34. Bölüm

🎭 9 YENİ ÜYE

HELEN MAVİ
mavimsu_

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayatınız boyunca hep sevgiyle kalın, saygıyla kalın, aşkla kalın ve de kitabımı okumaya devam ederek kalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SÖZÜ

 

 

 

 

 

 

 

Kalbim, ruhum ve o güzeler güzeli aklım.

 

 

 

 

 

 

 

İzinizdeyim.

 

 

 

 

 

 

 

İzinimdesiniz.

 

 

 

 

H. G. 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

 

 

 

 

 

 

 

 

01/05/2025

 

 

 

 

 

 

 

İLAHİ BAKIŞ AÇISI

 

 

 

 

Genç adamın öfkesi aldığı her nefesten belli oluyordu. Yaşamak için değil, sakinleşmek için derin derin nefes alıyor, yine aynı öfkeyle geri veriyordu. Sakinliğini hiç bozmamıştı. Ona bunu kimse yaptıramamıştı. Lakin şimdi karşısında o vardı. Ve o ölmeyi sonuna kadar hak ediyordu.

 

 

 

 

Herkes gergindi. Herkes öfkeliydi. Herkes sinirliydi. Ancak içeride bulunan altı adam vardı ki onların bir tarafları buruktu. Merak ediyorlardı onu. Çok merak ediyorlardı. Koskoca iki yıl geçmişti. Yıllar uzun olurdu. Uzun geçerlerdi. Göz açıp kapayıncaya kadar biter sözü safi yalandı. Onlar gözlerini defalarca kez açmış, her yerde onu aramış, bulamamışlardı. Bulamadıkları her seferinde gözleri öfke ile kapanmış, çok geçmeden yine onun için açılmıştı.

 

 

 

 

Adam ve arkadaşları geçip giden bu zaman içinde canı gönülden yaşıyordu o duyguyu.

 

 

 

 

Vicdan azabını...

 

 

 

 

Değer miydi? Yaptıkları her şey için değer miydi? Tartışılırdı. Planlar istenildiği gibi gitmemişti. Her şey birbirine girmişti. Alt üst olmuşlardı. Koruyamamışlardı. Adam kabul etmişti tüm bunları. Onu bile isteye ateşe attığını kabulleneli çok uzun zaman olmuştu. Lakin kendine verdiği bir söz vardı. Koruyacaktı... Bile isteye içine attığı o ateşten onu koruyacaktı. Gerekirse önüne kalkan olacaktı. Hiçbir şekilde etrafını saran ateşi söndüremeyecekti. Bunun için yapacak bir şey yoktu. O daha çok, kadının içine düştüğü ateşi hissetmemesini sağlayacaktı.

 

 

 

 

Verdiği söz bundan ibaretti. Ölene, ölmüş olsa bile verdiği sözü tutacaktı.

 

 

 

 

Becerememişti. Yapamamıştı. Adam hayatında ilk kez yenilmişti. Bile isteye ateşe attığını unutmak istemişti. Kaybetmiş olmak ve onu kaybetmiş olmak arasında dağlar kadar fark vardı. Adam o gün orada iki farklı kaybedişi aynı anda yaşamıştı.

 

 

 

 

Utanmazın, yüzsüzün tekiydi adam. İnsanda, insan olanda azıcık yüz olsa ona yaşatıklarından sonra kalbinde yer edinen o hissiyatı, bütün benliğinde yaşamazdı...

 

 

 

 

Özlemezdi...Özleyemezdi...

 

 

 

 

Bu onun haddine bile değildi. O da bunun gayet farkındaydı. Ancak yüzsüzdü. Acıtacak, kanatacak, kıracak, öldürecek bir adam olduğu için değildi onun yüzsüzlüğü. Acıttığı, kanattığı, kırdığı, öldürdüğü hâlde, özlediği içindi. Evet, tam olarak bunun içindi.

 

 

 

 

Gözleri sıra sıra herkesin üzerinde gidip geliyordu. Önce kardeşim dediği beş adama bakmıştı tek tek. Kardeş kelimesi onun için çok özeldi. Kan bağı ile değil, can bağı ile bağlıydı onlar birbirlerine. En azından iki sene öncesine kadar tüm hikaye böyle ilerlemişti. Şimdilerdeyse durum farklıydı. Aralarında kimsenin engel olamadığı soğukluklar, oldukça büyük kavgalar girmişti.

 

 

 

 

Onun gidişini kabullenemeyen adamlar vardı. Oysa ki en başından beri herkes, bir gün onun gideceğini biliyordu. Hatta onu hayatlarından bizzat onlar çıkacaktı. Çok çabuk bağlanmışlardı. Çok çabuk alışmışlardı. Hayır, sorun bu değildi. Onlar insandı. Bağlanmak, alışmak onların da hakkıydı. Tabii onca eğitimi almış olmasalardı.

 

 

 

 

Onun hakkında en çok hayret ettiği konu tam olarak bundan ibaretti. Nasıl olurdu diye soruyordu adam her defasında kendine. Nasıl olurdu da kendisinin de dahil olduğu, bütün hayatları robot olmak üzere kurulu olan o arkadaş grubu, ona bu denli çok bağlanabilmişti.

 

 

 

 

Hemen karşısında duran kardeşine kaymıştı gözleri. Dik dik ona bakıyordu kardeşi. Gözünü bile kırpmadan dik dik ona bakıyordu. Öfke vardı gözlerinde. Onun öfkeli gözlerini görmeye herkes kadar alışıktı. Sinir hastası birinden başka bir bakış beklenilmezdi. Fakat son iki yıldır o gözler öfke dışında bir başka duyguyu daha barındırıyordu içinde.

 

 

 

 

Nefret...

 

 

 

 

Hazar Orhon için tam olarak bunu söylüyordu adam. 'Artık benden nefret edeceği sebebi sonunda buldu.' Ezeli rakibiydi Hazar onun. Biri birine rakipim diyorsa genelde sevmezdi karşısındakini. Onlar için durum farklıydı. Hazar onu, o Hazar'ı daima rakip olarak görse de asla sevmemezlik yapmamıştı. Adam kardeşinin nefretini kazanmaktan daima kaçınmıştı. Bilirdi çünkü. Onun nefreti, ikisinin sahip olduğu kardeşliğin bitmesine neden olurdu. Bunun olması onu öfkelendirirdi. Ve de Dünya üzerinde öfkelenmemesi gereken iki adam varsa bunlar onlardan başkası değildi. Bunun sonuçlarına kimse katlanamazdı.

 

 

 

 

Kardeşlik biteli uzun zaman oluyordu. Tıpkı onları yönetenler gibi birbirlerine düşmüşlerdi. Savaş kapıdaydı. Birçok düşman düşecekleri, birbirlerine girecekleri anı bekliyordu. Bu onların sonu olurdu. En azından artık sonlarının nasıl olacağını biliyorlardı. Ellerinde düşmana dair koz kalmamıştı.

 

 

 

 

Hazar ona diktiği gözlerini hiçbir şartta, hiçbir şekilde, hiçbir sebep ile ayırmayacaktı. Bunun tecrübesine sahipti. Gözlerini ona dikip, üstünlük savaşı açmak isteyen kardeşine istediğini vermeyecekti. Her ne olursa olsun kardeşine düşmanlarına gösterdiği tarafını göstermeyecekti. KAMER bu hikayede kardeş katili olmayı sonuna kadar reddediyordu.

 

 

 

 

Bir sonraki hedefine çevirmişti gözlerini. Sağ tarafında duran kardeşine. Kendisini en iyi anlayan kişi oydu. O da onunla aynı hataları yapmıştı. O da kaybetmişti onu. O da deli gibi her yerde aramış, bulamayınca vicdan azabından dört köşe olmuştu. Bir zamanlar kız kardeşini her özlediğinde ona giden bu kardeşi, şimdilerde kaderin cilvesi bu mudur? dercesine onu her özlediğinde kız kardeşine gider olmuştu. Mert Aksel! Kardeş kaybını ikinci kez yaşayan adamı çok iyi oynuyordu. Artık rol yapmadığı hâlde.

 

 

 

 

Gözleri boşluğa bakıyordu. Adam emindi neyi düşündüğünden. Onu düşünüyor olmalıydı. Ölüp ölmediğini düşünüyor olmalıydı... Umarım demişti adam. Umarım ölmemiştir. Bir yerlerde intikam hazırlığı yapıyordur. Günün birinde çıkıp gelecek ve bütün intikamını onlardan alacaktı. O günü sabırsızlıkla bekliyordu adam. Ağzını açmaz, kılını kıpırdatmazdı. Kindarın tekiydi o. Biliyordu bunu adam. Ölmeyi defalarca kez denemiştir, demişti kendi kendine. Ancak hiçbirinde ölümcül bir darbe bırakmamıştır kendinde.

 

 

 

 

Çünkü onun kini öylesine bir kindi ki karşı karşıya geldiğine Dünya'yı dar ederdi. Onun kini fazlaydı. Kin tutmazdı o. Kin kusardı. Ölmediğine adı kadar emindi. O, inatçı keçi intikamını almadan ölmeyecekti.

 

 

 

 

Erdem'e bakası gelmişti adamın birden bire. Geride bıraktıkları iki yıl içinde birçok defa, en başından onu dinlemem gerekiyordu demişti. En başından beri ona hak vermeliydi. Onun masum olduğunu söylemişti Erdem. Adamın kendisi de bunun farkındaydı. Kızı işin içine bulaştırmayı hiç istememişti. Oysa kardeşleri bilmiyordu.

 

 

 

 

Kadının ölüm fermanı, onlar kadının hayatına girmeden çok öncesinde verilmişti. Şayet sadece kadının hayatına girerlerse onu koruyabilirlerdi.

 

 

 

 

Erdem de tıpkı Mert gibi düşler alemine dalmıştı. Ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi. Adamlar yakında kızı düşünmekten filozof olacaklardı yakında. Erdem, bir keresinde: Bütün kötülükler mıknatıs gibi döner durur o masuma yapışır demişti. Haklıydı. Bütün kötülükler ona yapışmıştı.

 

 

 

 

Gözü, hedefine diğerlerini almıştı. Evren için hayat son derece normal ve güzeldi. Sevdiği kadınla evlenmişti. Henüz daha yedi aylık olan yeğeni Ekin için mükemmel olan o babayı oynuyordu. Etrafında olup bitenler onun canını pek sıkmıyordu. Günün sonunda ailesinin yanında soluğu alacağını bildiği için gün içinde yaşanılanlar onun için önem teşkil etmiyordu. Buna rağmen Evren'i çok iyi tanırdı adam. Umursamayan, ilgisiz görünen, ben merkezci karakterinin altında yatanları çok iyi bilirdi. Evren'in zekaya sonsuz saygısı vardı. Ona göre insanlık tanrılara değil, zeki olan insanlara tapmalıydı. Asıl tanrılar zekilerdi. Bu yüzdendi Evren'in o kıza olan sonsuz saygısı. Zekası onu hayrete düşürüyordu. Zeki birinin ölmesi Evren'i üzerdi.

 

 

 

 

Yeşil gözleri son kardeşine uğramıştı. En az Hazar kadar nefret ediyordu bu kardeşi ondan. Onun tarafından bakacak olursak son derece haklıydı. Kansu kıza bağlanmamıştı. Kızın iyi biri olduğunu düşünse de kardeşleri için ona oyun oynamayı kabul etmişti. Kansu için "Birinin canının acımasını istemiyorum" demek, nadirdi. Yine de Kansu'nun kendisine karşı ortaya çıkan nefreti o kızı bağlamıyordu. Kızla, veliahtlar içinde en az etkileşimde bulunan kişi oydu. Pek fazla bağ kuramamıştı diğerlerine nispetle.

 

 

 

 

O kızla çok büyük bağ kurmuş olan iki kardeşi vardı Kansu'nun. İkiz kardeşleri... Kıza öylesine bağlanmıştı ki o iki adam, kızın gidişiyle mahvolmuşlardı. İki yıldır o ikisinin yüzünü çok nadir görmüştü. Her dakika başı gülen iki adamdan, ruhsuz iki adama dönmüşlerdi. Kansu'nun dert yakındığı günlerden bildiği kadarıyla, bilgisayar başında her gün seçtikleri bir ülkenin bütün kamera kayıtlarını tek tek inceleyip; kıza dair bir iz arıyorlardı. İkizler için kız çok başkaydı. Onlar için kız ölen anneleri demekti. Onun yerine koymuşlardı kızı.

 

 

 

 

Kansu bu sebeple ona karşı aralarına buzdan duvar örmüştü. Kardeşleri onun her şeyiydi. Onları işlere alet etmemesi konusunda zamanında birçok uyarıda bulunmuştu adama. "Kardeşlerim kırılgandır, narindirler. Bunu en az benim kadar iyi biliyorsun. Eğer günün sonunda üzüldüklerini görürsem senin de üzülmeni sağlarım." Demişti Kansu lakin adam dinlememişti. Ne Kansu ne de başka biri onu bu yoldan alıkoyamazdı.

 

 

 

 

"Babası ölmediği hâlde, burada Ulu olarak oturan tek kişi olmayı başarmak çok gurur verici."

 

 

 

 

"Ulu olmayı başardığını sana düşündüren şeyde nedir?"

 

 

 

 

İki eski dosta bakmıştı adam. Yuvarlak kocaman masanın etrafına dizilen sandalyelerde, yerini almıştı her bir Ulu. Bütün Ulu'ların arkasında ayakta dikilen veliahtı duruyordu.

 

 

 

 

Kocaman salon, göksel bir görkemle doldurulmuştu. Yüksek tavanları, gökyüzünün sonsuzluğunu hatırlatırken, ışık huzmeleri içeriye doluşuyordu. Yuvarlak masa, birleşmenin ve uyumun sembolüdür. Yedi takım elbiseli adam, bilgelik ve güçle dolu, tanrı'nın iradesini yansıtan figürlerin her biri gibi duruyordu. Onların duruşunda, tanrı'nın lütfu ve özgüveniyle birleşmiş bir güç vardı. Adam gözünün değdiği herkesin otorite ve gücünü hissediyordu.

 

 

 

 

Burada kimse kimseden üstün değildi lakin buradaki herkes, dışardakilerden üstündü.

 

 

 

 

Salonun her köşesi, sanatın bambaşka bir eseri gibi parlıyordu. Avangart detaylar, toplantı salonunun yaratıcılığının ifade ediyordu. Cam duvarlar, dışarıdaki dünyanın güzelliklerini içeriye taşırken, duvarlardaki resimler zarafetin büyüklüğünü yansıtmaktaydı.

 

 

 

Masa bu kez oldukça büyük bir sorunu çözmek için toplanmıştı. Arzem Soykamer o büyük sorunun ta kendisiydi.

 

 

 

 

Oldukça güçlüydü adam. Kendini ve beraberindeki herkesi yıllarca gizleyebilecek kadar güçlüydü. Gücünün kaynağı nerden geliyordu bilinmezdi. Şimdilik bilinmezdi. Kendisi en son iki yıl önce ortaya çıkmıştı. Bütün planlarını alt üst edip, kızı da beraberinde alarak gitmişti. Adamın öfkesi bunaydı. Onu alıp gitmesineydi. Oysa ki ona seçim hakkı sunulmuştu. Nişanlısını seçmek yerine kızı seçebilirdi. Yapmamıştı. Kendisine göre haklı sebebleri vardı. Sanılanın aksine bu sebepler hiçbir zaman Melisa'ya olan aşkından ötürü olmamıştı.

 

 

 

 

"Sence başka çıkış yolu kaldı mı Dündar?"

 

 

 

 

Rest çekmişti Arzem Soykamer herkese. Ulular hayatlarında belki de ilk defa bir şeye mecbur bırakılmıştı. Yapmak zorunda kalmışlardı. Arzem'in bu gece herkesin gözünün içine içine soktuğu rahatlığı bundan kaynaklanıyordu. Onun elinde tuttuğu bütün o belgeler, dosyalar, bilgisayarlar hepsi onların; elini, kolunu bağlıyordu. Yılların emeği ellerinden kayıp gitmişti. Kamer Sandığı Ulu ve Veliaht yapılanmasının güvencesiydi. Temelde bütün Dünya yapılanmayı bu sebeple dokunulmaz kılmıştı. En fakir ülkeden en güçlü ülkeye kadar tüm ülkeler kendi çıkarlarını gözetirdi. Bu çıkarlar doğrultusunda hareket ederlerdi. Ve bazen öyle çıkar düşkünü olurlardı ki yapmamaları gereken şeyleri düşkünlükleri yüzünden yaparlardı.

 

 

 

 

Sonuç itibariyle çıkar elde etmek için gizli kapaklı işler çevirmeyen tek ülke dahi yoktu. Ulular, veliahtlara onca ağır eğitimi bu yüzden verirlerdi. Bilirlerdi ülkelerin çıkar düşkünlüğünü. Veliahtlar hayatları boyunca birçok göreve çıkmıştı. Birçok kez sahada görev yapmışlardı. Kılık değiştirmiş, Dünya'da ayak basmadık hiçbir ülke bırakmamışlardı. Gittikleri her yerin gizli tuttuğu sırlarını almış, çalmış ve daha sonrasında o ülkeleri bu sırları diğer ülkelere ifşalamakla tehdit etmişlerdi. Ülkeler, bunun olmasını istemediği için mecburen anlaşmaya uyarak, Ulular tarafından belirlenen miktarlarda silahları yine onların belirledikleri tarihlerde satın almışlardı. Servetine servet katan yapılanma, böylece yenilmez olmuştu.

 

 

 

 

Şimdilerde bütün güvenceleri yok olmuştu. Arzem Soykamer onca uğraşı tek gecede çalıp, kayıplara karışmıştı. Geçen iki yıl içinde herkes tetikte olmak zorunda bırakılmıştı. Arzem Soykamer her an tüm Dünya ülkelerine, ellerinde onları tehdit edilecekleri belgeler olmadığını söyleyebilir, bütün Dünya'yı üzerlerine salabilirdi. Yapmamıştı Arzem. Sadece iki yılın sonunda bir gün Arzem tarafından kendilerine toplantı istediği haberi gelmişti. Bir amacı olduğu böylece ortaya çıkmıştı. Oysa ki ondan daha ilk haber geldiğinde Ulu olmak isteyeceğini çok iyi biliyordu adam.

 

 

 

 

"Burada bulunan hiçbir ortağımın sana boyun eğeceğini sanmıyorum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Ulu olman mümkün değil." Dündar Aksel oldukça öfkeliydi. O kız içindi aslında onun da öfkesi. Başka şartlarda kıza Dünya'ya nasıl geldiğini kendisi söylemek isterdi. Arzem ona göre, kıza karşı çok acımasız davranmıştı.

 

 

 

 

"Öldürürler. Bunu biliyorsunuz değil mi? Siz ve arkanızda duran oğullarınızdan bahsetmiyorum. Ailenizden bahsediyorum. Dünya sizden nefret ediyor. Eğer bu konuda hemfikirsek, senelerdir onlara yaşattığınız zulümleri kolay kolay sineye çekmeyecekleri konusunda da hemfikir olmalıyız."

 

 

 

 

Amcasını zerre sevmezdi Arem. Ancak eğri oturup doğru konuşmak lazımdı. Arzem Soykamer sonuna kadar haklıydı. Dünya onlardan nefret ediyordu. Bu nefret kendi soyadlarını taşıyan herkesin ölümüne neden olacak kadar riskliydi.

 

 

 

 

"En az bir Ulu kadar güçlü olmayı yıllar içerisinde zaten başarmışsın. Şimdi ne diye Ulu olmak için tutturdun?" Aytekin Orhon'un sesi demiri keserdi. Öylesine sertti. Korkusuz, dik başlı olan biriydi. Kamer'lerden zerre haz etmezdi. Tıpkı oğlu Hazar'ın kendisinin baş rakibi olduğu gibi, adamın dedesinin baş rakibi de Aytekin Orhon'du. Orhon'ların öfke problemleri onları her zaman ikinci yapacak gibi görünüyordu.

 

 

 

 

"Nedenini öğrenmeniz için henüz erken."

 

 

 

 

"Nedenini bilmediğim hiçbir işe girişmem."

 

 

 

 

"Ailenle beraber geberip gidersin o zaman."

 

 

 

 

"Bunun umrumda olacağını mı sanıyorsun Kamer?"

 

 

 

 

Orhon Ulusu bir hayli öfkelenerek elini masaya hızla çarpmıştı. Arem'in gözü karşısında duran Hazar'a kaydığında, Arzem'in üzerine atlamamak için kendini tuttuğunu dik dik ona bakıp, dişlerini sıkıyor olmasından anlamıştı. Veliahtların toplantı sırasında Ulular söz hakkı tanımadığı sürece, nefes alıp vermek dışında herhangi harekette bulunması yasaktı. Hazar, bunu daha öncesinde bu kuralı birçok kez çiğnediği için ağır cezalar alarak öğrenmişti. Adam onun için en azından artık kendini dizginlemeyi becerebiliyor demişti.

 

 

 

 

"Senin değilse de eminim ki onların umrundadır." Eliyle masada oturan diğer adamları gösteren amcasının, çok iyi noktaya parmak bastığının farkındaydı Arem. Bu masada ailesine önem vermeyen sadece iki Ulu vardı. Biri Aytekin Orhon'du diğeri ise kendi öz ve öz dedesi olan Vural Soykamer'di. O iki ezeli rakipten aile kavramına değer vermesini beklenemezdi.

 

 

 

 

Arem, diğer Ulular üzerinde gezdirmişti gözlerini. Tedirgin olduklarını başka biri görse anlayamazdı. Lakin kendisi onların içinde büyümüştü. Her birinin sonuna kadar tedirgin olduğunu tek bakışta görebiliyordu. "Varsayalım ki kabul ettik Ulu olduğunu. Sonra ne olacak? Çaldıklarını bize geri verecek misin?" Arzem Soykamer gözlerini konuşan kişiye çevirmişti. Engin Eraslan'a. Buz gibi sırıtış peydah olmuştu yüzünde. Duymak istediği şeyi duymuştu.

 

 

 

 

"Asla! Bunu kendi stratejinizle bağdaştırabilirsiniz. Onlar benim size karşı güvencem. Siz de eğer diğer ülkelere karşı güvenceniz olsun istiyorsanız ortaklığımızın ilk günü bugündür demektir."

 

 

 

 

"Bana yakın olmak için bu kadar uğraşıyor olman gözlerimi yaşartacak nerdeyse sevgili oğlum." Vural Soykamer geceden beri süren sessizliğine nihayet son vermişe benziyordu.

 

 

 

 

"Herkesin senin gerçek yüzünü görmesi için uğraşıyorum sadece. Duygulanman güzel." Birbirleriyle dalga geçen adamlardan hangisi doğruyu söylüyordu kimi zaman kestiremiyordu Arem. Yine de her zaman olduğu gibi dedesinin tarafında duracaktı. Bildiğine inanmak varken, tanımadığı pek umrunda değildi.

 

 

 

 

"Gerçek yüzümden kastın ihanet eden evladın babası olmam ise sanırım bunu kaldırabilirim." Arzem öfkeyle içine çektiği nefesini gülerek geri vermişti. Onun ani ruh değişimleri için Arem, fazlasıyla dengesiz diye geçirmişti içinden.

 

 

 

 

"Yalanların ağzına yuva yaptığı adamla aynı kanı taşımak utanç verici."

 

 

 

 

"Oysaki utanmak için daha birçok sebebin var." Baba oğul arasındaki gerilim giderek artıyordu. Ululardan birinin buna son vermesi gerekiyordu. Veliahtlar burada geçen olaylara Uluların izin vermediği sürece müdahalede bulunamazdı. Sulh isteniyorsa tarafların sakinliğini koruması gerekiyordu.

 

 

 

 

Arem'in gözleri kendi aralarında başları her sıkıştığında yardım istedikleri o Uluya kaymıştı. Kenan Özkurt'a. Arem gözlerini ona doğru sabitlediğinde Kenan Özkurt üzerinde onu izleyen gözler olduğunu saniyeler içinde hissederek bakışlarının odağına Arem'i almıştı. Kafasıyla ne istediğini işaret ettiğinde, Arem vakit kaybetmeden önce dedesine sonra amcasına bakmıştı. Gözlerini tekrar Kenan Özkurt'a çevirdiğinde mesajının kendisine iletildiğine emin olmuştu. Kenan Bey, Arem'e kafasını sallayarak yönünü tekrar masadakilere doğru çevirmişti.

 

 

 

 

"Her ulunun veliahtı olur Arzem. Senin veliahtın da Lerzan olmalı öyleyse." Kenan Özkurt'un konuyu değiştirmek ve olası kavganın önüne geçmek için söylediği sözlerini duyar duymaz Arzem Soykamer hedefine Arem'i almıştı.

 

 

 

 

Amcasıyla göz göze gelen Arem, yapılan hareketin boşuna olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordu onu. Mutlaka hoşuna gitmeyecek türden şeyler çeviriyor olmalıydı amcası. Aksi mümkün değildi. Arem'in canını sıkmadan, onu Arem'den Kamer'e dönmek zorunda bırakmadan iş çevirmeleri mümkün değildi.

 

 

 

 

"Veliahtım, Ululuğumu onaylarsanız vakit kaybetmeden buraya gelecektir." Gözlerini yeğeninden bir saniye bile ayırmadan kurmuştu sözlerini. Arem ise o anlarda içinden 'ne halt yediği umrumda değil. Şu sikik toplantı bitsin de yakasına yapışıp yerini öğrensem' diye geçiriyordu.

 

 

 

 

"O hâlde oylama yapıyoruz." Demişti İzzet Korkmaz. Hemen ardından eklemişti:

 

 

 

 

"Yapılandırmamıza yedinci Ulu ve yedinci Veliahtı kabul edenler el kaldırsın."

 

 

 

 

İzzet Korkmaz'ın kendisiyle beraber masada el kaldıran dört Ulu vardı. Bunlar Dündar Aksel, İzzet Korkmaz, Kenan Özkurt, Engin Eraslan'dı. Ailelerine önem veren Ulular kendilerini pek âlâ belli etmişti. Elini kaldırmadığı gibi çıkan sonuçtan da memnun olmayan iki Ulu vardı. Biri Baş Ulu Vural Soykamer'di, diğeri ise Aytekin Orhon'du.

 

 

 

 

"Oy çoğunluğu sebebiyle yedinci Ulu ve yedinci varis kabul edilmiştir. Veliahtını çağırabilirsin."

 

 

 

 

Arzem Soykamer gözünden, başardığını görmenin hazını yaşadığını belirten kıvılcımlar eşliğinde ayağa kalkmıştı. Sakin adımları onu salonun sonundaki büyük tahta kapıya ulaştırmıştı. Vakit kaybetmeden iki kolundan tutarak açtığı kapıdan çıkıp gitmişti. Az sonra Lerzan ile beraber gelir, diye düşünüyordu herkes. Arem de onlardan biriydi.

 

 

 

 

Beşer şaşardı. Beşer çok şaşacaktı.

 

 

 

 

 

Seni yaktılarsa karşılığında ne yaparsın? Yanıklarınla ortalıklarda mı dolaşırsın? Yoksa yaktıkları kadar yakar mısın? İkinciyi seçmediysen bu senin, aptal olduğun anlamına geliyordu. Kimseyi kırma! Kimseyi yakma ya da kimseyi acıtma! Bunlara gerek yok. Bunların hiçbirine gerek yok. Tabii eğer bu saydıklarımı sana yaşatmadılarsa.

 

 

 

 

Canını yaktılarsa canlarını yakacaktın. Bu, bu kadar basitti. Sevmiyorlarsa sevme! İstemiyorlarsa isteme! Gelmiyorlarsa gitme! Hayatın başkalarının rahatı üzerine değil, senin isteklerin üzerine kurulmalıydı. Aksini yaşıyorsan eğer acilen bilim insanları tarafından keşfedilmeliydin. Hoş insanlık için beyni olmadan yaşayan birinin pek bir yararı olacağını sanmıyordum fakat bilim bilimdir.

 

 

 

 

Unutmamalıdır ki gecenin uzunluğu güneşin doğuşuna kadardır. O hâlde ruhun uzunluğu da ölmek isteyinceye kadardı. Benim ruhum bu yüzden ölüme tutsaktı ve ölüm gelip onu buluncaya kadar, ölüm olup kapısını çalacağı birçok adam vardı...

 

 

 

 

"Hazır mısın?" Nerden baksan iki yıldır hazırdım. Kafamı sallamakla yetinmiştim. Artık konuşmayı sevmiyordum. Mümkün olduğunca az insanla az ölçüde iletişime geçmeyi tercih ediyordum. Günümün geri kalanını bitirmeye oynamak için, güç edinmek adına harcıyordum.

 

 

 

 

Arkasını dönüp giden Arzem Soykamer'in peşinden salondan içeri girmiştim. Bir saatten fazla bir süredir kapıda bekliyordum. Heyecan var mıydı? Hayır. Hayır, yoktu.

 

 

 

 

Artık hisler yoktu. Hisler yoksa duygular da olamazdı. Heyecan güzel duygulardandı. Ben ise heyecanlı olamayacak kadar ruhsuz olanlardandım. Artık onlardandım. İşine odaklan ve işine odaklan. Hayatım bu olmuştu. İki yıl içinde birçok şey değişmişti. Benliğimin diğer tarafı kalıcı olarak gelmişti. Ara ara gelip gittiği zamanlar olduğu için onu tanırdım. Lakin son iki yıl içinde hiç gitmemişti. Hiç gitmediği için onu tanımaktan ziyade onunla bütün olmaya başlamıştım.

 

 

 

 

Aldığım eğitimler öfkemi kontrol etmeyi öğrenmeme neden olmuştu. Benliğim artık kontrol edebildiği öfkeye ev sahipliği yapıyordu. Kimilerinin canını yakacak, kimilerinin canını alacaktım. Can almak mı? Evet, kesinlikle can almak. İki yılda değişen şeylerden biriydi. Can almaktan haz duyuyordum. Bana canavar yanımı sevdirmişlerdi. Ve şimdi canavarın kurbanlarına 'merhaba' deme vaktiydi.

 

 

 

 

Önümden geçip giden adamı, emin adımlarım eşliğinde takip ediyordum. Yalancılar ve yöneticilerini önümde dikilen bedenin iriliği yüzünden göremesem de onların beni gördüğüne emindim.

 

 

 

 

Bazen içinizde kelebekler uçuşurdu. Ve bazen de içinizde insanlar ölürdü...Öyle bir andı işte.

 

 

 

 

Arzem Soykamer yürüyordu. Adımlarım onun adımlarını takip ediyordu. Kafam dikti. Ne sağımda ne de solumda bulunan yalancılara kesinlikle bakmıyordum. Gerek yoktu şimdilik. Gerektiği zaman sadece bakmakla yetinmeyecektim.

 

 

 

 

Biri çok geçmeden konuşmuştu.

 

 

 

 

Duyduğum sesi tanıyordum. Bu onun sesiydi. Beni yaratan adamın. Kızı yaşasın diye beni, ondan var eden adamın sesiydi. Bütün hayatımı beni var ettiği gün yerle bir eden adamın sesi. Dündar Aksel'in sesiydi.

 

 

 

 

Arzem Soykamer'le olan yürüyüşümüz, masadaki tek boş sandalyenin yanına gelip oturmasıyla son bulmuştu. Tıpkı diğerleri gibi ben de kendi Ulumun gerisinde, ayakta dikilmeye başlamıştım. Ulular arasında çıkan 'bu ne saçmalık' konuşmalarını dinlemek istemiyordum. Ulum, onlara cevabını zaten verirdi. Ben onların gözlerinin içine bakmak istiyordum. Gözlerinin içine bakmak ve Türkeş'i onlara tanıtmak istiyordum.

 

 

 

 

İlk tanıdığım veliahta bakmıştım önce. İlk onu tanıdığım hâlde en az vakit geçirdiğim bir numaralı yalancılardan, Kansu Özkurt'a. Kendisi gibi yalancı olan ikiz kardeşleri burada yoktu. Neticede onlar veliaht değildi. Olmadıkları için burada olmayışları normaldi. Ona baktığımda göz göze gelmiştik. Bütün gözler üzerimde olduğundan şaşırmamıştım. Gözleri bedenimi baştan aşağı turlamıştı. Tekrar göz göze geldiğimizde ukalaca sırıtmıştı. Kansu'nun gerçek karakterini henüz tanımıyordum. Ondan anladığım ilk şey ukalanın teki olduğu yönündeydi. Onun alaylı sırıtışını gördüğüm hâlde yüzümde tek mimik oynatmadan ona bakmaya devam etmiştim. Sadece bakarak alay etmek mümkündü. Bunu ona şu dakikadan itibaren öğrettim sayılırdı.

 

 

 

 

Gözlerimi ukala veliahttan ayırıp; sinir küpü, gurursuz veliahta çevirmiştim. Vay canına! Sanırım birilerinin bana bakacak yüzü yoktu. Bir gurursuzdan beklenmedik hareketlerdi bunlar. Oysaki tek bir göz göze gelişimize bakardı asıl öfkenin ne demek olduğunu ona göstermem. Gözleri yere sabitliydi. Hazar Orhon, benimle göz teması kurmaktan kaçınmıştı.

 

 

 

 

Kafamı bir başka veliahta çevirmiştim. Bir başka yalancının tekine. Korkusuz Korkak Evren Korkmaz! En son evlenip üstüne bir de baba olmuştu. Zavallı Ekin umarım babasına çekip yalancının teki olmazdı. Hoş belki de çok bile yaşamazdı o bebek. Neyse...

 

 

 

 

Evren'in buz mavisi gözleriyle karşı karşıya geldiğimde doğrudan baş selamı vermişti bana. Onun dilinde bu, her ne olursa olsun sana karşı saygım var demekti. Evren için saygı duymak çok önemliydi. Herkese saygı duymazdı. Saygı duyduğu biriyse herkes olamazdı. Onun baş selamına karşılık vermemiştim. Gözlerimi üzerinde daha fazla gezdirmeden sonrakine geçmiştim.

 

 

 

 

Erdem Eraslan. Nefretimin en azını sana ayırdım veliaht. Ne vardı ki benim nefretimin azı da öldürürdü çoğu da. Özlem vardı bu veliahtın gözlerinde. Midemi bulandıran türden özlem. İnsan olan sevdiğini özlerdi. Yalancıların sevgisine ihtiyacım yoktu. Varsa kinlerini, nefretlerini, acımayışlarını göndersinlerdi bana. En azından daha eğlenceli olurdu.

 

 

 

 

Gözlerimi ondan daha fazla midem bulamasın diye çekmiştim. Gözlerimin son durağı ağır olmuştu. Hoş, tüm ağır olanlar vakti zamanında bana olmuştu. Yüzümün şeklinde fark edebilecekleri değişiklik yoktu. Diğerlerine baktığım gibi bakıyordum ona da. Beynimin içindeki karışıklığı göremezdi. Kimse oradaki öldürme, yok etme düşüncelerini göremezdi. Türkeş bunun için eğitim almıştı. Öfkeyle hareket etmemek için. Çok zordu. Baş yalancılardan birine bakarken onu dizginlemek çok zordu.

 

 

 

 

Pişmanlık yoktu gözlerinde Mert Aksel'in. Acı vardı sadece. Bana yaşattıklarından pişman değildi ama bana yaşattıkları onun canını yakıyor olmalıydı. O candan alacağım bir can varken bu acı neydi ki senin için Mert? Hiçbir şey. Evet, kesinlikle hiçbir şey. Yaşayacaklarının yanında her şey artık hiçbir şey demektir. Senin o iğrenç gözlerine bakmaya benliğimin daha fazla tahammülü yok doğrusu. Belanı şimdi burada benden bulma isterim. Gözümü aldım senden. Henüz erken.

 

 

 

 

Son durakta inecek vardı kaptan. Son durakta benimle beraber inecek bir kin, bir nefret, bolca intikam, fazlasıyla ruhsuzluk vardı. Orman yeşili gözler gözünü kırpmadan her hareketimi izliyordu. Seni adi yalancı. Şerefsiz! Düzenbaz! Oyunbaz! Can yakan adam. Çok can yakan adam. Yerle bir eden, göklere çıkarıp sonra yerlere çakan adam. Ölüp ölüp dirilten, adam demeye bin şahit isteyen adam. Bakma öyle. Sen bakınca ben Hera'yı hatırlar oldum. Hera öleli iki yıl oldu. Öleni ailesine hatırlatmaya utanmıyor musun? Hoş sen de utanacak yüz ne arardı.

 

 

 

 

Gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu. Gözünü kırpmadan izliyordu beni. Bir ara saçlarıma bakar gibi olmuştu. Kısa ve kırmızı olan saçlarım dikkatini çekmiş olmalıydı. Çok oyalanmadan tekrar gözlerini gözlerime dikmişti. Gözlerinde acı vardı. Bu da yalandır. Sen oynamayı çok seversin veliaht. Ha bir de oynamakta üstüne yoktur veliaht. Gözlerinde bana karşı hissettiğin ne varsa hepsi yalandı. Yalancının koca yalanlarıydı o hisler. Hissetmek güzeldi bir zamanlar. Şimdilerdeyse hissetmek özeldi. Türkeş'in onun için özel olmayan kimseyi hissetmeme gibi huyları vardı. Dünya üzerinde Türkeş için özel olan tek bir kişi vardı. O da ölmüştü. Türkeş'in biricik Hera'sı ölmüştü. Üzerine toprak atmıştı. Karanlığa uğurlamıştı. Özel olan her şey ebedi karanlıkta süzülüyordu.

 

 

 

 

"Bu saçmalığa derhâl bir son veriyorsun."

 

 

 

 

"Ortada saçma olan herhangi bir durum yok." Baba oğul arasında gerilim hat safhadaydı. Vural Soykamer fazlasıyla öfkeliydi.

 

 

 

 

"Bu kızın veliaht olması söz konusu dahi olamaz." Arzem Soykamer ile beraber bugün için sayısız kez tekrar yapmıştık. Velihatların toplantı boyunca söz verilmeden konuşması kesinlikle yasaktı. Arzem Bey'in benim yerime cevap vereceğini bildiğim için tarafıma gelen 'bu' hitabına ses etmemiştim. Hera olsa ederdi. Türkeş soğukkanlıydı. Buz gibiydi. Sessizdi. Çok sessizdi.

 

 

 

 

"Ben kimin veliahtım olmasını istiyorsam o olur. Buna mecbur olduğunuz durumu daha kaç kez konuşacağız sizinle." İşler Arzem Soykamer'in çıkarları doğrultusunda yürüdüğü için son derece rahat davranıyordu. Kendinden emindi. Koskoca Uluların ona mecbur kaldığını görmekten zevk alıyordu.

 

 

 

 

"Amacın ne bilmiyorum. O kız bunu kaldıramaz. Veliaht olmanın ne demek olduğunu iyi bildiğini sanıyordum. Daha bir eğitimi bile yok." Dündar Aksel fazlasıyla yanılıyordu. Geçtiğimiz iki yıl içinde aldığım eğitimin ne ölçüde olduğunu bilse, muhtemelen ağzını açmazdı.

 

 

 

 

"Eğitimli olmadığını nereden biliyorsun?"

 

 

 

 

"Dur tahmin edeyim, geçtiğimiz bu iki yıl içinde onu bizi bitirsin diye acımasızca eğittin değil mi?" Aytekin Orhon için görünen oydu ki artık içinde bulunduğu işten zevk alıyordu. Sırıtarak konuşması onun tehlikeliğini gözler önüne seriyordu.

 

 

 

 

"Sizi bitirmesi için değil, gerçekleri görebilmeniz için aldı onca eğitimi." Arzem Soykamer, babası Vural Soykamer'in gerçek yüzünü eski dostlarına ispatlamayı başaramazsa gözleri açık gidecekti. Bu konuda fazlasıyla takıntılıydı. Tıpkı benim intikam takıntım gibi.

 

 

 

 

"Sanırım artık sizin tarafınızdayım. Herkesin bildiği bir gerçek varsa o da şudur ki: ben Vural'dan hiç haz etmem." Aytekin Orhon için eğlencenin adresi belli olmuştu. Vural Soykamer onun baş rakibiydi. Baş Ulu olmak istediği herkes tarafından bilinen Aytekin, Vural'ı devirmemiz için muhtemelen bizim tarafımızda olacaktı. En azından artık öyle görünüyordu.

 

 

 

 

"Bütün masa bir de olsanız beni yenemeyeceğinizi biliyor olmanız gerekir." Düşman kendinden fazlasıyla emindi. Net insanları daha çok severdim. Dişli rakip kolay kolay bulunmuyordu.

 

 

 

 

"Senin verdiğin hiçbir eğitim onu veliaht yapmaya yetmez." İzzet Korkmaz konuyu yine bana getirmişti. Neyse ki bundan sonra konuşacakları tek konu ben olacaktım. Bundan rahatsızlık duymuyordum.

 

 

 

 

"Bunu size kanıtlayabilirim." Benim kendimi kanıtlamaya ihtiyacım yoktu. Ama sen öyle söylüyorsan öyle olsun Arzem Bey.

 

 

 

 

"Kanıtlasın o hâlde." Engin Eraslan hemen cevap verdi. Arkasına yaslanmış, kollarını birbirine sararak; bağdaş kurmuştu.

 

 

 

 

"Uyuşturucu kartellerinin silah baronlarıyla görüştüğü haberini sizin gibi biz de aldık. Bu sizin için tehdit demek. Neticede size rakip olacak gibi görünüyorlar. Kuracakları yeni yapılanma onlara imkan sağlar. Yeni toplantı adresleri Güney Kore. Muhtemelen veliahtlar hazırlıklarını yapıp, gelecek hafta içinde sahaya çıkar işi hâllederlerdi. Ancak bu kez öyle olmayacak. Türkeş'in kendisini kanıtladığını görmek istiyorsanız, onun ve ekibinin veliahtlarla beraber göreve çıkmasına izin verin."

 

 

 

 

Kafamı kendi Ulumdan ayırıp, gözünü benden bir saniye olsun ayırmayan adama çevirmiştim. Kamer'e. O zaten bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde kafasını iki yana doğru hareket ettirmişti. Onun dilinde 'yapma' demekti. Oysaki en başından beri yapmış olabilmek için gelmiştim...

 

 

 

 

Türkeş'in ömürlük gelişi ne demekmiş öğrenmeniz lazım. Neticede onu siz çağırdınız. Sonuçlarına da siz katlanacaksınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(🎭)

Bölüm : 12.10.2024 23:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / 🎭 9 YENİ ÜYE
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

19.16k Okunma

1.58k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...