
Zümra'dan
Gözlerim yavaş yavaş aralandı, ama zihnimde
yankılanan sesler, uyanmak istemediğim bir gerçekliği
hatırlatıyordu.
Sanki beynimin içinde biri sürekli konuşuyor, her
bir kelime zihnime çarpıp yankılanıyordu. Derin bir
nefes aldım, ama bu bile yetmedi sessizliği sağlamak
için.
Göz kapaklarımın ağı, bedenim ise sanki taşlaşmış
gibiydi.
Bir süre yatakta öylece kaldım, düşüncelerden
kaçmak istercesine. Ama zihnim asla izin vermezdi
buna.
Sesler gittikçe yükseliyordu. "Neden? Neden
buradasın? Neden bu kadar yalnızsın?" diye fısıldıyordu
her biri. Ayağa kalkmalıydım, ama gücüm yoktu.
Bir süre daha öylece kaldım, odanın içinde
sessizlik ağırlaşıyor, her nefes alışılmadık sesler
yankılanıyordu.
Dışarıda hayat akıp gidiyordu, ama burada, bu dört
duvar arasında, her şey durmuş gibiydi. içimdeki
huzursuzluk beni her geçen dakika daha da içine
çekiyordu.
Kaçmak istiyorum, ama nereye? ablam olsaydı.. 0
olsaydı, belki her şey farklı olurdu.
Ayağa kalkmak zorunda olduğumu biliyorum.
Bedenim ağır, düşüncelerim daha da ağır.
Elimi yatağın kenarına koyup doğruldum.
Dizlerim titriyor, ama yürümek zorundayım.
ablamın sesi kulaklarımda çınlıyor, güçlü ol diyor bana.
O burada olsaydı, şimdi ne yapardı? Ne söylerdi?
Nefesimi iyice aldıktan sonra tamamen kendime
geldim.
Oda, beyaz duvarlarla çevrili, antiseptik kokusuyla
dolmuştu. Sıkıcı bir sessizlik, zamanın ağır ağır
geçtiğini hissettiriyordu.
Hastane yatağımın yanındaki monitör, ritmik bir
sesle nefes alıp vermemi takip ediyordu. Her bip sesi,
içimde bir huzursuzluk yaratıyordu; sanki kalbim, bu
mekanın soğukluğuna karşı direnircesine atıyordu.
Pencereden gelen gün ışığı, odayı aydınlatıyordu
ama dışarıda ne olup bittiğini bilmediğim için bu ışık
bile içimi karartıyordu.
Hemşireler, beyaz önlükleriyle yanımdan geçerken,
yüzlerindeki ciddiyet beni daha da tedirgin ediyordu.
Onların telaşlı, beni yalnız hissettiriyordu. O an,
yalnızca Bervan'ın varlığına ihtiyaç duyuyordum.
Yatağımda yatarak pencereden dışarı baktım.
Gökyüzü, gri bulutlarla kaplıydı; yağmurun yağıp
yağmayacağını bile bilemeyecek kadar belirsizdi.
Dışarıdaki insanların hayatlarına devam ederken,
benim dünyam dört duvar arasında hapsolmuştu.
içimdeki kaygı, dondurucu bir rüzgar gibi içime
işliyordu. Zümra, nerede, ne yapıyorsun? Bu sorular,
kafamda dönüp duruyordu.
Kendime geldikten kısa bir süre sonra, kapının açıldığını duydum. Doktor ve hemşireler odaya girdi,
rutin bir ziyaret gibiydi belki, ama benim için her şey
farklıydı.
Başımı çevirip onlara baktım, gözlerimde hala o
ağır düşüncelerin izi vardı. Birkaç saniye sessizce
durdum, içimdeki karmaşayı saklamaya çalışarak.
Doktor, yüzünde sakin bir ifadeyle yanıma yaklaştı.
"Nasılsınız?"
diye sordu, sesi yumuşaktı ama bu soruya nasıl
Cevap vereceğimi bilmiyordum.
"iyiyim"
demek bir yalandı, ama başka ne diyebilirdim ki?
İçimdeki fırtına, dışarıdan bakınca anlaşılıyordu.
"Biraz dinlenmelisiniz, vücudunuz toparlanmaya
çalışıyor,"
Dedi doktor. O an başımı salladım, sözlerinin
ağırlığını hissettim ama zihnim hala Bervan'ı
düşünüyordu.
Hemşireler sessizce odaya girip çıktı, ellerindeki
malzemeleri kontrol edip beni rahatlatmaya
çalışıyorlardı.
Fakat hiçbir şey o içimdeki boşluğu
doldurmuyordu.
Doktor ve hemşirelerin odadan çıkmasıyla tekrar
sessizlik çöktü. Başımı yastığa yasladım, ama zihnim
bir türlü durulmuyordu.
Olanları anlamaya çalışırken, bedenimin verdiği
tepkilerle baş etmeye çalışıyordum.
"Dinlenmelisiniz,"
demişti doktor, ama nasıl dinlenebilirdim? içimdeki
savaş, dışarıdaki fırtınadan daha sertti.
Zaman ağır ilerliyordu. Saat kaçtı, gündüzmüydü,
gece mi, bilmiyordum. Tek bildiğim, bu belirsizlik içinde
kaybolduğumdu.
Gözlerim tekrar pencereden dışarıya kaydı; gri
bulutlar yerini hafif bir karanlığa bırakıyordu.
Gözlerim penceredeki karanlığa takılı kaldı.
Dışarıda yağmurun ilk damlaları düşmeye başlamıştı;
bir yandan içimi ferahlatan bir melodi gibi, diğer yandan
da yalnızlığımı daha da derinleştiriyordu.
Her damla, kafamdaki soruları su gibi emip
gidecekmiş gibi hissediyordum. Ama bu yağmur, benim
içimdeki boşluğu doldurmaktan uzaktı.
Kendimi yalnız hissetmek istemediğim için tekrar
gözlerimi kapattım. Belki bir uyku beni bu kaygılardan
kurtarırdı. Ama uyku da gelmiyordu.
Birden kap yeniden açıldı ve hemşire odaya girdi.
Yüzünde nazik bir gülümseme vardı.
"ihtiyacınız olan bir şey var mi?"
Diye sordu. Sorusu içimdeki karanlıkla çelişiyordu.
Bunu ona söyleyemezdim.
"Hayır, teşekkür ederim,"
dedim, ama içimden başka bir şey daha söylemek
geliyordu:
Hemşire, not defterine bir şeyler yazdıktan sonra
odadan çıktı. Yalnızlık, bu sessiz odada daha da hissediliyordu. Yağmurun sesine odaklanarak,
gözlerimi yeniden kapattım.
Gözlerimi yeniden kapattım, tam o sırada kapı
açıldı; bu defa gelen annemlerdi. Uyanalı birkaç saat
olmuştu ama onlar yeni yanıma gelmişlerdi.
Annemin yorgunluktan gözlerinin altı morarmıştı.
Annemin yanında Elif vardı; annem yanıma yaklaşarak,
"Rabbime bin şükür, Rabbim seni bize bağışladı,
Zümram."
"Ne bu halin, dayê?"
Annemin yüzündeki ifade karışık bir duygu
taşımıyordu; sevinç, korku ve yorgunluk iç içe geçmişti.
"iyiyim kızım,biraz uyudum, sonra Elif'le geldik.
Senin için dua ettik."
"Bu kadar korkacak ne vardı? Altı evladın ölmüş
senin, ben ölsem ne fark eder, dayê?"
Sesimdeki hüzün ve öfkeyle. Annemin yüzü, bir an
için dondu. Gözlerindeki yaşları tutmaya çalıştığını
görebiliyordum.
"Her neyse, Mehmet Ağa nerede? Kızı ölümden
döndü ama kendi gelmeye teşebbüs etmedi mi?"
Elif ve annem birbirine baktı. Annem, "Mehmet
Ağa'yı bilirsin, Zümram. Her zaman kendi derdine
düşer,"ama kızım, senin için çok endişelendi. bir an bile
hastaneden ayrılmadı."
"Zümra, komadan çıktın ama yine de huyun
değişmedi, değil mi? Amcam dışarıda günlerdir
uyumadı,".
Elif, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. Ama o
gülümseme, içinde taşıdığı kaygıyı gizleyemiyordu.
"Uyuyup uyumamasını sormadım. bana bunu
yapanın cezasını kesti mi?"
O an içimde bir kıvılcım yanmaya başladı.
"Cezasını kesmemişse, ben kendim halledeceğim,beni
bu hale getirenlere asla göz yummayacağım."
"Ama intikam almakla bu acIyı dindiremezsin,
kendini bu karanlığa çekme, Zümra. Hayatın ne kadar
kıymetli olduğunu unutmamalısın."
"Hayatım kıymetli mi?" kendim için savaşmadım ki.
Artık bir şeyler değişmeli. Haksızlığa uğramış olan
benim hayatımda hiçbir şey yerli yerinde değil."
Annem gözyaşlarını silerek,
"Biliyorum, kızım. Ama intikam düşüncesi, seni
daha fazla yorar.
Ama içimdeki öfke ve adalet arayışı hala
dinmiyordu.
"Ama bu savaşı vermeden rahat edemem. Bunu
bana reva görenlere bir bedel ödetmek zorundayım."
"'Sen intikam alacaksan, önce gidip Bervan Ağa'dan
al, Zümra,"
"O ne demek, Elif?"
"Zümra, karında onun bebeğiyle sen can çekişirken,
o gidip yeniden evlendi,"
"Bebek mi? Demek yanılmamışım,"
gözlerim büyüyerek. içimde
bir soğuk dalga
hissettim.
"Yani, Bervan Ağa gerçekten de yeni bir hayata
başladı mi?
"Zümra, gerçekleri kabul etmek zorundasın.
Bervan, senin yaşadıklarınla ilgilenmek yerine kendi
hayatını yaşıyor. Ama senin bu acıyla başa çıkman
lazım."
İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı, bir anda yerini derin
bir boşluğa bıraktı gözlerim dolarak.
"Ama intikam almak benim mayam da var Elif"
"Hayatını intikamla harcama, Zümra, Bervan'in
yaptıkların, seni derinden etkileyebilir, ama senin hayatın,
onunla sınırlı değil. Kendin için savaşmalısın."
"Kızım, intikam almayı düşünmek bile seni
karanlığa çeker. Sen güçlü bir kadınsın. Geçmişin seni
bağlamamalı,"
Kendimi bir çıkmazda hissediyordum. Bervan'ın
yaptığına olan öfkem, kalbimde bir yara açmıştı.
Elifin söyledikleri kafamın içinde yankı yapıyordu;
uyandığıma pişman olmuştum. içimdeki öfke ve acı, her
geçen dakika daha da derinleşiyordu.
Ama benim de bir ahdım vardı: Eğer ben Bervan ve
karısını vurmazsam, bana Zümra demesinler. Bu
düşünce, aklımda dolaşırken içimdeki karanlığı daha da
körüklüyordu.
*
Dizdar'dan
Kardeşim, karısı için gözünü kırpmadan elini kana
bulamaya hazırdı. O an
öfke, haksızlığa uğramanın
verdiği acıyla birleştiğinde gözü hiçbir şeyi
görmüyordu.
Hastaneden adeta fırtına gibi çıktı, içindeki intikam
ateşi onu ayakta tutuyordu. Aşiretteki herkes, onun bu
hali karşIsında sessizliğe büründü.
Mervan'ın izini bulmak için gözü dönmüştü. Her
köşeyi, her evi didik didik arattı.
Görünürde Mervan yoktu ama biliyordu, birileri onu
saklıyordu.
Aşireti yerle bir edecek kadar öfkeliydi. Gözlerinde
hırs, içinde kaynayan intikam ateşiyle her şeyi yapabilir.
"Mervan çıkacak, ya da bu iş bitmeyecek."
Ardından, en güvendiği adamlardan birine döndü,
sesi kısık ama tehditkârdı:
"Kim saklıyorsa, o da Mervan kadar suçlu. Onu
bulana kadar bu yerler durulmayacak."
Adam başını eğip hızla uzaklaştı, aşiretin içine
yayılan korkuyu hissedebiliyordu. Mervan'ın ortadan
kaybolması demek, sadece kardeşinin değil, aşiretin de
huzurunun kaçması demekti.
Herkes neyin peşinde olduğunu biliyordu. Ortada
dönen dedikodular, karısının gururu için savaştığı
yönündeydi.
Gözlerini kısıp boş araziye baktı.
"Çıkartacaklar seni, Mervan,"
Tekrar hastaneye dönmek aklının ucundan bile
geçmiyordu. Karısının bunları yaşamasına izin
veremezdi. Kan dökülecekse, dökülecekti.
Gece çöktüğünde, aşiret sessizliğe bürünmüş,
herkes beklemedeydi. O ise bir an bile yerinde
duramıyordu. Adamlarından biri yaklaşıp, fısıltıyla
haber verdi:
"Bir iz bulduk."
"Nerede?"
"Dağ evinde saklanıyor. Yanında birkaç adamı var
ama silahlı değiller."
Hiç tereddüt etmedi.
"Hemen yola çıkıyoruz," Arabasına binip motoru
çalıştırdı, peşinde sadık adamları.
Yol boyunca tek düşündüğü şey, Mervan'in yüzünü
görmek ve ona yaptıklarının bedelini ödetmekti.
Yol boyu öfkesi daha da artmış gözünü kan
bürünmüştü kardeşimin sonunda dağ evine gelmiştik.
Kapıyı tekmeleyip içeri daldığında, ev bomboştu.
Adamlarıyla göz göze geldi, öfkesi katlanarak büyüdü.
"Bize yanlış bilgi mi verdiniz?"
Diye hırladı, adamlarından biri başını öne eğip
hızlıca konuştu:
"izini sürerken buraya kadar geldik, ama demek ki
çoktan kaçmış."
Derin bir nefes alıp odayı gözleriyle taradı. Mervan
buradaydı, bunu hissediyordu. Henüz çok uzaklaşmış
olamazdı.
Odadaki masanın üzerinde duran yarım bırakılmış
bir bardak su ve aceleyle terk edilmiş eşyalar ona bu
gerçeği haykırıyordu.
"Saklandığı yeri bir kez bulduk, bir daha buluruz,"
dedi sakin ama tehditkâr bir ses tonuyla.
"Beni aptal yerine koymaya kalkıştı. Olanlardan
kaçmayacak.
Gözleri öfkeden ateş saçıyordu. Tekrar adamlarına
döndü:
"Tüm yolları kapatın. O kadar uzağa gitmiş olamaz.
Bütün bağlantıları kesin, o alçağı bulana kadar durmak
yok!"
İçindeki sessizlik, dışarıdaki gerilimle birlikte
büyüyordu. Mervan'in izini bulmuş, ama bir adım
gerisinde kalmıştı.
Bu gecikme, öfkesini daha da körüklüyordu. Evdeki
izleri dikkatle inceledi. Yarım kalmış bir yemek tabağı,
aceleyle düşürülmüş bir ceket... Mervan burada bir süre
saklanmıştı, fakat son anda kaçmıştı.
Birden dışarıdan bir ses geldi. Adamlarından biri,
koşarak yanına geldi.
"Daha kuzeye, köyün arka tarafına doğru hareket
ettiğini söylüyorlar. Birkaç saattir izini kaybetmişler
ama o bölgede bir çiftlik evi var. Oraya gitmiş olabilir."
Gözlerini kısıp düşünceli bir şekilde başını salladı.
"O evi kuşatacağız. Bu sefer kaçamayacak."
Arabaya tekrar bindi, motoru hiddetle çalıştırdı.
Zihninde tek bir düşünce vardı: Mervan'ı ne pahasına
olursa olsun bulmak.
Arabayı hızla çiftlik evine sürdüler. Gözleri önünde
yol uzayıp giderken, içindeki öfke adım adım
büyüyordu.
Peşindeki araçlarla beraber çiftlik evine
vardıklarında, etrafı dikkatlice inceledi. Adamları hızla
arabalarından inip pozisyon aldı. Evi sessizce
kuşatmaya başladık.
Kapıya doğru adımlarken kalbi hırsla çarpıyordu.
Bu sefer Mervan'ı elinden kaçırmamak için her türlü
hazırlığı yapmıştı.
Kapıyı usulca aralayıp içeri girdiğimizde, içeride
kimse yoktu. Yalnızca boş bir oda ve dağınık eşyalar
vardı.
Kimsenin olmadığını gördüğünde bervan iyice
öfkeden kudurmuştu.
Sakin görünmeye çalıştı ama içindeki öfke
patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Yine mi kaçmıştı?
Gözleri odayı taradı.
Yerdeki ayak izlerine, düşmüş bir çanta parçasına
takıldı. Mervan, her seferinde adeta gölge gibi iz
bırakmadan kayboluyordu.
"Nereye kaçarsan kaç, seni bulacağım. Bunun
hesabı sorulacak, Mervan."
Adamlarına döndü, sesi bu kez daha sakin ama
kararlıydı:
"Tüm çevreyi aramaya devam edin. Her iz önemli.
Onu bulana kadar durmayın"
Çiftlik evini didik didik aradıktan sonra, hiçbir iz
bulamadıklarını anlamıştı. Adamlarıyla birlikte içeri
girmelerinin ardından
geçen süre, giderek daha da
gergin bir hale gelmişti.
Sonunda, karşılaştıkları boşluk ve umutsuzluk,
onun öfkesini daha da artırIyordu.
"Her yeri aradık ama hiçbir şey bulamadık, Bervan
ağa ne yapmayı planlıyorsun"
Bervan,kararlılıkla başını salladı.
"Bazen en iyi strateji, geri çekilmektir. Mervan bu
sefer çok dikkatli davrandı. Olaylar daha da
karomaşıklaşmadan bir süreliğine çekilmek en iyisi
olabilir."
"Haklısın ağam.Şimdilik yeter. Her yerde aradık
ama o kaçmayı başardı. Geri dönelim ve tekrar plan
yapalım."
Aşirete dönerken, aklımıza da sadece bir düşünce
vardı: Mervan'ın bir gün mutlaka yakalanması ve bunun
bedelini ödemesi.
Ama şu an için stratejisini değiştirmek
zorundaydık. Hırsıyla kontrolsüz bir şekilde hareket
edemezdik.
Bervan'la birlikte, yavaşça geri dönmeye başladık.
Gelecek günlerde her şeyi daha soğukkanlı bir şekilde
ele alacaktım.
Bervan ağa, hayatımın en zor anlarında yanımda
oldu; onun gücü, beni her daim ayakta tutan bir kalkan
gibi.
Kan kardeşim, dostum, yoldaşım... Her biri başka
bir anlam taşıyor. 0, düşmanlarımızın en amansız
olduğu zamanlarda
bile beni yalnız bırakmadı.
Etrafımda karanlık bulutlar dolaşırken, Bervan'ın
gözlerinde gördüğüm azim, içimdeki endişeyi silip
süpürdü.
Ona olan bağlılığım, bir dağın kararlılığı gibi; ne
fırtına ne de yağmur bu bağı zayıflatamaz. Kardeşlik
sözümüz, köklerimiz gibi derin; biz bir bütünüz.
Onun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım; çünkü
kan kardeşliği sadece bir bağ değil, bir yaşam biçimidir.
Bervan ağa'nın yanında durmak, benim için bir onurdur.
Dağ yolunda Bervan'la ayrılıp kendi konağıma
doğru yola koyuldum. Mervan' aramak için günlerdir
dağ bayır gezmiştik, yorgun olsam da boncuk gözlüm
aklımdan çıkmamıştı.
Gözlerimin önünde onun gülümsemesi,
zorluklarımın üstesinden gelmemi sağlıyordu. Her
adımda, ona ulaşma umudum daha da güçleniyordu.
Dağların yüksekliği, kalbimdeki özlemle birleşince,
sanki Elifim her an yanı başımdaymış gibi
hissediyordum."
Gözlerimdeki yorgunluk, onun hatıralarıyla dolup
taşıyordu; gülümsemesi, karanlık düşüncelerimi
aydınlatıyordu.
Dağların serin rüzgarı, onun neşesini getiriyor gibi
esiyor, her bir adımında kalbimdeki özlemi daha da
derinleştiriyordu.
Yorgun bedenim, Elif'in hayaliyle yeniden
buluyor, her adımda ona bir adım daha yaklaşmanın
heyecanını yaşıyordum.
Yolum uzadıkça, Elif'in aklımda beliren görüntüsü,
dağların soğuk sessizliğini ısıtıyordu.
Her bir tepeyi aştıkça, onun sıcak gülümsemesi
sanki rüzgarla birlikte benimle geliyordu. Yüreğimdeki
sevgi, zorluklarla dolu bu yolda beni ilerlemeye
zorluyordu.
Düşüncelerim ona takılı kaldıkça, yorgunluğum bir
nebze olsun hafifliyordu.
Zaman zaman durup derin bir nefes aldım; dağların
yükseklikleri, sanki Elif'in ruhunu taşıyor gibiydi sanki
yıllardır görmüyor gibi.
Ona duyduğum özlem, karşılaştığım her zorlukta
daha da derinleşiyordu. Her ne kadar yorgun hissetsen
de, gözlerimdeki parıltının sebebi onun hayalimdi.
"Şu belalar bitsin anlı şanlı, düğün yapıcam sana
boncuk gözlüm "
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |