
2022 yılının Ekim ayının 1’i üzerinden oldukça uzun bir zaman geçti. Bugün parmaklarım, yaratmış olduğum evrenin final bölümünü yazıyor. Yorgunum, arkadaşlar. Fiziksel anlamda da yorgunum, duygusal anlamda da yorgunum. ‘Külden Elbisem’ size bir hayat verdi. Benden bir hayat aldı.
Bitmesi gereken her şey gibi bunun da sonuna geldik. Kitabı daha fazla uzatmamı isteyenler o kadar çok ki… Bazı şeyler tadında biterse güzeldir. Yazmam gereken her şeyi yazdım. Ekstra olarak bir şey eklersem, bu sadece kitabı uzatmak için olurdu.
Size kendimi birçok kez göstermeye çalıştım. Birçok yerde siz ağlarken, ben zaten ağlıyordum. Gülüyorsam sizi de güldürdüm. Bazılarınız sadece okuyup geçti, ama bazılarınız anladı ve geçti. Hele bazılarınız hissederek geçti… Hisler çok güzel değil mi? Bana göre bizi diğer canlılardan ayıran şey aklımız değil, hislerimizdir. İnsan hissettiği için insandır.
Kitap boyunca kazandığım tüm güzel okurlarıma hayatımı borçlu olduğumu söylesem sanırım abartmış olmam. Nasıl yaptığınızı hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama siz benim hayatımı kurtardınız. Beni gerçekten kurtardınız. Kahramanım oldunuz. Benim kitabımı okuyan insanlar, okuyucularım değil, kahramanlarım oldular. Ne demek istediğimi anlamazsanız da anlamaya çalışın, olur mu? Bu benim için çok önemli.
Yazdıkça ağlamaktan yoruldum. Eğrisiyle doğrusuyla ortaya bir roman çıkardım. Onu size sundum. ‘Külden Elbisem’ başlığı altında 54 bölüm yazdım. 55. bölüm, finalden kucak dolusu sevgilerle. 55. bölüm dediğime bakmayın, final bölüm değil, bölümlerden oluşuyor. Oldukça uzun yani.
Benim güzeller güzeli kahramanlarım. Kitabı yazdığım ilk günden beri sevgiyle kaldıysanız, saygınızı hiç bozmadıysanız, aşk denen o tuhaf duyguyu tattıysanız ve şu anda bu satırları okuyorsanız, kitabımı sonuna kadar okumuşsunuz demektir. Oldukça uzun süre etrafta olmayacağım. Oldukça uzun süre ayrı kalacağız. Size yeni kurgumla gelmeyeceğim. Yine de siz beni beklemeye devam edin, olur mu? Bir gün karşınıza bambaşka bir kurgu ile gelir, önünüze bambaşka hayatlar sunarım.
Kalemim size neyi ifade ediyor, bilmiyorum. Kitabım birçok şeyi ifade ediyor olmalı. Hâlâ okuyorsanız, ifade ettikleri yüzünden okuyorsunuz. Hâlâ yazıyorsam, ifade ettikleri yüzünden yazıyorum.
Sizden birkaç şey isteyeceğim. Öncelikle veliahtları hiç unutmayın. Lotus çiçeklerini her gördüğünüzde aklınıza Melisa gelsin. Bir yerlerde tanrıçalardan bahsedilirse, Hera’yı düşünüp gülümseyin. Her şeyi unutsanız bile beni unutmayın. Ben sizi hiç unutmayacağım.
Oğullarımın ve kızlarımın hikayesi bugün burada son bulacak. Hikayemize şahit olan herkes, hayatları boyunca onları unutamayacak. ‘Külden Elbisem’ artık bana sadece şans olacak. Kötü olan her şey bitecek. Kötü olan her şey bu bölümde bitecek. Kötülük kitaptan dışarıya hiç çıkmayacak. Yazdığım her şey kitapla son bulacak. Acısı benden çıkmayacak. Acısı bu kez benden çıkmayacak.
777,777,777,777,777,777,777
Hoşça kal Arem… Hoşça kal Hera… Hoşça kal Melisa… Hoşça kal Mert… Hoşça kal Doğu… Hoşça kal Batı… Hoşça kal Kansu… Hoşça kal Erdem… Hoşça kal Evren… Hoşça kal Hazar… Hoşça kal Atlantis… Hoşça kal Helin… Hoş geldin Helen…
En çok da siz hoşça kalın, hikayemizi en başından beri takip edenler…
Son olarak; kitap için neden gülen yüz ve ağlayan yüz sembolünü kullandığımı biliyor musunuz? Bahsi geçen sorunun cevabını her zaman finalde vereceğim demiştim. Artık finaldeyiz. Kitabın sembolü gülen yüz ve ağlayan yüz. Her ne kadar kitabın sembolü olsa da ifade ettiği şey kitap değil. Kitapta hiç bu sembolün geçtiğini gördünüz mü?
Gülen yüz ve ağlayan yüz sembolü, siz kitapla var olmadan önce hatta siz ilk bölümleri yazdığımda yokken bile sizi ifade ediyordu. Bir güldünüz, bir ağladınız arkadaşlar. Bir güldürdüm, bir ağlattım sizi arkadaşlar. Bir bölüm ağladıysanız, bir bölüm güldünüz. Bu sembol en başından beri sizdiniz…
Sonumuzun sonsuzluğu keyifli okumalar diler.
... Bölüm Şarkıları; Emre Aydın- Hoşça kal... Şebnem Ferah-Mayın Tarlası... Rota-Belki Başka Zaman... Melek Mosso-Vursalar Ölmem... Ender Balkır-Ruhumda Sızı... Cem Adrian-Kül... MaNga-Yad Eller... Pinhani-Kefen Giydim...
Külden Elbisem Spotify Listesini;
"H3linnn00"
Kullanıcı adını aratırsanız bulabilirsiniz.
Yine wattpad biyografimde de Spotify linkimi eklemiş bulunmaktayım oraya tıklayarak daha kolay gelebilirsiniz.
🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭
Bölüm Sözü
Gökten yağmur yağsa bile,
ateşten kalpler yanmaya devam ederdi.
Kül olmuş elbiselere, ateşin altında,
KÜLDEN ELBİSELER denirdi...

H. G.
🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭
İlâhi Bakış Açısı.
Veliahtların göreve başlamasıyla birlikte Kamer bölgesindeki herkes arasında bir huzursuzluk hissediliyordu. Bu huzursuzluğun kaynağı, öncelikle veliahtların görevleri süresince olumsuz gelişmeler yaşanma ihtimali ve ikincil olarak da veliahtların görevdeyken zarar görmesi endişesiydi.
Hayatları boyunca veliahtlar için zorluklar hiç eksik olmadı. Veliahtların aileleri, sevgilileri ve arkadaşları olarak bu zorlukları birlikte yaşadılar. Dolayısıyla, her biri huzuru derinlemesine hissetme arzusundaydı. Ancak, bu huzuru elde etmek kolay olmayacaktı. Zorlukların nedenleri hakkında farkındalığa sahiptiler ve bunların ortadan kaldırılması gerektiğini biliyorlardı.
Kamer bölgesindeki huzursuzluğun giderilmesi, her bir kişi için önemliydi ve ortak bir çaba gerektiriyordu. Birbirlerine sıkı sıkıya tutunup destek olmaktan başka çareleri yoktu. Korkularına rağmen, Kamer bölgesinin yüksek güvenlik çemberiyle çevrili olduğunun bilincindeydiler. Bu güvenlik önlemleri, onların korunmasına ve olumsuz durumların engellenmesine yönelikti. Çemberin varlığı, güvende olduklarını hissetmelerine yardımcı oluyordu.
Atlantis Darya, annesi ve babası dışında etrafındaki insanları tanımasına rağmen, onların varlığını sorguluyordu. Henüz çok küçük olduğu için anne ve babasını her an yanında görmek istiyordu. Büyük salonda emekleyip bir o yana bir bu yana gidiyordu. Annesi ya da babasının ortaya çıkıp onu kucağına almasını umuyordu. Onları göremediği her dakika, huzursuzlanması süratle artıyordu. Annesi ve babası olmadan geçirdiği dördüncü gündü. Gün geçtikçe nazlanıyordu. Onunla ilgilenen kimseyi istemiyordu, ancak teyzesi Afra hariç. Teyze, anne gibi bir figür olduğundan, küçük bebek bir tek onun kollarından çıkmıyordu. Afra, Atlantis'i en az annesi kadar çok seviyordu, üstüne titriyordu ve uykusunda bile ona bir şey olacakmış gibi endişe ediyordu.
Hera gelene kadar, küçük yeğenine annesi yanındaymış izlenimi vermek istiyordu. Güven duygusunu üzerinden atmamalıydı küçük bebek; böylece psikolojik olarak iyi olabilecekti. Anne ve babasız olmak ne demek, iyi bilirdi Afra. Atlantis, yerde emekleyerek ona geldiğinde kalbi bu görüntü karşısında âdeta titredi. Annesi ortada olmadığı için Atlantis ona geldi, tıpkı annesi olmadığı için Hera'ya gittiği günler gibi.
Yetimhane yılları bir bir gözünün önünden gelip geçti kadının. Doğduğu gün terk edildi. Hâlâ daha anne ve babasını tanımaz, etmezdi. Hiç arama gayretine girişmedi. Onu istemeyeni istemezdi kadın. Eğilip, ayaklarının önünde, onu kucağına alsın diye pantolonunu çekiştiren kız bebeğini kucakladı. Karnı toktu, altı temizdi. Her şeyiyle tek tek ilgilenilmişti. Neredeyse bir saatten fazla Ekin'le beraber parkta oyunlar oynamışlardı. Kızıl çocuk uykuya daldığında, annesi onu yatağına yatırmaya gitmişti."Uyku sırası küçük yeğenime gelmiş anlaşılan," diye düşündü kadın.
Eliyle gözünü ovuşturan bebeği, iki yanağından kocaman öpüp kokladı. Anne ve babası olmadığından hiç kimseye pas vermeyen Atlantis, homurdanıp kafasını teyzesinin omzuna koydu. Kadın gördüğü muamele karşısında kahkaha atmadan edemedi. Babası dışında kimsenin omzunda uyumazdı. Babası etrafta olmayınca mecbur kalmıştı. Afra, küçük kızla beraber onun odasına çıkmak için yola koyuldu. Elena oğlu ile ilgileniyordu. Gülçin mutfakta Alice'in desteğiyle akşam yemeğini hazırlıyordu. Poyraz, Görkem ve Asya sinema odasında film izliyorlardı. Her şey yolundaydı. Hasar almadan bir günü daha geride bıraktıklarından gülümsedi kadın.
Gecenin ilerleyen saatlerinde veliahtlar çıkıp gelecekti. Herkes sağ salim olacaktı. Hayalini kurdukları özgür ve mutlu yaşama sonunda sahip olacaklardı. Küçük kızın odasını kısa süreliğine değiştirip alt kata indirmişlerdi. Çok daha kolay şekilde kontrol edebiliyorlardı bu sayede onu. Yavaş yavaş odasına doğru ilerledi küçük yeğeninin. Uyanmasın diye arada eliyle sırtını sıvazlıyordu: "En çok kokusunu seviyorum," diye geçirdi içinden: "Hera, boşuna cennet kokuyor benim kızım," demiyor diye de ekledi.
Odasına girdiklerinde, pembenin her tonunun olduğu odaya her seferinde olduğu gibi yine kahkaha atarak baktı. Hera hep pembe odası olsun isterdi; kendi sahip olamadığı her şeyi kızına sunan bir kadındı Hera Türkeş.
Dolayısıyla evin tüm katlarında kızı için ayırdığı odaların hepsi pembe renkten oluşuyordu.
Atlantis çok çabuk uykuya dalıyordu. Yol bitmeden rüya görmeye başladığına emindi kadın. Küçük kızı biraz daha kucağında salladıktan sonra yatağına yavaş yavaş koydu. Mışıl mışıl uyuyan kızın suratının annesinin kopyası olduğuna bir kez daha emin olduktan sonra üstünü sıkı sıkı örtü. Uyanınca annesi yanında olacaktı. Afra, Atlantis'e her baktığında aklına Mert'in baba olmak istediğini ve özellikle kız çocuğu babası olmak istediğini söylediği gün geliyordu. O gün susmak zorunda kaldığını dün gibi iyi hatırlıyordu. Mert, hayalini anlatıkça Afra, şekilden şekle girmişti. Üniversitenin ilk zamanlarında kadınsal rahatsızlığı yüzünden hastaneye gitmiş, çekilen ultrason sonucu kısır olduğunu öğrenmişti. Mert'e bunu söylemeyi çok istese de yapamamıştı. Mert'in baba olacaksa çocuğunun annesi olarak onu gördüğünü iyi biliyordu kadın. Hayalini ona anlatması bile buna işaretti. Hevesini kursağında bırakmak istememişti.
Duygu dolu anlar yaşadığından Atlantis'e dolu dolu gözlerinin ardından baktı. Onun gibi bir kızı olmasını öyle çok isterdi ki... Olmayacaktı. Farkındaydı kadın. Onun asla uyuyan dünya güzeli yeğenine benzeyen bir kızı olmayacaktı. Derin nefes alıp verdi kadın. Bebeği rahatsız etmek istemediğinden yavaş ve temkinli adımlarla odayı terk etti.
Ortama derin sessizlik hakimdi. Adımlarını sessizliğin sesi olması için birer ikişer olarak atıyordu. Odaya kamera ya da ses dinleme telsizi koymasına gerek yoktu. Alice, evin yapay zekası olarak küçük bebeğin her anında ona göz kulak olmak üzere kodlanmıştı. Bebek uyanırsa evin içinde yaşayan herkes haberi bu sayede alıyordu.
Mutfağa gidip akşam yemeğini hazırlayan Gülçin'e yardımcı olmayı hedeflemişti Afra. Adımları onu henüz mutfağa getiremeden çalan telefon sesiyle irkildi. Sessizliğin bozulduğu anın içine hızla giriş yapmıştı. İrkilmesinin nedeni bundan ibaretti. Pantolonunun arka cebine koyduğu telefonu hızla çıkardı. Ekranda gördüğü isimle burukça gülümsedi: "Kötü zamanlama annesi." Diyerek geçirdi içinden. Kızı tam uyumuşken annesi aramıştı. Telefonu kulağına götürerek adımlarına kaldığı yerden devam etti kadın.
"Alooooooo!" Hera'nın sesi keyifli geliyordu. Her şey yolunda gitmiş olmalıydı. Farkındalık kadının içine huzur tohumlarını teker teker ekip, filizlendirdi.
"Alooooooo!" Hera, arkadaşının onu taklit edişine tüm yorgunluğuna rağmen kahkaha attı."Sarı kuşum, hanimiş benim yavru kuşum. Sesini çok özledim kızımın." Afra yine ve yeniden burukça tebessüm etti.
"Maalesef hanımefendiciğim, küçük leydi güzelik uykusuna dalmış bulunmakta." Telefonun diğer ucundan homurdanma seslerini işitince kahkaha atmadan duramadı Afra. Koca ekip Atlantis'in sesini duymak için telefonun etrafına toplanmış olmalıydı. Düşüncesi onu tekrar gülümsetti. Atlantis çok şanslıydı. Onun uğruna her şeyi yapabilecek ailesi vardı.
"Ama ama of ya!" Hera'nın kendine has tavırlarına bayılırdı Afra. Kaç yaşına gelirse gelsin, bir tarafı hep çocuktu Hera'nın. Öfkesi bedenine hâkim olmadığı sürece onu ciddi bulmak imkansızdı." İyisiniz hepiniz değil mi?" Konuyu hızla değiştirip asıl duymak istediği konuya bodoslama giriş yaptı kadın. Hera'nın sinsi gülüşünü işitince eliyle alnına vurdu: "Kendi elimle açık verdim," diye söylendi içinden.
"Mert, söyle bakalım nasılsın?" Hera'nın sesini işitince telefonu duvara vurmak ve vurmamak arasında ikilemde kaldı. Bir de üstüne Mert'in içine işleyen gülüşünü duyunca yerin dibine girmeyi diledi.
"Son derece iyiyim güzelim." Alaycı sesiyle Mert'in, Hera'ya cevap veriyor oluşu daha ne kadar rezil olacağını sorgulamasına neden oldu.
"Duydun mu sarı kuşum? Hepimiz gayet iyiyiz." Hera'ya cevap verip, herkesden kastının Mert olmadığını söylemeyi çok istese de yapmadı. Hera'ya laf yetiştirmenin imkansız olduğunu düşünüyordu. En iyisi konuyu değiştirmektir, diye geçirdi içinden. Başka türlü dilinden kurtulamazdı.
"Kapatmam lazım şimdi. Atlantis uyanınca ararım seni tekrar." Telefonu ne kadar çabuk kapatırsa, o kadar az rezil olurdu. Yüzünün domatese döndüğüne emindi. Hera bazen gerçekten sinirlerini bozuyordu. Oysa sinirleri bozulsa kaç yazardı? Afra'nın, Hera'ya kızması görülmüş şey değildi. Hera onun zaafıydı. Ona kıyması mümkün değildi.
Adımları sonunda onu mutfağa getirdiğinde, Gülçin'in mutfak tezgahında arkası dönük bir şeylerle uğraştığını gördü. Yemeği beraber hazırlasalar en azından utanç duygusunun üzerinden dağılacağına inandı. Adımları onu mutfaktan içeriye sürüklediğinde Gülçin, gelen adım sesleriyle kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Afra'yı görünce kocaman gülümsedi. İlk başta birbirlerine karşı sempati duymayan iki kadın son zamanlarda çok iyi anlaşır olmuştu.
"Yemekte ne var bakalım?" Afra duymayı en çok istediği soruyu doğrudan sormayı tercih etmişti. Ailenin yeni üyesi olmanın heyecanıyla, herkesle kaynaşmaya çabalıyordu Gülçin. Özellikle Erdem'e duyduğu sevgi gün geçtikçe artıyordu. Onun ailesine karşı gösterdiği saygı ve sevgiyle dolu yaklaşımı, Gülçin'in sevgisini bir huzur kaynağı hâline getiriyordu. Aileye değer veren erkekler daima dikkatini çekmişti. Onun ailesine en az onun kadar sevgi ve saygıyla yaklaşmaya çaba gösteriyordu.
"Patates ve tavuk attım fırına. Alice'in yardımıyla sebzeli çorba tarifleri arasından birini bulup yaptım. Sanırım sadece salata kaldı. Şimdi de onun için kolları sıvamış bulunmaktayım. " Afra, Gülçin konuştukça karnının acıktığına şahitlik ediyordu. Tüm gün Atlantis ile ilgilenmekten yemek yemeye vakit ayıramamıştı. İçeride kokmakta olup burnuna kadar gelen, buram buram tüten güzel yemeklerin o güzel kokuları, onun önemsiz bulduğu karın açlığını önemli hâle getiriyordu.
"O zaman sen salatayı yaparken ben de Atlantis'in akşam yemeğini hazırlayayım. Uyanınca ısıtıp yediririm, " dedi. Atlantis yemek konusunda çok seçici bir çocuktu. Öyle her şeyi yemezdi. Her yemeği beğenmezdi. Hera bu konuda çok şikayetçiydi. Her yemeği yemediği için yeteri kadar vitamin alamadığını ve sağlığına zarar geleceğini düşünürdü. Çözümü Alice'de bulmuşlardı. Alice, Atlantis'in yediği ve yemediği yemeklerden analiz yaparak seveceği türden yemek tarifleri oluşturuyordu. Böylece Atlantis, sağlıklı gıda ürünlerinin her türlüsünü yemiş oluyordu.
Afra, Gülçin'in hazırladığı yemeklerin varlığını hissettikçe acıktıkça acıkıyordu. Yine de kendi açlığından önce uyandığı zaman yeğeninin aç olacak karnını öncelik hâline getirdi.
"Çok iyi olur. Uyanınca acıkıyor ve acıkınca annesi gibi sinir küpü oluyor," Gülçin'in alaycı sesi Afra'ya kahkaha atırmayı başardı. Kafasını hızlı hızlı aşağı yukarı sallayan Afra, bir yandan sohbet ediyor bir yandan Alice'in telefonuna gönderdiği havuçlu çorba tarifini yapmak için malzemeleri çıkarıyordu. Atlantis tam olarak havuç aşığıydı. İçerisinde havuç olan her şeyi yiyebiliyordu.
Doğrama tahtası üzerine, yıkadığı havuçları koymuştu. Küp küp doğramaya başladığı sırada, kısa süreliğine Gülçin'e bakıp tekrar önüne döndü. Gülçin'de tıpkı onun gibi salata hazırlamak adına sebzeleri doğramakla meşguldü. "Kaşı, gözü, huyu, suyu ile tıpatıp annesi. Hera sanki kendini klonla-" Afra, sözünü tamamlayamadan susmak zorunda kaldı. Dalgınlığına söylediği sözün gerçeklik payı yüreğine kor gibi düştü. Bıçağı tutan eli, havucun üzerinde öylece durdu.
Hera ve Tim-4'le beraber Japonya'da geçirdiği eğitim süreci aklında yer edinmişti. Hera'nın insan olmadığı gerçeğini atlatma süresi çok zorlu geçmişti. Gün ve gün kardeşinin kalbinin taş kesildiğine şahit olmuştu. Her ne kadar ondan istenilen insan değil, robot olması olsa da Hera'nın duygusuzlaşması onu korkutmuştu.
Omzunda el hissedince irkildi. Arkasını döndüğünde Gülçin'in ona şefkatle baktığına şahitlik etti. Henüz pot kırıp kırmadığını bilmiyordu.
"Üç ya da dört ay önce, Atlantis gece çok rahatsızlanmıştı. Beni aradı Arem. Ateşini düşüremediklerini söyledi. Erdem'le beraber apar topar buraya geldik. Hera çok endişeliydi. Bebekle mi ilgilensem yoksa onunla mı ilgilensem? bilememiştim. Arem'in hem sevgilisi hem de kızı için endişe ettiğini görünce Erdem'e onu dışarı çıkarmasını söyledim. Atlantis'in ateşini düşürdükten sonra Hera ile göz göze geldim. Korkudan gözleri dolu dolu olmuştu. Kızına çok düşkün olmasını anlayabilirdim ama sanki biraz fazla evham yapıyor gibiydi: Hastalık, soğuk algınlığı, ateş, kusma bunlar bebekler için çok normal şeyler. Her hastalandığında böyle yapacaksa stres yüzünden kendisininde hastalanacağını, söyledim. O gün anlattı her şeyi. Daha doğrusu anlatmak zorunda kaldı. "
Afra sessiz sessiz Gülçin'i dinlemeye devam ediyordu. Hera'nın sırrını yanlışıkla dahi olsa birine anlatmış olsaydı kendini asla affetmezdi. Bu sebeple içi âdeta huzurla doldu. "O an Hera'nın, aslında boşa evham yapmadığını, sadece insan olarak dünyaya gelmediği için, yarı insan yarı klon olan kızının sağlığı konusunda endişe ettiğini, bunda da sonuna kadar haklı olduğunu gördüm. " Hera ile daha önce bu konuyu defalarca kez konuşmuştu. Atlantis son derece sağlıklıydı. Tam olarak insan olan bir bireyden hiçbir farkı yoktu. İçleri şimdilik rahat olsa da Atlantis her hastalandığında anne ve teyze olarak kafayı yiyorlardı endişeden.
"Hera'nın hikayesini hayretle dinlediğime, hatta çoğu zaman şoktan yerimde kalakaldığıma emin olabilirsin."
Gülçin, Afra'nın daha iyi olduğuna kanaat getirince tekrar işine dönmek için yanından ayrıldı. Domatesleri doğrama işine kaldığı yerden devam etti.
"Sanırım hayatımda ilk ettiğim küfürü Veliaht Bey'lere etmiş bulundum. Her ne kadar yaşatıkları şeyler için geçerli sebepleri olsa da küfürü hak ettiler. "
Afra, Gülçin'in onu neşelendirme çabalarına olumlu cevap verdi.
"O da bir şey mi? Ben veliahtlar içinde en çok Mert'en nefret ediyordum. Bir de şimdi geldiğimiz noktaya bak. " Havuçları doğrama işine kaldığı yerden tekrar devam etti.
"Eh ne derler bilirsin: En büyük aşklar, nefretle başlar," Gülçin'in gülüp göz kırpması Afra'yı utandırdı. Her utandığında yaptığı gibi konuyu kendisinden çıkarmış, başka bir konuya getirmişti.
"Aşk demişken, siz Erdem ile nasıl tanıştınız anlatsana? "Gülçin olumlu anlamda kafasını salladı. Anlatmayı en sevdiği konulardan birine sıra geldiği için heyecanlandı.
"Bildiğin gibi ben doktorum. Erdem ise manyağın teki. " Afra kendini tutamayıp tekrar kahkaha attı. Erdem'in, Gülçin ile neden birlikte olduğunu şimdi daha iyi anladı. Gülçin oldukça dobra kadındı. Tam da Erdem'i dize getirebilecek biriydi.
"Ee devam et. "
Gülçin salatanın sosuyla ilgilenirken, Afra'da patateslerin kabuğunu soyuyordu. Sohbetin güzelliği sebebiyle yaptıkları işten zevk alıyorlardı.
"O zamanlar Hazar yeni ölmüştü. Kendisiyle tanışmak kaderimde olmasa da onu Erdem'den o kadar çok dinledim ki tanımış kadar oldum var sayıyorum kendimi. "
Afra'da aynı hikâyenin bir benzerini yaşadığı için Gülçin'i rahatlıkla anlıyordu. Kendisi Hazar ile şahsi olarak tanışma fırsatını yakalamıştı lakin aralarında onu tanıyacağı düzeyde samimiyet oluşmamıştı. Hazar hakkında ne biliyorsa her şeyi Mert'en biliyordu. Beraber yaşadıkları tüm anıları Mert fırsat buldukça Afra'ya anlatıyordu. Günün sonunda özlem duygusu fazla kabardığından gözleri dolu dolu oluyordu. Afra'nın her seferinde bu görüntüye içi gidiyordu. Ona göre veliahtlar her ne kadar geçip giden zaman içerisinde iyiymiş izlenimi verse de her biri Hazar'dan sonra bir daha iyi olamamıştı. Sadece iyiymiş gibi davranmışlardı.
"Kamer diye bir bar var sanırım. Oranın alt katı dövüş turnuvalarının yapıldığı ringlere ev sahipliği yapıyor. Hazar'dan sonra Erdem, patlayacak yer aradığı için, içip içip ringe çıkmış. Ee kafa bir milyon olup, önünü zor gördüğünden bir güzel dayak yemiş."
Afra, hikayenin heycanlı giden atmosferini fark edince : "Neden daha önce hikayelerini sormadım ben?" Diye içinden kendi kendine sitem etmişti.
"Hem alkolün etkisi hem yediği dayakların etkisi yüzünden eve giderken arabasını sürmekte fazlasıyla zorlanmış. Benim de o gün hastane'de işlerim erken bitmişti. Nöbet falan da olmadığı için erkenden evime gider uyurum diye düşünüyordum. Arabamla yolda giderken yolun kenarında duran arabayı fark ettim. Işıkları açıktı. Arabanın şöförü kafasını direksiyona bırakıp sızmakla meşguldü. Mesleki deformasyon benim ki, onu öyle görünce kalp krizi geçirmiş biri olma ihtimalini göz önünde bulundurdum. Arabamı kenara çekip hızla yanına gittim. " Gülçin çok konuştuğundan dinlenmek için kısa süre tanıdı kendine. O sırada onu dinleyip bir yandan çorba kaynatan Afra sustuğunu görünce kafasını ona çevirdi. En heyecanlı yerinde kalmıştı hikâye. Devam edilmesi şarttı ona göre. Gülçin, Afra'nın bakışlarındaki heyecanına tebessüm edip, tekrar kaldığı yerden devam etti tanışma hikâyelerini anlatmaya.
"Arabanın penceresini neredeyse kıracak kadar çok çaldığımda Beyefendi güzellik uykusundan zor da olsa uyandı."
Gülçin, bir kez daha Afra'yı güldürmeyi başarmanın sevinciyle tekrar işine koyuldu.
"Kafasını kaldırınca kandan hiçbir şey görmedim. Ağzı yüzü dövüştüğü için yara içindeydi. Henüz daha ayılamadığı içinde suratıma tip tip bakıyordu. Koştur koştur arabama gittim. İlk yardım çantamı kaptığım gibi yanına geri gittim. Erdem Bey'ler beni düşman sanmış olacak ki o güzel kafasına rağmen kim olduğumu anlamaya çalışıyordu. Arabadan indiğinde doğruyu söylemek gerekirse neredeyse 2 metre boyunda, iri yarı bir adam olduğunu görünce korkmadım desem yalan olur. " Afra kafasını ona hak verdiği için hızla aşağı yukarı salladı. Veliahtların her biri boyu uzun ve iri adamlardı. Veliaht olduklarını bilmeyen biri bile onları yan yana görünce korkardı. Tek başlarına görünce yine korkardı. Afra, veliahtların her türlü korkutucu olduğuna inanırdı.
"Gidip gitmeme arasında kalmıştım. Ağzı yüzü kan içinde birine yardım etmemenin, doktor oluşumla ters düşeceğine kanaat getirince kalıp ona yardım ettim."
Afra'nın çorbayı karıştıran eli durdu. Kafasını hızla Gülçin'e çevirdiğinde onun fırında pişmekte olan tavuğu kontrol ettiğini gördü.
"Ne yani yardım etmene izin mi verdi? Aynı Erdem'den bahsettiğimizi emin miyiz? "
Gülçin, eldiven aracılığıyla fırından çıkardığı tavuk tepsisini mermer tezgahın üzerine bıraktı.
"Hayır be! asla izin vermedi."
Tavuğun piştiğini bıçakla kontrol ettiği için Afra'ya heyecandan bıçak tutan elini salladı. Ne yaptığını fark edince bıçağı geri bırakıp güldü. Afra'da onunla beraber güldüğünde konu tekrar en son kaldıkları yere geldi.
"Beni sorguya çekti. Ben, onun dağılmış yüzünü toparlarken, o kim olduğumu öğrenmek için 40 takla attı. İlk başta onu tanımadığım için neden bu kadar meraklı olduğunu anlayamadım. Ben de bu durumu ağzıyla burnunun yer değiştirmesine neden olan insanlardan korktuğu için, beni onlardan birinin gönderdiğini zannetmesine yordum. Durum böyle olunca onun tüm garip halleri bana normal geldi."
Afra, Gülçin'e sonuna kadar hak verdiğini iliklerine kadar hissediyordu. Kafasını, onu onayladığını belli etmek adına hızlı hızlı aşağı yukarı, "evet" anlamında salladı. Afra'dan beklediği tepkiyi alan Gülçin, konuşmasına ara vermeden devam etmişti:"O gün çok yorulduğum için onunla pek fazla ilgilenemedim. O, beni yanımda tutmaya devam etmek istese de, ben evime gidip uyumak istiyordum. Yoldan geçen biriyle sadece durumu çok ciddi ise ilgilenebilirdim. İlk yardımı yaptıktan sonra hastaneye gitmesinin faydalı olacağını belirterek yanından ayrılıp arabama bindim. Sonrasında evimdeydim, kafamda bir daha onu görme gibi bir düşünce yoktu. Fakat o sabahın köründe kapımda bitti."
"Gerçekten mi, seni mi takip etmiş?"
Afra bir an için bambaşka düşünse de, daha sonra kendi düşüncesinden tatmin olmayarak kendi kendini düzeltti:
"Bir dakika, ya takip etmesine ne gerek var? O bir veliaht, seni bulması zor olmamıştır."
Gülçin, Afra'nın onu onaylamak için her yaptığı gibi kafasını hızlı hızlı salladı:
"Muhtemelen kapıma gelmeden önce yedi sülaleme varıncaya kadar her şeyimi araştırmıştır. Benden ona zarar gelmeyeceğini anladığında teşekkür etmek için kapımda bitti, fakat ben onun kim olduğunu bilmediğimden dolayı beni takip ettiğini düşünerek soluğu kapımda sapık var dediğim karakolda aldım."
Afra, işittiği son sözle kendini tutamayıp kocaman kahkaha patlattı:
"Ben karakoldan içeri girdiğimde Erdem de sırıtışını hiç bozmadan peşimden gelmeye devam ediyordu. Ondaki rahatlığın sebebinin kafasının gidik olmasından dolayı kaynaklandığını düşünmeye başladığım o dakikalarda, karakoldaki herkesin Erdem'i gördüğünde selam verdiğini görünce şok oldum. Onun hakkında hiçbir şey bilmediğimden, bu kez beynim onun polis ya da benzeri bir mesleğe sahip olduğunu düşünmeye başladı ve bu da kendisinden giderek korkmam için yeterli sebepti."
Afra, istikrarını hiç bozmadan Gülçin'i dinlemeye kaldığı yerden devam ediyordu. Hikaye ona son derece ilginç ve heyecanlı gelmeye başlamıştı. Hoşuna giden şeylerin yarıda kesilmesinden hoşlanmazdı. Sesini çıkarmadan sadece karşı tarafı dinlemesinin sebebi bundan kaynaklıydı.
Gülçin ise Erdem'le olan hikayesinin en az Erdem'in kendisi kadar ilginç ve enteresan olduğunu bildiğinden, kendi hikayesini sonunda birilerine anlatabilmenin keyfini çıkarıyordu. Erdem'in yaptığı iş sebebiyle ondan kendi yakın çevresine bile bütün detayları rahat rahat anlatarak bahsedemiyordu. Erdem veliahtı ve bir veliaht'ın hayatı aksiyon ve gerilim doluydu. Onun gibi sıradan bir kadının böylesine deli dolu bir hayatın içinde var olmasının, onu sevenler tarafından korkuyla karşılanacağına emindi. Durum böyle olduğunda etrafına Erdem'i iş adamı olarak tanıtmaktan başka çaresi kalmıyordu.
Afra'da durum farklıydı. O da bir veliaht'ın sevgilisiydi. Üstelik kendisi eski bir ekibin üyesiydi. Afra'nın hayat hikayesi, onunkinden bile çalkantılıydı. Gönül rahatlığıyla hikayesini Afra'ya anlatabilirdi.
"Erdem'e şikayet vasıtasıyla hiçbir şey yapamayacağımı fark ettiğimde gerisin geri çıktım karakoldan. Hâlâ peşimden geliyordu, bu beni geriyordu. Benden uzak durmasını söylediğimde gözlerimin içine baktı ve bana 'Benden korkma' dedi. O an nasıl oldu bilmiyorum, Afra, ama bütün korkum onun tek kelimesi ile uçup gitti. O ana kadar gözünün içine bile baktığımda korkan ben, benden korkma diyen o adamın sesini işittiğimde, bütün korkularımın gittiğine emin oldum."
Afra, Gülçin'e bakıp gülmüştü. Gülçin'i az buçuk tanıdığından, aklındaki durumu ona anlatırsa itiraz edeceğine emindi. Oysa Afra, Gülçin'in Erdem'e ilk görüşte aşık olduğuna kanaat getirdi. Erdem'in tek lafının onda böylesine büyük güven oluşturmasının sebebi aşkın verdiği güvendi. Afra, tebessümle Gülçin'i izlediğinde, Gülçin sözlerine yine ve yeniden kaldığı yerden devam etme kararı aldı.
"Geriye kalan günlerde sürekli karşıma çıktı, hastaneye geldi, 'hastayım, tedavi et beni' dedi. Başka doktora yönlendirdiğimde kabul etmedi, hastaneyi defalarca kez birbirine kattı. Bunun yapmayı kesmesi gerektiğini söylediğimde, 'benimle akşam yemeği yerse duracağını' söyledi. O kadar inatçıydı ki, kabul etmek dışında yapabileceğim hiçbir şey kalmadı. Her şey zaten o akşam yemeğinden sonra başladı. Beraber yediğimiz ilk akşam yemeğinde o kadar sempatik ve tatlıydı ki, sürekli o konuşsun ve ben de onu dinleyeyim istedim. Kafa yapımız, zevklerimiz, dinlediğimiz müzik türleri, izlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar resmen birbirinin aynısıydı. Bu beni çok etkiledi, ruh ikizimi bulmuş gibi hissettim, ta ki..."
Afra güçlü kahkaha patlattı. Gülçin'in sözünü yarıda keserek, onun cümlesinin devamını kendisi getirdi: "Dur tahmin edeyim, ta ki onun bir Veliaht olduğunu öğrenip aslında seni ve senin sevdiğin her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenebilmenin onun için çocuk oyuncağı olduğunu fark edip, senin karşına çıktığında seni etkileyebilmek için ruh ikizinmiş gibi davrandığını öğrenene kadar."
Gülçin sertçe ofladı. Afra sonuna kadar haklıydı. Bu haklılık ister istemez sinirlerinin zıplamasına neden oluyordu. Erdem'le geriye kalan günlerde buluşmaya devam etmesinin, onunla konuşmaktan zevk almasının tek sebebi aslında onu ruh ikizi olarak görmesinden kaynaklanıyordu. Erdem tarafından oltaya gelmiş olsa da, asıl gerçeği öğrendiğinde ona çoktan sırılsıklam aşık olduğu için çekip gidememişti.
"İşte tam olarak böyle oldu."
Afra tam ağzını açıp oldukça tatlı tanışma hikayeleri olduğunu söyleyecekti ki mutfak kapısının girişinde tanıdık bir ses işitti. İki kadın kafalarını sesin geldiği yöne doğru çevirip, konuştukları konuyu orada bitirmek zorunda kaldılar.
"Hera'nın halası geldi. Alice az önce telefonuma bildiri attı. İşiniz bittiyse karşılamaya gidelim mi? Hazır çocuklarda uyumuşken iyi olur. "Elena tatlı tatlı gülümsediğinde iki kadın önce birbirlerine ardından tekrar Elena'ya baktlar.
Gülçin kafasını "tamam" anlamında salladığında, Afra içinde yeşeren kötü his duygularının ekilip çok kısa sürede dallanıp budaklandığını hisseder oldu. Hera'nın halasının ziyarete gelmesi Elena ve Gülçin için oldukça sıradan bir ziyaret olabilirdi. Lakin Afra, eski bir ajan ekibinin eğitimli üyesiydi. Ani ziyaretlerin her zaman planlı amaçlar dahilinde olacağını bilecek kadar aksiyon yaşamıştı. Hera'nın olduğu yerde halasının olması çok normal karşılanabilirdi, fakat Hera'nın olmadığı yerde, hele ki veliahtların olmadığı ülkede savunmasız oluşları üst seviyedeyken, kapıdan içeri dosta girse kendisi ona düşman muamelesi ile yaklaşacaktı. Temennisi bugüne kadar hiç rastlamadığı tesadüflere ilk kez rastlamak yönündeydi. Halasının sadece tesadüfi bir şekilde buraya geldiğine kendini ikna etmeye çalışıyordu.
Japonya'da Hera ile beraber aldığı eğitim zamanını düşünmüştü. Hera'nın halası görüp görebileceği en tatlı insanlardan biriydi. Bir kez olsun ondan kötü bir enerji almamıştı, bir kez olsun hatasına rastlamamıştı, bir kez olsun Afra'yı ya da Hera'yı kırabilecek harekette bulunmamıştı. Daima yanlarında olmuştu; kadında inanılmaz derecede muazzam annelik içgüdüsü vardı. Sevdiği herkesi kolları arasına alarak anne hissiyatını yaşatabiliyordu. Afra daha öncesinde defalarca kez Zeynep Sevde Hanım'dan anne hissiyatını aldığı için kendini rahatlatması giderek kolaylaşmaya başladı.
Atlantis Darya ona emanetti, onun endişesi sadece yeğeninden kaynaklıydı. Hera gelene kadar yeğenini gözü gibi koruması gerekiyordu. Aksi hâlde kendini asla affetmezdi.
Kadınlar birbirlerine sevgiyle gülümseyip mutfaktan teker teker ayrıldı. Zeynep Sevde Hanım, çoktan ana salona geçmiş ve kızların gelmesini bekliyordu. Üç kadın aynı anda salona girdiğinde, siyah L koltuğun üstünde diken üstünde oturur gibi duran Zeynep Hanım ayağa kalktı. Kızlar, ona yaklaşıp büyük bir sevgiyle sarılıp öpüştüler. Selamlaşma faslı bittikten sonra herkes yerine kuruldu, ve konuşmaya ilk girişi yapan Afra'nın şüpheci yanı baskın geldiğinden o oldu.
"Hangi rüzgar attı seni buraya hala?" Gülümseyerek konuşmaya özen gösteriyordu. Her ne kadar kendisi için "boşa evham yapıyorum" demeye gayret gösterse de, Zeynep Hanım'ın tedirgin yanını görmek bir yana, dursun adeta hissediyordu. Dolayısıyla, şüpheci yanı gün yüzüne çıkmaktan asla geri kalmıyordu.
"En küçük yeğenimi rüyamda gördüm dün gece. Dayanamadım, geldim ben de. Hera yok mu?" Zeynep Hanım, Hera ve veliahtların Kamer aile sandığının peşinde olduğunu biliyordu. Ancak operasyonun hangi vakit, hangi zamanda gerçekleşeceğini bilmiyordu. Daha doğrusu bugüne kadar bilmiyordu. Öğlen saatlerinde neyin ne olduğunu idrak etmek zorunda kaldığında, "bilmiyorum" olayına akşam saatlerinde yine aynı şekilde devam etmek mecburiyetindeydi.
"Hayır, veliahtların acil işi çıktı. Bu gece gelecekler ama," demişti Elena, durumu toparlamak istercesine ve açık vermek istemezcesine.
Zeynep Sevda Hanım, kızların üzerindeki tedirginliği hissedebiliyordu. Aynı tedirginlik onda da vardı. Kimsenin şüphelenmesini istemiyordu, tedirginliği üzerinden atması gerekiyordu. Ancak böyle yaptığı zaman, karşı tarafın endişesini sıfıra indirebilecekti. Böylece amacına giden yolda kimse ondan şüphelenmeyecekti. İçi içini yiyordu, kadın kendini aşağılık bir varlık gibi hissediyordu, ihanet etmek zorundaydı. Bunun bilincinde olmak, kadının damarlarında akan kanın kalbine giden yolda kor gibi yanmasına ve kalbine kan değil ateş pompalamasına neden oluyordu. O'nun olayı mecbur olmaktı. Bütün acısı mecbur kalan yanınaydı. Kendisi için yeğeni çok değerliydi. Fakat o bir anneydi. Her şeyden önce, her anne gibi önceliği kendi evladı olmalıydı. Hem söz verdi diye geçirdi içinden, "Söz verdi, ona bir şey yapmayacağına söz verdi" diye kendi kendini telkin etmeye devam etti, yetmedi ve ekledi: "Hera bulur," dedi. "O Attila'nın kızı," dedi, "Abimin kızı olması için illa onun kanını taşımasına gerek yok ki. Hera Türkeş, Attila Türkeş'in aynısı," dedi. Ona ait olanı er ya da geç alacağından emindi, umudu Hera tekrar kazandığında onu affetmesi yönündeydi. Bunun için umut etse de içten içe inancı yoktu, bilirdi Hera Türkeş affetmemeye yeminliydi.
Uzun uzadıya konuştu kadın, diğer kızlarla havadan sudan konuştu, aşktan meşkten konuştu. Akıllar verdi, öğütler etti, kahkahalarla güldü, güldürdü; artık gitme vakti geldiğinde son derece normal karşılanan o cümleler dökülüverdi dudaklarından. Kadın amacına ulaşmıştı ortamı öyle yumuşatmıştı ki, aslında en şüphe uyandıran sözleri hiç kimsenin şüphesini çekmedi.
"Eh, ben gideyim artık, ama gitmeden önce Atlantis'i şöyle uykusunda uzaktan izleyeyim, malum, buralara kadar sırf ona olan özlemimden dolayı geldim."
Herkes kafa salladı, bebek uyuduğu için cümbür cemaat odasına gitmek yerine Afra ile beraber gitmekte karar kıldılar. Afra ile yine sohbet ede ede ilerlediler. Kadının attığı her adımda heyecan ve vicdan azabı dört bir yanını sarıyordu. İki dakikalık yolculuğun ardından sonunda bebeğin uyuduğu odanın kapısından içeri girdiler.
Zeynep Sevde'nin içi içine sığmıyordu; avuçları sırılsıklam olmaya başladığında ellerini kapatıp açmaya başladı. Yapması gereken şeyi yapabilmesi çok zordu. Kadın, bunun gayet farkındayken, yanında duran diğer kadın ise onun tuhaf hareketlerinin yavaş yavaş farkına varıyordu. Bir şeylerin ters gittiğinin farkına varmak, içinde yetişen kötü düşünce duyguları tekrar gün yüzüne çıkıyordu.
"Neyse," demişti kadın bir kez daha içinden, "neyse ki gidiyor, biraz sonra Atlantis tekrar güvende olacak," diyerek sözlerine yenilerini ekledi.
Zeynep Sevde, Atlantis'in yüzünü görmek istemiyor oluşundan ötürü, onun beşikteki hâline adım atarken gözlerini duvarların pembesinde gezdirmeye özen gösterdi. Bebeğin yüzünü görürse, ona bunu yapmakta zorlanacağına emindi.
Zaman daraldıkça, diken üstünde olma hissiyatı artıyordu. Daha kalben razı gelmemiş olsa da, birden bire yere kapaklandı. Öyle büyük bir doğallıkta düşmüştü ki bedeninde oluşan ağrıyı hissediyordu. Kafasının acısı giderek arttı. Düşerken sertçe çarpmış olsa da gerçekten bayılmadığı için şükür etti.
Afra telaşla yerdeki baygın kadına atıldı, eliyle nabzını kontrol etti defalarca kez, adını seslendi. Korktu, çok korktu. Atlantis, sesler yüzünden ani olarak uyandığı ve uykusunu tam olarak alamadığı için çığlık çığlığa ağlıyordu. Afra kendini suçlu hissediyordu; kadından boşuna şüphe ettiğini düşünüyordu. Meğer kadın rahatsız olduğu için öyle tuhaf hareketler sergileyip duruyordu. Yardım çağırmak için hızla odadan ayrıldı Afra. Gerisinde telaşı yüzünden Atlantis'i tek başına bıraktı.
Afra'nın gidişinin ardından, Zeynep Sevde çok vaktinin olmadığını biliyordu. Sertçe yere düştüğü için vücudunda oluşan ağrılar onu zorlasa da, ayağa kalkıp beşiğin yanına hızlı hızlı ilerleyip, beşikte ağlatmaktan kıpkırmızı olan bebeği kucakladı.
Bebeğin yüzüne bakmamaya özen gösteriyordu.
Kucağında küçük bebekle odadan hızla ayrıldı. Nereye gitmesi gerektiğini iyi biliyordu. Arka bahçeye çıkmak için geldikleri yolun tam tersi istikametine yol aldı. Bilişimden adamları şimdiye kadar çoktan Alice'in programını bozmuş olmalıydı. Kadın etrafta kırmızı alarm vermiş, yapay zekayı göremeyince derin nefes alıp koşmaya devam etti. Ev çok büyük olduğundan hızına hız katması gerekiyordu; kucağında bebekle zorlanıyordu.
Arka bahçeye çıkan tavandan yere doğru uzanan pencerenin açık olduğunu görünce durdu kadın. Fakat sonra camın arkasında gördüğü tanıdık yüzle hızına hız katmaya devam etti. Onu korumakla mükellef olan adamlarından biriydi. Çok zamanları yoktu; Alice, iki beyinli yapay zeka olarak tasarlanmıştı, herkes bunu biliyordu. En fazla beş dakika sonra acil durum beyni aktif hâle getirilecekti.
Kadın, elinde silah olan adamıyla beraber camın gerisine bahçeye çıkmayı başardığında, Atlantis ağlamaktan nefes nefese kalır oldu. Tanımadığı insanların ona dokunmasından nefret ederdi.
Kadın, gürültülü sesin bebeği daha çok korkuttuğuna an ve an şahitlik etse de umursamama çabasıyla, sesin geldiği yöne gitti. Helikopter kalkış için onları bekliyordu.
"Bırak onu, Allah'ın cezası!" Afra'nın çığlık atan sesini duyduğunda, kucağındaki Atlantis'i göğsüne iyice bastırdı. Kafasını arkasına saniyelik olarak çevirdiğinde, Afra ve Poyraz'ın koşarak onlara doğru geldiğini gördü. Adamının silahına davrandığını fark ettiğinde o anda durdu kadın. Öylece durdu, olduğu yerde.
"Yapma," diyebildi sadece. "yapma" diye bağırdı. Boşunaydı bağırışı, silah çoktan ateş alıp, ondan çıkan kurşunla bir bedeni yere sermeyi başardı. Kurşunun hedefi Afra'ydı. Poyraz ise kendini bir an bile düşünmeden siper etti Afra'ya. Önüne atıldığında, kurşun göğsünden içeri girdi. Patlayan silah sesi, Atlantis bebeği o gün orada o kadar korkuttu ki tüm Kamer Bölgesi onun sesiyle titredi.
Poyraz yere düştü. Afra, Poyraz'ın dizinin dibine düştü. Kafasını dizinin üstüne koydu. Öyle bir ah etti ki, Afra Kamer bir kez daha tir tir titredi. Son kez baktı Zeynep Hanım'a Afra.
"Yapma," dedi yeniden. Zeynep'in gözünden tek tek döküldü yaşlar. Biri gitti, biri geldi. Biri gitti, ama biri gelemedi.
Kafasını iki yana doğru salladı kadın. Olmazdı. Bu saatten sonra bir daha yaşayamazdı. Oysa kadın zaten ölü biriydi. Yıllar önce daha gençliğinin baharında babası ve annesi öldürülüp bir adam tarafından alı konulduğunda, adamın sarhoş anına denk gelip o gecenin iğrençliğinde hamile kaldığında ölmüştü kadın. Her şey bitmiştişken kızı dünyaya gelmişti. Öyle ya da böyle bir anneydi. Ne ettiyse anneliği için yavrusu adına etmişti.
Afra'ya son kez bakıp helikoptere doğru hızla ilerledi. Birazdan ön bahçede çıkan kargaşanın kolpa olduğunu anlardı adamlar diye düşündü. Hatta birazdan Alice tekrar aktif hâle gelirdi. Bunlar umrunda değildi kadının. Çünkü birazdan Poyraz kendine gelmeyecekti. Poyraz geri gelmeyecekti.
Kadın helikoptere bindiğinde beş dakika içinde kalkış gerçekleşti. Afra dayanamayıp peşlerinden koştu. Bir umut yetişirim dedi o yüzden koştu. Kafasında dönüp duran tek şey yeğeniydi. Ya zarar gelirse nasıl yaşardı. Ne derdi Hera'ya. Helikopter kalktığında yetişemediği için sertçe düştü dizlerinin üstüne. Öyle bir düştü ki kadın sanki daha önce hiç düşmedi. Öyle bir bağırdı ki kadın sanki ilk kez yandı. Ellerini gözlerinin önüne getirdi. Bir daha bağırdı. Kan gördü, bir daha bağırdı. Kardeşim dediği adamın gittiğini bildi bir daha bağırdı. Poyraz'ın onun için gittiğini bildi bir daha bağırdı. Sonra bir daha bağırdı. Ve yine, yine bağırdı.
Helikopterin rüzgarı sarı saçlarını uçurdu. Helikopterin rüzgarı taze kana bulanan ellerini kupkuru yaptı. Ellerini saçlarının arasına koydu. Tek tek yoldu hepsini. Dişlerini sıktı. Nefes almayı unuttu. Kadın delirdi. Evet, kadın orada delirdi.
"Yumurta kafasına ekmek bandığımın kızı, ne diye ağlıyorsun burada."
"Ailem yok çünkü."
"Burası yetimhane gerzek. Burada kimsenin ailesi yok."
"Ama olsun isterdim."
"Gel kız, ben senin ailen olurum."
Sicim gibi aktı yaşlar gözünden. Kafasını hızlı hızlı salladı. Anıların en eskisi canlandı gözünden, yandı yürek buz gibi. Buz tuttu eller kor misâli. Omzunun gerisinden baktı kardeşine. Yerde yatan bedenine Gülçin müdahale ediyordu. Afra ile göz göze geldi kısa süreliğine Gülçin. Gözlerini hızla kaçırdı doktor kadın. Afra anladı. Afra anladı nedenini, ama yutkunamadı.
Yeğeninin yokluğu, kalbine ağrılar bıraktığı için cebinden çıkardığı telefonuyla Hera'yı arayan kadın, etraflarında onlarca adamın olduğunu fark etti. "Allah'ın cezası herifler," dedi içinden. Adamların geç kalmış olduğunu düşündü. Artık kimi neyden korusalar, değişen bir şey olmayacaktı. Hera'ya Atlantis uyandığında onu arayacağına dair söz vermişti, ancak Atlantis kaçırılmıştı. Kadın, arkadaşını bu sebeple aramanın altında eziliyordu.
Hatın ucundan duyduğu ses, Afra'nın kalbinde sert bir ağrıya neden oldu. "Kızı-" Hera'nın sesini duyduğunda, konuşmasına fırsat tanımadan hemen konuya girdi.
"Hera... Hera götürdüler. Ben! Ben koruyamadım. Çok kalabalıklardı. Özür dilerim. Kızını... Ben, ben onu koruyamadım..." Sözleri yarıda kaldı, kadın bayıldı. Yaşadıkları bedenine ağır geldiği için kadın orada bayıldı.
Elena bu manzarayı gördüğünde ağlayan oğlunu korumalardan birine bıraktıktan sonra Afra'nın yanına koştu. Afra'nın telefonda konuştuğu kişinin Hera olduğunu biliyordu. Yerde baygın yatan kadının düşmüş telefonunu alarak konuştu. "Hera... Beni duyuyor musun? Benim Elena! Poyraz vuruldu. Afra onun yanında."
Afra'nın bayıldığını ve Poyraz'ın öldüğünü söylemeye cesaret edemedi. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı oldu. Evren, ağlayan sesini duyunca ağır küfür etti hattın diğer ucundan. "Halan bizi sattı. Hera, halan Sevde bizi sattı. Kızını kaçıran oydu." Hera'nın bilmesi gereken tek gerçek şimdilik buydu. Devamını getirmek içinden gelmiyordu.
Telefonu fırlatıp Afra'ya koştu, başını göğsüne koydu. Kızıl kadın sarı kadına sarıldı, baygın hâline ağladı. Afra ve Hera için defalarca kez ağladı, özellikle yeğeni Atlantis için. Onu düşünmek bile içini yaktı.
Ölüm sadece bir başlangıçtı. Her ölüm bir başlangıçtı. Bu hikayenin kahramanları için yolun başı bile yolun yarısıydı, en başından beri bu böyleydi...
(Final - Giriş Bölümü Tamamlandı.)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.16k Okunma |
1.58k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |