
Dizdar'dan
iki aşiret kapımıza dayanmıştı. Biri, Zümra
yengemin canını almak için, diğeri ise onu korumak için
oradaydı.
Ancak, bu çatışmanın en garip ve en can alıcı anı,
Zümra yengemin, kendisine doğrultulan silahın
namlusuna başını yaslayıp fısıldadığı o kelimelerde
gizliydi:
"Vur."
O an, zaman durmuş gibiydi. Etrafı saran gergin
sessizlik, silahın soğuk çeliği kadar keskin ve ölüm
kadar gerçekti.
Onun gözlerindeki derinlik, hayattan vazgeçişin
ötesinde bir isyanı, bir meydan okumayı yansıtıyordu.
O an, yalnızca ölüm değil, Bervan'ın yükü, acının
sessiz çığlığı ve çaresizliğin karanlığı konuşuyordu.
gözleri, ölüme meydan okuyan bir ateşle
parlıyordu. Sanki korku, onun sözlüğünden silinmişti.
Aşiret reislerinden biri öne çıkıp, bağırdı:
"Çekilin yolumuzdan! Bu kadın bugün ölecek!"
Diğer aşiretin lideri, onun karşısına dikildi. Sesinde
öfke ve kararlılık vardı:
"Bu topraklarda Zümra'yı öldürmek için önce
hepimizi geçmen gerek! Bu kan, sizin kanınızdan daha
değerli "
Bir an için, iki tarafın da birbirine doğrulttuğu
silahlar havada donup kalmış gibiydi. Herkes nefesini
tutmuştu. Zümra'nın sesi bu derin sessizliği delip geçti:
"Benim için mi kavga ediyorsunuz? Bu kadar
değersiz hayatımı korumak ya da almak için mi
birbirinize silah çekiyorsunuz? Eğer çözüm buysa, işte
buradayım. Bir kurşun yeter!"
Sesi, bir meydan okuma gibi yankılandı.
Kalabalığın içinde bir uğultu başladı. Kimse ne
yapacağını bilemiyordu.
Zümra, gözlerini silahı tutan Cihanın yüzüne dikti
ve bir kez daha konuştu:
"Vur! erkeksen öldür beni"
Cihanın bu laf üzerini Zümrayı vuracağını
biliyordum ama Ölmesine müsade edemezdim.
Zümra yengemin gebe olduğunu Arslanoğlu
aşiretinin varisinin taşıdığını söylediğim anda, her şey
aniden değişti. Birden, ortamda tuhaf bir sessizlik
hakim oldu. Silahlar hemen indirildi.
"Gebe kadına silah çekilmez", dediler.
O an, Zümra'nın yaşamı ve taşıdığı çocuk,
Arslanoğlu aşiretinin kaderini belirleyecek kadar değerli
hale gelmişti.
Kalabalık, Zümra'nın durumunun büyüklüğünü
kavrayarak, bir yanda ölüm tehdidiyle diğer yanda
hayatta kalma umuduyla donup kalmıştı.
Aşiretlerin liderleri birbirlerine bakarak, kısa bir
sessizlik içinde bir karar aldılar. Zümra'nın taşıdığı
hayat, sadece bir kadının değil, iki aşiretin geleceği ve
saygınlığını da taşıyordu.
Zümra, sessizce gözlerini kaldırarak etrafındaki adamlara bakarken, bir kez daha ölüme meydan
okumak üzereydi.
Konuşmasını izin vermedim Elife dönüp içeri girin
dedim elif Zümrayı kolundan tutup zorda olsa içeri
soktu.
Onlar içeri girince, ben de Cihan'a dönüp sert bir
şekilde konuştum. Sesim, kararlı ve keskin bir şekilde
yankılandı:
"Ağan ölmeden, karısınsa hüküm kesmek sizin
haddinize mi? Burası benim evim Bozdağlı aşiretinin
kapısına dayanmak nedir?"
Cihan'ın yüzündeki ifade anında değişti. Şaşkınlık
ve öfke karışımı bir bakışla gözlerimdeki kararlılığı fark
etti.
Onun da içinde bulunduğu durum zorlayıcıydı, ama
bu kadar kolay bir şekilde geri adım atmayacağımı
anlamalıydı.
"Bozdağlı aşireti, burada her şeyin hükmünü veren,
aşiretlerden biridir. Ve siz, burada ne yapacağınızı
bilmeden, benim sınırlarımı aştınız."
" Sen o katili evine almadan önce düşünecektin
Zümra'yı ver dizdar ağa bende sınırını geçmiyim "
Bervan dışında kimse onu burdan alamaz Cihan
onun canı değerli değil karnındaki iki can değerli şimdi
çek git kan döktürme bana "
"Hüküm çıktığı an, kendi ellerimle alacağım onun
canını," sesinde bir vahşet kararmıştı.
Ama ben de ona aynı sertlikte karşılık verdim.
Sesim soğuk, keskin ve kesin bir tavırdaydı.
"Önce, hüküm çıksın,Ondan sonra göreceğiz, kim
kimin canını alacak. Ama unutma, Bozdağlı'nın kapısına
adım attığın andan itibaren, ölürsün "
Cihan ve aşireti arabasına binip gidince bende
derin bir nefes aldım aldanoğlu aşireti hala gitmemiş
kapıda bekliyordu.
Abim, Mehmet Ağa'yla konuşuyordu. İkisi de
gergin bir şekilde, aralarındaki sessizliği kelimelerle
kırmaya çalışıyordu.
Mehmet Ağa, yüzünde kararlı ama sakin bir ifade
ile abime bir şeyler anlatıyordu. Her iki aşiretin de
birbirini izleyen adımları, bu konuşmanın sonucuna
göre şekillenecekti.
Abim, zaman zaman başını sallayarak, Mehmet
Ağa'nın söylediklerine dikkatle kulak veriyordu.
Konuşma, önceki tehditlerin ve gerilimin ortasında bir
denge arayışı gibiydi.
Mehmet Ağa, Aldanoğlu aşiretinin harekete
geçmeden önce, soğukkanlılıkla bir çözüm yolu
arıyordu.
Bir süre sonra, abim başını kaldırıp, gözlerini
benden kaçırmadan, Mehmet Ağa'ya son bir soru
sordu. O an, Zümra'nın ve Elif'in güvenliği bir kez daha
masaya yatırılıyordu.
"Elif 'i de Zümra 'yı da almadan gitmem Behzat ağa ne
hakla tutarsınız burda"
"Mehmet ağa Zümra gelinin canı önemli onu burda
kimse alamaz elif kızım da yanında kalıp
yoldaşı olsun
diye yanında "
" Benim kapımda da kimse alamaz onu benim tek
bir evladım kaldı ite köpeğe yem etmem ben onu ver
kızımı, kan dökümesin
" Elif'i çağır dizdar ama Zümra gelin burda kalacak
öz yeğenin ona sıktı senin kapında düşmanından mı
koruyacaksın şimdi "
O anda Zümra yengem dışarı çıktı.
benim komşumama fırsat kalmadan dik duruşu ile
babasının karşına geçti.
" Baba git Elif benimle kalıcak ben döndüğümde o
da dönücek kızın olarak istiyorum bunu senden,
sessizce bekle ölürsem tabutum yaşarsam kendim
gelirim öyle veya böyle bir şekil gelirim, ne asıl sen beni ne ölürdün ne
de güldürdün baba ,bundan sonraki de benim meselem"
Borana dönüp, gözlerini çevirdi ve kafasıyla bir
işaret yaptı. O an, herkesin beklediği şey gerçekleşti.
Aldanoğlu aşireti, hiçbir kelime sarf etmeden
arabalarına yöneldi.
Birbirlerini dikkatle izleyerek, aralarındaki gerilimi
daha da artırmadan uzaklaştılar. Arabalar, toprak yolda
hızla ilerleyerek, kısa süre içinde gözden kayboldular.
Herkes uzaklaştıktan sonra, derin bir nefes alıp
arabama bindim. Gözlerimdeki yorgunluk, geride
bıraktığım her şeyin ağır yükünü taşıyordu.
Ama şimdi, odaklanmam gereken başka bir şey
vardı. Bervan'ın yatağı hastane. Kardeşimin yanında
olmamıştım, ama onu artık yalnız bırakmak
istemiyordum.
Yola koyuldum, hızla hastaneye doğru ilerlerken,
kafamda düşünceler birbirini kovalıyordu.
Hastaneye geldiğimde, içimden bir tuhaflık geçti.
Adımlarım hızlandı, ama kalbimde bir ağırlık vardı.
Bervan'ın olduğu yoğun bakım bölümüne doğru
ilerlerken, hastane koridorları sanki daha dar ve kasvetli
hale gelmişti.
Kapıya yaklaştığımda, hastanenin dört bir yanında
tanıdık ve tanımadık bir sürü koruma vardı. Onların
varlığı, işlerin daha da karmaşık hale geldiğini
gösteriyordu.
Koruma ekiplerinin gözleri, sürekli hareket
halindeydi. Her biri dikkatle çevreyi izliyor, bir tehlike
anı olursa hızlıca müdahale edebilmek için hazır
bekliyordu.
Her adımda, Bervan'in durumuna dair endişelerim
artıyordu. İçeri girebilmek için izin almak, her
zamankinden daha zorlu bir süreç olacaktı.
Kapının önünde, sakin ama dikkatli adımlarla
yürüyen Seyyid'i gördüm. Beni görünce hemen yanıma
geldi, gözlerinde belirgin bir kaygı vardı.
"Bervan nasıl, durumu ne?"
kurşun kalbine gelmemiş çok şükür ama ciğerine
delmiş doktorlar şimdilik iyi olduğunu söyledi."
bu korumalar kimin ?"
İstanbul'dan geldiler kahraman beyin adamları
bervan ağam çağırmıştı."
" kahraman nerde o zaman"
" bilmiyorum ağam"
Bervan niye çağırmıştı? neden bu kadar önlem
almıştı. seyyid in söylediğine göre hastaneyi bile
değiştirtmişti Kahraman' i bulup sormam gereken çok
şey var.
_*_
Bervan'dan
Zümra'nın gidişinin ardından, dizdarın telefonu
beni bir an için irkilti. Mervan'ı bulduklarını ve hüküm
için Aldanoğlu Konağı'na çağırdıklarını söyledi.
Hızla gömleğimi giydim, her şeyin hızla
değişmesiyle karışan düşüncelerimle arabaya bindim.
Gündüzün parlak ışığı, içimdeki boşluğu daha da
derinleştirirken, konağa doğru yol aldım.
Yolda, can yoldaşım olan kahramanı aradım.
Telefonda onun sesini duymak, bir nebze olsun
içimdeki boşluğu hafifletiyordu.
sen beni arar mıydın ağa hayırdır ne lazım"
'kahraman ne işin varsa bırak Diyarbakır'a gel
" Hayırdır bervan sorun nedir ? "
sen dediğimi yap kahraman gelince anlatırım
" peki geliyorum"
Kahramanla konuştuktan sonra konağa geldim.
Kapıdan içeri girdiğimde, Zümra'nın Mervan'ı çoktan
vurmuş olduğunu gördüm.
Karınca ezse ağlayacak kadar naif olan karım,
benim ona yaşatıkalarım yüzümden katil olmuştu.
O an, yaptığına inanmakta zorlanırken, birden silahını bana doğrulttu. Gözlerinde kararsızlık yoktu,
tereddüt etmeden tetiği çekti.
Kurşun beni yere serdi. Ayaklarımın üstünde
durmaya çalışırken, zihnimde bulanıklıklar yükselmeye
başladı; her şey hızla silikleşiyor, dünya daralıyordu.
Bütün sesler kafamda uğultu gibi yankılanıyordu.
Dizdar yanıma geldiğinde, ağzımdan zorla birkaç kelime
çıktı: "Zümrayı kaçır dizdar."
O an, bütün hayatım bir film şeridi gibi gözümün
önünde aktı. Zümra ile geçirdiğimiz anlar,
karşılaştığımız zorluklar, her şey sanki bir anda
geçmişe dönmüştü.
Her şeyin nasıl değiştiğini, bir anda nasıl
bambaşka bir noktaya geldiğimizi düşündüm. Ama
zihnimdeki bulanıklık, her şeyi daha da karmaşık hale
getiriyordu.
Zihnimdeki bulanıklık arttıkça, vücudumun her bir
köşesindeki ağrı daha da yoğunlaşıyordu.
Dizdar'ın yüzü bulanık bir şekilde yaklaşıyor, her
şey hızla kayboluyor gibi hissediyordum. Gözlerim
zorla açık kalırken, Zümra'nın adı zihnimde
yankılanıyordu. Onu koruyamamıştım, her şeyin sebebi
bendim.
Dizdar'ın sesi, uzaklardan gelir gibi duyuluyordu,
ama söylediklerini net bir şekilde algılayamıyordum.
Sadece bir şey hatırlıyordum, Zümra'yı kaçırması
gerektiğini söylemiştim. Bütün yaşamım bir anlık bir
kayıptan ibaret gibi hissediyordum.
Bir zamanlar her şeyin kontrolü altında olduğunu düşündüğüm hayatım, şimdi bir çöküşün eşiğindeydi.
Karanlık, bir yavaşlıkla her tarafı sararken, gözlerim
son bir kez Zümra'nın siluetini aradı, ama bulamadım.
O kadar yakın, ama o kadar uzak....
Zihnimdeki karanlık gittikçe derinleşiyordu, her şey
bulanık ve belirsizdi. Dizdar'ın sesi hâlâ arka planda
yankılanıyordu, ama kelimeleri bulanık bir hal almıştı.
Hızla yaklaşan ölümün soğuk nefesini
hissedebiliyordum. Zümra, bana doğru uzanırken,
aramızdaki mesafeyi her geçen saniye daha da
büyütüyordu. Belki de kaçmaya başlamiştı.
Zihnimde kaybolan anlar, birer hayalet gibi ardımda
sürükleniyordu. Bir zamanlar her şeyin mümkün
olduğunu düşündüğüm o karanlık, şimdi gerçekliğe
dönüşüyordu.
Her şeyin bittiği, her şeyin kaybolduğu, sadece bir
nehir gibi akıp gittiği bir an..
Dizdar'ın elleriyle beni yerden kaldırmaya
çalışırken, ağzımdan tek bir kelime çıkmadi. Her şey,
kelimelerin ötesinde bir acı halini almıştı. O an,
Zümra'nın ne kadar derin bir etki bıraktiğını fark ettim;
ne olursa olsun, o hep bir parça daha kalacaktı içimde.
Ama şu an, onun hakkında düşündüğün her şeyin
ne kadar da geç kaldiğını hissedebiliyordum.
Bir yandan Zümra diğer yandan geçmişin
yankılarıyla boğulmuşken, son bir gayretle gözlerimi
açtım.
Hala bir umudu vardı, bir şeyleri düzeltmek... Ama
o umut, gittikçe silinip kayboluyordu.
Yavaşça yere doğru kayarken, gözlerim
bulanıklaşmaya başladı. Her şeyin anlaminı kaybettiği
bu karanlıkta, sadece bir şey kaldı: Kaçırdiğım firsatlar,
yapamadığım seçimler..
Gerçek bir kayıp, her şeyin ötesindeydi. Bir an,
zihnimde bir işık belirdi, ama o da hemen söndü. Artık
her şey kaybolmuş gibiydi.
Bir nefes almak, tekrar tutunmak için son bir çaba
harcadım ama bedenim buna izin vermiyordu.
Sadece kendi karanlığımda, Zümra'yı düşünerek,
hayatımın nasıl bir hataya dönüştüğünü anlamaya
çalışıyordum.
Zümra'yı koruyamamak, onu kaybetmek... Her şey
bu düşüncelerle siliniyor, kayboluyordu.
Karanlık beni yavaşça sararken, bir tek şeyi
hissettim: Umut, her şeyin sonu olmuştu.
Karanlıkla boğuşurken, bir an için gözlerimi
aralamayı başardım. Parlak işıklar ve bulanık yüzler
görüş alanımı doldurdu.
Başımda bir sürü doktor vardı; biri koluma serum
takıyor diğeri bağırarak talimatlar veriyordu.
Kulağımda uğultu hâlâ devam ederken, aralarından
bir ses netleşti: Kahraman'ın sesi.
Bir şeyler ters gidiyordu. Sesinde bir öfke, bir
kararlılık vardı. Ardından yankılanan bir silah sesiyle her
şey sarsıldı.
Başımda duran doktor aniden geriye düştü. Şokla
gözlerim biraz daha açıldı, ama
hareket edecek gücüm
yoktu. Kahraman'in beni korumak için mi, yoksa başka bir
amaçla mı ateş ettiğini anlayamiyordum.
Odaya bir sessizlik çökerken, yerde yatan doktorun
kani yavaşça yanima doğru yayılmaya başladı.
Kahraman'ı görmeye çalıştım, ama gözlerim
yeniden bulanıklaşmaya başladı. içimdeki her şey
parçalanıyor, hem fiziksel hem de zihinsel olarak dibe
çekiliyordum.
Silahın patlama sesi hâlâ zihnimde yankılanırken,
karanlık yeniden üzerime çöktü.
Karanlık, bir süre daha beni içine çekerken, arada
duyduğum sesler gerçeklikle bağlantımı koparmamaya
çalışıyordu.
Kahraman'ın öfkeli bağırışları odada
yankılanıyordu. "Kimse yaklaşmasın!" dediğini zor da
olsa işittim. Ardından bir uğultu daha... Başka bir silah
sesi.
Olanları anlayamıyordum, ama içeride bir kargaşa
olduğu belliydi. Vücudum hareketsiz yatarken,
gözlerimi tekrar açmaya çalıştım.
Zihnim beni yarı yolda bırakıyor, bulanıklaşan
görüntülerle mücadele ediyordum.
Kısa bir süre sonra Kahraman'ın bana yaklaştığını
hissettim. Sesi bu kez daha sakin, ama bir o kadar da
derin bir kararlılıkla doluydu.
"Seni buradan çıkaracağım," dedi. Ancak vücudum
hareket etmiyordu.
Ardından beni kaldırmaya çalıştığını fark ettim, ama ağırlığımı taşıyacak kadar gücü yoktu.
"Sana söz veriyorum, bunu düzelteceğim. Seni
burada bırakmayacağım," diye mırıildandı.
Ancak silah sesleri dışarıda devam ediyor, kaos
hâlâ sürüyordu.
Bir anda, derin bir nefes daha almakta zorlanırken,
her şey yeniden karardı. Kahraman'ın sesi, kaosun
gürültüsü arasında bir fisıltıya dönüşüyordu.
Bu sefer karanlık, her zamankinden daha derindi ve
geri dönüp dönmeyeceğimden emin değildim.
_*_
Berfin' den
Cihan Abi'nin, "Abin vuruldu!" diye haykırışı evin
ortasına bir bomba gibi düştü. O an sanki zaman durdu.
Annem, şaşkınlıkla Cihan'ın yüzüne baktı. Gözleri
dolmuş, elleri titriyordu.
"Kan lazım!" dediğinde, Zilan'ı kolundan tut
topar dışarı sürükledi. Onların arkasından bakakalırken
annem birden bire yere yığıldı.
"Anne!" diye bağırarak yanına koştum. Yüzü
solgun, gözleri kapalıydı. Kalbim deli gibi çarpıyor, ne
yapacağımı bilemiyordum. Bir an için dünyam karardı.
Ama vakit kaybedemezdik. Kendimi toparlayıp
annemi kollarımın arasına aldım. "Hastaneye
gitmeliyiz!" diye bağırdım.
Karmaşa içinde evden çıktık. Sokak ışıkları, geceye
düşen gölgeler gibi soğuk ve ilgisizdi. Annemin hafif
iniltileriyle, çaresizlik ve korku arasında gidip gelirken arabayı son sürat hastaneye sürdük.
Hastaneye vardığımızda koridorları dolduran kesif
ilaç kokusu ve telaşlı sesler bizi karşıladı. Doktorun,
"Abiniz ameliyatta, durumu kritik," dediğini
duyduğumda içime büyük bir taş oturdu. Nefes almakta
zorlanıyordum.
Zilan ise yanımda titriyordu, yüzü bembeyazdı.
"Kan kaybı çok fazla. Yakınlarından acil kan
alınması gerekiyor,"
dedi doktor. Zilan ve benden kan testi alındı.
Annem şeker hastası olduğu için zaten kan
veremiyordu.
Kan vermeyi beklerken hemşire geri döndü ve
Zilan'a bakarak şaşkın bir ifadeyle konuştu:
"Hamile olduğunuzu biliyor muydunuz?"
Zilan'ın gözleri büyüdü, nefesini tuttu. Şaşkınlıkla
ellerini karnına koyarken yüzünde beliren karışık ifadeyi
okuyabiliyordum.
O an zaman durmuş gibiydi. Ne diyeceğimi
bilemedim. içimde tarifsiz bir karmaşa vardı. Abim
ameliyattaydı, annem zayıf düşmüştü ve şimdi Zilan'ın
hamile olduğu gerçeğiyle yüzleşiyordum.
Doktorun, "Hemen kan verebilirsiniz," dediğini
duydum. Kendimi toparladım, kan vermek için odanın
yolunu tuttum.
Ancak iğne koluma girerken bile zihnim sadece bir
yerde takılı kalmıştı: Zilan hamileydi.
Kan torbası dolarken,
odada hafif bir baş dönmesi
hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi kapatıp derin nefes
aldım, anma dışarıdan gelen silah sesleriyle aniden
irkildim.
Kafamı kaldırmaya çalıştım, ama tam o sirada oda
kapısı sertçe açıldı.
İçeri, uzun boylu, geniş omuzlu bir adam girdi.
Mavi gözleri sert ve kararlı bakıyordu. Üzerinde kan
lekeleri olan siyah bir ceket vardı.
Ne yapacağını anlayamadan yanıma geldi,
kolumdan kan alma aparatını tek hamlede çıkardı ve
beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı.
"Ne yapıyorsun?!" diye bağırmaya çalıştıim, ama
başım dönüyor, ayakta durmakta zorlanıyordum.
Gözlerim karardı, dizlerim büküldü.
Adam bir an bile tereddüt etmeden beni kucağına
aldı.
"Bırak beni! Ne yapıyorsun sen?" diye karşı
koymaya çalıştım, ama sesim cılız çıkıyordu. Koridorda
ilerlerken her şey bulanık görünüyordu.
Gözlerimi açıp bakmaya çalıştiğımda, o mavi
gözlerin sert bakışlarıyla karşılaştım.
"Hastaneden çıkmamız gerekiyor. Zamanimiz yok"
dedi soğuk bir sesle.
"Ama abim ameliyatta!" diye itiraz ettim. Tam o
sırada fark ettim: abim de sedyede den kaldırılmış, adamın
başka bir arkadaşı tarafından taşınıyordu.
"Ne oluyor? Kimsin sen?!" dedim, sesim hem öfke
hem korkuyla doluydu.
Adam derin bir nefes aldı, sanki cevap vermek
zorunda kalmaktan sıkılmış gibiydi.
"Abinin arkadaşıyım. Korkma. Eğer ben
yetişmeseydim, abin ölmüştü."
Bu sözler mideme bir yumruk gibi indi.
"Ne demek ölmüştü? Ayrica indir beni, kendi
başıma yürüyebilirim!" diye çıkıştım.
Ama adam beni dinlemiyordu. Koridorlardan hızla
geçtik, dışarıda bekleyen siyah bir araca doğru
ilerliyorduk.
O an ne yapacağımı bilemedim. Korku, öfke ve
şaşkınlıik iç içe geçmişti.
Hastanenin dışına çıktiğımızda, Soğuk hava
yüzüme çarparken, hala adamın kucağında olmaktan
duyduğum öfkeyi bastıramıyordum.
"Beni indir dedim sana!" diye bağırdım.
Adam gözlerini bana dikti, bir anlık tereddütle
durdu. Sonra dikkatlice beni yere indirdi. Ancak ayakta
duramayıp sendeleyince kolumdan destek oldu.
"Kendine fazla güveniyorsun," diye mırildandı, ama
alaycı bir tonla değil, sanki bir uyarı gibiydi.
Adam beni siyah minibüsün içine yerleştirip
ardından kapıyı sertçe kapattı.
Şoföre kısa bir bakış attıktan sonra, "Hastaneye
sür," diye emretti. Tonu, tartışmaya yer bırakmayacak
kadar sertti.
Minibüsün içine göz gezdirdiğimde, annem ve
Zilan'ı gördüm. Annem hâlâ baygın gibiydi, ama nefes alıyordu.
Zilan ise korku içinde köşeye çekilmiş, ellerini
karnında birleştirmişti. Göz göze geldiğimizde,
yüzündeki endişe ve şaşkınlık beni daha da huzursuz
etti.
Adam, bizimle konuşmaya başlamadan önce
şoförle kısa bir şeyler fısıldaştı. Sonra bize dönerek
kollarını göğsünde birleştirdi.
Yüzü kararlı, ama gözlerinde bir parça yorgunluk
vardı. bana dönüp konuşmaya başladı.
sen Bervan'ın kardeşi sin şu kendinden geçmiş
moruk da annen peki bu kim? "
" seni ne kadar ilgilendiriyor, bu durum asıl sen
kimsin ne demeye böyle bir şey yaptın?"
" dedim ya abinin arkadaşıyım diye adım kahraman
abini öldürüyorlardı bende kurtardım, şimdilik bilmen
gereken bu sadece"
sen kimsin be kadın korkak tavuk gibi köşede
duruyorsun, Bervan'ın karısI diyicem ama şanın bizim
oralara kadar geldi kendi amca oğlunu vurmuş onun
yanında böyle bir şey yapsam bana da sıkardı kesin
kimsin sen?"
" ikinci karısıyım oldu mu?"
"Hahahaha, dili varmış bunun! Demek metresin ha?
Ne cesaret be!" dedi, gözlerini Zilan'a dikilerek.
Zilan'ın yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Gözlerinde
öfkeyle karışık bir utanç vardı. Kendini toparlamaya
çalışarak.
"Metres değil! imam nikahlı karısıyım! Ayrica
çocuğunun annesi olacağım," diye çıkıştı.
Bu söz minibüsün içindeki havayı tamamen
değiştirdi. Bir anlığına herkes donup kaldı. Ama adam
tekrar güldü, bu kez daha soğuk bir şekilde.
"Hamile mi bir de bu? Bak sen şu işe!" dedi alaycı
bir ifadeyle. Sonra bana dönüp göz kırpar gibi yaparak
ekledi:
"Ben olsam piç derdim. Evli bir adamla düşüp
kalkan kadının çocuğu piç değil de ne olur, değil mi
ama?"
Adamın söylediklerine dayanamayarak bir kahkaha
attım. Neden güldüğümü bile bilmiyordum.
Sinirlerim bozulmuştu belki de, ya da yaşadığım
her şey artık ağır gelmişti. İçimde bir şeyler kırılmış
gibiydi.
Zilan yanımda sessizce oturuyor, annem hâlâ
kendine gelememiş bir şekilde köşede duruyordu.
Minibüs aniden durdu. Adam, arka kapıyı sertçe
açarak dışarı çıktıi. Sesini yükselterek.
Hemen ameliyata alın!" diye bağırdığını duydum.
Emredici tonuyla herkesi harekete geçirdi. lçimde ona
güvenmememi söyleyen bir ses vardı, ama şu an abim
onlara emanetti.
Minibüsten inmek için doğrulduğumda başım
döndü. Bir adım attim ama bacaklarım beni taşımayı
reddetti. Sendeleyerek yere düştüm.
Yere çarpmanın etkisiyle nefesim kesilmişti.
Çevremdeki sesler boğuk ve karmaşıktı. Yavaş yavaş kararan gözlerimle adamın koşarak yanıma geldiğini
gördüm. Yüzü endişeliydi, bu hali beni şaşırttı.
Ardından bir kadın sesi duydum. Yüzümü
inceleyen, başıma eğilen bir kadın... Elinde bir ışık tutup
gözlerimi kontrol ederken.
" Ağzında çıkan köpüğe bakılırsa Zehirlenmiş,"
dediğini duyabildim. Sesinin yankısı zihnimde
döndü. Zehirlenmiş miydim? Bu mümkün müydü?
Sonra bir kez daha güçlü kolların beni yerden
kaldırdığını hissettim. Adamın kollarında taşıdığı an,
içimdeki öfke ve korku birbirine karıştı.
"Beni bırak," demek istedim, ama dudaklarım
hareket etmiyordu.
Hastanenin içine girdiklerinde çevremdeki gürültü
daha da arttı. Adamın sert ve otoriter sesi yankılandı:
"Doktor çağırın, hemen!"
Zihnim bulanıktı, vücudum kontrolümden çıkmıştı.
Sadece karanlıkla mücadele eden bir ışık gibiydim.
Gözlerim kapanmadan önce, her şeyin hızla
uzaklaştığını hissettim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |