Uyarı: Bu bölüm kan, vahşet, kesici aletler ve travma tetikleyici öğeler içermektedir. Yaşı küçük kişilerin uyarıyı dikkate alması ve de hassas kişilerin bölümü okumaması önerilir. Uyarıyı dikkate almayıp, etkilenenlerin sorumluluğu kabul edilmeyecektir.
Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın,
saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.
Keyifli okumalar dilerim.
(🎭)
Bölüm Sözü
Sana taptığın o gücü ben verdim.
Nankörlük etsen ne fayda?
O güç, sana beni hatırlatmaz mı sanıyorsun?
H.G.
(🎭)
Arkamı dönüp benden geriye kalanlara her baktığımda gördüklerime bazen şaşırmadan edemiyordum. Eski ben ve şimdiki ben arasında dağlar değil, kainatlar vardı. Güç benim için daima öncelik olmuştu. Her zaman gücü elinde tutan kişi olmak adına savaşmış, bahsi geçen uğurda elimden geleni yapmıştım. Bu kadar güç bazen beni de hayrete düşürebiliyordu. Buraya gelebileceğimi tahmin etmezdim. Geldiğim yerden memnun muydum? Bu konu tartışılırdı. Geldiğim yere hiç gelmemek isterdim. Böylece canım hiç acımamış olabilirdi. Bazılarını hiç tanımamış olabilirdim. Ama tanıdığım insanları kaybetmemek de başka bir evrendeki kaderim olabilirdi. Düşünceler insanı yiyip bitirirdi. Aklının kuytu köşelerine yerleşir, orada bütün varlığını kemirir dururdu. Bazen düşünmek iyiydi, bazen düşünmek kötüydü.1
İçinden çıkamadığım sorunlar olduğunda bu sorunlarla baş edebilmek için düşünmem gerekirdi. Eğer unutmak istediğim sorunlarım varsa bu sorunları unutmak için düşünmemem gerekirdi. Hâliyle düşünmek iyiydi. Ve aynı zamanda düşünmek kötüydü. Hâliyle kötü.
Soğuk bira içimin yangınına inat olarak gelmişti. İç, Hera, iç. Dağılmak için değil, dağıtmak için iç. Kendime verdiğim telkinler bundan ibaretti. Biraz sonra temizlik başlayacaktı. Baştan sona her yeri tertemiz etmeden geri adım atarsam kahrolaydım. Babil kralı Hammurabi'nin dişe diş, göze göz, kana kan dediği yerdeydim. Yerdeydik. Bizler boş adamlar değildik. En azından bugün birileri bardağın dolu tarafından değil, silahımızın dolu tarafından bakarak bunu öğrenmiş olacaktı.
Bizden gidenler vardı. Bizden gitmek isteyenler vardı. Bunun sebebi olanlar yaratmış oldukları yıkımın altına gömülecekti. Hem de bu gece.
Belki eskisi kadar iyi olamayabilirdim. Belki eskisi kadar yapmam dediğim şeylerden kendimi uzak tutmamış olabilirdim. Lakin ben beni bilirdim, ben beni. Bu içimdeki öfkenin ateşi yakmadık tek düşman bırakmazdı. Bugüne kadar bir şey için bile yapamam dememiştim. Ne istenilirse yapmıştım. Bana oyun oynamayı değil, satranç oynamayı öğretmişlerdi. Ben bu gece sonuna kadar Türkeş'tim.
Lara'nın intikamını isteyen Hazar Orhon için bu gece burada toplanmıştık. Yüksek tepelerden birinin üzerine yerleşmiş dürbünler aracılığıyla aşağıdaki kurbanlarımızı izliyorduk. Türkiye'de değildik. Burası Çin Devleti'nin topraklarıydı. Düşmanlar gününü gün ediyordu. Sevkiyatlar yapılıyordu. Bugün mal değiş tokuşu yapılacaktı. Burada olduğumuzdan kimsenin haberi yoktu. Onlar bizi hâlâ yas tutuyor sanıyordu. Oysa biz yası hiç kurmamıştık. Eğer biri ölmüşse ve eğer o kişi öldürülmüşse ailesi ya yasını tutardı ya da başkasına yas yaşatırdı. Acıma acın diyorsa yas kurulmazdı. Bu racon demek oluyordu. Serserilik, psikopatlık değildi. Racon deli işiydi. Psikopat işi değildi.
Hazar aramızda yoktu. Onun hâlâ uyanmadığını bilmek içime kor ateş gibi düşüyordu. Hazar'ın kendini vuruşunun üzerinden bugün tam olarak yirmi gün geçmişti. Aytekin Orhon terör estiriyordu. İzzet Korkmaz kana kan diyordu. Kızının intikamını istiyordu. Türkiye'de yirmi gündür işler yolunda değildi. Bugün sıra Çin'deydi.
Lara Korkmaz'a yapılanların videosunu izlediğim ilk anı hatırlamıştım. Öfke damarlarımda kan gibi gezinmiş, ruhumu emip yerine geçmişti. Benim ruhum saf öfkeden ibaretti artık. Lara'nın ağabeyini nasıl zapt edeceğimizi o gün bilememiştik. Onun o hâlini gördüğümde içimden sadece şunu demiştim. "Çok kan akacak. Çok ama çok kan akacak."
Evren burada olmayı çok istemişti. Arem izin vermemişti. Daha doğrusu Kamer izin vermemişti. Evren çok öfkeliydi. Öylesine büyük öfkesi, öylesine devasa nefreti vardı ki bu ona ayak bağı olurdu. Veliahtlar öfkesini kontrol edemezdi. Hiçbiri bunu beceremezdi. Onlar sakin oldukları sürece dünyanın efendileri olurlardı. Sakinlik yoksa sıkıntı vardı. Kamer bunu bilirdi. Onun buraya gelişini sadece kız kardeşi Elena'nın kucağından aldığı yeğeni Ekin'i, babasının kucağına vererek durdurmuştu. "Ölürsün. Bu öfkeyle orada ölürsün. Sen ölürsen bu çocuk babasız kalır." Evren'in sanki o an yeni yeni idrak ettiği gerçek yüzüne çarpmıştı. Durup oğluna bakıp, onu uzun uzun izlemişti. Ailesi olan bir adam ölümden korktuğu için değil, ailesini bırakamadığı için kendini ateşe atmazdı. Evren bu yüzden gelmemeyi kabul etmişti.
Bizden sadece tek bir söz istemişti. Kardeşinin intikamını en ağır şekilde ona bunu yapanlardan almamızdı. Söz vermiştik her birimiz. Sözümüz sözdü. Fırtınada ağaçların çatırdaması gibi bugün burada herkesi çatırdatacak hatta ve hatta parçalayacaktık.
Veliahtların gözünde ki nefret ateşini görmüştüm. Kardeş, onlar için her şey demekti. Veliahtların rahat etmediği dünyada kimsenin rahat edebileceğini sanmıyordum. Onlar bu gece kardeşlerinin her ikisine de verdikleri sözü tutacaklardı. Ben de onlara bu uğurda seve seve yardım edecektim.
On bölge arasında Lara'yı kaçıranlar Bölge Dört Yahudi Mafyası ve Bölge Yedi Çin Mafyasıydı. Yahudi mafyası 21. yüzyılın en şiddetli çetelerinden biriydi. Bazı ülkelerin devlet büyükleri ile iş birliği içinde olduklarını öğrensek de bu işte başka iş olduğunu biliyorduk. Onlar hangi devleti arkalarına alırlarsa alsınlar Ulu ve Veliaht yapılanmasına baş kaldırmaya cesaret edemezdi. Zaten özenti bir çete oluşumuna sahiplerdi. Yönetim şekilleri Ulu'lar ve Veliahtlar'ın küçük modeli gibiydi. Silah sektörünü çeteleşerek yönetme peşindelerdi. Organize suç örgütleri, sadece suç örgütleri değildirler ve suçları tek başlarına işlememektedirler. Organize suç örgütlerinin en büyük müttefiki, siyasetti. Bu adamları devletler tutmuştu. Peki ya devletleri kim tutmuştu? Bununla çok sonra uğraşacaktık. Şimdi yüce adaleti sağlama zamanıydı.
Kendi ekibimin burada olması yanlıştı. Veliahtın hakkını veliaht gözetirdi. Tim-4'ten bugün sadece Lerzan vardı. O da burada Tim-4 adına değil, sevdiği kızın ağabeyinin intikamı adına bulunuyordu. Lerzan veliaht olmasa bile eski veliaht Arzem Soykamer'in oğluydu. Veliahtlar çocukluklarından bu yana nasıl eğitildiyse o da babası tarafından öyle eğitilmişti.
Biz bugün burada güçsüz olup ağladığımız anlar için vardık. Bir tepenin üstünde durmuş; aşağıda ki kamyon, tır ve araçları tek sıra hâline dizilmiş biçimde izliyorduk. Nereye kolumuzu uzatsak birini kaybediyorduk. Tam ortalarında ben duruyordum. Sağımda ve solumda bana hayatımın en büyük dersini veren adamlar vardı. Ne oldum değil, ne olacağım demeliydi kişi. Ben onlarla ne olmayı amaçlarken şimdi dertlerini derdim bilmiş Türkeş'i onların üzerine salmak yerine onların canını yakanların üzerine salmıştım.
Ne kaldı ki benim elimde. Ölüyordum. Ölüyorduk. Ölüm vardı. Madem öyle o zaman her şeyi ne diye dert ediyordum ki kendime. Hele ki gidip temizlik yapıp stres atmak varken.
"Beyler." Uzun sessizliğin ardından ilk konuşan ben olmuştum. Ne olacağı bilinmezdi. Belki de ölüm içimizden birini bu gece o yerde yanına alacaktı. Sürüyle adamlarımız vardı. Yine de hiçbirini yanımıza almamıştık. Bu gece aşağıda ne kadar canlı varsa sadece intikam kanına susamış bizler tarafından yok edilebilirdi.
"Tam gece yarısı demiştik değil mi? Tam gece yarısında temizlik yapacaktık." Saatimi kontrol etmiştim. Gece yarısına son üç dakika kalmıştı.
"Bezlerin hazır mı kız?" Kansu ve onun nerde olursak olalım değişmeyen şebek tarafı. Bez diye kastettiği şeyin ne olduğunu hatırlayınca gülümsemiştim. Bizim bezimiz silahımızdı.
Belimde duran iki adet Walter C88 tabancam ağzına kadar mermi doluydu. Sağ bacağımda bulunan bacak çantası Doğu ve Batı'ya ait yeni model serçe parmak büyüklüğünde patlayıcılarla doluydu. Eh, ayrıca iki adet yedek şarjörümün de yanımda olduğunu hesaba katacak olursak, bu geceki temizlik için fazlasıyla hazırdım.
"Her şey tam." Sol yanımda duran Kansu Özkurt ile göz göze geldiğimizde birbirimize gülümsemiştik. Her şey olabilirdi diye ikimiz de nefreti bir kenara bırakmıştık. Olur da kurtulursak yine birbirimizden nefret etmeye devam ederdik, nasıl olsa.
"Aşağıda hepiniz dikkatli olun. Birinin daha gitmesini istemiyorum." Kamer, konuştuğunda birinin daha diye bahsettiği kişinin Hazar olduğunu anlamıştım. Ona göre Hazar çoktan aramızdan ayrılmıştı. Biz onu kaybetmiştik. Bu gerçeği fark ettiği andan beri ona ulaşamıyordum. Kamer'in çok büyük duvarları vardı. Çok kalın duvarları vardı. Herkese karşı buz gibiydi. Yaptığı tek şey emirler yağdırmaktı. Yanlış giden, ters giden hiçbir şeye tahammülü yoktu. Hazar'dan sonra çok değişmişti. Veliahtlar onu onaylayan sesler çıkardığında artık gitme vaktinin geldiğini anlamıştım. Elimde tuttuğum bira kutusunu tepeden aşağı fırlatmıştım.
Bu gece iki örgüt arasında uyuşturucu ve silah değiş tokuşu yapılacaktı. Biz bu sevkiyatı basarak bütün mallara el koyduğumuz gibi bütün adamların da soluğunu kesecektik. İçlerinde bütün sevkiyatı tek elden yöneten iki kişi vardı. Onlar arabalarının içinde oturuyorlardı. Malların bir tırdan alınıp diğer tıra konulmasını ve adamlar tarafından yüklenmenin tamamlanmasını bekliyorlardı. Önce bütün adamları infaz edecektik. Peşi sıra o iki adamı ele geçirecektik. Onları konuşturmak zor olmasa gerekti. Bize patronlarının yerini nasıl olsa söylerlerdi. Amacımız patronlarına ulaşmaktı. Lara'ya o iğrenç olayı yaşatanlar patronlarından başkası değildi.
"Doğu-Batı, yerinize geçin." Mert'in ikizlere emir vermesiyle yönler üzerinde bulunduğumuz tepenin sağ ve sol ucuna gitmişlerdi. İkizlerin yapamadığı şey olmadığını yavaş yavaş öğreniyordum. Keza bu iki sarışın, sniper'dı. Onlar tepeden aşağı inmeyecek, aksine bizim güvenliğimizi keskin nişancılık yaparak sağlayacaklardı.
Aşağıdaki yerimizi almadan önce son olarak görmek istediğim iki ayrı yüz kalmıştı. O yüzlerden biri Erdem Eraslan'ın yüzüydü. Onu konuşurken görmek imkansızdı. Hazar'a içlerinde en düşkün olan oydu. Hazar'ın yokluğunda içine kapanmıştı. Arem'e ayrı, ona ayrı ulaşamıyorduk. İkisi de kendini suçluyordu. Aslında ikisinin de şu an en çok birbirine ihtiyacı vardı. Ne vardı ki, bu adamlar bunun bile farkında değildi. Öylece dikiliyorlardı. Hiçbir şey yapmıyor değillerdi. Çok şey yapıyorlardı. Yine de sanki yaptıklarının bir anlamı yokmuş gibi davranıyorlardı. İkisinin de her şeye geç kaldığını düşünmesi, onları böyle bir tavrın içine sürüklüyor olmalıydı. Hazar Orhon'a geç kaldıkları için kendilerini suçluyorlardı.
Erdem'in buz gibi yüzünden tepki alamadığım için şaşırmamıştım. Ona bakmaktan vazgeçip bakışlarımı Arem'e çevirdiğimde, onun beni izlediğini görmüştüm. Bana buz gibi baksa da, yine de bakıyor olması iyiye işaretti. Gözlerimin içine uzun uzun bakıp kısaca konuşmuştu. "Dikkatli ol." Cevap vermemi ya da herhangi bir tepki göstermemi beklemeden, sırtını bana dönüp tepeden aşağı inmeye başlamıştı.
Onun gidişinin ardından Erdem de peşinden gitmişti. Doğu ve Batı zaten bizden uzak köşelerde olduğu için, Kansu, Mert, ben ve Lerzan'dan başka kimse kalmamıştı. Dördümüz de çekip giden iki adamın iyi olmadığının farkındaydık. Bunun için elimizden bir şey gelmiyordu. Onların anlamadığı şey şuydu: Onlar Hazar Orhon'a geç kalmışlardı. Fakat böyle yaparak, bizim de onlara geç kalmamıza neden oluyorlardı. Şimdilik ilgilenmemiz gereken başka konular olduğu için, arkalarından sadece bakmakla yetinmiştik.
"Aşağıda bir gözüm üzerinde olacak güzelim." Mert'in, ben daha ne olduğunu anlamadan başımın üstüne öpücük kondurup, sözlerini sarf ettikten sonra yanımızdan ayrılışına aval aval bakmıştım. Gerçekten de bu intikam mevzusu adı altında onlara fazlasıyla yakın durmuştum. Öyle ki, adam az önce Türkeş'i görev esnasında başının üstünden öpmüştü.
Kansu bu duruma şaşırdığımın farkında olduğu için, benimle uğraşmadan buradan ayrılmaya niyeti olmadığını belirtmişti. "Umarım aşağıda yanlışlıkla gözün dönmez de düşman olarak aradan bizi de çıkarmazsın." Onun sırttan yüzüne tip tip bakmıştım.
"Öncelikle aşağıda gözüm dönerse, bu yanlışlıkla olmaz. İkincisi ise, sen yine de her türlü ihtimale karşı kıçını kolla. Sağım solum belli etmez. Bilirsin." Bu kez sırıtan taraf ben olduğum için, onun gülüşü yüzünde solmuştu. Yüzüme tip tip bakıp, sabır çeke çeke tepeden aşağı inmeye başlamıştı. Onun gidişi, sayımızı bir kişi daha eksiltmişti.
Lerzan'la baş başa kalmıştık. Arzem Bey'in verdiği birçok göreve beraber çıkmıştık. Onunla ilk saha operasyonum değildi. Gidişat oydu ki, sonunda olmayacaktı. Lerzan aslında tuhaf bir şekilde ekibim arasında en iyi anlaştığım kişiydi. Bana karşı her zaman oldukça iyi niyetli olmuştu. Beni aileden biri olarak görüyordu. Bunu defalarca kez dile getirmişti. Ona emir vermemden asla gocunmazdı. Verdiğim bütün emirlere harfiyen uyardı. Babasının onun yerine beni veliaht yapmasından bir an olsun gocunmamış, kırılmamıştı. Ben ilk başlarda intikam için veliaht olmak istiyordum. Zamanla, bunun benim hakkım değil de Lerzan'ın hakkı olduğunu anladığımda, Arzem Bey'e karşı çıkıp, veliaht olma hakkının oğluna ait olduğunu söylemiştim. Beni bu düşüncemden vazgeçiren kişi Lerzan olmuştu. O bana, benim intikamımın kendisinin hayallerinden bile öte olduğunu söylemişti. Lerzan bütün hayatı boyunca hep veliaht olmak isteyen biriydi. Bütün çocukluğu bunun eğitimini almakla geçmişken, o günün sonunda veliaht olmadan ölmek istemiyordu. Bunda sonuna kadar haklıydı.
"Aşağıda dikkatli ol, lider," dedi. Ona gülümsemiştim. O da bana gülümseyerek karşılık verip yanımdan hızla geçip tepeden aşağı doğru inmişti. Onun gidişinin ardından artık gitme vaktinin bana geldiği gerçekle yüzleşmiştim. Buz gibi rüzgarı üzerimdeki kıyafetlerin olmadığı, tenimin açıkta bırakıldığı yerlerde hissediyordum. At kuyruğu yaptığım saçlarım rüzgarın şiddeti ile bir o yana, bir bu yana sallanıyordu.
"Şelaleye düşmüştür zeytinin dalı," demişti Cemal Süreya. Ne de güzel demişti. Celalilik, Anadolu'da Osmanlı iktidarına yönelik ilk ayaklanmaları ifade ediyordu. Bugün aşağıdaki adamlar, veliahtlara karşı ilk ayaklanmayı başlatmış olan, benim öldürdüğüm adamların yarım bıraktığı işi tamamlamak istemişti. Veliahtların en yeni üyesi olarak bütün içtenliğimle şunu söylemek istiyordum: "CELALİYİM! CELALİSİN! CELALİ!"
Tepeden aşağıya son kez bakıp Doğu ve Batı'nın burada güvende olacaklarını bilmenin rahatlığıyla aşağıya doğru indim. Yaptığım her işte, bana öncülük etmesi için tek yol arkadaşım müzikler olmuştu. Müzik, ruhun ilacıydı. Benim ruhum o kadar yara almıştı ki ilaç takviyesine ihtiyaç duyuyordu. Kulağıma taktığım kulaklıklar benim ruhuma iyi gelirken aşağıdakilerin sonu olacaktı. Olması gereken neyse o olacaktı, tıpkı olması gereken her şeyin olduğu gibi.
Savaşa giderken savaş müziği dinlemek yerine ölüm müziği dinlemek, kazanan tarafın siz olması için size ihtiyaç duyduğunuz gücü sağlardı. Bunu bildiğim için beni en yaralayan şarkılardan biri şu an son ses kulağımda çınlanıyordu. Bu bir savaşsa aslan'a aslan gibi, kurda kurt gibi, kurban olana celladı gibi gitmek gerekirdi. Hayko Cepkin'in "Ölüyorum" şarkısı, ihtiyaç duyduğum şarkıydı. Bu adamı dinlemek için büyümüş olmak gerekirdi, fakat bu adamı anlamak için yaşamak gerekirdi. Ölüyken yaşamak gerekirdi.
Müziğin o hoş tınısı kulaklarımda çınlandığında ben de taşlık yoldan geçerek tepeyi gerimde bırakmayı başarmıştım. Artık tehlikeli alanın içine girdiğimden ötürü belimde bulunan sağ ve sol yanımdaki tabancaları çıkarıp, sağ ve sol elime almıştım. Tam o sırada konuşmuştu Hayko Cepkin, aynen şöyle demişti: "Unutulur mu gökyüzü? Yitirir miyim bu gül yüzü? Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Sahi ya, geriye baktığımda gerimde kim kalmıştı? Annemin, annelerimin gül yüzünü yitirmiştim.
Tam karşımda beni fark eden çekik gözlü adamı, ben ondan çok daha önce fark ettiğim için o daha hamlede bulunamamışken kurşunum onun beynini dağıtmıştı. "Solar mıyım gündüz gece? Güneşim yoksa bu son hece. Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Güneşim olmasa da bana gölgesi yeten bir adam vardı. O adam benim babamdı. Gölgem yoksa bu son hece. Gölgem yoktu ve bu da son kurşunum değildi. Ve biri daha amansızca ölüverdi.
Önümde bir kamyon vardı. Orada malları kamyonun içine yükleyen altı adam vardı. Hayır. Hayır, o adamlar artık yoktu. Ölüler var olamazdı. Önümde bir kamyon vardı. Artık orada altı ölü vardı. Silahımdan çıkan kurşunlar birbiri ardına hedeflerine ulaşarak her birini yok etmemi sağlamıştı.
"Zehirlendi dudaklarım. Çocukken nasıl ağlardım? Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Ayşen annem vardı. Çocukken onun gidişine nasıl ağlardım...Bunu hatırlayınca gülmüştüm. Bunu hatırlayınca ağlasam daha iyiydi aslında. Gülmek daha acıtmıştı.
Köşeyi hızla dönmüştüm. Yaşlı başlı adam az önce arkasında altı ölü bıraktığım kamyonun şoför koltuğunda tir tir titremekle meşguldü. Muhtemelen tek suçu şoför olmaktı. Silah sesleri onu korkutmuştu. Asker bir babanın öz olmayan kızıydım. Silahla ilk tanıştığımda annesiz bir bebektim. Yaşlı diye acıyacak mıydım? Asla. Kurşun camı parçaladığında yaşlı adamın celladı artık ben olmuştum.
"Ne kaldı bak ellerimde, biliyorum, gülüyorsun. Her adımım daha derine, ölüyorum..." Ölmek istemiştim. Annesiz kaldığımda ölmek istemiştim. Birinin ilk kez katili olduğumda ölmek istemiştim. Babam öldüğünde ölmek istemiştim. İnsan bile olmadığımı öğrendiğimde aslında hiç yaşamadığımı öğrenmiştim.
Arabalardan birinin arkasına geçmiştim. Silah sesini duyup bizden birini yok etmek isteyen eli silahlı genç bir çocuk geçmişti önümden. Geçememişti. Arkasından giderek boynunu ellerimle tutup tek seferde kırmıştım. Okuması gereken yaşta elinde silahıyla ortalıkta gezecek kadar ne yaşamıştı bilmezdim. Ben kendimi bilirdim. Ne bir yaşlı amcaya ne de genç bir çocuğa acımayan tarafımın neler yaşadığını çok iyi bilirdim.
"Törpülenmiş tırnaklarım. Güçsüzdüm, ben de avlandım. Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Avlamışlardı beni. Güvendiğim değil de ilk kez güvenmek istediğim adamlar beni kurban etmişti. Ben bunu da görmüş, bunu da yaşamıştım.
Adımlarım bir anda durmuştu. Durmak zorunda kalmıştım. Derin nefes aldım içime. Boğazıma biri tarafından yaslanmış avcı bıçağı vardı. Tek hareketimle kafamı gövdemden ayıracak keskinlikteydi. Bu gece ben değil, arkamda ki adam ölecekti. Şayet arkamda duran adama doğru yön almıştı kurşun, bir yön'ün onu yönlendirmesiyle.
İkizler beni bana bırakmayacak kadar yara açmıştı ben de. Ama beni ölüme de bırakmazlardı. Uzaklardan gelmişti kurşunun biri. Oğlullarım annelerini daima korurdu. Keşke bir de ihanet etmeselerdi. Tepenin olduğu yere bakmıştım. İkisinden biri veliahtları diğeri sadece beni koruyordu. Böyle anlaştıklarına emin olacak kadar tanıyordum onları. Tam kafasından kurşunu yiyen adam boşluğa doğru hızla savrulmuştu. Onun ölümünün ardından yoluma kaldığım yerden devam etmiştim.
"Her şeyim olmuş bilmece. Çözdükçe gördüm işkence. Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Hayatımın her dönemi büyük bir bilmeceydi. Parçalar beni doğumuma götürmüştü. Doğum sebebim ölüm sebebim olmuştu. Meğer Hera bebek, yaşamak için değil birincinin ikincisi olmak için doğmuştu.
İçi uyuşturucu dolu bir tır daha. İçindeki zehirleri utanmadan, sıkılmadan güzel güzel yerleştirmeye çalışırken dışarıda savaş çıktığını anlayınca, içeride dizlikleri paketlerin arkasına saklanan sekiz adam. Bacağımdaki çantadan patlayıcı çıkarmıştım. Üzerindeki tuşa basıp bu mesafeden bile tam isabet ettireceğimi bildiğim tırın açık kapılarından içeri atmıştım. Saniyeler içinde patlamıştı tır. Etrafa zehir tozu ve ceset parçaları saçılmıştı. Önüme düşen insan kolunu gördüğümde, "Hadi," demiştim. "Hadi Hera! Bu görüntü mideni bulandırsın. Durma, kus şurada." Olmamıştı. Hera gitmişti. Türkeş ise yerdeki kol parçasına sırıtarak bakmıştı.
"Bir başıma kaldım şimdi. Nerede hata yaptım, bilmem ki. Birer birer, neyim kalır? Geriye baksam da." Kimi kimsesi olmayan tek kişilik dev kadro. Evet! Evet, bu bendim. Tek başına, bir başına, ama dimdik başıyla.
Çığlık çığlığaydı herkes. Kulaklıktan son ses müzik dinlediğim halde, duyabiliyordum acı çığlıkları. Veliahtlar sözünü tutuyordu. Veliahtlar zerre acımıyordu. Öldürdükçe öldür. Öldükçe öl. Ama daha çok, lütfen daha çok öldür. Kolay mıydı lan? Dağ gibi Orhon gitmişti. Kolay mıydı? Peki sen söyle dövmeli veliaht. Değer miydi? Söyleyemezsin ki!
"Ne kaldı bak ellerimde. Biliyorum, gülüyorsun. Her adımım daha derine. Ölüyorum..." Bu kez biz değil, bizden gidenler adına onlar ölecekti. Biz bir kadın için buradaydık. Biz onu seven adam için buradaydık. Biz, canından can giden ağabeyi için buradaydık.
Yolumda sakin sakin ilerlerken karşıma çıkan herkesi öldürürken, buz gibi Erdem Eraslan çıkmıştı önüme. Önündeki kurbanıyla uğraşıyordu. Beni fark etmişti. Beni fark ettiği halde umursamamıştı. Yere kapaklanmış adamın saçından tutup boynunu gün yüzüne çıkarmıştı. Elinde tuttuğu bıçağı o an görmüştüm. Boynuna yapıştırmıştı bıçağı. Ağlıyordu adam. Fakat zerre acımamıştı Erdem. Tek saniye düşünmeden, önce derine sonra hızla ileriye doğru çekmişti bıçağı. Boynunu kesmişti. Ay ışığının vurduğu yüzünü görüyordum. Kana susamış adamın artık yüzü de kan içindeydi.
Üzerimizden kurşunlar uçuyordu. Biri bile bize denk gelmiyordu. Yönler, oldukları yerden herkesin sonu oluyordu. Bu gece biz üç beş kişi olarak, üç yüz beş yüz kişiye Azrail olup gelmiştik.
Erdem'i gerimde bırakmıştım. Kanın keskin kokusu açık havada olsak bile burnuma doluşmuştu. İyi iş çıkarıyorduk. Bizler katiller olarak, kurbanlarımızın üzerinde gerçekten iyi iş çıkarıyorduk.
Bu kez Kansu'yu görmüştüm. Bir arabanın ön kaportasının üstüne, dövüşerek yapıştırdığı adamı boğmakla meşguldü. İşi bittiğinde bana bakmıştı. Burada olduğumu biliyordu. Veliahtlar beni kendilerinden sayıyordu. Onlar sadece birbirlerinin ayak sesinden gelenin kim olduğunu anlardı. Artık buna benim ayak sesim de dahil olmuştu. Bana bakıp baş selamı vermiş ve yerdeki silahını almıştı. Onun beni geride bırakması üzerine yönümü sağ tarafıma çevirmiştim. Beni fark etmeyip saklanan iki kişiyi çoktan kafasından vurarak indirmiştim. Onların cesetinin üzerinden geçerek yoluma kaldığım yerden devam etmiştim. Yeniden ilerlediğim yolun üzerinde Mert Aksel karşılamıştı beni.
Mert birinin silahının hedefindeydi. O bunun farkında değildi. Önündeki üç kişiyle çatışma halindeydi. Arkası dönüktü. Sağ çaprazımda duran adamın önce silah tutan elini kurşunumla parçalamıştım, o acılar içinde kıvranırken sussun diye kurşunu tam ağzından içeri göndermiştim. Sanırım hapı yutmuştu. Ya da kurşunu mu demeliydim?
Mert'e tekrar döndüğümde o üç kişiyi çoktan öldürdüğünü görmüştüm. Bana bakıp gülümseyerek yanıma gelmişti. Kulağımdaki kulaklıkları çıkarmıştım. Müzik iyiydi ama her şeyin olduğu gibi iyi olan şeylerin de fazlası zarardı. "Ölmeme izin vermeyeceğine emindim güzelim." Omzuma iki kez vurup geçmişti yanımdan. Meğer arkasında onu hedef haline getiren adamdan haberi varmış. Onu koruyup korumayacağımı görmek için kendini ateşe atan adamın adıydı Mert Aksel.
Az ileride bize doğru gelen adamları görünce Mert'in az önce kalkan olarak kullandığı arabanın arkasına saklanmıştım. Bu sırada şarjör değiştirmeye başlamıştım. Tam karşımdan geçtikleri an içlerinden ikisinin ense köküne sıkacak kadar zamanım olmuştu. Diğer ikisi, arkasını dönüp olduğum yeri taradığında bunun olacağını bildiğim için onlardan çok daha önce yer değiştirmiştim. Yine cebimden çıkardığım patlayıcıyı arabanın arka kısmından ayrılmadan kuşun seslerini takip ederek onların olduğu tarafa atmıştım. Bu kez patlama mesafesine yakın olduğum için ellerimle kulaklarımı kapatmıştım. Patlamanın şiddeti, kurşunların sesinin soluğunu kesmişti. Gerimde bir dünya ceset bırakmanın rahatlığıyla yoluma devam ediyordum.
Yürüdüğüm yol boyunca cesetler görüyordum. Artık ölü birini görmek çok kolaydı. Yaşayan birini bulmaksa çok zordu. Başımı yerdeki cesetlerden kaldırıp önüme doğru çevirdiğimde bana oldukça uzakta olsalar da onları görmüştüm. İki kuzeni. Birbirlerinden hiç haz etmeyen Lerzan ve Arem sırt sırta vermiş, etraflarında ne var ne yoksa ikinci kuşuna gerek duymadan tek kurşunla indiriyorlardı. Bu manzara beni niyeyse gülümsetmişti. Lerzan, önünde duran adamı kalkan olarak kullandığı ağacın arkasından çıkarak saniyesinde iki kaşının arasından vurarak indirmişti. Onun çıkışıyla birinin onu hedefi haline getirdiğini fark ettiğimde silahıma davranacaktım ki adam çoktan beynine kurşunu yemişti. Ben de Lerzan'da bunu yapanı görmek için kurşunun geldiği yöne baktığımızda, Arem'in kuzeninin hayatını kurtardığını görmüştük. Bu beni şaşırtırken Lerzan'ın yutkunmasına sebep olacak türden olay olduğu için onu daha fazla şoka sokmuştu. İki kuzeni baş başa bırakarak görüş açımdan onları çıkarmıştım. Bu onların meselesiydi. Beni ilgilendirmezdi.
Adımlarım beni tekrar Erdem'in olduğu yere götürmüştü. Doğu ve Batı ateş hattına ilk önce bu arabanın tekerleklerini almıştı. Kaçmalarını engellemek için. Onlar bize patronlarının yerini söyleyecekti. Burada keyif çatıp adamlara emirler yağdırırken kurşunların üzerlerine yağmasıyla neye uğradıklarını şaşırmış olmalıydılar. Gördüğüm kadarıyla arabadan inmemek ve kapılarını açmamak için ısrarcıydılar. Erdem Eraslan burnundan soluyordu. Onu bu kadar kızdırmak akıl işi değildi.
Yanlarına vardığımda Erdem ile kısa süreli olsa da göz göze gelmiştik. Çok oyalanmadan kafasını tekrar arabaya doğru çevirmişti. "Araba zırhlı." Şimdi anlaşılmıştı Erdem'in neden sadece bakmakla yetindiği. Camlar kurşun geçirmiyordu. Kapılar kilitliyse içeri girmek zorlardı.
Camdan içeri baktığımda, arabanın şoför koltuğunda ve yanındaki koltukta, biri sarışın beyaz tenli, diğeri esmer çekik gözlü iki adamın bize korku dolu yüzlerle baktığını görmüştüm. Onların bu acınası hali umrumda değildi. O arabanın açılması gerekiyordu. Ama nasıl?
"Eveeeet! Özkurt Şirketler Grubu gururla sunar." Kansu'nun bedeni birden bire önümüzde duran arabanın arkasından çıkınca, ne demek istediğini anlamadığım için suratına boş boş bakmıştım. Elinde metalik bir cisim vardı. Bize doğru tutmuş sallıyordu.
"Uzatmadan aç şunu." Erdem Eraslan oyalanmak istemiyordu. Kansu onun sözlerine kaş çatarak bakmıştı.
"Sen benim silahlarımı biliyorsun diye ne diye bozuyorsun işi kardeşim. Bu kızın benim cephanelerimden haberi var mı?" Bu kızın ben olduğum gerçeği burada tek kızın da ben olduğum gerçeğinden geliyordu.
"Hayır yok." Kansu'ya bakarak konuşmuştum. Nerden bilecektim ki ben onun cephanelerini.
"Bak yokmuş." Bana cevap vermek yerine hâlâ Erdem'e laf yetiştirmenin derdindeydi. Erdem ise patladı patlayacaktı.
"Oğlum, açsana şu kapıyı." Al işte patlamıştı. Öfkeli ve gür sesi hemen yanında olduğum için mutlaka kulağımda hasar bırakmış olmalıydı. Yüzümü ekşiterek, yeniden patlamasına karşı önlem almak adına ondan uzaklaşmıştım. Kansu'nun oflaya oflaya onun istediğini yapmaya başlaması benim merakımı körüklediği için Kansu'nun yanına doğru adımlamıştım.
"Ne o? Meraklıyız bakıyorum." Sus Kansu. Uğraşma Kansu. İşini yap Kansu. Bunların hepsi boş laftı. Ne susardı ne de uğraşmadan dururdu. Onun işini yapma tarzı bundan ibaretti. Laf yetiştirmeye çalışmak gereksizdi. Ona cevap vermeyi reddettiğim için işine geri dönmüştü.
Elinde tuttuğu metal cismi, sürücü koltuğunda oturan adamın camına doğru tutmuş ve adamın gözünün içine bakarak sallamıştı. Eh tabii biraz da onlarla uğraşacaktı. "Bu var ya bu." Sırıtarak konuşan Kansu'ya ağladı ağlayacak şekilde bakan adamı görünce gülmüştüm. Kansu psikopatın tekiydi. Ya da salağın teki de olabilirdi. Türkçeyi zerre bilmeyen adamlara Türkçe açıklama yapacak kadar salaktı hem de.
"Bu sizin belanızı sikmemiz için yeterli olacak aslanlarım." Sözlerinin üzerine metal cismi cama doğru tutmuştu. Uç kısmından kırmızı ışık çıkıyordu. Anlaşılan Özkurt'lar silah teknolojisinde çığır açmaya devam ediyordu. Lazer üretimi etkiliydi. Camın üzerinde gezinen ışık camda erime yaparak kesik açıyordu. Şimdi merak ettiğim tek şey Kansu'nun cephanesinde daha başka ne tür silahlar olduğuydu.
İçerideki adamlar benim gibi bu metalin gördüğü işlevi anladıklarında bu kez gerçekten korkudan ağlamaya başlamışlardı. Onları bekleyen sona yaklaştıkları için ağlıyor olmalıydılar. Kafamı bu görüntüden kaldırdığımda ekibin diğer üyelerinin buraya doğru geldiğini fark etmiştim. Vay be! Sekiz kişi olarak gelip yüzlerce kişiyi dakikalar içinde yok etmiştik.
Arem ile göz göze geldiğimde beni baştan sona süzdüğünü görmüştüm. Herhangi yerimde bir şey var mı diye kontrol ediyordu. İyi olduğuma emin olduktan sonra bakışlarını benden ayırıp Kansu'nun yaptığı işe doğru çevirmişti. Camın olduğu tarafa onun gibi baktığımda Kansu'nun kare şeklinde açtığı kesiti neredeyse tamamladığını görmüştüm. İçerideki iki adam bununla beraber silahlarını cama doğru tutmuştu. Kendilerini korumanın en iyi yolu buydu. Veliahtlar benim gibi bunu görmüş olsa da hiç kendilerini bozmadan camdan içeriye bakmaya devam ediyorlardı.
Kansu'nun işi bittiğinde geriye sadece camda açılan kesiğin biraz güç uygulanıp itilerek aradan çekilmesini sağlamak kalmıştı. Bunu yapmadan önce metal lazer kesiciyi ceketinin iç cebine koymuştu. Aynı yerden yine farklı bir cisim çıkardığında Kansu'nun cephanelerinin yine gün yüzüne çıktığını anlamıştım. Elinde tuttuğu top şeklindeki küçük cismi havaya atıp tutmuştu. Çok geçmeden dirseğini kestiği camın tam orta kısmına geçirmişti. Camın içeri doğru düşmesiyle vakit kaybetmeden elinde tuttuğu topu camdan içeri doğru atmıştı. Kendisi camın olduğu taraftan çıkarak önünü boş bırakmıştı. İçeride bulunan adamların dışarıya açtığı ateş boşa gitmişti. Saniyeler içinde arabanın içinden duman çıkmaya başlamıştı. Silah sesleri dumanın çıkmasıyla durmuştu. Arabanın içi dumanla dolmuştu. Dumandan dolayı içerisini göremiyorduk.
Kısa süre sonra içeride bulunan sis dumanı ortadan kalktığında iki adamın da başlarının önlerine doğru düştüğünü görmüştüm. Bayılmış olmalılardı. Topa benzeyen cismin bu işe yaradığını bu sayede öğrenmiş olmuştum. Arem'in sert sesini duyduğumda yönümü ona çevirmiştim. "Alın şu ikisini. Gidiyoruz." Emirlerini yağdırıp yanımızdan çekip gittiğinde peşinden gitmek istemiştim. Bu şekilde nereye kadar gidecekti? İsteğime karşı gelmek yerine ona uyarak herkesi geride bırakarak peşinden gitmiştim.
Arkasından seslendiğim halde bana dönüp bakmıyordu. Arkasını dönüp benimle yüz yüze gelmek için uğraşmıyordu. Tekrar seslenmiştim ona. "Arem." Yine duymazlıktan gelmişti. Bu tavrı beni artık sinirlendiriyordu.
İşte bu onu olduğu yerde durdurmaya yetmişti. Bedeninin durduğunu görünce ben de durmuştum. Onun hareket etmeyeceğini anladığımda durmayı bırakıp yanına doğru gitmiştim. Tam karşısına geçtiğimde sonunda benimle göz teması kurmayı başarmıştı.
"Bu karşımda duran adam Kamer mi?" Gözlerinin içine bütün sertliğimle bakmıştım. Aynı soğuklukta ve sertlikte bakıyordu. Cevap vermesini beklemiştim. Bunu yapmak yerine yüzüme doğru yavaş yavaş eğilmeye başlamıştı. Göz temasını zerre kesmeden ona karşı olan bakışlarımı devam ettirmiştim. Sıcak nefesini yüzümde hissediyordum. Çok yakındık. Yüzüyle yüzüm arasında milimler vardı. Gözümün içine orada aradığı şeyler varmış gibi bakmıştı ve bulmak için uğraşıyormuş gibiydi.
"Ta kendisi." Ses tonu kalbimi tekletmişti.
Kamer'in kim olduğunu bilmeyen tarafım onu görmeyi, bilmeyi çok istiyordu. Bazen bazı şeyleri merak etmek iyi değildi. Kamer'in namı vardı. Tehlikeli ve korkulu rüya gibiydi. Bu kadar büyük şöhret onun gerçekten kâbus yaşatan biri olduğunu kanıtlardı. Gözlerimin içine biraz daha bakıp benim yanımdan böylece ayrılmıştı.
*
"Ya şundadır ya bunda, helvacının kızında," Batı tekerleme söylemeye devam ediyordu. Önce kimden başlayacağımızı tekerlemeyle bulacakmış. Onun bu hâline sıkıntıdan patlayarak bakıyordum. Bir an önce başlamak istiyordum.
"İkizim! Güzel kardeşim! Yeti da! Seç birini artık." Doğu sonunda bizim vermek istediğimiz tepkiyi vermişti. Batı onu umursamadan duyduğum en saçma tekerlemeleri saymaya devam ediyordu.
Gözlerim etrafta gezdiğinde oldukça güzel bir depo içerisinde olduğumuz gerçeğine bir kez daha kanaat getirmiştim. Bayılttığımız o iki adamdan patronlarının yerini öğrenmek oldukça kolay olmuştu. Ekmek yedikleri tekneye tüküren cinsten adamlar oldukları için efendilerini ölmemek için dakikasında satsalar da bize adresi verdikleri an zaten artık ölmüşlerdi. Yahudi mafyasının yeni bölge lideri Luca Michael tam karşımızda sandalyeye bağlı ve baygın şekilde oturuyordu. Kendisi Lara'yı kaçırıp karşılığında beni istediğini söyleyen o videoyu çekip bize gönderen adamdı. Veliahtlar beni teslim etmediğindeyse yanındaki Çin mafyası bölge lideri ile birlik olup Lara'ya o iğrenç şeyleri yaşatmıştı. Luca Michael ve Hao Sahuyan Minho. İki şerefsiz. İki kadın düşmanı pislik. Bugün kesinlikle canları çok yanacaktı.
"Ben hazırım." Kansu'nun sesini duyduğumda eline doktor eldiveni geçirdiğini ve birinde bistüri(neşter) tuttuğunu görmüştüm. Fazlasıyla hazırdı.
"Güzelim sen bakma!" Mert bana karşı ikaz dolu cümlesini duyurduğunda hayır, bakacağım diye inat etmek istesem de sırf Arem ve ona kalsa Kansu'nun sünnet işini göremeyeceğimi biliyordum.1
"Ben de uğraşacağım ama." Ondan istediğim talep oldukça masumdu. Buradan bu adamlarda iz bırakmadan hiçbir yere gitmeyecektim. Bunu Lara için yapmak istiyordum.
"Doğu - Batı! Hastayı açın." Kansu çoktan karakterini role büründürmüştü. İkizler ağabeylerine baş onayı verip yerlerine geçmişti. Daha fazla izleyememiştim. Şayet Arem'in sırtı birden bire görüş açıma girip bütün görüntüyü kendi bedeniyle kapatığında, bana ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi biliyordum.
Duyduğum tek şey seslerdi. Fermuarların açılması gibi sesler. Biraz sonra bu seslere eklenecek yüksek desibel çığlıkları duymak için sabırsızlanıyordum.
"Eline de çok yakıştı ağabey." Doğu'nun sesini duyduğumda sırıtmıştım. İkizler bu hayata en çok Kansu ile uğraşmaktan zevk alırdı. Kansu'nun şu an Doğu'ya öfkeyle baktığına adım kadar emindim.
"Niye öyle bakıyorsun abicim? Neşteri kast ediyordum ben. Sen ne sandın?" İşte şimdi gerçekten gülmüştüm. Kansu'nun yüzünün aldığı ifadeyi görmeyi o kadar çok istesem de boştu. Arem araya reklam gibi girmişti.
"Doğuuu!" Kansu'nun uyarıcı sesiyle Doğu çıtını dahi çıkaramamıştı. Kısa süreli sessizliğin ardından elime kulağımı kapatmak isteyeceğim kadar yüksek olan o haykırış sesi nihayet duyulmuştu. Kansu Özkurt sünnet etmek adı altında hadım etmeyi tercih etmişti.
"Bir şey yok. Bir şey yok. Ölünce unutursun." Sakin sakin verdiği teselliyi adamın haykırışlarına rağmen duyabiliyordum. Bu oldukça zevk veriyor olmalıydı. Görüntüyü canlı şekilde göremediğim için Arem'den bir kez daha gıcık almıştım. O ve Erdem çıtını çıkarmadan sadece izlemeyi tercih ediyordu. Adamın sesi soluğu kesildiğinde acıdan bayıldığını anlamıştım. Kısa süre sonra aynı şeyi diğerine de yapmış olacak ki baygın olan ikinci adam acıdan ayılıp daha fazla dayanamayıp tekrar bayılmıştı.
"Yumurtanın sarısı. Gitti oruspu çocuğunun yarısı." İşte bu tekerlemeyi daha çok sevmiştim. Kansu bu işi gerçekten yapıyordu. Arem artık görüş açımdan kalktığında baktığım yerdeki baygın adamların üzerinin örtüyle kapatıldığını ve etrafın kan lekesiyle dolu olduğunu görmüştüm. Bu daha hiçbir şeydi.
"Hera." Batı bana seslendiğinde onun yanına doğru gitmiştim.
"İğne yapmayı sever misin?" Elinde tuttuğu kutu içinde bulunan sayısız toplu iğneyi görünce gülümsemiştim.
"İğneyi yapacağım yere göre değişir." Söylemek istediğim şeyi anladığında bundan zevk alır gibi gülmüştü. Koca ekipte psikopat, ruh hastası olmayan tek bir kişi bile yoktu.
"Tam olarak boyununa ne dersin? Yemek borusunun geçtiği yolu üsten işaretlemek gibi." Vay canına, bu kesinlikle psikopatçaydı. Kesinlikle bunu yapacaktım.
"Ne zaman Başlıyoruz derim." Tekrar gülümsemişti bana. İntikam almak bize iyi geliyordu.
Elinde tuttuğu kutuyu dikkatlice açıp avuç içime elime batmayacak şekilde dikkat ederek bir sürü iğne almıştım. Ben çekik gözlü olanın yanına giderken Batı diğerinin yanına gitmişti. Baygın olan adamın iğrenç yüzüne bakıp kaş çatmadan edememiştim. Sarı şeker bunu hak etmemişti. Kafasını sandalyenin gerisine atıp boynunu açık hâle getirmiştim. Tekrar Batı'ya baktığımda ondan aldığım komut üzerine işe başlamıştım. Baş parmağım ve işaret parmağım arasında tuttuğum iğneyi çenesinin hemen altına sapladığımda yerinden sıçramıştı.
Peşi sıra iğneleri saplamaya devam ediyordum. Her on saniyede bir iğneyi boğazına saplıyordum. Dakikalar içinde boğazında yüzden fazla iğne yer etmişti. Ağlaması, zırlaması, acıdan kıvranması hiçbir şeyi değiştirmezdi. Aldığı nefes iğne olup boğazına battığı için nefes almakta zorlanıyordu. Bu kesinlikle mecaz değildi. Boğazından akan kanlar sadece hevesimi diri tutuyordu. Sonunda ben de Batı'da elimizdeki bütün iğneleri bitirmiştik. Batı ile göz göze geldiğimde bana eliyle 3 işareti yapmıştı. Hemen peşi sıra 3'ten geriye doğru saymaya başlamıştı. Geri sayım bittiğinde her ikimiz de yarısına kadar sapladığımız iğneleri top şeklinde olan uçlarından tutup bir seferde avucumuza ne kadar iğne alabiliyorsak alıp, hızla çıkarmıştık. Bu canlarını iki katı fazla yakmıştı. Bağırış sesleri kulağımda çınlamaya sebep olmuştu. İğnelerden geriye kalan izi baktığımda, tripofobi gibi bir fobim olmadığı için kendimi şanslı saymıştım.
Adamlar tekrar bayılmıştı. Bu sırada yeni işkence modelini seçsek iyi olurdu. Eski deponun eski odalarından birini kullanıyorduk. Alan yeterince genişti. Kasvetli hava ortamı sıradan, işkence yapabileceğimiz günlerden biri hâline getiriyordu. Siyah duvarlar, siyah kolonlar, bütün bu siyahlığa tezat olarak gelen beyaz zemin ve beyaz tavandan oluşuyordu. İçeride eşya namına hiçbir şey yoktu. Daha doğrusu bir masa vardı. Üzerinde çeşit çeşit işkence aleti vardı. İki de sandalyenin üstünde bütün bu işkenceleri üzerinde deneyeceğimiz adamların oturuyordu. Biz bize burada güzel güzel takılıyorduk.
"Ben bu adamların sesini duymaktan sıkıldım. Ne diye seslerini kesmiyoruz ki?" Mert'in ani girişimi sayesinde hepimizin bakışları onu bulmuştu. İşkence aletlerinin olduğu masaya doğru gitmiş ve aradığı şeyi oradan çekip almıştı. Bu aletin adı ıstırap armuduydu... Bu işkence aletini daha önce izlediğim filmden dolayı oldukça iyi biliyordum.
Istırap armudu en kötü işkence aletlerinden biriydi. Orta çağda oldukça popülerdi. Büyük suçlar işleyen kişiler bununla cezalandırılırdı. Dört yapraklı metal bir alet olan ıstırap armudu, işlenen suça göre vajinaya, anüse veya boğaza sokulurdu. Aletin başında bulunan yuvarlak halka şeklindeki anahtarı çevrildiğinde, metal yapraklar açılır ve büyük bir iç hasara sebep olurdu. Bu alet kurbanın nadiren ölmesine neden olurdu. Yine de oldukça acı verici bir işkence yöntemiydi. Mert'in yapmak istediği şey çok açıktı. Adamların dilini kesmeyecekti. Adamların dilini koparacaktı. Arada büyük fark vardı. Gerçekten oldukça büyük fark.

Mert, adamlardan birinin yanına giderek zaten mahvolmuş durumda olan baygın adamın ağzının içine işkence aletini yerleştirmişti. Metalin kıskaçlarının adamın dilini içerisine aldığından emin olduğunda ucundaki yuvarlak başlığı tutup çevirerek o dili olduğu yerden acımasızca koparmıştı. Onun tutup çektiği dil koptuğu için adamın ağzından çıkan kanların büyük kısmı Mert'in yüzüne ve kıyafetlerine gelmişti. Bu onun tiksinmesini sağlamak yerine sadece gülümsemesine neden olmuştu. Koca ekip içinde sağlam psikolojide kimse yok, derken şaka yapmıyordum. İşkence aletinin içinde olan kopardığı dili metalin kıskaçlarını açarak yere fırlatmıştı. Bakışlarım zemindeki dile kaydığında biraz sonra oraya ikincisinin de fırlatılacağını bilmenin rahatlığı içerisindeydim. Dili koparılmış adamın ağzından kan, gözlerinden yaş sicim gibi akarken, Mert Aksel ikinci kurbanının ağzını açmakla uğraşıyordu. Kısa süre sonra tahmin ettiğim üzere yerdeki dil yalnız kalmayarak yanına arkadaşını da almıştı.
Mert, adamlarla daha çok uğraşacağımız için kan kaybından ölmemeleri adına her ikisinin de tişörtlerinden kopardığı parçaları ağızlarının içine tıkmıştı. Mert Aksel de rahatladığına göre bir sonraki arkadaşımızın da rahatlamak adına sahneye doğru çıkmasını bekliyordum.
Sonunda beklediğim tepki Erdem Eraslan'dan gelmişti. "Batı. Bana Hazar'ın en sevdiğini hazırla." Batı, Erdem'i başı ile onaylamıştı. Ne yapacağını merakla beklediğim için her adımını gözlerimle takip ediyordum. Batı masanın yanına giderek metal kasenin içindeki sarı sıvıyı önünde ki küçük tüpün içinde ısıtmıştı. Sanki veliahtlar her biri hangi işkenceyi yapacağını çok iyi bildiği için bu masayı o tür aletlerle donatmış gibiydi. Sıvının kaynadığından emin olan Batı, onu bezler aracılığıyla tutup süzgeç benzeri, saplı ve tuhaf bir aleti eline alarak sıcak sıvıyı onun içine dökmeye başlamıştı. Kendisini oldukça meraklı gözlerle izlediğimi gördüğünde ne yaptığını anlayamadığım için bana hızlıca açıklama yapmıştı.
"Bak şimdi Hera, elimde tuttuğum bu işkence aleti gördüğün üzere sapın ucuna takılan süzgeçten oluşmakta. İçine doldurulan kaynar su veya kızgın yağ suçlunun en acı çekecek bölgelerine püskürtülürdü. İşkence olarak. İsmi kurşun süzgeci. Yoğun derecede ızdırap veren türlerden. Hazar bunu kullanmayı çok severdi." Hazar'dan bahsedince gözleri dolmuştu. Onun bu hâli hoşuma gitmiyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda hızlıca kendisini toparlayıp sanki gözleri dolan o değilmiş gibi gülümsemişti. İkinci kez konuşma gereği duymadan yanımdan geçip gitmiş, elinde tuttuğu süzgeç olarak bahsettiği aleti Erdem'e teslim etmişti. Burada birilerine işkence ederken duygusal atmosfer yaşayabiliyorduk. Bu fazlasıyla ilginçti.
Erdem, Batı'nın elinde tuttuğu aleti vakit kaybetmeden eline almıştı. Elindeki saplı aleti önce incelemiş, devamında adamların yanına giderek çiçek sular gibi onları sulamıştı.
Şu adamların dile gelse 'ölmek istiyorum artık' diye ağlayacağına emindim. Fakat sonrasında dillerinin yerde olduğu aklıma gelmişti. Biraz zordu artık dile gelmeleri.
Ölmek üzere olan adamlar, kızgın yağın vücutlarına püskürtülmesi sebebiyle bağlı oldukları sandalyede yağdan kurtulmak için kıvranıp duruyorlardı. Hatta bir zamanlar video çekip bizi tehdit eden o adam acıdan öylesine çok kıvranmıştı ki en son sandalyesi ile beraber yere düşmüştü. Erdem Eraslan bu görüntüye kesinlikle acımamış, can çekiştiği için yere kapaklanmış olan adama daha fazla acı yaşatmak için çabalamıştı. Onun gözlerinin içinde ne yaparsa yapsın dinmeyecek olan o acının izleri vardı. Erdem bu acıyı birazcık olsun hafifletmek adına şu an derin uykuda olan kardeşinin intikamını alıyordu. Hem de onun burada olsa yapacağı şekilde. Erdem elinde tuttuğu aletin içindeki bütün yağ bitmeyene kadar durmamıştı. Onlar acı çektikçe o daha fazlasını ister olmuştu. Adamların açıkta kalan derileri yağ yüzünden balon balon olmuştu. Yağın gözlerine de gelmesi sebebiyle şişmiş gözlerini açamıyorlardı.
Bugün burada bizler çok güzel bir amaç uğruna toplanmıştık. Amacımız intikamdı. Biz daha intikamımızın yarısını almıştık. Piyonlar devrilmişti. Şimdi sırada askerleri yitip gittiği için korunmasız kalan şahın kim olduğunu bulmak ve onu devirmek kalmıştı.
İki adam da artık tanınamayacak hâldeydi. İkisi de daha fazla işkenceyi kaldıramayacaktı. Bedenleri tükenmişti. Ölüm onlar için kaçınılmaz son hâline gelmişti. Son kapanışı Arem yapmıştı. Belinden çıkardığı silahıyla her iki adamın tam kalbine nişan alıp onları böylece sonsuzluğa uğurlamıştı. İkisini de kalbinden öldürmesinin sebebi açıktı. Lara Korkmaz kurşunu tam kalbinden yemişti. Onun kalbinden öldüğünü gören Hazar, silahını kendi kalbine doğrultarak intihar etmişti. Lara ve Hazar'ın yaşadıklarını yaşayarak geberip gitmişlerdi.
Her birimiz gözümüzün önündeki ölü bedenlerden olma şaheserimizi izlerken, Arem'in emriyle ona verilen başka görevi tamamlamak için yanımızdan ayrılan Lerzan, arkamdaki kapıdan içeri girmişti. Kapının açılmasıyla içeri onun girdiğini gördüğümde ne olduğunu anlamak için yüzünü izlemiştim. Yüzündeki rahatlık bile konuşmasına gerek olmadığını gösteriyordu. O kendisine verilen görevi başarıyla tamamlamıştı. İçeri girmesiyle cebimden telefonumu çıkardım. Gördüğüm kadarıyla haber çoktan bütün dünya basınında 'SON DAKİKA' başlıkları altında yer almıştı. Medya ve basın peşi sıra gerçekleşmiş bu katliamlarla tıka basa dolmuştu.
Başlık: 8 İş Adamı 8 Farklı Ülkede Aynı Suikast Yöntemiyle Öldürüldü!
Altbaşlık: Uluslararası İş Dünyası Şokta: Ortak Suikast Mı?
Metin: Dünya çapında büyük yankı uyandıran trajik bir olay yaşandı. 8 farklı ülkenin iş adamı, aynı saatlerde ve aynı suikast biçimiyle öldürüldü. Olay, uluslararası iş dünyasında büyük endişe ve şok yarattı.
Saatler, yaşanan vahşi saldırıların koordineli bir şekilde planlandığını ve gerçekleştirildiğini gösteriyor. Çeşitli ülkelerden gelen iş dünyasının önde gelen isimleri, benzer suikast biçimleriyle hedef alındı. Ancak, henüz bu saldırıların arkasında kimin olduğuna dair net bir bilgi bulunmamaktadır.
Uzmanlar, bu olayın uluslararası bir komplo olabileceği ihtimalini değerlendiriyor. İş dünyasının bu kadar farklı ülkelerinden gelen iş adamlarının aynı anda ve aynı şekilde hedef alınması, dikkat çekici bir koordinasyonun işareti olabilir. Olayın ardından uluslararası güvenlik birimleri harekete geçti ve soruşturma başlatıldı. Ancak, şu an için saldırıların nedeni ve sorumluları hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır.
On bölge liderinin ikisi ölü şekilde karşımızdaydı. Onların bu kadar acı şekilde infaz edilmesinin sebebi Lara'ya yaptıklarından ötürüydü. Geriye kalan sekiz kişi, geçtiğimiz iki saat içerisinde bombalı suikastlara uğrayarak ölmüşlerdi. Ya da öldürülmüşlerdi. Lerzan, 8 farklı ülkeye aynı anda adamlar göndererek, aynı saatlerde ve aynı suikast yöntemiyle yapılacak olan bu operasyonu birinci elden yönetmişti. 8 ülkede aynı anda yaşanılan bu suikast girişimleri başarıyla sonuçlanmasının ardından bütün dünyada gündem olmuştu.
Dünya bugün veliahtları konuşuyordu. Hayır! Dünya bugün efendilerini konuşuyordu. Kan dökmeye yeminli olan efendilerini.
"Artık daha dikkatli olmak zorundayız. Henüz kendini açığa vermemiş, bizi bitirmeye çalışan biri var. Mutlaka misilleme yapacaktır." Arem Barkın Soykamer, son sözlerinin ardından yerdeki cesetlere son kez bakıp odadan çıkmıştı. Onun dediği gibi düşman henüz kendini açığa çıkarmamıştı. Fakat misilleme yapması demek artık açığa çıkması anlamına geliyordu. Bu yüzden misilleme yapması konusunda ona engel olmayacaktık. Sadece zararı en aza indirmek adına dikkatli olacaktık. Önce düşmanın kim olduğunu bilecek, sonra onu yok edecektik. O bizi yok etmeden.1
(🎭)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.5k Okunma |
1.54k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |