
Ufak bir açıklamam olucak arkadaşlar istek üzerine YİTİK HAYATLAR kitap mı da burda yayınlıcam onu da okuyup bana destek olursanız sevinirim keyifli Okumalar ♥️ yorum yapmayı unutmayın ♥️
Elif'ten
Zümra'nın nefes alışları giderek düzensizleşiyor,
yüzü solgun bir haldeydi. Onun bu hâini gördüğümde
panik içinde seslenerek uykusundan uyandırdım.
Gözlerini araladığında, ölmekle yaşamak arasında
gidip gelen bir bakış vardı gözlerinde. Sanki her nefes,
bir bedel ödetiyor gibiydi.
"Ne çektin be, amca kızı..." diye mırıldandım,
içimde biriken tarifsiz acıyla. Hayatta kalmak için
verdiği mücadele, bu hâliyle bile bir mucizeydi.
Ama onun bunca acıya nasıl dayandığıni, neyin ona
bu gücü verdiğini anlamak mümkün değildi.
Gözlerime bakarken, çektiği her sancıyı iliklerimde
hissediyordum.
Zümra gözlerini araladığında bir an için
rahatlamiştım, ama hâlâ yorgundu, nefesi zor çikıyordu.
Sessizce beni izledi, sonra güçlükle konuşmaya
başladı.
İlk söylediği şey, kalbimi yerinden söküp atacak
kadar ağırdı:
"Bervan... O nasıl?"
Sanki bütün olanları unutmuş gibiydi. Sanki bunca
acının, bunca ihanete rağmen hâlâ celladını düşünüyor,
ona dair endişe ediyordu.
içimde bir öfke patladı, ama kendimi tuttum.
Nefesimi kontrol etmeye çalışarak soğuk bir sesle
cevap verdim:
"Bervan iyi,"
dedim, dişlerimin arasından çıkan kelimeler sertti.
Zümra'nin hâlâ onun adını anması, onun için
endişelenmesi, beni çıldırtıyordu.
Ama Zümra'nın yüzündeki yorgun ifade, onu
azarlamamı daha da zorlaştırıyordu. Sinirle gözlerimi
kaçırdım, ama bir türlü içimdeki öfkeyi
bastıramıyordum.
"Zümra,"
dedim sonunda, sesimdeki keskinliği
gizleyemeyerek.
"Neden hâlâ onu düşünüyorsun? Bunca
yaptığından sonra, hâlâ umurunda mi?"
Zümra, gözlerini benden kaçırdı. Yanağından bir
damla yaş süzülürken kısık bir sesle,
"O da insan, aynı zamanda kendi ellimle vurduğum
kocam " diye mırıldandı.
İçimdeki öfke yerini derin bir çaresizliğe bıraktı.
Zümra'nın bu kadar kırılgan ve bir o kadar da güçlü
oluşu, beni her seferinde şaşırtıyordu.
Ama onun bu cümlesi, beni daha da yıktı. Celladını
düşünecek kadar merhametli olması, kendine değer
vermediğini düşündürüyordu.
Onun elini tuttum, tekrar gözlerinin içine bakarak
fısıldadım:
"Senin bu kadar güzel bir kalbin var Zümra, ama
unutma ki, bazen insan kendine acıyanı değil, kendini
gerçekten seveni düşünmeli."
"Seni yaşatmayacak, biliyorsun değil mi?"
dedim, sesimde hem öfke hem çaresizlik vardı.
Gözlerimin içine baktı, o bitkin haliyle bile hâlâ
güçlüydü.
"Biliyorum,"
dedi Zümra. Sesi o kadar sakindi ki, bu cevabın
ağırlığı altinda ezildim.
Yüzünde beliren o hafif tebessüm... Acıdan
yoğrulmuş, kırık ama garip bir şekilde huzurlu bir ifade.
O an nefesim kesildi. Sinirlerim daha fazla
dayanamadım.
"Komik mi?"
diye sordum, sesim istemsizce yükselmişti.
Gözlerim dolmuştu, ama göstermek istemedim.
O ise, bu kadar acının ortasında bile kendini bir
şekilde tutmayı başarıyordu.
Zümra'nın gözlerindeki o anlam, içime derin bir
rara açtı. Onun bu teslimiyeti beni her şeyden daha çok
öfkelendiriyordu.
Neden hâlâ pes etmiyormuş gibi görünüyordu
aslında içten içe vazgeçmiş gibiydi?
Dayanamadım. Daha fazla orada kalırsam,
boğulacak gibiydim. Sessizce arkamı döndüm ve
odadan çıktım.
Kapıyı kapatırken, içimde yankılanan tek şey onun
hafif ama bir o kadar ağır tebessümüydü. Sanki son bir
veda gibiydi.
Avluya çıkmak üzereydim ki birden dışarıdan gelen
sesler beni durdurdu. Adım attığım yerde kaldım, holde
öylece donakaldım.
Duyduklarım beynimin içinde yankılanıyor, her bir
kelime içime bir hançer gibi saplaniyordu.
Kaç dakika orada öyle kaldım, bilmiyorum. Ama
kalbimin sikıştiğını, nefesimin kesildiğini hissettim.
Gözlerim boşluğa dalmış, yüzüm kireç gibi
olmuştu. Ellerim titrerken, ayaklarım beni taşımayı
reddediyordu.
Avludaki kadınların söyledikleri kulaklarımda
çınlıyordu:
"Zilan... gebe."
Bu kelime, içimde kopan fırtinanın son darbesi
gibiydi. Ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum.
Öfke, hayal kırıklığ, acı. Her biri içimde birbiriyle
yarışıyordu. Nefes almayı bile unutmuş gibiydim.
Gerçek mi? Yoksa bir yanlış anlamadan m ibaretti?
Ama kadınların bu kadar emin konuşmas..
O an bir adım dahi atamadım. Sanki ayaklarıma
görünmez bir ağırlik bağlanmış gibiydi. Bütün bedenim
bu gerçekle baş edemeyecek kadar yorgun ve
kırılgandı.
Düşüncelerim beynimde dönüp dururken, avludan
gelen o uğultular arasında yitip gitmiştim.
Zümra bunu duyarsa... O an aklıma gelen tek şey
buydu. Bir ihaneti daha kaldıramazdı, biliyordum.
Kendine zarar vermesi, bu yükün altında ezilmesi
kaçınılmazdı.
Onu böyle bir gerçekle baş başa bırakmaya gönlüm
razı değildi.
Titreyen ellerimi yumruk yaparak kendimi
toparlamaya çalıştım. Derin bir nefes aldım, içimde
kopan fırtinayı susturmak için ne kadar çabalasam da
başarılı olamıyordum.
Yavaşça odaya geri girdim. Kapı aralandığında,
Zümra'nın bana bakan endişeli gözleriyle karşılaştım.
Beni o hâlde görünce hemen doğrulmaya çalıştı.
"Ne oldu?"
diye sordu, sesi hem meraklı hem de ürkekti.
lçimdeki karmaşayI yüzümden okumuştu belli ki.
Ona bunu söyleyemezdim. Bu yükü ona
taşıtamazdım.
"Hiçbir şey."
dedim, sesim titrememesi için çabalayarak. Ama
gözlerim, söylediklerimle çelişiyordu. Zümra anlamıştı;,
her zaman anlıyordu.
"Yalan söyleme,"
dedi, beni dikkatle süzerken. Gözleri yüzümde
dolaşıyor, bir işaret arıyordu. Sessizlik içinde süzüldüm
odadan, konuşmadan, adımlarımın beni nereye
götürdüğünü bilmeden. Zümra ise arkamdan çıkmış,
holde kalakalmıştı.
Avludan gelen sesler halâ yankılanıyordu.
Zümra'nın gözleri o tarafa yöneldi. Gözlerindeki endişe
yerini şüpheye bırakıyordu.
Ne olduğunu anlamaya çalıştığını biliyordum. Ama
ona dönüp, o korkunç gerçeği açıklamak benim için
imkânsızdı.
Sadece derin bir sessizlik içinde onun da, benim
gibi holde donup kaldığını izledim.
Avludaki kadınların sesi gittikçe daha net
duyuluyordu. Her bir kelime, Zümra'nın duymaması
gereken şeyleri daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
Bir tanesi, düşüncesiz bir çekilde,
"Zilan'ın gebe olduğunu bilmiyorlarmış, yoksa
da öldürmek için bir yol bulurlardı,"
dediğinde, Zümra'nın yüzünde beliren ifadeyi
gördüm.
Sanki nefesi kesilmiş gibiydi. Göğsü hızla inip
kalkıyor, gözleri donuk bir hâl alıyordu. Onu o şekilde
görmek içimdeki çaresizliği daha da büyüttü.
"Zümra," diye fisıldadım, ama sesim bile titriyordu.
Hiç tepki vermedi.
Birden öksürmeye başladı, ama bu sıradan bir
öksürük değildi. Hızla şiddetlendi, her nefes alışında
acıyla kıvranıyordu.
Sonra, o korkunç an... Dudaklarından kan
dökülmeye başladı. Gözlerim dehşetle açıldı.
"Zümra!" diye bağırdım, ne yapacağımı bilemez bir
hâlde. Bir an donup kaldım, ama sonra toparlanıp ona
doğru koştum.
Tam yığılacakken tutmaya çalıştım, ama artık çok
geçti. Zümra, tüm ağırlığıyla yere kapaklandı.
Kollarımın arasına alıp başını desteklerken, "Dayan
Zümra, lütfen!" diye fısıldadım. Kan, ellerim bulaşıyordu.
O hâlini görmek içimi parçalara ayırıyordu. Onun
bunca aciya daha ne kadar dayanabileceğini
bilmiyordum, ama Zümra'nın kaybolmasına izin
veremezdim.
Ne pahasina olursa olsun, onu hayata tutmam
gerekiyordu.
Gözyaşlarıim kontrolsüzce süzülüyordu. Sesim
titriyor, ama boğulmuş bir şekilde yankılanıyordu:
"Zümra! Zümraaaa!"
Bağırışlarımı duyan herkes avludan hole akın etti.
Ayak sesleri yankılandı, telaşlı fisıltılar her yeri
doldurdu.
Evde kim varsa, herkes şaşkınlık ve endişe içinde
başımıza toplandı. Zümra'yı yerde kanlar içinde
görünce, bir anlık sessizlik oldu. Herkes nefesini tutmuş
gibiydi, bakışlar birbiriyle anlam arıyordu.
Kalabalığın arasında, evin erkeklerinden sadece
Ferhat vardı. Gözleri bir an Zümra'ya takıldı, yüzüne
keskin bir kararlılık oturdu. Hemen eğildi, Zümra'yı
kollarına aldı.
"Arabayı hazırlayın!" diye bağırdı. Sesinde ne bir
panik ne de bir tereddüt vardı, sadece hizlı hareket
etmemiz gerektiğini belirten bir otorite.
Insanlar sağa sola koşuştururken, Ferhat Zümra'yı
dikkatlice kucaklayıp avluya doğru taşıdı.
Ben ise hâlâ yerimde donmuş gibiydim. Elleriyle
tutup başına destek verdiği Zümra'nın cansız gibi duran
bedeni, gözlerimin önünden gitmiyordu.
Kendimi suçlu, çaresiz ve korkmuş hissediyordum.
Arabaya doğru koşarken, içimde tek bir şey
yankılanıyordu:
Onu kurtarmak zorundayız. Bu sefer vazgeçmesine
izin vernmeyeceğim.
Ferhat, Zümra'yı arabaya yerleştirirken,
yüzüne baktım. Solgun yüzü ve hafifçe aralık kalan
dudaklari, bunca acının izlerini taşıyordu.
Kalbim göğsümde sikışıyordu, ama ona bu savaşI
kaybetme hakkını tanıyamazdım.
Arabada Zümra'nın başını kucağıma almıştım.
Solgun yüzü, kapalı gözleri ve nefesi, her şey bir sona
yaklaştığını hissettiriyordu.
Ellerim titreyerek saçlarını okşuyor, ara ara nabzinı
kontrol ediyordum. Ama her geçen saniye, o zayrf
nabzın daha da yavaşladığını hissediyordum.
Ferhat direksiyon başında öfkeli bir kararlılıkla
ilerliyor, arabanın sinırlarını zorlayarak hızla sürüyordu.
Bir yandan da telefonda konuşuyordu.
"Dizdar amca, tarif ettiğin hastane nerede? Evet,
tamam, az kaldı,"
diyordu. Sesindeki acelecilik, hepimizi sarmış olan
panik havasını daha da yoğunlaştıriıyordu.
Ben ise Zümra'dan gözlerimi bir an olsun
ayıramıyordum.
"Dayan, Zümra,"
diye fısıldadım, gözyaşlarımın yanaklarımdan
süzülmesine engel olamadan. Ellerimi onun elinin üzerine koydum, ama avuçlarımda hissettiğim soğukluk
içimi delip geçiyordu.
Her nefes alışında duracakmiş gibi bir his vardı.
Arabanın içinde yankılanan motorun sesi, o anki
çaresizliğimi daha da artıriyordu.
Ferhat'in söylediklerini duyuyor ama
anlamıyordum; tek duyduğum Zümra'nın zayıf
nefesiydi.
"Zümra, ne olur dayan,"
diye tekrar ettim, sanki beni duyuyormuş gibi. Her
geçen saniye, onun gitmesine izin vermemek için daha
da büyük bir çabayla dua ediyordum.
Ama nabzı giderek zayıflıyor, zamanın hizla akıp
geçtiğini hissettiriyordu. Hastaneye ne kadar sürede
ulaşacağımızı bilmiyordum, ama içimdeki korku
büyüdükçe, zamanın bize yetmeyeceğinden
korkuyordum.
Araba sarsılarak ilerliyordu, her tümsekte
Zümra'nın cansız gibi yatan bedeni biraz daha
kımıldıyor, bu beni daha da korkutuyordu.
Ferhat, direksiyonu sikica tutmuş, bir eliyle arada
telefona uzanarak Dizdar'in tariflerini almaya devam
ediyordu.
"Amca, köprüyü geçtikten sonra sağa mı
dönüyoruz? Tamam... Çok az kaldı,"
dedi Ferhat, telefonu hizla kenara koyarak tekrar
yola odaklandı.
Direksiyonun her hareketiyle birlikte sanki
Zümra'yla benim aramdaki bağ daha da inceliyordu.
Ellerimi onun yüzüne doğru götürdüm, yanağını
hafifçe okşadım. Hâlâ soğuktu. Nabzını bir kez daha
kontrol ettim, ama bu sefer neredeyse hissetmiyordum.
Gözlerim doldu, korkuyla Ferhat'a bağırdım:
"Daha hizlı sür, Ferhat! NabzI... çok zayıf!
Dayanmayacak!"
Ferhat, sesimi duyunca bir an dikiz aynasından
bana bakti, ama hiçbir şey söylemeden gaza daha da
yüklendi.
Araba savruluyor, korna sesleri etrafı
dolduruyordu. Amao an her şey anlamsIzdı. Tek önemli
olan, Zümnra'nın hayatta kalmasıydı.
"Zümra, ne olur dayan."
dedim yine, gözlerim yaşla dolmuşken. Bu sefer
sesimdeki titremeyi saklamadım. Onun incecik bedeni
kollarımda her an kayıp gidecekmiş gibi hissediyordum.
Bir an başını hafifçe oynatır gibi oldu. Göz
kapakları titredi.
"Zümra! Beni duyuyor musun? Dayan, lütfen,
dayan!" dedim, yüzüne doğru eğilerek. Ama bir cevap
gelmedi. Gözleri hâlâ kapalıydı.
Bir anda Ferhat frene bastı. "Geldik!" diye bağırdı.
Arabanın hizı bir anda kesilmişti. Etrafıma
bakındığımda, küçük ama ışıkları yanıp sönen bir
hastanenin önünde olduğumuzu gördüm.
Kapıya doğru koşuşturma vardı. Ferhat hizla dışarı
fırlayıp, arabanın arka kapısını açtı.
"Onu taşıyın! Hemen bir sedye getirin!"
diye bağırdı içeriye doğru. Kalbim göğsümde hızla
çarparken, Zümra'nin başını usulca yerleştirerek
Ferhat'a yardım etmeye çalıştım.
Ama bedenim sanki kaskatı kesilmişti, sadece
gözlerim Zümra'nın hareketsiz yüzüne kilitlenmişti.
Onu sedyeye yerleştirirken, içimde derin bir boşluk
hissettim. Ellerimi ondan çekerken, sanki bir parçamı
bırakıyormuş gibi hissettim. Artık onun hayatı, bizim
ellerimizden çıkmıştı. Geriye sadece beklemek
kalıyordu.
*****
Bervan'dan
Kahraman, beni hastaneden çıkardıktan sonra
başka bir hastaneye getirdiğini anlamak zor değildi.
Gözlerim kapalı olsa da etrafımdaki sesler
kulağımda çınlıyordu. Bir şeyler fısıldıyor, aceleyle bir
şeyler yapılıyordu.
"Fazla vakit kaybetmeden ameliyata alın, durumu
iyi değil,"
dediğini duydum. O an kalbimde bir korku dalgası
yükseldi.
Ameliyat odasına girmeden önce bir an için
ellerimin soğuk metal yüzeylere değdiğini hissettim.
Ardından, bir anlığına gözlerim karanlığa gömüldü.
Duyduğum tek şey, kalbimin hızla çarptığını. Her
şey bulanık, uzak ve belirsizdi. Sonra, bir an için bir elin
beni sıkıca tutarak beni sakinleştirmeye çalıştığını fark
ettim. Ama kimseyi göremedim, sadece o elin varlığı vardı.
O an, ölümün bile yaklaştiğını düşündüm; ne kadar
yaklaştığını, kimse bilemezdi. Ama bir şey vardi, bir şey
beni hâlâ bu dünyaya bağlıyordu, belki de o elin
SIcaklığıydı.
içimden bir ses, "Zümra için hayata kalmalıyım,"
diye fisıldadı. O düşünceyle, bir anda içimdeki
korku ve acı hafifledi, sanki bir güç beni sarhoş eden bir
umutla doldurdu.
Herkes bir şeyler konuşuyor, bir şeyler yapıyordu
ama ben sadece sessizdim, bir bekleyişin içinde.
lçimdeki korku, her geçen saniye biraz daha
büyüyordu, ancak bir yandan da bir umudu
hissedebiliyordum.
Zümra'nın yüzünü düşünerek, her şeyin bir anlamı
olacağına inanmak istedim. Hayata tutunmak, sadece
kendi yaşamim için değil, onun için de bir zorunluluktu.
Karanlık içinde kaybolmuşken, Zümra'nın gözleri
bana her zamankinden daha uzak görünüyordu. O yeşil
gözler, bir zamanlar bana hayat veren bakışlar şimdi
bana sadece ölümün soğukluğunu getiriyordu.
Bebek kundakları, ellerinden kayıp yere düşerken,
her bir damla kan, geçmişin kesik izleri gibi zihinimde
yankılandı.
Onunla her şeyin son bulduğunu düşünmüştüm,
ama işte buradaydım, hala onunla, onun acısıyla
boğuşuyordum.
Sonsuz bir boşlukta sürüklendiğimi hissediyordum,
ancak her adımda daha da batıyordum.
Zümra'nın varlıiğı, her şeyin başlangıcındaki
umutlarım gibi, şimdi bir kabus haline gelmişti. On
bana sunduğu hayatın kırıkları, her geçen saniye daha
da derinleşiyordu.
Bir zamanlar sevda dolu bakışları, şimdi sadece
lanetli bir geçmişin yankısıydı.
Zümra, sessizdi. Ama her sessizliği içimde bir
firtina gibi uğuldayarak büyüyordu. O karanlıkta,
yalnızca onun varlığını hissedebiliyordum.
Zümrüt gözlüm. Bu karanlık, seninle kurduğum
her hayalin, her umudun sonuydu. Gözlerim kararmaya
başlıyordu, ama yine de duramıyordum.
Onunla olan her şeyin son bulması gerekiyordu,
cak bir türlü kaçamiyordum.
Göğsümde dinmeyen acıyla inerek gözlerimi açtım.
Solumda duran cihazdan çıkan kalp atışlarını ölçen
sesler, beynimdeki boşlukla yarışıyordu. Kolumda duran
serumun soğukluğu, bu gerçekliğe yeniden dönmenin
acısını derinleştiriyordu.
Soğuk bir odada, yalnızca makinelerin ve kendi
nefesimin sesiyle uyanmıştım. Bir an, hââ rüya mıydım,
yoksa bu gerçek miydi, diye düşündüm.
Birden hemşirenin koşar adım dışarı çıktiğını fark
ettim. Hızla çıktiğına göre, uyanmamı bekliyordu, an
buna hazır olup olmadığımı bilmiyordum.
Her şey bulanıktı, ama o an hissettiğim tek şey, bir
tür tuhaf boşluktu. Zümra'nın gölgesi hala içimdeydi,
ama bir şekilde ondan
ayrıldığımı hissediyordum.
Yine de, bu uyanıŞ bana her şeyin başladığı yeri
hatırlatıyordu: Acının ilk dokunuşu.
Yüzümdeki maskeyi hızla çıkarıp derin bir nefes
aldım, ama bu basit hareket bile içimdeki ağırlığı
hafifletmeye yetmedi. Ben kendime gelmeden,
doktorlar içeri girdi. Serumumun bağlantısını
kontrol edip, kalp atışlarımı dinledikten sonra, kisa
boylu, gözlüklü olan doktor, bana doğru eğilerek
konuşmaya başladı.
" Kendiniz nasıl hissediyorsunuz, Bervan Bey?"
dedi.
"lyiyim, doktor. Ne zaman çıkarım buradan?"
diye sordum, biraz da sabırsızlıkla. Cevabimı
beklemeden, doktor bir an için şaşkınlıkla bana baktı.
" Daha yeni uyandınız, Bervan Bey. Sizi normal
odaya çıkarıp, biraz daha misafirimiz edeceğiz," dedi.
Doktorun sakin açıklaması beni öfkelendirdi.
"Beni çıkarın, doktor,"
dedim, sesimdeki öfkeyi gizlemeden. Artik bu
odada daha fazla kalmak istemiyordum.
" Kahraman Bey'e haber verin," dedi doktor
hemşire onun söylediği ile dışarı çiktı.
Doktor, yarımin pansumanini değiştirip ilgilenmeye
devam etti. Ama her geçen dakika, içimdeki öfke daha
da büyüyordu.
On dakika sonra, kapı açıldı ve Kahraman içeri
girdi. O geveze haliyle, sanki her şey normalmiş gibi
konuşmaya başladı.
" Oo ağam, uyanmıişsin sonunda," dedi, gülerek.
"Bir karından kurşun yemediğin kalmıştı," diye ekledi,
kahkahasinı bastıramayarak.
Öfkeden deliye döndüm. Beni o kadar rahat bir
şekilde, doktorlarıin yanında vurduğunu söylemesi, tüm
sabrımı yok etti.
içimdeki tüm öfkeyi bastırarak, bir an için ne
yapacağımı bilemedim. Bu kadar rahat bir şekilde, rahat
söylemesi beni deli etmişti.
Kahraman, o an benim ne kadar sinirlendiğimi fark
etmişti.
"Merak etme, benim doktorlardan sır çikmaz,"
dedi, rahatça açıklama yaparak. Bu sözler, öfkemin
içine tuz biber ekti. Onun alaycı tavrı, her şeyin üstüne
tüy dikiyordu.
Bu odada kalmak, adeta bir işkenceye
dönüşüyordu. benim için
"Çıkar beni bu hastaneden, Kahraman, yoksa ben
kendim çıkarım,"
diye bağırarak yataktan kalkmaya çalıştım.
hemen doktor beni tuttu, bedenim henüz buna
dayanacak güçte değildi.
Kahraman ise kahkaha atarak, soğukkanlı bir
şekilde cevap verdi:
"Dur, çıkarsın yakında,"
dedi. Sonra, sanki her şey normalmiş gibi ekledi:
"Hem seninle, hem de deli karınla uğraşmak zor
olur."
"Karım mı?"
dedim, şaşkın bir şekilde, zihnimdeki sis dağılmaya
çalışırken. O an bir gariplik vardı, ama ne olduğunu
çözememiştim.
Kahraman bir an duraksadı, sonra gülerek:
"Ha doğru ya, senin iki tane vardı. Ben daha bir
tane bulamadım, Puşt,"
diyerek bana hakaret etti ve devam etti, "Metresin
değil, yeşil iri gözlü olan nikahlı karın," diyerek laflarını
bitirdi.
Sözleri, beynimde yankı yaparken, içimden bir öfke
patlaması kopuyordu. Kahraman'ın rahat tavırları, her
sözüyle beni daha da tahrik ediyordu.
O an, bu herifin kim olduğunu, ne düşündüğünü
unutarak sadece sesini kesmek istedim.
" Zümra burda mı kahraman neyi var kim ne yaptı"
"Sakin ol kimse bir şey yapmamış karına yenge
hanımın kalp hastası olduğunu biliyorsundur nöbet
geçirmiş durmu iyi hemde gayet iyi beni tanımadığı için
üstüme kurşun yağdırdı psikopat senin karın, Bervan
anlamadığım bir şey var sen böyle bir kadını bırakıp
nasıl o Muşmula suratlı ya imam nikahı kıydın, şanslı
puşt"
Kahraman'ın sesindeki alaycı ton, sinirimi daha da
kamçılıyordu.
Zümra'nın nöbet geçirdiğini söylediği dışında hiçbir
şey duymuyordum. O an her şeyin boğulmuş, kararmış
gibi hissettirdiğini fark ettim. içimde yankı yapan
sadece Kahraman'ın sözleriydi.
Zümra, yine bir kabus haline gelmişti. Ama bir şey
vardı; o kadar derin bir öfke ve acı vardı ki, ne
hissettiğimi, ne yapmam gerektiğini tam
anlayamıyordum.
Tekrar yataktan kalkmaya çalıştım, ama bu sefer
Kahraman beni tuttu.
"Sakin ol," dedi, "Sen ona gidecek kadar iyi
değilsin, ama o sana gelecek kadar toparladı kendini.
Normal odaya geçtin mi, onu getiririm sana."
Kahraman'ın söyledikleri bir yandan acı veriyor, bir
yandan da içimde başka bir öfke dalgası uyandırıyordu.
Ne kadar uzak kalırsam, Zümra o kadar yakınımda
hissediliyordu.
Ama Kahraman'ın alaycı tavrı, her şeyin daha da
kararmasına neden oluyordu.
"Beni karıma götür, onun odasına çıkar!" dedim,
sabrımın son noktalarına gelmişken. Kahraman, alaycı
bir şekilde gülümsedi, ama gözlerinde başka bir şey
vardı.
"Tekrar vursa seni, ne yapacaksın, Bervan?" diye
sordu, hafifçe başını eğerek.
"Gelecekse ölüm, ondan gelsin. Bana artık öldürse
de ondan uzak durmam!" dedim, öfke ve kararlılık
içinde.
Zümra'yla olan her bağım, her anı, her hatıra bu
anın içinde bir araya geliyordu. Onun için her şeyden
vazgeçebilirdim, ama kahramanın bu alaycı tavrı, her
şeyin dibe vurmasına sebep oluyordu.
"iki kadınla birden mi yaşayacaksın, Bervan? Eğer en başta kabul edecek olsaydı Zümra yenge, seni
vurmazdı, dimi?"
diye sordu, sanki her şeyin hesabinı yapıyormuş
gibi.
"Geldiği gibi Zilan't anasının evine göndericen.
Zümra, benim için tek kadın,"
"Karnındaki çocuğu ne yapacaksın peki? Zilan'ı
göndersen de, senin çocuğunu taşıyor," diye ekledi,
adeta bir suçlama gibi.
"Ne çocuğu, Kahraman? Eli elime değmedi, hamile
olan Zümra!" dedim, sesi titreyerek ama kararlı bir
şekilde. Ama Kahraman'ın verdiği cevap, içimi
dondurdu.
"Onu biliyorum ama Zilan da hamile. Sen ona
dokunmadıysan," dedi ve kahkaha atti. "E, bu seni
boynuzlamış, biliyordum! Ondan bir şeyler olduğunu,"
diye ekledi.
Söylediği şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Her şey
aniden daha karanlık bir hale geldi. Kalbimdeki acı, öfke
ve şaşkınlikla birleşti, her şeyin birdenbire ne kadar
karmaşıklaştığını fark ettim.
Sözleriyle zihnimdeki her şeyin yerle bir olduğunu
hissettim.
"Ne demek lan bu, benim nikahımdayken başka
birinin altına mı yatti?"
diye bağırdım, içimdeki öfke dalgası bir anda dışa
vurdu. Bu, kabul edemeyeceğim bir şeydi.
Öfkemin boyutunu anlayabiliyordum, ama bu sözlerim, her şeyin daha da karanlık bir hale gelmesine
sebep oluyordu.
"O orospuyu kendi ellerimle boğacağım, ama önce
hangi orospu çocuğunun piçini taşıdığını öğrenmem
gerekiyor!"
dedim, sesimdeki öfke ve hiddet bir sel gibi
kabarıyordu.
Kahraman'ın yüzünde hala o alaycı gülümseme
vardı ama bu sefer gözlerinde bir korku, bir duraksama
belirdi.
Sözlerim onu sarsmıştı, ne kadar rahat davransa
da, her şeyin gerçeği bir şekilde ortaya çıkacaktı.
içimdeki çılgınca düşünceler bir anda bedenimi sarhoş
etmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |