
Ne demek istediğini biliyordum, ama bunun nasıl
olacağını kestiremiyordum. içimde bir kararsızlık vardı;
acaba bu emaneti gerçekten hakkıyla taşıyabilecek
miydim?
Beni bekleyen yol belirsizdi, sorumluluğun ağırliğı
omuzlarıImda her geçen gün daha da hissediliyordu.
Hanım ağa olmak, aşiretin yükünü taşımak ve bir
yandan da büyüyen bebeğimin varlığını hissetmek...
Hepsi birbirine karıŞıyor, içimde bir kasırga
koparıyordu. Emanet edilen bu yaşamı koruyabilecek
miydim? Kendi gücümden şüphe ederken, o gücü bulup
bulamayacağımı sorguluyordum.
Bebeğim karnımda kıpırdadığında, içimde yeni bir
his uyanıyordu. Bu küçük can, bana güçlü olmam
gerektiğini hatırlatıyordu.
Aşiretin geleceği, onun doğumuyla şekillenecekti
ve bu yüzden, ona verebileceğim en büyük miras, güçlü
bir anne olmaktı.
Ama bazen, bu sorumluluğu taşımak, kendimden
daha büyük bir yük gibi geliyordu.
Yalnız kalıp sessizliğe gömüldüğüm anlarda,
kendimle baş başa kaldığımda, içimdeki korkular daha
da büyüyordu.
Aşiretin gözünde güçlü görünmek zorundaydım,
ama içimde fırtınalar kopuyordu.
Her şey kontrolünden çıkıyormuş gibi
hissediyordum. Bir yandan Bervan'a belli etmeden onun
desteğini arıyor, diğer yandan bu yükü tek başıma
sırtlanmaya çalışıyordum.
Bebeğimin her hareketinde, bu dünyaya
getireceğim canın sorumluluğu beni daha da derine
çekiyordu.
O an anladım ki, sadece kendim için değil, ondan
sonrakiler için de ayakta kalmalıydım. Aşiretin geleceği,
bu bebeğin varlığında gizliydi ve benim güçlü olmam
gerekiyordu.
Hastaneden çıkmadan önce annemi ve halamları
konağa göndermiştim, çünkü aşiretin düzeni
bozulmamalıydı.
Herkesin gözleri üzerimdeydi ve en küçük detay
bile yanlış anlaşılabilirdi. Babam ise o sIrada Mervan'ı
aramakla meşguldü.
Telaşlıydı, sesi her zamankinden daha sert
çıkıyordu. Mervan'ın ortadan kaybolması, işleri daha da
karmaşık hale getirmişti.
içimde bir huzursuzluk vardı. Her şey üst üste
geliyordu sanki. Aşiretin sorunları, kendi içsel
korkularım ve bu yeni hayata adım atacak olan
bebeğim..
Yol boyu aklımda dönüp duran düşünceler bitmek
bilmemişti. Her adımda bir yenisi ekleniyor, sorular
kafamda bırakıyordu. Konağa vardığımda içimdeki
karmaşa biraz olsun sakinleşir gibi oldu.
Konağın ağır kapısından içeri adım attığımda,
tanıdık koku ve atmosfer beni sarmaladı. Ama bu
rahatlama kısa sürdü.
içerideki sessizlik
bile gerilim doluydu; sanki
herkes bir şeylerin farkındaydı, ama kimse dile
getiremiyordu.
Ayak seslerim taş zeminde yankılanırken, konağın
duvarları bana her zamankinden daha soğuk ve
mesafeli geldi.
Bu taşların altında neler gizliydi, kim bilir? Ama ben
artik sadece kendim için değil, bu konakta büyüyecek
yeni bir can için de ayakta kalmak zorundaydım.
Benim geldiğimi gören annem ve halanmlar beni
karşıladı. Yüzlerinde bir sevinç ama aynı zamanda bir
tedirginlik vardı.
Onların bana olan bakışlarındaki endişeyi
hissedebiliyordum; benim için içlerinde bir şeyler
kıpırdıyordu.
"Zümram, iyi misin?"
diye sordu annem, sesindeki kaygıyI
gizleyemeyerek.
"iyiyim, merak etmeyin,"
Ama kendi sesimin ne kadar sarsak olduğunu
biliyordum. Halamlarım, etrafımda dolanırken, onları
rahatsız etmemek için derin bir nefes aldım.
Bu an, aşiretimizin kadınlarının dayanışmasının ne
kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu.
Araba kapısının yanından geçerken, içimde
büyüyen kaygıları biraz olsun geride bırakmak istedim.
Ancak, annemin ve halamların gözlerinde
gördüğüm korku, aşiretin belirsiz geleceğine dair
hissettiğim kaygıları yeniden alevlendirdi.
Babam sedire oturmuş, gözlerinde derin bir
yorgunluk vardı. Yilların biriktirdiği tecrübeler ve üst
üste gelen sorumluluklar, onun omuzlarını daha da
ağırlaştırmiş gibiydi.
Yüzüne baktiğımda, sessiz bir tükenmişlik
okudum. Her zaman dimdik duran, aşiretin başındaki o
güçlü adamın gözlerinde bu defa farklı bir şey vardı.
"Hoş geldin, Zümra,"
dedi kısık bir sesle, bakışlarını benden kaçırarak.
Sesi her zamanki otoriter tonundan uzaktı, sanki içinde
bir ağırlık taşıyordu ama bunu benimle paylaşmak
istemiyordu.
Yanına yaklaştım, sessizce oturdum. Babamın
yanında otururken içimde derin bir boşluk hissettim.
Her ne kadar onun yanında güçlü durmaya
çalışsam da, aslında hepimiz bu karmaşanın ortasında
bir çıkış yolu arıyorduk.
"Mervan'dan haber var mı?"
ama cevabı tahmin ediyordum. Babam başını
hafifçe salladı, ellerini dizlerinde birleştirip bir süre
öylece kaldı.
"Dayê, xaltiya min bigire û min û bavê min tenê
bihêle, bila kes li hewşê nemîne."
( anne, halalarımı da al babamla, beni yalnız
bırakın avluda kimse kalmasın)
"Bi xatirê te keçikê"
( hayrola kızım)
" Bir daha demem dayê avluyu boşaltın"
Sesimdeki kararlılık, içimdeki belirsizliği bir nebze
olsun bastıriyordu. Söylediğim an, annem ve diğerleri
hemen harekete geçti.
Gözlerinde anlık bir şaşkınlık belirdi
talimatıma itaat etmekten başka çareleri yoktu.
Avlunun sakinliği bozuldu, kadınlar ve çocuklar yavaş
yavaş içeri doğru yöneldi.
Kendimi bir an için lider gibi hissettim; bu an,
aşiretimin geleceği için bir şeyler yapma firsatıydı.
içerideki kaygılarım, dışarıdaki boşlukla birleşince,
bir nebze hafifledi. Dışarıda bir şeyler değişiyordu.
Kadınlar avludan çıkarken, yüzlerinde belirsiz bir
kararlılık ve merak vardı. Neler olduğunu anlamak için
benden gelen talimatları bekliyorlardı.
Şimdi, bu anı kullanıp, topluluğumun gözündeki
korkuyu dağıtmak zorundaydım. Gözlerimi babamdan
ayırmadan, içimde bir şeyler uyanıyordu; belki de
aşiretin geleceğini yeniden şekillendirme zamanı
gelmişti.
Avlu tamamen boşaldığında emin olduktan sonra,
babamın sağ kolu olan adamı Şahin'e seslendim.
" Şahin "
Seslenmemle yanımıza gelmesi on saniye sürdü.
Şahin, hızlı adımlarla yanıma geldiğinde, yüzündeki
ciddiyet benim için bir şeylerin yoluna gireceğine dair
bir işaret gibiydi.
Buyur hanım ağam"
" Silahını ver"
Söylediğim şeyle şaşırsa da, lafımı ikiletmeden
belindeki silahı çıkarıp verdi. Soğuk metal, ellerimdeki
sIcaklığı hissettiriyordu.
" Zümra"
Buyur Mehmet ağa"
" Niyetin ne senin, karşındakinin ağan olduğunu unutma
Eğri oturup doğru konuşalım baba sen mervanı
bulduğunda kılına dahi dokunmasın çünkü o erkek ne
yaptıysa af edeceksiniz buna müsaade etmem olurda
benden önce bulursan ve bir şey yapmasan ahdım
olsun onunla birlikte senide gömerim
" Haddini bil karşında ki baban senin sen kimsin de
beni tehdit ediyorsun"
Babamın sesi avluda yankılandı. Bu sözler, hem
beni hem de bulunduğum durumu zor bir noktaya
getiriyordu.
Babanın söylediklerinin ardından, elimi avludaki
masaya vurdum.
"Bu bir tehdit değil, Mehmet ağa!
Al şu kurşunu olurda benden önce Mervan' i
bulursan cezasını kesmesen, kafana sık beni baba
katili yapma
Bunları söylerken içimde bir anlık korku hissetsem
de, bunu dile getirmek zorundaydım. Artik bu belirsizlik
içinde kalmak istemiyordum.
_*_
Bervan'dan
Zümra'nın uyandığını duyduğum an, içimde tarifsiz
bir sevinç patladı. Hastaneye nasıl gittiğimi, etrafımdaki
insanları nasıl unuttuğumu bile hatırlamıyorum.
Onun için her şeyi göze alabilirdim; canımı bile
vermeye hazırdım. Ancak hastanede, onun odasina
girdiğimde
Zümra'nın yüzündeki bana olan nefret, adeta
kelimeleriyle şekillenmiş gibiydi. Gözlerinin
derinliklerinde bir soğukluk, söylediklerinde ise bir
suçlama hissediyordum.
Her cümlesi, içimde biriken öfkeyi alevlendiriyordu.
Onun bu hali, benim için dayanılmazdı; sanki bana olan
sevgisini tamamen yitirmişti.
Yüreğimdeki öfke, bir volkan gibi patlamak
üzereydi. Kendimi onun karşısında çaresiz ve kırgın
hissediyordum, ama bir yandan da bu öfkeyle
yüzleşmenm gerektiğini biliyordum.
Her şey, Zümra'nın bana karşı hissettiklerini ve ona
olan sorumluluklarımı sorgulamama neden oluyordu.
Her söylediği kelime, yüreğimde bir volkan gibi
patlıyordu. Zümra'nın sesindeki acı ve öfke, içimdeki
hisleri alevlendiriyor, beni daha da derin bir çatışmaya
sürüklüyordu.
Onunla geçmişte paylaştığımız anılar, bu anın
gölgesinde sönmeye yüz tutmuş gibiydi. Bir yanda
onun gözlerindeki nefret, diğer yanda ise ona karşı
duyduğum aşkın kalıntıları arasında sıkışıp kalmıştım.
Her bir kelimesi, geçmişin yükünü hatırlatıyor ve
içimdeki öfkeyi büyütüyordu. Zümra'nın acısı, benim
acıma dönüşmüş ve bu
kıyametin ortasında kendimi
kaybolmuş gibi hissediyorum.
o öfkeyle içimde bir ses yükseldi:
"Zilan'dan çocuk yapacağım!" dedim.
Ancak bu sözler, yüreğimin derinliklerinde
yankılandı. Ne bedenim ne de kalbim, Zümra'ya ihanet
edebilecek kadar bağlıydı.
Onunla kurduğum bağ, her türlü öfkenin
ötesindeydi. Zümra'nın acısI, benim içimdeki tüm
karanlık hislerle birleşerek bir kıyamet yaratıyordu.
Duygularım arasında gidip gelirken, Zilan'ın
varliğına dair her düşünce, Zümra'ya olan bağlıliğımın
ağırlığı altında eriyordu.
Ne yaparsam yapayım, Zümra'nın kalbinde bir
yerim olduğu gerçeği, benim için her şeyden daha
önemliydi.
Atığı tokat, bana karşı duyduğu öfkenin somut bir
ifadesiydi ve bu, onun haklı olduğunu anlamama neden
oluyordu.
Acıtsa da, bu hareketi aslında geçmişteki
hatalarımı yüzüme vuruyordu. İçimdeki öfke bir yana,
onun yaşadığı hayal kırıklığı ve acı, bu tavrında ne
kadar haklı olduğunu gözler önüne seriyordu.
O an, geçmişteki hatalarımın ağırlığı beni boğarken,
duygularıma dair derin bir anlayış kazanmaya
çalışıyordum.
Gözlerindeki öfke, benim içimdeki pişmanlığı
ateşini körüklüyordu.
Üzerine kuma getirmiştim; bu, zaten sevdiğim
kadına karşı işlediğim bir ihanetin en açık
göstergesiydi.
Bu düşünce, içimdeki suçluluk duygusunu daha da
derinleştiriyordu. lişkilerdeki sadakat ve güven, benim
için her zaman önemliydi, ama şimdi her şey
paramparça olmuştu.
O öfkeyle hastaneden ayrıldım ve konağa doğru
yola koyuldum. Içimdeki duygular birbirine karışmış, bir
fırtına gibi savruluyordu. Her adımda, yaşananların
ağırlığı daha da hissediliyordu.
Günlerdir konağa bile gitmemiştim. Inat uğruna
kendime yeni bir eş almıştım, ama onun yüzünü dahi
görmek istemeyecek hale gelmiştim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |