160. Bölüm

FİNAL-PART 2

HELEN MAVİ
mavimsu_

🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭

 

Kalbimin ağrısı şiddetle artıyordu, bunu hissediyordum. Kalbim kan ağlıyordu ve ben bunu iliklerime kadar hissediyordum. Yapabileceğim hiçbir şey yok gibiydi, ama kalkmayı becerirsem çok şey yapabilirmişim gibi de hissediyordum. Ağlamayı beceremiyordum. Becerebilseydim eğer içim çıkana kadar ağlardım. Elimden sadece öylece durmak ve etrafımda olup bitenleri anlamaya çalışmak geliyordu. Bilincim açıktı, lakin ben koma hâlindeydim. Duyuyordum, görüyordum, ama duyduklarımı önemsemiyor, gördüklerimi takmıyordum.

 

"Bana kızın kaçırıldı dediler," ve de beni orada kitlediler. O cümlede beni hapsettiler. Babamın katili olan adam, benim güzeller güzeli kızımı benden almıştı. O adam psikopatın tekiydi, o adamın yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Kızıma zarar verme ihtimali o kadar yüksekti ki, bu ihtimali her düşündüğümde kalbim, uzun tırnaklı bir yaratığın sivri tırnaklarını ona saplamış olması hayalini sanki gerçekten yaşamışcasına acıyor ve kanıyordu.

 

Ben bir anneydim, ben kızını koruyamayan bir anneydim. Her şeyden öte, ben kızı zarar görürse yaşayamayacak olan o anneydim.

 

Uçakta zaman nasıl geçmişti, bir ben bilirdim, bir de ancak ve ancak ben bilirdim. Uçaktan nasıl inmiştim, evime nasıl gelmiştim, bu süreçte veliahtlar bana ne demişti, hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Kızımın kaçırıldığını söyledikleri o anda takılıp kalmıştım ve de hâlâ o anda yaşıyordum.

 

Hatırladığım tek şey, eve geldiğimde koltuğun üzerinde üzeri beyaz çarşafla örtülmüş bir beden gördüğümdü. Mert'in gözleri Afra'ya kaymıştı, Arem'in gözleri kız kardeşi ve erkek kardeşine kaymıştı. Erdem sevgilisine ve kız kardeşine bakmıştı. Evren karısına ve oğluna bakmıştı. Herkes o beyaz çarşafın altında yatan kişinin olmasını istemediği kişi olmadığını görünce rahatlamış ve derin nefes almıştı. Evde bıraktığımız herkes ağlıyordu. Hele Afra'nın geldiği hâl, durumun özeti gibiydi. Saçları birbirine girmişti, eli yüzü kan olmuştu. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu. Mert, onu kolları arasına aldığında, sanki bugün hiç ağlamamış gibi tekrar ağlamaya başlamıştı.

 

Kimse hareket etmeyince, hareket etme hakkının bana ait olduğunu anladım. Adım attım, koltuktaki o bedene doğru. Sonra bir adım daha attım, sonra bir adım daha, sonra bir adım daha. Tam karşısında durdum, çarşafın en ucuna uzandım. Ellerim buzlandı o an, don tuttum yine o an. Ellerim en az çarşaf kadar beyazdı. Ben yılmadım, çarşafın ucundan tuttum, yavaş yavaş kaldırdım çarşafı. Gözlerimin önüne kıvırcık saçlı, beyaz tenli o çocuk geldi. O çocuk benim kardeşimdi, Poyraz'ım. Benim yaralı kuşumdu, kimi kimsesi olmayanım, tek başına hayatta kalanımdı.

 

Benim yüzümden dedim, ben onu hayatıma dahil etmesem, o hayatından olmayacaktı. Onu bu hayata ben dahil ettim, onun böyle bir hayatta işi yoktu, ben yapmıştım, ben onu bu eve getirmiştim. Ben onu bu evin içindekilerle tanıştırmıştım, onun ölüm fermanını ben imzalamıştım. Gözlerimi kapattım sımsıkı, onun morarmış dudaklarını, solmuş tenini görmeye katlanamadım. Dizlerimin üzerine çöktüğümün farkına, dizlerimde derman kalmadığını hissettiğim o an anladım. Başımı onun omzuna yasladım, tüm gün boyunca ilk kez değil ama en çok o zaman ağladım.

 

Tam kazandığını zannettiğin anda kaybetmek miydi benim hikayem? Tam her şey yoluna girdiğinde, bütün yolun yıkılıp yok olması mıydı bütün gayem? Ben ne zaman "bu kez son"du, bir daha biri gitmeyecek, bir daha biri ölmeyecek dersem, biri neden ölüp gidiyordu, biri neden beni de kendi ile öldürüp gidiyordu? Ağlamayı sevmiyordum, ağlamayı kim severdi ki? Ben de sevmezdim ama nedenini anlamasam da, ben sürekli sevmediğim o şeyle yüzleşmek zorunda kalıyordum.

 

Omzumda bir el hissettim, elin sahibine kafamı kaldırıp bakasım yoktu. Ben kardeşimin omzunda içim çıkana kadar ağlama taraftarıydım sanki içimden yanıyordum, içim alev almıştı, dışımda çizik yoktu ama içim yanıp kül oluyordu. Ağzımı açsam ateş topu kusacakmışım gibi, gözlerimden lavlar akacak gibi, benim içim içime sığmıyor, içim yanıp kül oluyordu.

 

Omzumu tutan el beni kendine doğru çekti. Kafam o kişinin göğsüne denk geldiğinde, kokusundan onun sevdiğim adam olduğunu anladım. İkimiz için hayat çok zordu, yine de ikimiz için hiçbir şey bugünkü kadar zor olmamıştı. Bugün, bizim kızımız, bebeğimiz tehlikedeydi. Annesi ve babası olarak hiçbir şey yapamıyor oluşumuzdan, canımızın acısıyla baş başa kalmıştık. Arem, saçımı okşamış, başımın üstüne defalarca öpücük kondurmuştu.

 

Tek kelime etmemişti, geçti dememişti, geçecek dememişti, bitecek dememişti. Artık önümüzü o bile kestiremiyordu, her an her şey olabilirdi, ve de her an her şey bize olabilirdi.

 

Elena, Gülçin, Afra, Asya ve ben kadınlar tarafı olarak ağlıyorduk, erkekler tarafı ise yanımızda duruyor, destek olmaya çalışıyordu. Kimsenin konuşası yoktu, hepimiz bu anın içinde acıyı bir kez daha ayak parmağımızdan saç telimize kadar yaşamıştık. Gözlerim ağlamaktan açamayacağım hâle gelmişti, ben tam o anda Arem'in göğsünde uyuyakalmıştım. Hayır, uyuyakalmamıştım, acıdan bayılmıştım.

 

*

 

Daha kaç tane kabus görecektim, daha kaç kabusum kızımın benden gittiğiyle ilgili olacaktı? Kaçında sıçrayacaktım uykudan sonra tekrar bayılacaktım, acıdan? Bu daha ne kadar böyle devam edecekti, uyku haramdı bana, uykular haram olsundu bana. Ben nasıl bir anneydim ki kızım yanımda değil, benden çok uzaklardaydı? Ben nasıl bir anneydim ki kızım dünyanın en pislik adamının kollarının arasındaydı? Ben nasıl bir anneydim ki kızımdan bir haberdim?

 

Kocaman ela gözleri geldi gözlerimin önüne, simsiyah saçları bembeyaz teni. Bir gülüşe, kalbimde huzur ekilecek olan o kahkaha sesi çınlandı kulaklarımda. Gözlerinin içine baktığımda parıl parıl olan o gözlerinin güzelliği, burnumda tütüyordu kokusu. Cennet kızım benim, burnumda tütüyordu, alıp göğsüme bastırsam içime saklasam. Sevsem onu çok sevsem, her şeyim geçecek, bütün acılarım dinecek gibiydi.

 

O yoksa, ben de yoktum. Ben olmasam bile o var olsundu...

 

Uyuduğum yataktan kalkmıştım, çarşafı elimin tersiyle üzerimden atmıştım. Ayaklarım çıplaktı, çıplak ayakla dolaşmayı sevmezdim, ama bunu umursamadım. Aşağıya inmem gerekiyordu, buradan gitmem gerekiyordu, kızımı bulmam gerekiyordu. Kızımı bulmak için bir şey yapmam gerekiyordu, uğruna gerekirse ölmem gerekiyordu, uğruna gerekirse öldürmem gerekiyordu. Yine de kızımın saçının teline zarar gelmeden onu bulmam gerekiyordu, yoksa ben nasıl iyi bir anne olabilirdim ki?

 

Korktuğum başıma gelmişti. Anne olmanın ne demek olduğunu bilmediğim için kötü bir anne olmaktan korkmuştum. Ben dünyanın en kötü annesiydim. Eğer iyi anne olmayı becerebilseydim, en azından bunu yapabilseydim, kızım zarar görmezdi. Kızım şu an benimle olurdu. Gözlerim yine dolu dolu olmuştu, dişlerimi sıktım, saçlarımı elimle karıştırdım. Adımlarımı birer ikişer atmaya başladım, asansöre binmedim. Zaten nefes almakta zorlanıyordum, dar bir alanın içine girersem aldığım nefeslerin göğsümde kalıp aşağıya inmeyeceğinden korktum.

 

Hayır, ölmekten değil, kızımı bulmadan ölmekten korktum.

 

Koridoru böylece geçtim. Merdiven basamaklarının olduğu yere doğru adımladım. Ne kadar saattir uyuduğumu bilmiyordum. Çok saattir olmasa gerek, çok saattir kabus görmüyor olsam gerek. Bir umut vardı içimde, belki veliahtlar bir şey bulmuşlardır kızıma dair bir parçam, umut etmekten yanaydı. Umut çaresizlerin tek çaresiydi, benim tek çarem kızımın iyi olmasından yana umut etmekti.

 

Merdivenlerden inmeye başladığımda, bu merdivenlerden kızımla beraber çıkıp indiğim anlar gözlerimin önüne gelip geçti. Her basamak indiğimde kızımın kahkaha sesi kulaklarımda çınlandı. Ben asansörde nefes alamayacağımı düşünürken, merdivenlerde soluğum kesildi. Nefes almak o kadar güçleşti ki, elim boğazıma gitti refleks olarak. Olduğum yerde öylece kaldım, merdiven basamaklarından birine çöktüm, kaldım. Nefes almaya çalıştıkça nefes alamadım, ağlamaya çalıştıkça ağlayamadım. O anda kaldım, debelendim, durdum da çıkamadım.

 

Doğum gününe az kalmıştı kızımın doğum gününe, çok az kalmıştı. Doğum günü laneti, kızıma uğramasındı. Kızlar annelerinin kaderini yaşamasındı, benim kızım yaşamasındı o kader yaşanacak bir kader değildi. Yavrumun bahtı kendisi gibi güzel olsundu.

 

Gözlerim sımsıkı kapalıyken duyabildiğim tek ses Alice'nin sesiydi. "Sol kanat merdiven iki basamak yedi, Hera Hanım fenalaştı. Tekrar ediyorum, Hera Hanım fenalaştı. Belirtiler nefes darlığı ya da kalp rahatsızlığı yönünde."

 

Ben kendim için yardım isteyemezken, evimin yapay zekası benim durumum için evin içindeki diğer insanlardan yardım istiyordu. Bir yapay zeka kadar bile güçlü değildim, bütün gücüm sömürülmüştü.

 

Sadece saniyeler içerisinde yüzüm iki el tarafından kuşatılmıştı. Birisi bana nefes alıp vermemi söylüyordu, sesin kime ait olduğunu çözemiyordum, ya da seslerin kime ait olduğunu çözemiyordum. Sonra gözlerimin önündeki o bulanık yüz gitti, yerine başka bir yüz geldi. Gidenin yüzünün bir erkeğe ait olduğunu bulanıklığından olsa da anlayabiliyordum, gelenin yüzünün bulanık olduğunu fark etsem de, bir kadının yüzü olduğunu ayırt edebiliyordum. Bana bir şeyler yapmamı söylüyordu, ama ben ne yapmam gerektiğini anlayamıyordum. Etraf kalabalıktı, yüzümün bir kez daha ağladığım için ıslandığını fark ettim. Oysa ben ağlayamadığımı zannediyordum, meğerse ben çok ağlıyormuşum da farkında olmuyormuşum.

 

"Kendini sıkma Hera, nefes al ver bak, benim gibi..."

 

Sonunda cızırtılı sesler, anlam ifade etmeye başlamıştı. Duyduğum ses, Gülçin'in sesiydi. Onun o bulanık sureti, yavaş yavaş netleştiğinde, ilk kez o anda tekrar nefes almayı başardığımı fark ettim.

 

Tekrar tekrar nefes alıp verdim, artık nefes alıp vermenin nasıl yapıldığını hatırladığımdan emin olduğumda, bir kez daha biri beni göğsüne çekti. Ben bir kez daha o kokuyu içime çektim, bir kez daha ona sarıldım, onunla ağladım. Onun için ağladım, kendim için ağladım. Bizim canımızdan bir parça olan bebeğimiz için ağladım, hepimiz için içim çıkana kadar ağladım. Ağlamak iyi mi geliyordu bilmiyorum, ama benim ağladığımı görmek buradaki hiç kimseye iyi gelmiyordu. Ben buna rağmen ağladım, çünkü elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu.

 

Arem ile ne kadar öyle kaldık, bilmiyordum. Bildiğim tek şey, kafamı göğsünden kaldırdığımda etrafımızda kimsenin olmadığı yönündeydi. Bizi baş başa bırakmanın iyi olacağını düşünmüş olmalılardı. Ağlarken öylesine dalıp gitmiştim ki acılarıma, gittiklerinin farkına kafamı Arem'in göğsünden kaldırıp etrafıma baktığım zaman varmıştım.

 

Arem ile göz göze geldiğimde, gözlerimin yeniden dolmasına engel olamadım. Gözlerini sımsıkı kapatıp kafasını tavana doğru kaldırdı. Nefes alıp verdi. Çenesinin duruşundan dişlerini sıktığını anladım. Acı çekiyordu. Benim için ve kızımız için acı çekiyordu. Onun da canı acıyordu.

 

"Özür dilerim, tanrıça."

 

Bakışları beni bulduğunda benden özür dilemişti. Kızımızı koruyamadığım için ben kendimi suçlarken, o kızımızı koruyamadığı için benden özür dilemişti.

 

"Bulacağız onu. Bulacağız değil mi? Kızımızı bulacağız. Biz onsuz yaşayamayız. Yaşayamayız değil mi, Veliaht?"

 

Hızlı hızlı konuşmuştum. Bize destek olmaya çalışıyordum. İkimizi ayağıya kaldırmaya çalışıyordum. Bizim için savaş veriyordum.

 

Öyle bir yangın sarmıştı ki etrafımızı, adım atıyorduk yanıyorduk, nefes alıyorduk yanıyorduk, biz kelimenin tam anlamıyla yanıyorduk.

 

Ellerimi tutup ellerinin arasına aldı.

 

"Bulacağız. Kızımızı bulacağız ve dünyanın en iyi anne ve babası olmaya devam edeceğiz."

 

Nasıl yaptığını bilmesem de, hikayemizin en başından beri Arem beni her zaman anlamıştı. Tek laf etmeme gerek kalmadan, daima tek bakışımla ne söylemek istediğimi de neyi söyleyemediğimi de daima anlamıştı.

 

Yine ve yeniden karşıma çıkmış ve bana beni anladığını yine ve yeniden göstermişti. Tanrıça'nın Veliaht'ı onu her zaman anlardı. Şayet Tanrıça'yı daha önce hiç kimse anlamamıştı.

 

"Biz iyi bir anne ve babayız. Ve o da dünyanın en güzel bebeği. Bebeğimiz bize geri gelecek."

 

Baktı, baktı ve de baktı. Yeşil gözleri duygu yoğunluğuyla karardı. Beni kendine çekip alnımdan öptü. Kokumu içine çekti. Beni sevdi. Evet, beni çok sevdi. Ayağıya kalktı. Ellerimden tuttu, beni de ayağıya kaldırdı. Böylece biz merdivenlerden el ele tutuşarak indik. Kızımızı bulmak için indik.

 

Ana salona indiğimizde kendimi çok daha iyi hissettim, ağlamak iyi gelmişti. Daha fazla ağlamamam gerektiğini bilerek gözyaşlarımı sildim. Kızımı bulmak için sulugöz olmak yerine dik durmam ve kızımı benden alanlardan hesap sormam gerekiyordu. Almam gereken intikam ve kurtarmam gereken kızım vardı. Veliahtım ile salona adım attığımızda herkesin benimle aynı durumda olduğunu gördüm. Hepimiz yorgunduk, sancılı bir sürecin içinden geçiyorduk, ama yine de hepimiz güçlü durmaya çalışıyorduk.

 

Güçlü durmaktan başka şansımız yoktu; göz altları uykusuzluktan moraran erkekler ve göz altları ağlamaktan şişen kadınlar olarak ikiye ayrılıyorduk. Hepimizin gayesi, Atlantis Darya'yı kurtarmak ve sağ salim ailemize geri kavuşturmaktı.

 

İçerideki insanlar üzerinde bakışlarımı gezdirdiğimde, hepsinin benim onlara baktığım gibi bana baktıklarına tanık oldum. İyi olup olmadığımı kendilerince anlamaya çalışıyorlardı. Aynı şeyi ben de onlar için yapmak adına her birini tek tek göz hapsine aldım, kontrol ettim. Kalabalık olduğu için ilk başta fark edememiş olsam da daha sonra içlerinden tanıdığım birini gördüm. Burada olmasına kesinlikle çok şaşırdığım birini gördüm. Doğal olarak bakışlarım istemsizce onda yoğunlaştı.

 

Kendisini görmeyeli uzun zaman olmuştu. Onunla defalarca kez iletişime geçmeye çalışsak da bizi görmeyi reddetmişti. O bize abisinin emanetiydi, abisinin emanetine zarar gelmemesi için onu uzaktan korumaya gayret göstermiştik. Şimdi Hazan Orhon, daha doğrusu Lerzan'la evlenmesi sebebiyle artık Hazan, Soykamer olan kızı karşımda görmeyi beklemediğim için şaşırmıştım.

 

Beni gördüğünde bakışlarında mahcubiyetin izleri vardı. Ona karşı kırgınlığım ya da kızgınlığım yoktu. Ben sadece abisinin Lerzan'la evlenmesine müsaade etmediği kız kardeşinin bütün itirazlarımıza rağmen Lerzan'la evlenmesine mâni olamadığımız için kendime kızgındım.

 

Bizim için buna engel olmak çok kolaydı, tabii ki işin içine iki Ulu girmediği sürece. Eğer işin içine o iki Ulu girmeseydi işler bu noktaya gelmeyecekti. İstesek de istemesek de, şu an olmasa da geçmişte Arzem Soykamer Ulu'lardan biriydi. Üstelik Kamer Aile Sandığı elinde olduğu için en güçlü Ulu'lardan biriydi, hatta en güçlüsüydü. Onun amacı oğlunu Veliaht yapmak olduğundan, oğlu Lerzan'ı alıp Hazar'ın yokluğunda oluşan Orhon Veliaht koltuğuna oturttu ve biz onu durdurmaya çalışsak da başarılı olamadık.

 

Kendisine herhangi bir hamlede bulunmadım, Hazan yerinden kalkıp bana doğru geldi ve ani olarak bana kocaman sarıldı. Hazar Orhon'un kız kardeşini geri çevirecek değildim. Vücudumda derman kalmamış olsa da, Arem'in elini yavaşça bırakıp iki kolumla Hazan'ı sarmaladım. Sarıldığım an, ağlayan kızın bir derdi olduğuna hissettiklerim sebebiyle emin oldum.

 

"Ne oldu?" Yavaşça ondan geri çekildim, ağlayan yüzünü avuçlarım arasına alıp gözyaşlarını sildim. Bana canı acıyan küçük bir kız çocuğu gibi bakıyordu ve bu hareketi, kızımı hatırlattığı için canımın acısı katlanıyordu. Hazan konuşacak gibi değildi, fark ettiğimde bakışlarımı etraftaki diğer insanlara çevirdim. Bize bakmamaya özen gösteriyor gibiydiler, sanki hiçbiri yaşanan olayı anlatmaya cesaret edemeyecekti.

 

İçinde bulunduğum atmosfer sinirlerimi giderek bozdu, bakışlarımı tekrar Hazan'a çevirip kaşlarımı çatarak konuştum. "Anlat. Eğer bilmeye hakkım varsa, anlat." Başını aşağı yukarı salladı, yüzünü avuçlayan elimi yavaşça geri çektiğimde gözlerini eliyle ovuşturarak kendini konuşmak için hazırladı.

 

Zihnim yine benden bağımsız olarak çalışmaya başladığında, Lerzan'ın burada olmayışından tuttuğu tarafın bizim değil, babasının tarafı olduğunu tahmin eder oldum. Bu pek şaşıracağım bir şey değildi. Ancak, bu Hazan'ın yıkılmasına sebep olabilecek türden bir şeydi.

 

Oysaki nereden bilebilirdim aslında hikayenin düşündüğüm kadar basit olmadığını, Hazar Orhon'un ve zekasının hâlâ bizi korumaya devam ettiğini...

 

Fail: Hazan Orhon Soykamer...

Maktul: Lerzan Soykamer...

Yer: Lerzan ve Hazan'ın evlendikten sonra berâber yaşadığı İstanbul'da ki gökdelenlerden birinin tepesi.

Tam Saat : Kaçırılma olayı olmadan 24 saat öncesine dayanmakta.

İlâhi Bakış Açsıyla Anlatım.

 

Son günlerde kendini fazlasıyla soğukkanlı hissediyordu. Kadın o kadar gözü kara, o kadar keskin bakışlıydı ki, aynadaki yansımasına hayret ediyordu. Başı dikti, omuzları dikti, omurgası dikti; kadın aynadaki yansımasına baktığında sadece güç görebiliyordu.

 

Bu hayatta güç konusuyla ilgili öğrendiği her şeyi, ona canından çok sevdiği abisi öğretmişti. Hazan Orhon için, Hazar Orhon demek her şey demekti. Daima onun gibi olmak isterdi. Abisini kendisine idol olarak belirlemişti. Şimdi, burada hemen yanı başında olmasını çok isterdi ama yoktu. Gözlerini kıstı, sıkıca kapattı. Abisi burada yoktu, artık olmayacaktı. Farkındalık kadının canını öyle bir yaktı ki, gözleri mümkünmüş gibi daha da kısıldı. Saniyeler önce dimdik duran bedeni, artık ayakta durmaya tahammül edemez hâle geldi.

 

Beyaz askılı bol elbisesi, açık olan cam pencerenin etkisiyle efil efil uçuşmaya başladı. Yapması gerekeni biliyordu; kadın abisine söz vermişti. Ne olursa olsun, ne kadar seviyorsa sevsin, ihaneti affetmeyecekti. İhanet edeni affedenin kendisine saygısı olmazdı; kendisine saygısı olmayanın damarında kan değil, ihanet akardı. Damarında kan yerine ihanet akıtan, sadece yaşadığını zannetmekle kalırdı; ihanetin affı olmazdı, ihanet edeni affeden iflah olmazdı.

 

Çok seviyordu içerideki adamı, ama olmazdı işte. Kadın olmayanı olduramazdı; bu, yoktan var etmek gibiydi. Var olanı yok etmek kolaydı, ama olmayanı oldurmak zordu; hele yoktan var etmek bambaşka zordu.

 

Sevdiği adam ihanet ettiğinde, her şeyi olan adamı kaybetmişti. İlk zamanlar farkında olmadığı gerçekliklerden biriydi ihanet. Ta ki Hazar Orhon'un zekası tekrar gün yüzüne çıkana kadar. Hazar Orhon, kadının biricik abisi olan Hazar Orhon, ölmüş olmasına rağmen hâlâ ailesini korumaya devam ediyordu.

 

Aile her şey demekti. Kadın işte bu yüzden abisine her şeyim diyordu. Çünkü Hazar demek, kadın için aile demekti.

 

Kararını çoktan vermişti kadın, çıktığı yoldan onu kimse geri döndüremezdi. Yolun sonu uçurumlarla doluydu, uçurumun dibinde mezar vardı; mezarın altında sevdiği adam yatardı. Kapattığı gözlerini açtı, aynadan son kez kendine baktı. Kısacık saçlarını eliyle karıştırıp bir kez daha gücün ne olduğunu, kendine ispatlamak adına omuzlarını dikleştirdi, başını dikleştirdi, bedenini dikleştirdi, bakışlarını dikleştirdi. Aynaya nefretle baktı, kinle baktı. Aynaya en çok, acı ile baktı.

 

Yerden bir buçuk metre yüksekliğinde oval boy aynasından kendini süzdüğünde bakışları karın bölgesinde durdu. Oraya derin derin baktı, bir eli karnının üstünde yer edindiğinde karnını eliyle okşadı. Almış olduğu karar, onun hayatını derinden etkileyecekti. Ondan izin almadan, ona fikrini sormadan kararını uygulayacaktı, çünkü ihanetin affı olmazdı, çünkü ihanet eden yaşamazdı. Bazıları ihanet edeni kalbinde öldürürdü; hiç var olmamış gibi, hiç yaşamamış gibi, hiç sevmemiş gibi ihanet edeni emanet ettiği kalbinin içinde zerre acımadan öldürdü.

 

Bazıları ise koyu gri makyaj masasına uzanırdı, en alt çekmeceyi açardı, en gerideki kutulardan siyah olanını arardı. Kutuyu eliyle koymuş gibi bulur, almak için ona uzanırdı. Eline aldığı kutuyu hiç bekletmeden diğer eliyle kapağını açar ve içinden abisinin hediyesi olan silahı çıkarırdı. Çıkardığı, tabancayı uzun beyaz elbisesinin eteklerini kaldırarak iç çamaşırıyla bacağı arasındaki o bölge sıkıştırırdı. Vakti geldiğinde oradan çıkarır ve ihanet edeni onunla cezalandırırdı.

 

Tıpkı abisinin ona öğrettiği gibi.

Hazar Orhon usulü.

Her zaman tam kalbine nişan alarak.

Ve her seferinde tam on ikiden vurarak...

 

Kadın, hazır olduğunu hissettiğinde daha fazla beklemeye tahammül edemediğinden odadan çıktı. Üzerinde yapmak istediklerinin baskısı vardı; adrenalin duygusu arttıkça gözünün karalığı da artıyordu. Kadın bunu yapabilirdi, yapıp üstüne bir de yaptığına katlanabilirdi.

 

Hızlı adımlarla koridoru geçti; bu evin içinde birlikte çok anı biriktirdiklerinden etrafa bakmamaya özen gösteriyordu. Bakarsa hatırlardı ve hatırlarsa yapamazdı.

 

Koridor boyunca siyah duvarlara asılı olan çerçevelere bakmamaya gayret gösterdi. Çok anı vardı o çerçeveler içinde, çok aşk vardı. Gözleri duygu yoğunluğuyla doldu, gözyaşları gözlerini terk etmek istiyordu, kadın izin vermedi. Çenesini sıktı, yumruklarını sıktı, aşkını avuçlarının arasına almıştı. Tırnaklarını o aşka geçirdi, sapladı ve kanattı, en çok da umursamadı, aşkını hiç umursamadı.

 

Beraber film izleyip vakit geçirdikleri salonda durdu. Sarılıp öpüştükleri kırmızı koltuğa baktı. Anılar bir geldi, bin gitti gözlerinin önünden. Başını iki yana doğru hızlı hızlı salladı, kısacık saçları bu hareketiyle bir o yana bir bu yana uçtu.

 

Bakışları eteğini bir kez daha rüzgar sebebiyle uçuran terasın açık pencere kapısına kaydı. Rüzgar vardı dışarıda, oysa kadının içinde ateş vardı. Kor bir ateş içinde alev aldı. Rüzgar estikçe ateş harlandı. Yanmayan ne kadar yer varsa her yer yandı. Yanmayan yerleri bile aşkının uğruna yandı bitti...Kül oldu...

 

Kül olmak yanmak mıydı? Yanmaktan geriye kalan mıydı? Kül olmak bitmekti. Bitenlerden geriye kalan izlerdi. Kara bir lekeyi temsil etmek için siyah, gidenlerin geri gelmediğini temsil etmek için kara topraktan olma bir avuç toz yığınıydı. Kül olmak yok olmak demek değil, kül olmak bitmek demekti. Arada fark vardı, o farkı sadece kül olanlar anlardı. Yok olanlar kendi derdine yansıdı.

 

Kadın düşünceleri sebebiyle acıyan kalbine elini koydu. Yapabilse söküp çıkaracaktı onu oradan. Yapabilse neler yapacaktı da yapmaya utandı.

 

Adımlarını hızlandırdı, teras kapısından dışarıya çıktı. Kafasını soluna çevirdiğinde kocasının yemek masasında servis açmakla uğraştığını gördü. Yemekleri hep adam yapardı, eli yemek konusunda çok marifetliydi. Bulutların arasında beraber yemek yemeye bayılırlardı, oysa bu son akşam yemeğinden ibaretti.

 

Lerzan, karısının varlığını hissedince onun sandalyesinin üzerine bıraktığı yün hırkayı eline aldı. Gülümseyerek karısına doğru geldiğinde, Hazan o güzel gülümsemenin ağırlığı altında ezildi kaldı. Delicesine bir poyraz esti o anda. Hırkayı kocası ona giydirdiğinde, ısınmak yerine don tuttu. Lerzan, karısının alnından öptü. Bir şeyler söyledi ama Hazan anlamadı ne söylediğini. Sevgi sözleridir diye tahmin etti kadın, her zamanki şeyler olsa gerekti.

 

Karısının küçük beyaz ellerini eli arasına alıp onu masaya doğru yönlendirdi adam. İçinde sakladığı öfkesi neredeydi şimdi? Kadın bilmiyordu. Niye bu kadar zordu anlamadı, kaybedince daha çok sevmekten korktu, kaybetmekten korktu. Kocası sandalyesini çekip onu masaya oturttu. Her akşam yaptığı gibi tabaklara servis açmak için işe koyuldu. Kadın sevdiği adamı izledi durdu. Ağlamadı ama içi kan ağladı.

 

Başını cam parmaklıklardan dışarı doğru çevirdi. Bulutlar etrafı sarıp sarmaladığı için sadece onları izledi. Derken birden bire bulutlar şekil aldı. Kadın kafayı yediğini düşündü. Eli yemek masasının beyaz örtüsünü sımsıkı tuttu. Avuç içinde katladı örtüyü. Dişini sıktı.

 

Abisinin karşısında ne işi vardı...

 

Gülümsemek... Bir insana gülümsemek ne kadar yakışıyorsa Hazar'a gülümsemek o kadar yakışırdı. Yine de dert ile yoğrulmuş o adamı gülümserken görmek imkansızdı.

 

Abisi karşısında durup ona gülümsüyordu. Gözleri doldu. Yaşlar aktı. Dudağını oynattı. Abi diyemedi. Çıkmadı o kelime ağzından. Çıkamadı. Canı öyle bir yandı ki acısı içine oturdu. Acısı kalbine ev sahipliği yaptı. Hazar Orhon hiçbir zaman yanılmadı. Ne bugün'de ne de dünde. Sevmek bazen yetmezdi. Sevmek çoğu zaman yetmezdi. Sevmek iyi gelmezdi. Hazar Orhon bunun en güzel örneğiydi.

 

"Ne oldu sevgilim?" Abisinin gülümseyen yüzü bulutların arasında kayboldu. Kader böyle olunca kadının payına ağlamak düşmüştü. Olan bundan ibaretti.

 

Sevdiği adamın korku dolu yüzüne baktı. Yanında durup eliyle yüzünü avuçladı adam kadının. Endişeliydi. Kadını çok seviyordu adam. Bir şey olacak diye aklı çıkıyordu. Yanından ayrılmayıp sadece yanında tuttuyordu. Kadın dolu dolu gözlerinin arkasından sevdiğine baktı.

 

"Çok şey olmuş ama her şey gizli tutulmuş." Boğuk çıkan sesine rağmen, adam dediklerini duydu. Kaşlarını çattı. Anlayamamak adamı kızdırırdı. Yine de o sevdiğine kızmaya bile dayanamazdı.

 

Adam gülümsedi. Hissetti sanki. Tam da o anladı. Korkardı adam. En çok onu kaybetmekten korkardı. Bugün günlerden o gündü. Adam kadını kaybettiğini anladı.

 

İki aşık o yemek masasında yandı. İki aşık o masada bitti. Kül oldular. Yokluğa değil hiçliğe uçtular...

 

Lerzan olduğu yerden doğrulmadan önce, sevdiğinin dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. İkisinin dudakları titredi birbirine değdiğinde. Olduğu yerden doğrulup masanın karşısında kendisine ait sandalyeye oturdu. Gülümsedi yeniden Hazan'a. Hazan o gülüşün altında ezilmek istemedi. Kafasını eğdi...

 

"Hazan vakti geldi mi sevgilim?" Ahir bahar geleli çok olmuştu. Kadın kafasını kaldırıp gözlerini dikti adama.

 

"Bize sonbaharı getiren sensin..." Adam sertçe yutkundu. Başını önüne eğen şimdi o oldu.

 

"Sevdim... Ben seni çok sevdim..." Başını önünden kaldırmadan konuştu. Kadın kafasını iki yana salladı. Sevmek yetmezdi. Sevgine sahip çıkamadıktan sonra sevmek yetmezdi.

 

"Hazar Orhon dağ gibi adamdı. Kocaman adamdı. Değdi mi Lerzan?" Konuşmadı adam çenesini sıktı. Nefesini tuttu ama konuşamadı.

 

"Abimi benden almaya değdi mi?" İki farklı insana ait iki farklı gözden iki farklı damla düştü o masanın üstüne.

 

"Yapma..." Dayanamadı adam. Gecenin sessizliğini acısının sesiyle bozdu. Kadın adama ilk kez nefretle baktı. Adam o nefreti görmemek için kadına bakamadı.

 

"Sen yaptın. Her şeyimi benden sen aldın." Hıçkırık kaçtı kadının boğazından. Gözlerini sımsıkı kapattı adam. Onu ağlarken duymak bile aldığı nefesi zehir ediyordu. Kaldırdı gözlerini adam yerden. Baktı sevdiğine. En sevdiğine.

 

"Hadi yap... Yapmak istediğin şeyi yap sevgilim." Adam kadınını iyi tanırdı. Yapmak istediğini bilirdi. Bir şeyi yapmak isterse ve yapmak istediği şeyi aklına koyarsa onu çıktığı yoldan kimsenin geri döndüremeyeceğini bilirdi.

 

Hazan kafasını "tamam" anlamında salladı, beyaz eteğin altına gizlediği ölüm makinesini çıkardı. Adam kadının verdiği karar için ona kızgın değildi. O bunu hak ettiğini iyi bilirdi. Bugüne kadar onunla geçirdiği her gün, hiç hak etmediği bir lütuftan ibaretti. Şimdi son nefesini verecekse, onun ellerinden vermeyi sadece bir lütuf olarak görecekti.

 

Lerzan silahı görünce gülümsedi.

 

Hazan kocasının gülümseyişini gördüğünde, yeniden içine yangınlar düştüğünü hissetti. Artık çıktığı yoldan geri dönüş olmadığının bilincindeydi. Silahı elleri titremesine rağmen, kocasına doğrulttu, dişleriyle dudaklarına ağlamamak için kanatırcasına baskı uyguladı. Hayatının geri kalanında zaten yeterince ağlayacaktı, şimdi yapması gereken neyse onu yapmak zorundaydı.

 

"Bana son bir kez beni sevdiğini söyle sevgilim..."

 

Lerzan'ın isteği kadının canını öyle bir yaktı ki, ağlamamak için kendini sıkan kadın, o anda hıçkıra hıçkıra ağladı. Lerzan ise onun tam tersine gülümsüyordu, onun ağladığını gördükçe ağlamak istese de, ağlarsa onu kararından döndürebileceğini bildiğinden gülümsemeye gayret ediyordu.

 

Kadın ağlamasını bastırmak istedi, ona son isteğini vermek istedi, son arzusu onun tarafından sevildiğini duymak olan adama onu sevdiğini söylemek istedi. Bir şey daha söylemek istedi ama yapamadı, kadın adamdan onu gizli tutmak zorundaydı. Adamın bilmeye en çok hakkı olan o şeyi ondan gizli tutmak zorundaydı.

 

"Seni... Çok.... Seviyorum.... Sevgilim..." Adamın duyduğu sözlerle gözleri parıl parıl parladı, bu dünyada hiç kimse onu bu sözler kadar mutlu edemezdi, sevilmek değildi adamın isteği, onun tarafından sevilmekti.

 

Silah tam da o anda patladı...

Silah tam da adamın gülüşünde patladı...

 

Silahın çıkardığı büyük ses kadının kulaklarında çınladı. Silahı elinden fırlatan kadın, sandalyede vurulduktan sonra yere doğru sertçe düşen sevgilisinin bedenine doğru koştu. Gözleri, sevgilisinin henüz daha kapanmamış gözlerine odaklandığında, kafasını kucağına koydu. Eliyle bir saçlarını, bir yüzünü okşayıp ağlayıp durdu. Adam, kadının gözyaşları yüzünden ıslanan suratına, becerebildiği kadarıyla elini uzattı, yüzündeki yaş tanelerini yavaş yavaş sildi, ağzı acı sebebiyle açıktı, burnundan nefes alamıyor, ağzı vesilesiyle son nefeslerini alıyordu.

 

Lerzan sevdiğine son kez seslendi. Hem de seslenişlerin en güzelini seçti. Şiir demek aşk demekti. Sevda demekti. Aşkın ateşinde yanan sevdaya seslenişi sadece ve sadece şiirler gerçekleştirebilirdi.

 

"Leyla ağlayınca, tane tane gözyaşı. Leyla ağlayınca, her bir yanda saf acı. Leyla ağlayınca, yolundu derdimin yarası. O ki bir Leyla'ydı, Mecnun'un sevdası.

 

Zindan değil, zinhar bunun adı eziyet, bin bir cefa çekti sen'de ki o yürek. Zemheri bir kış ayında vurdu toprağa kürek, oluk oluk yaş aktı iri gözünden. O ki Leyla kız yine ağladı, ezelden.

 

Leyla ağladıkça bülbüler sustu. Leyla ağladıkça güller soldu. Leyla ağladıkça sevda ismi lanet buldu. Leyla ağladıkça, zaman o anda durdu."

 

Şair: Hele(i)n Gül

Şiir: Leyla Ağlayınca.

 

Lerzan, sevdiğinin gözünün içine baka baka son sözlerini böylece heba ettiğinde Hazan, sevdiği adamın kapanan gözü ve bir daha almayacağı nefeslerinin yokluğunda ağladıkça ağladı . Kafasını adamın göğsüne yasladı, çığlık çığlığa bağıra çağıra ağladı. Eli adamın göğsünde açtığı ölüm izine değdi, eli böylece kocasının kanına bulandı.

 

Bir silah daha o gece patladı. O gün bir can daha, kalbine yediği kurşun yüzünden hayata gözlerini sonsuza dek kapattı.

 

Ölüm sadece başlangıçtan ibaretti. Atılan son noktanın ardından bir aşk daha yarım kalmış olmanın acısı altında ezildi. Bu hikayeyi ise sadece hikayesi yarım kalanlar anlayabilirdi.

 

 

(Final - Part 2 tamamlandı.)

 

 

Bölüm : 20.12.2024 16:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / FİNAL-PART 2
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

17.55k Okunma

1.54k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...