
Bölüm şarkısı ; Lale Koçgün - Kırmızı bir gül müydü elinde solan?
(Hayır! Pembe bir güldü... )
Hayatınız boyunca hep
sevgiyle kalın,
Aşkla kalın,
Saygıyla kalın,
Benimle kalın.
(🎭)
Bölüm Sözü
Kederim, kaderime lekedir.
Benim yârim nerdedir?
Bu kadar dert ömre bedeldir,
Şimdi gitme vaktidir.

H.G.
(🎭)
Yari yaralanır yari
sararmış yaresini.
Yari yar olmayan
bulamaz derdin çaresini.
Bülbül gül için eylermiş
feryat ile figanı.
Gül görmezmiş bülbülün
göz yaşının katresini.
Bülbül gül için eylermiş
feryat ile figanı.
Gül görmezmiş bülbülün
göz yaşının katresini...
Bülbül görmezmiş eşinin
göz yaşının katresini.
(4 EKİM 2025)
LARA KORKMAZ'IN ÖLÜMÜNÜN ÜSTÜNE TAM 2 AY 27 GÜN GEÇTİ.
Zar zor nefes alıp veriyordu. Yine de konuşmak istiyordu. Konuşmakta değildi aslında, vedalaşmak istiyordu. O da biliyordu bittiğini, biz de biliyorduk. Canı acımayan var mıydı? Sanmazdım. Onu böyle görüp canı acımayan tek kişi yoktur aramızda.
Bazen olmuyordu işte. Çabalamak yetmiyordu. Olsun diye uğraşmak yıpratıyordu. Can bedene sığmayınca can çekişmek kaçınılmaz oluyordu. "Zor-zorla-ma-mak gerekir bazen." Neyi zorlamamak gerekir dövmeli çocuk? Hani konuşmaya hâlin yok ya, ondan bahsediyorsun değil mi? Bence de öyle. Zorlama kendini. Benim umudum var hâlâ... Sanki kalacaksın gibi. Gibisi fazla olmasın mı Hazar'ım?
"Öfkeli biri olmayı sen istemedin... Böyle olmasını da biz istemedik, abi..." Hazan oturmuştu yatağın ucuna. Zar zor konuşan ağabeyine bakıp ağlıyordu. Hazar'ın makinelere bağlı bedeni erimiş gitmişti. Yolcu yolunda gerekti. Hazar bunun için uyanmıştı. Derken bir göz yaşı daha yanağımdan düşmüştü. Yolcu yolunda gerekti. Göz yaşları bu yüzden kayıp giderdi. Tıpkı yitip gidenler gibi.
Tıpkı bizim gibi.
Düşler yakar geride kalanları. Yaşanmamış olanlar ve yaşansa güzel olacak olanlar üzerimizde yarım kalmışlık hissi bırakırdı. Tadı çok acıydı bu hissin. Ağızda acılık, kalpte kırgınlık bırakıyordu.
"Siz... Sizler... Elinizden geleni yaptınız... Boş verin, böyle bitmesi gerekiyormuş." Böyle bitmesi gerek diye can acımaz mı sandın sen? Söylesene dövmeli veliaht. İçimiz gidiyor oğlum sana. Bir deri bir kemik kalmışsın. Konuştukça nefesin kesilir olmuş Hazar. Sen ölmüşsün be oğlum... Sen ölmüşsün be güzel oğlum...
"Bir gün Hazar, bir gün gurursuzum insanlar seni ve öfkeni anlayacak." Bana bakmıştı. Gözlerinin altı mosmordu. Yüzü süzülmüştü. Teni sararmıştı. Titreyen sesime rağmen beni anlamıştı. Bakışları yorgun adam bana bakmıştı. Ağladığımı görünce mi ağlamıştı? Yoksa gideceğini bildiği için mi düşmüştü o yaş yanağından aşağı? İşin yoksa şimdi bunu düşün dur Hera.
Aldım nefes, verdim nefes. Göz yaşımda ahım var, sorsalar anlatasım var. Kurt kuzuyu kapınca, kırmızı başlıklı kız eve vaktinde varınca, uyuyan güzel hiç uyanamayınca, pamuk prenses cadıdan daha güzel olmayınca masallar biterdi; ve bazı masallar da güller solunca biterdi, pembe gül solunca Prens giderdi.
Öyle bir giderdi ki sanırsın hiç gelmemişti.
"Ama o gün öfkem ve ben anlaşılmak isteyen tarafımızı kaybetmiş olacağız, bücür..." Derin derin nefes alıp konuşmaya devam etmişti. Konuş gurursuz veliaht, konuş. Nasıl olsa sonsuza kadar susacaksın.
"Biz öfkemizi kaybettiğimizde her şey bitmiş olacak. Öfke her şeydir. Dinç tutar. Seni değil, acıyan yerlerini dinç tutar..." Biraz daha konuş! Hiç susma. Lütfen sen hiç susma. Biraz daha yak geç ortalığı o kısık çıkan sesinle konuş. Çıt çıkarmayız, yemin ederim sen konuş, biz hep dinleriz.
"Öfke bittince hikâyemiz biter." Öyleydi şimdi. Yine doğru konuşmuştu. Zaten o hep doğru konuşurdu. Bizim doğrularımız can yakardı. Canımız bu yüzden sana fedaydı. Yorgun bakışlı adam konuşması bittiğinde yorgun gülüşlü adam olmuştu karşımızda.
Bir gülüşü var sanırsın herkes ölmüş de bir tek o yaşamış...
"Söyle bakalım o zaman Hazar'ım... Öfken bitti mi?" Erdem, kardeşine aslında hikayesinin bitip bitmediğini soruyordu. Hazar bunu ima etmişti. Öfken biterse hikaye biter diyerek bahsettiği şey buydu. Hazar, kardeşine bakıp kafa sallamıştı.
"Öfkem bitti. Hem de hiç var olmamış gibi bitti. Öyle bir bitti ki sanki ben hiç öfke kusmamışım gibi. Teşekkür ederim." Hepimize tek tek bakıp tebessüm etmişti. Onu güzel hatırlıyalım diye ne çok gülümsüyordu. Mümkün müydü seni kötü hatırlamak? Değildi...
Acı, bir kuşun yaralı kanadında gizliydi. Acı, kirli suyun içindeki balıkta gizliydi. Acı, rüzgar da gizliydi, acı güneşte gizliydi, acı hayatta gizliydi acı, dünyada gizliydi. Acı, bir tek insanlarda bütün çıplaklığıyla ortadaydı. Acı çeken biri acısını en güzel gülüşüyle resmederdi. Çünkü acı en güzel gülüşte gizliydi. Bir acıya çok fazla ağlarsın ama bir acıya en fazla gülebilirsin.
"Yükümü benden aldınız." Aldık tabii. İntikamını aldık... Senin de Gülpembe'nin de içi rahat olsun. Sizin içiniz rahat, bizim içimiz sizsiz olsun. Olmasın ama olsun. Zaten ne olduysa bize olsun.
Evren Korkmaz, mavi gözleri okyanus misali damla damla yaş akıtan o adam olarak konuşmuştu. O konuşunca ona kaymıştı gözlerim. Canı yanıyordu onun da hepimizin yandığı gibi. Sesinden çıkan sözleri duyduğumda ben gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Acımıştı sol yanım. Kasılmıştı ruhum. "Hoşça kal Hazar'ım... Gittiğin yerde güllerin pembe olanlarına iyi bak."
Çok duygusal biri değildim ben. Çok ağlak biriydim sadece. Arada fark vardı. Sokakta hiç tanımadığın biri için üzülürsen bu seni duygusal yapardı. Ona buna ağlarsan bu seni ağlak yapardı. Çünkü o ve bu sokaktan geçen biri değildi. Canından biriydi. Bu yüzden ağlar dururdum ben. Benim ailem onlarsa eğer, inceldiği yerden kopuyorduk birer birer. Ben ağlamayayım da kim ağlasındı...
"Güllerin pembe olanı bana emanettir." Bu istekten şeref duyuyordu. "Sizi de birbirinize emanet ediyorum." Biz sana sahip çıkamadık ki. Sen şimdi bizi bize ne diye emanet edersin? Bilmez misin? Biz kaybedenler kulübüyüz. Biz ölüyüz. Biz ölmüşüz. Bizim emanet edilecek yanımız kalmış mı?
Hazan'ın haykırışı odayı inletmişti. Ağabeyinin göğsüne başını koyup içli içli ağlamıştı. Zavallı kız...Çok severdi ağabeyi onu. Çok severdik biz ağabeyini onun. Serum bağlı kolunu kaldırıp okşamıştı kız kardeşinin göğsündeki başını. Eli titriyordu. Bu görüntü içimi titretiyordu. Koskoca Hazar Orhon'un eli titriyordu. Bunun acısı yeterdi. Hazan'ın başı Gülpembe dövmesini kapatmıştı. Bir Gülpembe meselesiydi bu. Acısı derin, hikayesi uzun. Kadını ölüm, adamı yorgundu.
"Acıyor mu kardeşim?" Yatağın baş ucunda duran Arem konuşmuştu. Sen söyle Arem, acıyor mu? Yumruklarını sıkmışsın işte, acın dışarı yansımasın diye. Gözlerin kanlanmış. Kan dökesin var mı, veliaht? Benim var... Senin var mı?
Hazar, kafasını zorlukla kaldırıp bakmıştı kardeşine. Sağlıklı olsa bu hareket onu zorlamazdı. Sağlıklı değildi. Ölümlüydü. Ondan böyle zorlanmıştı. "Acıyor kardeşim ama bitecek." Bitecek Hazar. Senin acın dinecek, bizim acımız başlayacak. Gidenler rahat olsun diye kalanlar vardır, Hazar. Bütün yükü onlar sırtlar. Giden gittiği yerde mutluyken, kalanların derdi sırtını büker.
"İstediğin bir şey var mı?" Arem... Yutkunarak sormuştu. Öyle alelade soru değildi bu. Son arzusunu sormaktı.
E gel de şimdi yaşa, birine kardeş de, aile de, candan öte de aileden öte bil. Onunla yaşa, onunla gül onunla, onunla ağla, neredeyse bütün anıların onunla bir yaşanmış olsun, çocukluğun ona ait olsun. Siz birbirinize ait olmuş olun, sonra bir gün o aile gitsin, o çocuk gitsin, o arkadaş gitsin, o dost bitsin, o kardeş bittiği için o hikaye bitsin. Sen de gel, boğazında bir düğümle, kanlanmış gözlerinle, sıktığın yumruklarınla kardeşine dön de ki, "Ulan kardeşim! Ulan güzel kardeşim, ben senin yaşatamadım ama sen söyle bakalım, son bir isteğin var mı?" Ben dünyada bundan daha ağır bir şey olduğunu zannetmiyorum, bundan daha ağır bir acı olduğunu zannetmiyorum, bundan daha kötüsü olabileceğini hiç zannetmiyorum.
"Yanına koyun beni. Burada hep uzak kaldım ondan." Batı, sımsıkı kapatmıştı gözünü. Doğu ona destek oluyordu. Onun da desteğe ihtiyacı vardı var olmasına, ama o hep kardeşine destek olur, kendini yok sayardı. Mert dalıp gitmişti yine ve yeniden. Canı yanınca dalıp giderdi Mert. Uzaklara giderdi, ulaşılmaz olurdu. Kansu... Ah, Kansu... Duvar dibine çökmüştü. Dizlerini kendine çekmişti. Kafasını dizlerine gömmüştü. Hazar'ı bu hâlde görmek istemiyordu. Köşesine çekilmiş, kardeşine ağlıyordu.
"Eyvallah. Nasıl istersen." Konuşmakta zorlanan sadece Hazar değildi. Bugün hepimiz konuşmayı unutmuş gibiydik. Arem'in bu hâli şaşırtmıyordu. Sesinin kederi, canın acısından geliyordu.
"Çok isterdim ben oğlum. Kardeşimi telli duvaklı gelin yapıp sana emanet etmeyi." Gülerken ağlamak deyince akla sen gelirsin artık, Evren.
"Oldu ki..." Ölürken gülmek deyince de akla sen gelirsin, Hazar'ım...
"Ben gördüm onu. Rüya değildi. Hiçbir rüya o kadar güzel olamazdı." Hiçbir acı bu kadar gerçek olamazdı. Asıl mesele buydu, bu olmasına, ama biz seni çok başka meselede kaybetmiştik.

"Çok güzel olmuştu. Elinde pembe gülleriyle çıkıp geldi bana. Hiç gitmemiş gibiydi. Hep güzeldi. Yine güzeldi." Büyülenmiş gibi anlatıyordu sevdasını. Gözleri onu anlatırken parıl parıl parlıyordu. Sevmek ve sevilmek büyü gibiydi. İyileştirme özelliği vardı. İşin içine özlem, hasret, gurur, imkansızlıklar girince kara büyü olurdu. Sevdiğini yok ederdi kara büyü. Büyüyü yapanın gücü tükenirdi.
"Anlatsana abi. Nasıldı rüyan?" Hazan göğsüne uzanmış vaziyette sakin kalmaya çalışarak sormuştu sorusunu. Sahi ya, ben de merak etmiştim şimdi. Gücün yettiği kadar anlatsan güzel olurdu dövmeli veliaht. Kız kardeşinin saçını zorlanarak da olsa öpmüştü. Onun isteğini yerine getirmek istiyordu.
"Aslında her şey çok güzel başladı kardeşim. Üzerinde bembeyaz yere kadar uzanan elbiseyiyle bana doğru gelmişti. Pembe güllerle kaplı bahçenin içinde gülpembe ve ben vardık." Uzun cümleler onu fazlasıyla yoruyordu. Yine de elinden geleni yapıyordu. Bizi iyi hissettirmek için elinden geleni yapıyordu. Kendisi iyi hissetmediği hâlde bunu yapıyordu.
"Gülüyordu. Çok güzel gülüyordu. Sadece o ve ben vardık. Bir de pembe güllerimiz vardı." Güllerin dikenleri vardır Hazar. Sizin gülleriniz çok güzeller, ama dikenleri ölümcül onların. Aldı sizi bizden.
Çiçekleri, hayatım boyunca hiç sevmedim. Bir nedeni yoktu, bir sebebi yoktu. Çiçekleri, hayatım boyunca hiç sevmememin hiçbir sebebi yoktu, ama şimdi var. Şimdi, ben güllerden nefret ediyorsam, bir sebebi var. Ben pembe güllerden nefret ediyorsam, bir sebebi var. Çünkü ben bugünden sonra o gülü nerede görürsem sana yanacağım. O gül tarafından sevilmek isteyip sevilmeyen tarafına yanacağım. O gül seni hiç sevmedi. Ben de onu sevmeyeceğim.
"Beni beklediğini söyledi..." Başka bir evrende, en güzel hâliyle bekliyor olmalıydı Lara, Hazar'ı. Dövmeli veliahtın bu kadar çok gitmek istemesinin sebebi buydu.
"Abi gitmesen..." Hazan tekrar ağlamak üzereydi. Kendini sıkıyordu.
"Ben sana doyamadım ki." Çok geç kavuşmuştu Hazan ağabeyine. Onu ilk gördüğünde kocaman kız olmuştu. Daha yeni kavuşmuşlardı. Doyamadım demesi bunaydı.
"Ben ölüyorum kardeşim." Bir öpücük kondurmuştu kardeşinin başına. Sanki çok normal bir şeyden bahseder gibiydi.
"Ölme lan!" Mert'in sesini daha doğrusu haykırışını duyduğumda dişlerimi sıkmıştım. Bugün burada bitmiştik aslında biz. Birimiz giderse diğerleri yarım kalırdı. Hiçbir yarımın hikayesi tam olmazdı. Bizim hikayemiz tam burada yarıda kalmıştı. Devam etsek ne fayda. Bizim parçamız devam edememişti.
Mert'in ani çıkışıyla gözlerimden yaşlar bir bir akıp gitmeye başlamıştı. Çok erkendi daha. Gitmesi için çok erkendi.
Her şey için çok erkendi; bitişler için çok erkendi; vedalar için çok erkendi. Bizim için güzel olan her şeye elveda demek çok erkendi. Hayatın inişleri ve çıkışları vardı. Yokuşu çok hızlı çıkmıştık, çıkana kadar nefes nefese kalmıştık. Sandık ki yukarıda bizi Cennet bekliyor, sandık ki yukarıda güzel olan her şey var. Tırmandık, tırmandık ve tırmandık. Hem nefes nefese kaldık, hem de çoğu kez birbirimizin gırtlağına sarıldık; ama kıyamadık, vallahi de kıyamadık, billahi de kıyamadık. Biz birbirimize hiç kıyamadık, lakin yokuşun tepesi bize çok kıydı; bir cehennem karşıladı bizi, bir sıcak, bir yangın, bir ateş vardı ki etrafımızı saran, sırtımızı birbirimize yasladık. Olmadı işte, beceremedik. Becerebilseydik, komik olurdu zaten. Üzerimize mermiler yağıyordu, parfüm niyetine ölüm sıkıyorduk üstümüze, ölü kokuyorduk. Böylesine cehennemin içine düşmüşken birimizi o cehenneme kurban vermeden yokuş aşağı tekrar inemezdik.
Tarih, bunu kendine not düşsün: İlk kez insanlar Yokuşu çıkmayı, yokuşu inmeye tercih etti. Yokuşu çıkarken soluk soluğa da kalsak, birbirimize nefret dolu da olsak, hep beraberdik. Oysa yokuşu inerken, bir kişi eksik ineceğiz. İşte bu yüzden, yokuşu inmek Cehennemdi, yokuşu çıkmak Cennet.
Hazar, cevap vermek istiyordu Mert'e. Nafileydi. Anlaşılan oydu ki gitme vakti gelmişti. Gözümüzün önünde konuşmak için, nefes almak için çaba sarf ediyordu. Yapamıyordu. Batı ağlıyordu. Doğu ağlıyordu. Kansu hâlâ ağlıyordu. Hazan feryat ederken, Arem onu Hazar'ın yatağından güç bela almıştı. Rahat olsun istemişti giderken. Kafasını göğsüne bastırmış gitmesin ve Hazar'ı rahat bıraksın diye sıkı sıkıya tutuyordu onu. Erdem'in dizlerinin üzerine çöküşü yeterdi aslında çöküşümüzü ispatlamaya. Evren onun yanına çökmüştü. Mert, Kansu'nun yanına gitmiş, onun gibi ağladığını gizlercesine duvar dibine çökmüştü.
Hazar ile göz göze gelmiştim. Gözümün içi yaş doluydu. Buna rağmen bana baktığını gördüğümde yanına gitmiştim. Beni çağırmıştı gözleri. O çağırırdı da ben gitmez miydim? Adımlarım yatağına ulaştığında, oturmuştum yanına. Sımsıkı tutmuştum ellerini. Gitme demiyordum ona, sen giderken seni yalnız bırakmayacağım diyordum. Elini kaldırıp avuç içini öpmüştüm. Acısını almak istiyordum. Acı çekmeden ölse olmaz mıydı?
Ağzını oynatığında kısık sesinden dolayı söylediği şeyi tam olarak anlayamadığım için kulağımı ona doğru yaklaştırmıştım. ''Rüyanın sonu kabus oldu bücür.'' Ne söylemek istediğini anlamamıştım. Zaten zar zor konuşmuştu. Bize rüya gördüğünü söylemişti. Sonu kabus oldu derken ne demek istiyordu?
''Cam kafeslerden uzak dur bücür. Ateş yakar... Kül eder... Üzerine yağmur yağsa bile ateş sönmez.'' Son cümlesi ne oldu diye sorarlarsa bir gün bana, aynen şöyle diyeceğim: ''Çünkü bazen bazı yağmurlar, ateşi söndürmeye yetecek güçte değildir.''
Nefes almak onun için imkansız hâle geldiğinde ve artık hareket etmediğinde şöyle demiştim:
Bitti... Adam gitti...
Bütün anılar canlanıyordu tek tek zihnimde. Onu ilk tanıdığım zamana gitmiştim. Arem'in evinde, Mert bana onların hepsini tanıttığında, karşı koltukta ikizlerin yanında oturup telefonuyla oynayan, adeta seni takmıyorum dercesine havalara girmiş, ayak ayak üstüne atmakla meşgul olan bir adamdı o. Mert onun için şöyle demişti: ''Dövmeli olan Hazar.'' Benim dövmeli veliahtım...
Bir başka anımız canlanmıştı şimdi gözlerimin önünde. Görev icabı kaçırıldığım zaman ben, elim, kolum bağlı vaziyetteyken, onlar ekranın arkasında çok rahatlar diye o gün fazlasıyla çıldırmıştım.
''Bir dakika! Siz benim kimin tarafından kaçırıldığımdan tut, şu an nerede tutulduğuma kadar her şeyi biliyorsunuz, öyle mi?''
''Evet,'' cevap orada bile telefonu elinden bir an olsun düşmeyen dövmeli telefon manyağı Hazar'dan gelmişti.
''Peki, gelip beni şu lanet yerden kurtarmanıza engel olan şey tam olarak nedir?'' Öfkeyle bağırmıştım ona. Şimdiki aklım olsa hiç bağırır mıydım ona? Aksine sadece saçlarını severdim.
''Kafandaki silah yüzünden olabilir mi acaba, laf ebesi.'' Zaten o da lafı ağzıma çok geçmeden tıkmıştı.
Çok güzel anılarımız vardı.
Arem beni kandırmalara doymamıştı o dönem. Aslında her şey onların planı olsa da benim, devletin ajanı olduğumu çözdüğünü ama bunu diğer veliahtlardan gizlediğini söylemişti.
"Peki, bilirlerse ne olur? Veliahtlar onların içine devlet tarafından gönderildiğimi bilirlerse ne olur?" Diye merak etmiştim. ''Çok şey olur,'' demişti."
"Hazar peki. Hazar ne yapar öğrenirse?"
"Onun hakkında çok da uzun uzadıya konuşmaya gerek yok. Seni gördüğü ilk yerde öldürür. Prensipleri sadece sevdikleri için çalışır. Sevdiğini korur, sevmediğinin kim olursa olsun sonu olur." Hazar, sonum olmaya kalkarsa onun sonu olacağımı düşünmüştüm o gün. Bugün ise Hazar gitmişti ve ben onun beni sevdiğini bilerek gidişine şahit olmuştum. Kalbim bu bilinçle cayır cayır yanmıştı.
Hazar'ın yılan korkusunu hatırlayınca göğsüne alnım yaslı hâlde dururken gülmüştüm. Kalbi atmıyordu. Sadece bağlı olduğu makina ötüp duruyordu. Sanki biz anlamamıştık o güzel kalbin durduğunu da makina ötüp duruyordu.
"On kişinin hepsini kurtarmak zorunda değiliz. Bence eve dokuz kişi ile dönersek kimsenin fark edeceğini sanmıyorum." İtalya'da kaçırılan askerleri kurtarırken bir askerin yılan dolu odaya kilitlendiğini görmüştük. Hazar'ın yılanlardan korktuğunu o gün öğrenmiştim.
"Bücür hayatında bir ilke imza atıyor ve sonuna kadar haklı çıkıyor. Bence de bu odadakini almasak da olur."
"Ulan ne vicdansız çıktınız. İçerdekinin çoluğu çocuğu var belki. Yine de kurtarmayacak mısınız?" Doğu'nun Hazar ve bana yönelik sorusu üzerine ikimiz de önce birbirimize bakıp biraz susmuş sonra aynı cevabı vermiştik.
''Yok'' Sanırım Hazar da benimle aynı düşünce felsefesine sahipti. Onlarınki candı da bizim ki patlıcan mıydı? Hiç sanmıyorduk. Daha doğrusu artık hiç sanmıyordum. O kendi canına hiç acımadan gözümüzün önünde intihar etmişti çünkü.
Onun canı değersizdi. O benim kıyamadığım canına kıyacak kadar değersiz görüyordu kendi canını.
"Çekilin lan ilk ben gireceğim. Hera'nın Allah'tan başka kimseden korkusu yok. Herkes bunu böyle bilecek." Kapıyı açmak için yeltendiğimde Hazar buna izin vermemişti. Önden kendisi gitmişti. İçerideki kalabalık yılan grubunu gördüğündeyse açtığı kapıyı hızla geri kapatmıştı. Göğsünde ağladığım adamla o gün aramızda şöyle bir konuşma geçmişti;
"Kaç kişiler içeride."
"Çok kişiler bücür. Çok."
"Yapmaya ya! Sülalece geldiler demek ki"
"Demek ki."
"Biliyor musun? ilk sen girmek istersen çokta şey yapmam. Sıramı sana verebilirim."
"Yok bücür önden hanımlar. Biliyorsun."
"Ordan bakınca incelikleri önemseyen bir hanıma mı? benziyorum."
"Sen önemsemeye bilirsin ama ben son derece centilmen bir adamım. İlk sen giriceksin bücür."Göz kırpıp sırıtması hâlâ aklımdaydı. Bir şekilde ikimiz de içeriye girmeyi başarmıştık. Ortalık yılan kaynıyordu.
Yönümü Hazar ne alemde acaba diyerekten ona çevirdiğimi hatırlıyordum. Gözlerini yılanlara dikmiş, kelime-i şehadet getiriyordu.
Hazar çok tuhaf adamdı. Tuhaf olan her şey kadar güzel bir adamdı. Yorgundu ve yorgun olmak bile onda bir başka güzeldi. Bu kadar güzel olduğun için kendinden utanmalısın. Bir insan ölürken bile bu kadar güzel olmamalı. O güzelliği bir daha göremeyecek diye içi içini yiyip bitenlere yazık değil mi?
Mesela, başka bir asker, iki tane dev gibi kaplanın olduğu odalardan birine kilitlenmişti. O zaman yılandan korkan Hazar'ın gidip bu iki dev gibi Kaplan'ın arasına oturup kedi sever gibi onları sevmesi ne kadar değişik çocuk bu dedirtmişti bana.
İki tane kaplanın arasında oturmuştu. Koca gövdeli kaplanlardan biri, benim gövdemin yarısı kadar olan kafasını Hazar'ın kucağına koymuştu. Şanslı kedicik seni. O da anlamıştı o kucağın ne denli kıymetli olduğunu. Yılanlardan ödü kopan Hazar, kaplanları kedi sever gibi seviyordu. Hazar güzel seviyordu. Kimse onun sevgisini görmüyordu.
"Bazen bücür, yenilgiyi kabul etmen gerekir. İyiliğin için bunu yap."
"İyiliğim için olsa bile kaybetmeyeceğim." Kafasını yanlış yapıyorsun dercesine sağa sola sallamıştı. O gün aslında en sert olanlardan biri o olduğu hâlde dayanamamış ve beni uyarmıştı.
Peki ya asıl Arem'in acıttığı elimi kurtarmasına ne demeliydi? Kahramanımdı o benim. Güzel kahramanım. Güzeller güzeli kahramanım. O güne dair tüm anılar gözlerimin önünde sanki tekrar yaşıyormuşçasına canlanmıştı. Kafamı soluma doğru çevirmiştim. O an Hazar'la göz göze gelmiştik. Gözlerimin dolu dolu oluşuna bir anlam verememiş olmalıydı. Çatmıştı kaşlarını bana bakarak. Sonra sorunun ne olduğunu anlamak için gözlerini üzerimde gezdirmişti. Arem'in kendinden geçer gibi elimi sıkıyor oluşunu görünce gözleri orada durmuştu. Yerinden fırlamıştı hemen. Arem'in sıkı sıkı tuttuğu elinin içindeki acıdan uyuşmuş olan elimi çekip kurtarmıştı.
Günlerden bambaşka bir gün.
Bana ilk kez yalan söylediği için canının acıdığı o gün... Şimdi acıyacak canı dahi kalmamıştı. Geçti mi gurursuzum? Acın geçti mi? "Eğer elimden gelseydi seni korurdum bücür. Yemin ederim seni korurdum. Ama yapamam. Onlara bunu yapamam. Becerebiliyorsan sen git. Seni bekleyen son çok kötü. Kaç git kurtar kendini." Bana akıl verene kadar sen yapsaydın ya onu. Kaçıp kurtarsaydın ya kendini. Hazar... Ah Hazar! Ah!
Hazar yaktın beni Hazar. İçim yanıyor Hazar. Acı başımı döndürüyor... Kokun çok güzel Hazar. Nefes al Hazar. Benim için, bizim için nefes al Hazar. Uyan Hazar uyan!
Hiç mi sevmedin? Ondan mı gittin?
Değildi. Hayır asla değildi. Sen beni sevdin. Ben seni sevdim. Yalan söylemek canını acıtmıştır senin. Bana yalan söylemek üzmüştür seni. Kesin acıtmıştır o kıymetli canın. Hazan'ın çığlıkları, Doğu ve Batı'nın ağlamalarına karışmıştı. Uyanır diye vurdum peş peşe yumruğumu göğsüne. Çalışsın o kalbin. Tekrar atsındı. Hazar uyanmak zorundasın. Sana bağlandım ben. Bırakma! Beni bırakma... Alnımı göğsüne yaslıyken vurdukça vurdum göğsüne.
Uyan oğlum uyan. İçim acıyor benim. Paramparça ettin bizi. Hazar'ım uyan. Kurban olayım uyan.
Birinin yumruğumu tuttuğunu hissedince durmak zorunda kalmıştım. Göğsü gözyaşımla dolmuştu. Erdem'in beni kendine tutup çekmesiyle sımsıkı sarılmıştım ona. Biraz burada, biraz orada ağladıkça ağlamıştım. Saçımı okşayan Erdem'in göğsünde çığlık çığlığaydım. Gitti işte gitti. Bizi bırakıp gitti.
"Ben onu çok özledim." Daha gideli ne kadar olmuştu? Beş dakika mı? On dakika mı? Ben daha şimdiden özlemiştim onu. Çok özlemiştim. Geri gelsindi. Hazar geri gelsindi. Lütfen, lütfen geri gelsindi.
"Gittiği yerde mutlu ama o." Kendi canı az acıyormuş gibi beni teselli ediyordu Erdem. Oysa o da ağlıyordu benimle beraber.
"Banane. Banane onun mutluluğundan." Ağlamaktan konuşmayı doğru dürüst beceremiyordum.
"Benim mutluluğum daha önemli. Geri gelsin." Çocuk gibiydim. Hazar'ı geri isterken çocuk gibiydim.
Hazan delirmişti. Ben delirmiştim. Bir kadın için gidip, iki kadını ardından delirtene denirdi Hazar Orhon diye.
Kalbini paramparça etmiştim zamanında ben onun. Benim yüzümden Arem, onu kolundan yaralamıştı. Nasıl unuturdum şimdi bunu? Gözüm ölü bedeninin açıkta bıraktığı yara izine kaymıştı. Aynı izden bende de vardı. Onun kolumda açtığı iz. Onu çok kızdırmıştım. Ben onu hep çok kızdırmıştım.
Onu çok üzmüştüm ben. Çok fazla kötü anımız vardı. Çok pişmandım. Anılar gözümün önünde gidip geliyordu. Pişmanlığım giderek artıyordu.
Lerzan beni ilk karşılaştığımızda annemden vurmuştu. Çok öfkelenmiştim o gün. Annem demek içinizden geçerim demekti. Hazar bu çocuğa ben oraya gittiğimde silah doğrultmuştu. Gözlerinde zerre korku geçmemişti Lerzan'ın. O gün ben aynısını yapsam yine bir işe yaramayacaktı. Kamer erkekleri ölümden korkmuyordu. Aynı şey sevdiklerinin ölümü için geçerli olmasa gerekti. O gün sırf Lerzan'a ders vermek için onun sevdiği kızın kafasına silah dayamıştım. O kız Hazan olunca ister istemez Hazar'ın nefretini kazanmıştım.
Evren ve kız kardeşi sarı şeker Lara, silahlarını anında bana doğru çekmişti. Lara beni hiç sevmezdi. Ben de onu sevmiyordum. Hazar onun için gitmişti. Hazan'ın başına dayadığım silah Hazar'ın canını yakmama neden olmuştu.
O günün devamında araba yarışı yapmıştık. Ben kazanmıştım. Bu onun benden daha çok nefret etmesine neden olmuştu. Etmesindi. Benden nefret etmesindi. Çok sevsindi beni. Ben onu çok seviyordum.
Öyle çok seviyordum ki, kaybetmek çok ağır geliyordu. Yıkasım vardı. Dünyayı tutup yıkasım vardı. Bütün insanlık kendinden utanmalıydı; Hazar'ın yaşamadığı yerde yaşayan herkes kendinden utanmalıydı. Bütün ölüler yattığı yerden kalkmalıydı. Bu dünyada toprağın altına girecek biri varsa, o da bir tek Hazar olmalıydı.
Arabayı zikzak şeklinde sürmeye başlamıştım. Sırf onun acımasızca sıktığı kurşunlardan kaçmak için. Direksiyonu bir sağa, bir sola kırıyor, aynı zamanda konsantre olmaya ve yoldan çıkmamaya çalışıyordum. Hazar'ın hedefine tekerleklerimi alma ihtimalini en aza indirmeye çalışmıştım. Hile yaparak da olsa o gün ben kazanmıştım. Keşke kaybetseydim. Keşke Hazar kazansaydı. Kaybettiği için ona ahmak demiştim. İliklerime kadar pişmandım.
"Bir gün kaybedeceksin bücür. Ve o gün geldiğinde asıl ahmağın kim olduğunu sana çok iyi hatırlatacağım." Demişti. Ahmaktım ben. En büyük ahmak bendim. Onun kalbini kırmıştım. Benden daha büyük ahmak yoktu bu dünyada.
Ben, o, Arem ve Lara... Ring üstünde dövüş gerçekleştirdiğimizde bile hedefim Hazar değilken sırf çıkarlarım doğrultusunda onun canını defalarca kez yakmıştım.
Ya ben ne kadar kötü bir insandım, ben insan bile değildim. İnsan olmayı hak etmiyordum. Hazar Orhon'u kırdıktan sonra insan olsam kaç yazardı, kalbim olsa kaç yazardım? O kadar güzeldi ki, ben o güzelliği görememiştim. Defalarca kez hiç acımadan kırmıştım onu. Oysa o zaten paramparçaydı, onun canı çok yanmıştı. Zaten yaralıydı, onun kanaması durmayan yaraların vardı. Ben hiçbirini göremedim, ben hiçbirini sevemedim. Ben yaralarını saramadım, ben yapamadım, ben Hazar'a yetişemedim.
"Aşağıdaki maçın nasıl olduğunu biliyor musun ki? sıfır bilgiyle elini kolunu sallayarak gidiyorsun?" Hazar Orhon beni durdurmak için her türlü yolu denemişti.
"Eğer önümden çekilirsen siktir olup gideceğim ve neyin nasıl olduğunu zaten öğreneceğim."
"Ring üzerinde her şey serbest. Hem de her şey. Sakat kalabilirsin. Ölebilirsin. Bu durum aşağıdaki kimsenin sikinde olmaz. Hele Lara'nın hiç olmaz." Şimdi anlıyordum aslında. O gün benim dövüş bilgimi bilmediği için ve Lara'nın benden nefret ettiğini bildiği için böyle bir şeyi söylemişti. Onun orada tüm çabası benim içindi. Zarar görmemi istememişti. Canımın acıyacağını düşündüğünü ve o bütün gitmeyeyim diye olan çabasını daha yeni anlamıştım. Onu umursamamıştım. Yoluma devam etmiştim.
Sonunda ring üstüne çıktığımızda kendi çıkarlarım doğrultusunda kalbini yine paramparça ettiğimi hatırlayınca Erdem'e daha sıkı sarılmıştım.
"Ne oldu bücür? Niye bakıyorsun öyle?"
"Yüksek ihtimalle kaybedeceksin Orhon. Hatta yüksek ihtimal değil kesinlikle kaybedeceksin. Arem'e karşı senin gibi öfke problemleri olan birinin kazanması komik olurdu zaten."
Hazar öfkelensin ve kontrolünü kaybetsin, Arem ve Hazar birbirlerine girsin, bizi unutsunlar böylece ben de Lara ile dövüşürken bizi ayıramasınlar istemiştim. Hazar'ı bu yüzden üzmüştüm. Affetsindi beni. N'olur affetsindi.
"Ne demek istiyorsun Bücür?" Kısık tonda konuşmuştu Hazar Orhon. Gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bakıyordu. Öyle ki sanki orada söylediklerimin, sadece kendisinin yanlış anlamasından kaynaklı olduğunu söylersem inanacak ve rahatlayacak gibiydi.
"Ne demek istediğim açıkça belli değil mi Orhon? Baksana sevdiğin kız bile senin şansının olmadığını söylediğimde sessiz kalıyor. O da farkında anlaşılan senin Arem'e karşı yenileceğinin." O gün onu o kadar üzmüştüm ki o kırgın bakışları hâlâ gözümün önünden gitmiyordu.
Doktorlar gelmişti odaya. Nabzını kontrol ediyorlardı. Boş uğraş. Kalbinin atmadığına şahitlik etmiştim. Bugün bize; Hazar'ın kalbinin aniden durması sebebiyle kan dolaşımının kesildiğini ve organlara yeteri kanın ulaşmadığından çoklu organ yetmezliğinin başladığı söylenmişti. Apar topar hastaneye gelmiştik hepimiz. Hazar'ın gözlerini açtığına şahitlik etmiştik. Buna daha sevinemeden doktor bize; durumunun kritik olduğunu söylemişti. Her şeye hazırlıklı olun demişti. Buna hazırlıklı olmamız mümkün değildi. Neticede Hazar gözlerini açmıştı. Gözlerini açtıysa iyi olmak zorundaydı.
Meğer Hazar bizimle vedalaşmak için uyanmıştı...
Hazar'ın hisleri çok kuvvetliydi. Bunu bütün veliahtlar bilirdi. Çocukluğundan bu yana o ne söylerse çıkardı. Sanılanın aksine Hazar mantığı ile değil hisleriyle hareket ederdi. Onun hislerinin yanıldığı görülmüş şey değildi. Ne dese çıkardı. "Öleceğim" dediğinde hepimiz ona saçmalama demek yerine kitlenerek sırf bu yüzden bakmıştık. Çünkü biliyorduk. Hazar dediyse gerçekleşirdi. Öyle de olmuştu. Hazar gideceğini söylemişti ve de gitmişti. Hem de sonsuza kadar gitmişti.
Gittiği yer neresiydi? Boşluk muydu? Hiçlik miydi? Dinler gerçek miydi? Gerçekse hangisi gerçekti? Hazar'ın yaralı ruhu şimdi neredeydi?

Başka bir evrende ve bu kez en aşık hâlinle...
Nerede olduğunun farkında dahi değildi adam. Ayakları çıplaktı. Üzerinde beyaz geniş bir gömlek vardı ve kolları dirseğine kadar kıvrılmıştı. Siyah kot pantolonuyla uyum içindeydi adeta.
Kumlara basa basa ilerliyordu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Neden buraya geldiğini bilmiyordu. Sadece geçmiş gibi hissediyordu. Her şey geçmiş gibiydi. Ruhu artık sızım sızım sızlamıyordu. Kalbi acımıyordu. Her şey bitmişti ve kurtulmuş gibiydi. Huzuru iliklerine kadar hissediyordu.
Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu. Çok zaman olmuştu. Kesinlikle olmuştu. Denizin kıyısında, kumlu yolda adımlarına devam ederken ciğerlerine huzurun kokusunu çekiyordu. Gülümsemişti. Öyle böyle değil, çok güzel gülümsemişti. Ufuğun inceldiği çizgiye kadar denizin köpüklerini izlemişti. Denizin sesi melodiydi burada. Daha önce deniz kıyısına çok gelmişti ama ilk kez böyle hissetmişti. Derdi yok gibiydi. Hiçbir derdini hatırlamıyordu. Oysa o denize sadece acısı içine sığmadığında gelirdi. Şimdi ne acı kalmıştı, ne keder.
Kimse yoktu burada. Hoş, o zaten kimsesizliğe alışıktı. Tek başına bütün dünya ile mücadele etmeye alışıktı. "Burada yaşayabilirim" diye geçirdi içinden. Eğer burası ona bu kadar iyi geliyorsa burada kalıp yaşayabilirdi. Kendisine bu iyiliği yapmak istemişti.
Denizin gelgitleri sebebiyle kıyıda yürüyen ayakları ıslanmıştı. Umrunda değildi bu ıslaklık. Hatta bu ona iyi geliyordu. Gülüşü yüzünden silinmeden yürüyüşüne devam etti. Rüzgar tenine değdiğinde sanki yaralarına merhem sürülüyormuş gibi ferahlıyordu. "Oh be!" dedi yüksek sesle. "Dünya varmış." Aslında dünya yoktu. Artık yoktu. Sadece adam bunun farkında değildi.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Yol hiç bitmesin isteyecek kadar yürüdü. Yorgunluk hissetmiyordu. Vücudu çok dinçti. O kadar yürümek onu çok kötü hasta edebilirdi. O ise zerre acı hissetmiyordu. Yürümek ona yaşadığını hatırlatmıştı.
Nasıl olmuştu anlamasa da ileride beyaz elbiseli, sarı saçlı bir kadının aniden önünde belirdiğini görünce irkildi. Kadının sırtı ona dönüktü. Kalbi sebebsizce hızlanmıştı. O kadar yürümeye tepki vermeyen kalbi, onu görünce hızlanmıştı. Adam onu hep bilirdi, hep tanırdı, hep severdi.
Koştu adam. Yürümek yetmezdi bunca hasrete. Koşmak gerekirdi. Sonunu düşünmeden koşmak gerekirdi. Hazar Orhon koştu. Ona doğru, sevdiğine doğru attığı her adım içini titretir olmuştu. Bu iç çekmeler, ah o güzel sevmeler, yakardı canı en derinden. Acıyı işlerdi kalbin her santimine. Aşkla büyürdü kalp, acıyla büyürdü kalp. Aşk, acı olduğu için büyürdü kalp. Aşk, acı demekti. Acı çekmek sadece aşkla güzeldi.
Sonunda kavuşmuşçasına elini omzuna attı kadının. Ona dokunanın kim olduğunu merak eden sarı saçlı, beyaz elbiseli kadın yüzünü görmek için arkasına döndüğünde, gördüğü kişiyle kocaman gülümsedi. Bu gülüş adamın iç çekmesine neden oldu.
Gülpembe buradaydı. Adamın hemen yanında durdu, kocaman gülümsedi. Yetmedi, çiçek gibi koktu. Sarıldı kadın adamına, sarıldı adam kadınına. Hasret bitmişti. Acı bitmişti. Keder bitmişti. Ölüm ilk kez güzelliğiyle gelmişti.
Geride kalanlar, onlarsız yaşamayı öğrenmeliydi. Çünkü onlar burada kalıp mahşere kalmış yarım aşklarına devam edeceklerdi.
Çok büyük aşklar vardı, kavuşmak mahşere kalmıştı. Zaten bu yüzden çok büyük aşklar vardı, şayet kavuşmak mahşere kalmıştı.
Öpüp koklamıştı adam sevdiğini. Onun yokluğunda ölmeyi dilemişti. Öyle de yapmıştı. Şimdi iyi ki diyordu. "İyi ki çekmişim o tetiği." Bu kadar çok severken onsuz yaşayamazdı. Adam bunu bilirdi.
Adam sırf bunu bildiği için onsuz yaşamak yerine, onunla yaşamamayı seçmişti. Aşk işte böyle bir şeydi...
Hazar Orhon yanık sesli, yüreği yangın adamdı. Sesini dinleyen dertlenirdi. Onun sesi, derdi olmayanı bile oturtur hüngür hüngür ağlatırdı. Gülpembe onu sevsin diye beklerken çok türkü söylemişti kendi kendine. Şimdi en çok söylediği türküyü sevdiği kadın, ona sımsıkı sarılırken söyleyecekti. Hazar'ın hayalî gerçek olmuştu. Sonunda ölüm olsa bile bu ona yetecekti.
"Yari yaralanır yari, sararmış yaresini.
Yari yar olmayan bulamaz derdin çaresini.
Bülbül gül için eylermiş feryat ile figanı.
Gül görmezmiş bülbülün göz yaşının katresini. Bülbül gül için eylermiş feryat ile figanı. Gül görmezmiş bülbülün göz yaşının katresini... Bülbül görmezmiş eşinin göz yaşının katresini."
Geç olmuştu belki. Çok geç olmuştu ama sonunda olmuştu. Gül, bülbülü sonunda görmüştü. Gül, bülbülü sonunda sevmişti. Başka bir evrende olsalar bile olmuştu.
Aşk sonunda olmuştu...
Hazar Orhon için
-SON-
(🎭)
Seveceğim. Seni her zaman
seveceğim.
Bazı şeyleri yapmaya mecbur kalmaktı seni benden alan.
Yoksa ben senden vazgeçmezdim.
Benim için yazmak hissetmek demek.
Hissetiğim şey karakterlerim değil, parçalarımdı.
Sen benim en yaralı parçalarımdan biriydin.
O parçayı atmam gerekti.
Yoksa devam edemezdim.
Bunu sen de çok iyi biliyorsun.
Bu saatten sonra Hazar hiç yaşamadığı mı için mi üzülürsünüz? Hazar'ı yaşatamadığım için mi üzülürsünüz, yoksa Gülpembe acısına dayanamayıp intihar etmesine mi üzülürsünüz? Hiç bilmiyorum, çünkü ben bunların hiçbirine üzülmüyorum. Benim üzüldüğüm konu başka. Ben Hazar Orhon'un Gülpembe tarafından hiç sevilmeden ölmüş olmasına üzülüyorum. Öyle ki sonunda Tanrı tarafından ödüllendirildi. Kıyamet gelip kopuncaya kadar başka bir evrende gülün biri tarafından hep istediği gibi sevilecek, buna yanıyorum ben, buna çok içerleniyorum. Ve ben bunu içimden nasıl atacağımı bilmiyorum. Hazar sevilmez mi ya? Hazar çok sevilir de işte başka bir evrende sevilince koyuyor insana.
Hoşça kal Hazar'ım.
Seni var eden kalbime minnettarım.
Ve seni benden alan aklımın yarınındayım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.16k Okunma |
1.58k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |