45. Bölüm

45. Kahraman

Mavi Yazar
maviyazarr

 

Dizdar'dan

 

iki aşiret kapımıza dayanmıştı. Biri, Zümra

 

yengemin canını almak için, diğeri ise onu korumak için

 

oradaydı.

 

Ancak, bu çatışmanın en garip ve en can alıcı anı,

 

Zümra yengemin, kendisine doğrultulan silahın

 

namlusuna başını yaslayıp fısıldadığı o kelimelerde

 

gizliydi:

 

"Vur."

 

O an, zaman durmuş gibiydi. Etrafı saran gergin

 

sessizlik, silahın soğuk çeliği kadar keskin ve ölüm

 

kadar gerçekti.

 

Onun gözlerindeki derinlik, hayattan vazgeçişin

 

ötesinde bir isyanı, bir meydan okumayı yansıtıyordu.

 

O an, yalnızca ölüm değil, Bervan'ın yükü, acının

 

sessiz çığlığı ve çaresizliğin karanlığı konuşuyordu.

 

gözleri, ölüme meydan okuyan bir ateşle

 

parlıyordu. Sanki korku, onun sözlüğünden silinmişti.

 

Aşiret reislerinden biri öne çıkıp, bağırdı:

 

"Çekilin yolumuzdan! Bu kadın bugün ölecek!"

 

Diğer aşiretin lideri, onun karşısına dikildi. Sesinde

 

öfke ve kararlılık vardı:

 

"Bu topraklarda Zümra'yı öldürmek için önce

 

hepimizi geçmen gerek! Bu kan, sizin kanınızdan daha

 

değerli "

 

Bir an için, iki tarafın da birbirine doğrulttuğu

 

silahlar havada donup kalmış gibiydi. Herkes nefesini

 

tutmuştu. Zümra'nın sesi bu derin sessizliği delip geçti:

 

"Benim için mi kavga ediyorsunuz? Bu kadar

 

değersiz hayatımı korumak ya da almak için mi

 

birbirinize silah çekiyorsunuz? Eğer çözüm buysa, işte

 

buradayım. Bir kurşun yeter!"

 

Sesi, bir meydan okuma gibi yankılandı.

 

Kalabalığın içinde bir uğultu başladı. Kimse ne

 

yapacağını bilemiyordu.

 

Zümra, gözlerini silahı tutan Cihanın yüzüne dikti

 

ve bir kez daha konuştu:

 

"Vur! erkeksen öldür beni"

 

Cihanın bu laf üzerini Zümrayı vuracağını

 

biliyordum ama Ölmesine müsade edemezdim.

 

Zümra yengemin gebe olduğunu Arslanoğlu

 

aşiretinin varisinin taşıdığını söylediğim anda, her şey

 

aniden değişti. Birden, ortamda tuhaf bir sessizlik

 

hakim oldu. Silahlar hemen indirildi.

 

"Gebe kadına silah çekilmez", dediler.

 

O an, Zümra'nın yaşamı ve taşıdığı çocuk,

 

Arslanoğlu aşiretinin kaderini belirleyecek kadar değerli

 

hale gelmişti.

 

Kalabalık, Zümra'nın durumunun büyüklüğünü

 

kavrayarak, bir yanda ölüm tehdidiyle diğer yanda

 

hayatta kalma umuduyla donup kalmıştı.

 

Aşiretlerin liderleri birbirlerine bakarak, kısa bir

 

sessizlik içinde bir karar aldılar. Zümra'nın taşıdığı

 

hayat, sadece bir kadının değil, iki aşiretin geleceği ve

 

saygınlığını da taşıyordu.

 

Zümra, sessizce gözlerini kaldırarak etrafındaki adamlara bakarken, bir kez daha ölüme meydan

 

okumak üzereydi.

 

Konuşmasını izin vermedim Elife dönüp içeri girin

 

dedim elif Zümrayı kolundan tutup zorda olsa içeri

 

soktu.

 

Onlar içeri girince, ben de Cihan'a dönüp sert bir

 

şekilde konuştum. Sesim, kararlı ve keskin bir şekilde

 

yankılandı:

 

"Ağan ölmeden, karısınsa hüküm kesmek sizin

 

haddinize mi? Burası benim evim Bozdağlı aşiretinin

 

kapısına dayanmak nedir?"

 

Cihan'ın yüzündeki ifade anında değişti. Şaşkınlık

 

ve öfke karışımı bir bakışla gözlerimdeki kararlılığı fark

etti.

 

Onun da içinde bulunduğu durum zorlayıcıydı, ama

 

bu kadar kolay bir şekilde geri adım atmayacağımı

 

anlamalıydı.

 

"Bozdağlı aşireti, burada her şeyin hükmünü veren,

 

aşiretlerden biridir. Ve siz, burada ne yapacağınızı

 

bilmeden, benim sınırlarımı aştınız."

 

" Sen o katili evine almadan önce düşünecektin

 

Zümra'yı ver dizdar ağa bende sınırını geçmiyim "

 

Bervan dışında kimse onu burdan alamaz Cihan

 

onun canı değerli değil karnındaki iki can değerli şimdi

 

çek git kan döktürme bana "

 

"Hüküm çıktığı an, kendi ellerimle alacağım onun

 

canını," sesinde bir vahşet kararmıştı.

 

Ama ben de ona aynı sertlikte karşılık verdim.

 

Sesim soğuk, keskin ve kesin bir tavırdaydı.

 

"Önce, hüküm çıksın,Ondan sonra göreceğiz, kim

 

kimin canını alacak. Ama unutma, Bozdağlı'nın kapısına

 

adım attığın andan itibaren, ölürsün "

 

Cihan ve aşireti arabasına binip gidince bende

 

derin bir nefes aldım aldanoğlu aşireti hala gitmemiş

 

kapıda bekliyordu.

 

Abim, Mehmet Ağa'yla konuşuyordu. İkisi de

 

gergin bir şekilde, aralarındaki sessizliği kelimelerle

 

kırmaya çalışıyordu.

 

Mehmet Ağa, yüzünde kararlı ama sakin bir ifade

 

ile abime bir şeyler anlatıyordu. Her iki aşiretin de

 

birbirini izleyen adımları, bu konuşmanın sonucuna

 

göre şekillenecekti.

 

Abim, zaman zaman başını sallayarak, Mehmet

 

Ağa'nın söylediklerine dikkatle kulak veriyordu.

 

Konuşma, önceki tehditlerin ve gerilimin ortasında bir

 

denge arayışı gibiydi.

 

Mehmet Ağa, Aldanoğlu aşiretinin harekete

 

geçmeden önce, soğukkanlılıkla bir çözüm yolu

 

arıyordu.

 

Bir süre sonra, abim başını kaldırıp, gözlerini

 

benden kaçırmadan, Mehmet Ağa'ya son bir soru

 

sordu. O an, Zümra'nın ve Elif'in güvenliği bir kez daha

 

masaya yatırılıyordu.

 

"Elif 'i de Zümra 'yı da almadan gitmem Behzat ağa ne

 

hakla tutarsınız burda"

 

 

"Mehmet ağa Zümra gelinin canı önemli onu burda

 

kimse alamaz elif kızım da yanında kalıp

 

yoldaşı olsun

 

diye yanında "

 

 

" Benim kapımda da kimse alamaz onu benim tek

 

bir evladım kaldı ite köpeğe yem etmem ben onu ver

 

kızımı, kan dökümesin

 

" Elif'i çağır dizdar ama Zümra gelin burda kalacak

 

öz yeğenin ona sıktı senin kapında düşmanından mı

 

koruyacaksın şimdi "

 

O anda Zümra yengem dışarı çıktı.

 

benim komşumama fırsat kalmadan dik duruşu ile

 

babasının karşına geçti.

 

" Baba git Elif benimle kalıcak ben döndüğümde o

 

da dönücek kızın olarak istiyorum bunu senden,

 

sessizce bekle ölürsem tabutum yaşarsam kendim

 

gelirim öyle veya böyle bir şekil gelirim, ne asıl sen beni ne ölürdün ne

 

de güldürdün baba ,bundan sonraki de benim meselem"

 

Borana dönüp, gözlerini çevirdi ve kafasıyla bir

 

işaret yaptı. O an, herkesin beklediği şey gerçekleşti.

 

Aldanoğlu aşireti, hiçbir kelime sarf etmeden

 

arabalarına yöneldi.

 

Birbirlerini dikkatle izleyerek, aralarındaki gerilimi

 

daha da artırmadan uzaklaştılar. Arabalar, toprak yolda

 

hızla ilerleyerek, kısa süre içinde gözden kayboldular.

 

Herkes uzaklaştıktan sonra, derin bir nefes alıp

 

arabama bindim. Gözlerimdeki yorgunluk, geride

 

bıraktığım her şeyin ağır yükünü taşıyordu.

 

Ama şimdi, odaklanmam gereken başka bir şey

 

vardı. Bervan'ın yatağı hastane. Kardeşimin yanında

 

olmamıştım, ama onu artık yalnız bırakmak

 

istemiyordum.

 

 

Yola koyuldum, hızla hastaneye doğru ilerlerken,

 

kafamda düşünceler birbirini kovalıyordu.

 

Hastaneye geldiğimde, içimden bir tuhaflık geçti.

 

Adımlarım hızlandı, ama kalbimde bir ağırlık vardı.

 

Bervan'ın olduğu yoğun bakım bölümüne doğru

 

ilerlerken, hastane koridorları sanki daha dar ve kasvetli

 

hale gelmişti.

 

Kapıya yaklaştığımda, hastanenin dört bir yanında

 

tanıdık ve tanımadık bir sürü koruma vardı. Onların

 

varlığı, işlerin daha da karmaşık hale geldiğini

 

gösteriyordu.

 

Koruma ekiplerinin gözleri, sürekli hareket

 

halindeydi. Her biri dikkatle çevreyi izliyor, bir tehlike

 

anı olursa hızlıca müdahale edebilmek için hazır

 

bekliyordu.

 

Her adımda, Bervan'in durumuna dair endişelerim

 

artıyordu. İçeri girebilmek için izin almak, her

 

zamankinden daha zorlu bir süreç olacaktı.

 

Kapının önünde, sakin ama dikkatli adımlarla

 

yürüyen Seyyid'i gördüm. Beni görünce hemen yanıma

 

geldi, gözlerinde belirgin bir kaygı vardı.

 

"Bervan nasıl, durumu ne?"

 

kurşun kalbine gelmemiş çok şükür ama ciğerine

 

delmiş doktorlar şimdilik iyi olduğunu söyledi."

 

bu korumalar kimin ?"

 

İstanbul'dan geldiler kahraman beyin adamları

 

bervan ağam çağırmıştı."

 

" kahraman nerde o zaman"

 

" bilmiyorum ağam"

 

Bervan niye çağırmıştı? neden bu kadar önlem

 

almıştı. seyyid in söylediğine göre hastaneyi bile

 

değiştirtmişti Kahraman' i bulup sormam gereken çok

 

şey var.

 

 

 

_*_

 

 

Bervan'dan

 

Zümra'nın gidişinin ardından, dizdarın telefonu

 

beni bir an için irkilti. Mervan'ı bulduklarını ve hüküm

 

için Aldanoğlu Konağı'na çağırdıklarını söyledi.

 

Hızla gömleğimi giydim, her şeyin hızla

 

değişmesiyle karışan düşüncelerimle arabaya bindim.

 

Gündüzün parlak ışığı, içimdeki boşluğu daha da

 

derinleştirirken, konağa doğru yol aldım.

 

Yolda, can yoldaşım olan kahramanı aradım.

 

Telefonda onun sesini duymak, bir nebze olsun

 

içimdeki boşluğu hafifletiyordu.

 

sen beni arar mıydın ağa hayırdır ne lazım"

 

'kahraman ne işin varsa bırak Diyarbakır'a gel

 

" Hayırdır bervan sorun nedir ? "

 

sen dediğimi yap kahraman gelince anlatırım

 

" peki geliyorum"

 

Kahramanla konuştuktan sonra konağa geldim.

 

Kapıdan içeri girdiğimde, Zümra'nın Mervan'ı çoktan

 

vurmuş olduğunu gördüm.

 

Karınca ezse ağlayacak kadar naif olan karım,

 

benim ona yaşatıkalarım yüzümden katil olmuştu.

 

O an, yaptığına inanmakta zorlanırken, birden silahını bana doğrulttu. Gözlerinde kararsızlık yoktu,

 

tereddüt etmeden tetiği çekti.

 

Kurşun beni yere serdi. Ayaklarımın üstünde

 

durmaya çalışırken, zihnimde bulanıklıklar yükselmeye

 

başladı; her şey hızla silikleşiyor, dünya daralıyordu.

 

Bütün sesler kafamda uğultu gibi yankılanıyordu.

 

Dizdar yanıma geldiğinde, ağzımdan zorla birkaç kelime

 

çıktı: "Zümrayı kaçır dizdar."

 

O an, bütün hayatım bir film şeridi gibi gözümün

 

önünde aktı. Zümra ile geçirdiğimiz anlar,

 

karşılaştığımız zorluklar, her şey sanki bir anda

 

geçmişe dönmüştü.

 

Her şeyin nasıl değiştiğini, bir anda nasıl

 

bambaşka bir noktaya geldiğimizi düşündüm. Ama

 

zihnimdeki bulanıklık, her şeyi daha da karmaşık hale

 

getiriyordu.

 

Zihnimdeki bulanıklık arttıkça, vücudumun her bir

 

köşesindeki ağrı daha da yoğunlaşıyordu.

 

Dizdar'ın yüzü bulanık bir şekilde yaklaşıyor, her

 

şey hızla kayboluyor gibi hissediyordum. Gözlerim

 

zorla açık kalırken, Zümra'nın adı zihnimde

 

yankılanıyordu. Onu koruyamamıştım, her şeyin sebebi

 

bendim.

 

Dizdar'ın sesi, uzaklardan gelir gibi duyuluyordu,

 

ama söylediklerini net bir şekilde algılayamıyordum.

 

Sadece bir şey hatırlıyordum, Zümra'yı kaçırması

 

gerektiğini söylemiştim. Bütün yaşamım bir anlık bir

 

kayıptan ibaret gibi hissediyordum.

 

Bir zamanlar her şeyin kontrolü altında olduğunu düşündüğüm hayatım, şimdi bir çöküşün eşiğindeydi.

 

Karanlık, bir yavaşlıkla her tarafı sararken, gözlerim

 

son bir kez Zümra'nın siluetini aradı, ama bulamadım.

 

O kadar yakın, ama o kadar uzak....

 

Zihnimdeki karanlık gittikçe derinleşiyordu, her şey

 

bulanık ve belirsizdi. Dizdar'ın sesi hâlâ arka planda

 

yankılanıyordu, ama kelimeleri bulanık bir hal almıştı.

 

Hızla yaklaşan ölümün soğuk nefesini

 

hissedebiliyordum. Zümra, bana doğru uzanırken,

 

aramızdaki mesafeyi her geçen saniye daha da

 

büyütüyordu. Belki de kaçmaya başlamiştı.

 

Zihnimde kaybolan anlar, birer hayalet gibi ardımda

 

sürükleniyordu. Bir zamanlar her şeyin mümkün

 

olduğunu düşündüğüm o karanlık, şimdi gerçekliğe

 

dönüşüyordu.

 

Her şeyin bittiği, her şeyin kaybolduğu, sadece bir

 

nehir gibi akıp gittiği bir an..

 

Dizdar'ın elleriyle beni yerden kaldırmaya

 

çalışırken, ağzımdan tek bir kelime çıkmadi. Her şey,

 

kelimelerin ötesinde bir acı halini almıştı. O an,

 

Zümra'nın ne kadar derin bir etki bıraktiğını fark ettim;

 

ne olursa olsun, o hep bir parça daha kalacaktı içimde.

 

Ama şu an, onun hakkında düşündüğün her şeyin

 

ne kadar da geç kaldiğını hissedebiliyordum.

 

Bir yandan Zümra diğer yandan geçmişin

 

yankılarıyla boğulmuşken, son bir gayretle gözlerimi

 

açtım.

 

Hala bir umudu vardı, bir şeyleri düzeltmek... Ama

 

o umut, gittikçe silinip kayboluyordu.

 

Yavaşça yere doğru kayarken, gözlerim

 

bulanıklaşmaya başladı. Her şeyin anlaminı kaybettiği

 

bu karanlıkta, sadece bir şey kaldı: Kaçırdiğım firsatlar,

 

yapamadığım seçimler..

 

Gerçek bir kayıp, her şeyin ötesindeydi. Bir an,

 

zihnimde bir işık belirdi, ama o da hemen söndü. Artık

 

her şey kaybolmuş gibiydi.

 

Bir nefes almak, tekrar tutunmak için son bir çaba

 

harcadım ama bedenim buna izin vermiyordu.

 

Sadece kendi karanlığımda, Zümra'yı düşünerek,

 

hayatımın nasıl bir hataya dönüştüğünü anlamaya

 

çalışıyordum.

 

Zümra'yı koruyamamak, onu kaybetmek... Her şey

 

bu düşüncelerle siliniyor, kayboluyordu.

 

Karanlık beni yavaşça sararken, bir tek şeyi

 

hissettim: Umut, her şeyin sonu olmuştu.

 

Karanlıkla boğuşurken, bir an için gözlerimi

 

aralamayı başardım. Parlak işıklar ve bulanık yüzler

 

görüş alanımı doldurdu.

 

Başımda bir sürü doktor vardı; biri koluma serum

 

takıyor diğeri bağırarak talimatlar veriyordu.

 

Kulağımda uğultu hâlâ devam ederken, aralarından

 

bir ses netleşti: Kahraman'ın sesi.

 

Bir şeyler ters gidiyordu. Sesinde bir öfke, bir

 

kararlılık vardı. Ardından yankılanan bir silah sesiyle her

 

şey sarsıldı.

 

Başımda duran doktor aniden geriye düştü. Şokla

 

gözlerim biraz daha açıldı, ama

 

hareket edecek gücüm

 

yoktu. Kahraman'in beni korumak için mi, yoksa başka bir

 

amaçla mı ateş ettiğini anlayamiyordum.

 

Odaya bir sessizlik çökerken, yerde yatan doktorun

 

kani yavaşça yanima doğru yayılmaya başladı.

 

Kahraman'ı görmeye çalıştım, ama gözlerim

 

yeniden bulanıklaşmaya başladı. içimdeki her şey

 

parçalanıyor, hem fiziksel hem de zihinsel olarak dibe

 

çekiliyordum.

 

Silahın patlama sesi hâlâ zihnimde yankılanırken,

 

karanlık yeniden üzerime çöktü.

 

Karanlık, bir süre daha beni içine çekerken, arada

 

duyduğum sesler gerçeklikle bağlantımı koparmamaya

 

çalışıyordu.

 

Kahraman'ın öfkeli bağırışları odada

 

yankılanıyordu. "Kimse yaklaşmasın!" dediğini zor da

 

olsa işittim. Ardından bir uğultu daha... Başka bir silah

sesi.

 

Olanları anlayamıyordum, ama içeride bir kargaşa

 

olduğu belliydi. Vücudum hareketsiz yatarken,

 

gözlerimi tekrar açmaya çalıştım.

 

Zihnim beni yarı yolda bırakıyor, bulanıklaşan

 

görüntülerle mücadele ediyordum.

 

Kısa bir süre sonra Kahraman'ın bana yaklaştığını

 

hissettim. Sesi bu kez daha sakin, ama bir o kadar da

 

derin bir kararlılıkla doluydu.

 

"Seni buradan çıkaracağım," dedi. Ancak vücudum

 

hareket etmiyordu.

 

Ardından beni kaldırmaya çalıştığını fark ettim, ama ağırlığımı taşıyacak kadar gücü yoktu.

 

"Sana söz veriyorum, bunu düzelteceğim. Seni

 

burada bırakmayacağım," diye mırıildandı.

 

Ancak silah sesleri dışarıda devam ediyor, kaos

 

hâlâ sürüyordu.

 

Bir anda, derin bir nefes daha almakta zorlanırken,

 

her şey yeniden karardı. Kahraman'ın sesi, kaosun

 

gürültüsü arasında bir fisıltıya dönüşüyordu.

 

Bu sefer karanlık, her zamankinden daha derindi ve

 

geri dönüp dönmeyeceğimden emin değildim.

 

 

_*_

 

 

Berfin' den

 

Cihan Abi'nin, "Abin vuruldu!" diye haykırışı evin

 

ortasına bir bomba gibi düştü. O an sanki zaman durdu.

 

Annem, şaşkınlıkla Cihan'ın yüzüne baktı. Gözleri

 

dolmuş, elleri titriyordu.

 

"Kan lazım!" dediğinde, Zilan'ı kolundan tut

 

topar dışarı sürükledi. Onların arkasından bakakalırken

 

annem birden bire yere yığıldı.

 

"Anne!" diye bağırarak yanına koştum. Yüzü

 

solgun, gözleri kapalıydı. Kalbim deli gibi çarpıyor, ne

 

yapacağımı bilemiyordum. Bir an için dünyam karardı.

 

Ama vakit kaybedemezdik. Kendimi toparlayıp

 

annemi kollarımın arasına aldım. "Hastaneye

 

gitmeliyiz!" diye bağırdım.

 

Karmaşa içinde evden çıktık. Sokak ışıkları, geceye

 

düşen gölgeler gibi soğuk ve ilgisizdi. Annemin hafif

 

iniltileriyle, çaresizlik ve korku arasında gidip gelirken arabayı son sürat hastaneye sürdük.

 

Hastaneye vardığımızda koridorları dolduran kesif

 

ilaç kokusu ve telaşlı sesler bizi karşıladı. Doktorun,

 

"Abiniz ameliyatta, durumu kritik," dediğini

 

duyduğumda içime büyük bir taş oturdu. Nefes almakta

 

zorlanıyordum.

 

Zilan ise yanımda titriyordu, yüzü bembeyazdı.

 

"Kan kaybı çok fazla. Yakınlarından acil kan

 

alınması gerekiyor,"

 

dedi doktor. Zilan ve benden kan testi alındı.

 

Annem şeker hastası olduğu için zaten kan

 

veremiyordu.

 

Kan vermeyi beklerken hemşire geri döndü ve

 

Zilan'a bakarak şaşkın bir ifadeyle konuştu:

 

"Hamile olduğunuzu biliyor muydunuz?"

 

Zilan'ın gözleri büyüdü, nefesini tuttu. Şaşkınlıkla

 

ellerini karnına koyarken yüzünde beliren karışık ifadeyi

 

okuyabiliyordum.

 

O an zaman durmuş gibiydi. Ne diyeceğimi

 

bilemedim. içimde tarifsiz bir karmaşa vardı. Abim

 

ameliyattaydı, annem zayıf düşmüştü ve şimdi Zilan'ın

 

hamile olduğu gerçeğiyle yüzleşiyordum.

 

Doktorun, "Hemen kan verebilirsiniz," dediğini

 

duydum. Kendimi toparladım, kan vermek için odanın

 

yolunu tuttum.

 

Ancak iğne koluma girerken bile zihnim sadece bir

 

yerde takılı kalmıştı: Zilan hamileydi.

 

Kan torbası dolarken,

 

odada hafif bir baş dönmesi

 

hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi kapatıp derin nefes

 

aldım, anma dışarıdan gelen silah sesleriyle aniden

 

irkildim.

 

Kafamı kaldırmaya çalıştım, ama tam o sirada oda

 

kapısı sertçe açıldı.

 

İçeri, uzun boylu, geniş omuzlu bir adam girdi.

 

Mavi gözleri sert ve kararlı bakıyordu. Üzerinde kan

 

lekeleri olan siyah bir ceket vardı.

 

Ne yapacağını anlayamadan yanıma geldi,

 

kolumdan kan alma aparatını tek hamlede çıkardı ve

 

beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı.

 

"Ne yapıyorsun?!" diye bağırmaya çalıştıim, ama

 

başım dönüyor, ayakta durmakta zorlanıyordum.

 

Gözlerim karardı, dizlerim büküldü.

 

Adam bir an bile tereddüt etmeden beni kucağına

 

aldı.

 

"Bırak beni! Ne yapıyorsun sen?" diye karşı

 

koymaya çalıştım, ama sesim cılız çıkıyordu. Koridorda

 

ilerlerken her şey bulanık görünüyordu.

 

Gözlerimi açıp bakmaya çalıştiğımda, o mavi

 

gözlerin sert bakışlarıyla karşılaştım.

 

"Hastaneden çıkmamız gerekiyor. Zamanimiz yok"

 

dedi soğuk bir sesle.

 

"Ama abim ameliyatta!" diye itiraz ettim. Tam o

 

sırada fark ettim: abim de sedyede den kaldırılmış, adamın

 

başka bir arkadaşı tarafından taşınıyordu.

 

"Ne oluyor? Kimsin sen?!" dedim, sesim hem öfke

 

hem korkuyla doluydu.

Adam derin bir nefes aldı, sanki cevap vermek

zorunda kalmaktan sıkılmış gibiydi.

"Abinin arkadaşıyım. Korkma. Eğer ben

yetişmeseydim, abin ölmüştü."

Bu sözler mideme bir yumruk gibi indi.

"Ne demek ölmüştü? Ayrica indir beni, kendi

başıma yürüyebilirim!" diye çıkıştım.

Ama adam beni dinlemiyordu. Koridorlardan hızla

geçtik, dışarıda bekleyen siyah bir araca doğru

ilerliyorduk.

O an ne yapacağımı bilemedim. Korku, öfke ve

şaşkınlıik iç içe geçmişti.

Hastanenin dışına çıktiğımızda, Soğuk hava

yüzüme çarparken, hala adamın kucağında olmaktan

duyduğum öfkeyi bastıramıyordum.

"Beni indir dedim sana!" diye bağırdım.

Adam gözlerini bana dikti, bir anlık tereddütle

durdu. Sonra dikkatlice beni yere indirdi. Ancak ayakta

duramayıp sendeleyince kolumdan destek oldu.

"Kendine fazla güveniyorsun," diye mırildandı, ama

alaycı bir tonla değil, sanki bir uyarı gibiydi.

Adam beni siyah minibüsün içine yerleştirip

ardından kapıyı sertçe kapattı.

Şoföre kısa bir bakış attıktan sonra, "Hastaneye

sür," diye emretti. Tonu, tartışmaya yer bırakmayacak

kadar sertti.

Minibüsün içine göz gezdirdiğimde, annem ve

Zilan'ı gördüm. Annem hâlâ baygın gibiydi, ama nefes alıyordu.

Zilan ise korku içinde köşeye çekilmiş, ellerini

karnında birleştirmişti. Göz göze geldiğimizde,

yüzündeki endişe ve şaşkınlık beni daha da huzursuz

etti.

Adam, bizimle konuşmaya başlamadan önce

şoförle kısa bir şeyler fısıldaştı. Sonra bize dönerek

kollarını göğsünde birleştirdi.

Yüzü kararlı, ama gözlerinde bir parça yorgunluk

vardı. bana dönüp konuşmaya başladı.

sen Bervan'ın kardeşi sin şu kendinden geçmiş

moruk da annen peki bu kim? "

" seni ne kadar ilgilendiriyor, bu durum asıl sen

kimsin ne demeye böyle bir şey yaptın?"

" dedim ya abinin arkadaşıyım diye adım kahraman

abini öldürüyorlardı bende kurtardım, şimdilik bilmen

gereken bu sadece"

sen kimsin be kadın korkak tavuk gibi köşede

duruyorsun, Bervan'ın karısI diyicem ama şanın bizim

oralara kadar geldi kendi amca oğlunu vurmuş onun

yanında böyle bir şey yapsam bana da sıkardı kesin

kimsin sen?"

" ikinci karısıyım oldu mu?"

"Hahahaha, dili varmış bunun! Demek metresin ha?

Ne cesaret be!" dedi, gözlerini Zilan'a dikilerek.

Zilan'ın yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Gözlerinde

öfkeyle karışık bir utanç vardı. Kendini toparlamaya

çalışarak.

 

"Metres değil! imam nikahlı karısıyım! Ayrica

çocuğunun annesi olacağım," diye çıkıştı.

Bu söz minibüsün içindeki havayı tamamen

değiştirdi. Bir anlığına herkes donup kaldı. Ama adam

tekrar güldü, bu kez daha soğuk bir şekilde.

"Hamile mi bir de bu? Bak sen şu işe!" dedi alaycı

bir ifadeyle. Sonra bana dönüp göz kırpar gibi yaparak

ekledi:

"Ben olsam piç derdim. Evli bir adamla düşüp

kalkan kadının çocuğu piç değil de ne olur, değil mi

ama?"

Adamın söylediklerine dayanamayarak bir kahkaha

attım. Neden güldüğümü bile bilmiyordum.

Sinirlerim bozulmuştu belki de, ya da yaşadığım

her şey artık ağır gelmişti. İçimde bir şeyler kırılmış

gibiydi.

Zilan yanımda sessizce oturuyor, annem hâlâ

kendine gelememiş bir şekilde köşede duruyordu.

Minibüs aniden durdu. Adam, arka kapıyı sertçe

açarak dışarı çıktıi. Sesini yükselterek.

Hemen ameliyata alın!" diye bağırdığını duydum.

Emredici tonuyla herkesi harekete geçirdi. lçimde ona

güvenmememi söyleyen bir ses vardı, ama şu an abim

onlara emanetti.

Minibüsten inmek için doğrulduğumda başım

döndü. Bir adım attim ama bacaklarım beni taşımayı

reddetti. Sendeleyerek yere düştüm.

Yere çarpmanın etkisiyle nefesim kesilmişti.

Çevremdeki sesler boğuk ve karmaşıktı. Yavaş yavaş kararan gözlerimle adamın koşarak yanıma geldiğini

gördüm. Yüzü endişeliydi, bu hali beni şaşırttı.

Ardından bir kadın sesi duydum. Yüzümü

inceleyen, başıma eğilen bir kadın... Elinde bir ışık tutup

gözlerimi kontrol ederken.

" Ağzında çıkan köpüğe bakılırsa Zehirlenmiş,"

dediğini duyabildim. Sesinin yankısı zihnimde

döndü. Zehirlenmiş miydim? Bu mümkün müydü?

Sonra bir kez daha güçlü kolların beni yerden

kaldırdığını hissettim. Adamın kollarında taşıdığı an,

içimdeki öfke ve korku birbirine karıştı.

"Beni bırak," demek istedim, ama dudaklarım

hareket etmiyordu.

Hastanenin içine girdiklerinde çevremdeki gürültü

daha da arttı. Adamın sert ve otoriter sesi yankılandı:

"Doktor çağırın, hemen!"

Zihnim bulanıktı, vücudum kontrolümden çıkmıştı.

Sadece karanlıkla mücadele eden bir ışık gibiydim.

Gözlerim kapanmadan önce, her şeyin hızla

uzaklaştığını hissettim.

Bölüm : 09.01.2025 15:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...