31. Bölüm

31. Dağ ve Bayır

Mavi Yazar
maviyazarr

 

Zümra'dan

 

Gözlerim yavaş yavaş aralandı, ama zihnimde

 

yankılanan sesler, uyanmak istemediğim bir gerçekliği

 

hatırlatıyordu.

 

Sanki beynimin içinde biri sürekli konuşuyor, her

 

bir kelime zihnime çarpıp yankılanıyordu. Derin bir

 

nefes aldım, ama bu bile yetmedi sessizliği sağlamak

 

için.

 

Göz kapaklarımın ağı, bedenim ise sanki taşlaşmış

 

gibiydi.

 

Bir süre yatakta öylece kaldım, düşüncelerden

 

kaçmak istercesine. Ama zihnim asla izin vermezdi

buna.

 

Sesler gittikçe yükseliyordu. "Neden? Neden

 

buradasın? Neden bu kadar yalnızsın?" diye fısıldıyordu

 

her biri. Ayağa kalkmalıydım, ama gücüm yoktu.

 

Bir süre daha öylece kaldım, odanın içinde

 

sessizlik ağırlaşıyor, her nefes alışılmadık sesler

 

yankılanıyordu.

 

Dışarıda hayat akıp gidiyordu, ama burada, bu dört

 

duvar arasında, her şey durmuş gibiydi. içimdeki

 

huzursuzluk beni her geçen dakika daha da içine

 

çekiyordu.

 

Kaçmak istiyorum, ama nereye? ablam olsaydı.. 0

 

olsaydı, belki her şey farklı olurdu.

 

Ayağa kalkmak zorunda olduğumu biliyorum.

 

Bedenim ağır, düşüncelerim daha da ağır.

 

Elimi yatağın kenarına koyup doğruldum.

 

Dizlerim titriyor, ama yürümek zorundayım.

 

ablamın sesi kulaklarımda çınlıyor, güçlü ol diyor bana.

 

O burada olsaydı, şimdi ne yapardı? Ne söylerdi?

 

Nefesimi iyice aldıktan sonra tamamen kendime

 

geldim.

 

Oda, beyaz duvarlarla çevrili, antiseptik kokusuyla

 

dolmuştu. Sıkıcı bir sessizlik, zamanın ağır ağır

 

geçtiğini hissettiriyordu.

 

Hastane yatağımın yanındaki monitör, ritmik bir

 

sesle nefes alıp vermemi takip ediyordu. Her bip sesi,

 

içimde bir huzursuzluk yaratıyordu; sanki kalbim, bu

 

mekanın soğukluğuna karşı direnircesine atıyordu.

 

Pencereden gelen gün ışığı, odayı aydınlatıyordu

 

ama dışarıda ne olup bittiğini bilmediğim için bu ışık

 

bile içimi karartıyordu.

 

Hemşireler, beyaz önlükleriyle yanımdan geçerken,

 

yüzlerindeki ciddiyet beni daha da tedirgin ediyordu.

 

Onların telaşlı, beni yalnız hissettiriyordu. O an,

 

yalnızca Bervan'ın varlığına ihtiyaç duyuyordum.

 

Yatağımda yatarak pencereden dışarı baktım.

 

Gökyüzü, gri bulutlarla kaplıydı; yağmurun yağıp

 

yağmayacağını bile bilemeyecek kadar belirsizdi.

 

Dışarıdaki insanların hayatlarına devam ederken,

 

benim dünyam dört duvar arasında hapsolmuştu.

 

içimdeki kaygı, dondurucu bir rüzgar gibi içime

 

işliyordu. Zümra, nerede, ne yapıyorsun? Bu sorular,

 

kafamda dönüp duruyordu.

 

Kendime geldikten kısa bir süre sonra, kapının açıldığını duydum. Doktor ve hemşireler odaya girdi,

rutin bir ziyaret gibiydi belki, ama benim için her şey

farklıydı.

Başımı çevirip onlara baktım, gözlerimde hala o

ağır düşüncelerin izi vardı. Birkaç saniye sessizce

durdum, içimdeki karmaşayı saklamaya çalışarak.

Doktor, yüzünde sakin bir ifadeyle yanıma yaklaştı.

"Nasılsınız?"

diye sordu, sesi yumuşaktı ama bu soruya nasıl

Cevap vereceğimi bilmiyordum.

"iyiyim"

demek bir yalandı, ama başka ne diyebilirdim ki?

İçimdeki fırtına, dışarıdan bakınca anlaşılıyordu.

"Biraz dinlenmelisiniz, vücudunuz toparlanmaya

çalışıyor,"

Dedi doktor. O an başımı salladım, sözlerinin

ağırlığını hissettim ama zihnim hala Bervan'ı

düşünüyordu.

Hemşireler sessizce odaya girip çıktı, ellerindeki

malzemeleri kontrol edip beni rahatlatmaya

çalışıyorlardı.

Fakat hiçbir şey o içimdeki boşluğu

doldurmuyordu.

Doktor ve hemşirelerin odadan çıkmasıyla tekrar

sessizlik çöktü. Başımı yastığa yasladım, ama zihnim

bir türlü durulmuyordu.

Olanları anlamaya çalışırken, bedenimin verdiği

tepkilerle baş etmeye çalışıyordum.

"Dinlenmelisiniz,"

demişti doktor, ama nasıl dinlenebilirdim? içimdeki

savaş, dışarıdaki fırtınadan daha sertti.

Zaman ağır ilerliyordu. Saat kaçtı, gündüzmüydü,

gece mi, bilmiyordum. Tek bildiğim, bu belirsizlik içinde

kaybolduğumdu.

Gözlerim tekrar pencereden dışarıya kaydı; gri

bulutlar yerini hafif bir karanlığa bırakıyordu.

Gözlerim penceredeki karanlığa takılı kaldı.

Dışarıda yağmurun ilk damlaları düşmeye başlamıştı;

bir yandan içimi ferahlatan bir melodi gibi, diğer yandan

da yalnızlığımı daha da derinleştiriyordu.

Her damla, kafamdaki soruları su gibi emip

gidecekmiş gibi hissediyordum. Ama bu yağmur, benim

içimdeki boşluğu doldurmaktan uzaktı.

Kendimi yalnız hissetmek istemediğim için tekrar

gözlerimi kapattım. Belki bir uyku beni bu kaygılardan

kurtarırdı. Ama uyku da gelmiyordu.

Birden kap yeniden açıldı ve hemşire odaya girdi.

Yüzünde nazik bir gülümseme vardı.

"ihtiyacınız olan bir şey var mi?"

Diye sordu. Sorusu içimdeki karanlıkla çelişiyordu.

Bunu ona söyleyemezdim.

"Hayır, teşekkür ederim,"

dedim, ama içimden başka bir şey daha söylemek

geliyordu:

Hemşire, not defterine bir şeyler yazdıktan sonra

odadan çıktı. Yalnızlık, bu sessiz odada daha da hissediliyordu. Yağmurun sesine odaklanarak,

gözlerimi yeniden kapattım.

Gözlerimi yeniden kapattım, tam o sırada kapı

açıldı; bu defa gelen annemlerdi. Uyanalı birkaç saat

olmuştu ama onlar yeni yanıma gelmişlerdi.

Annemin yorgunluktan gözlerinin altı morarmıştı.

Annemin yanında Elif vardı; annem yanıma yaklaşarak,

"Rabbime bin şükür, Rabbim seni bize bağışladı,

Zümram."

"Ne bu halin, dayê?"

Annemin yüzündeki ifade karışık bir duygu

taşımıyordu; sevinç, korku ve yorgunluk iç içe geçmişti.

"iyiyim kızım,biraz uyudum, sonra Elif'le geldik.

Senin için dua ettik."

"Bu kadar korkacak ne vardı? Altı evladın ölmüş

senin, ben ölsem ne fark eder, dayê?"

Sesimdeki hüzün ve öfkeyle. Annemin yüzü, bir an

için dondu. Gözlerindeki yaşları tutmaya çalıştığını

görebiliyordum.

"Her neyse, Mehmet Ağa nerede? Kızı ölümden

döndü ama kendi gelmeye teşebbüs etmedi mi?"

Elif ve annem birbirine baktı. Annem, "Mehmet

Ağa'yı bilirsin, Zümram. Her zaman kendi derdine

düşer,"ama kızım, senin için çok endişelendi. bir an bile

hastaneden ayrılmadı."

"Zümra, komadan çıktın ama yine de huyun

değişmedi, değil mi? Amcam dışarıda günlerdir

uyumadı,".

Elif, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. Ama o

gülümseme, içinde taşıdığı kaygıyı gizleyemiyordu.

"Uyuyup uyumamasını sormadım. bana bunu

yapanın cezasını kesti mi?"

O an içimde bir kıvılcım yanmaya başladı.

"Cezasını kesmemişse, ben kendim halledeceğim,beni

bu hale getirenlere asla göz yummayacağım."

"Ama intikam almakla bu acIyı dindiremezsin,

kendini bu karanlığa çekme, Zümra. Hayatın ne kadar

kıymetli olduğunu unutmamalısın."

"Hayatım kıymetli mi?" kendim için savaşmadım ki.

Artık bir şeyler değişmeli. Haksızlığa uğramış olan

benim hayatımda hiçbir şey yerli yerinde değil."

Annem gözyaşlarını silerek,

"Biliyorum, kızım. Ama intikam düşüncesi, seni

daha fazla yorar.

Ama içimdeki öfke ve adalet arayışı hala

dinmiyordu.

"Ama bu savaşı vermeden rahat edemem. Bunu

bana reva görenlere bir bedel ödetmek zorundayım."

"'Sen intikam alacaksan, önce gidip Bervan Ağa'dan

al, Zümra,"

"O ne demek, Elif?"

"Zümra, karında onun bebeğiyle sen can çekişirken,

o gidip yeniden evlendi,"

"Bebek mi? Demek yanılmamışım,"

gözlerim büyüyerek. içimde

bir soğuk dalga

hissettim.

"Yani, Bervan Ağa gerçekten de yeni bir hayata

başladı mi?

"Zümra, gerçekleri kabul etmek zorundasın.

Bervan, senin yaşadıklarınla ilgilenmek yerine kendi

hayatını yaşıyor. Ama senin bu acıyla başa çıkman

lazım."

İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı, bir anda yerini derin

bir boşluğa bıraktı gözlerim dolarak.

"Ama intikam almak benim mayam da var Elif"

"Hayatını intikamla harcama, Zümra, Bervan'in

yaptıkların, seni derinden etkileyebilir, ama senin hayatın,

onunla sınırlı değil. Kendin için savaşmalısın."

"Kızım, intikam almayı düşünmek bile seni

karanlığa çeker. Sen güçlü bir kadınsın. Geçmişin seni

bağlamamalı,"

Kendimi bir çıkmazda hissediyordum. Bervan'ın

yaptığına olan öfkem, kalbimde bir yara açmıştı.

Elifin söyledikleri kafamın içinde yankı yapıyordu;

uyandığıma pişman olmuştum. içimdeki öfke ve acı, her

geçen dakika daha da derinleşiyordu.

Ama benim de bir ahdım vardı: Eğer ben Bervan ve

karısını vurmazsam, bana Zümra demesinler. Bu

düşünce, aklımda dolaşırken içimdeki karanlığı daha da

körüklüyordu.

*

Dizdar'dan

Kardeşim, karısı için gözünü kırpmadan elini kana

bulamaya hazırdı. O an

öfke, haksızlığa uğramanın

verdiği acıyla birleştiğinde gözü hiçbir şeyi

görmüyordu.

Hastaneden adeta fırtına gibi çıktı, içindeki intikam

ateşi onu ayakta tutuyordu. Aşiretteki herkes, onun bu

hali karşIsında sessizliğe büründü.

Mervan'ın izini bulmak için gözü dönmüştü. Her

köşeyi, her evi didik didik arattı.

Görünürde Mervan yoktu ama biliyordu, birileri onu

saklıyordu.

Aşireti yerle bir edecek kadar öfkeliydi. Gözlerinde

hırs, içinde kaynayan intikam ateşiyle her şeyi yapabilir.

"Mervan çıkacak, ya da bu iş bitmeyecek."

Ardından, en güvendiği adamlardan birine döndü,

sesi kısık ama tehditkârdı:

"Kim saklıyorsa, o da Mervan kadar suçlu. Onu

bulana kadar bu yerler durulmayacak."

Adam başını eğip hızla uzaklaştı, aşiretin içine

yayılan korkuyu hissedebiliyordu. Mervan'ın ortadan

kaybolması demek, sadece kardeşinin değil, aşiretin de

huzurunun kaçması demekti.

Herkes neyin peşinde olduğunu biliyordu. Ortada

dönen dedikodular, karısının gururu için savaştığı

yönündeydi.

Gözlerini kısıp boş araziye baktı.

"Çıkartacaklar seni, Mervan,"

Tekrar hastaneye dönmek aklının ucundan bile

geçmiyordu. Karısının bunları yaşamasına izin

veremezdi. Kan dökülecekse, dökülecekti.

Gece çöktüğünde, aşiret sessizliğe bürünmüş,

herkes beklemedeydi. O ise bir an bile yerinde

duramıyordu. Adamlarından biri yaklaşıp, fısıltıyla

haber verdi:

"Bir iz bulduk."

"Nerede?"

"Dağ evinde saklanıyor. Yanında birkaç adamı var

ama silahlı değiller."

Hiç tereddüt etmedi.

"Hemen yola çıkıyoruz," Arabasına binip motoru

çalıştırdı, peşinde sadık adamları.

Yol boyunca tek düşündüğü şey, Mervan'in yüzünü

görmek ve ona yaptıklarının bedelini ödetmekti.

Yol boyu öfkesi daha da artmış gözünü kan

bürünmüştü kardeşimin sonunda dağ evine gelmiştik.

Kapıyı tekmeleyip içeri daldığında, ev bomboştu.

Adamlarıyla göz göze geldi, öfkesi katlanarak büyüdü.

"Bize yanlış bilgi mi verdiniz?"

Diye hırladı, adamlarından biri başını öne eğip

hızlıca konuştu:

"izini sürerken buraya kadar geldik, ama demek ki

çoktan kaçmış."

Derin bir nefes alıp odayı gözleriyle taradı. Mervan

buradaydı, bunu hissediyordu. Henüz çok uzaklaşmış

olamazdı.

Odadaki masanın üzerinde duran yarım bırakılmış

bir bardak su ve aceleyle terk edilmiş eşyalar ona bu

gerçeği haykırıyordu.

"Saklandığı yeri bir kez bulduk, bir daha buluruz,"

dedi sakin ama tehditkâr bir ses tonuyla.

"Beni aptal yerine koymaya kalkıştı. Olanlardan

kaçmayacak.

Gözleri öfkeden ateş saçıyordu. Tekrar adamlarına

döndü:

"Tüm yolları kapatın. O kadar uzağa gitmiş olamaz.

Bütün bağlantıları kesin, o alçağı bulana kadar durmak

yok!"

İçindeki sessizlik, dışarıdaki gerilimle birlikte

büyüyordu. Mervan'in izini bulmuş, ama bir adım

gerisinde kalmıştı.

Bu gecikme, öfkesini daha da körüklüyordu. Evdeki

izleri dikkatle inceledi. Yarım kalmış bir yemek tabağı,

aceleyle düşürülmüş bir ceket... Mervan burada bir süre

saklanmıştı, fakat son anda kaçmıştı.

Birden dışarıdan bir ses geldi. Adamlarından biri,

koşarak yanına geldi.

"Daha kuzeye, köyün arka tarafına doğru hareket

ettiğini söylüyorlar. Birkaç saattir izini kaybetmişler

ama o bölgede bir çiftlik evi var. Oraya gitmiş olabilir."

Gözlerini kısıp düşünceli bir şekilde başını salladı.

"O evi kuşatacağız. Bu sefer kaçamayacak."

Arabaya tekrar bindi, motoru hiddetle çalıştırdı.

Zihninde tek bir düşünce vardı: Mervan'ı ne pahasına

olursa olsun bulmak.

Arabayı hızla çiftlik evine sürdüler. Gözleri önünde

yol uzayıp giderken, içindeki öfke adım adım

büyüyordu.

Peşindeki araçlarla beraber çiftlik evine

vardıklarında, etrafı dikkatlice inceledi. Adamları hızla

arabalarından inip pozisyon aldı. Evi sessizce

kuşatmaya başladık.

Kapıya doğru adımlarken kalbi hırsla çarpıyordu.

Bu sefer Mervan'ı elinden kaçırmamak için her türlü

hazırlığı yapmıştı.

Kapıyı usulca aralayıp içeri girdiğimizde, içeride

kimse yoktu. Yalnızca boş bir oda ve dağınık eşyalar

vardı.

Kimsenin olmadığını gördüğünde bervan iyice

öfkeden kudurmuştu.

Sakin görünmeye çalıştı ama içindeki öfke

patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Yine mi kaçmıştı?

Gözleri odayı taradı.

Yerdeki ayak izlerine, düşmüş bir çanta parçasına

takıldı. Mervan, her seferinde adeta gölge gibi iz

bırakmadan kayboluyordu.

"Nereye kaçarsan kaç, seni bulacağım. Bunun

hesabı sorulacak, Mervan."

Adamlarına döndü, sesi bu kez daha sakin ama

kararlıydı:

"Tüm çevreyi aramaya devam edin. Her iz önemli.

Onu bulana kadar durmayın"

Çiftlik evini didik didik aradıktan sonra, hiçbir iz

bulamadıklarını anlamıştı. Adamlarıyla birlikte içeri

girmelerinin ardından

geçen süre, giderek daha da

gergin bir hale gelmişti.

Sonunda, karşılaştıkları boşluk ve umutsuzluk,

onun öfkesini daha da artırIyordu.

"Her yeri aradık ama hiçbir şey bulamadık, Bervan

ağa ne yapmayı planlıyorsun"

Bervan,kararlılıkla başını salladı.

"Bazen en iyi strateji, geri çekilmektir. Mervan bu

sefer çok dikkatli davrandı. Olaylar daha da

karomaşıklaşmadan bir süreliğine çekilmek en iyisi

olabilir."

"Haklısın ağam.Şimdilik yeter. Her yerde aradık

ama o kaçmayı başardı. Geri dönelim ve tekrar plan

yapalım."

Aşirete dönerken, aklımıza da sadece bir düşünce

vardı: Mervan'ın bir gün mutlaka yakalanması ve bunun

bedelini ödemesi.

Ama şu an için stratejisini değiştirmek

zorundaydık. Hırsıyla kontrolsüz bir şekilde hareket

edemezdik.

Bervan'la birlikte, yavaşça geri dönmeye başladık.

Gelecek günlerde her şeyi daha soğukkanlı bir şekilde

ele alacaktım.

Bervan ağa, hayatımın en zor anlarında yanımda

oldu; onun gücü, beni her daim ayakta tutan bir kalkan

gibi.

Kan kardeşim, dostum, yoldaşım... Her biri başka

bir anlam taşıyor. 0, düşmanlarımızın en amansız

olduğu zamanlarda

bile beni yalnız bırakmadı.

Etrafımda karanlık bulutlar dolaşırken, Bervan'ın

gözlerinde gördüğüm azim, içimdeki endişeyi silip

süpürdü.

Ona olan bağlılığım, bir dağın kararlılığı gibi; ne

fırtına ne de yağmur bu bağı zayıflatamaz. Kardeşlik

sözümüz, köklerimiz gibi derin; biz bir bütünüz.

Onun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım; çünkü

kan kardeşliği sadece bir bağ değil, bir yaşam biçimidir.

Bervan ağa'nın yanında durmak, benim için bir onurdur.

Dağ yolunda Bervan'la ayrılıp kendi konağıma

doğru yola koyuldum. Mervan' aramak için günlerdir

dağ bayır gezmiştik, yorgun olsam da boncuk gözlüm

aklımdan çıkmamıştı.

Gözlerimin önünde onun gülümsemesi,

zorluklarımın üstesinden gelmemi sağlıyordu. Her

adımda, ona ulaşma umudum daha da güçleniyordu.

Dağların yüksekliği, kalbimdeki özlemle birleşince,

sanki Elifim her an yanı başımdaymış gibi

hissediyordum."

Gözlerimdeki yorgunluk, onun hatıralarıyla dolup

taşıyordu; gülümsemesi, karanlık düşüncelerimi

aydınlatıyordu.

Dağların serin rüzgarı, onun neşesini getiriyor gibi

esiyor, her bir adımında kalbimdeki özlemi daha da

derinleştiriyordu.

Yorgun bedenim, Elif'in hayaliyle yeniden

buluyor, her adımda ona bir adım daha yaklaşmanın

heyecanını yaşıyordum.

Yolum uzadıkça, Elif'in aklımda beliren görüntüsü,

dağların soğuk sessizliğini ısıtıyordu.

Her bir tepeyi aştıkça, onun sıcak gülümsemesi

sanki rüzgarla birlikte benimle geliyordu. Yüreğimdeki

sevgi, zorluklarla dolu bu yolda beni ilerlemeye

zorluyordu.

Düşüncelerim ona takılı kaldıkça, yorgunluğum bir

nebze olsun hafifliyordu.

Zaman zaman durup derin bir nefes aldım; dağların

yükseklikleri, sanki Elif'in ruhunu taşıyor gibiydi sanki

yıllardır görmüyor gibi.

Ona duyduğum özlem, karşılaştığım her zorlukta

daha da derinleşiyordu. Her ne kadar yorgun hissetsen

de, gözlerimdeki parıltının sebebi onun hayalimdi.

"Şu belalar bitsin anlı şanlı, düğün yapıcam sana

boncuk gözlüm "

Bölüm : 31.12.2024 16:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş