47. Bölüm

47. Son Bir Veda

Mavi Yazar
maviyazarr

Ufak bir açıklamam olucak arkadaşlar istek üzerine YİTİK HAYATLAR kitap mı da burda yayınlıcam onu da okuyup bana destek olursanız sevinirim keyifli Okumalar ♥️ yorum yapmayı unutmayın ♥️

 

 

Elif'ten

Zümra'nın nefes alışları giderek düzensizleşiyor,

yüzü solgun bir haldeydi. Onun bu hâini gördüğümde

panik içinde seslenerek uykusundan uyandırdım.

Gözlerini araladığında, ölmekle yaşamak arasında

gidip gelen bir bakış vardı gözlerinde. Sanki her nefes,

bir bedel ödetiyor gibiydi.

"Ne çektin be, amca kızı..." diye mırıldandım,

içimde biriken tarifsiz acıyla. Hayatta kalmak için

verdiği mücadele, bu hâliyle bile bir mucizeydi.

Ama onun bunca acıya nasıl dayandığıni, neyin ona

bu gücü verdiğini anlamak mümkün değildi.

Gözlerime bakarken, çektiği her sancıyı iliklerimde

hissediyordum.

Zümra gözlerini araladığında bir an için

rahatlamiştım, ama hâlâ yorgundu, nefesi zor çikıyordu.

Sessizce beni izledi, sonra güçlükle konuşmaya

başladı.

İlk söylediği şey, kalbimi yerinden söküp atacak

kadar ağırdı:

"Bervan... O nasıl?"

Sanki bütün olanları unutmuş gibiydi. Sanki bunca

acının, bunca ihanete rağmen hâlâ celladını düşünüyor,

ona dair endişe ediyordu.

içimde bir öfke patladı, ama kendimi tuttum.

Nefesimi kontrol etmeye çalışarak soğuk bir sesle

cevap verdim:

"Bervan iyi,"

 

dedim, dişlerimin arasından çıkan kelimeler sertti.

Zümra'nin hâlâ onun adını anması, onun için

endişelenmesi, beni çıldırtıyordu.

Ama Zümra'nın yüzündeki yorgun ifade, onu

azarlamamı daha da zorlaştırıyordu. Sinirle gözlerimi

kaçırdım, ama bir türlü içimdeki öfkeyi

bastıramıyordum.

"Zümra,"

dedim sonunda, sesimdeki keskinliği

gizleyemeyerek.

"Neden hâlâ onu düşünüyorsun? Bunca

yaptığından sonra, hâlâ umurunda mi?"

Zümra, gözlerini benden kaçırdı. Yanağından bir

damla yaş süzülürken kısık bir sesle,

"O da insan, aynı zamanda kendi ellimle vurduğum

kocam " diye mırıldandı.

İçimdeki öfke yerini derin bir çaresizliğe bıraktı.

Zümra'nın bu kadar kırılgan ve bir o kadar da güçlü

oluşu, beni her seferinde şaşırtıyordu.

Ama onun bu cümlesi, beni daha da yıktı. Celladını

düşünecek kadar merhametli olması, kendine değer

vermediğini düşündürüyordu.

Onun elini tuttum, tekrar gözlerinin içine bakarak

fısıldadım:

"Senin bu kadar güzel bir kalbin var Zümra, ama

unutma ki, bazen insan kendine acıyanı değil, kendini

gerçekten seveni düşünmeli."

"Seni yaşatmayacak, biliyorsun değil mi?"

dedim, sesimde hem öfke hem çaresizlik vardı.

Gözlerimin içine baktı, o bitkin haliyle bile hâlâ

güçlüydü.

"Biliyorum,"

dedi Zümra. Sesi o kadar sakindi ki, bu cevabın

ağırlığı altinda ezildim.

Yüzünde beliren o hafif tebessüm... Acıdan

yoğrulmuş, kırık ama garip bir şekilde huzurlu bir ifade.

O an nefesim kesildi. Sinirlerim daha fazla

dayanamadım.

"Komik mi?"

diye sordum, sesim istemsizce yükselmişti.

Gözlerim dolmuştu, ama göstermek istemedim.

O ise, bu kadar acının ortasında bile kendini bir

şekilde tutmayı başarıyordu.

Zümra'nın gözlerindeki o anlam, içime derin bir

rara açtı. Onun bu teslimiyeti beni her şeyden daha çok

öfkelendiriyordu.

Neden hâlâ pes etmiyormuş gibi görünüyordu

aslında içten içe vazgeçmiş gibiydi?

Dayanamadım. Daha fazla orada kalırsam,

boğulacak gibiydim. Sessizce arkamı döndüm ve

odadan çıktım.

Kapıyı kapatırken, içimde yankılanan tek şey onun

hafif ama bir o kadar ağır tebessümüydü. Sanki son bir

veda gibiydi.

Avluya çıkmak üzereydim ki birden dışarıdan gelen

sesler beni durdurdu. Adım attığım yerde kaldım, holde

öylece donakaldım.

Duyduklarım beynimin içinde yankılanıyor, her bir

kelime içime bir hançer gibi saplaniyordu.

Kaç dakika orada öyle kaldım, bilmiyorum. Ama

kalbimin sikıştiğını, nefesimin kesildiğini hissettim.

Gözlerim boşluğa dalmış, yüzüm kireç gibi

olmuştu. Ellerim titrerken, ayaklarım beni taşımayı

reddediyordu.

Avludaki kadınların söyledikleri kulaklarımda

çınlıyordu:

"Zilan... gebe."

Bu kelime, içimde kopan fırtinanın son darbesi

gibiydi. Ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum.

Öfke, hayal kırıklığ, acı. Her biri içimde birbiriyle

yarışıyordu. Nefes almayı bile unutmuş gibiydim.

Gerçek mi? Yoksa bir yanlış anlamadan m ibaretti?

Ama kadınların bu kadar emin konuşmas..

O an bir adım dahi atamadım. Sanki ayaklarıma

görünmez bir ağırlik bağlanmış gibiydi. Bütün bedenim

bu gerçekle baş edemeyecek kadar yorgun ve

kırılgandı.

Düşüncelerim beynimde dönüp dururken, avludan

gelen o uğultular arasında yitip gitmiştim.

Zümra bunu duyarsa... O an aklıma gelen tek şey

buydu. Bir ihaneti daha kaldıramazdı, biliyordum.

Kendine zarar vermesi, bu yükün altında ezilmesi

kaçınılmazdı.

Onu böyle bir gerçekle baş başa bırakmaya gönlüm

razı değildi.

Titreyen ellerimi yumruk yaparak kendimi

toparlamaya çalıştım. Derin bir nefes aldım, içimde

kopan fırtinayı susturmak için ne kadar çabalasam da

başarılı olamıyordum.

Yavaşça odaya geri girdim. Kapı aralandığında,

Zümra'nın bana bakan endişeli gözleriyle karşılaştım.

Beni o hâlde görünce hemen doğrulmaya çalıştı.

"Ne oldu?"

diye sordu, sesi hem meraklı hem de ürkekti.

lçimdeki karmaşayI yüzümden okumuştu belli ki.

Ona bunu söyleyemezdim. Bu yükü ona

taşıtamazdım.

"Hiçbir şey."

dedim, sesim titrememesi için çabalayarak. Ama

gözlerim, söylediklerimle çelişiyordu. Zümra anlamıştı;,

her zaman anlıyordu.

"Yalan söyleme,"

dedi, beni dikkatle süzerken. Gözleri yüzümde

dolaşıyor, bir işaret arıyordu. Sessizlik içinde süzüldüm

odadan, konuşmadan, adımlarımın beni nereye

götürdüğünü bilmeden. Zümra ise arkamdan çıkmış,

holde kalakalmıştı.

Avludan gelen sesler halâ yankılanıyordu.

Zümra'nın gözleri o tarafa yöneldi. Gözlerindeki endişe

yerini şüpheye bırakıyordu.

Ne olduğunu anlamaya çalıştığını biliyordum. Ama

ona dönüp, o korkunç gerçeği açıklamak benim için

imkânsızdı.

Sadece derin bir sessizlik içinde onun da, benim

gibi holde donup kaldığını izledim.

Avludaki kadınların sesi gittikçe daha net

duyuluyordu. Her bir kelime, Zümra'nın duymaması

gereken şeyleri daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Bir tanesi, düşüncesiz bir çekilde,

"Zilan'ın gebe olduğunu bilmiyorlarmış, yoksa

da öldürmek için bir yol bulurlardı,"

dediğinde, Zümra'nın yüzünde beliren ifadeyi

gördüm.

Sanki nefesi kesilmiş gibiydi. Göğsü hızla inip

kalkıyor, gözleri donuk bir hâl alıyordu. Onu o şekilde

görmek içimdeki çaresizliği daha da büyüttü.

"Zümra," diye fisıldadım, ama sesim bile titriyordu.

Hiç tepki vermedi.

Birden öksürmeye başladı, ama bu sıradan bir

öksürük değildi. Hızla şiddetlendi, her nefes alışında

acıyla kıvranıyordu.

Sonra, o korkunç an... Dudaklarından kan

dökülmeye başladı. Gözlerim dehşetle açıldı.

"Zümra!" diye bağırdım, ne yapacağımı bilemez bir

hâlde. Bir an donup kaldım, ama sonra toparlanıp ona

doğru koştum.

Tam yığılacakken tutmaya çalıştım, ama artık çok

geçti. Zümra, tüm ağırlığıyla yere kapaklandı.

Kollarımın arasına alıp başını desteklerken, "Dayan

Zümra, lütfen!" diye fısıldadım. Kan, ellerim bulaşıyordu.

O hâlini görmek içimi parçalara ayırıyordu. Onun

bunca aciya daha ne kadar dayanabileceğini

bilmiyordum, ama Zümra'nın kaybolmasına izin

veremezdim.

Ne pahasina olursa olsun, onu hayata tutmam

gerekiyordu.

Gözyaşlarıim kontrolsüzce süzülüyordu. Sesim

titriyor, ama boğulmuş bir şekilde yankılanıyordu:

"Zümra! Zümraaaa!"

Bağırışlarımı duyan herkes avludan hole akın etti.

Ayak sesleri yankılandı, telaşlı fisıltılar her yeri

doldurdu.

Evde kim varsa, herkes şaşkınlık ve endişe içinde

başımıza toplandı. Zümra'yı yerde kanlar içinde

görünce, bir anlık sessizlik oldu. Herkes nefesini tutmuş

gibiydi, bakışlar birbiriyle anlam arıyordu.

Kalabalığın arasında, evin erkeklerinden sadece

Ferhat vardı. Gözleri bir an Zümra'ya takıldı, yüzüne

keskin bir kararlılık oturdu. Hemen eğildi, Zümra'yı

kollarına aldı.

"Arabayı hazırlayın!" diye bağırdı. Sesinde ne bir

panik ne de bir tereddüt vardı, sadece hizlı hareket

etmemiz gerektiğini belirten bir otorite.

Insanlar sağa sola koşuştururken, Ferhat Zümra'yı

dikkatlice kucaklayıp avluya doğru taşıdı.

Ben ise hâlâ yerimde donmuş gibiydim. Elleriyle

tutup başına destek verdiği Zümra'nın cansız gibi duran

bedeni, gözlerimin önünden gitmiyordu.

Kendimi suçlu, çaresiz ve korkmuş hissediyordum.

Arabaya doğru koşarken, içimde tek bir şey

yankılanıyordu:

Onu kurtarmak zorundayız. Bu sefer vazgeçmesine

izin vernmeyeceğim.

Ferhat, Zümra'yı arabaya yerleştirirken,

yüzüne baktım. Solgun yüzü ve hafifçe aralık kalan

dudaklari, bunca acının izlerini taşıyordu.

Kalbim göğsümde sikışıyordu, ama ona bu savaşI

kaybetme hakkını tanıyamazdım.

Arabada Zümra'nın başını kucağıma almıştım.

Solgun yüzü, kapalı gözleri ve nefesi, her şey bir sona

yaklaştığını hissettiriyordu.

Ellerim titreyerek saçlarını okşuyor, ara ara nabzinı

kontrol ediyordum. Ama her geçen saniye, o zayrf

nabzın daha da yavaşladığını hissediyordum.

Ferhat direksiyon başında öfkeli bir kararlılıkla

ilerliyor, arabanın sinırlarını zorlayarak hızla sürüyordu.

Bir yandan da telefonda konuşuyordu.

"Dizdar amca, tarif ettiğin hastane nerede? Evet,

tamam, az kaldı,"

diyordu. Sesindeki acelecilik, hepimizi sarmış olan

panik havasını daha da yoğunlaştıriıyordu.

Ben ise Zümra'dan gözlerimi bir an olsun

ayıramıyordum.

"Dayan, Zümra,"

diye fısıldadım, gözyaşlarımın yanaklarımdan

süzülmesine engel olamadan. Ellerimi onun elinin üzerine koydum, ama avuçlarımda hissettiğim soğukluk

içimi delip geçiyordu.

Her nefes alışında duracakmiş gibi bir his vardı.

Arabanın içinde yankılanan motorun sesi, o anki

çaresizliğimi daha da artıriyordu.

Ferhat'in söylediklerini duyuyor ama

anlamıyordum; tek duyduğum Zümra'nın zayıf

nefesiydi.

"Zümra, ne olur dayan,"

diye tekrar ettim, sanki beni duyuyormuş gibi. Her

geçen saniye, onun gitmesine izin vermemek için daha

da büyük bir çabayla dua ediyordum.

Ama nabzı giderek zayıflıyor, zamanın hizla akıp

geçtiğini hissettiriyordu. Hastaneye ne kadar sürede

ulaşacağımızı bilmiyordum, ama içimdeki korku

büyüdükçe, zamanın bize yetmeyeceğinden

korkuyordum.

Araba sarsılarak ilerliyordu, her tümsekte

Zümra'nın cansız gibi yatan bedeni biraz daha

kımıldıyor, bu beni daha da korkutuyordu.

Ferhat, direksiyonu sikica tutmuş, bir eliyle arada

telefona uzanarak Dizdar'in tariflerini almaya devam

ediyordu.

"Amca, köprüyü geçtikten sonra sağa mı

dönüyoruz? Tamam... Çok az kaldı,"

dedi Ferhat, telefonu hizla kenara koyarak tekrar

yola odaklandı.

Direksiyonun her hareketiyle birlikte sanki

Zümra'yla benim aramdaki bağ daha da inceliyordu.

Ellerimi onun yüzüne doğru götürdüm, yanağını

hafifçe okşadım. Hâlâ soğuktu. Nabzını bir kez daha

kontrol ettim, ama bu sefer neredeyse hissetmiyordum.

Gözlerim doldu, korkuyla Ferhat'a bağırdım:

"Daha hizlı sür, Ferhat! NabzI... çok zayıf!

Dayanmayacak!"

Ferhat, sesimi duyunca bir an dikiz aynasından

bana bakti, ama hiçbir şey söylemeden gaza daha da

yüklendi.

Araba savruluyor, korna sesleri etrafı

dolduruyordu. Amao an her şey anlamsIzdı. Tek önemli

olan, Zümnra'nın hayatta kalmasıydı.

"Zümra, ne olur dayan."

dedim yine, gözlerim yaşla dolmuşken. Bu sefer

sesimdeki titremeyi saklamadım. Onun incecik bedeni

kollarımda her an kayıp gidecekmiş gibi hissediyordum.

Bir an başını hafifçe oynatır gibi oldu. Göz

kapakları titredi.

"Zümra! Beni duyuyor musun? Dayan, lütfen,

dayan!" dedim, yüzüne doğru eğilerek. Ama bir cevap

gelmedi. Gözleri hâlâ kapalıydı.

Bir anda Ferhat frene bastı. "Geldik!" diye bağırdı.

Arabanın hizı bir anda kesilmişti. Etrafıma

bakındığımda, küçük ama ışıkları yanıp sönen bir

hastanenin önünde olduğumuzu gördüm.

Kapıya doğru koşuşturma vardı. Ferhat hizla dışarı

fırlayıp, arabanın arka kapısını açtı.

"Onu taşıyın! Hemen bir sedye getirin!"

diye bağırdı içeriye doğru. Kalbim göğsümde hızla

çarparken, Zümra'nin başını usulca yerleştirerek

Ferhat'a yardım etmeye çalıştım.

Ama bedenim sanki kaskatı kesilmişti, sadece

gözlerim Zümra'nın hareketsiz yüzüne kilitlenmişti.

Onu sedyeye yerleştirirken, içimde derin bir boşluk

hissettim. Ellerimi ondan çekerken, sanki bir parçamı

bırakıyormuş gibi hissettim. Artık onun hayatı, bizim

ellerimizden çıkmıştı. Geriye sadece beklemek

kalıyordu.

 

 

 

*****

 

 

Bervan'dan

Kahraman, beni hastaneden çıkardıktan sonra

başka bir hastaneye getirdiğini anlamak zor değildi.

Gözlerim kapalı olsa da etrafımdaki sesler

kulağımda çınlıyordu. Bir şeyler fısıldıyor, aceleyle bir

şeyler yapılıyordu.

"Fazla vakit kaybetmeden ameliyata alın, durumu

iyi değil,"

dediğini duydum. O an kalbimde bir korku dalgası

yükseldi.

Ameliyat odasına girmeden önce bir an için

ellerimin soğuk metal yüzeylere değdiğini hissettim.

Ardından, bir anlığına gözlerim karanlığa gömüldü.

Duyduğum tek şey, kalbimin hızla çarptığını. Her

şey bulanık, uzak ve belirsizdi. Sonra, bir an için bir elin

beni sıkıca tutarak beni sakinleştirmeye çalıştığını fark

ettim. Ama kimseyi göremedim, sadece o elin varlığı vardı.

O an, ölümün bile yaklaştiğını düşündüm; ne kadar

yaklaştığını, kimse bilemezdi. Ama bir şey vardi, bir şey

beni hâlâ bu dünyaya bağlıyordu, belki de o elin

SIcaklığıydı.

içimden bir ses, "Zümra için hayata kalmalıyım,"

diye fisıldadı. O düşünceyle, bir anda içimdeki

korku ve acı hafifledi, sanki bir güç beni sarhoş eden bir

umutla doldurdu.

Herkes bir şeyler konuşuyor, bir şeyler yapıyordu

ama ben sadece sessizdim, bir bekleyişin içinde.

lçimdeki korku, her geçen saniye biraz daha

büyüyordu, ancak bir yandan da bir umudu

hissedebiliyordum.

Zümra'nın yüzünü düşünerek, her şeyin bir anlamı

olacağına inanmak istedim. Hayata tutunmak, sadece

kendi yaşamim için değil, onun için de bir zorunluluktu.

Karanlık içinde kaybolmuşken, Zümra'nın gözleri

bana her zamankinden daha uzak görünüyordu. O yeşil

gözler, bir zamanlar bana hayat veren bakışlar şimdi

bana sadece ölümün soğukluğunu getiriyordu.

Bebek kundakları, ellerinden kayıp yere düşerken,

her bir damla kan, geçmişin kesik izleri gibi zihinimde

yankılandı.

Onunla her şeyin son bulduğunu düşünmüştüm,

ama işte buradaydım, hala onunla, onun acısıyla

boğuşuyordum.

Sonsuz bir boşlukta sürüklendiğimi hissediyordum,

ancak her adımda daha da batıyordum.

Zümra'nın varlıiğı, her şeyin başlangıcındaki

umutlarım gibi, şimdi bir kabus haline gelmişti. On

bana sunduğu hayatın kırıkları, her geçen saniye daha

da derinleşiyordu.

Bir zamanlar sevda dolu bakışları, şimdi sadece

lanetli bir geçmişin yankısıydı.

Zümra, sessizdi. Ama her sessizliği içimde bir

firtina gibi uğuldayarak büyüyordu. O karanlıkta,

yalnızca onun varlığını hissedebiliyordum.

Zümrüt gözlüm. Bu karanlık, seninle kurduğum

her hayalin, her umudun sonuydu. Gözlerim kararmaya

başlıyordu, ama yine de duramıyordum.

Onunla olan her şeyin son bulması gerekiyordu,

cak bir türlü kaçamiyordum.

Göğsümde dinmeyen acıyla inerek gözlerimi açtım.

Solumda duran cihazdan çıkan kalp atışlarını ölçen

sesler, beynimdeki boşlukla yarışıyordu. Kolumda duran

serumun soğukluğu, bu gerçekliğe yeniden dönmenin

acısını derinleştiriyordu.

Soğuk bir odada, yalnızca makinelerin ve kendi

nefesimin sesiyle uyanmıştım. Bir an, hââ rüya mıydım,

yoksa bu gerçek miydi, diye düşündüm.

Birden hemşirenin koşar adım dışarı çıktiğını fark

ettim. Hızla çıktiğına göre, uyanmamı bekliyordu, an

buna hazır olup olmadığımı bilmiyordum.

Her şey bulanıktı, ama o an hissettiğim tek şey, bir

tür tuhaf boşluktu. Zümra'nın gölgesi hala içimdeydi,

ama bir şekilde ondan

ayrıldığımı hissediyordum.

Yine de, bu uyanıŞ bana her şeyin başladığı yeri

hatırlatıyordu: Acının ilk dokunuşu.

Yüzümdeki maskeyi hızla çıkarıp derin bir nefes

aldım, ama bu basit hareket bile içimdeki ağırlığı

hafifletmeye yetmedi. Ben kendime gelmeden,

doktorlar içeri girdi. Serumumun bağlantısını

kontrol edip, kalp atışlarımı dinledikten sonra, kisa

boylu, gözlüklü olan doktor, bana doğru eğilerek

konuşmaya başladı.

" Kendiniz nasıl hissediyorsunuz, Bervan Bey?"

dedi.

"lyiyim, doktor. Ne zaman çıkarım buradan?"

diye sordum, biraz da sabırsızlıkla. Cevabimı

beklemeden, doktor bir an için şaşkınlıkla bana baktı.

" Daha yeni uyandınız, Bervan Bey. Sizi normal

odaya çıkarıp, biraz daha misafirimiz edeceğiz," dedi.

Doktorun sakin açıklaması beni öfkelendirdi.

"Beni çıkarın, doktor,"

dedim, sesimdeki öfkeyi gizlemeden. Artik bu

odada daha fazla kalmak istemiyordum.

" Kahraman Bey'e haber verin," dedi doktor

hemşire onun söylediği ile dışarı çiktı.

Doktor, yarımin pansumanini değiştirip ilgilenmeye

devam etti. Ama her geçen dakika, içimdeki öfke daha

da büyüyordu.

On dakika sonra, kapı açıldı ve Kahraman içeri

girdi. O geveze haliyle, sanki her şey normalmiş gibi

konuşmaya başladı.

" Oo ağam, uyanmıişsin sonunda," dedi, gülerek.

"Bir karından kurşun yemediğin kalmıştı," diye ekledi,

kahkahasinı bastıramayarak.

Öfkeden deliye döndüm. Beni o kadar rahat bir

şekilde, doktorlarıin yanında vurduğunu söylemesi, tüm

sabrımı yok etti.

içimdeki tüm öfkeyi bastırarak, bir an için ne

yapacağımı bilemedim. Bu kadar rahat bir şekilde, rahat

söylemesi beni deli etmişti.

Kahraman, o an benim ne kadar sinirlendiğimi fark

etmişti.

"Merak etme, benim doktorlardan sır çikmaz,"

dedi, rahatça açıklama yaparak. Bu sözler, öfkemin

içine tuz biber ekti. Onun alaycı tavrı, her şeyin üstüne

tüy dikiyordu.

Bu odada kalmak, adeta bir işkenceye

dönüşüyordu. benim için

"Çıkar beni bu hastaneden, Kahraman, yoksa ben

kendim çıkarım,"

diye bağırarak yataktan kalkmaya çalıştım.

hemen doktor beni tuttu, bedenim henüz buna

dayanacak güçte değildi.

Kahraman ise kahkaha atarak, soğukkanlı bir

şekilde cevap verdi:

"Dur, çıkarsın yakında,"

dedi. Sonra, sanki her şey normalmiş gibi ekledi:

"Hem seninle, hem de deli karınla uğraşmak zor

olur."

 

"Karım mı?"

dedim, şaşkın bir şekilde, zihnimdeki sis dağılmaya

çalışırken. O an bir gariplik vardı, ama ne olduğunu

çözememiştim.

Kahraman bir an duraksadı, sonra gülerek:

"Ha doğru ya, senin iki tane vardı. Ben daha bir

tane bulamadım, Puşt,"

diyerek bana hakaret etti ve devam etti, "Metresin

değil, yeşil iri gözlü olan nikahlı karın," diyerek laflarını

bitirdi.

Sözleri, beynimde yankı yaparken, içimden bir öfke

patlaması kopuyordu. Kahraman'ın rahat tavırları, her

sözüyle beni daha da tahrik ediyordu.

O an, bu herifin kim olduğunu, ne düşündüğünü

unutarak sadece sesini kesmek istedim.

" Zümra burda mı kahraman neyi var kim ne yaptı"

"Sakin ol kimse bir şey yapmamış karına yenge

hanımın kalp hastası olduğunu biliyorsundur nöbet

geçirmiş durmu iyi hemde gayet iyi beni tanımadığı için

üstüme kurşun yağdırdı psikopat senin karın, Bervan

anlamadığım bir şey var sen böyle bir kadını bırakıp

nasıl o Muşmula suratlı ya imam nikahı kıydın, şanslı

puşt"

Kahraman'ın sesindeki alaycı ton, sinirimi daha da

kamçılıyordu.

Zümra'nın nöbet geçirdiğini söylediği dışında hiçbir

şey duymuyordum. O an her şeyin boğulmuş, kararmış

gibi hissettirdiğini fark ettim. içimde yankı yapan

sadece Kahraman'ın sözleriydi.

Zümra, yine bir kabus haline gelmişti. Ama bir şey

vardı; o kadar derin bir öfke ve acı vardı ki, ne

hissettiğimi, ne yapmam gerektiğini tam

anlayamıyordum.

Tekrar yataktan kalkmaya çalıştım, ama bu sefer

Kahraman beni tuttu.

"Sakin ol," dedi, "Sen ona gidecek kadar iyi

değilsin, ama o sana gelecek kadar toparladı kendini.

Normal odaya geçtin mi, onu getiririm sana."

Kahraman'ın söyledikleri bir yandan acı veriyor, bir

yandan da içimde başka bir öfke dalgası uyandırıyordu.

Ne kadar uzak kalırsam, Zümra o kadar yakınımda

hissediliyordu.

Ama Kahraman'ın alaycı tavrı, her şeyin daha da

kararmasına neden oluyordu.

"Beni karıma götür, onun odasına çıkar!" dedim,

sabrımın son noktalarına gelmişken. Kahraman, alaycı

bir şekilde gülümsedi, ama gözlerinde başka bir şey

vardı.

"Tekrar vursa seni, ne yapacaksın, Bervan?" diye

sordu, hafifçe başını eğerek.

"Gelecekse ölüm, ondan gelsin. Bana artık öldürse

de ondan uzak durmam!" dedim, öfke ve kararlılık

içinde.

Zümra'yla olan her bağım, her anı, her hatıra bu

anın içinde bir araya geliyordu. Onun için her şeyden

vazgeçebilirdim, ama kahramanın bu alaycı tavrı, her

şeyin dibe vurmasına sebep oluyordu.

"iki kadınla birden mi yaşayacaksın, Bervan? Eğer en başta kabul edecek olsaydı Zümra yenge, seni

vurmazdı, dimi?"

diye sordu, sanki her şeyin hesabinı yapıyormuş

gibi.

"Geldiği gibi Zilan't anasının evine göndericen.

Zümra, benim için tek kadın,"

"Karnındaki çocuğu ne yapacaksın peki? Zilan'ı

göndersen de, senin çocuğunu taşıyor," diye ekledi,

adeta bir suçlama gibi.

"Ne çocuğu, Kahraman? Eli elime değmedi, hamile

olan Zümra!" dedim, sesi titreyerek ama kararlı bir

şekilde. Ama Kahraman'ın verdiği cevap, içimi

dondurdu.

"Onu biliyorum ama Zilan da hamile. Sen ona

dokunmadıysan," dedi ve kahkaha atti. "E, bu seni

boynuzlamış, biliyordum! Ondan bir şeyler olduğunu,"

diye ekledi.

Söylediği şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Her şey

aniden daha karanlık bir hale geldi. Kalbimdeki acı, öfke

ve şaşkınlikla birleşti, her şeyin birdenbire ne kadar

karmaşıklaştığını fark ettim.

Sözleriyle zihnimdeki her şeyin yerle bir olduğunu

hissettim.

"Ne demek lan bu, benim nikahımdayken başka

birinin altına mı yatti?"

diye bağırdım, içimdeki öfke dalgası bir anda dışa

vurdu. Bu, kabul edemeyeceğim bir şeydi.

Öfkemin boyutunu anlayabiliyordum, ama bu sözlerim, her şeyin daha da karanlık bir hale gelmesine

sebep oluyordu.

"O orospuyu kendi ellerimle boğacağım, ama önce

hangi orospu çocuğunun piçini taşıdığını öğrenmem

gerekiyor!"

dedim, sesimdeki öfke ve hiddet bir sel gibi

kabarıyordu.

Kahraman'ın yüzünde hala o alaycı gülümseme

vardı ama bu sefer gözlerinde bir korku, bir duraksama

belirdi.

Sözlerim onu sarsmıştı, ne kadar rahat davransa

da, her şeyin gerçeği bir şekilde ortaya çıkacaktı.

içimdeki çılgınca düşünceler bir anda bedenimi sarhoş

etmişti.

Bölüm : 27.01.2025 12:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...