
Dizdar'dan
Bervan'ın durumunu öğrenir öğrenmez kahramanı
aramaya başladım. Telefonlarıma cevap vermiyordu, bu
da içimi daha da kemiriyordu.
Panik içinde ne yapacağımı düşünürken,
telefonuma bir mesaj geldi:
"Hastanenin alt katına gel."
Mesaj kısaydı, netti ve sorgulamaya yer
bırakmayacak kadar buyurgandı İçimdeki tedirginliği
bastırmaya çalışarak hastanenin alt katına doğru
koştum.
Adımlarım hızlandıkça, kalbimin atışı da bir o kadar
hızlanıyordu. Alt katta beni neyin beklediğini
bilmiyordum ama içimdeki bir his bunun basit bir
durum olmadığını söylüyordu.
Asansöre binip yoğun bakım ünitesinden aşağı
kata indim. Kapılar açıldığında, içerideki sessizlik yerini
yoğun bir uğultuya bırakmıştı.
Gözlerim hemen etrafı taradı; bu kat, sIradan bir
hastane katına benzemiyordu.
Benim geldiğimi fark eden korumalar, hiçbir şey
söylemeden bana eşlik etmeye başladılar. Sağ tarafa
yöneldik ve üçüncü odaya doğru ilerledik.
Kapıdan içeri girdiğimde, karşılaştığım manzara
beni adeta şoke etti. Oda, bir hastane odasından çok bir
operasyon merkezi gibiydi.
Her taraf bilgisayarlarla doluydu; ekranlarda akan
kodlar, haritalar ve bir
biriyle bağlantılı karmaşık
düzenekler dikkat çekiyordu.
Masalarıin üzerinde yiğılmış evraklar, yanıp sönen
cihazlar ve duvara asılı büyük bir ekran vardı.
Ortamdaki herkes, tam bir düzen ve disiplin içinde
çalışıyordu.
Bu, rastgele bir grup insanın işi değildi-bu,
organize bir örgüt gibi görünüyordu.
Odaya adım attiğım anda gözlerim, karanlık
ekranlarin arasındaki bir sandalyede oturan kahramana
takıldı.
Beni fark edince, yerinden kalktı ve sakin adımlarla
yanıma geldi. Yüzünde her zamanki o soğukkanlı ifade
vardı, ama bu kez bakışlarında farklı bir yoğunluk
hissediliyordu.
"Hoş geldin, kardeşim," dedi, sesinde garip bir
sIcaklık ve aynı zamanda bir ağırlık vardı.
Bu iki kelime, hem bir dostluğu hem de içinde
bulunduğumuz durumun ciddiyetini anlatıyordu.
Etrafımıza bakarken odaya hâkim olan kaotik ama
planlı düzeni fark ettim.
"Beni buraya ne demeye çağırdın?" diye sordum,
sesi titreyen merakımı saklamaya çalışarak.
Kahraman gözlerini benden ayırmadan konuştu.
"Anlatacak çok şey var ama önce şu düzeni bir gör."
" Ne düzeni ne oluyor burda Bervan'ı bu hastaneye
neden getirdin ne demeye ameliyata ki doktorları
vurdun ne oluyor "
" Eğer ben yetişmeseydim bervan da annesi de bacısı da çoktan ölmüştü sen nerdeydin o sirada "
" nasıl ölmüşlerdi Kahraman
Kahraman yüzündeki ciddiyetle bana yaklaştı ve
gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı:
"iyi dinle beni," dedi, sesi düşük ama kararlıydı.
"Kan alma bahanesiyle kız kardeşine zehir vermişler.
Durum bundan çok daha ciddi. Annesine ise serum
diye zehirli su vermişler. Amaçları yalnızca bu da
değil... Bervan'ı ameliyat masasında öldüreceklerdi."
Sözleri beynimde yankılanırken, bir an için nefes
almayı unuttum. Kanım donmuştu. Duyduklarımı
anlamaya çalışıyordum ama bu kadar büyük bir
ihanetin ağırlığına hazır değildim.
"Ne diyorsun sen? Kim yapar böyle bir şeyi?" diye
sordum, sesim hem öfkeyle titriyordu.
" Kim olduğunu bilmiyor henüz ama işin garip yanı
metresine bir şey yapmamışlar üstelik gebe "
" Ne metresi?"
" Bervan'ın imam nikahlı karısımı ne işte kısacası
metres bu arada Bervan Zümra diye diye inliyor
nerdeyse getir"
"Kahraman gözlerini kısmış, kararlı bir şekilde beni
süzerken derin bir nefes aldı. Sesindeki sertlik,
kelimeleri daha keskin ve etkili hale getiriyordu:
"Onu öldürmek isteyen kadını mı sayıklıyor
kardeşimin? Güvenip de onun yanına mi sokmamı
bekliyorsun? Asla."
kahraman bir an durup kendini toparladı, sonra daha da sert bir tonda konuştu:
"Dizdar, sen evlisin. Karın başka bir adamın
koynuna girse, sen bunu bilsen, ne yaparsın?
Söyleyeyim: öldürürsün, değil mi? Namus dersin,
acımasın. Burada işler nasıl yürür bilmem ama namus
sadece kadına dayatılan bir şey değil. Eğer iki kaşının
ortasından vurmadıysa Bervan'ı sevdiği içindir, bunu
bir kadının yapmış olması hiç bir şey değiştirmez o da
namusu şerefi için yapmıştır Sen onu buraya
getirmesen, ben bulur, getiririm yengemi."
Sözleri yankılanırken içimde bir şeyler yerinden
oynadı. Her kelimesi, öfke ve kararlılıkla doluydu.
Gözlerindeki bakış, bu işin geri dönüşü olmadığını,
kaybedilen bir onurun her şeyden önce geldiğini açıkça
gösteriyordu.
Kahramanın söyledikleri zihnimde dönüp
duruyordu. Her cümlesi bir taş gibi beynime çarpıyor,
olayların ağırlığını daha da hissettiriyordu.
Ama içimde bir şey hâlâ doğru zamanı beklememiz
gerektiğini söylüyordu. Derin bir nefes alıp kararlılıkla
ona döndüm.
"Sen,"
dedim, gözlerinin içine bakarak,
"önce Bervan'ı öldürmek isteyenleri bul. Bu işin
arkasında kim varsa ortaya çıkar. Aradan birkaç gün
geçsin, her şey netleşsin. Ondan sonra... Zümra
yengemi buraya getireceğim."
Kahraman bir an durdu, yüzündeki ifadeden düşüncelerimi tartmaya çalıştığı belliydi. Ardından
başını hafifçe salladı.
" Kahraman, yüzünde alaycı bir ifadeyle konuştu:
"Tamam, Berfin'i falan görmek istersen bir üst
kattalar. O muşmula suratlı metres için bir şey alıp
götür. Ne de olsa iki canlı."
Sözleri keskin ve küçümseyiciydi. Kaşlarımı çatıp
ona döndüm.
"Neden sevemedin onu? Hayırdır, bir yanlışını mı
gördün?" diye sordum, merakımdan çok içinde
barındırdığı öfkeyi anlamaya çalışarak.
Kahraman gözlerini devirip omuz silkti.
"O kadında beni rahatsız eden bir şeyler var, Dizdar.
Yakında çıkar kokusu, bakalım."
"Ne saçmalıyorsun?" dedim. "Kendi halinde biri
ayrıca Bervan'ın karısı,"
Kahraman kaşlarını kaldırarak hafif bir kahkaha
attı.
"Ne olduğu, kim olduğu umurumda değil. Metres
parçası benim gözümde. Bizim aldığımız hiçbir şeye
elini sürmüyor, O yüzden sen al dedim. içim rahat
etmez "
Sözlerindeki nefret, bir şeylerin ters gittiğinin açık
işaretiydi. Ama bu kadar kesin yargıya varmasının
nedenini hâlâ anlayamıyordum.
içimdeki şüphe büyürken, olayların giderek
Karmaşık hale gelmesini hissettim. Bu işin için
de daha fazlası
olmalıydı.
Kahramanın yanından çıkarken aklımda hâalâ
söyledikleri yankılanıyordu. Bu karmaşadan kurtulmak
için bir nefes alıp korumalara döndüm.
"Yiyecek bir şeyler alın,"
dedim, kısa ve net. Ardından Berfin'le Dilan
Dayê'nin odasına doğru yürümeye başladım. Adımlarım
yavaş ama kararlıydı; kapının önüne geldiğimde durup
derin bir nefes aldım.
Kafamdaki karışıklığı bir kenara bırakıp tok bir
sesle konuştum:
"Destur var mıdır, Dayê?"
içeriden gelen ses yumuşak ama davetkârdı:
"Buyurasın, kuremin."
Dayê'nin yanına yaklaştım, yüzündeki derin hüznü
gördüğümde içim burkuldu. Hafifçe eğilip sakin bir
sesle sordum:
"iyi misin, Dayê?"
Başını hafifçe salladı, ama gözlerindeki yaşları
saklayamıyordu. Sesi titreyerek cevap verdi:
"Ben iyim ama ciğerim yanar, kuremin. Bervan'im
içerde can çekişir..."
Sözleri biter bitmez ellerini dizlerine vurup
hıçkırıklarla ağlamaya başladı. O an, Dayê'nin çektiği
acının büyüklüğünü bir kez daha anladım.
Her hıçkırığı, odadaki sessizliği derinleştiriyor,
yaşanan kayıpların ağırlığını hissettiriyordu.
Dayê'nin gözlerindeki yaşları görmezden gelmek
imkânsızdı, ama bir anne olarak taşıdığı acıya rağmen dimdik durmaya çalışıyordu.
Ne de olsa o da bir anneydi. içimdeki sıkıntıyı
bastırarak, odada oturan Berfin'e göz ucuyla baktım.
Yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı; onun da
iyi olduğunu görünce içim biraz olsun rahatladı.
Kapıya yönelip korumanın bıraktığı eşyaları aldım.
İhtiyatla taşıyıp odaya koydum. Eşyaları yerleştirirken,
Dayê'nin gözleri beni takip ediyordu.
Sessizlik, odayı saran yoğun duygulara inat, daha
da belirginleşiyordu.
"Eşyalar burada, Dayê,"
dedim, sesimi mümkün olduğunca yumuşak
tutarak.
"Başka bir şeye ihtiyacınız olursa haber verin."
Dayê başını hafifçe salladı, ama bakışları hâlâ
dalgındı. Bu yaşananların ağırlığı yalnızca onun değil,
hepimizin omzuna binmiş gibiydi.
Odadan çıktıktan sonra adımlarımı hızlandırarak
yeniden kahramanın olduğu kata indim.
Merdivenleri hızlıca inmeye başladım, kafamda pek
çok soru dönüp duruyordu.
Kahramanın sözleri, zihnimdeki tüm soruları daha
da keskinleştiriyordu. Bir an duraksadım ve düşündüm,
Zümra'yı düşündüm.
Eğer Zilan'ın gebe olduğunu öğrenirse, duru
hiç
de iyiye gitmezdi. Zümra'nın o kadar sert bir karakteri
vardı ki, bu haberi duyduğunda, hiç kimseye acımazdı.
Acımasız olurdu, belki de her şeyin sonunu getirirdi.
_*_
Zümra'dan
Defalarca ölümle burun buruna gelmiştim her şeye
rağmen yaşamak istemiştim ama şimdi istediğim tek
şey ölmekti.
Arslanoğuları hüküm için geldiğinde biraz olsun
sevinmiştim ama sırf ağalarının çocuğunu taşıdığımı
için beni öldürmekten vazgeçmişlerdi.
Ben bana yapılan her şeyi, her türlü hatayı
affedebilecek biriyken, babam gibi olmuştum. Onun gibi
gaddar ve vicdansIz..
Tam babamın kızı olmuştum. Ne kadar reddetmeye
çalışsam da, kanımda dolaşan o karanlık, onun
mirasıydı.
O an fark ettim, yaşadığım tüm acılar beni ona
dönüştürmüştü. Bir zamanlar karşısındaki insanlara
acıyan, her düşeni kaldıran ben, şimdi kocama bile
acımamaya başlamıştım.
Babam gibi davranmak, en büyük korkumdu; ama
ne yazık ki, bu korku gerçek olmuştu. İçimdeki nefret,
beni dönüştürmüştü. Vicdansızlık, bana olan en yakın
his olmuştu.
Cihan Arslanoğlunun silahına Kafamı namluya
dayayıp, 'Öldür' diye yalvaracak haldeydim. Bir yanda
ölümün rahatlatıcı vaadi, diğer yanda devam eden acı.
Ne kadar da istesem de, bir türlü bırakıp itmek
mümkün değildi. Tekrar konuşmayayım diye Elif
kolumdan tutup, zorla içeri sokmuştu beni.
Her adımda içimdeki boşluk daha da büyüyordu,ama Elifin elleri, beni bir şekilde hayatta tutuyordu.
Onun uğraşı, bana bir anlam vermek için uğraşan
tek şeydi. Ama ben, her şeyin sona erdiği o
bekliyordum.
Elifin gözlerindeki endişe, acıyı daha da
derinleştiriyordu; çünkü ben, artık o eski ben değildim.
Ayakta zor duruyor, olan biteni idrak etmeye
çalışıyordum. Araba sesleri gelince gittiklerini anlamak
zor değildi.
Bana ayarladıkları odaya gitmek için adım atarken,
babamın sesini duydum. Beni bu hale getiren, beni
kendi canı için evlendiren adam, ilk defa beni almadan
gitmeyeceğini söylüyordu.
Sesindeki emir ve tehdit, yıllardır duyduğum o
tanıdık korkuyu yeniden uyandırmıştı. İçimdeki öfke ve
nefret, gözlerimdeki bulanıklığa karıştı.
Babamın sözleri, bir zamanlar beni şekillendiren
her şeyin yıkımını simgeliyordu. Ne kadar nefret etsem
de, bir şekilde ondan kaçmak, bir seçenek olmaktan
çıkmıştı.
Beni bu hale getiren adamın arkasında durduğu her
adım, bir yıkımın temeli gibiydi.
Avludan dışarı çıkıp babamın karşına geçtim.
içimde 'Senin yüzünden oldu demek gelsede, bir an için
sessiz kalıp ona sadece birkaç kelime söylemek
istedim.
O an, tüm duygularım birbirine karıştı ama bir
şekilde kontrol edebildim.
Kafamla işaret edip, bütün
ağaların gitmelerini emrettim.
Babamın gözlerindeki hiddet, bir anlığına beni bir
yerlere çekse de, ben yine de aynı kararlılıkla sırtımı
dönüp içeri girdim.
Her adımda, bir tür özgürlük hissi vardı; ama aynı
zamanda, onu terk etmek, her şeyin sonu demekti. içeri
girdiğimde, o eski korku vardı.
Bozdağlı konağında olmak, Bervan iyileşene kadar
onların esiri olmak gibiydi benim için. Elif'le birlikte
kalmamız için bize ayarladıkları odaya girdik, koltuğa
oturup kafamı geriye yasladım.
Son zamanlarda yaşadıklarım mi, yoksa bir türlü
geçmeyen bu duygusal ağırlık mı, bilmiyorum ama
kalbime giren sancı ve ağrıyla nefes alış verişim azaldı.
Hükümle ölmesem de, bu hastalık beni öldürecekti
sonunda. Her geçen dakika, bu duygunun biraz daha
yoğunlaştığını hissediyordum.
içimde bir şeyler daha fazla kırılıyor, her solukta bir
parçam daha kayboluyordu. Hayatta kalmak için bir
çaba kalmamıştı;
sadece bir türlü gelip geçmeyen bu acıyı, her geçen
saniye daha da yoğun hissediyordum. Sonunda, belki
de ölüm, beklediğim bir kurtuluş değil, sadece
kaçınılmaz bir sondu.
Biraz uyumak için gözümü kapattığım anda uykuya
daldım. Bon boş avlunun ortasında melek' in kanlı
bedenini gördüm.
Onu kucağıma alıp haykırmak istiyordum ama
sanki birileri engel oluyordu bana. Ellerim titriyor, nefesim kesiliyordu, ama bir türlü sesim çıkmiyordu.
Meleği, sanki kaybetmişim gibi kucaklamak
istedim ama bu sadece daha fazla acı vermekti.
Uzaktan Elifin 'Uyan' diyen sesiyle kan ter içinde
uyandım.
Gözlerimi açtığımda, karanlık odada bir süre neyin
gerçek, neyin rüya olduğunu anlayamadım.
Elifin yüzündeki korku, beni uyandıran sesinin
yankısı hâlâ kulağımda çınlıyordu. Sadece bir rüya
mıydı?
Yoksa bir başka uyanışın habercisi mi? Ne olursa
olsun, içimdeki boşluk, gece boyunca beni terk etmeyen
o korku hala oradaydı.
"iyi misin? Ne oldu? Melek, melek diyip durdun.
"iyiyim,"dedim, ama kelimelerim bile yutkunarak
çıktı.
"Nefesini bile zor alıyorsun, iyi olduğuna emin
misin?"
Ben hala gördüğüm kabusun etkisinde kalmış,
nefes bile alamıyordum. Kalbim, her vuruşunda
ağrıyordu.
Elifin yüzündeki endişe, sanki daha da
derinleşiyordu. Gözlerimi kapatıp, o korkunç görüntüyü
tekrar görmemek için tüm gücümü topladım, ama her
şeyin içinde kayboluyordum.
Elif, bana uzattığı bardağı alıp bir iki yudum
içtikten sonra nefesimi toparladım.
Su, boğazımdan geçerken sanki biraz daha canlı.
Hissediyordum, ama içimdeki sancı geçmiyordu.
'Elif, Bervan'dan haber var mı?'
"Var, iyiymiş, ölmemiş. Celladın yakından
toparlanıp karışına çıkar,' dedi. "Hala onu düşündüğüne
inanamıyorum."
Söylediği şeyle hafif bir tebessüm ettim, amao
gülüş, içimdeki kırıklığı saklamaktan başka bir şey
değildi.
"Komik mi, Zümra? Sen kocanı vurdun, sence seni
yaşatır mı Bervan Ağa?'
Bu sözler, bir ok gibi içimi delip geçti.
bunu biliyordum, ama bir şekilde bu suçluluk hissi,
Elifin söyledikleriyle daha da ağırlaştı.
"Yaşatmaz," dedim, sesim bir fısıltı gibi.
"ama yaşamak istemiyorum ki.."
Elif'in gözlerinde bir anlık bir şaşkınlık belirdi, ama
sonra yüzünü sertleştirip, başka bir şey söylemeden
odadan çıktı.
Onun gitmesi, içimdeki karanlıkla baş başa
kalmamı sağladı. Korktuğum şeyin sadece ölüm
olmadığını, hayatta kalmanın da bir tür ceza olduğunu
düşündüm.
On dakika sonra elif tekrar odaya girdi yüzü alak
bullak bir şekilde ben daha ne olduğunu anlamadan
dışardan sesler yükseldi odadan dışarı çıkıp avluya
doğru yürüdüm.
Avluda gelen konuşmaları duyunca durdum.
"berfin' i, dilan hanımı
zehirlemişler " dediğini duyunca olduğum yere kaldım.
Allah'tan zilanın gebe olduğunu bilmiyorlarmış"
dedikleri anda beynimden vurulmuşa döndüm elif
arkamda duruyordu.
Zilan hamileymiş?"'O gece değil, sadece daha
öncesi de mi varmış diye düşünmeye başladım.
Gözlerimdeki yaşlar durmuyor, nefes alamıyordum.
Kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. ADS
hastalığından dolay olan bir şeydi, ama bu defa, kalbim
öylesine çırpınıyordu ki, sanki tüm vücudumla
mücadele ediyordum.
O an her şey bir araya gelip, vücudumu ele
geçirmişti. Öğle güneşi yüzüme vurmuştu, ama ben hiç
fark etmedim. Sadece, kalbimin bir kuş misali
çırpindığını hissediyordum.
Her vuruşu, sanki bu dünyadan bir adım daha
uzaklaştırıyordu beni. Gözlerim bulanık, ellerim
titriyordu, ama düşüncelerim bir türlü sakinleşmiyordu.
Zilan'ın hamileliği, içimde bir yara açtı. O yara,
yıllarca bastırmaya çalıştığım tüm korkuları ve gerçeği
ortaya çıkarıyordu.
Bu kadar yakın olmamıza rağmen, ne kadar
yabancıydık birbirimize... O kadar çok soru vardı ki,
hiçbirine cevap bulamıyordum.
Kalbim, bir zamanlar bana ait olan ama şimdi tüm
kontrolünü kaybettiğim bu bedende, bana özgürlük
sunmuyordu.
Nefes almak istedikçe öksürüğe boğuluyordum.
Elimi ağzıma götürüp öksürüğümü engellemeye çalışsam da, fayda etmiyordu.
Her bir nefes alışımda, ciğerlerimdeki acı daha da
artıyordu. O anda ağzıma dolan kanla Elife baktım.
Gözlerimdeki korku, nehrin kıyısında boğulmaya çalışan
birini andırıyordu.
Kalbim, artık çırpınmayı bırakmıştı. Bir anda her
şey durdu, zamanın akışı hızla yavaşladı. Sırtımı duvara
yaslayıp, dizlerimin güçsüzlüğü ile yere çöktüm. Her
şeyin sonu gibi hissediyordum.
Belki de gördüğüm kabus, benim cenazemdi. Ölüm,
sonunda peşimi bırakacak ve her şey sona erecekti.
Ama bir yandan da bir kurtuluş hayalini büyütüyordum
içinde.
Ölüme bu kadar yakınken, bir an için huzur duymalı
mıydım? Ya da daha fazlası vardı mi? Her şeyin bittiğini
kabul etmek, bir tür teslimiyet gibiydi.
Elif, ellerini bana uzatmaya çalışıyordu ama ben,
onu görmüyordum; gözlerim, sonsuz bir karanlığın
içinde kalmıştım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.21k Okunma |
2.32k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |