95. Bölüm

🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK

HELEN MAVİ
mavimsu_

 

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim...

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm Sözü

 

 

 

 

 

 

 

 

Öpesim var ama öpülmeyi sevmezsin; sevesim var ama sevilmek istemezsin. Seni kendime saklayasım var ve işte buna sen bile bir şey diyemezsin!

 

 

 

 

 

H. G. 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

Yürüyordum. Peşimden gelen adam ve ben yürüyorduk. Ben önden giderken o arkamdan beni takip ediyordu. Karanlık çökmüştü etrafa. Kimse yoktu. Gecenin hüküm sürmeye başlamasıyla ortadan kaybolup giderdi insanlar. Karanlık sevilmezdi. Güvenli değildi karanlık. Bunu bilirlerdi, buna göre hareket edip karanlığı terk ederlerdi. "Acaba?" demiştim kendi kendime. Acaba bizi de bu yüzden mi sevmemişlerdi? Biz geceydik. Biz karanlıktık. Güven vermemiştik kimseye. Sevilmemiştik kimse tarafından.

 

 

 

 

 

 

Toprak zeminde yürürken ayaklarım yere daima sert ve kendinden emin şekilde basardı. Tanrıyı betimlemek isterdim her adımımda. Tanrıya iltifatlar yağdırmak isterdim. Bana güç verdiği için değil, beni güçlü olmak zorunda bıraktığı için ona aitlik sunar, kullu olmasam bile kulluk ederdim.

 

 

 

 

 

 

Sigaraya başlamayacağım diye kendime söz vermiştim. Ne olursa olsun içmem demiştim. Ne yaşarsam yaşayayım içmem demiştim. Demiştim de demiştim. Boş demiştim. Boş geçmiştim. Boş vermiştim. Pantolonumun cebinde paket duruyordu. Bir ben eksik, bir dal sigara fazlaydı. Paketi elimde tutuyordum artık. Kutuyu açmış içinden bir dal zehir seçmiştim. Zehri dudaklarım arasına yerleştirip diğer cebimden çıkardığım çakmakla ucuna ateş tutmuştum.

 

 

 

 

 

 

Görünürde yanan sigaraydı. Görünürde öyle olabilirdi lakin özünde yanana bakmak gerekirdi. Özünde yanan bendim. Yanıp yanıp kavrulan bendim. "Ne yaşarsam yaşayayım içmeyeceğim." Sorun şuydu ki ben yaşamamıştım. Bu yüzden hiç içmemiş gibi içecek, hiç ölmemiş gibi yaşayacaktım.

 

 

 

 

 

 

Yaktım bir sigarada senin adına... Yaktım bir sigarada benim adıma... Yaktım sana yandım bana...

 

 

 

 

 

 

Mezarlık boyu yürümek güçtü. Hayatın son sahnesi burada dönüyordu. Nice başroller burada final vermişti. Hem de kötü sonlu finaldi bu. Sevilip ölenler ve sevilmeden ölenlerdi onlar. Ha bir de sevmeden ölenler vardı. Onlar bizdik işte. Sevmeden ölmüştük ama toprağın altındakilerden farkımız vardı. Biz hâlâ nefes alıyorduk. Maalesef alıyorduk.

 

 

 

 

 

 

Az kalmıştı, yaklaşıyorduk final vermişlerden birinin mezarına. Dumanı içime çektikçe çekiyordum. Dumanı dışarı üfledikçe üflüyordum. Arkamdan gelen adam ne düşünüyordu bu konuda merak ediyordum. Benim ömrüm boş geçmişti. Sigarayı bana çok görmezdi herhalde. Hoş görse kaç yazardı? Bu saatten sonra yazsa yazsa o yazardı. O da zaten çektiği acıyı benden çıkarmak için yazmaya başlamıştı. Başarmıştı... Şimdi ikimizin de içi dışı bir acıyordu.

 

 

 

 

 

 

Üç mezarlık ileride onun mezarı vardı. Saygısızlık yapmak istemezdim ona. Sigaram yarım kalsa da yere atıp ezmiştim. Beni yarım bırakıp gitse bile ona terbiyesizlik yapacak değildim. O benim babamdı. Attila Tuğrul Türkeş'imdi.

 

 

 

 

 

 

"Ah be babam! Ölmek için büyüktün ama hiç demedin mi? Ben büyüğüm kızım, öyle mi?" diye. Bak ben kaç yaşında olursam olayım ölmek için büyük, senin öldüğünü görmek için küçük kalacağım.

 

 

 

 

 

 

Arem'in ayak seslerini duymamaya başlamıştım. Anlaşılan o geride kalmayı seçmişti. Buraya ilk kez geliyordum. Babamın mezarına ilk gelişimdi. Beni onunla baş başa bırakmak istemiş olmalıydı. Doğru karardı. Sert ve kendinden emin adımlarım beni onun mezarının başına getirmişti. O mezar taşında adı yazıyordu diye bakamıyordum oraya. "Selam asker."

 

 

 

 

 

 

Bazen sırf canını sıkmak için, eğlencesine onunla dalga geçerdim. Dünya üzerinde ona kafa tutup, dalga geçmeye cesaret edecek tek kişi bendim. Onunla her şakalaştığımda cevap vermez, sert sert bakardı. Şimdi yine cevap vermemişti. Ne vardı ki sert sert bakmayan birini görmemek acıtmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Bugün fazlasıyla ölü gibisin."

 

 

 

 

 

 

Sen Hera'sın Hera kal. Sen acıyan yerlerini sarmak yerine onunla dalga geçersin. Eğer çok gülüyorsan, eğer çok espiri yapıyorsan ve eğer insanlar senin komik olduğunu düşünüyorsa ne mutlu sana. Bedenin sağlam durmuş, kalbin paramparça. Yine de çok dert etme bunu kendine. Kalbini kimse görmez. Zaten görmedikleri için paramparça olmuştu kalbin. Buna rağmen umursama. Acıyı umursama. Yok say! Dalga geç ve onu yok say. Eğer beceremezsen Hera, öyle bir çakılırsın ki yere paramparça olan bu kez sadece kalbin olmaz.

 

 

 

 

 

 

"Konuşmak yok mu?" Derin nefes alıp vermiştim. Hava birden buz kesmişti. Buz kesen tek şey havaysa sorun yoktu. Değilse sorun çoktu ama umursayan yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Sen zaten konuşmayı sevmezdin öyle değil mi?" Yine susmuştu. Konuşmayı sevmediği için susuyordu. Başka anlamı olamazdı. Ayakta kalmak bedenime iyi gelmiyordu. Ben de kendimde bu gücü daha fazla tutamayacağımı bildiğim için babamın soğuk mezar taşına oturmuşum. Hâlâ gözüm onun isminin yazdığı o taş parçasına bakmaya cesaret edemiyordu. Derin derin nefes alıp veriyordum. Aldığım nefes sanki bana iyi geliyormuş gibi nefes alıp veriyordum.

 

 

 

 

 

 

"Bana kızgın mısın baba?"

 

 

 

 

 

 

Bana kızgın olduğunu düşünüyordum. Ben o öldükten sonra utancımdan onun mezarına hiç gelememiştim. Şimdi yıllar sonra onun mezarına yüzsüz yüzsüz gelmiştim. Yüzüm buraya gelmeye vardı ama onun öldüğünü kabullenmeye yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Ben seni çok özledim baba."

 

 

 

 

 

 

Sen beni hiç özlemedin mi? Sen de özledin, öyle değil mi? Biz birbirimiz olmadan yaşayamazdık ya hani baba. Sen benim sensiz yaşayabileceğimi mi sandın baba? Bana bunu niye yaptın ki? Biz seninle beraber her şeyin üstesinden gelirdik. Şimdi her şey benim üzerime üzerime geliyor. Sen yoksun. Hiç olmayacaksın. Ben seni kaybettim. Ben seni ben yaşayabileyim diye kaybettim." Beni duysun istemiştim. Üzülsün diye söylemiyordum bunları. Üzüldüğümü görsün diye söylüyordum. Ben de açtığı yaraları görsün ve bilsin diye söylüyordum. Onsuz mutlu olamayacağımı bilmeliydi. Bana bunu yaşatmaya hakkı yoktu. Her şeyi yapabilirdi, her şeyi yaşatabilirdi bunu yapmaya hakkı yoktu. Bir babanın kızına bunu yapmaya asla hakkı yoktu.

 

 

 

 

 

 

"Annem nasıl bari onu söyle."

 

 

 

 

 

 

Hâlâ susuyordu. Konuşmayı sevmediğini onu bu Dünya da en iyi tanıyan kişi olarak çok iyi biliyordum. Ama babam ben ona ne zaman soru sorsam, o soruyu kısa ve öz de olsa cevaplardı. Şimdi susuyordu. Sustukça susuyordu. Ölü gibiydi. Ölsün istememiştim ama o ölmüş gibiydi.

 

 

 

 

 

 

Gözlerimden akıp giden yaşlar ruhumun kirli taraflarına aitlerdi. Ben kirlerimden arınıyordum bu gece. Çok daha fazla kirlenebilmek için yeni kirlerime yer açıyordum. Bembeyaz, tertemiz bir sayfa açıyordum. O sayfayı öylesine büyük lekelerle kirletecektim ki, ben bile bu kadar kirlendiğime hayret edecektim. Sen bu gidişi hak etmedin baba! Ben seni benden alanlardan öyle büyük intikamlar alacağım ki, onlar bile onlarda açacağım yıkıma şaşırıp kalacaklar. "Annemi hiç hatırlamıyorum. Anne olması yetiyor biliyor musun? Onu özlemem için onu tanımama gerek yok! Anne olması onu özlemem için yetiyor."

 

 

 

 

 

 

Son zamanlarda çok ağlak olmuştum. O kadar çok ağlamış, o kadar çok gözyaşı dökmüştüm ki, artık ağlamadığım zamanları yadırgıyordum.

 

 

 

 

 

 

"Ben hep şarkı söylerdim seninleyken öyle değil mi baba?" Oysa ben tüm şarkıları sana söylerdim baba. Hepsi senin içindi. Sen sesimi çok seviyorsun diye ben evin içinde dolanıp dururdum, ağzımda senin sevdiğin şarkılar dolanırdı.

 

 

 

 

 

 

"Ayşen annemin kocası Cengiz ağabeyim ile konuşurken duymuştum seni baba. Ona demiştin sen; benim kızımın sesi çok güzel. O konuşsun sabaha kadar dinlerim onu. Hele bazen kendi kendine mırıldanır şarkıları, çıtımı çıkarmam o zamanlarda sırf duymak için."

 

 

 

 

 

 

Çocuktum daha bunu ondan duyduğum zaman. Kapı arkası kulak misafiri olmuştum. O zaman başlamıştım işte evin içinde şarkı söyleyip durmaya. Sen seviyorsun diye. Sen hep sev diye. Baba, sen yoksun diye ben bir daha şarkı söylememiştim. İkizler çok kötüydü. Zor durumdalardı. Batı uykusunda ağlıyordu baba. Ondan söylemiştim onlara şarkı. Yoksa benim sesim bir sana güzel gelirdi, bilmez miyim ben?

 

 

 

 

 

 

"Sana şarkı söyleyeyim ister misin?"

 

 

 

 

 

 

Seversin babacığım. Sen kızının sesini çok seversin. Kızın da seni çok sever. Yoksa böyle çok ağlamasının başka anlamı olamazdı. Boğazım düğüm düğüm olsa da ona sevdiği şeyi vermiştim. Benim babam her şeyin en iyisini hak ediyordu. Benim babam ölmesine neden olacak benim gibi kızı olmasından ziyade çok daha iyi evlat hak ediyordu. Ben ona istediğini verememiştim. Ben iyi evlat değildim. Ben evlat değildim. Ben onun kızı değildim. Çok istesem bile olamazdım. Onun kızı olarak ölmeyi, onun kızı olmadan yaşamaktan daha çok istiyordum.

 

 

 

 

 

 

Ona yok! Buna yok! Bu hayat neden hevesimi, isteklerimi hep boğazımda bırakıyordu. Ben sadece dünyanın en iyi adamının kızı olmak istemiştim. Bu kadar zor muydu? "Şu dünyanın gam yükünü çeken var mı benim gibi?" Zar zor aldığım nefeslerin sonunda şarkıyı söylemeye başlamıştım.

 

 

 

 

 

 

"Şu dünyanın gam yükünü çeken var mı benim gibi?" Hem ağlayıp hem de söylemeye çalıştığım için sesim çatallı çıkıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Gece gündüz gözyaşını döken var mı benim gibi? Gece gündüz gözyaşını döken var mı benim gibi? Yok" Hava karanlıktı. Gece inmişti. Ben ağlıyordum. Gece gündüz gözyaşı döküyordum.

 

 

 

 

 

 

"Talihim yok, bahtım kara. Böyle hayat batsın yere. Sinesine, vura vura ölen var mı benim gibi? Yok."

 

 

 

 

 

 

Aldığım nefesler artık bana yetmediğinde susmak zorunda kalmıştım. Can çekişiyor gibiydim. Nefes almayı unutmuştum. Kriz geçirdiğimin farkındaydım. Yaşamak için çaba sarf etmek anlamsızdı. Tanrı varsa ve beni yaratan olmadığı hâlde beni kulu olarak görmeyi kabul edecek olursa, ondan kulu olarak tek şey istiyordum. Canımı alsındı. Ağlama krizi beni nefes almayı unutaracak kıvama getirmişken canımı alsındı. Yemin ederim ki gücüm kalmamıştı. Yaşamaya gücüm kalmamıştı. Ölmem gerekiyordu. Benim hikayemin sonu gelsindi artık. Final vermek istiyordum. Başrolün öldüğü mutlu sonlu final.

 

 

 

 

 

 

Yanıma biri gelmişti. Elleri yüzümde geziniyordu. Bir şeyler söylüyordu ama ben ne dediğini anlamıyordum. Yaşayayım diye çaba sarf ediyordu. Ben yaşayayım diye o çaba sarf ediyordu. Gözlerimi açmak istemiyordum. İyi gelecekti orman gözleri görmek bana. Sonra sırf o gözlerin hatrına nefes almaya başlayacaktım. O gözlerin hatrına yaşamaya kaldığım yerden devam edecektim. Görmek istemiyordum.

 

 

 

 

 

 

Yüzümü avuçları arasına hapsetmişti. Korkuyordu. Hissediyordum. Korkusunu hissediyordum. Onu hissettiğim an gözlerimi açmıştım. Çok kayıp vermişti. Çok kişiyi kaybetmişti. Ona birini daha kaybettirmek istememiştim. Zaten canı acıyordu, zaten ölü gibiydi daha fazla ölsün istememiştim. Endişe bedenini esir etmişti. Benim için çok fazla endişeli görünüyordu. Bizi uzaktan biri görse o mu kriz geçirdi yoksa ben m kriz geçirdim? Anlayamazdı.

 

 

 

 

 

 

"İyi misin? " Soruyu onun bana sorması gerekiyordu. Normal olan buydu. Oysa soru benim ağzımdan çıkmıştı. Ben ona nasıl olduğunu sorarken bulmuştum kendimi. Kafasını iki yana doğru hızla sallamıştı. İyi değildi. Bunu kabul etmişti.

 

 

 

 

 

 

İkimiz de babamın mezarının soğuk mermer taşında oturmuş birbirimizin gözlerinin içine bakarak iyi olmaya çalışıyorduk. Daha fazla bakmamıştı gözlerime. Oturduğu yerden başını dizlerime yaslamıştı. Biz ikimiz, bu saçma sapan hikayenin başrolleriydik. Ölmemiştik. Ölmekten beter olmuştuk. Çok yorgun iki başroldük. Kendi hayatlarımızı oynamaktan yorulmuştuk. Biz ölmüş değil, yorulmuş başrollerdik.

 

 

 

 

 

 

Ellerim saçlarında yer edinmişti. Gece karası saçlarını okşamaya başlamıştı. Kırılıyorduk onunla beraber. Her yerimizden kırılıyorduk. Onun bana, benim ona ihtiyacım vardı. Kırıklarımızın sayısı giderek artıyordu. Birbirimize kalkan olmazsak eğer, bizi daha çok kırarlardı.

 

 

 

 

 

 

O yerini sevmişti. Benim dizimde kendine gelmeye çalışırken telefonu ısrarla çalmaya başlamıştı. Bu Doğu'nun acil durum çağrısıydı. İlk iki çalış yedi saniye, üçüncü çalı dokuz saniye sürerdi. Bu da nerede olursan ol, telefonu aç çünkü durum acil demekti. Arem'in bunu umursamayacağı kesindi. Artık umrunda bile değildi yaşanılanlar. Takmıyordu hiçbir şeyi. Onun bu huyunu bildiğim için elimi ceketinin cebine doğru uzatmıştım. Telefonu cebinden çıkardığımda Doğu'nun aradığını görmüştüm. İzinsizce cebinden telefonunu almış olmam umrunda olmamıştı. Sadece telefonu aldığımda elim saçını okşamayı kısa süreliğine bırakmıştı. O zaman huysuzlanmıştı. Saçını okşamaya devam ettiğimde tekrar rahatlamıştı.

 

 

 

 

 

 

Telefonu cevapladığımda Doğu hemen konuya girmişti. "Acil toplantı evine gelin. Ulular burada! Her an biri diğerini öldürebilir." Telefonu hoparlöre aldığım için Arem'in kendisi de Doğu'nun söylediklerini duymuştu. Cevap vermek yerine telefonu kapatmıştım.

 

 

 

 

 

 

Babamın bize bıraktığı video kaydını izledikten sonra artık onun katilinin kim olduğunu bildiğim için mezarına gelmek istemiştim. Arem beni tek başıma bırakmamış, peşimden gelmişti. Babamı benden alan onun amcasıydı. Bu durumda Hazar ve Lara'nın başına gelen olayların sebebinin de o olduğunu tahmin etmek güç değildi. Bir elimle ağladığım için yüzümde olan ıslaklığı silmiştim. Bölge liderleri bu işi yapan piyonlardı. Onları öne süren devletlerdi. Devletleri emrinde kullanan Arzem Soykamer'di. İkimiz de bu adamı yok etmek, parça parça etmek istiyorduk. İkimiz de intikam istiyorduk. Bu konu hakkında konuşmamız gerekiyordu. Henüz olayı öğreneli çok olmamıştı. Uluların ani toplantısı berbat zamanda çıkagelmişti. O da ben de Arzem pisliğiyle karşı karşıya gelince ne yapacağımız hakkında konuşmalıydık. Hem de hemen şimdi.

 

 

 

 

 

 

"Elinde Kamer Aile Sandığı varken onu yok edersek, biz de yok oluruz."

 

 

 

 

 

 

Doğu ve Batı'nın vakti zamanında İtalya'dan Türkiye'ye geri dönerken, uçak yolculuğunda bana anlattıkları, Kamer Aile Sandığının ne tür özelliklere sahip olduğunu iyi hatırlıyordum. Arem'in büyük büyük atası günlük tutan biriydi. Hikâye ondan başlayarak gelmişti. Adam aynı şeyi kendi varisine de aşılamıştı. O da kendi varisine diye diye gitmişti olay. Kamer'lerde aile geleneği hâlini almıştı. Bütün önemli olaylar Kamer'ler tarafından not edilir ve Kamer aile sandığına kilitlenerek saklanırdı. Sandık lafı özünde mecaziydi.

 

 

 

 

 

 

Yüzyıllardır süren bir şey olduğu için Kamer Aile Sandığı aslında devasa odalarca içinde bilgi barındırıyordu. Ulular ve veliahtların bütün geçmiş ve gelecek planları ve de planladıkları her şey Kamer aile sandığına not edilmişti. Kamer ailesi Uluları bu işi Veliahtlarıyla beraber yapmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Haklısın," demişti Arem. Benimle aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı. Gözleri gözlerimi hedef aldığında tekrar konuşmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Öncelikli hedefimiz sandık olmalı. Her nerede saklıyorsa güvenlik düzeyini üst düzey tutmuştur." Arzem'in özel eğitimli adamları vardı. Parmaklarında '4' rakamını taşıyan özel eğitimli adamları. Sandığı nerede tuttuğunu bana söylememişti. Beni çok hafife almıştı o adam. Benim adımlarım her zaman sağlamdı. Her ne pahasına olursa olsun sağlam basardım yere. Her anlamda geçerliydi bu kural.

 

 

 

 

 

 

Arem'in bana olan bakışları değiştiğinde düşündüğüm şeyleri düşünmekten vazgeçmiştim. Söylemek ve söylememek arasında gidip geliyordu. Daha fazla dayanamayıp en son söyleme kararı almıştı.

 

 

 

 

 

 

"Tim4'e ne kadar güveniyorsun?" Güzel soruydu. Başka zaman olsa ona kızabilirdim. Başka zamanda değildik. En güvendiğim yerlerden biri beni sırtımdan vurmuştu. Ötesi yoktu bu işin. Nereye doğru baksam orası elimde kalıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Almina onun kızı. Lerzan onun oğlu. Atlas onun damadı." Bunu söylemek benim için çok zordu. Gece uzamıştı, saatler uzamıştı ben saymayı bırakmıştım artık. Her dakika dert geliyordu. Yetmezmiş gibi saatler geçmek bilmiyordu. Almina, Atlas ve Lerzan'la olan anılar gözümün önünde bir bir geziniyordu. Yanmıştım. Kanmıştım. Kaybetmemiştim ama. Daha ona vardı. Kimin kaybettiğini geçmek bilmeyen zaman gösterecekti.

 

 

 

 

 

 

"Geçecek güzelim. Hepsi geçecek." Dizimde durduğu yerden doğrulmuştu. Beni kendine doğru çekip göğsünde saklamıştı. İhaneti düşünürken gözlerim acımı belirtmiş olacak ki beni iyi etmeye çalışmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Arem... Ben aptal değilim." Bu kez saçları okşanan taraf ben olmuştum. Aptal yerine konmak gerçekten çok acıtıyordu canımı. Ben her zaman zekâsıyla övünen kişi olmuştum. Bana öyle bir şeyler söylemeliydi ki nerde beni aptal yerine koyan biri varsa ona gününü gösterebilmeliydim.

 

 

 

 

 

 

"Değilsin tanrıça. Sen asla aptal değilsin. Sen beni zekasıyla mest edensin." Saçımı okşaya okşaya konuşmuştu. Başımın üstüne öpücük kondurduğunda ona zekamı göstermek ve onu kendime yine ve yeniden mest ettirmek istemiştim.

 

 

 

 

 

 

"Japonya'da 4 rakamı uğursuz sayılıyor. 4 rakamının okunuşu 'Ölüm ve felaket' anlamına geldiği için, birçok yerde bu numarayı kullanmamaya özen gösterirler. Otellerde, asansörlerde ve oda kapılarında bu rakama yer yoktur. 4'üncü kat yoktur, 3'ten sonra 5 gelir. Bu sadece hastanelerde değil, birçok yerde böyledir. Hatta, 9 rakamı 'Ku', 4 rakamı da 'Shi' okunduğundan, 'Shi nu kurushimu' yani 'Ölünceye kadar acı çekmek' anlamına geldiği için 4 ve 9'u bir arada göremek mümkün değildir."

 

 

 

 

 

 

Arem'in göğsünde uzanmış amcası Arzem Soykamer'in bana anlatıklarını bir bir ona anlatıyordum. Saçlarımı okşamayı bir an olsun bırakmadan beni dinlemeye devam ediyordu. "Arzem'in parmağında dokuz rakamı var, en güvendiği adamlarının parmağında dört. Biliyor musun? Beni sırf aptal yerine koydu diye yapmıştım bunu."

 

 

 

 

 

 

Kafamı göğsünden kaldırıp gözlerinin içine bakmıştım. Beni anlamamıştı. Bakışlarından belliydi.

 

 

 

 

 

 

"Neyi yapmıştın tanrıça?" Derin nefes alıp vermiştim. Sanki çok önemsiz bir şeyden bahsediyor gibi umursamazdım. Hayatı boş vermiştim. Bu, Dünya'nın en önemli konusunu en rahat tavrımla anlatmamdan belliydi.

 

 

 

 

 

 

"İki yıl. Ondan eğitim almak için Japonya'da kendi ekibimle beraber koca bir tesiste kaldım. Bazen '4' rakamlı yüzüğü, parmağında olan adamlar gelirdi tesise. Kim olduklarını ya da amaçlarının ne olduğunu bize asla söylemezdi." Arem beni dinlemeye devam ederken bu şekilde konuşmayı sevmediğimi fark etmiştim. Kafamı tekrar göğsüne yaslamıştım. Yüzümün sağ tarafı göğsünde yer edindiğinde önünde duran elini tutup kafamın üstüne koymuştum. Saçlarımı okşamaya devam etse iyi olurdu. Benim isteğimi hemen yerine getirip saçlarımı okşamaya kaldığı yerden devam etmişti. Şimdi konuşmaya devam edebilirdim.

 

 

 

 

 

 

"Ona sordum işte; Bu yüzükler, rakamlar ve diğer adamlarından farklı olan adamların olayı ne? diye. Bana cevap olarak ne söyledi biliyor musun?" Ona sorduğum soruya hemen karşılık vermişti.

 

 

 

 

 

 

"Ne söyledi güzelim?" Kollarımı boşlukta bırakmak yerine ona dolamıştım. Ben Arem Barkın Soykamer'e sarılmıştım. Göğsünün tam üstüne gelen başım sayesinde kalbinin hızını hızla artırdığını duyabilmiştim. Bedeni kasılmıştı. Veliaht heyecanlanmış olmalıydı.

 

 

 

 

 

 

"Yalan söyledi. Ben bana yalan söylenildiği zaman kim olursa olsun bunu anlayabiliyorum. Bir tek sen beni sevdiğini söylediğinde anlayamamıştım. İlk kez biri bana yalan söyledi ve ben bunu fark edemedim demiştim. Ta ki babam bana senin sevginin yalan olmadığını söyleyene kadar. Sen bana hiç yalan söylememişsin ki. Meğer ben ondan anlamamışım."

 

 

 

 

 

 

Saçımı okşayan eli kısa süreliğine durmuştu. Beni kendine doğru çekip ona sarıldığım gibi sarılmıştı. Kafamın üstüne sayısız öpücük kondurmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Seni seviyorum. Yalan değil, lafta değil ben, seni seviyorum. Ben tanrıçamı çok seviyorum." Buna emindim artık. Onun tarafından sevilmek iyi hissettiriyordu. Ait olmak hissi güzeldi. Tanrıça veliahtına ait olmayı sevmişti. Tekrar konuya geçmek lazımdı. Bu huzuru bizden çalmak isteyenlerden canını almamız gereken konular vardı.

 

 

 

 

 

 

"Yüzüklerin temsili olduğunu söyledi bana. En iyi adamlarını diğerlerinden ayırmak için takıyorlarmış o yüzükleri. Buna inanmamıştım ben. Kendinden o kadar emin şekilde kurmuştu ki cümleyi, ona inanmamak için elime sebepler tutuşturmuş olmuştu. Bir insan normal bir şeyden bahsederken neden kendinden o kadar emin olsun ki? Beni salak yerine koymuştu. Sırf bu yüzden yüzüklerin hangi amaçla kullanıldığını öğrendim ben de. Bunu yaparken zorlansam da başardım."

 

 

 

 

 

 

Meraklı sesi gün yüzüne çıkmıştı yine. "Neyi öğrendin bakalım?"

 

 

 

 

 

 

Birbirimize sarılmamız güzeldi. Bundan hiçbir sorun yoktu. Tabii eğer birbirimize, babamın mezar taşının üstüne otururken sarılıyor olmasaydık. Bunda kesinlikle sorun vardı.

 

 

 

 

 

 

"Yüzükler, Arem, 13 adamın parmağında 13 yüzük var. Son yüzüğün sahibi Arzem. Toplam 14 yüzük."

 

 

 

 

 

 

Geçmişe gitmiştim. O yüzüklerin asıl kullanım amacını öğreneceğim diye neredeyse öleceğim geçmişe.

 

 

 

 

 

 

"Okyanusun üzerinde yüksek güvenlikle etrafı çember hâline alınmış ada. Adanın içinde çok daha yüksek güvenlik sistemiyle korunan yapı. Giriş kısmı zeminde değil, yapının tepesinde. Binanın altında kapı falan yok. Adanın içinde helikopterler var. Arzem içeriye girmek istediğinde bunları kullanıyor. Binanın içeriği bulmaca gibi. İçeriye giriş izni olanların hiçbiri alanın tamamını görmedi. Görse bile çözemediği için içeride sıkışıp kalır. Arzem'in yüzüklü adamlarının hepsi onunla beraber girer binadan içeri. Herkesin açmakla mükellef olduğu bir kapı var. Biri kendi kapısını açarsa diğer kapıya giden yolu göremez. Geldiği yolu geri çıkar. O 13 adamın hiçbiri Arzem'in adamı değil. O 13 adam anahtar, Arem. Yüzükler kilitleri açmak için var."

 

 

 

 

 

 

Arem'in derin nefes alıp verdiğini duymuştum. Çok zordu. İşimiz o kadar çok zordu ki başarıp başaramayacağımız kesin değildi. İmkansızı oynuyorduk. Yüksek düzeyde imkansızı. "Son yüzük yani son anahtar da Arzem'in parmağından bir saniye bile olsun çıkarmadığı yüzüğü oluyor öyle değil mi?"

 

 

 

 

 

 

Onay mırıltısı çıkarmıştım. Planlar, planlar ve çok daha fazla planlara ihtiyacımız vardı. Belki de veliahtlar tarihin en büyük görevine çıkacaktı hep beraber. Umarım hep beraber olurduk.

 

 

 

 

 

 

"Diğerlerinden yüzükleri almakta çok zor olur, Arem. Adamların vücuduna çip yerleştirmiş. Ayrıca nabızları atmamayı bıraktığı an ona haber gidiyor. 'Bilmem kaç numaralı yüzüğün sahibi öldü. Yüzük tehlikede.' diye."

 

 

 

 

 

 

Arem'in kafamın üstünde ki eli durmuştu. Bugün onu çok şaşırtmış olmalıydım. Ne zaman konuşur diye merakla beklerken sonunda sesini duymuştum.

 

 

 

 

 

 

"Sen bunu nerden biliyorsun tanrıça?"

 

 

 

 

 

 

Yine ve yeniden oldukça güzel soruydu. Fazlasıyla meraklanmışa benziyordu. Umarım cevabımı duyunca kalpten gitmezdi.

 

 

 

 

 

 

"Eski on üçlüden birini öldürdüm. Oradan biliyorum."

 

 

 

 

 

 

Son derece sakindim. Sözler dudaklarımdan çıktığında tavrım umursamazcaydı. Ben gerçekten hayatı boş vermiştim.

 

 

 

 

 

 

"Bir şey olmadı değil mi sana?"

 

 

 

 

 

 

Endişelenmişti. Geçmişte yaşanmış şey için endişelenmişti. Kolları arasında olduğum halde endişelenmişti.

 

 

 

 

 

 

"Halam olmasa muhtemelen çok şey olurdu. O kurtardı beni."

 

 

 

 

 

 

Zeynep Sevde Türkeş meğer hiçbir zaman Zeynep Sevde Soykamer olmamıştı. O gün beni kurtarmıştı. Bugün yine yardımına ihtiyacımız vardı. Onun dışında birinin Arzem Soykamer'in parmağından yüzüğü çıkarabileceğini sanmıyordum.

 

 

 

 

 

 

"Nasıl?"

 

 

 

 

 

 

Meraklı Arem bugün gitmeyecekti anlaşılan. Ben hayatımın bu kadar merak edilesi olduğunu bilmiyordum. Alt tarafı birilerine yakalanmamak için öldürmek zorunda kalmıştım. Halam olacak kadında beni kurtarmak için başka birinin ölümüne sebep olmak zorunda kalmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Yüzüğü incelemek için adamın evine gittim. Yüzük parmağındaydı. Uyurken bile. Fazlasıyla eğitimli adamlar onlar. Nefes alış-verişimin farkına varıp uyanacak kadar eğitimli adamlar. Beni öldürecek kadar eğitimli değildi. O konuda ben daha yetenekli olduğum için sıkıntı yaşanmadı. Sadece adam yaşamayı bıraktı."

 

 

 

 

 

 

Burnum kaşındığı için anlatmaya ara vermiştim. Arem'e sarılı elimi kendime doğru çekip kaşıntıya son vermiştim. Konuşmama engel olacak herhangi şey ortada kalmayınca kaldığım yerden anlatmaya devam etmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Adam ölünce yüzük tehlikede diye sinyal gitmiş Arzem'e. Benim bundan haberim olmadığı için yüzüğü incelemeye devam ediyordum. Tek şansım Arzem'den önce bu durumu halamın fark etmesi olmuştu. Beni ortada göremeyince anlamış her şeyi. Bütün sinyal bilgilerini silip beni almaya gelmişti. Yanında sağ kolu vardı."

 

 

 

 

 

 

Benim hatam yüzünden kendini ateşe atan sağ kolu. Ahmet abi iyi adamdı. İyiler çabuk ölüyordu maalesef.

 

 

 

 

 

 

"Beni aldı oradan halam. Sağ kolu kaldı. Sinyal ikinci kez ama bu kez kasıtlı olarak Arzem'e gönderildi. Arzem adamlarıyla olay yerine gittiğinde halamın sağ kolunu suç üstü yakaladığını sandı. Yüzük tehlikede değildi artık ama adamı ölmüştü. Halamın sağ kolu o gün hain olduğunu itiraf etti. Hain olmadığı hâlde öldürüldü."

 

 

 

 

 

 

Arem bana sımsıkı sarılmıştı. Beni içine saklamak mümkün olsa eminim yapardı bunu. Ben ona o bana hiç sarılmadığımız kadar değil, hiç sarılmadığımız için bu kadar çok sarılmıştık.

 

 

 

 

 

 

"Sonra halam anlattı işte her şeyi. Yüzüklerin ne işe yaradığını, ne amaçla kullanıldığını falan. O zamanlar sizden nefret ettiğim için sandığın korunması amacından dolayı olduğunu öğrenince olayı daha fazla sorgulamamıştım. Merak hissim geçmişti o bana yeterdi."

 

 

 

 

 

 

Arem, okşanmaya hasret kalan saç tellerimi teker teker severken konuşmuştu. Ses tonu munzurcaydı.

 

 

 

 

 

 

"Artık nefret etmiyorsun yani bizden."

 

 

 

 

 

Arem'in her seferinde konunun içinde en gereksiz olanı cımbızla seçer gibi seçip alması müthişti.

 

 

 

 

 

 

"Nefret etsem niye sarılayım?"

 

 

 

 

 

Bugün bilmem kaçıncı kez kafamın üzerine öpücük kondurmuştu. Saçımı koklaya koklaya öpmüştü.

 

 

 

 

 

 

"Seni kaybedecek tek hatam olmayacak. Seni bırakmayacağım. Sensiz olmaz. Artık olmaz..."

 

 

 

 

 

 

Burada onunla kalmaya devam etmek istesem de gitme vaktinin geldiğini biliyordum. Ulular birbirinin sonu olmadan gitsek iyi olacaktı. O da bunun farkında olduğu için önden kalkmıştı. Elini bana doğru uzatıp beni oturduğum yerden kaldırmıştı. Babama asker selamı verdiğini gördüğümde gülmüştüm.

 

 

 

 

 

 

"Emanetine gözüm gibi bakıyorum asker." Burada olsa babamın kıskançlıktan o gözü oyacağını biliyor muydu acaba?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sonunda teşrif ettiniz."

 

 

 

 

 

 

Vural Soykamer, kapıdan içeri girdiğimiz an içeride dönüp duran konudan bıkmış gibi bize yönelik konuşmuştu. Toplantı salonunda veliahtların ayakta dikildiğini görünce onları gördüğüme sevinmiştim. Sadece dövmeli veliaht eksikti. O da gelecekti aramıza tıpkı eskiden olduğu gibi yine birlik olacaktık. Bu kez birbirimizle değil, bize düşman kesilenlerle savaşacaktık. Olması gerektiği gibi.

 

 

 

 

 

 

Arzem Soykamer'e bakıp baş selamı vermiştim. Çok zordu hiçbir şey olmamış gibi davranmak. Çok kolaydı hiçbir şey olmamış gibi davranmak. Hem zordu hem de kolaydı. Üstesinden geleceğim kadar kolaydı. Üstesinden gelmek istemeyeceğim kadar zordu. Baş selamıma başını sallayarak cevap vermişti. O başı o bedenden babamın hatrı için alacaktım. Sadece zamanının gelmesini bekliyordum.

 

 

 

 

 

 

"Bana haber verilmeden toplantı yapılmasının sebebi nedir?"

 

 

 

 

 

 

Arem masadaki herkesin yüzüne bakarak konuşmuştu. O baş veliaht olduğu için toplantıları o düzenler, tarih ve saatleri o planlardı. Bu soruyu sormak hakkıydı.

 

 

 

 

 

 

"Ben söyleyeyim kardeşim, Arzem Soykamer ve Aytekin Orhon kendi akılarından bir şey talep ediyolar ve bizim de bunu onaylamamızı bekliyorlar."

 

 

 

 

 

 

Evren fazlasıyla öfkeliydi. Kız kardeşinin ölümünden sonra çok değişmişti. Öfkesi dinmek bilmiyordu. Sanki Hazar yerini ona bırakmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ne zamandan beri veliahtlara toplantı esnasında konuşma hakkı veriliyor?"

 

 

 

 

 

 

Engin Eraslan konuşan yeni kişi olmuştu. Konu onun bu lafıyla başka yere kaymıştı. Normal şartlarda veliahtların ulular toplantı düzenlerken konuşması yasaktı. Peki biz ne kadar normal şartların içindeydik? Orası tartışılırdı.

 

 

 

 

 

 

"Sizin varlığınıza rağmen bir kardeşim ölüp diğeri komada olduğundan beri."

 

 

 

 

 

Evren'in acısıyla karışık öfkesi her an olay çıkartabilirdi.

 

 

 

 

 

 

İzzet Korkmaz elini sertçe masaya vurmuştu. Herkesin bakışları ona kaydığında konuşup oğlunu sertçe uyarmıştı. "Evren! Sakinleş."

 

 

 

 

 

 

Evren babasına baktığı halde hiçbir şey söylememişti. Sadece durmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Kardeşin öyle mi?"

 

 

 

 

 

 

İşte başlıyorduk. Aytekin Orhon oğlunun komada oluşu üzerine kıyametler koparıp durmuştu. Bu süreçte onu zapt etmek çok zor olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Senin kız kardeşin yüzünden o hâlde olan oğlum senin kardeşin falan olamaz. Sok bunu kafana."

 

 

 

 

 

 

Evren'e nefretle bakıyordu Aytekin Orhon. Oğlunun hâlinden, Korkmaz ailesini sorumlu tutuyordu.

 

 

 

 

 

 

"Hazar benim kardeşim. Daima öyle kalacak. Buna sen de dahil olmak üzere kimse itiraz edemez."

 

 

 

 

 

 

Evren'de en az onun nefret ettiği kadar nefret ediyordu Aytekin Bey'den. Bu adamı veliahtlar içinde kimse sevmiyordu. Hazar'ı nefes almaktan nefret edecek duruma o getirmişti.

 

 

 

 

 

 

"Doğru konuş benimle! Haddini bil!"

 

 

 

 

 

 

Bu kez masaya sertçe yumruğunu vuran Aytekin Bey olmuştu. Karşılık olarak İzzet Bey'in hareketlendiğini gördüğümde olayı benim gibi fark eden Arem'in soğuk savaşı kesmesiyle rahat nefes almıştım.

 

 

 

 

 

 

"Yeter artık."

 

 

 

 

 

 

Herkes onun gür ve otoriter sesini duyduğunda sus pus olmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Bu toplantı neden yapılıyor Mert?"

 

 

 

 

 

 

İçeride ona adam akıllı şekilde olayı kısa keserek anlatacak tek kişi Mert'i. Soruyu doğrudan ona sormuştu Arem. Mert ona seslenildiğini duyduğunda boşluğa bakan gözlerini yerden kaldırıp Arem'e dönmüştü.

 

 

 

 

 

 

"Aytekin Orhon ve Arzem Soykamer ortak aldıkları karar doğrultusunda Hazar'ın ne zaman uyanacağı, daha doğrusu uyanıp uyanmayacağını bile bilmedikleri için Arzem Soykamer'in oğlu Lerzan Soykamer'i, Aytekin Orhon'un yeni ve geçici veliahtı yapmak istiyorlar."

 

 

 

 

 

 

Duyduklarımla olduğum yerde kaskatı kesilmiştim. Hazar'ın yerine başka birini koymak mümkün müydü? Bu nasıl babaydı böyle? Sırf güç için oğlunun yerini başkasıyla doldurabilecekti. Sertçe yutkunmuştum. Asla kabul edilebilecek şey değildi.

 

 

 

 

 

 

Arzem Soykamer yavaş yavaş masayı ele geçirmek istiyordu. Aytekin Orhon'u ne diyerek ikna etmişti buna aklım ermiyordu. Ona baktığımda birinin onu izlediğini hissetiği için kısa süre sonra bana dönmüştü. Her şeyi bildiğim halde, her şeyi çözdüğüm halde ona kendisini anlamadığımı ima eden bakışlarımla bakıyordum. Çünkü Hera böyle yapardı. Benden şüphelenmemesi için ondan şüpheleniyor gibi yapmalıydım. Kafasını aşağı yukarı sallayıp karşılık vermişti. Bu sonra konuşalım demek oluyordu. Genelde yapacağı bütün planlardan haberim olurdu. Bu planı bana anlatmamıştı. Kim bilir anlatırken ne tür yalanlar söyleyecekti?

 

 

 

 

 

 

"Kuralları bilmiyor musunuz? Hiçbir ulu akrabası olmayan birini veliahtı olarak gösteremez."

 

 

 

 

 

 

Arem'in öfkesini duymaktan ziyâde hissetmiştim. Zoruna gitmişti. Evren gibi, Erdem gibi, Kansu gibi, Mert gibi, benim gibi onun da zoruna gitmişti. Hazar'ın yerine başkası mümkün değildi. Bu kişi benim çok sevdiğim ve ihanet edip etmediğinden emin olamadığım biri olsa da gelemezdi.

 

 

 

 

 

 

"Hera Türkeş ve Arzem Soykamer akraba mı? Hayır değil."

 

 

 

 

 

 

Aytekin Orhon kendisine çıkış yolu arıyordu. Çok merak ediyordum acaba haberi yok muydu? Arzem Soykamer ve benim kan bağıyla olmasa da kağıt üstünde akraba olduğumuzdan haberi yok muydu? Kendisi benim amcam oluyordu.

 

 

 

 

 

 

"Eğer elinde bize ait o bilgiler olmasa sizce böyle bir şey mümkün olur muydu Aytekin Bey?"

 

 

 

 

 

 

Arem'in ima ettiği şey Kamer Aile Sandığıydı. Arzem o sandıkta bulunan bilgileri çaldığı için kendini Ulu ve beni de veliahttı yapabilmişti. Hem de hiç zorlanmadan.

 

 

 

 

 

 

"Akraba ilişkileri bu kadar önemliyse Aytekin'in kızı ve benim oğlum evlenirler olur biter."

 

 

 

 

 

 

Böyle bir şey mümkün değil gerçekleşemezdi. Hazar uyandığında, her ne kadar kız kardeşi sevdiği adamla evlenmiş olsa da, onun onaylamadığı ilişki mümkün kılınamazdı. O kız kardeşini bize emanet etmişti. Uyanıp bunun hesabını bize sorduğunda yüzüne bakmaya yüzümüz olmazdı.

 

 

 

 

 

 

"Hazar ölmedi! O ölmüşte yerine yenisini koyuyormuşsunuz gibi davranmayı kesin artık."

 

 

 

 

 

 

Erdem için bu kadar sessiz kalması bir mucizeydi. Patladı patlayacaktı zaten. Engin Eraslan, oğluna bakışlarıyla sakin olması gerektiğini göstermeye çalışıyordu. Boşa çabaydı.

 

 

 

 

 

 

"Veliaht benim veliahtım. İstediğimi istediğimin yerine koyarım. Size ne oluyor?"

 

 

 

 

 

 

Aytekin Orhon midemi bulandırıyordu. Sessiz kalmaya çalışıyordum. Bunun için çaba sarf ediyordum. Oysa başka yanım onun boğazına yapışmak için can atıyordu. Erdem öne atılacakken Kansu, ondan daha önce davranıp yolunu kesmişti. Her an savaş çıkabilirdi.

 

 

 

 

 

 

"Hazar'ın yerine kimseyi koymayacaksınız. Baş veliaht benim. Veliahtlarda benim ekibim. Tarih boyunca veliahtların düşmanları ulular olmamıştır. Size ilki yaşatmamızı istemiyorsanız sınırları zorlamayı kesin Aytekin Bey. Eğer zorlamaya devam ederseniz biz olmadan hiçbir şey olamayacağınızı size anlatmaz, size bunu gösteririm."

 

 

 

 

 

 

Konuşan kişi Arem değildi. Konuşan kişi Barkın değildi. Konuşan kişi Kamer'di. Kamer'in ortaya çıktığı yerde aklı olan aksini iddia etmezdi.

 

 

 

 

 

 

Vural Soykamer torununa gururla bakıyordu. O Kamer'i seviyordu. Onun dedem sayıldığını bilmek tuhaf hissettiriyordu. Ona odakladığım bakışlarımı kendisinden almak zorunda kalmıştım. Şayet Dündar Aksel konuştuğunda herkes gibi benim de gözlerim onun üzerine odaklanmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Bizi tehdit mi ediyorsun oğlum?"

 

 

 

 

 

 

Arem'in sevdiği ululardan biri Mert'in babasıydı. Ona vereceği cevabı merak ediyordum.

 

 

 

 

 

 

"Söz konusu kardeşlerimse eğer evet, evet sizi tehdit ediyorum."

 

 

 

 

 

 

Veliahtlar Arem'e gururla bakıyordu. Arem savaş başlatırsa kendi babalarına düşman olmaktan asla geri adım atmayacaklardı. Onların arasındaki kardeşlik bağı çok güçlüydü.

 

 

 

 

 

 

"Sakinleş oğlum. Kimse Hazar'ın yerine geçmeyecek."

 

 

 

 

 

 

Kenan Özkurt veliahtlara karşı her zaman babacan yaklaşırdı. Genelde arabulucu hep o olurdu. Şimdi yine ortamı sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Benim veliahtım yok ortada farkında mısınız? İşler Orhon ailesi tarafından erteleniyor. Ticari sözleşmeleri benim veliahtım yapardı. Ortada veliaht yok."

 

 

 

 

 

 

Bu adamın ölmesini en az Arzem'in geberip gitmesi kadar çok istiyordum. Oğlu intihar etmişti. İki aydır komadaydı. Biz uyanması için gün sayıyorduk. Onun umrunda değildi. Oğlunu değil gücünü ve itibarını düşünüyordu.

 

 

 

 

 

 

"Biz varız ya Aytekin Bey. Hazar'ın üstüne düşen tüm görevleri aramızda pay ederiz, biz kardeşimiz uyanana kadar yaparız bu işi."

 

 

 

 

 

 

Kansu hızlı hızlı konuşarak bulduğu çözümü önümüze sermişti. Oldukça mantıklı çözümdü.

 

 

 

 

 

 

"Ölürüz hatta gerekirse öldürürüz ama yine de kardeşimizin yerine başka birinin oturmasına izin vermeyiz. Geçici olsa bile."

 

 

 

 

 

 

Erdem, Kansu'nun hemen ardından konuşmuştu. Arzem ve Aytekin'i tehdit etme sırası Arem'den ona geçmişti. Gözleri öfkeyle kısılmıştı. Arzem'in bu tehditler umrunda değildi. Aytekin ise giderek öfkeleniyordu.

 

 

 

 

 

 

"Peki Hazar ölürse, o zaman ne olacak?"

 

 

 

 

 

 

Soruyu soran kişi Aytekin değil, Vural Soykamer'di. Dalga geçmek ya da kimseyi kışkırtmak için değil, gerçekten merak ettiği için sormuştu. Yüzünün aldığı ifade, saf merak hissinden ötürü ortaya çıkmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ne olacağını ben söyleyeyim sevgili baş ulu ve aynı zamanda babam olan Vural Bey; Hazar'ın yerine Lerzan'ı koymaktan başka seçenekleri kalmayacak."

 

 

 

 

 

 

Arzem'in sözlerinden sonra sadece ne hissettiğini merak ettiğim için birkaç saniyeliğine Aytekin Orhon'a bakmıştım. Çok kısa süreliğine bakışlarında yer edinen acıyı görmüştüm. O kadar kısa süre içerisinde gerçekleşmişti ki bu acı acaba demiştim, acaba gerçekten bir baba olduğu için yüreği mi sızlamıştı? Söz konusu Aytekin Bey olduğunda babalık namına kendisinden en ufak tepki alamayacağımı bildiğimden o acının sadece göz yanılsaması olduğuna kendimi inandırmıştım.

 

 

 

 

 

 

"Neden senin oğlun? Bütün masaya hâkim olmak istiyorsun sanırım."

 

 

 

 

 

Engin Eraslan nefretle konuşmuştu. Onun sözlerini Dündar Aksel devir almıştı.

 

 

 

 

 

 

"Aytekin'i ne vaat ederek kandırdın çok merak ediyorum doğrusu?"

 

 

 

 

 

Buradaki herkes gibi ben de Aytekin Orhon'un bir şey vaat edilerek ikna edildiğine emindim.

 

 

 

 

 

 

"Bunu merak etmene gerek yok Dündar'ım. Belli ki baş ulu olma fırsatı tanınmış Aytekin'e. Bu uğurda oğlunu, gözü görür mü hiç?" Kenan Özkurt haklıydı. Arzem, Aytekin Bey'i ancak ve ancak bu şekilde ikna edebilirdi.

 

 

 

 

 

 

"O zaman sizleri hâyâl dünyanızdan gerçekliğe dönderme zamanı geldi. Baş ulu olarak toplantıyı sadece ben bitirebilirim." Vural Soykamer ayağı kalkıp tehditvari gözlerini oğlu ve Aytekin Bey'in üzerine sabitlemişti.

 

 

 

 

 

 

"Toplantı bitmiştir."

 

 

 

 

 

 

Yer altı aleminde Vural Bey'in bu hareketi, kayıtlara racon kesmek olarak geçiyordu. Racon kesilmişti. Vural'ın kestiği racon ilk kez hoşuma gitmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uçurumun başındayım. Uçurumun başındasın. Uçurumun başındayız. Yükseklikten korkuyorum. İnadım inat diye buralarda dolaşıyorum. Sen de yanımdan ayrılmıyorsun. Yükseklikten değil, bensizlikten korkuyorsun.

 

 

 

 

 

 

"Söyle bakalım veliaht, neden ben?"

 

 

 

 

 

 

Arem'in ısrarı üzerine benim hep kafa dağıtmak için geldiğim uçurumun kenarına berâber gelmiştik. Arkamızda onun benim için yaptırdığı ev vardı. Evin içine girmek yerine uçurum kenarında kayaların üzerine oturmuştuk. Deniz dalga dalga köpürüyordu. Rüzgarın soğukluğunu hissediyor ama umursamıyorduk.

 

 

 

 

 

 

Benim için yaptırdığı ev, benim ilk katil olduğum gün yakıp kül ettiğim o kulübe ve cesedin üzerine inşa edildiği için henüz içini görme fırsatına erişmemiştim. "Neden sen mi?" Sorduğum soruyu anlamamıştı. Kafası karışmış şekilde bana bakıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Lotus çiçeği mi? Yoksa Tanrıça mı? O gün Lotus çiçeğiydi. Peki bugün neden tanrıça?"

 

 

 

 

 

 

Gözlerini benden alıp manzaraya çevirmişti. Bu konuyu konuşmak zorundaydık. O da bunun fazlasıyla farkındaydı. "O gün de lotus çiçeği değil, tanrıçaydı."

 

 

 

 

 

 

Bana bakmadan konuşmuştu. Sözlerini tamamlar tamamlamaz gözlerimin içine anlamlı şekilde bakmaya başlamıştı. O kadar güzel bakıyordu ki gözlerime, asıl manzaranın onun orman yeşili gözleri mi? Yoksa denizin dalga dalga köpüren halleri mi? olduğunu şaşırıyordum.

 

 

 

 

 

 

"Neden ben?" İkinci kez aynı soruyu sormuştum. Bu kez soruyu sorarken ne demek istediğimi anlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ben siyahı evim bildim, tanrıça.

 

 

 

 

 

Geceleri yoluma izler bıraktım.

 

 

 

 

 

Sonra bir gün sen çıktın, geldin.

 

 

 

 

 

Siyahım aydınlandı ve ben artık

 

 

 

 

 

kaybolmamak için yoluma izler

 

 

 

 

 

bırakmadım. Işığını takip ettim.

 

 

 

 

 

Evimin sokaklarını ışığına boyadım.

 

 

 

 

 

Ben sana tapmaya başladığım

 

 

 

 

 

günden beri aydınlığı çok sevdim."

 

 

 

 

 

 

Sözleri kalbimi kasmıştı. Nefesim boğazımda takılı kalsa da bunun beli etmemek için çaba gösterdim. Konuşmasını bitirdiğinde tekrar denizi izlemeye başlamıştı. Anlamlı sözlerle bana subliminal mesaj vermişti. Orasını anlamış olsam da verdiği mesajı çözememiştim. "Yani? İşin özeti ne şimdi?" Gülerek kafasını senden olmaz der gibi iki yanına doğru sallamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Ve romantizm biter." Anladığım kadarıyla az önce sarf ettiği sözler romantizm yaratmak içindi. Bunu fark ettiğimde mahcup mahçup bakmıştım ona. Ya da bakmaya çalışmıştım. Mahcup olmak bile bünyeme tersti.

 

 

 

 

 

 

"Niye gereksiz gizem yapıyorsun ki? Altı üstü bir soru sorduk. Doğrudan cevabı versen ne olurdu?" Bakışlarını denizin dalgasından almıştı. Kısa süre sonra tekrar bana baktığında gözlerinde yoğun duygular geçiyordu.

 

 

 

 

 

 

"Hazır mısın?" Beni heyecanlandırmaya çalışıyordu. Kahretsin bunu başarıyordu. Kafamı hızlı hızlı sallamıştım. Benden cevap aldığında tekrar konuşmuştu.

 

 

 

 

 

 

"Çünkü sana," Susmuştu. Cevap versin diye ben kendimi paralarken o susmuştu. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda bağırıp çağırmamı engellemek için yeniden konuşmaya başlamıştı.

 

 

 

 

 

 

"Çünkü sana aşığım."

 

 

 

 

 

 

Tepkisiz kalmıştım. Aslında tepkisiz değildim. Şok bedenimi esiri haline getirdiği için kitlenip kalmıştım. Benimle dalga geçiyor olma ihtimali kaçtı?

 

 

 

 

 

 

"Cevap ver tanrıça." Benden aşkına cevap vermemi istiyordu. Bunun ne demek olduğunu biliyor muydu? Onun bana aşık olduğunu duymak beni şaşırtmayacaktı da kimi şaşırtacaktı? Onun aşkı eğer gerçekse sahip çıkabilir miydim o aşka? Hiç bilmiyordum.

 

 

 

 

 

 

"Beni kandırmıyorsun öyle değil mi?" Zar zor konuşmuştum. Bunu söylemek bile başarıydı. Gözlerimin içine o kadar çok duygu yoğunluğuyla bakıyordu ki tepkisiz kalmak ayrı güç, tepki vermek ayrı güçtü.

 

 

 

 

 

 

"Pandaları çok seversin. Balinalardan çok korkarsın. Saçlarını sırf ben sevmiyorum diye kırmızı yaptın ama ben sırf sen de duruyor diye en çok kırmızıyı sevdim. Siyah, gri ve beyaz işte bu üç renk favorilerindir. Sevmediğin tek renk turuncudur. Koyu Beşiktaşlısın. Uğurlu rakamın 8'dir. Uğursuz olanı söylememe gerek yok. Tanıdığım en öfkeli kadınsın. Öfkenden şikayetçi değilsin. Aksine sen öfkeli olmayı seviyorsun. Makarna sevmezsin. Tatlıcı değil, tuzlucusun. Yükseklik korkun vardır ama sırf korkmayı kendine yediremediğin için hep yüksek yerlerde gezersin. Karayip Korsanları en sevdiğin film serisidir. Rüzgarlı havalarda gözlerin yaşarır. Evin içinde olsan bile dışarıda rüzgar varsa ağlamaktan gözlerinin içi kıpkırmızı olur. Bu istemsizce olduğu için rüzgardan nefret edersin. Aynı zamanda sıcakta karnın ağrıdığı için hava hiç sıcak olmasını istersin. Ne soğuğa gelebilirsin ne de sıcağa. Uykuyu çok seversin ama geceleri bir türlü uyku tutmaz seni. Müzik evrenseldir dersin her türden şarkıyı dinlersin. Sadece çiçeklerden değil bütün bitkilerden nefret edersin. Yine de doğaya zarar vermezsin. Ne seversin ne de zararın dokunur. İnsan da sevmezsin. Bana dokunmayan bin yaşasın dersin. Gün içinde çok fazla küfür kullanırsın. Küfür ettikçe rahatlarsın. Kalabalığa gelemezsin, yalnızlığa düşkünsün. Özür dilemeyi bilmezsin. Dünyanın en hatalı kişisi de olsan özür dilemezsin. İnsanlara yardım edersin ama günün sonunda sana teşekkür etsinler istemezsin. Kindarsın. Nefretin hiç bitmez. Doğum günlerinden bile nefret edersin."

 

 

 

 

 

 

Arem Barkın Soykamer çok konuşkan biri değildi. Bugün bütün hayatının en uzun konuşmasını gerçekleştirmişti. Benden bahsederek yapmıştı bunu. Beni benden daha iyi tanıyordu. Tek yanlışı yoktu. Benim hakkımda her şeyi en ince detayına kadar biliyordu. Bugün daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyordum. Ay tepemizde dururken gecenin bir yarısı ben bana aşık olması en imkansız adamın bana aşık oluşuna şahitlik ediyordum. Eğer bu aşk değilse bu kadar kitap gibi bilmezdi kimse kimseyi. O bana bunu anlatmaya çalışmıştı.

 

 

 

 

 

 

"Arem ben... Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." Yine konuşmakta zorlanmıştım. Onun yoğun bakışlarına karşılık vermekte zorlanmıştım. Ben hayatımda ilk kez bu kadar çok zorlanmıştım.

 

 

 

 

 

 

"Bir şey söylemek zorunda değilsin." Elini kaldırmış yüzümün önüne düşen saç tutamlarını kulağımın arkasına yerleştirmişti. Onun dokunuşu içimi titretiyordu.

 

 

 

 

 

 

"Bırak bu gece sadece ben konuşayım. İçimi açayım sana. Kalbimi dökeyim. Her şeyim olarak her şeyi bil bu gece." Yutkunmuştum. Kafamı peki anlamında sallayıp onun gözlerinin içinde kayboluşuma devam etmiştim.

 

 

 

 

 

 

"Yorgun bir adamın ben. Birçok şey yordu beni. Birçok şey yaşadım. Birçok kayıp verdim. Ben ölü değilim ama yaşamayı bilmiyorum. Bilmiyordum. Bana yaşamayı sen öğrettin." Acılarını ve acıyan yerlerini çekinmeden önüme koymuştu. Bana kendini açmıştı. Hem de en kimsesiz yerlerine rağmen.

 

 

 

 

 

 

"Sen ki gece gibi ıssız, sen ki acı kadar gerçek. Sen, bana beni öğrettin. Bunu farkında olmadan sadece varlığınla yaptın."

 

 

 

 

 

 

Elimi eli arasına almış avcumun içine öpücük kondurmuştu. Kalbim ağzımda atıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Seni izledim. Canım her yandığında sana koştum. Ben gülmeyi seninle öğrendim. Ne kadar iyi geldiğini tahmin bile edemezsin."

 

 

 

 

 

 

Avuç içime bir öpücük daha kondurup yeniden konuşmuştu. "Ben küçük bir kız çocuğunu içimde büyütüm. Kocaman yaptım. Aşkı o kadar büyüdü ki içime sığdıramaz oldum. İçim dışım senken, aşkın içime sığmaz oldu."

 

 

 

 

 

 

Gözlerimin dolması niyeydi? Dışarı rüzgarlıydı. Ben bu yüzden ağlıyordum. Yoksa koca bir aşkın alev alması beni ağlatamazdı.

 

 

 

 

 

 

"Göz göze gelmeye korktuğum tek kadın, bu küçük kadın oldu. Ben onunla kendime geldim. Yanımda hep onu hayal ettim. Çok sevdim. Ben bu kadını çok sevdim."

 

 

 

 

 

 

Ben ağlarım o susar mıydı? Gözleri dolmuştu. Bu aşkın ızdırabı ikimizin de aklını başından almıştı.

 

 

 

 

 

 

"Öl de ölürüm. Ama git dersen gidemem. Ben senden gidemem. Seninle kendime gelmişken sensiz gidemem."

 

 

 

 

 

 

Alnını alnıma yaslamıştı. Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Ruhum ve kalbim birbirine dolanmıştı. Avuçlarım terliyordu. Kalbinin sesini duyuyordum. Kalbi kalbimle atıyordu. Kalbi, kalbim attığı için atıyordu.

 

 

 

 

 

 

"Ben sana aşığım kadın. Dünyam sen. Aşkım sen. Ruhum sen. Hep sen. İyi ki sen."

 

 

 

 

 

 

Bana aşıktı. Arem Barkın Soykamer bana aşıktı. Çok aşıktı...

 

 

 

 

 

 

Ben peki? Ben aşık mıydım?

 

 

 

 

 

 

Aşıktım...

 

 

 

 

 

 

Hera itiraf etmişti sonunda. Ben aşık olmuştum. Çok aşık olmuştum. Arem ve Hera aşık olmuştu. Veliaht ve Tanrıça aşık olmuştu. Sonunda olmuştu. Sonunda aşk olmuştu.

 

 

 

 

 

 

Daha fazla dayanamamıştım. Bu kadar sabretmek bile fazlaydı benim için. Alnı alnıma yaslı, kalbi benim için atan adamın nefesinin sıcaklığını dudaklarımın üstünde hissediyordum. Dudaklarım onun dudaklarına hasret kalmıştı. Bu hasreti bitirmek istiyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu kısımdan sonraki sahne +18 olduğu için uygulamanın kuralları sebebiyle yayınlanmadı.

 

 

 

 

 

 


 

 

(🎭)

 

Bölüm : 30.10.2024 12:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / 🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

19.16k Okunma

1.58k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...