41. Bölüm

41.Hesap Vakti

Mavi Yazar
maviyazarr

 

Dizdar'dan

 

 

Bervan Ağa akşam vakti yanıma geldiğine göre

 

sıkıntısı büyüktü. Her zamanki gibi soğukkanlı

 

görünmeye çalışsa da yüzündeki sert çizgiler,

 

gözlerindeki gölgeler bu kez sağlayamadığı bir yükün

 

izlerini taşıyordu.

 

Kan davası, berdel, kuma... Derken, kardeşimin

 

hayatı böylece karnmakarışık bir yola sürüklenmişti.

 

Bir zamanlar hayalleriyle, umutlarıyla dolu olan o

 

bakışları, şimdi öfke ve kederin gölgesinde

 

kaybolmuştu.

 

Kendisi değilmiş gibi davranıyor, hayatın önüne

 

serdiği zorluklarla adeta bir yabancı gibi yüzleşiyordu.

 

Salonumun önündeki sandalyeye oturmuş, gözleri

 

bende meze bekleyen kardeşime kaçak çay uzattım.

 

Bardaktaki koyu çay, gece kadar karanlıktı; tıpkı

 

içinde biriktirdiğimiz meseleler gibi.

 

"Ee ağam meze getiricem dedim ama elde bu var

 

şimdilik gerçi senin niyetin başka ama

 

" Neymiş benim niyetim lan"

 

'Bu satte geldiğine göre benle işin var ya da beni

 

özledin

 

ağzımı burnumu dağıtır diye düşündüm,

 

yüzüme bile bakmadan çayından bir yudum daha aldı.

 

Sessizlik, söylediğim sözü havada asılı bıraktı.

 

Cevap vermedi, sanki lafımı duymamış gibi, gözleri

 

fincanın kenarına dikilmişti.

 

Bir anlığına içindeki sıkıntının ne kadar derin olduğunu anladım; şakalaşmalar, laf dokundurmalar

 

bile bir duvar gibi aramızda durmuştu.

 

Sohbet, nmuhabbet derken zaman akıp gidiyordu.

 

Bervan Ağa'nın yüzündeki kasvet biraz olsun dağlır

 

gibi olmuştu, hatta birkaç kez hafifçe gülümsedi bile.

 

Tam eski günlerin sıcaklığına kavuşmuşken,

 

Zümra yengemin konağa gittiğini duyunca bir

 

hişımla çekip gitti.

 

Bervan apar topar gidince, ben de kalan çay

 

bardaklarını, tabakları topladım, masayı düzelttim.

 

Onunla konuşmalarımız kafamda yankılanıyor,

 

yüzündeki o kaygılı ifade gözümün önünden

 

gitmiyordu. Sonunda işleri toparlayıp derin bir nefes

 

aldım ve konağın yolunu tuttum.

 

Konağın önüne geldiğimde, gözlerim karşımdaki

 

kişiyi seçince bir an dona kaldım. Hayal bile

 

edemeyeceğim,

 

Hiç ummadığım, o kişiyle burun buruna gelmiştim.

 

Elif Aldanoğlu.

 

Göz göze geldik, bir an ikimiz de sessiz kaldık.

 

Sanki zamanda bir boşluk açılmış, geçmişle bugün

 

birbirine karışmıştı.

 

Yüzündeki ifade sertti, ama bakışlarında belli

 

belirsiz bir hüzün sezdim.

 

" Burda ne işin var avukat hanım"

 

" Kusura bakma yeğenimi görmek için senden izin

 

almayı unuttum bir dahakine hatırlar Dizdar ağa"

 

" Öfkeni benden çıkarma pişman olursun sonra"

 

" Ne yaparsın yaa kardeşim dediğin şe... siz gibi

 

mi yaparsın"

 

" Yok ben direk nikahıma alırım"

 

"Uzak dur benden kimi alıyorsan al nikahına ağa

 

ama benden uzak dur"

 

" Haber saklıcam babana nikahıma alıcam seni"

 

" Çok beklersin sen daha anca rüyanda"

 

" Rüyamda seni nasıl gördüğümü bir bilsen Elif

 

aldanoğlu artık bir bozdağlı olmaya hazırlan"

 

"Senin gevezeliklerin uğraşacak değilim

 

hayallerinle baş başa bırakıyorum seni"

 

Elifi sinirlendirmek hoşuma gitmişti. Yüzünde

 

beliren o inatçı bakış, dudaklarının kenarındaki belli

 

belirsiz öfke çizgileri... Her seferinde bana meydan

 

okuyuşunu izlemek, beni gülümsetiyordu.

 

Ama bu kez işin şaka kaldırır yanı yoktu; dediğimi

 

yapmaya kararlıydım. Nikahıma alacağım dediysem

 

alacağım.

 

Elif her ne kadar karşı çıksa, dirense de, içimde bir

 

his vardı; zamanla benim dediğimi kabul edecekti.

 

O sert kabuğun altında, bir umut, bir teslimiyet

 

saklı olduğunu biliyordum. Ve ben de, en az onun kadar

 

inatçıydım. Gözlerimi kararmıştım, bu yoldan dönmemeye

 

yemin etmiştim.

 

Elif arabasına binip hızla uzaklaştıktan sonra, ben

 

de konağın içine girdim. Kapıyı kapatırken, içeriden

 

gelen sesler dikkatimi çekti.

 

Avluda ev halkı

 

toplanmış, bir çatı altında

 

huzursuzca ama sakin bir şekilde oturuyorlardı.

 

Herkesin yüzünde bir gerginlik vardı, sanki

 

bekledikleri bir şey ya da bir açıklama vardı.

 

Avlunun köşesinde, babam elindeki tütünle

 

sessizce daldığı düşüncelerden sıyrılmaya çalışıyordu.

 

Annem ise ellerini birbirine kenetlemiş, gözleriyle

 

ne olacağını kestirmeye çalışıyordu. Diğerleri de ya bir

 

köşeye yaslanmış, ya da birbirine fısıldıyordu.

 

Gözleri üzerimde, bir şeyler söylememi bekliyor

 

gibiydiler. Ama ben, Elif'in gidişini, ona dair kararlı

 

adımlarımı hâlâ kafamda tartıyordum.

 

Bu sessiz bakışmaların da bir anlamı olduğunu

 

biliyordum, ama şu anda neyi konuşacağımı

 

bilemiyordum.

 

"Hayırdır cenaze mi çıktı ne bu haliniz ?"

 

" Bir şey olduğu yok yüzünü gören cennetlik dizdar

 

ağa "

 

İşlerim vardı abi bu arada, az önce çıkan Elif

 

aldanoğlunu nikahıma alıcam"

 

" Nikahıma alıcam ne demek dizdar "

 

" Gidip isteyin demek dayê Allah'ın emriyle isteyin"

 

"Bana Elif'i isteyin," dediğim an, avluda bir anda

 

sessizlik bozuldu. Sözlerim havada asılı kaldı ve bir an

 

için herkes birbirine bakarak ne diyeceğini, ne

 

yapacağını bilemedi.

 

Sonra, birden avlu içinde sesler yükselmeye

 

başladı. Birkaç kişi şaşkınlıkla bağırdı, kimisi mırıldandı,

 

kimisi de yerinden fırlayıp bana yaklaştı.

 

Hemen ardından, annemden, ve diğer kadınlardan

 

zilgıtlar yükseldi. O an, kadim gelenekler, baskılar, bir

 

yanda da isyanlar arasında, avlu adeta bir karmaşaya

 

döndü.

 

Herkes bir şeyler söylüyor, birbirinin sözünü

 

kesiyor, tepki gösteriyordu. Kimisi duyduğu öfkeyi

 

bastıiramazken, kimisi de büyük bir şaşkınlıkla bana

 

bakıyordu.

 

Bütün bu hengâmede, ben bir adım daha attım,

 

Elifi almak konusunda kararlılığımda hiç bir değişiklik

 

olmadiğını, kimseyi dinlemeye niyetim olmadığını net

 

bir şekilde belli ettim.

 

Zümra'dan

 

Yüreğimdeki yangın, geçmişin izleriyle daha da

 

körüklenmişti. Her hatırlayışımda içimdeki öfke dalga

 

dalga yükseliyordu.

 

Bervan Ağa'nın beni kovduğu gün gözümün

 

önünden gitmiyordu; o gün, o soğuk bakışları, acımasız

 

sözleri...

 

Sanki artık onun gözünde bir yabancıydım. Ve

 

şimdi, aynı adam, gururunu bir kenara bırakıp benim

 

yanımda kalmam için neredeyse yalvarıyordu. Ama işte,

 

o aci anı silip atamıyordum.

 

"Yanımda kal," dedi, sesi titrek ve derin bir

 

pişmanlıkla doluydu.

 

Ona döndüm, gözlerinin içine baktım. Her kelimesi,

 

daha önce işittiğim o sert sözleri hatırlatıyordu bana.

 

"Şimdi mi aklın başına geldi, Bervan Ağa? O gün, beni bu kapıdan kovarken düşünmedin mi bunları?"

 

Bervan Ağa sustu, gözleri yerdeydi. Ama

 

suskunluğu, bir zanmanlar bana verdiği acıyı dindirmeye

 

yetmiyordu.

 

Bervan Ağa'nın gözleri yerde, yüzü ise mahcuptu.

 

O güçlü, mağrur adamı bu hâlde görmek belki bir

 

başkasını sevindirebilirdi.

 

Ama ben, içimdeki yangının alevlerinde onun

 

pişmanlığını söndüremiyordum.

 

Gözlerimi ondan kaçırdım, içimden yükselen tüm o

 

kırgınlık ve öfkeyle dudaklarımı sıkıca kapattım.

 

Bir süre sessiz kaldık. Konakta her şey sanki

 

durmuştu; yalnızca kalp atışlarımın yankısı

 

kulaklarımda çınlıyordu. Bu, eski Bervan Ağa olamazdı.

 

0, her zaman istediğini elde eden, sert ve sarsılmaz

 

biriydi. Şimdi ise karşımda, pişmanlıkla başını eğmiş,

 

bana bakmaya bile cesaret edemeyen bir adam

 

duruyordu.

 

"Ne söylememi bekliyorsun, Bervan Ağa?" dedim,

 

sesim soğuk ve mesafeliydi. "Beni burada tutacak,

 

geçmişi unutturacak neyin var?"

 

Başını kaldırdı, gözlerindeki yaşanmışlıklarla dolu

 

derin ifadeyi ilk kez bu kadar net görüyordum.

 

içimde bir şeyler titredi, ama çabucak susturdum o

sesi.

 

"Kaybetmekten korktuğun şey ben değilim, Bervan

 

Ağa. Senin gururun, senin itibarın. Seni bu kadar

 

 

rahatsız eden tek şey bu."

 

 

Sözlerim onu derinden yaraladı, bunu yüzünden

 

okuyabiliyordum.

 

Ama artik acım yoktu ona. Geçmişteki yaralar beni

 

yeterince güçlü kılmıştı. Eğer bir adım atacaksam, bu

 

sefer yalnizca kendim için atacaktım.

 

Yaktın, yıktın, ezip geçtin bazen gurur yapmak

 

başarmak demek değilmiş ben bu hayatta yaşamaktan

 

çok ölmeyi istedim ama şimdi canim diyenin caninı

 

alacak hâle geldim çekil o yüzden sen yoluna ben

 

yoluma"

 

" Bana bak aldanoğlu sırf daha fazla üzülme diye

 

kolundan tutup getirmedim bu konağa seni ama şunu

 

unutma benim karımsın karnındaki de Arslanoğlu

 

aşiretinin varisi bu konağa kendin geldin asla çıkmasın

 

artik "

 

" ya benim ömrüm tükendi, yıllarim gitti, sürgün

"

 

edildim ama yinede başım dik yaşadım özgürce

 

uçarken sen benim göklere uçan kanadımı kırıp öküz ve

 

yetim bıraktın Bervan Arslanoğlu "

 

Bize yaşatıklarınızın bedelini ödedin sadece

 

aldanoğlu"

 

" benim yaşadıklarım bedelini kim ödeyecek ağa

 

mi? hesap Vakti bana geldi mi kork benden şimdi

 

çekil yolumdan "

 

" istediğin yere git ama çocuğum benim yanımda

 

olucak doğduğu gün kokusunun almadan tekrar

 

sürgüne gidersin"

 

" bu yüze iyi bak ağa gitin yolun sonu senin sonun

 

olmasın dikkat et varlığın

 

yokluğunla bir yanımda şimdi kimin koyuna girersen gir benim için yoksun"

Beş dakika önce ki adam gitti, yerine başkası geldi

âdeta ona söylediğim şeyler bu kadar mı deli ediyor

onu.

O benim onurumu, gururumu düşünmemişti ben de

onu düşünmeyecektim.

" Madem öyle aldanoğlu yemin olsun ki

Bu gece koynuma almasam,

Bugün bu konakta kalıp göreceksin,

Yarın istediğin yere git."

Söylediği şeyle donup kaldım sanki, ona her

diklenişim beni uçuruma sürüklüyordu. İçimde bir

boğulma hissi vardı, ne yapmam gerektiğini, nasıl

karşılık vereceğimi bilemiyordum.

O an, tüm gücümü toplasam da, kelimelerim

dudaklarımdan dökülmeden önce kayboluyordu.

Ona her yaklaşışımda, bir adım daha karanlığa

düşüyordum, ama bir yandan da içimde bir umut vardı,

belki her şey biterse rahatlarım diye düşündüm.

Ama bu gece farklıydı, bir şeyler değişiyordu.

Gözlerindeki o sert ifadeyi, daha önce hiç görmediğim

kadar keskin hissediyordum.

Her hareketi, her sözü, bir tehdit gibiydi; ama belki

de bu tehdit, gerçeği görmek için bir fırsattı. Bir an,

içimdeki korkuyu yenip, ona bir adım daha yaklaşmayı

düşündüm.

Öfkeyle yüzüne tokat indirmemle yumruğunu sıkıp

duvara yumruk attı. Kolumdan tuttuğu gibi, odaya götürmek için merdivenlere yöneldi.

Adımlarını duvarda yankılanan tekme sesleri takip

ediyordu, her bir adımda korkum biraz daha

derinleşiyordu.

Sesimi çıkaramıyordum, sadece peşinden

sürüklendim. Onun güçlü tutuşu, sanki tüm

hareketlerimi belirliyordu.

Merdivenlere adım attikça, içimde bir şeyler

kırılıyordu. Çiğlık atmak, direnmeyi denemek istedim

ama kelimeler dudaklarımda donakaldı.

O kadar sert bir şekilde beni tutuyordu ki, tek bir

hareketimle daha da sertleşeceğinden korkuyordum.

Sadece onun yönlendirdiği yere, bilinçsizce gitmek

zorunda kalıyordum.

Odaya vardığımızda, kapı hızlıca kapandı ve içeriye

o yoğun sessizlik yayıldı. Sanki zaman donmuştu, her

şey ağırlaşıyor, her saniye daha da zorlaşıyordu.

Ne olacağını bilmeden, bir adım daha atmaya

cesaret edemedim.

Sanki zaman donmuştu, her şey ağırlaşıyor, her

saniye daha da zorlaşıyordu. Ne olacağını bilmeden, bir

adım daha atmaya cesaret edemedim.

O an, nefesim daralmaya başladı, sanki her şeyin

sonu yaklaşıyordu. Gözlerindeki öfke, bana ne kadar

uzak olduğumu hissettiriyordu.

Beni tutmaya devam etti, bir an için onun elinden

kurtulmak istedim ama vücudum buna izin vermedi.

Her şey o kadar karmaşık hale gelmişti ki, tek bir yanlış adımın felâkete yol açacağını emindim. Sadece bir an her şeyin geçmesini diledim.

 

 

" Ne istiyorsun benden Arslanoğlu"

" bu gece burdasın Zilanı koynuma almamı istedin

bende alıcam"

" Umrumda değil bırak beni"

" Kalıcaksın göreceksin aldanoğlu madem evimde

artık koynumda da olucak Zilan "

gözlerinden ateş fışkırıyordu. Söylediği sözler,

ruhumda bir iz bırakırken, vücudumun her köşesinde bir

titreme hissettim.

Ardından, hiç tereddüt etmeden odanın kapısını

sertçe çarptı ve kilit sesini duydum. O an, içimde bir

şeyler koptu.

Kapı ardında kalan tek ses, kalbimin çırpınışıydı.

Yalnızdım. Havası bile daraltıcıydı. içimdeki boşluk,

her geçen saniye daha da derinleşiyordu.

Ne olduğunu anlamadan, sadece oradaydım, kilitli

odada, her geçen dakika korkunun ve çaresizliğin daha

da büyüdüğü bir yerde.

Ama bir yandan da, ne olursa olsun bir çıkış yolu

arıyordum. Bu gece bitmeyecekti. Her ne kadar duvarlar

üzerime çökse de, içimde bir umut kırıntısı kalmamıştı.

Sürgün

Bir yalnızlık var, gözlerimde derin,

Öksüz, yetim, bir ruhun çığlığı gibi.

Her adımda kaybolur, her adımda kaybederim,

Sürgünüm ben, bu dünyada izinsizim.

Zaman akıp gider, hıçkırıkla geçer,

Her anı dram, her anı keder.

Kalbimde kırık dökük anılar yazar,

Bir isyan gibi yükselir, yavaşça sus

Geceyi sarar karanlık, ruhumu soyar,

Bir yetim gibiyim, evsiz ve savunmasIz.

Beni terk etmiş her şey, yıkık dökük bir ev,

Yalnızlık, en sadık dostum, en derin, en sevgi.

Öksüz bir çığlık yükselir sessizlikte,

Duymaz kimse, kaybolur her izimde.

Bir yabancı gibi, sürgün bu dünyada,

Yanlızım, ama her zaman bir adım önde.

sürgünüm ben, ruhumda fırtınalar,

Yalnızlıkla sarar beni her zaman yaralar.

Bir yol var, belki de kaybolmuş bir yol,

Ama sürgünüm, bu dünya bana

dar bir oyun.

Bölüm : 06.01.2025 11:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş