162. Bölüm

FİNAL-PART 4

HELEN MAVİ
mavimsu_

 

🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭

 

Arem ve benim için durum daha ne kadar kötüleşecekti, daha ne kadar olaylar bizim nezdimizde kötüye doğru yol alacaktı? Artık bu kadarının haksızlık olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bu kadarı yüktü, güçlü olmasını umut ettiğim adımlarımı yere sağlam basmaya gayret ederek Arem'in yanına doğru atmıştım. Telefonunu hızla tekrar cebine koyduğunda kaşlarımı çattım. Benden gizleyecek miydi? Hayır, buna asla izin vermeyecektim.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Bakışlarını benden kaçırdığında kaşlarım mümkünmüş gibi daha fazla çatıldı. Ona bakmayı sürdürdüğümde benim dışımda her yere bakar oldu. İkimizin arasında dönüp duran mevzu olduğundan diğerleri bizi sadece uzaktan izliyordu.

 

"Lütfen öyle bakmayı kes, tanrıça."

 

Benim dışımda her yere baktığı hâlde nasıl olurdu da ona nasıl baktığımı görürdü, fikrim yoktu. Yine de bakışlarımı zerre değiştirmeden aynı soğukkanlılıkla ona bakmayı devam ettirmiştim.

 

"Bana ne olduğunu göster."

 

Kafasını iki yana doğru hayır anlamında salladığında, kollarımı önümde birleştirip gözlerimi ondan ayırmadan tekrar konuştum.

 

"Veliaht, eğer bir şey bilmeye hakkım varsa, onu benden gizleme."

 

Gözleri yanına geldiğim andan beri ilk kez beni bulduğunda, bakışlarında merhamet vardı. Nedensizce gelen merhametinin sebebi neydi, bilemiyordum. Bilinmezlik daha fazla merak etmeme neden oluyordu.

 

"Canın yanar..."

 

Burukça tebessüm etmiştim. Ellerimi çözüp sevgilimin ellerini ellerim arasına almıştım.

 

"Daha ne kadar yanabilir ki? Arem, merak etme, sen yanımda olduğun sürece ben güçlüyümdür."

 

Sözlerim kulaklarına nüfuz ettiğinde, sertçe yutkundu. Ona karşı sevgimi ne zaman belli etsem, karşımda her zaman sevgiye muhtaç küçük bir erkek çocuğu olurdu. Şimdi yine o tarafı gün yüzüne çıkmıştı. Bakışları, 'seni seviyorum' diyen küçük bir erkek çocuğundan farksız değildi.

 

"Eğer tanrıça, eğer sana göreceklerin, ben yanında olsam bile canını çok yakar dersem, geriye adım atmaz mısın? Söylesene tanrıça, geriye adım atsan olmaz mı, canın yanmasa olmaz mı?"

 

Ellerimi ellerini bırakıp yavaş yavaş yüzüne doğru tırmanmıştı. Avuçlarım arasına yüzünü aldığımda, sol elimin baş parmağıyla sol göz altına yavaş yavaş okşamıştım. Sol yanağını sol elimin avuç içine bastırıp kafasını yan yatırarak bana masum masum bakmaya devam etmişti.

 

"Canım yanarsa, canın yanar öyle değil mi?" Kısık tonda konuştuğumda, aynı tonda konuşarak karşılık verdi.

 

"Çok yanar..."

 

Bir kez daha burukça gülümsemiştim. Gülüşüm onu da güldürmeye yetmişti. Etrafımızdaki kimseyi umursamadan, mekanı umursamadan, bir yeri umursamadan, zamanı umursamadan sadece ikimiz varmışçasına yaşamaya devam eder olmuştuk.

 

"Hera olmak güzel, ama Veliaht'ın Tanrıçası olmak her şey kadar güzel."

 

Sözlerim üzerine beni kendine çekip dudaklarıma yapıştığında, ona karşılık vermem çok kısa zaman içerisinde gerçekleşmişti. Dudaklarına ruhumu borçluydum. Benliğimi borçluydum. Öpüşü sert değildi, öpüşü yumuşaktı. Kırmadan, incitmeden öperdi. Hep böyle öperdi bana sert davranmaya dayanamaz, hep sanki yaralarımdan öpüyormuş gibi yumuşak yumuşak öperdi.

 

Ne kadar süre böyle devam etti, ne kadar süre birbirimizin dudaklarında kaybolduk, habersizdim. Benden ayrıldığında, ancak kendime gelebilmiştim. Eğer o kendini geri çekmeseydi, muhtemelen ben kendimi asla geri çekmeyecektim. Benden uzaklaştığında, bana tebessüm ederek bakıp, cebine sakladığı telefonu çıkarmıştı. Derin nefes alıp verdiğinde, aslında verdiği kararıyla an itibarıyla yüzleştiğinin farkındaydım. Kararından caymasın diye uzattığı telefonu elinden hızla kapıp almıştım.

 

Telefonu açtığımda, ekran zaten bir video kaydının üzerinde durmuştu. Videoyu henüz başlatmasam da videonun kapağındaki yüz oldukça tanıdık birine aitti. Bu yüzü nerede görmüş olursam olayım, ne zaman görmüş olursam olayım, tanırdım.

 

Şayet koskoca Attila Tuğrul Türkeş'i tanımamak, onun kızına yakışmazdı.

 

Parmaklarım, benden bağımsız olarak hareket edip telefonun üzerine dokunduğunda video kaydı böylece başlamış oldu. O andan sonra aslında Arem'in neden canımın yanacağını söyleyip, bunun için endişe ettiğini daha iyi anlamıştım.

 

2023 yıllı...

Günlerden Attilâ Tuğrul Türkeş...

O hâlde vatan sağolsun, kardeş...

İlahi Bakış Açısı...

 

Adam son derece endişeliydi. Tüm endişesinin sebebi kızızydı. Plan üstüne plan yapmıştı. Oyun üstüne oyun oynamıştı. Türkiye'de işler yolunda gitmiyordu. Kızını veliahtlara emanet etmiş olsa da o gözünün önünde olmadığı sürece bir şeyler daima eksik kalmış olacaktı.

 

Biyolojik babası yüzünden akraba olduğuna bin lanet okuduğu kardeşi Arzem Türkiye'deydi. Adam onun yaşadığını biliyordu. Hiçbir zaman öldüğüne inanmamıştı, herkes onu ikna etmeye çalışsa bile o böyle bir psikopatın böylesine rahat şekilde ölmeyeceğini iyi bilirdi.

 

Evin içinde nefes almak çok güçtü. Kızı şimdilik güvendeydi. Veliahtlar ona gözü gibi bakardı. O çocukları iyi tanırdı Attila; her biri vatansever birer delikanlıydı. Hedeflerine giden yolda ilk öncelikleri daima kendi ülkelerinin çıkarları olurdu. Onların zekasına da güçlerine de güvenirdi adam. Şimdi kızı onlarla beraber İtalya'ya gitmişti. Ya varmışlardı İtalya'ya ya da az kalmıştı varmalarına.

 

Adamın içi acıyordu. Biricik kızıydı Hera. Ona yalan söylemeyi kendine yediremiyordu. Canı acıyordu, kızından bir şeyler gizliyor olmayı kendine hiç yakıştıramıyordu.

Evin her yerinde kızının hatıraları vardı. Çok konuşurdu kızı; evin her yerinde onun sesi var gibiydi, ama kızı yok gibiydi. Oldukça uzun süre olacak gibi de değildi.

 

Endişe duygusu ilmek ilmek işliyordu varlığını adamın içine. Arzem geldiyse onun kızı için gelmişti. Hastalıklı derecede Attila'ya takıntılıydı Arzem. Hiçbir şey olmadığı hâlde kendini sürekli Attilâ ile kıyaslamıştı; aşağılık kompleksi yüzünden Attila'ya takıntılı kalmıştı. Onu devamlı olarak kıskanmıştı; ailesini kıskanmış, annesi ve babasını öldürmüştü. Kız kardeşine aşık olmuş, onu bile Attila'dan almıştı.

 

Yıllar geçmiş, Attila büyümüş, güçlenmiş ve Gül adında mükemmel bir kadını tanımıştı. Attila, zor biri olduğunu düşünürdü, Gül'ü görene kadar. O kadın, onun kadınıydı, ve onun kadını delinin tekiydi; asi ve dikenliydi. Attila, ona vurulmuştu, çünkü Attila, Gül'ün güzelliğine değil, dikenin acısına vurulmuştu. Sonra bir kızları olmuştu. Dostu Dündar emanet etmişti bebeği onlara. Henüz yeni evlilerdi anne ve baba olduklarında.

 

Öz kızları olmaması neyi değiştirirdi? Gül Türkeş kocasına hep, "Benim kızım asker olmak zorunda değil, ama bir asker gibi dik duracak" derdi. "Öyle güçlü, öyle zeki olacak ki, insan olmaması kimsenin umrunda olmayacak; o tüm insanlığın saygısını gücüyle kazanacak," derdi. Ve sonra eklerdi, "Çünkü o benim kızım."

 

Arzem olacak, o hastalıklı adam bu mutlu aile tablosuna çok fazla tahammül edememişti. Henüz Hera daha iki yaşındayken koparmıştı annesini hayattan.

 

Attila derin derin nefes alıp veriyordu. Arzem'den annesini koruyamamıştı. Babasını koruyamamıştı, kız kardeşini koruyamamıştı, karısını koruyamamıştı; ve şimdi sıra kızındaydı. Eğer onu da koruyamazsa, ölürdü.

 

Sabaha kadar uyuyamamıştı, sabaha kadar düşünmüştü. Büyük oyun oynuyordu. Kızını ondan saklarsa, sadece düşmanını eğlendirirdi. Attila zeki adamdı, her şeyi düşünmüştü. Eğriyi doğruyla çarpmıştı; bir değil, bin çıkış yolu aramıştı, bulamamıştı.

 

Kızını düşmandan saklarsa değil, kızını onun avcunun içine bırakırsa koruyabilirdi.

 

Kaç insan böyle bir oyun oynamaya cesaret ederdi, kimin aklına böyle bir oyun gelirdi? Tabii ki hiçbir şeyi kalmayanın oynayacağı bir oyundu; her şeyini kaybeden bir adam, her şeyini kaybetmek istemediğinden hayatını bu oyuna yönlendirmişti. Hem de karanlığın içine doğru yönlendirmişti.

 

Kamburlaşmıştı adam, salondaki koltuğa oturmuş, ellerini dizlerinin üstüne koymuştu. Başı avuç içine yaslıydı, zaman her şeyin ilacı mıydı? Öyleyse adam, geçip giden onca zamana rağmen niye iyileşmiş gibi hissetmiyordu?

 

Derin nefes alıp verdi. Kızının fotoğrafı masanın üstünde duruyordu, saatlerce izlemişti, saatlerce bakmıştı.

 

Onun bir insan olmadığı için duygusuz biri olacağını söyleyenlere çok kızardı. Birçoğunu öldürmek isterdi; gözü dönerse bunu kızına laf söyleyen herkesi yok ederek düzeltirdi.

 

Kızı insan değildi, fakat o insandı. O çok konuşmazdı, kızı ise hiç susmazdı. Bunlar dışında kızı, onun aynısıydı; sertti Hera, dobraydı, sinirliydi ve öfkeli olmak için bir sebep aramazdı. Yapı olarak gücünü öfkesinden alırdı, kızı ne kadar insansa, o kadar insandı. Eğer kızı insan sayılmıyorsa, kendini insan olarak görmezdi.

 

Her şey bittiğinde, kızını alıp tatil yapacakları günü iple çekiyordu adam. Hep baba kız bir şeyler yapmak isterdi Hera, ama Attila her seferinde karşı çıkardı. Başlarında duran belâdan kurtulunca artık her şey bitecek, ve kızı ne isterse onu yapacaktı.

 

Tatil anlarını düşününce gülümsedi adam; gülümseyişini kızından yıllarca eksik ettiğini hatırlayınca yüzü eski halini geri aldı. Aslında kızına çok haksızlık etmişti. Kızı ondan sevgi beklerken, o bunun dışında her şeyi yapmıştı. Eğer ondan uzak durursa ve bir gün ölürse, kızının canı az yanar sanmıştı; ne kadar az anı, o kadar az acı sanmıştı. Çünkü adamın canı buradan yanmıştı, o sevmişti, ama çok sevmişti; çok fazla anı biriktirip kaybedince ölecek gibi olmuştu.

 

Oysa adamın atladığı konu, biriyle az anılara sahip olmanın daha çok can acısına neden olacağı gerçeğiydi. Yaşanmamışlıklar ve yaşansaydı güzel olabilecek her şey, çok daha fazla yakardı.

 

Acı gerçeklik, adamın canını bir kez daha en derinden acıtığında gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Kısa süre sonra çalan zil sesi, adamı kendine getirmişti. Gözlerini tekrar açtığında hızla yerinden doğrulmuştu. Birini beklemiyordu; birini beklemediği için belinde duran tabancasının varlığını yoklamıştı. Onu olduğu yerden çıkarıp aldığında emniyetini açmıştı.

 

Bastonu yanında yoktu. Topallamak artık onun hayatının bir parçası olmuştu. Yürümekte zorlanıyor olsa da korkusuz ve kendinden emin adımlarla kapıya ilerlemişti. Her şeye rağmen adımlarında asalet vardı. Uzun boylu, dağ gibi adamdı Attila Tuğrul Türkeş. Korktuğu görülmemişti. Dağda yaptığı temizliklerle vatanına katkısı çoktu. Hakkı ödenmezdi. Hakkı yenen herkes kadar hakkı ödenmezdi.

 

Kapıya vardığında delikten gördüğü kişiyle şaşırdı. Kapının arkasında duran çocuğu tanıdı; kızının arkadaşlarından biriydi. Adamın hafızası güçlüydü.

 

Kızı bu çocuk için öldü demişti, hatıralar aklına gelince kaşlarını çatmıştı. Kapıyı açmadan önce anılar zihninde canlandı. Afra'yı hatırlamıştı; sarı saçlı kız, bu çocuk öldüğünde aylarca kendine gelememişti.

 

Bir şeyler ters gidiyordu, adam hissediyordu. Şüphe duygusu içinde yer edindiğinde, kapıyı hızla açıp silahını karşısındaki çocuğa doğrultmuştu. Esmer, uzun ve ince çocuk sertçe yutkunup kafasındaki kapşonunu çıkarmıştı.

 

"Attila amca, benim Hera'nın arkadaşı Ali."

 

Attila, Ali'yi şüpheyle baştan aşağı incelemişti. Gözleri çocuğun gözlerini bulduğunda konuşmuştu.

 

"Yanlış. Sen kızımın arkadaşı değilsin. Sen kızımın ölen arkadaşısın."

 

Ali bir kez daha sertçe yutkundu. Attila, kolay lokma değildi; sağlam biriydi, zekiydi.

 

"Evet, zaten bu yüzden geldim. Konuşmam lazım Hera'yla, o burada mı?"

 

Attila, silahını indirmeden soğuk soğuk çocuğu izlemeye devam etti.

 

"Yok."

 

Kısa ve netti. Dilinde şimdi "Defol git" demekti bu.

 

"Ne zaman gelir peki?"

 

Attila, çocukta kötü şeyler seziyordu, mesleği gereği olsun karakteri gereği olsun şüpheci biriydi. Karşısında duran çocuk söz konusu olduğunda hiç şüpheci olmasa bile ondan şüphe uyandırmasına neden olurdu.

 

"Canı ne zaman isterse."

 

Çocuğun gitmeyeceğini anladığında nezaket kurallarını umursamadığı için geri adım atıp kapıyı çocuğun suratına kapatacakken gözü bir şeye takılmıştı; orada durdu, adam.

 

Çocuğun kapşonunun ön kısmında bir insanın kolay kolay fark edemeyeceği bir şey vardı: gizli kamera. Bir insan fark edemezdi, lakin bir asker fark edebilirdi. Askerler insan değildi; şayet bir askeri sıradan bir insan ile bir tutmak, askere haksızlık olurdu.

 

"Söylesene evlat, o kamera niye?" Ali, kapının yüzüne kapanacağı için endişeliyken, şimdi deşifre olduğu için endişe etmişti; yüzü renkten renge girerken Attila son derece sakin bir şekilde duruyordu, yüzünden mimik okunmuyordu.

 

"Hera tehlikede." Ali, aklına gelen ilk şeyi dile getirmişti. Attila, ilk kez o an tepki verdi. Ali'nin beklentisinin aksine gülerek karşılık verdi.

 

"Hayır! Hera güvende." Veliahtlar varsa, kızı güvendedir. Attila bunu iyi bilecek kadar o çocukları tanırdı.

 

Ali korkuyla geri adım attığında, Attila silahını tekrar doğrultmuştu ona. Kendi ayağıyla gelen, kendi eceliyle ölemezdi. "hareket etme!" Ali, hareket etmeyi bırakmak yerine geri geri yürümeye devam ettiğinde, bir silah patlamıştı. O anda şimşek çakar gibi, yıldırım düşer gibi bir silah sesi duyulmuştu. Oysa ses Attila'nın silahına ait değildi...

 

Dizlerinin üzerine sertçe düştü adam. Sırtından yemişti kurşunu...

 

Evinin arka kapısından içeri girmişti Arzem. Ali, abisini oyalarken o içeri girmişti. Amacı Hera denen o kızı öldürmekti. Kime kısmet, kime niyet.

 

Diz çökmüş asker bedenini dik tutmaya çalıştı. Yakışmazdı. Askere diz çökmek yakışmazdı.

 

"Ayağıya kalk lan!" dedi Attila kendi kendine, kalkamadı. Kalkmak bir yana dursun, dağ gibi adam olduğu yere yüz üstü yığıldı.

 

Gözleri açıktı. Henüz direnmeyi bırakmamıştı...

 

Arzem, abisinin önünde eğildi. Abisinin gözünün içine ondan iğrenircesine baktı. Attila utandı. Aynı adama defalarca kez yenildiği için, kendinden ölürken bile utandı. Oysa yüzünde acı çektiğine dair iz bile yoktu.

 

"Kaybettin. Bir kez daha." Arzem, abisine bakıp sırıtarak konuştuğunda, Attila'nın ağzından tek bir söz çıktı.

 

"Eşhedü enla ilahe illallah-" Arzem bittirmesine izin vermedi. Elinde duran silahı abisinin kafasına doğrultup tereddüt etmeden ikinci kez sıktı.

 

Hera ve Attila'nın evinin içine kan doldu. Kan koktu her yer. Attila, kafasına yediği kurşun sebebiyle o gün, o anda orada böylece şehit düştü.

 

İyi uykular ASKER...

İyi uykular PEDER...

 

*

 

Video bitmişti! Hayır, hayır, hayır! Biten bendim. Neden böyle olmuştu? Neden bu kadar acımıştı? Neden, lan, neden dünyanın tüm dertleri bana mı yüklenmişti?

 

Ağlamak iyi miydi? Ağlıyor olmam, iyi olduğuma işaret miydi? Gözlerim yerinden çıksındı arkamdan deli desinlerdi, kör desinlerdi ama babası için tek damla gözyaşı dökmedi demesinlerdi.

 

Dayanamıyordum artık. Tamam, değildim insan. Değildim insan falan ama yazıktı be, yemin ederim bana çok yazıktı.

 

Dünya yalan dünyaydı, yaşamak boştu, ölmek bu kadar kolay mıydı? Elimi attığım her yer yanıyordu. Telefonu tutan elim yanıyordu, attım telefonu yere, kırdım, bin parça yaptım. Onu bana benzettim, benim gibi parça parça ettim. Elim ne hikmetse saçıma gitti, her iki elim saçımı tel tel değil, avuç avuç yoldu.

 

Bağır Hera, saçını yol Hera, kır lan kafayı, yık lan ortalığı, Hera acıyor! Ulan, çok acıyor be! Hera çok pis canımız acıyor...

 

Birileri tutmaya çalıştı, ben yolmaya devam ettim. Babam okşasın diye uzattığım saçları avuç avuç yoldum. Bir ah çıktı ağzımdan. Ben var ya, ben orada bir ağladım, bin bağırdım.

 

Saçlarımı mı benden kurtarmaya çalıştılar, yoksa beni mi ondan bilemiyordum. Bağırıp çağırıp saçımı yoluyordum. Şu dünyanın gam yükünü çeken var mı benim gibi? Saçlarını tutam, tutam yolan var mı benim gibi?

 

"Babaaaa..." Benim en büyük haykırışım sen oldun, be adam.

 

"Babaaaammm!!" Biz neden böyle olduk, söylesene. Neden yaktılar bizi, ne istediler bizden? Benim senden başka kimsem yoktu, baba. Beni durdurmaya çalışıyorlar, ben delirdim, senin deli kızın kafayı yedi sonunda.

 

Ne yapayım şimdi ben? Nereye gideyim, hangi birine öleyim, hangi birine yanayım?

 

Dayanamayıp kapattayım mı gözlerimi baba? Sana özenip ondan kapattım diyeyim mi?

 

Ha bir de, baba! Vatan sağ olsun... O hep sağ olsun, ama sana var ya çok pis yazık oldu, baba. Bize var ya çok pis yazık ettiler, baba. Kimsenin sesini duyamıyorum, baba, sadece bağırıyorlar. Ellerimi sıkı sıkı tuttular, bırakmıyorlar, saçımı yolmama da karşı bu dünya.

 

Seni seviyorum baba. Ben sanırım dayanamıyorum. Uyumak istiyorum, ağlamaktan kızaran gözlerimle yolunu gözlüyorum.

 

Baba, rüyama gelsen olur mu? Burada vedalaşamadık. Orada sıkı sıkı sarılsak, olur mu?

 

Ah, baba, ah! Yaktın, baba...

 

Sen kızını yaktın, kül ettin baba...

 

Oysa son yaklaştıkça başlangıçlar anlamsız oluyordu...

 

 

 

(Final - Part 4 tamamlandı.)

 

 

Bölüm : 20.12.2024 17:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / FİNAL-PART 4
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

19.16k Okunma

1.58k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...