa'nın uykuda ki bedenini yıllarca babasından gizlemeyi becermişti. Lara'yı kaçıranlar yeni bölge liderleriydi. İşte mümkün olmayan kısım tam olarak burasıydı. Bölge liderleri ülkenin o güne ait kamera kayıtlarını yok edemezdi. Lara'nın yüksek güvenlikli evine ellerini kollarını sallayarak girip, onu alıp çıkamazlardı. Arkalarında mutlaka onlara yardım eden biri olmalıydı. Bunun tek bir anlamı vardı:

YENİ VE GÜÇLÜ BİR DÜŞMAN.

Koridorun sonunda ayakta dikilen adama kaymıştı gözlerim. Öylece duruyor, sanki her şeyi düşünüyordü. Olanları düşünüyordu. Ya da belki de olacak olanları düşünüyordur. Çok şey olacaktı bu saatten sonra. Yer yerinden oynayacaktı. Hiç kimse eskisi gibi olamayacağımızı biliyordu. Her şeyden öte bugün biri ölmüştü. Onlardan biri ölmüştü. Bu kişi içlerinden birinin kız kardeşiydi. Bu bile başlı başına kırmızı alarm demekti. Henüz uluların hiçbir şeyden haberi yoktu. Hazar'dan kesin sonuç alıncaya kadar kimsenin haberinin olmaması işimize gelirdi.

Arem, fazlasıyla yorgundu. Göz altları mosmordu. İlk andan beri elini yumruk yapmaktan bir an olsun vazgeçmemişti. Kendisi ile savaşıyordu. Bitmişti, tükenmişti. Hazar'ın ona söylediği son sözleri hatırlamıştım. Eminim kendisi de şu an o sözleri kafasında döndürüp duruyordu. Hazar ona Kamer'i istediğini söylemişti. Kamer gelirse ortalık savaş alanına dönerdi. Bunu tahmin etmek zor değildi. Arem'in lider olmasının en büyük sebeplerinden biri son derece sakin olmasıydı. Olayları en ince detayına kadar düşünüp bu şekilde hareket etmesiydi. Öfkesiyle hareket etmeyen bir yapıya sahipti. Fakat Kamer öyle değildi. O gücünü öfkesinden ve nefretinden alırdı. O gelirse savaş yerine barış olsun diye uğraşan Arem gidecek, aksine tek kurtuluşun savaşmaktan geldiğine inanan Kamer gelecekti. Bu durumda onunla baş etmek imkansızdan öte olacaktı.

Ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını soğuk zeminden alıp bana çevirmişti. Şu an nedense en az ikizlerin bana ihtiyacı olduğu kadar onun da bana ihtiyacı var, düşüncesine kapılmıştım. O güçlüydü. O güçlü olmak zorundaydı. İkizler onun gibi değildi. İkizler zayıftı. O kendi acılarıyla kendi kendine baş edebilirdi. Ben kendi acılarımla kendi kendime baş edebilirdim. Ama ikizler bunu yapamazdı. Onlar dururken Arem'i seçemezdim. Bunu o da biliyordu. O yüzden sadece başını sallayıp beni anladığını göstermekle yetinmişti.

Hazar, ameliyata gireli neredeyse 3 saat olmuştu. Ameliyatın daha ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Elimizden onun bir an önce sağlıklı şekilde çıkmasını beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Hoş Hazar sağ salim şekilde çıksa bile artık eski Hazar olmayacaktı. Lara öldükten sonra o nefes alsa kaç yazardı. Hazar en fazla ayağa kalkar, sevdiği kadının intikamını alır sonra bir yerlerde yine canına kıymaya kalkışırdı. Bu süreçte oldukça uzun süre veliahtların onu tek başına bırakmaması gerekiyordu. Aynı şey bugün içinde geçerliydi. Veliahtların Hazar'ı tek başına bırakmaması gerekiyordu. Fakat o bir yolunu bulup kardeşlerini atlatmayı başarmıştı. Yine aynı şeyi başarıp başaramayacağı kesin değildi.

Gerçekten güzel sevmişti Hazar Orhon. Bütün kalbiyle sevmişti. Birçok adamın yapamayacağı kadar güzel sevmişti. Zaten o öylesine güzel sevmişti ki bu yüzden kavuşamamıştı bir türlü. Bu yüzden olamamışlardı bir türlü. Lara bir başkasını seviyordu. Bir başkası bir başkasını seviyordu. Bu böyle devam ederken Hazar, Lara'yı sevmeyi tercih etmişti. Emindim ki Lara da elinde olsaydı Hazar'ı sevmek isterdi. Ne yazık ki bu tarz şeyler elimizde değildi. Kimi sevebileceğimizi biz seçemiyorduk. Tıpkı ne zaman öleceğimize bizim karar veremediğimiz gibi.

Hayat denilen şey inanılmaz değişik bir olaydı. Bir kere adil değildi. Herkese eşit şartta imkanlar sunmuyordu. Kimisi hayatını yaşarken kimisi o hayatın içine gömülüyordu. Kimisi mutluyken kimisi ölmeyi diliyordu. Aslında birinin diğerinden bir farkı yoktu. Kimse kimseden üstün değildi. Kimse kimseden kötü değildi. Hiç kimse doğar doğmaz kötülüğü seçmezdi. Şartlar onu kötülüğe iterdi. Hayatında daima iyi şeyler yaşayan biri kötü olmazdı. Hayatında kötülükten başka bir şey yaşamayan kişiler de iyi olamazdı. Hayat bu yüzden çok inanılmazdı. Hem adil değildi hem de adil olmadığı insanların eşit olmasını, birbirlerine eşit şekilde davranmasını isterdi. Asıl haksızlık buydu. Bana göre haksız olan kısım hayatın herkese eşit olmayışı değil de hayatın herkese eşit olmadığı halde herkesten eşit olmasını beklemeseydi. Adil olmayan hayat bu yüzden adiydi.

Derin düşüncelere dalmış kendi iç dünyamda kendimle sohbet halindeyken koridorun sonundan gelen ayak sesleri bakışlarımı gelenlerin kim olduğunu görmek için o tarafa çevirmeme neden olmuştu. Hazan gelmişti.

Tek başına değildi. Yanında Lerzan da vardı. Hazar şu an burada olsaydı kız kardeşinin Lerzan'la yan yana olduğunu gördüğü an büyük olay çıkarırdı. Bu konuda Lerzan'ı uyarsam iyi olacaktı. En azından Hazar iyileşene kadar onu kızdırmamaya özen göstermeliydi. Hoş Hazar'ın iyi olup olmayacağı belli değildi ama bütün umutlarım onun sağ salim ayağa kalkması yönünde olduğu için hayatının ilerleyen kısmında onu öfkelendirecek her şeyi bizzat kendi ellerimle hayatından çıkaracağıma emindim. Eğer Hazar, Lerzan ve Hazan ilişkisine karşıysa o zaman bu ilişkiye ben de karşı olacaktım.

Hazan'ın geldiğini gören bütün ağabeyleri yaptıkları işi bırakıp onun yanına doğru gitmişlerdi. Hazan'a ilk yetişen kişi Kansu olmuştu. Hiçbir şey söylemeden kardeşinin kardeşini kolları arasına alıp sımsıkı sarılmıştı. Bu mesafeden Hazan'ın yüzünü göremiyordum. Ağlayıp ağlamadığı hakkında kesin bilgiye sahip değildim. Fakat Kansu'ya sımsıkı sarıldığı için kendisinin güç toplamaya ihtiyaç duyduğunun farkındaydım. Bu konuda ağabeyleri ona tam destek çıkacaktı.

Hazan ile en son karşı karşıya geldiğimde kızın başına ağabeyini deli etmek için silah dayadığımdan ötürü ona selam vermeyi düşünmüyordum. O selamı almazdı çünkü.

Mert olduğu yerden kalkıp hızla onların yanına doğru gitmişti.

"Burada ne işin var? " Soru tabii ki de Lerzan'a sorulmuştu. Lerzan son derece sakindi. Sorun çıkarmaması gerektiğini biliyordu. Sakinliğini koruyarak Mert'e cevap vermişti:

"Hazan ve onun inanılmaz kuvvetli hisleri getirdi bizi buraya. " Son derece rahat tavrıyla konuşup sözlerinin sonunda omuz silkmişti. Hazan'a kayan gözlerim onun sorun çıkmasını istemediği için durumu toparlama çabası içerisine girdiğini görmüştü.

"İçimde kötü bir his vardı. Sanki Hazar ağabeyimin başına gelecek kötü şeyler varmış gibi hissediyordum. Size soracak olursam böyle bir şey yaşanmışsa bile bunu bana anlatmayacağınızı biliyordum. Ben de Lerzan'dan yardım istedim. O da biraz kurcalayınca hastanede olduğunuzu söyledi. Siz buradasınız ama ağabeyim nerede? "

Sorduğu son sorunun üzerine gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Buna benim bir cevabım yoktu. Buradakilerin nasıl bir cevabı olurdu emin değildim. Bildiğim tek şey Hazar'ın kaç kişiyi gerisinde bırakacağını hesap etmeden kendi canına kıymış olmasıydı. Hazan için ağabeyin vuruldu demek ve ağabeyin kendini vurdu demek arasında çok büyük farklar olacaktı. Ağabeyin vuruldu demek, yaptığı iş doğrultusunda edindiği düşmanlardan biri onun canına kastetti demekti. Ağabeyin kendini vurdu demek gerisinde bırakacağı insanlar arasında senin olmanı umursamadı demekti. İkisi arasındaki fark, fazlasıyla ağırdı.

Kimseden ses seda çıkmıyordu. Herkes son derece suskundu. Muhakkak benim düşündüklerimi onlar da düşünüyor olmalıydı. Hazan'a bu acıyı yaşatmak istemiyorlardı. Peki öyleyse ağabeyleri olarak onlara emanet edilen kız kardeşlerine yalan mı söyleyeceklerdi?

"Vuruldu. Ameliyattan çıkmasını bekliyoruz. " Demişti Arem. Sakindi. Ya da sadece sakin görünmeye çalışıyordu. Hazan'ın bakışları ona dönmüştü. Adımlarını onun olduğu tarafa doğru yönlendirip, tam karşısına geldiğinde hiçbir şey söylemeden sımsıkı sarılmıştı ona. Bu küçük kız için buradakilerin hepsi Hazar'dan farksız değildi. Her birinden güç almak istiyordu. Bunu gözlerinden görebiliyordum. Küçük kızın ona sarılışının ardından aynı şekilde ona sarılarak karşılık vermişti Arem.

"Nasıl vuruldu? Kim vurdu?" Arem'in bu mesafeden bile yutkunduğunu görebiliyordum. Hazan hâlâ başını Arem'in göğsünden kaldırmamış, sorularını peşi sıra sormuştu. Sorduğu soruların soruyu yönelttiği kişide açtığı yaraları hesaba katamayacak kadar konudan habersizdi.

"Kimse vurmadı." Kendisine yeterli zamanı ayıran adam küçük kıza bilmesi gerekeni olduğu gibi vermişti. Ona yalan söylememeyi tercih ettiği için mutlu olmuştum. İnsanlar üzerinde yarattığımız etkinin boyutu önemli değildi. Küçük büyük fark etmeksizin insanlara hakkı olan şeyi vermeliydik. Bilmeleri gerekeni vermeliydik. Onlara karşı daima dürüst olmalıydık. Bunun sonucunda canları acır ya da acımaz, bunlar ihtimaller doğrultusunda olabilecek şeyler de olsa hiçbir şey bir insanın canını ona karşı söylenen yalandan daha çok acıtamazdı.

"Nasıl yani?" Başını yavaş hareketlerle Arem'in göğsünden kaldıran kız, hiçbir şeyi anlamadığı için soru dolu gözlerini onu aydınlatmasını beklediği adama doğru çevirmişti. Arem bunu yapmakta gecikmeden ona istediğini vermişti.

"Hazar kendini vurdu." Yaşadığı şokun etkisiyle ağzını eliyle sımsıkı kapatan kız, olduğu yerde öylece kalakalmıştı. Bunun canını acıtacağını biliyordum. Keza öyle de olmuştu. Onun canı şu an gerçekten fazlasıyla acıyordu.

"Sonunda intihar etti yani." Kendisini ilk ifade ettiğinde herkes gibi benim de bakışlarım kıza doğru dönmüştü. Aydınlanmışcasına bir hâli vardı. Hazar'ın intihar etmesi tahmin ettiğim gibi onu üzmüştü. Yine de aynı zamanda tahmin edemeyeceğim türden harekette bulunmuştu. Hazan sanki bunun olacağını biliyordu.

"Ne demek bu şimdi?" Erdem Eraslan yaslandığı duvardan kendini çektiğinde bakışlarını Hazan'a doğru çevirmiş, adımlarını ona doğru yönlendirmişti. Hazan hâlâ sessizdi. Bu sessizliğin üzerine Erdem konuşmaya devam etmişti.

"Sonunda derken ne demek istedin Hazan?" Herkes gibi ben de fazlasıyla meraklanmıştım. Hazan'ın konuşmaya başlamadan önce eliyle gözyaşlarını sildiğini görmüştüm. Derince iç çektikten sonra konuşmaya artık hazır olduğunu düşünmüş olacak ki merak içinde bıraktığı bizlere cevap vermişti.

"O ölüydü zaten. Siz onun yaşadığını mı zannediyordunuz? Benim ağabeyim yaşamak için fazlasıyla ölüydü." Bütün sözlerini yere bakarak söylemişti Hazan. Omuzlarında gerçeklerin yükü vardı. Şimdi o yükleri almış, eşit parçalara bölmüş, hepimizin omuzlarına yüklemişti. Artık hepimiz, omuzlarımızda bu acı gerçeği sırtlamanın ağırlığını taşıyacaktık.

Ben bile içlerinde Hazar'la en az vakit geçiren kişi olduğum halde onun hayattan vazgeçtiğini, yaşama dair umudunun kalmadığını göremediğim için kendimi suçluyordum. Kendimi diğerlerinin yerine koyacak olursam eğer bu suçluluk duygusu çok daha baskın olmaya başlayacaktı. Onlar neredeyse çocukluk yıllarından beri birbirleriyle içli dışlıydılar. Herkes birbirinin derdini de tasasını da bilirdi. Şimdi içlerinden biri intihara meyilli olduğu halde bunu kimse görememiş, bilememişti. İçeridekine bir şey olursa canları yanacaktı. İçeridekine bir şey olmasını engelleyemedikleri için ap ayrı canları yanacaktı.

"Ne zamandan beri biliyorsun bunu?" Mert tekrar kokuşmuştu. Hazan'a yönelikti sözleri. Hazan, kafasını yerden kaldırıp tekrar ona odaklamıştı. Omuzlarını dik tutmaya çalışarak konuşmuştu. Güçlü görünmeye çalışıyordu. Lerzan, onun bu hâlini görünce daha fazla dayanamamış olacak ki yavaş adımlarla onun yanında yer edinmişti. Tam arkasında durduğunda Hazan bu kez ona bakmıştı. Lerzan, Hazan için yeterli olmuştu. İkisi arasında geçen tek bakışma Hazan'a güç olarak geri dönmüştü. Sanırım gerçek aşk buydu. Ya da hayır, gerçek aşk içeride yatan adamdı.

Bazen kendimi bu insanların içinde yerim yokmuş gibi hissediyordum. Sanki onlar bir bütünmüş de ben bütünü bozuyor ya da fazlalık oluyordum. Bazense kendimi bu dünyada yerim yokmuş gibi hissediyordum. Sanki yaşamak bile benim hakkım değilmiş gibi. Böyle hissetmem artık bana yabancı gelmiyordu. Neticede ben makinelerin ürettiği bir deneyden başka bir şey değildim. Bir çocuk ölmek üzereydi. Ben o çocuk ölmesin diye var edilmiştim. Yapmam gereken tek şey çocuğu hayatta tutmaktı. Bunu başarmıştım. Bir bebek olarak geldiğim Dünya'da küçük bir kız çocuğunun hayatını kurtarmayı başarmıştım.

İnsanlar çok fazla yaşayamayacağımı, günün sonunda kahramanlığımı bitirip ölmem gerektiğini düşünmüşler. Neticede klonların ömrü azdır demişler. Lakin ben sanki bu Dünya'da yerim varmış gibi köklerimi sımsıkı hayata sarmıştım. Yaşamak için direnmiştim. Sonunda ölmeyeceğimi anladıklarında beni kendilerinden olabildiğince uzaklaştırmışlardı. Ben onları bilmeden, kim olduğumu bilmeden, neden var olduğumu bilmeden yıllarımı bu şekilde geçirmiştim. Yıllar sonra hayatıma girip hayatlarını hayatıma katmışlardı. Buna rağmen ben hâlâ onların içinde yerim yokmuş gibi hissediyordum. Yıllar önce beni aralarından gönderenler, onlar daha çocuk olduğu için onlar olmasa da, bu şekilde hissetmekten kendimi alı koyamıyordum.

"Onu ilk gördüğüm günden beri." Hazan soğuk sesiyle konuştuğunda onun sesinin beni tir tir titretmesine çok şaşırmıştım. Hazar Orhon...

Onun ölmeyi dileyen tarafını benim ölmeyi dileyen tarafım nasıl olmuştu da fark edememişti. Hani küskün göz küskün gözü görür görmez tanırdı. Ben niye tanıyamamıştım onu? Ölmeyi dilemek çürümüş bedenlerin en büyük tutkusudur. Hayal ederdi onlar. Bazen kurşun, bazen yangın, bazen trafik kazası ama öyle yahut böyle her ne şekilde giderse gitsin, kafasında kurduğu hikâyenin sonu mutlaka ölümle biterdi. Masallara inanmamak lazımdı. Ölmeyi hayal etmeyen biri ölümü gerçekleştiremezdi. Öyle istemekle de olmazdı bu iş.

Lara Korkmaz...

Aklımda dönüp duran parçalar tek tek yerine oturuyordu. Hazar belki de yıllardır ölümü hayal ediyordu. Bunu bir türlü gerçekleştiremiyordu. Onun hayatında mutluluk kaynağı olan biri vardı. Lara'yı sevmek bile onu aslında hayatta tutuyordu. Lara gitti umutlar bitti. Lara gitti ilaç bitti. Lara gitti ölüm hayal edildi. Lara gitti ölüm istenildi. Lara gitti ölüme teşebbüs edildi. Lara gitti çünkü Hazar bitti.

Sertçe yutkunmuştum. Biz bugün Hazar'ın sağ çıktığını görsek bile sağ çıktığını göremezdik. O adam sağ değildi. Artık değildi. İlaç yoksa hasta ölürdü. Bu, bu kadar basitti işte.

Sıkılmıştım. Her dakika düşünmekten. Gücüm kalmamıştı. Bu adam kendinden geçmişti. Ne gelirdi elden? Hiçbir şey gelmezdi. Giden gelmezdi. Giden gelmiyordu. Bakışlarım tekrar onların olduğu tarafa döndüğünde her birinin surat ifadesini tek tek incelemiştim. Ne anladıysam onu anlamışlardı. Her biri yıkılmıştı. Geç kalışlarına yıkılmışlardı. Kardeşlerini kurtaramadıkları için tükenmişlerdi. Bu adamların hayatları gözlerinin önünde kayıp gidiyordu. Yapabildikleri tek şey hayretler içinde durmaktı.

"Lara. Lerzan onun kaçırıldığını söylemişti. O- o öldü değil mi?" Hazan'ın sesi beni ona bakmaya itmişti. Bir başka aydınlanmayı bu kez bu kız yaşıyordu. Ah be dövmeli veliaht... Varlığın hiçbir şey yapamadı şayet biz yokluğunla terbiye olduk. Yokluğunla varlığını anladık. Biz yokluğuna alışamadık da varlığından utandık.

"Öldü." Arem soğuk zeminden gözlerini ayırmadan konuşmuştu. Cebinden çıkardığı sigara paketini açmakla meşguldü. Paketten sigarasını çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirmişti. Ucunu ateşe verip deridine içerlenmişti. Derince çekmişti içine zehirli dumanı. Zehiri iyi geliyordu. Arem Barkın Soykamer canı acıdığında içerdi.

Arem Barkın Soykamer kendine yandığı her an, sigarasını kendi yerine yakardı.

"Onun için yapabileceğiniz bir şey yok." Hazan konuşmak için kendini zorluyordu. Aynı zamanda ağlamamak için de kendini zorluyordu.

"Bırakın ölsün ağabeyim." Hazan sertçe yere kapaklanmıştı. Son gördüğüm Lerzan'ın öne doğru atıldığıydı. Gözümü sımsıkı kapatmıştım. Batı'nın saçını okşadığım elim durmuştu. Gözlerimi tekrar açtığımda yine bir grup bitmiş adam görmüştüm.

"O ne demek?" Erdem, Hazan'a doğru hızla hücuma geçmişti. Yolunu Kansu ve Mert kesmişti. Erdem Eraslan iyi değildi. Hiç iyi değildi.

"Ölüm demek aşk demektir. Aşk demek hayat demektir. Aşk öldürür. Aşk hayatta tutar. Ama eğer aşka bir şey olursa asıl ölüm o gündür. Aşk, sadece hayatta olanı öldürür."

Ağlıyordu Hazan. İçi çıkana kadar ağlıyordu. Canından can gidiyor olduğundan ağlıyordu. Öyle çok ağlıyordu ki nefes alamaz olmuştu. Kolay mıydı? Kolay mıydı biri söylesindi? Koskoca Hazar Orhon'du o. Onun yenilişine kim dayanırdı ki kız kardeşi dayansındı.

"Bunu sana o söyledi değil mi?" Erdem Eraslan. Bu kez sıra sen de mi? Sen ne diye ağlarsın? O sol gözünden o yaş senden izinsiz düşmüş olmalıydı. Yoksa koskoca adam ağlar mı hiç? Peki ben ne diye ağlarım? Kendine ağlamayan içeride yatana ne diye ağlardı?

"O söyledi." Lerzan daha fazla dayanamıyor olacak ki, kızı kucağına almıştı. Yavaş yavaş onunla beraber ayağı kalktığında Hazan onun kucağında küçücük kalmıştı. Güç istiyordu Hazan. Güç almak istiyordu. Lerzan ona bu gücü verecekti. Sımsıkı sarılmıştı Lerzan'ın boynuna. Başını boyun girintisine yaslayıp bu kez orada içli içli ağlamaya devam etmişti. Lerzan'ın onun bu hâline karşı canının yandığı beliydi. Kızı alıp gitmeden önce bana bakmıştı. Baş selamı verip kucağındaki bitmiş kızla beraber, burayı terk etmişti.

Herkes dağılmıştı. Herkes tükenmişti. Herkesin canı yanıyordu. Ben herkes değil, dış kapının dış mandalıydım. Benim bile sitemim vardı içeridekine. Bizi bu kadar üzmeye hakkı yoktu. Ölmeyi dilemeye hakkı vardı ama ölmeye yoktu.

Batı'nın kucağımda hareketlendiğini hissetmiştim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ağladığını görmüştüm. Uykusunda ağlıyordu. Bu görüntü içime kor gibi oturmuştu. Öyle büyük acımıştı ki canım ruhumun acısı soluğumu kesmişti. Ağladığım için sarsılan omuzlarım başını omzuma koyup uyuyan Doğu'yu uykusundan etmişti. Zaten tetikte bekliyordu Doğu. Hazar'a bir şey olacak diye aklı çıkıyordu. Benim ağlayışım onu korkutmuştu. Dehşet içinde bana bakmıştı. Sonra etrafına sonra yine bana bakmıştı. Ben ona bakıp ağlamaya devam ederken elini kaldırıp yüzümde ki göz yaşlarını silmişti. Canı yanıyordu. Canım yanıyordu. Neden ağladığımı merak ediyordu. Başımı kucağımda ki kardeşine çevirmiştim. O hâlâ uykusunda ağlıyordu.

Benim baktığım yere baktığını hissettim. Yutkunmuştu. O sert yutkunuşu benim canımı bu kez onun için yakmıştı. Bize doğru yaklaşan adım seslerini duyuyordum. Kafamı Batı'nın ağlayan yüzünden ayıracak gücü kendimde bulamıyordum. Birinin tam önümüzde diz çöktüğünü anladığımda gelene bakmıştım. Kansu gelmişti. Kucağımdaki Batı'nın saçlarını sevmişti yavaş yavaş.

"Anne."

Batı'nın uykusunda söylediği o kelime. O mırıldanışı, acıyan canıma acı katmıştı. Yaralı insan vardı var olmasına da yaralı kelime olur muydu hiç?

Buradaki çoğu kişi için anne yaralıydı. Buradaki çoğu kişi anneden yaralıydı. Arem annesi olmadan büyümüştü. Mert'in annesi o küçükken ölmüştü. Babası sonradan Melisa'nın annesiyle evlenmişti. Doğu-Batı annelerinin nasıl öldüğünü bile bilmezdi. Kansu sırf babasına benziyor diye annesi tarafından sevilmezdi. Hazar'ın annesi gözlerinin önünde babası tarafından öldürülmüştü. Benim anne dediğim herkes ölmüştü. Sonra öğrenmiştim ki benim bir annem bile olmamıştı. Anne yaralıydı. Anne acıtırdı. Anne yarası iyileşmezdi.

Kansu'nun da canı yanıyordu. Doğu'nun saçlarını sevip gitmişti yanımızdan. Batı'yı böyle görmeye daha fazla dayanamamıştı. Gitmeden önce bana bakıp konuşmuştu. "Şarkı söylersen ağlamayı bırakır."

Şarkı söylersem mi? Gözlerimin içine çok uzun bakmadan yanımızdan kaybolmuştu. Karşımızda duran duvarın dibine bizim gibi çökmüştü. Dizlerini kendine doğru çekip başını gömmüştü. Ağlama sırası ona mı geçmişti?

Arem'e bakmak istemiştim. Ben de ondan güç almak istemiştim. Hazan'da işe yaramıştı. Belki bizde de işe yarardı. Ona baktığım sırada onun zaten beni izlediğini görmüştüm. Öyle bir bakmıştı ki bana içime işlemişti bakışı. Yapabilirsin demeden yaparsın demişti. Onu kafamla onaylayıp kucağımdaki çocuğuma dönmüştüm. Hâlâ ağlamaya devam eden oğluma. Onun için değerdi. Onun için yıllardır şarkı söylemeyen bana şarkı söyletmeye değerdi.

 

Derin nefes alıp vermiştim.

Ve sonra...

"Kelebek kadar, ömrümüz var. Sevmek lazım, hemen başlayalım. Kaybedecek, daha neyimiz var. Aşk için ne gerekiyorsa hepsi bende var." Bir yandan saçını okşayıp bir yandan şarkı söylüyordum. Yorgun olsam bile son nefesim olsa bile şarkı söylemeye devam edecektim.

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Doğu başını tekrar omzuma koymuştu. Sırtım duvarla bütün olmuştu. Kalbim çocuklarımla.

"Sarmaşıklar gibi sardın kalbimi. Değiştirdin kanımı koydun zehrini. Örümcek gibi ördün zihnimi. Düşündükçe daha çok isterim seni." Gözlerimi kapatmış kendimden geçmiş gibi söylemeye devam ediyordum.

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan." Ağlama artık aptal sarışın. Ben kabul ettim sen de et. Kimse sevmese bile ben sizi severim. Yemin ederim severim.

"İçimde dolaşan alkol gibi, sana gitgide sarhoş oluyorum. Ruhumu, kaybetmiş gibi sadece senin için, yaşıyorum. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Sarı ve ipek benzeri olan şu saçları sevmek bana iyi geliyordu. Peki sana da iyi geliyor mu Batı'm.

"Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Nefes bile almadan. Seviyorum seni." Hazar'ın saçını okşamaya geç kalmıştım. Sizin saçınıza geç kalmayacaktım.

"Seni Seviyorum." Bu kez seviyorum demeye hiç geç kalmayacaktım.

Şarkı bitmişti. Bizim gibi o da bitmişti. Bakışlarım ilk önce kucağımda yatan çocuğa kaymıştı. Ağlaması durmuştu. Bu manzara burukça gülümsememe neden olmuştu. Yüzünün ıslaklığını onu rahatsız etmemeye çalışarak yavaş yavaş silmiştim. "Sesin çok güzelmiş." Doğu'nun omuzumdan gelen sesini duyunca tekrar derince nefes alıp vermiştim. Sesim güzeldi. Lakin en son yıllar önce şarkı söylemiştim. Sesimin güzelliğinin önemi yoktu hem. Önemli olan ağlamasının durmasıydı. Ağlaması durmuştu ya bu bana yeterdi.

"İdare eder." Doğu ile göz göze gelince bana hayret ederek bakmıştı.

"İdare eder mi? Sesin huzur veriyor. Büyüleyici." Ona burukça tebessüm etmiştim. Büyüleyici sese sahip olmaktansa insan olmayı tercih ederdim.

Diğerlerinin tepkisini merak ettim. Onlara bakmak için gözlerimi üzerlerine diktim ve şaşkınlıklarını gördüm. Bu kez şaşkınlıklarını anlamak için onları tanımaya gerek yoktu. Şaşırdıklarını gizlemeye çalışmıyorlardı. Mert tebessüm etti bana, ancak tebessümü acılıydı. Kansu, kardeşi ağlamayı kestiği için minnetle gözlerime baktı. Erdem'in gözlerinde hayranlık vardı, bu duyguyu gizlemek için uğraşmıyordu. Arem ise öylece donakalmış, şokla beni izliyordu. Ona kaşlarımı çatarak baktığımda, bu hareketim onu tepki vermeye zorlamıştı. Daha ben ne olduğunu anlayamadan arkasını dönüp, koridordan hızla geçip gitti. Artık şaşırma sırası bendeydi.

Onun arkasından öylece bakmakla yetindim, dizimdeki ağırlık yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Batı uyanmıştı ve yüzüme bakıp gülümsemişti. Birileri uykusunu almış olmalıydı. "Teşekkürler," dedi, bana bakıp kafamı salladım, "Önemli değil" demekle aynı anlama geliyordu hareketim. Kansu'nun tekrar buraya doğru geldiğini fark edince, buradan gitmenin iyi olacağına karar verdim. Ağabey ve kardeşlerini baş başa bıraksam iyi olacaktı. Daha kontrol etmem gereken bir adet baş veliaht vardı. Doğu ve Batı'nın ayaklandığımı görünce "Nereye gidiyorsun?" sorularına az sonra döneceğimi söyleyerek yanlarından ayrıldım.

Yolun yarısında Kansu ile karşılaştım. Yanımdan geçip giderken, "Teşekkürler Hera. Ayrıca sesin güzeldi," dedi. Cevap vermemi beklemeden hızla yanımdan geçti. Kansu iyi biri olmaya bilirdi, ama çok iyi bir ağabey olduğu kesindi.

Her yerim tutulmuştu, yürümekte zorlanıyordum yine de Arem'i bulmak için buna katlanacaktım. Gittiği koridorun sonundan köşeye döndüğünü gördüğüm için, ben de koridorun sonuna geldiğimde sağa doğru döndüm. Dönmemle gördüğüm manzara, bana da iyi geleceğini bildiğim bir yere aitti. Terastı burası. Açık hava iyi gelecekti. Arem'in burada olduğu da kesindi. Cam kapıyı itip terastan içeri girdiğimde serin havanın içime işlemesiyle rahatça nefes alıp verdim. Etrafımda bakışlarım dolaştırmış ve kimseyi görememiştim. Arem nerede olabilirdi?

Tam arkamı döneceğim sırada birinin bana sımsıkı sarılmasıyla olduğum yerde kaldım. Arem buradaydı. Ona neden çekip gittiğini sormak istedim. Neden öyle tepki verdiğini merak ettim. Sesimi beğenmemiş olabilirdi. Bunu benim gözüme sokmasına gerek yoktu. Ona bunun hesabını sormak üzereyken, onun benden çok daha önce konuşmasıyla öylece olduğum yerde donakalmıştım. "Seni seviyorum." Nerden çıkmıştı bu şimdi? Oldukça yoğun ve duygu dolu konuşmuştu. Öyle ki olduğum yerde hareket bile edememiştim. Başını boyun girintime yasladı. Kokumu içine çekiyordu. Arem benden güç almaya çalışıyor olabilir miydi?

"İyi misin veliaht?" Şokun etkisiyle aklıma gelen tek şey kafasına taş düştüğü olduğu için, ilk önceliğim iyi olup olmadığını kontrol etmek olmuştu.

"Değilim."

Orasını ben de anlamıştım. Teyit etmiştim, haklı çıkmıştım. Kollarından sıyrılıp yüzümü yüzüne sabitledim. Yine ağzımı açmak üzereydim ki yine beni durdurdu. Bedenimi hızla kendine doğru çekip tekrar sımsıkı sarıldı. Bu kez yüzüm göğsüne yapışmıştı. Onun kollarından çıkmama izin verecek gibi değildi.

"Veliaht." Kafasını, başımın üstüne yaslamıştı.

"Efendim tanrıça." Yıllar geçse de "tanrıça" demeye devam edecekti. Kıyamet kopsa da "tanrıça" demeye devam edecekti.

"Hani sen iyi değilsin ya," Önce susmuştu. Beni onaylayana kadar devam etmeyecektim.

"Evet tanrıça." Konuşmaya devam etmem için yeterli olmuştu.

"Yoksa ben de mi iyi değilim?" Yine susmuştu. Kısa süre sonra başını başımın üstünden kaldırdığında, onunla göz göze gelmek için göğsündeki başımı kaldırmıştım. Orman gözlerle göz göze gelince çatığı kaşları ardından konuşmuştu.

"O ne demek?" Ne demek istediğimi anlamamıştı. Lakin ne demek istediğim açıkça ortadaydı.

"Ölecekmişim gibi davranıyorsun." Çattığı kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatılmıştı.

"Ölme."

Kısa ve öz. Sadece bu kadarı çıkmıştı ağzından. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Arem'in canı gerçekten çok acıyordu. Onun acıyan canı benim de canımı yakar olmuştu. Öylesine kalakalmışken öylesine bir şekilde sarılmıştım ona. Arem'in omuzlarında çok fazla yük vardı. Sarılmak ona iyi geliyorsa bugün ondan bunu esirgemeyecektim. Biri ölmüştü. Biri ameliyattaydı. Biri kafayı sıyırmıştı. Herkes parçalanmıştı. Toplamak ona düşüyordu. Toplamak için önce kendisini toplaması gerekiyordu. Sarılışıma bana daha çok sarılarak karşılık vermişti. Güç almak böyle bir şeydi. Tek sarılışta güç üstüne güç yüklenirdi bedenlere. Bunun anlamı neydi bilemezdim. Bildiğim tek şey iyi geldiğiydi.

Birbirimizden güç alışımız uzun süreli olmamıştı. Birinin yalancı öksürüğünü duyunca kafamızı sesin geldiği yöne doğru çevirmiştik ikimiz de. Gelen Mert'in kendisiydi. Yüzünde bulunan gülümsemesi bir an olsun silinmeden konuşmuştu. "Hazar ameliyattan çıktı." Bunu duymamla hızla Arem'den ayrılmıştım. Mert'in yanına doğru gidip bütün heyecanımla konuşmuştum.

"İyi mi?" Kafasını bilmiyorum der gibi sallamıştı.

"Henüz bilmiyorum. Doktor ameliyattan çıkınca ne olduğunu anlatmadan önce sizi çağırmam gerektiğini söyledim. Şu an sizi bekliyor herkes."

Mert'in susmasıyla Arem'e bakmıştım. Eliyle kapıyı işaret edip çıkmamız gerektiğini göstermişti. Onun bu hareketiyle ben ve Mert önden giderken o arkamızdan gelerek bizi takip etmeye başlamıştı. Erdem, Kansu, Doğu ve Batı erkek doktorun etrafında yuvarlak oluşturmuşlardı. Herkes gerçekten de bizim gelmemizi bekliyor olmalıydı. Kimseden çıt çıkmıyordu.

"Herkes geldiğine göre konuş artık doktor. Kardeşim iyi değil mi?" Erdem'in endişe dolu olduğu kadar merak dolu da olan sorusunu yönelttiği doktora baktığımda, derin nefes alıp verdiğini görmüştüm. Kısa süre sonra konuşmuştu.

"Şimdilik iyi." Şimdilik iyi olduğunu hepimiz biliyorduk. Önemli olan uyandığı zamanda hâlâ iyi olmak istemesiydi.

"O ne demek?" Batı'nın sorduğu sorunun ardından hepimiz, yönümüzü yeniden cevap vermesi için doktora çevirmiştik.

"Kurşun göğüs boşluğuna denk gelmiş. Oldukça zorlu ameliyat olsa da kalbine denk gelmediği için şanslıyız." Doktorun kısa, süreli susması sebebiyle herkesin bakışları bana doğru dönmüştü. Kurşun Hazar'ın kalbine gelmediyse eğer, bunu sağlayan bendim. Gönlüm o kurşunun ona hiç gelmemesini sağlamak istese de elimden sadece bu kadarı gelmişti. Hoş, Hazar'ın gönlü de bir başka kurşunun Lara'ya hiç gelmemesini isterdi. Bazen gönlümüzün istedikleri olmuyordu.1

"Devam et." Erdem'in sinirli olduğu şu hâllerini ilk kez gördüğüm için her seferinde tuhaf hissediyordum. Doktor Bey derin nefes alıp devam etmişti. Ters giden şeyler vardı.

"Ameliyat sırasında hastanın kalbi durdu. Hem de iki kez. Her seferinde hayatta geri döndürmeyi başardık. Fakat hayati tehlikesi çok büyük. Üçüncü kez kalbinin durma ihtimali oldukça yüksek." İki kez ölmek ama aslında hiç yaşamamış olmak. İşte Hazar Orhon bundan ibaretti.

Yaşamak istemeyen oydu. Atmak istemeyen kalbiydi. Fakat biz onu sevenler olarak çok bencildik. Yaşasın istiyorduk yaşamaya zerre hâli olmayan adamdan. Biz seni iyi ederiz diyorduk. Bunca zaman ne kadar kötü olduğunu fark etmediğimiz hâlde. Kardeşlerinin doktora olan bakışları ne denli bencil olduklarının ispatı gibiydi. Ne pahasına olursa olsun Hazar yaşayacak diyorlardı.

"Üçüncü kez kalp durdu diyelim ya da vücudunun herhangi bir yerinde komplikasyon oldu. O zaman ne olur?" Mert'in sorduğu sorunun cevabını aslında burada bilmeyen yoktu. Yine de duymak istemişti. Teyit ettirmek amacında değildi, acıyı hissetmek ve hissetirmek amacındaydı.

"Maalesef bedeni çok yorgun. Kalbi tükenmiş durumda. Üst üste iki kriz kalbe büyük zarar verdi. Geçirdiği ameliyat ayrıca zordu. Vücut yeni bir olayı kaldıramaz. Hastayı kaybederiz." Hastayı kaybederiz öyle mi? Biz hastayı hiç kazanamamıştık ki kaybedelimdi. Gözlerim bu gerçeğin ağırlığı yüzünden yanmaya başlamıştı. Hazar güçlüydü. Çok güçlü adamdı. Bunu atlatırdı. Neler neler atlatmıştı o. Bu hiçbir şeydi. Sorun şuydu ki Hazar yaşamak istemiyordu. Bu yüzden gücünün çeyreğini bile yaşamak için kullanmayacaktı.

"Ne yani şimdi? Ölecek mi benim kardeşim?" Erdem'in doktora doğru hücum etmesiyle Kansu, onun yolunu kesip doktora ulaşmasını engellemişti. Zavallı adamın bu ani saldırış yüzünden yüzü bembeyaz olmuştu.

"Biz elimizden geleni yaptık. Bundan sonrası sadece hastanın yaşamak için göstereceği direnişine bağlı." Hemen yanımda duran Arem, doktora eliyle gitmesi gerektiğini göstermişti. Bu anın gelmesini sabırsızlıkla bekleyen adam, hızla yanımızdan çekip gitmişti.

"Ölecek mi? Arem bir şey söyle. Hazar ölecek mi?" Kansu'nun elinden kurtulmayı başaran Erdem, doğruca Arem'in önünde dikilmişti. Sanki o ölmeyecek derse Hazar ölmezdi. Onlar için Arem'in her dediği olurdu gibi bir şeydi. Zaten bu yüzden baş veliahtın her zaman yükü de sorumluluğu da hep fazla olmuştu.

Arem, yavaş hareketlerle Erdem'in tam karşısında dikilmişti. Aralarındaki mesafe bu sayede daha azalmıştı. Erdem'in ensesinden tutup sımsıkı sarılmıştı ona. Bu hareket ben sana Hazar'ın yaşayacağına dair söz veremem demekti. Erdem de ona sımsıkı sarılmıştı. Onları böyle görünce herkes çok kötü olmuştu. Hazar için iyi olsun diye değil, yaşamayı dilesin diye dua etmekten başka şansımız kalmamıştı.

Hayat çok acımasızdı. Acısıyla ve tatlısıyla değil, sadece acısıyla geliyordu. Tatlı yemeyeli uzun zaman olmuştu. Mesela en son mutlu olduğumu hissettiğim de Attila Tuğrul Türkeş hâlâ hayattaydı. Zaten ne olduysa ondan sonra olmuştu. Babasının kızı olmak güzeldi de, babası olmayan kız olmak kötüydü.

Herkes kendi hâlinde acısıyla takılırken bize doğru gelen ayak sesleri sebebiyle yönümü arkama doğru dönmüştüm. Bize doğru gelen kişi genç bir kadın doktordu. Sarışın orta boylu olan kadın bize doğru çekinerek geliyordu. Diğerleri de gelen kişiyi fark edince benim gibi yönünü oraya doğru dönmüştü.

"Bir sorun mu var?" Doğu son derece nazik tutmaya çalıştığı sesiyle konuşmuştu. Kadını acısıyla korkutmak istemiyordu.

"Ben Lara Korkmaz için geldim. Önemli bir şeyin haberini vermek zorundayım." Sakin tutmaya çalışıyordu kadın sesini. Yine de pek başarılı olduğu söylenemezdi.

"Sizi dinliyoruz." Doğu'dan aldığı komutla konuşmaya başlamıştı kadın.

"Lara Hanım bize teslim edildiğinde maalesef yaşamıyordu. Onun için yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı. Ölüm sebebi ateşli yaralanma. Kurşun kalbini parçalamış." Kurşun Lara'nın kalbini parçaladığı için, Hazar kendi kalbine nişan alıp, onu paramparça yapmak istemişti. Yetişmesem yapacaktı.

"Fakat bedeninde farklı yaralar mevcuttu." Lara'nın, Hazar'ın kollarında durduğu o an gelmişti aklıma. Üzerinde Hazar'ın tişörtü olduğu için bedenin bazı kısımları açıktaydı. Vücunda gördüğüm yara izi ve morlukları çok iyi hatırlıyordum.

"Bunun sebebi ne peki?" Mert'in sesi lütfen düşündüğüm şey olmasın diyordu. Herkes yine ve yeniden bir konuyu çok iyi anlamıştı. Cevabı çok iyi biliyordu. Yine de Mert bize teyit ettirmek için uğraşıyordu. Doktor önce susmuştu. Nasıl söyleyeceğini bilmiyor olmalıydı. Bir kadın olarak bu tarz vakaların onun da canını yaktığı çok belliydi. Kendisini toparladığı an bizi dağıtmıştı sözleriyle.

"Tecavüz." Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Erkekler arsında acıyla beraber küfür edenler olmuştu.

Bazen bir yangın olsa içinde ki kül olsaydım diyordum. Bazen kimsesiz mezarı. Bazen deniz üstü köpük olsaydım diyordum. Yine de kadın olmasaydım. Kadın olmak için fazla kötü olmuştu bu dünya. Derdi kadın olmuştu dünyanın. Tüm dertleri kadına yüklemişti.

Lara Korkmaz...
İlk günden beri anlaşamadığım o kadın. İlk günden beri sevmediğim, beni zerre sevmediğini bildiğim o kadın. Ben istemezdim böyle olmasını. Ben hiç ister miydim? Kimse hak etmezdi bunu. Hiçbir kadın hak etmezdi. Hak edilecek gibi bir şey değildi.

Sarı şeker.
Zavallı sarı şeker. Ne yapmışlar sana be kızım? Oysa biz daha seninle ne kavgalar ederdik. Ne bıçakalar çekerdik birbirimize. Ne de güzel nefret ederdik birbirimizden. Erken ayrıldın bizden. Çok erken gittin. Öyle bir gittin ki benim bile içimi titrettin.

Sana söz. Döktüğün yaş, yaşımdır. Akıtılan kanın, kanımdır. Acıtılan canın, canımdır. İntikamın, intikamımdır. Yarına kalmadın sen. Yanlarına bırakmayacağım ben. Gurursuzun, gülpembe'si rahat uyusundu. Acısını çıkaracaktım. Bu işe karışan kim varsa acısını çıkaracaktım.

Batı'nın ağlama sesi tekrar kulaklarıma ilişmişti. Hepsi çok kötü olmuştu. Lara onlarla beraber büyümüştü. Ölümün bile hayırlısı diye boşuna mı diyorlardı? Bu adamlar bu yükle nasıl yaşasındı? Hazar bu yüzden kendi canına kıymıştı. O yaşayamazdı. Peki ya veliahtlar? Kız kardeşlerini koruyamamanın utancıyla ve ona yaşatılanın ağırlığıyla nasıl yaşasındı? Evren Korkmaz. O bunu öğrendiğinde onu kim tutacaktı? Ağabeyi kim tutabilirdi zaten?

"Ne dedin sen?" Duyduğumuz tanıdık ses yüzünden hepimiz hızla başımızı koridorun sonuna çevirmiştik. Siktir! Evren Korkmaz uyanmıştı. Gözlerindeki volkanın ateşini buradan görebiliyordum. İşte şimdi taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacaktı. Kıyamet kopmuştu. Sona yaklaşıyorduk.

Kendi sonumuza...




















(🎭)

 

Bu dünyanın direği yok,
merhameti yüreği yok
Kılavuzun gereği yok yolun
sonu görünüyor.

 

Ezrailin gelir kendi,
ne ağa der ne efendi
Sayılı günler tükendi
yolun sonu görünüyor
Geçtim dünya üzerinden,
ömür bir nefes derinden
Bak feleğin çemberinden
yolun sonu görünüyor

 

Yolun Sonu
Musa Eroğlu'nun şarkısı

 

 

Bölüm : 24.10.2024 16:54 tarihinde eklendi
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / 🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

17.53k Okunma

1.54k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş