
İnat uğruna alınan bir karar, şimdi yük gibi
omuzlarımdaydı. Konağa gitmek istememek, ondan
kaçmak değildi belki ama onunla yüzleşmemek için
bahaneydi.
Ona duyduğum öfke ve pişmanlık birbirine
karışıyordu. Göğsümde, ağırlığını her geçen gün daha
fazla hissettiren bu yükle ne yapacağımı bilemez
haldeydim.
İnat etmiştim, evet; ama bu inat bana huzur değil,
sadece derin bir sessizlik ve acı bırakmıştı.
Beni bu hale getiren şeyin ne olduğunu anlamaya
çalışıyordum. Kimi zaman gururum ağır basıyor,
yaptığımın doğruluğuna kendimi inandırmaya
çalışıyordum.
Ama yalniz kalıp da düşüncelerimle baş başa
kaldığım anlarda, içimde bir huzursuzluk beliriyor,
yaptığım hatanın ağırlığını taşıyamayacak gibi
hissediyordum.
Her ne kadar kendimi haklı çıkarmaya çalışsam da,
içimde büyüyen bu huzursuzluğu susturamıyordum.
Bazen gece yarısı uykularımdan uyanıyor, derin bir
nefes alıp boşluğa bakıyordum.
O anlarda, bu evliliğin benim için ne anlama
geldiğini sorguluyordum. Bir anlık öfke ve gururun beni
nerelere sürüklediğini görmek, ağır geliyordu.
Bu evlilikle belki kendime, belki de aşirete bir şeyler
kanıtlamak istemiştim. Ama sonunda yalnızca kendimi
kandırdığımı anlıyordum. Yaptığım her hata, taşıması
daha zor bir yük olarak sırtımda birikiyordu.
Gururuma yenilip de aldığımdan daha fazla bir
şeyler kaybetmek istemiyordum. Fakat nasl dönerdim?
Dönmek... Ama hangi yüzle? Gururumla girdiğim
yoldan geri dönmek, zayıflık gibi geliyordu. Sanki her
şeyin ağırliğı altında ezilen ben değilmişim gibi, başım
dik kalmaya çalışıyordum.
Ancak içimden bir ses, bu böyle devam ederse
elimde kalanları da kaybedeceğimi fisıldıyordu.
Aşiret ne der, başkaları ne düşünür korkusuyla
kendi içimde boğuluyordum. Halbuki başkalarının
sözleri değil, kendi vicdanımın sesi beni daha çok
yaralıyordu. Bu yalnızlık, yaptığım her yanlışı yüzüme
vuran bir aynaya dönüşmüştü.
İçimde kırılmaya yüz tutmuş bir şeyler vardı, ama
onları onaracak gücüm var mıydı?
Gururumu bir yana koyup, kendimle yüzleşmeye
hazır mıydım?
Kafamda dolaşan düşüncelerle konağın yolunu
tuttum. Gururla ve inatla karşıma dikilen o bakıŞI
hatırladıkça, içimdeki öfke alevleniyordu.
Kendine olan bu güvenin altında yatan zayıflığı
ortaya çıkarmak ve bana boyun eğmesini sağlamak,
belki de en büyük zaferim olacaktı.
Konağa girdiğimde avludan annemin ve kuma'nın
sesleri yükseliyordu. Annemin sesi, her zamanki gibi
sert ve otoriterdi:
"Bu aşiretin hanim ağası olmak kolay değil.
Zümra'nın inadı, bizi zora sokacak. Ne yap et biran önce ağa'nın koynuna gir"
Kuma ise daha nazik bir tonda, ama yine de
temkinli bir şekilde yanıt verdi:
"Daye koynuna girsem bile Zümra yok olmadığı
sürece hanım ağalık bana kalmaz."
Dinlerken, içimdeki öfkenin alevlendiğini
hissediyordum. Bu sözler içimdeki alevi daha da
körüklüyordu.
Zümra'nın varlığı, aşiretimizin dinamiklerini alt üst
ediyordu. Ne olursa olsun, bu duruma son vermek
zorundaydım.
Zümra'nın inatçılığını kırmalı, ona boyun eğmeyi
öğretmeliydim. Artık bu durumu daha fazla
sürdürmemin imkanı yoktu; ya ben ya da Zümra
kazanmalıydı.
Onların söylediklerini dinlemeye niyetim yoktu;
sabrım tükenmişti. Avlunun ortasına doğru adım attım,
kendimi göstermek ve bu tartışmanın merkezinde yer
aldım.
içimdeki öfke, volkan gibi patladı. "Kes sesini!" diye
haykırdım, sesim avluda yankılanırken herkesin
dikkatini üzerime çekti.
"Senin haddine mi destursuz hanım ağanın adını
ağzına almak zilan"
Ağam ben "
" Kes sesini sen kimsin de onu ortada
kaldıracaksın"
"kuremin karşında anan var süs bebeği diye almadın Zilan'ı karılik yapacak sana o soysuz bu
konağa gelmeyecek"
" Dayê çok beğendiysen sen koynuna al ben zaten
karım var
Söylediğim şeye öfkelense de, gözlerindeki öfkenin
ardında bir tereddüt sezdim. Zilan, bu durumu
kaldıramıyordu. Kendi yerini bilmesini istiyordum;
benim için Zümra ve benim ailem arasında bir denge
kurmak şarttı.
_*_
Zümra'dan
Ben bunları söyledikten sonra babam oturduğu
yerden kalktı onunla birlikte bende ayağa kalkıp
karşında durdum yüzündeki öfke her halinde belliydi.
"Haddsiz" deyip yüzüme indirdiği tokatla bir iki
adım geriye gittim.
Babamın öfkesinin gözlerindeki sert ifade, avludaki
havayı geriyordu. Tokatın acısı henüz geçmemişken,
onunla karşı karşıya duruyordum.
Avlunun soğuk zemininde ayağımın altında
hissettiğim taşların sertliği, içimdeki tüm korkuları
kabartıyordu. Kendimi savunmasız hissetsem de, geri
adım atmak istemiyordum.
"Senin söz hakkın yok Zümra sen bu konakta bir
hiçsin "
"Öyle mi, Mehmet Ağa? Madem bir hiçsem, ne
demeye yıllarımı benden çaldın? On üç yıllımı aldın
benden! Çalınan yllarımın bedeli olsun canın!"
Bu sözler avluda yankılanırken, içimde bir şeyler
kırılıyordu. Öfkem, yillardır bastırdığım duyguların
patlamasına neden olmuştu.
Babamın gözlerindeki sert ifade, her zaman olduğu
gibi beni korkutuyordu ama bu sefer geri adım
atmayacaktım.
"Ne kadar süredir içimde birikiyor bu acı biliyor
musun? Her gün, senin beklentilerin altında ezilerek
yaşadım. Ben de bir insanım, benim de hayallerim
vardı! Ama sen bunları hiçe saydın."
Babam, gözlerini avlunun toprak zeminine dikmişti.
Gözlerinde beliren boşluk, onun da bu çatişmanın
içinde kaybolmuştu.
"Şimdi sen düşün, Mehmet Ağa, Canın mı, Mervan
mi? Bu kadar yılın sonunda benim için neyin daha
değerli olduğunu bilecek misin?"
Ben babamdan cevap beklerken, korumalardan biri
gelip kulağıma avukatın geldiğini söyledi.
Bunu duyduğumda, babama alaycı bir gülüş
atıverdim. içimde bir huzursuzluk belirdi, ama bunu
göstermemek için kendimi zorladım.
Avludan çıkarken, güneşin sıcak ışıkları yüzüme
vurdu. Dışarıda bekleyen avukat, bir şeylerin ters
gittiğini hissettiren bir tavırla duruyordu.
Adım attıkça içimde bir merak büyüyordu; ne
olacağını bilmiyordum ama kesin olan bir şey vardı: Bu
karşılaşma, hayatımda yeni bir dönüm noktası
olabilirdi.
Gözlerimi avukattan ayırmadan yanına doğru ilerledim, sorular kafamda çalkalanıyordu.
Avukatın yanına yaklaşıp başımla selam verdikten sonra.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |