165. Bölüm

FİNAL-PART 7

HELEN MAVİ
mavimsu_

 

 

 

 

🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭🎭

 

 

 

 

 

"Daha hızlı gelmelerini söyle şunlara," Evren'in, Erdem'e yönelik sert sesini duymak, gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Dudaklarım, üzerimize yağan benzin sebebiyle ıslaktı. Saçlarım da ıslaktı. Çok geçmeden fıskiyeler benzin yağdırmayı bıraktı; içeride az da olsa küçük benzin birikintileri oluşmuştu, camın iç tarafında olan her yer bu ıslaklıktan nasibini almıştı.

 

 

 

 

 

"Helikopterle geliyorlar ve sadece bu bile 20 dakika sürer," Erdem konuştuğunda payıma sadece susmak düştü. Bir şeyler yolunda değildi, son kez güzeller güzeli kızıma bakıp kafamı onun olduğu yerden kaldırdım. Bakışlarım dikleştiğinde, bedenimde bakışlarımla beraber dikleşti. Adımlarım beni sevgilimin yanına götürdüğünde, onun sırılsıklam olmuş saçlarına gülümseyerek baktım.

 

 

 

 

 

İkimiz de gitme vaktinin geldiğini biliyorduk, bunun için üzgün müydük? Geride bıraktıklarımız söz konusu olduğunda tabii ki üzgündük, fakat o da ben de yorgunduk. Ruhen o kadar yorulmuştuk ki bedenimiz zaten varlığımızı taşıyamayacak kadar ağır yara izleriyle kaplıydı. Gitme vakti geldiyse gidecektik.

 

 

 

 

 

Tam karşısında durduğumda ellerimi ona uzattım. Ellerimi sımsıkı tutup benzinle ıslanan ellerimi umursamadan avuç içime öpücükler kondurdu. "Evlenelim mi?" diye sordum. İlk başta ne dediğimi anlamadığından bakışları beni anlamaya çalışır gibi sorgularcasına olmuştu. Çok kısa süre sonra sorduğum sorudaki derin anlamı bütünüyle kavradığında, bana kalbimi her gördüğümde dört nala koşturan o gülüşünü bahşetti.

 

 

 

 

 

"Evlenelim, tanrıça," kızımızın 1. yaş gününden sonra evlenecektik. En azından beni sonunda ikna etmeyi başarmıştı, hazırlıklar neredeyse tamamlanmak üzereydi. Gelinlik giymediğim için mutluydum. Muhtemelen aylarca üzerinde durduğum o gelinliğin benzinle kaplandığını görürsem oturup ağlardım.

 

 

 

 

 

Hani olur ya, canınız çok yandığı için değil kaldırımda yürürken tökezleyip düştüğünüz için saatlerce ağlardı insan, öyle bir şeydi. Benimki de öylesine bir şeydi.

 

 

 

 

 

"Abi, yapmayın, gözünüzü seveyim ya," Kansu cama doğru yumruk attığında sesi acının her tonuna hakimdi. Yumruğu camı kırıp parçalamak ve bizi içeriden almak istercesine sertti. Onlara dönüp baktığımda her birinin dağılmış olduğunu gördüm.

 

 

 

 

 

Dağılmak, bizim hikayemizi en güzel şekilde özetleyen kelimeydi. Parçalarımıza dağılmıştık. Acılarca dağılmıştık. Ölümlere ayrılmış hayatlarca dağılmıştık. Biz bize iyi gelmiştik ama bizi bizden koparıp dağıtmışlardı.

 

 

 

 

 

Nasipsizdik. Hava soğuktu, belki de ondan nasipsizdik. Aklıma başka bir şey gelmiyordu. Böylesine bahtsız olmak için başka şeyler olması gerekiyordu. Ben ise durumu hava şartlarına bağlıyordum.

 

 

 

 

 

Ruhu yaralı çocuklara soğuk etki edecek miydi sanki?

 

 

 

 

 

"Hadi ama beyler, evlenmeyelim mi?" Gülümseyerek konuştuğumda gözümden bir damla yaş kaydı, lakin yüzümün benzin ile ıslanan tarafı, yaralı tarafımın izi olan o yaş tanesini gizledi. Kimse fark edemedi. Her biri gülüşüm ile beraber dağıldı. Yara aldı, öldü ama yaşamaya devam etti.

 

 

 

 

 

"Böyle değil, Hera... Böyle değil," Batı'nın sesini duyduğumda dönüp ona bakamadım. Ağzından kaçan hıçkırık, o acı dolu haykırışı bile ona bakmaya dayanamayacağımın işaretiydi.

 

 

 

 

 

"Kurşun işlemez mi lan buna? Elimde ne varsa boşaltırım içeriye. Doğu, bir şey söyle. Lan, biriniz bir şey söyleyin. Oğlum, böyle veda mı olur? Vedanın da adabı var lan, böyle son mu olur?" Mert nefes almadan konuşup Doğu'yu sarsıp kendine getirmeye çalışıyordu. Doğu, kesinlikle kendinde değildi.

 

 

 

 

 

Başımı Arem'in göğsüne yasladım, oraya saklandım, dayanamadım ben de ağladım. Çok canları yanıyordu, bizim canımız yanıyordu, ortalık yangın yeriydi, ne geldiyse başımıza hep o ateşten gelmişti. "Abi, kırılmaz. Kırılması mümkün değil abi. Abi, biz bittik abi. Bittirdiler bizi." Doğu, dizlerinin üzerine çöküp ağladığında yanına koşmak, sarılmak, onun yanında olmak istedim, aramızda cam vardı, gidemedim. Ne kadar ağırmış meğer gidememek, ne kadar büyük yükmüş.

 

 

 

 

 

Arem beni kendine çekip iyice sarıldığında bedenimi ona iyice bastırdım. Titriyordu. Arem çok konuşmazdı, hep sussardı, canı yanardı ama canım yanıyor demezdi, sadece titrerdi...

 

 

 

 

 

Üst üste kurşun sesi duyduğumda kafamı Arem'in göğsünden kaldırdım. Erdem cama üst üste ateş ediyordu. Cama şarjör boşaltığında Evren tutmuştu onu. Camı kontrol etmiştim, değişen hiçbir şey olmamıştı. Ne cammış ama, öyle değil mi? Ne kırılıyor ne de bükülüyordu, ama ve lakin yakıyordu... Öyle de kaliteliydi...

 

 

 

 

 

"Oğlum gidicek misiniz yani?" Kansu cama elini yaslamıştı. Onun dolu dolu gözlerini görünce dayanamamıştım. Kızım silah sesine uyanmıştı. Onun çığlığı eşliğinde Kansu'ya doğru adımlamıştım. Cama yasladığı elinin üstüne elimi koymuştum. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Camın arkasından sesler boğuk geliyordu. Yüzler buğuluydu, yine de camın içinde de dışında da acı aynıydı. Acı bize hep aynıydı.

 

 

 

 

 

Kafamla kızımı işaret etmiştim ona. "Sana emanet..."

 

 

 

 

 

Kafasını hızla iki yana doğru sallamıştı. Avuç içini yasladığı yere elini yumruk yapıp tekrar vurmuştu. "Ne anlarım kızım ben çocuk bakmaktan. Gel kendi çocuğuna kendin bak." Kızmışa benziyordu.

 

 

 

 

 

Gülmüştüm. Ben gülünce o ağlamıştı. "Narsist veliaht." Kafasını sallamıştı, yapma der gibiydi. Yapan ben değildim ki...

 

 

 

 

 

"Seni seviyorum..." Sözlerimi duyar duymaz kafasını eli gibi cama yaslamıştı. Gözlerini kapatmış öylece duruyordu. Bir insanın gözü kapalıyken ağlayabileceğini ben Kansu'dan öğrenmiştim.

 

 

 

 

 

Onu orada bırakmazsam devam edemeyeceğimi biliyordum. Gözlerim içlerinden birinde durmuştu. Mert ile göz göze geldiğimde, onun zaten ağlamamak için dişini sıktığını gördüm. Göz göze gelince hızla yanıma geldi. "Hadi bir şey söyle güzelim. Hadi çalıştır aklını çık buradan. Bak kızın çok ağlıyor. Hadi gel kızını al."

 

 

 

 

 

Kafamı yavaş yavaş hayır anlamında iki yana doğru sallamıştım. "O artık benim değil, senin kızın..."

 

 

 

 

 

Kafasını hızlı hızlı salladı. Kurduğum cümlenin ağırlığı altında ezildi, un ufak oldu, yutkunamadı, öyle bir hal aldı ki, yanacak olan bendim, ama yanan o oldu. "Yapma... Yalvarıyorum yapma..." Oysa yapan ben değilim diye zaten demiştim. Ben gidendim. Gidenler sadece giderdi. Yapmak onların işi değildi. Eh, bizim hikayemiz de yağmur gibi yağmıştı başımıza taşlar. Birileri ezilmiş, birileri hayata kalmıştı. Ya da birileri gitmiş birileri kalmıştı.

 

 

 

 

 

"Onun anne ve babaya ihtiyacı var. Kızımın annesi Afra'dan başka kimse olamaz. Babası da sen olur musun abi?" O an için Mert elini hızla kalbine götürmüştü. Ağzı şokla açılmıştı. Ona abi diyeceğim günü sabırsızlıkla bekliyordu. O gün bugün olmuştu. Bugün her şey olmuştu. Ne olduysa bize tam da bugün olmuştu.

 

 

 

 

 

"Olurum abim...Olurum, güzel kardeşim." Gider ayak abim de olmuştu. Benden şanslısı yoktu artık...

 

 

 

 

 

"Çirkin cadı, hadi bir şey söyle, bir şey söyle de çıkarayım seni şuradan," Erdem birden görüş açıma girdiğinde onu sakinleştirmek istedim, elimi uzattım da tutamadım.

 

 

 

 

 

Derin nefes alıp verdim; içerideki benzinin ağır kokusu midemi bulandırıyordu artık. "Seni tanımak güzeldi, puşt." Hızlı hızlı konuşup camı nasıl kıracağını düşünürken aniden durdu, öylece durdu, sustu, sustu ve sonra tekrar konuştu.

 

 

 

 

 

"Siz de mi çirkin cadı, siz de mi?" Biz de evet, biz de gidecektik. Ve sizi birbirinize emanet ederek gidecektik. Bize ve size yakışan neyse onu yapacaktık.

 

 

 

 

 

"Böyle olsun istemezdim." Ben konuşmayınca Erdem tekrar konuşmuştu. O konuşunca Mert sesli ağlamaya başlamıştı. Ben ise ağlamamak için direniyordum.

 

 

 

 

 

"Hazar gitti zaten, şimdi sıra siz de öyle mi?" Evren varlığını belli edince ona gülümseyerek baktım. Gülüşümü görünce göz kırpıp gülümsedi.

 

 

 

 

 

"Hazar ölmeden önce bana bir şey söylemişti," Arem yanıma geldiğinde o günü yeniden hatırlamıştım. Elimi tuttunca Hazar Orhon ve onun geleceği gören yanına bir kez daha değil, son kez daha hayret ederek şaşırmıştım.

 

 

 

 

 

"Ne söyledi, tanrıça?" Arem başımın üstüne öpücük koyunca hastane odasında hepimize veda eden Hazar'la son olarak kalan anımı anlatmıştım.

 

 

 

 

 

"Bize Gülpembe ile ilgili gördüğü rüyasını anlatıp beni bekliyor demişti ya, hani." Herkes devam etmem için bana baktığında tekrar konuşmuştum.

 

 

 

 

 

"Yanına gittiğimde bana o rüyanın devamını anlattı." Arem'e sarıldığımda o da bana sımsıkı sarılmıştı.

 

 

 

 

 

"Ağzını oynatığında kısık sesinden dolayı söylediği şeyi tam olarak anlayamadığım için kulağımı ona doğru yaklaştırmıştım. 'Rüyanın sonu kabus oldu, bücür...' Dediğinde ne söylemek istediğini o zaman anlayamadım." Oysa şimdi hiç kimse Hazar Orhon'un ne dediğini benden iyi anlayamazdı.

 

 

 

 

 

"Cam kafeslerden uzak dur, bücür. Ateş yakar, kül eder. Üzerine yağmur yağsa bile ateş sönmez, dedi. Son cümlesi ise şu oldu:

 

 

 

 

Çünkü bazen bazı yağmurlar, ateşi söndürmeye yetecek güçte değildir."

 

 

 

 

 

Haklıydı Hazar... Etrafıma dönüp baktığımda hepsinin başının önüne eğik olduğunu görmüştüm.

 

 

 

 

 

Çünkü bazen bazı adamlar acı çektiğinde boyunlarını bükerdi.

 

 

 

 

 

Hepsi ile iyi, kötü, acı, tatlı anılarım olmuştu. Her biri canımın bir parçasıydı, her biri benimdi, ben de onlarındım. Biz birbirimize aittik, hiçbir ayrılık bizi bitiremezdi, biz birbirimiz de daima var olacaktık, birbirimizi o kadar çok sevecektik ki, birileri bizi unutsa bile, biz birbirimizi unutmayacaktık.

 

 

 

 

 

"Doğu ve Batı, buraya gelin artık." En arkada durmuş iki oğluma seslendiğimde omuz silkmişti, ikisi de. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu, ikisinin de.

 

 

 

 

 

"Hadi ama, kıracak mısınız beni?" Onları bırakacağım için tripliydiler, ama beni kırma ihtimaline katlanamadıklarından hızla harekete geçip yanımıza gelmişlerdi. Camın gerisinde durduklarında konuşmuştum.

 

 

 

 

 

"Sizden bir şey isteyebilir miyim?" Doğu bana bakıp kaş çatmıştı.

 

 

 

 

 

"Canımı iste vereyim." Gülmüştüm, ben onun sadece sağlığını isterdim.

 

 

 

 

 

"Nikah memuru olur musunuz? Arem ile evlenmek istiyoruz da..."

 

 

 

 

 

Hepsi birbirine baktı. Önce yutkundular, hayatı sorguladılar ve ölümü yadırgadılar. Sonra fark ettiler, bunun onlardan istediğim son şey olduğunu fark ettiler. Gözler kapandı, yumruklar sıkıldı ve peşi sıra her biri bir gülüş bahşetti gözlerimin önüne. Bu bir kabullenişti; yenilmek ve yenilgiyi kabul etmek arasında fark vardı. Yenildiğin zaman oyun biterdi, yenilgiyi kabul ettiğin zaman oyun bir daha başlamamak üzere biterdi.

 

 

 

 

 

İnsanlık hayatı boyunca daima oyunlar oynadı kendinden olanlara. Bir kısım acınacak haldeyken, bir kısım hiç acımadı onlara. Savaşlar, bundan sebep ortaya çıktı, isyanların ardı arkası kesilmedi. Kimisi yok oldu, kimisi yok etti. Fakat birileri daima birilerinin uğruna yok olup gitti.

 

 

 

 

 

Söylenen her şeye kulak asmamak gerekiyordu. Bazen öleceğini bilsen bile gülümseyebilirdin, ya da öleceklerini bilsen bile gülebilirdin.

 

 

 

 

 

"Sevgili Hanımefendi, adınız ve soyadınızı söyler misiniz lütfen?" Batı gözünden kayan bir damla yaşı elinin tersiyle silip gülüşünü bozmadan bana yönelik konuştuğunda Arem, iki eliyle sımsıkı tutmuştu elimi. Bakışlarım Mert'in kucağında bizi izleyen ve şaşkın bakışlarla camı sorgulayan küçük kızıma kaymıştı. Onun doğduğu günü annesi ve babasının öldüğü gün olarak hatırlamasını istemiyordum. Onun doğduğu gün, annesi ve babasının evlilik yıl dönümü olarak hatırlanmalıydı.

 

 

 

 

 

"Hera... Hera Türkeş." Arem'in gözlerine tekrar baktığımda, adımı yüksek sesle dile getirmiştim. Adım Hera olabilirdi, lakin ben bu adamın tanrıçasıydım.

 

 

 

 

 

"Şimdi siz, adınızı ve soyadınızı söyleyin, bayım." Arem bana orman yeşili gözleriyle baktığında, onun ormanı andıran gözlerinin güzelliği ile içinde bulunduğumuz ormanın güzelliğini kıyaslamıştım. Veliahtım, açık ara birinci gelmişti.

 

 

 

 

 

"Arem... Arem Barkın Soykamer." Onun adı Arem olabilirdi, lakin benim için daima baş veliaht olarak kalacaktı.

 

 

 

 

 

"Sayın Hera Türkeş, Arem Barkın Soykamer beyfendiyi iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Batı'nın sesini duyduğumda, onlara bakmadan gözlerimi Arem'den ayırmadan yüksek sesle haykırarak konuşmuştum.

 

 

 

 

 

"EVETTTT!"

 

 

 

 

 

Hasta olmaya da sağlıklı kalmaya da yetecek kadar vaktimiz yoktu. En kötü günümüz bugündü, ve biz bugünü evlenerek iyi bir gün yapmaya çalışıyorduk. Hayatımız tam olarak bundan ibaret olsa da, mecazların arkasına sığınıyor ve rutin bir nikah töreni gerçekleştiriyorduk. Oysa öylesine bir atmosferi paylaşıyorduk ki, her şeyi sıradan olsa bile, bu nikah en olağan dışı şey olarak geçerdi.

 

 

 

 

 

O an, içimde bir fırtına kopmuştu. Gözlerimdeki sevgilimin yansımalarını izleyerek, evlilik kararı almanın getirdiği büyük sorumluluğu düşündüm. Hemen sonra sorumluluğu boşverdim. Nasıl olsa bugünün yarını yoktu; istesek de istemesek de hayatımız sadece bu andan ibaretti, sorumluluğa gerek yoktu. Ölüler sorumluluk alamazdı.

 

 

 

 

 

Gözlerimde, geçmişin izleri ve birlikte yaşadığımız zorlukların yükü vardı. Ancak bu zorluklar, bizim birbirimize olan bağımızı güçlendirdi. Birbirimize olan güvenimiz, sevgimizi derinleştirdi. Bizi, birbirimize aşık ettik, bizi bizimle var etti, ve şimdi sıra bizi bizimle yok etmekteydi.

 

 

 

 

 

Şimdi düşünüyorum da, sanırım dünya üzerinde hiç kimse bizim kadar anlam dolu bir evliliğin içinde bulamayacaktı kendini. Dünya üzerinde hiçbir evlilik, bugünkü kadar anlamlı olamayacaktı. Herkesin evlendiği gün unutulacaktı, o nikaha şahit olan herkes o günü unutacaktı. Fakat bizim nikahımız, öylesine bir acının içinde son mutluluk olarak çıkıp gelmişti ki, öylesine olan bir acı ölesiye de olsa, herkes bu günü mutlulukla hatırlayacaktı, hatırlamak zorundaydı, aksi kurtarmazdı, aksi artık kurtarmazdı.

 

 

 

 

 

Gözyaşlarım kaçınılmazdı. Bu sefer, gözyaşları, içimdeki mutluluğun ve sevginin bir yansımasıydı. Sevgilime döndüğümde, ellerimizi sıkıca tutuşturduk.

 

 

 

 

 

"Siz Arem Barkın Soykamer, Hera Türkeş'i hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

 

 

 

 

Arem gözlerini ilk önce benden alıp kızına çevirmişti. Kızım babasıyla göz göze geldiği an, amcasının kucağında uslu uslu durmayı bırakmış, cama yaklaşmak istemişti. Hatta camı geçmek ve bize gelmek istemişti; bu konuda amcasını fazlasıyla zorluyordu. Arem tebessüm edip tekrar bana baktığında içime huzur dolduran sözlerini sarf etmişti.

 

 

 

 

 

"Sonların en güzeline değil, en kötüsüne sahip olmuş olsak da, sadece bu dünyada değil, eğer varsa öteki dünyada da seninle olmaya bir değil bin kez evet. Seninle her yerde, her anda sadece beraber olmaya bir değil, bin kez evet."

 

 

 

 

 

Aşk, çıkmaz sokakların sonundaki duvar gibiydi. Oraya kadar yürümek, dünyanın en güzel kokularını içine çekmek, en rahat yollarında yürümek, huzuru iliklerine kadar yaşamaktı. Ne zaman ki duvarın olduğu yere, yani hikayenin sonuna gelirdin; işte o zaman aşk biterdi. Aşk, var olmak için değil, bitmek için vardı. Aşk, var etmek için değil, yok etmek için vardı.

 

 

 

 

 

Duvarın sonunda ışık yoktu. Duvara tırmanamaz, duvarı kıramaz, duvarı delemezdin. Olduğun yerde diz çökerdin. Duvarın dibinde acının geçip gitmesini beklerdin.

 

 

 

 

 

Sevmek ve sevilmek, ruhun en güzel hediyesiydi. İnsanlar sevdikçe güzelleşir, sevilmek istedikleri için özelleşirdi. Özel olan her hikaye kendine hastı, bütün özellikleri kendine hastı. Aşkın uğruna şiirler yazılırdı, aşkın uğruna kitaplar yazılırdı, aşkın uğruna efsaneler kaleme alınırdı; kahramanlar aşk uğruna hayattan göçüp giderdi.

 

 

 

 

 

Her masal, bir aşkın ızdırabıydı. Her aşk, var olduğu gibi yok olurdu. "Ben aşkı kaybetmedim" diyenler sadece henüz kaybetmemişti.

 

 

 

 

 

Zamanı geldiğinde, varlık ve de hiçlik dolu dünyada aşık olan hiç kimse kalmayacaktı. Fakat bir göz, en tepeye çıkıp bütün insanlığı tek seferde izlediğinde, her yerde tek bir şey görecekti: aşkın ızdırabı ve aşkın hazin sonunu.

 

 

 

 

 

Sevmek güzeldi, aşık olmak güzeldi, fakat hikayenin sonu gelinceye kadar güzeldi. Güzel olmaları, iyi olmaları, mükemmel olmaları hiçbir şeyi değiştirmezdi; her aşk bir gün biterdi. Ya aşıklar birbirlerinin sonu olurdu, ya da aşkları birbirlerine son olurdu.

 

 

 

 

 

Gözlerimi etrafıma diktiğimde, canım ailemi görmüştüm. Kimsesi olmayan benim hayatıma girmiş, yalnızlığıma kalabalık olmuşlardı. Beni ben olduğum için sevmeyi başardıklarında, kocaman bir aile olmuştuk. Birbirimize kenetlenmiş, birbirimiz sayesinde her şeyi kazanmıştık.

 

 

 

 

 

Camın arkasındaki ailem ve içerisinde olan bizler olarak gözünden yaş gelmeyen tek bir kişi bile yoktu, eli yumruk olmayan tek bir kişi bile yoktu, bedeni titremeyen tek bir kişi bile yoktu. Hiçbiri böyle bir sona hazırlıklı değildi, bu sona hiçbirimiz hazırlıklı değildik. Her şeyi bekliyor olsak da, bu kadarını biz de beklemedik.

 

 

 

 

 

Zaman bizim için birçok oyun oynamıştı, birçok kez canımızı yakmış, birçok kez kalbimizi kırmıştı. Acılarımız gün yüzüne kanayarak çıktığında, kendi acılarımızın kanında boğulmuş, kan yutar olmuştuk. Onlara gülümsemek, hayata gülümsemek gibiydi; onlara veda etmek, hayata veda etmek gibiydi; onlara elveda demek, hayata elveda demek gibiydi.

 

 

 

 

 

Onlarsız bir hayat istemez, onlarsız bir hayatta yaşayamazdım ben. Onlar, benden daha güçlüydü. Kızımın yanında daima var olacaklardı, onu daima seveceklerdi, onu daima koruyacaklardı. Onsuz yaşayamayacak, kızıma bizim yokluğumuzu asla hissettirmeyeceklerdi.

 

 

 

 

 

Arem ile tekrar gözlerimiz kesiştiğinde, Batı yüksek sesle bir kez daha konuşmuştu: "Sizler VELİAHTLAR olarak var olduğu ilk andan beri yanında olduğunuz bu aşka şahitlik ediyor musunuz?" Arem'in gözleri yüzümün her yerini inceledi, son kez baktı. Evlenmek için fazlasıyla çirkin olduğum bir dönemdi. Neyse ki etrafta kameralar yoktu, benzinden yapış yapış olmuş saçlarım ve uykusuz göz altılarıma ne kadar güzel olabilirdim ki? Oysa Arem bana dünyanın en güzeli benmişim gibi bakıyordu.

 

 

 

 

 

"EVETTTTTT!" Hepsi haykırmıştı, bütün orman onların sesiyle yankılanmıştı. Aslında onlar, bizim gidiyor oluşumuza evet demişlerdi, işte bu son kabullenişti.

 

 

 

 

 

"O-o za-zaman ben de sizi karı koca ilan ediyorum. Tanrıçanı öp abi." Batı zar zor konuştuğunda, henüz daha cümlesini tamamlayamamıştı. Kendisine zaman tanımış, göz yaşını elinin tersiyle silmiş, tekrar devam etmişti.

 

 

 

 

 

"Bizim yerimize de sev onu abi..."

 

 

 

 

 

Arem, beni son kez öptüğünde, bunun ikimizin son öpücüğü olduğunu bildiğimden aşkla karşılık vermiştim ona.

 

 

 

 

 

Gökyüzü, camın gerisinden gördüğüm kadarıyla kara bulutlarla çevrilmiş, matem hâline bürünmüştü. Rüzgar, etraftaki ağaçların yapraklarını sertçe sarsıyordu. Ne ben ne de veliahtım rüzgarı hissetmiyorduk.

 

 

 

 

 

Gözleri, benimkilerle buluştuğunda, içimdeki uçuşan kelebekleri hissettim. Nefesi, kulaklarıma sevimli bir şarkı gibi çalınıyordu. Ellerimiz, birbirimize doğru yavaşça yol alırken, bu anın büyüsü son anımızın çaresizliğine karışıyordu. İki kalp, aynı ritimde atıyor gibi hissetmiştim. Hem de son kez daha.

 

 

 

 

 

Bir an durulduk, göz temasımız daha da derinleşti. O anda, dünya etrafındaki tüm sesler kayboldu. Yalnızca kalp atışlarımız ve birbirimiz için tuttuğumuz nefesler vardı. Ellerini, yavaşça yanaklarıma doğru ilerleti, sanki dokunmakla tüm hislerimizi iletebileceğimizi düşünüyordu.

 

 

 

 

 

Eğer öyleyse, doğru düşünüyordu. Şayet ben aşkını iliklerime kadar hissediyordum.

 

 

 

 

 

Dudaklarımızın birbiriyle olan dansı devam etti. Son öpüşme anı zamanı durdurarak ona meydan okuyordu. Dudaklarımız arasındaki yumuşak temas, içimizde yükselen enerjiyi serbest bıraktı. Aşkın enerjisiydi bu.

 

 

 

 

 

Üzerimize yağmur yağmaya başladı, gök gürledi, şimşekler çaktı. İkimiz o anın içinde kaybolduk. Ne o benden kopabildi, ne de ben ondan kopabildim. Birbirimizi aşkla sevdik, birbirimizi aşkla tükettik. Aynı anda gidecek olsak da, en çok birbirimize veda ettik. İkimiz birbirimize doymamıştık, birbirimize hâlâ hasrettik.

 

 

 

 

 

Her şeye rağmen iyi ki diyordum, iyi ki onu tanımıştım, iyi ki hayatıma girmişti. Sonunun yine böyle biteceğini bilsem de, onunla en baştan yeniden bu hikayeye başlamayı göze alırdım. Onunla her şeyi göze alırdım, herkesi göze alırdım. En çok da ölmeyi göze alırdım, çünkü bize ölüm bile bir başka yakışıyordu.

 

 

 

 

 

Birbirimizden ayrıldığımızda, Arem son kez alnımdan öpüp veda etmek için kardeşlerinin yanına doğru camın sonuna adımlamıştı. Onu ve kardeşlerini olduğum yerden izliyordum. Zaman giderek daralıyordu, çok az kalmıştı, hissediyordum.

 

 

 

 

 

"Kızım size emanet. Her ne olursa olsun ondan da ayrılmayacaksınız, birbirinizden de ayrılmayacaksınız. Kızımın artık bir tane değil, 6 tane babası var. Duydunuz mu beni, kızıma sahip çıkacaksınız. Bu baş veliahtın emri değil, bu kardeşinizin sizden son isteğidir."

 

 

 

 

 

Gözlerimi sıkıca kapatmıştım, görmemek mümkündü, lakin duymamak ne mümkündü. Görmemek mi çok acıtırdı, yoksa görmek mi? Cevabı bilemiyordum. Benim bildiğim cevap, hiç yaşayamadığım hayatın içinde gizliydi.

 

 

 

 

 

"Hiç mi umut yok kardeşim, ne güzel gül gibi geçinip gidiyorduk?" Mert'in sesini duyduğumda, onlara bakmak istemiştim. Yıkılmış birkaç adam görmek canımı yakacağı için bu isteğimden hemen vazgeçmiştim.

 

 

 

 

 

"Yok kardeşim, artık umut etmemeyi öğrenin." Arem'in sesi öğüt verir niteliğindeydi.

 

 

 

 

 

Haklıydı, bugüne kadar insanın başına ne geldiyse umut ettiği için gelmişti. O bana bunu yapmaz demiş, yapmaması için umut etmişti. O benden gitmez demiş, gitmemesi için umut etmişti. Bu kadarını ben yaşamam demiş, yaşamamak için umut etmişti. Hayatım, artık güzel olsun demiş, güzel bir yaşantı yaşamak için umut etmişti. Amma ve lakin, ne olursa olsun hep umut etmişti. Sonrasında kötü olan her şey gerçekleşmiş, umutları tane tane parçalanıp etrafına yağmıştı. Etrafına yağan parçalar birer ikişer onun bedenine saplanmış, umut ettiği her şey onu delik deşik etmişti. İnsan, işte bu yüzden umut etmemeliydi. Hayat denilen şey, olmaz denen her şeyi oldurmaya bayılırdı, umut etmek saçmaydı.

 

 

 

 

 

"Bitti mi yani?" Kansu'nun sesini duyduğumda dişlerimi sıkmıştım, bitmişti fakat biten hikayemiz değil, bizdik. Öyle bir şekilde bitmiştik ki keşke bir tane hikayemiz olsaydı da böyle olmasaydı demiştik.

 

 

 

 

 

"Neden hep anneler gider ki?"

 

 

 

 

 

Batı konuştuğunda, Doğu sımsıkı ona sarılmıştı. Kansu'nun yağan yağmura rağmen gözünden bir damla yaşın akıp gittiğini görmüştüm. Ben acıyan yerin kanayan damlasını hangi şarta olursa olsun tanırdım. İki kardeşine bakmamak için direnmeye devam et, Kansu. Bakarsan ölürsün. İkizlerin ölüden farkı yok.

 

 

 

 

 

"O adamı yakalarsam belasını sikicem onun. Oğlum böyle oyun mu olur, böyle ölüm mü olur? İşkence lan resmen, çok canları yanar..."

 

 

 

 

 

Evren soluk soluğa konuşup bir o başa bir bu başa gittiğinde başımı önünüme eğmiştim, bizim gibi öleceğimizi idrak etmişlerdi. Bizim gibi kabullenmişlerdi.

 

 

 

 

 

"Hadi gidin artık siz..."

 

 

 

 

 

Arem tekrar konuştuğunda, Batı isyan bayrağını çekmişti. Dayanamıyordu. Dayanılacak gibi değildi.

 

 

 

 

 

"Abi nereye gidelim abi, nasıl gidelim abi?"

 

 

 

 

 

Hıçkıra hıçkıra cama doğru yaklaştığında, Arem'in omzunun gerisinden bana baktığını görmüştüm. Gelme demekti bu. Gelemezdim zaten. O ağlarken ona sarılamazsam ölürdüm zaten. Ben zaten ölecektim, ama olsun...

 

 

 

 

 

"Bak aslanım, kabul etmen gerekiyor. Batı, bizim yerimize de yaşa oğlum. Yaşa... Sadece yaşa...Artık bizden birileri ölmesin. Bizden birileri hep yaşasın."

 

 

 

 

 

"Acıyorrrrrr... Acı geçecek gibi değil, nasıl yaşayayım?"

 

 

 

 

 

Yağmur damlaları her birini sırılsıklam ettiğinde, kızımı aramıştı son kez gözlerim. Arabasının içindeydi. Onu son bir kez görmek istesem de, yağmur izin vermemişti. Bugün kesinlikle hastalanacaktı. Arabanın siyah yağmurluğu üzerine örtülü olduğundan kızımı göremiyordum.

 

 

 

 

 

Doğu ve Batı'nın birbirine sarıldığını gördüğümde, gözüm bakmamak için direndiği yere sonunda kaymıştı. Arzem benden silahımı almıştı, ama Arem'in silahı belinde duruyordu.

 

 

 

 

 

"Hayati fonksiyonlarımız yaşamaya devam ettiği ve hayatta kalmamıza yetecek kadar kan damarlarımızda akmaya devam ettiği sürece ölmeyeceğiz. Bedenimiz yanıp kavrulurken dahi tüm acıyı hissedeceğiz."

 

 

 

 

Arem hızla bana doğru dönmüştü. Sertçe yutkunduğunda konuşmak için ağzını aralamıştı.

 

 

 

 

 

"Korkuyor musun? Tanrıça ben... Ben bunun için hiçbir şey yapamam... Ben seni korumayı beceremedim... Affet..."

 

 

 

 

Öleceği için değil, öleceğim için neredeyse ağlamak üzere olan adamın yanına doğru hızlı hızlı adımlamıştım. Ellerim yüzünde yer edindiğinde, her seferinde yaptığını yapmış ve yüzünü avuç içime yaslamıştı.

 

 

 

 

 

"Canım sevgilim... Söylesene veliaht, yaşarken yeteri kadar acı çekmedik mi? Bari ölümümüz ağrısız olsun."

 

 

 

 

Yüzünü tutan elim yüzünden inmiş ve belinde yer edinmişti. Belinde duran silaha dokunduğumda, orman gözleri öleceği ormanın içinde acıya boyandı.

 

 

 

 

Anlamıştı... O zaten hep anlardı... Bir damla yaş düşmüştü kapalı gözünden... Ağlamıştı... O zaten bir canı yanarsa ağlardı...

 

 

 

 

 

"Tanrıça, ben yapamam... Ben sana kıyamam..."

 

 

 

 

 

Gözlerini açmadan konuşmuştu. Titreyen dudakları acının üzerinde bıraktığı etkiden sadece biriydi. Söylemesine gerek yoktu. Onu bilirdim. Kıyamayacağını bilirdim. Onun yerine o acıya ben katlanırdım.

 

 

 

 

 

En kötü kalpli olan bendim. İkimize de ben kıyardım... En çok ben kıyardım... Kıymakta çok iyiydim. Son hamlem ustalık hamlem olacaktı. İmzamı ikimizin yaşayan bedenine atacak ve bizi yok edecektim. Benim kötü kalbime çok yakışırdı bu.

 

 

 

 

 

"Ben yapacağım..."

 

 

 

 

Gözlerini hızla açtığında bana bakmıştı. Beni kendine çekip dudaklarıma yapıştığında dudağı dudağıma değil, gözyaşı gözyaşıma karışmıştı. Yavaş yavaş geri çekildiğinde içimi titreten sesini duymuştum.

 

 

 

 

 

"Tam kalbimden..."

 

 

 

 

Dudağıma doğru fısıldadığında tabancayı belinden almıştım. Onun yaptığını yapıp dudağına fısıldamıştım.

 

 

 

 

 

"Her zaman tam kalbinden, veliaht."

 

 

 

 

Burukça güldüğünde acıyla gülmüştüm. Kafasını benden alıp kardeşlerine çevirmişti. Onunla aynı anda ben de kardeşlerime bakmıştım. Hiçbirinde güç kalmamıştı. Hepsi dizlerinin üzerine çökmüş, hayatlarının en acılı anı olan şu ana avuç içlerini cama yaslayarak şahitlik ediyordu.

 

 

 

 

 

Yıkılmışlardı. Yok olmuşlardı. Yanan bizsek eğer, kül olan onlardı.

 

 

 

 

 

"Daima kardeşiz."

 

 

 

 

Arem onlara bağırdığında dişlerimi sıkmıştım.

 

 

 

 

 

"DAİMA KARDEŞİZ..."

 

 

 

 

Her biri bağırdığında sesleri ormanın her köşesinde yankı yaptı. Onların kardeşliği her yerden duyuldu.

 

 

 

 

 

Arem bana dönüp baktığında tutmaya çalıştığım göz yaşları teker teker akıp gitti. Gözümün önünü göremeyecek kadar çok ağlamıştım.

 

 

 

 

 

"Daima seveceğim, tanrıça..."

 

 

 

 

Sol eli sol elimi tutup silahla beraber elimi havaya kaldırmıştı. Silahı tam kalbine denk getirdiğinde gözlerine aşkla bakmıştım. Bakışlarımı gören başka biri olsa aşk aklına bile gelmezdi; bakışlarımda sadece acı vardı. Oysa acının diğer adıydı aşk...

 

 

 

 

 

"Daima seveceğim, veliaht..."

 

 

 

 

Son kez gülümsedi; gülümseyişine son kez karşılık verdim, son kez aşkla baktı, son kez aşka baktım; namlunun ucu tam kalbine doğruydu, kalbi ölümle atıyordu.

 

 

 

 

 

Kaderim öylesine kanlıydı ki, alın yazımda sevdiğim adamı kendi ellerimle öldürmek yazıyordu; onu öldürmeyi hiç istemesem de, onu öldürmeye mecbur olmak yer alıyordu.

 

 

 

 

 

Sonra bir silah patladı. Öyle güçlü bir sesti ki kulaklarım duyduğu sesle dile gelseydi, eğer hiç duymamayı dilerdi. Gözlerim hiç görmemeyi çok isterdi.

 

 

 

 

 

Soğuk namlu, ellerimde titrerken, sevdiğim adamın kalbinin üzerinde açtığım yara yüzünden sertçe yere düşüşünü an ve an izledim. Gözlerim bir zamanlar sevgiyle baktığım yüzüne odaklandı, ama şimdi yabancıydı. Ben bu ölüyü tanımıyordum çünkü benim tanıdığım adam yaşardı.

 

 

 

 

 

Silahın soğukluğu, kararlılığımla çelişiyordu. Titreyen ellerim, sevgi dolu anılar ve adaletsizlik arasında sıkışmıştı. Tetiği çekmeden önce, sevdiğim adamın gözlerindeki ışığın soluk olduğunu görmek zorunda kalmıştım. Bu an, zamanın durduğu o anlardan biriydi. Anlamıştım ki o soluk gözler, bana son kez bakmıştı; orman yeşili gözler artık kapalıydı.

 

 

 

 

 

Patlamanın ardından, sessizlik içinde boğulmuş gibiydim. Gözlerimden süzülen yaşlar, hem suçlu bir hüzünü hem de derin bir boşluğu yansıtıyordu. Sevdiğim adamın ölümü, sadece onun değil, aynı zamanda benim de sonumdu. Şimdi, içimdeki bu karanlık boşluğu dolduracak başka ne var, bilmiyordum.

 

 

 

 

 

Acıyan yerlerime ışık tutuyordum, kızımın bu anı görmemesini diliyordum, ondan çok utanıyordum. Ondan ölesiye utanıyordum; annesi olarak babasını çekip almıştım ondan. Hem de bunu doğum gününde yapmıştım. Kızıma o laneti kendi ellerimle getirmiştim.

 

 

 

 

 

Silahın patlamasıyla birlikte vücudumun derinliklerinden yükselen acı, her hücremi parçalayarak içimi doldurdu. Adeta varlığımın en ücra köşelerine kadar işleyen bir ağırlık ve yırtıcı bir hüzün, bedenimi ele geçirmiş gibiydi. Titredim, titredim ve titredim. Kalbim, sanki bir çekiçle vurulmuşçasına hızlı atıyordu, ancak her atışında bir ağırlık daha ekleniyordu.

 

 

 

 

 

Kalbim, az önce durdurduğu kalp gibi ölmek istiyordu. Az önce delik açtığı o kalp gibi kendisinde de delik açmamı istiyordu. Kalbim bitsin diyordu, acı artık bitsin diyordu. Gözlerim, sevdiğim adamın bedeninde açılan yara izlerini seyrederken, ruhumun derinliklerinde bir fırtına koptu. Ne hâlde olduklarını görmek için veliahtlara baktım. 1.90 adamı yere sermiştim, öylece boylu boyunca yatıyordu yerdeki benzin birikintilerinin içine, onun kanının akmasına neden olmuştum. Gözleri sonsuzluğa kapandıysa sebebi bendim.

 

 

 

 

 

Ben, pisliğin önde gideniydim. Ben, kalpsizin önde gideniydim. Ben, acımasızdım. Bütün nefreti hak ediyordum. Benden nefret etmelerini istemiştim; hepsinin gözünden nefret görmek istemiştim. Ve hepsi bana gururla bakıyordu...

 

 

 

 

 

O an ölmüştüm ben, o an canım öylesine yandı ki, öldüğümü hissettim. Hâlâ nefes alıyor olmam neyi değiştirirdi? Ben o an, o bakışların ağırlığı altında ölmüştüm.

 

 

 

 

 

"Çirkin cadı, teşekkür ederim. Sayende acı çekmeden öldü." Erdem, zar zor konuştuğunda, bir hıçkırık kaçmıştı dudaklarımdan. Ben kendimden nefret ederken, o bana teşekkür ediyordu.

 

 

 

 

 

"Seni hiç unutmayacağım, Hera..."

 

 

 

 

Doğu konuştuğunda ağlayan gözlerine, ağlayan gözlerimle bakmıştım.

 

 

 

 

 

"Senin için hep yaşayacağım, Hera."

 

 

 

 

Batı'nın ağlayan sesi, bakışlarımı ona çevirmeme neden olmuştu. Birilerinin benim için yaşaması, birilerinin benim yüzümden ölmesinden daha iyiydi.

 

 

 

 

 

"Sana söz veriyorum kardeşim, kızına dünyanın sizden sonraki en iyi ailesi olacağız. Abi sözü." Mert'in sözünü duyduğumda kafamı aşağı yukarı sallamıştım, konuşmaya hâlim yoktu. Kanın kokusu burnuma geliyordu, benzin ve kan kokuyordu içerisi; kokuyu ciğerlerime doldurdukça konuşasım gelmiyordu.

 

 

 

 

 

Bilmek iyiydi, kızımın bizden sonra hâlâ bir ailesi olacağını bilmek çok iyiydi, yaşamak kadar iyiydi.

 

 

 

 

 

"Hazar'a selam söyle, Hera... Bücür'ünü çok özlemiştir. Sanırım sana hasret kalma sırası artık biz de..." Kansu'nun sözleri, dizlerimdeki dermanı kesmiş, sertçe yere düşmeme neden olmuştu. Yere düşüşümle zemindeki benzin birikintisi etrafa sıçramıştı.

 

 

 

 

 

"Oğlum ve ben, kızını daima her türlü kötülükten koruyacağız."

 

 

 

 

Ağlarken gülmüştüm çünkü o an, normal anlardan biri değildi. Eğer normal anlardan biri olsaydı, Evren'e döner ve 'oğlunu kızımdan uzak tut!' derdim. Şimdi ise oğlu, daima kızımın arkadaşı olarak kalsın istemiştim.

 

 

 

 

 

Kızımı herkes çok sevsin istemiştim.

 

 

 

 

"Onu çok sevin, olur mu?"

 

 

 

 

Dudaklarım titreye titreye konuştuğumda, sesimin onlara gitmeyeceğini zannetmiştim. Dışarıdaki fırtına içerideki fırtınaya karışmıştı; acılar birbirine karışmıştı.

 

 

 

 

 

"Onu seni sevdiğimiz kadar seveceğiz."

 

 

 

 

Erdem'in acıyla kıstığı gözlerine kafamı yana yatırıp, bakarak karşılık vermiştim.

 

 

 

 

 

"Yani, onu çok seveceksiniz..."

 

 

 

 

 

Çok seveceklerdi tabii, ben doğurmuştum onu; sevilmeyecek gibi değildi ki. Hem de o benim gibi de değildi; beni sevmezlerdi insanlar, benden nefret ederlerdi. Kızımı severlerdi. Beni veliahtlar sevmişti, bütün dünya da kızımı sevecekti.

 

 

 

 

 

Çünkü bizden biri daha, hiç sevilmediği için acı çekmeyecekti...

 

 

 

 

 

"Hera, sizi çok sevdi..."

 

 

 

 

Her birine tek tek bakıp konuştuğumda, tebessüm etmişti her biri. Bana bakıp tebessümlerinin arkasından konuşmuşlardı.

 

 

 

 

 

"Veliahtlar, Hera'yı çok sevdi..."

 

 

 

 

Her biri aynı anda yana yana kurduğu söz içimdeki yangını başlatmıştı. Kızımın siyah beşiğine tekrar bakmıştım, son kez bakmıştım; bilerek mi siyahtı, acaba bugünün yas günü olduğunu biliyor muydu?

 

 

 

 

 

Kafes bizi ilk yuttuğunda tepemizde bir çıkıntı olduğunu fark etmiştim. O çıkıntıdan sesler gelmeye başladığında, her şey için geç olmadan, kendim için son bir şey yapmış ve acımı dindirmiştim. Sesler kesilmişti, silahı kalbime doğrultmuş ve son bir kez bütün anılarımızı gözden geçirmiştim. Sadece iyi olan şeyleri hatırlamıştım, sadece güldüğümüz anları; beni sevdikleri ve onları sevdiğim anları. Böylece bütün hayatım mutlu mesut yaşanmış olarak canlanmıştı gözümde.

 

 

 

 

 

Zaman dolmak üzereyken, ormanda ikinci bir silah patlamıştı. Sadece birkaç saniyelik acı ve gözlerimin gördüğü son şey, tepeden çıkan kıvılcımın camın içine doğru yayıldığıydı. Bedenim yana doğru düşüp, sevdiğim adamın kapalı gözleriyle gözlerimin kesişmesini sağladığında, son kez gülümsemiştim; son kez ona bakmıştım, gördüğüm son yüz ona aitti.

 

 

 

 

 

Tepemizde yağan yağmur ateşi söndürebilirdi, fakat bütün mesele yağmurun üzerimize yağmamasıydı. Çünkü bazen, bazı yağmurlar ateşi söndürmeye yetmezdi...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Final en başından beri bende gizliydi.

 

 

 

 

 

Resim birçoğunuza tanıdık gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

Bitti mi hikayemiz? Bu ne biçim son böyle? Değmez miydi sevgimiz? Savaşıp direnmeye.

 

 

 

 

 

 

...Külden Elbisem...

 

 

 

 

 

 

Kitabın ismini bir ara değiştirmiştim, hatırlıyor musunuz? O ara kitabın ismi değişirse, belki yapmak istediğim şeyden vazgeçerim sandım. Belki isim değişirse, finalde onları yaşatabilirim sandım. Sonra fark ettim ki boşa kürek çekiyorum, ne yaparsam yapayım öleceklerdi. Çünkü ne olmuş olursa olsun, ölmeleri gerekirdi.

 

 

 

 

 

 

Gözyaşlarınızı silin, rica ediyorum. Zaten bu saatten sonra biri "tanrıça" dediğinde, "lotus çiçeği" dediğinde, 14 sayısını bir yerde gördüğünüzde, Gülpembe şarkısı çalmaya başladığında, birileri size "veliaht" dediğinde ve en çok da bir yerlerde kar küreleri gördüğünüzde, camdan küçük büyük fark etmez toplar gördüğünüzde, ateş gördüğünüzde, yanan ve küle dönen şeyler gördüğünüzde aklınıza bu kitap gelecek ve oturup hüngür hüngür ağlayacaksınız.

 

 

 

 

 

 

O yüzden şimdi gözyaşlarınızı silin çünkü daha çok ağlayacaksınız. Çünkü daha çok ağlayacağız. Çünkü biz bu kitapta hep ağladık ve yine bu kitapta gülüyor olmamız hiçbir şeyi değiştirmedi. Çünkü biz yaşamayı beceremedik, yaşamış gibi yaptık. İşte bu konuda kesinlikle ustaydık.

 

 

 

 

 

 

Gerçekten sevgimiz yaşamaya değer miydi? Değmezdi. Değmezdi arkadaşlar, şimdi birbirimizi yemeyelim. Sevgi hayatta tutmaya yetmezdi, adım atmaya yeterdi. O hayatın içinde debelenip durmaya yeterdi ama fazladan bir tane bile nefes almaya yetmezdi.

 

 

 

 

 

 

Bana kızdınız, öyle değil mi? Kızarsınız tabii, hakkınızdır. Biraz kötü bir son oldu. Birazdan fazla kötü bir son oldu. Belki de Wattpad tarihinin en kötü sonu bizimdir, kötü sonlar hep bizimdir, ama bu kez en kötüsü de bizimdir, en kötüsü de benimdir.

 

 

 

 

 

 

Hera Türkeş daha ilk bölümden, ilk satırdan, ilk kelimeden ölü bir kadındı. Çünkü Hera Türkeş ölmek için yaratıldı. Kitabın ilk anından beri yanımda olan tek kişi, yakın arkadaşım İlayda'dır, o bana şahittir. Hera benim tarafımdan finalde yok edilmek için yaratıldı.

 

 

 

 

 

 

Nedenlerimi ve ne içinlerimi size uzun uzun anlattım, sayfalarca okudunuz, bölümlerce okudunuz. Aslında birçok yerde size kitabın sonunu da anlattım. Birçok yerde kendimi de anlattım. Hatta birçok yerde neden böyle olduğunu da anlattım. Fark edip etmemek size kaldı.

 

 

 

 

 

 

Olmayanı oldurmak gibi bir gayem olmadı, birinden gittiysem geri dönmedim. Biri benden gittiyse geri dönmesini istemedim ve eğer bir karakteri öldürmek için var ettiysem, onu yaşatmak için çabalayamazdım. Bunlar bana ters. Ben üzerime yakıştırmadığım hiçbir şeyi yaşamadım. Yaşamadığım hiçbir şeyi de yazmadım.

 

 

 

 

 

 

Hera, onu yaşatayım diye çabalamadı, yemin ederim ki hiç çabalamadı, beni kurtar demedi, beni yaşat demedi; ama buna rağmen hep intikam aldı benden. Şahit olmadığınız şeylere inanmanızı bekleyemem, fakat söylemek isterim ki ben Hera'nın canını ne zaman yaktıysam, o zaman canım yandı; hem de Hera'nın kendi evreninde yaşadığı acıyı, ben kendi evrenimde, onun yaşayabildiği versiyonunun, kendi yaşayabildiğim versiyonu ile yaşadım. Dolayısıyla rahatlıkla söylemek isterim ki, ben Hera'ya ne yaptıysam, Hera bana karşılığını verdi. Birini mi kaybetti Hera, aynı dönemde birini kaybettim; ihanete mi uğradı Hera, aynı dönemde, ihanete uğradım. 1, 2, 3 derken, artık bunlar tesadüf olamayacak kadar denk gelir oldu, o zaman anladım ki bu sıradan bir kitap değil, bu artık lanetli bir kitap olmuştu.

 

 

 

 

 

 

Şimdi siz düşünün, ona acı çektirdiğimde, bana acı çektiren Hera, böyle bir son için bana neler yapmaz?

 

 

 

 

 

 

Uzun uzadıya konuşmak isterdim, ama daha fazla yazmaya mecalim yok, canım acıyor. Gözlerim kanlandı, ağlamak cilde iyi geliyor mu, sanırım cildimin bebek gibi oluşunu buna borçluyum.

 

 

 

 

 

 

Hayatım boyunca kendim için ağlamadım, hayatım boyunca bir başkası için ağlamadım. Ama şu kitabı yazdığımdan beri hissetmeyi öğrendim ve ben şu çocukları yazdığım andan beri acı çekiyorum. Her biri yaralı çocuklar. Benim yaralı çocuklarım onlar. Ve onların yaraları canımı yakıyor. Canımın yanışı beni içim çıkana kadar ağlatıyor.

 

 

 

 

 

 

Hangisini elime alsam, o elimde kalıyor; hangisinin hayat hikayesine dokunacağımı şaşırdım, hangisini yaşatacağımı şaşırdım. Birçoğu yaşamak için direndi, onları yaşattım; ama birileri ölmek istedi ve ben onları öldürdüğümde, içimde bir yerlerde, bir şeyler teker teker ölmeye başladı. Hisler artık gitti, hisler onlarla geldi ve onlarla gitti. Artık hissetmiyorum, öldükleri andan beri onları hissetmiyorum, duygular gitti, hisler gitti, onlar gitti, biz bittik. Evet, kesinlikle biz bittik.

 

 

 

 

 

 

Sizden özür dilemeyeceğim. Ben özür dilemem, özür dilemeyi falan sevmem, bunu da beceremem, hata yaptığımı da düşünmüyorum. Bu kitap mutlu sonla bitecek bir kitap değildi, kılı kırk yardım, onlarca çıkış yolu aradım, ama hiçbiri oturmadı yerine. Bu kitap için var edilen sonların hiçbirinde mutlu son yoktu.

 

 

 

 

 

 

Teknik olarak çok karakter vardı. Çok karakter vardı diye birileri ölmek zorunda mıydı? Hayır, fakat bu bir aile kurgusu değildi, bu neşeli günler kurgusu değildi, romantik komedi de değildi... Buradaki adamlar silahla oyun oynuyorlardı, düşman çok güçlüydü ve hepsi böyle bir kurguda aynı anda sağ kalamazdı; gerçek hayatta bile böyle bir şey mümkün değildir. Gerçek hayatta bile fazla güç, fazla bela getirir; ne kadar güçlüysen o kadar güçsüzsündür. Çünkü gücün ne kadar ise, düşmanın da o kadar güçlüdür.

 

 

 

 

 

 

1 Ekim'den bu yana oldukça uzun bir zaman geçti. 2022 yılında başladık, 2024 yılında bitirdik. Bu süreçte yanımda olan herkese teşekkür ediyorum. Sizlere mutsuz bir son verdiğim için ne desem bilemiyorum, fakat şunu unutmayın; çabaladım, yaşatmak için çabaladım. Onlar yaşamak istemedi

 

 

 

 

 

diye beni suçlamayın.

 

 

 

 

 

 

Yazarlıkta 1 yıl 7 buçuk aylık bir kariyer yaptım. Emekliye ayrılma vakti geldi.

 

 

 

 

 

 

Ben gidiyorum. Yeni bir kitap yazmayacağım. En azından yas dönemim olacak. Onların içimdeki acısı ne zaman dinerse, o zaman yeni acılara yelken açacağım, o zaman geri döneceğim.

 

 

 

 

 

Ben bu kitabı yazdım. Siz bu kitabı okudunuz. Ben birilerini var ettim, siz birilerini tanıdınız. Ben birilerini yok ettim, siz bana kırıldınız ve ben şimdi gidiyorum, ama bir gün döndüğümde, siz yine burada olacaksınız.

 

 

 

 

 

 

Hera Türkeş ve Arem Barkın Soykamer'i, bir gün unutacak olsanız bile, baş veliahtı ve onun tanrıçasını unutmayın.

 

 

 

 

 

 

Acı her yerde, acı bu kitabın sayfalarının içinde, acı kelimelerde, acı cümlelerde, acı karakterlerde ve acı artık en çok içimizde. Hem de benim sayemde.

 

 

 

 

 

 

Kendi yazdığım, emek verdiğim, ter döktüğüm kitabın sonunu mutsuz bitirmeyi tercih ettim diye insanların bana kızacak olması tuhaf olsa da, geçip giden bu süreçte Melisa ve Hera bağlamında 'kuma kitabı' diyerek linç yemişliğim bile varken, kitabın sonu için gelecek yorumlar arasında her şeye hazırım. Emin olun, artık linçleri kafaya takmamayı öğrendim.

 

 

 

 

 

 

Şimdi hepiniz hoşça kalın.

 

 

 

 

 

 

Bu kez mavimsulanmak yok... Bu kez mavimsu ile yastayız... Başımız sağ olsun.

 

 

 

 

 

 

Mutsuz sonların en güzeli bizimle olsun...

 

 

 

 

 

 

Not: Lütfen benden onlar için mutlu bir son yaratmamı istemeyin. Çünkü onlar için mutlu bir son olsaydı, bu sonu tercih etmezdim.

 

 

 

 

 

 

Son Part 8 olacak

 

 

 

 

 

Başladığın işi yarım bırakmayıp hikayemizi tamamladığın için en çok sana teşekkürler Helin. (Yani bana teşekkürler. )

 

 

 

Bölüm : 20.12.2024 17:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
HELEN MAVİ / KÜLDEN ELBİSEM / FİNAL-PART 7
HELEN MAVİ
KÜLDEN ELBİSEM

19.16k Okunma

1.58k Oy

0 Takip
67
Bölümlü Kitap
🎭GİRİŞ🎭🎭 1 İLK DÜĞÜM (BİRİNCİNİN İKİNCİSİ)🎭 2 ORMANIN DA GÖZÜ VARDIR🎭3 ZEHİR-ZEMBEREK🎭 4 TANRIÇA HERA🎭5 KAMER'DE BİR GECE🎭 6 YENİLDİYSEN BAYIL🎭 7 TANRIÇA UYKUSU🎭 8 SAHTE KAÇIŞ🎭 9 ÇİN SEDDİ GÖREN TÜRK🎭10 ALİCE🎭 11 ÇOCUK KADIN🎭 12 BİLİNMEYEN YARINLAR🎭 13 UÇAK ÜSTÜ SOHBET🎭 14 ELİMİ BIRAKMA🎭 15 İKİNCİ KEZ OLMAZ🎭16 ANAHTAR NERDE🎭 17 YILANLARIN GAZABI🎭 18 KAPLAN SAVAR ÇIĞLIK🎭 19 SEN 17'SİN🎭 20 KANLANMIŞ KALP🎭 21 ÇIKARLAR VE SAVAŞLAR🎭 22 LOTUS ÇİÇEĞİ VE TANRIÇA🎭 23 İKİ YÜZLÜ ADAM🎭 1 KESKİN KARARLAR (SOLAN ÇİÇEKLER)🎭 2 İZİ KALAN YARA🎭 3 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE🎭 4 KATİLİN OĞLU🎭 5 CANAVAR CANAVARI TANIR🎭 6 HIZLI VE VELİAHT🎭 7 İKİ ULU BİR TANRIÇA🎭 8 KALBİN İKİLEMİ🎭 9 YENİ ÜYE🎭 10 SAVAŞIN YARISI🎭 11 TETİKLER VE TUŞLAR🎭 12 BİRİNCİ ARTIK İKİNCİ🎭 13 KAMER'İN GÖNÜL DİLİ🎭 14 EŞİM SENSİN🎭 15 RİNG ÜSTÜNDE VELİAHTLAR🎭 16 ORMAN'A YAĞMUR YAĞMIŞ🎭 17 ÖFKELİ RUH VE ALAYCI RUH🎭 18 GÜLPEMBE🎭 1 NEFES BİLE ALMADAN (ATEŞİN KÜLÜ)🎭 2 EFENDİLER KAN DÖKTÜĞÜNDE🎭 3 BABA MİRASI ŞİİR🎭 4 UÇURUM KENARINDA AŞK🎭 5 GÖREV: SEÇİMLER🎭 GÖREV: SEÇİMLER (PART 2)🎭 6 GÜL GÖRMEZ BÜLBÜL'ÜN GÖZ YAŞINI🎭 7 SON YOLCULUK🎭 8 TOPRAKLA DERTLEŞ🎭 9 HERA'NIN CANAVARI🎭 10 NEŞELİ GÜNLER🎭 11 DOĞDU GÜNEŞİM🎭 12 KAYIP ŞEHİR ATLANTİS MİSÂLİ🎭 13 KÜLDEN BEDENLERBİLGİLENDİRME YAPTIK BABACIM158. BölümFİNAL-PART 1FİNAL-PART 2FİNAL-PART 3FİNAL-PART 4FİNAL-PART 5FİNAL-PART 6FİNAL-PART 7FİNAL SON PART- 8kitapgunceesiw
Hikayeyi Paylaş
Loading...