46. Bölüm

46. Babasının Kızı

Mavi Yazar
maviyazarr

Dizdar'dan

 

Bervan'ın durumunu öğrenir öğrenmez kahramanı

aramaya başladım. Telefonlarıma cevap vermiyordu, bu

da içimi daha da kemiriyordu.

Panik içinde ne yapacağımı düşünürken,

telefonuma bir mesaj geldi:

"Hastanenin alt katına gel."

Mesaj kısaydı, netti ve sorgulamaya yer

bırakmayacak kadar buyurgandı İçimdeki tedirginliği

bastırmaya çalışarak hastanenin alt katına doğru

koştum.

Adımlarım hızlandıkça, kalbimin atışı da bir o kadar

hızlanıyordu. Alt katta beni neyin beklediğini

bilmiyordum ama içimdeki bir his bunun basit bir

durum olmadığını söylüyordu.

Asansöre binip yoğun bakım ünitesinden aşağı

kata indim. Kapılar açıldığında, içerideki sessizlik yerini

yoğun bir uğultuya bırakmıştı.

Gözlerim hemen etrafı taradı; bu kat, sIradan bir

hastane katına benzemiyordu.

Benim geldiğimi fark eden korumalar, hiçbir şey

söylemeden bana eşlik etmeye başladılar. Sağ tarafa

yöneldik ve üçüncü odaya doğru ilerledik.

Kapıdan içeri girdiğimde, karşılaştığım manzara

beni adeta şoke etti. Oda, bir hastane odasından çok bir

operasyon merkezi gibiydi.

Her taraf bilgisayarlarla doluydu; ekranlarda akan

kodlar, haritalar ve bir

biriyle bağlantılı karmaşık

düzenekler dikkat çekiyordu.

Masalarıin üzerinde yiğılmış evraklar, yanıp sönen

cihazlar ve duvara asılı büyük bir ekran vardı.

Ortamdaki herkes, tam bir düzen ve disiplin içinde

çalışıyordu.

Bu, rastgele bir grup insanın işi değildi-bu,

organize bir örgüt gibi görünüyordu.

Odaya adım attiğım anda gözlerim, karanlık

ekranlarin arasındaki bir sandalyede oturan kahramana

takıldı.

Beni fark edince, yerinden kalktı ve sakin adımlarla

yanıma geldi. Yüzünde her zamanki o soğukkanlı ifade

vardı, ama bu kez bakışlarında farklı bir yoğunluk

hissediliyordu.

"Hoş geldin, kardeşim," dedi, sesinde garip bir

sIcaklık ve aynı zamanda bir ağırlık vardı.

Bu iki kelime, hem bir dostluğu hem de içinde

bulunduğumuz durumun ciddiyetini anlatıyordu.

Etrafımıza bakarken odaya hâkim olan kaotik ama

planlı düzeni fark ettim.

"Beni buraya ne demeye çağırdın?" diye sordum,

sesi titreyen merakımı saklamaya çalışarak.

Kahraman gözlerini benden ayırmadan konuştu.

"Anlatacak çok şey var ama önce şu düzeni bir gör."

" Ne düzeni ne oluyor burda Bervan'ı bu hastaneye

neden getirdin ne demeye ameliyata ki doktorları

vurdun ne oluyor "

" Eğer ben yetişmeseydim bervan da annesi de bacısı da çoktan ölmüştü sen nerdeydin o sirada "

" nasıl ölmüşlerdi Kahraman

Kahraman yüzündeki ciddiyetle bana yaklaştı ve

gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı:

"iyi dinle beni," dedi, sesi düşük ama kararlıydı.

"Kan alma bahanesiyle kız kardeşine zehir vermişler.

Durum bundan çok daha ciddi. Annesine ise serum

diye zehirli su vermişler. Amaçları yalnızca bu da

değil... Bervan'ı ameliyat masasında öldüreceklerdi."

Sözleri beynimde yankılanırken, bir an için nefes

almayı unuttum. Kanım donmuştu. Duyduklarımı

anlamaya çalışıyordum ama bu kadar büyük bir

ihanetin ağırlığına hazır değildim.

"Ne diyorsun sen? Kim yapar böyle bir şeyi?" diye

sordum, sesim hem öfkeyle titriyordu.

" Kim olduğunu bilmiyor henüz ama işin garip yanı

metresine bir şey yapmamışlar üstelik gebe "

" Ne metresi?"

" Bervan'ın imam nikahlı karısımı ne işte kısacası

metres bu arada Bervan Zümra diye diye inliyor

nerdeyse getir"

"Kahraman gözlerini kısmış, kararlı bir şekilde beni

süzerken derin bir nefes aldı. Sesindeki sertlik,

kelimeleri daha keskin ve etkili hale getiriyordu:

"Onu öldürmek isteyen kadını mı sayıklıyor

kardeşimin? Güvenip de onun yanına mi sokmamı

bekliyorsun? Asla."

kahraman bir an durup kendini toparladı, sonra daha da sert bir tonda konuştu:

"Dizdar, sen evlisin. Karın başka bir adamın

koynuna girse, sen bunu bilsen, ne yaparsın?

Söyleyeyim: öldürürsün, değil mi? Namus dersin,

acımasın. Burada işler nasıl yürür bilmem ama namus

sadece kadına dayatılan bir şey değil. Eğer iki kaşının

ortasından vurmadıysa Bervan'ı sevdiği içindir, bunu

bir kadının yapmış olması hiç bir şey değiştirmez o da

namusu şerefi için yapmıştır Sen onu buraya

getirmesen, ben bulur, getiririm yengemi."

Sözleri yankılanırken içimde bir şeyler yerinden

oynadı. Her kelimesi, öfke ve kararlılıkla doluydu.

Gözlerindeki bakış, bu işin geri dönüşü olmadığını,

kaybedilen bir onurun her şeyden önce geldiğini açıkça

gösteriyordu.

Kahramanın söyledikleri zihnimde dönüp

duruyordu. Her cümlesi bir taş gibi beynime çarpıyor,

olayların ağırlığını daha da hissettiriyordu.

Ama içimde bir şey hâlâ doğru zamanı beklememiz

gerektiğini söylüyordu. Derin bir nefes alıp kararlılıkla

ona döndüm.

"Sen,"

dedim, gözlerinin içine bakarak,

"önce Bervan'ı öldürmek isteyenleri bul. Bu işin

arkasında kim varsa ortaya çıkar. Aradan birkaç gün

geçsin, her şey netleşsin. Ondan sonra... Zümra

yengemi buraya getireceğim."

Kahraman bir an durdu, yüzündeki ifadeden düşüncelerimi tartmaya çalıştığı belliydi. Ardından

başını hafifçe salladı.

" Kahraman, yüzünde alaycı bir ifadeyle konuştu:

"Tamam, Berfin'i falan görmek istersen bir üst

kattalar. O muşmula suratlı metres için bir şey alıp

götür. Ne de olsa iki canlı."

Sözleri keskin ve küçümseyiciydi. Kaşlarımı çatıp

ona döndüm.

"Neden sevemedin onu? Hayırdır, bir yanlışını mı

gördün?" diye sordum, merakımdan çok içinde

barındırdığı öfkeyi anlamaya çalışarak.

Kahraman gözlerini devirip omuz silkti.

"O kadında beni rahatsız eden bir şeyler var, Dizdar.

Yakında çıkar kokusu, bakalım."

"Ne saçmalıyorsun?" dedim. "Kendi halinde biri

ayrıca Bervan'ın karısı,"

Kahraman kaşlarını kaldırarak hafif bir kahkaha

attı.

"Ne olduğu, kim olduğu umurumda değil. Metres

parçası benim gözümde. Bizim aldığımız hiçbir şeye

elini sürmüyor, O yüzden sen al dedim. içim rahat

etmez "

Sözlerindeki nefret, bir şeylerin ters gittiğinin açık

işaretiydi. Ama bu kadar kesin yargıya varmasının

nedenini hâlâ anlayamıyordum.

içimdeki şüphe büyürken, olayların giderek

Karmaşık hale gelmesini hissettim. Bu işin için

de daha fazlası

olmalıydı.

Kahramanın yanından çıkarken aklımda hâalâ

söyledikleri yankılanıyordu. Bu karmaşadan kurtulmak

için bir nefes alıp korumalara döndüm.

"Yiyecek bir şeyler alın,"

dedim, kısa ve net. Ardından Berfin'le Dilan

Dayê'nin odasına doğru yürümeye başladım. Adımlarım

yavaş ama kararlıydı; kapının önüne geldiğimde durup

derin bir nefes aldım.

Kafamdaki karışıklığı bir kenara bırakıp tok bir

sesle konuştum:

"Destur var mıdır, Dayê?"

içeriden gelen ses yumuşak ama davetkârdı:

"Buyurasın, kuremin."

Dayê'nin yanına yaklaştım, yüzündeki derin hüznü

gördüğümde içim burkuldu. Hafifçe eğilip sakin bir

sesle sordum:

"iyi misin, Dayê?"

Başını hafifçe salladı, ama gözlerindeki yaşları

saklayamıyordu. Sesi titreyerek cevap verdi:

"Ben iyim ama ciğerim yanar, kuremin. Bervan'im

içerde can çekişir..."

Sözleri biter bitmez ellerini dizlerine vurup

hıçkırıklarla ağlamaya başladı. O an, Dayê'nin çektiği

acının büyüklüğünü bir kez daha anladım.

Her hıçkırığı, odadaki sessizliği derinleştiriyor,

yaşanan kayıpların ağırlığını hissettiriyordu.

Dayê'nin gözlerindeki yaşları görmezden gelmek

imkânsızdı, ama bir anne olarak taşıdığı acıya rağmen dimdik durmaya çalışıyordu.

Ne de olsa o da bir anneydi. içimdeki sıkıntıyı

bastırarak, odada oturan Berfin'e göz ucuyla baktım.

Yüzünde yorgun ama huzurlu bir ifade vardı; onun da

iyi olduğunu görünce içim biraz olsun rahatladı.

Kapıya yönelip korumanın bıraktığı eşyaları aldım.

İhtiyatla taşıyıp odaya koydum. Eşyaları yerleştirirken,

Dayê'nin gözleri beni takip ediyordu.

Sessizlik, odayı saran yoğun duygulara inat, daha

da belirginleşiyordu.

"Eşyalar burada, Dayê,"

dedim, sesimi mümkün olduğunca yumuşak

tutarak.

"Başka bir şeye ihtiyacınız olursa haber verin."

Dayê başını hafifçe salladı, ama bakışları hâlâ

dalgındı. Bu yaşananların ağırlığı yalnızca onun değil,

hepimizin omzuna binmiş gibiydi.

Odadan çıktıktan sonra adımlarımı hızlandırarak

yeniden kahramanın olduğu kata indim.

Merdivenleri hızlıca inmeye başladım, kafamda pek

çok soru dönüp duruyordu.

Kahramanın sözleri, zihnimdeki tüm soruları daha

da keskinleştiriyordu. Bir an duraksadım ve düşündüm,

Zümra'yı düşündüm.

Eğer Zilan'ın gebe olduğunu öğrenirse, duru

hiç

de iyiye gitmezdi. Zümra'nın o kadar sert bir karakteri

vardı ki, bu haberi duyduğunda, hiç kimseye acımazdı.

Acımasız olurdu, belki de her şeyin sonunu getirirdi.

 

_*_

 

Zümra'dan

Defalarca ölümle burun buruna gelmiştim her şeye

rağmen yaşamak istemiştim ama şimdi istediğim tek

şey ölmekti.

Arslanoğuları hüküm için geldiğinde biraz olsun

sevinmiştim ama sırf ağalarının çocuğunu taşıdığımı

için beni öldürmekten vazgeçmişlerdi.

Ben bana yapılan her şeyi, her türlü hatayı

affedebilecek biriyken, babam gibi olmuştum. Onun gibi

gaddar ve vicdansIz..

Tam babamın kızı olmuştum. Ne kadar reddetmeye

çalışsam da, kanımda dolaşan o karanlık, onun

mirasıydı.

O an fark ettim, yaşadığım tüm acılar beni ona

dönüştürmüştü. Bir zamanlar karşısındaki insanlara

acıyan, her düşeni kaldıran ben, şimdi kocama bile

acımamaya başlamıştım.

Babam gibi davranmak, en büyük korkumdu; ama

ne yazık ki, bu korku gerçek olmuştu. İçimdeki nefret,

beni dönüştürmüştü. Vicdansızlık, bana olan en yakın

his olmuştu.

Cihan Arslanoğlunun silahına Kafamı namluya

dayayıp, 'Öldür' diye yalvaracak haldeydim. Bir yanda

ölümün rahatlatıcı vaadi, diğer yanda devam eden acı.

Ne kadar da istesem de, bir türlü bırakıp itmek

mümkün değildi. Tekrar konuşmayayım diye Elif

kolumdan tutup, zorla içeri sokmuştu beni.

Her adımda içimdeki boşluk daha da büyüyordu,ama Elifin elleri, beni bir şekilde hayatta tutuyordu.

Onun uğraşı, bana bir anlam vermek için uğraşan

tek şeydi. Ama ben, her şeyin sona erdiği o

bekliyordum.

Elifin gözlerindeki endişe, acıyı daha da

derinleştiriyordu; çünkü ben, artık o eski ben değildim.

Ayakta zor duruyor, olan biteni idrak etmeye

çalışıyordum. Araba sesleri gelince gittiklerini anlamak

zor değildi.

Bana ayarladıkları odaya gitmek için adım atarken,

babamın sesini duydum. Beni bu hale getiren, beni

kendi canı için evlendiren adam, ilk defa beni almadan

gitmeyeceğini söylüyordu.

Sesindeki emir ve tehdit, yıllardır duyduğum o

tanıdık korkuyu yeniden uyandırmıştı. İçimdeki öfke ve

nefret, gözlerimdeki bulanıklığa karıştı.

Babamın sözleri, bir zamanlar beni şekillendiren

her şeyin yıkımını simgeliyordu. Ne kadar nefret etsem

de, bir şekilde ondan kaçmak, bir seçenek olmaktan

çıkmıştı.

Beni bu hale getiren adamın arkasında durduğu her

adım, bir yıkımın temeli gibiydi.

Avludan dışarı çıkıp babamın karşına geçtim.

içimde 'Senin yüzünden oldu demek gelsede, bir an için

sessiz kalıp ona sadece birkaç kelime söylemek

istedim.

O an, tüm duygularım birbirine karıştı ama bir

şekilde kontrol edebildim.

Kafamla işaret edip, bütün

ağaların gitmelerini emrettim.

Babamın gözlerindeki hiddet, bir anlığına beni bir

yerlere çekse de, ben yine de aynı kararlılıkla sırtımı

dönüp içeri girdim.

Her adımda, bir tür özgürlük hissi vardı; ama aynı

zamanda, onu terk etmek, her şeyin sonu demekti. içeri

girdiğimde, o eski korku vardı.

Bozdağlı konağında olmak, Bervan iyileşene kadar

onların esiri olmak gibiydi benim için. Elif'le birlikte

kalmamız için bize ayarladıkları odaya girdik, koltuğa

oturup kafamı geriye yasladım.

Son zamanlarda yaşadıklarım mi, yoksa bir türlü

geçmeyen bu duygusal ağırlık mı, bilmiyorum ama

kalbime giren sancı ve ağrıyla nefes alış verişim azaldı.

Hükümle ölmesem de, bu hastalık beni öldürecekti

sonunda. Her geçen dakika, bu duygunun biraz daha

yoğunlaştığını hissediyordum.

içimde bir şeyler daha fazla kırılıyor, her solukta bir

parçam daha kayboluyordu. Hayatta kalmak için bir

çaba kalmamıştı;

sadece bir türlü gelip geçmeyen bu acıyı, her geçen

saniye daha da yoğun hissediyordum. Sonunda, belki

de ölüm, beklediğim bir kurtuluş değil, sadece

kaçınılmaz bir sondu.

Biraz uyumak için gözümü kapattığım anda uykuya

daldım. Bon boş avlunun ortasında melek' in kanlı

bedenini gördüm.

Onu kucağıma alıp haykırmak istiyordum ama

sanki birileri engel oluyordu bana. Ellerim titriyor, nefesim kesiliyordu, ama bir türlü sesim çıkmiyordu.

Meleği, sanki kaybetmişim gibi kucaklamak

istedim ama bu sadece daha fazla acı vermekti.

Uzaktan Elifin 'Uyan' diyen sesiyle kan ter içinde

uyandım.

Gözlerimi açtığımda, karanlık odada bir süre neyin

gerçek, neyin rüya olduğunu anlayamadım.

Elifin yüzündeki korku, beni uyandıran sesinin

yankısı hâlâ kulağımda çınlıyordu. Sadece bir rüya

mıydı?

Yoksa bir başka uyanışın habercisi mi? Ne olursa

olsun, içimdeki boşluk, gece boyunca beni terk etmeyen

o korku hala oradaydı.

"iyi misin? Ne oldu? Melek, melek diyip durdun.

"iyiyim,"dedim, ama kelimelerim bile yutkunarak

çıktı.

"Nefesini bile zor alıyorsun, iyi olduğuna emin

misin?"

Ben hala gördüğüm kabusun etkisinde kalmış,

nefes bile alamıyordum. Kalbim, her vuruşunda

ağrıyordu.

Elifin yüzündeki endişe, sanki daha da

derinleşiyordu. Gözlerimi kapatıp, o korkunç görüntüyü

tekrar görmemek için tüm gücümü topladım, ama her

şeyin içinde kayboluyordum.

Elif, bana uzattığı bardağı alıp bir iki yudum

içtikten sonra nefesimi toparladım.

Su, boğazımdan geçerken sanki biraz daha canlı.

Hissediyordum, ama içimdeki sancı geçmiyordu.

'Elif, Bervan'dan haber var mı?'

"Var, iyiymiş, ölmemiş. Celladın yakından

toparlanıp karışına çıkar,' dedi. "Hala onu düşündüğüne

inanamıyorum."

Söylediği şeyle hafif bir tebessüm ettim, amao

gülüş, içimdeki kırıklığı saklamaktan başka bir şey

değildi.

"Komik mi, Zümra? Sen kocanı vurdun, sence seni

yaşatır mı Bervan Ağa?'

Bu sözler, bir ok gibi içimi delip geçti.

bunu biliyordum, ama bir şekilde bu suçluluk hissi,

Elifin söyledikleriyle daha da ağırlaştı.

"Yaşatmaz," dedim, sesim bir fısıltı gibi.

"ama yaşamak istemiyorum ki.."

Elif'in gözlerinde bir anlık bir şaşkınlık belirdi, ama

sonra yüzünü sertleştirip, başka bir şey söylemeden

odadan çıktı.

Onun gitmesi, içimdeki karanlıkla baş başa

kalmamı sağladı. Korktuğum şeyin sadece ölüm

olmadığını, hayatta kalmanın da bir tür ceza olduğunu

düşündüm.

On dakika sonra elif tekrar odaya girdi yüzü alak

bullak bir şekilde ben daha ne olduğunu anlamadan

dışardan sesler yükseldi odadan dışarı çıkıp avluya

doğru yürüdüm.

Avluda gelen konuşmaları duyunca durdum.

"berfin' i, dilan hanımı

zehirlemişler " dediğini duyunca olduğum yere kaldım.

Allah'tan zilanın gebe olduğunu bilmiyorlarmış"

dedikleri anda beynimden vurulmuşa döndüm elif

arkamda duruyordu.

Zilan hamileymiş?"'O gece değil, sadece daha

öncesi de mi varmış diye düşünmeye başladım.

Gözlerimdeki yaşlar durmuyor, nefes alamıyordum.

Kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. ADS

hastalığından dolay olan bir şeydi, ama bu defa, kalbim

öylesine çırpınıyordu ki, sanki tüm vücudumla

mücadele ediyordum.

O an her şey bir araya gelip, vücudumu ele

geçirmişti. Öğle güneşi yüzüme vurmuştu, ama ben hiç

fark etmedim. Sadece, kalbimin bir kuş misali

çırpindığını hissediyordum.

Her vuruşu, sanki bu dünyadan bir adım daha

uzaklaştırıyordu beni. Gözlerim bulanık, ellerim

titriyordu, ama düşüncelerim bir türlü sakinleşmiyordu.

Zilan'ın hamileliği, içimde bir yara açtı. O yara,

yıllarca bastırmaya çalıştığım tüm korkuları ve gerçeği

ortaya çıkarıyordu.

Bu kadar yakın olmamıza rağmen, ne kadar

yabancıydık birbirimize... O kadar çok soru vardı ki,

hiçbirine cevap bulamıyordum.

Kalbim, bir zamanlar bana ait olan ama şimdi tüm

kontrolünü kaybettiğim bu bedende, bana özgürlük

sunmuyordu.

Nefes almak istedikçe öksürüğe boğuluyordum.

Elimi ağzıma götürüp öksürüğümü engellemeye çalışsam da, fayda etmiyordu.

Her bir nefes alışımda, ciğerlerimdeki acı daha da

artıyordu. O anda ağzıma dolan kanla Elife baktım.

Gözlerimdeki korku, nehrin kıyısında boğulmaya çalışan

birini andırıyordu.

Kalbim, artık çırpınmayı bırakmıştı. Bir anda her

şey durdu, zamanın akışı hızla yavaşladı. Sırtımı duvara

yaslayıp, dizlerimin güçsüzlüğü ile yere çöktüm. Her

şeyin sonu gibi hissediyordum.

Belki de gördüğüm kabus, benim cenazemdi. Ölüm,

sonunda peşimi bırakacak ve her şey sona erecekti.

Ama bir yandan da bir kurtuluş hayalini büyütüyordum

içinde.

Ölüme bu kadar yakınken, bir an için huzur duymalı

mıydım? Ya da daha fazlası vardı mi? Her şeyin bittiğini

kabul etmek, bir tür teslimiyet gibiydi.

Elif, ellerini bana uzatmaya çalışıyordu ama ben,

onu görmüyordum; gözlerim, sonsuz bir karanlığın

 

içinde kalmıştım.

Bölüm : 10.01.2025 15:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...