48. Bölüm

48. Kahraman Abiii!

Mavi Yazar
maviyazarr

 

Zümra' dan

 

Duyduklarım kalbimin ritmini iyice zayıflattı.

 

Dizlerim titriyor, gözlerim bulanıklaşıyordu. Her şey bir

 

kâbus gibi üzerime çökmüştü.

 

Kötü bir lanetin esiri olmuştum. Ablamin

 

yaptıklarının bedelini ben ödemiştim. Kanadımı

 

kıiranlara sırt çevirmek istemiştim. Ne yaşamış, ne

 

çekmişsem de bir türlü sevilemedim.

 

Benim hikayem dokuz yaşında başladı. Bir gece

 

ansızın, annemin çığlıklarıyla odadan fırlayıp avluya

 

indim.

 

"Zöhre kaçtı! Mehmet Ağa, kızım yok!" diye feryat

 

ediyordu annem. Ailenin en küçük kız çocuğuydum ama

 

o ailenin en büyük acısını yaşamiştım.

 

Babam ve abilerim, ablamı her yerde aramış ama

 

bir türlü bulamamiştı.

 

Aradan kaç ay geçti bilmiyorum. Mahmut

 

Amcam'n konağına gittiğim gün öğrendim ki ablama

 

kıymışlar.

 

Canımın yarısını benden o gece almışlardı. Abim

 

katil olmuş, ablamın kendini astiğını söylemişlerdi.

 

Ama asıl acı gerçek bir hafta sonra ortaya çıkmiştı.

 

Babam, evlat katili olmuştu.

 

Bir hafta sonra ise beş erkek kardeşimin cansız

 

bedenleri avluyu doldurdu. Ölümün ne olduğunu o

 

yaşta tam bilmiyordum, ama canimin yandıiğını çok iyi

 

biliyordum.

 

Annem delirmiş, babam içine kapanmıştı. Gelen giden hiç bitmiyordu.

 

Bir gün, dış kapının önünde otururken yanıma bir

 

çocuk geldi. Elinde bir çift toka vardı. Bana bakip,

 

"Neden ağlıyorsun?"

dedi.

 

O an, onun tesellisine bile muhtaç olduğumu fark

 

ettim. Elime verdiği incili tokayı uzatırken, gözlerime

 

baktı ve,

 

"Benim adım Bervan.

 

Gözlerin çok güzel. Beni bulmak istersen bu tokayı

 

sakla. Çünkü bu gözler için diğer tekini ben

 

saklayacağım," dedi ve gitti.

 

O günün akşamı, annemin koynundan koparılıp

 

sürgüne gönderildim.

 

Beni bir kız yurduna yerleştirdiler. Her gün annemi

 

istediğimi söylediğimde, bana özel olarak bakan iki

 

kadın tarafından ölesiye dayak yiyordum.

 

Aç bırakıldım, karanlık odalara kapatıldım. Ben

 

ağladıkça daha fazla dayak yedim. "Anne!" diye her

 

seslenişimde işkenceye maruz kaldım.

 

On iki yaşında iyice olgunlaşmak zorunda kaldım.

 

O gün ilk kez babamı aradım.

 

"Baba, ne olur beni kurtar! Canimı çok yakıyorlar!"

 

diye yalvardım, yardım istedim.

 

Babam bir şey demeden telefonu kapatti. Yarım

 

saat sonra Zehra Abla geldi. Saçımı tutup sürüklediği

 

gibi beni karanlık bir odaya atti.

 

"Bizi şikayet etmek neymiş, göstereyim sana!"

 

diyerek elindeki sopayla üzerime yürüdü.

 

O an kan kusmaya başladım. Kaburgalarım

 

kırılmışti, kafa travması geçirmiştim. Işte o gün,

 

çocukluğumun son parçaları da elimden alınmişti.

 

Canım o kadar yanmıştı ki sırf Mehmet Ağa'nın kızı

 

olduğum için beni öldürmediler. Ölmemem için

 

hastaneye götürdüler.

 

Ancak doğuştan gelen ADS hastalığım nedeniyle

 

kalbim durmuştu. Daha dokuz yaşında, hem yetim hem

 

öksüz kalmiştım.

 

Hastane odasında, baygın sandıkları bir anda

 

Zehra Abla ve diğer kadının rahat rahat konuşmalarını

 

duydum.

 

"Mehmet Ağa, 'Öldürmeyin ama süründürün' dedi,"

 

diyordu biri.

 

"Bu kadar ileri gitmekle iyi yapmadın Zehra, ne de

 

olsa ağa kız..."

 

"Eh, kaltak ablasına çekmez en azından," diye

 

güldü bir diğeri.

 

"Neyse, boş ver şimdi. Umarım ölmez," diye devam

 

ettiler.

 

O an, nefesim daraldı ama ne ağlayabildim ne de

 

bağırabildim. İçim yanıyordu. işte o gün katil olmak

 

istedim.

 

Bana yaptıklarını onlara yapmak istedim. Bu

 

dünyada adalet yoktu; adalet, benim elimde olmalıydı.

 

Hastaneden iyileşip çıkarıldığımda Zehra Abla

 

yanıma yaklaştı ve yüzünde o soğuk ifadeyle,

 

"Bir daha bizi şikayet etmek neymiş öğrendin, değil

 

mi?" dedi.

 

Korkak gözlerle ona baktım, başımı usulca

 

salladım.

 

On altı yaşıma kadar ne işkencem bitti ne çilem.

 

Annemi aradiğımda, birkaç kelime bile konuşmama izin

 

vermeden telefonu kapattırırdı.

 

0 zamanlar ona kızamıyordum.

 

"Evlat acIsI yaşadı, kolay değil," diyerek kendimi

 

avutuyordum.

 

Başımıin üzerinden hiç çıkarmadiğım incili tokam

 

ise tek dayanağımdı. Beni koşulsuz sevmeyi öğreten o

 

çocuğun emaneti... Onun varliğı, dayanma gücüm

 

olmuştu.

 

Bir gün, odama geldiğinde yine ağlıyordum.

 

Gözyaşlarımı hızla silmeye çalıştım, anma Zehra Abla

 

arkamdan saçımı tuttuğu gibi çekti.

 

Ne olduğunu anlamadan bağırmaya başladı:

 

"Babana ne dedin, kaltak?!"

 

Hiçbir şey söyleyemedim. Ama ne dersem diyeyim

 

nafileydi. Dövmeye başladı, vurdukça nefesim

 

kesiliyordu.

 

Sesleri duyan Furkan Abi odaya koşarak girdi ve

 

beni elinden aldı.

 

"Yeter artık! Ne yapiyorsun kıza? Öldürmek mi

 

niyetin?" diye bağırdı.

 

Ama Zehra durmadı. Koca kız yurdu, sadece benim

 

için vardı; çünkü babam orayı satın almış, beni oraya mahkum etmişti. Zehra hirsla bağırdı:

 

"Ablası gibi bu da orospu olacak!"

 

Kan beynime siçradı. Furkan Abinin belindeki silahı

 

kaptım. Emniyetini açtim ve hiçbir şey düşünmeden

 

Zehra'ya doğrulttum.

 

Tetiği çekmeden önce bir an tereddüt ettim, ama

 

öfkem ağır bastı. Ateş ettim.

 

Yedi yaşında abim öğretmişti bana silah

 

kullanmayi, ama asla katil olmak istememiştim. Yine

 

de, on altı yaşımda katil oldum.

 

Yaptıiğım şeyi gizlemek onlar için çocuk

 

oyuncağıydı. Zehra'yı vurduktan sonra her şey

 

değişmişti.

 

İki yıl boyunca tedavi gördüm; çocukluğum,

 

gençliğim elimden alınmıştı. Her şeye rağmen, ablamın

 

anısına tutunarak edebiyat fakültesini bitirdim.

 

On sekiz yaşında kendi evime çıktım. Zehra'yı

 

vurduğum o günden sonra kimse bana elini kaldırmaya

 

cesaret edemedi.

 

Hatta sesini bile yükseltemez oldular.

 

sessizlik, içimdeki huzursuzluğu dindirmedi.

 

Gece uykuları benim için bir hayaldi. Yaşadığım

 

acılar, gördüğüm işkenceler rüyalarıma sızıyordu.

 

Canımı yakanların, bir zamanlar canm olması beni

 

deli ediyordu. Hem nefret ediyor, hem de geçmişin

 

gölgesinde yaşamaktan kurtulamıyordum.

 

Fakülteyi bitirmiş ve yazar olmuştum. Yazdığım

 

kitap ablamı anlatıyordu; onun kaybı, benim de kayboluşumdu.

 

Bir gece çalışırken telefonum çaldı. Ekranda

 

babamın adı yazıyordu. Ellerim titredi, ne yapacağımı

 

bilemedim. Telefona cevap verdim.

 

"Yarın ilk uçakla memlekete dön," dedi. Sesinde

 

alışık olmadiğım bir ton vardı, soğuk ve uzak.

 

"Sürgünün çilesi bitmez, Zümra," diye ekledi ve telefonu

 

kapattı.

 

Onu beni özlediği için aradığını düşünmüştüm.

 

Ama yanilmışım. Heyecanla hazırlanmaya başladım, bir

 

uçak bileti aldım.

 

Uzun yıllar sonra eve dönmenin hayalini kurarken,

 

asıl çilem o gün başladı.

 

Memlekete adım attiğım anda içimde bir şeyler

 

kırıldı. Her şey, olduğum yerde durmuş gibiydi. Canim

 

yandı. Ablam gidince nasıl canımin yarısı kopmuşsa, o

 

gün de bir parçam eksilmişti.

 

"Ablam, beni de al yanına. Yaşadıklarım senin

 

suçun da olsa, beni de al yanına. Çok yoruldum. On üç

 

yıldır her gün öldüm, ama her şeye rağmen yaşamak

 

istedim.

 

Yine de beni her gün öldürdüler. Artik dayanacak

 

ne gücüm kaldı ne de tutunacak dalım. Elimi attiğım her

 

dal kırıld."

 

Gözlerimi araladım, ama etrafımdaki beyaz işık

 

gözlerimi kamaştıirdı. Neredeydim? Nefes almak zordu,

 

her nefes bir biçak darbesi gibiydi.

 

Başımı güçlükle çevirdiğimde, yanımda Elif ve

 

Boran'ı gördüm. Onların endişeli yüzlerini görmek, içimde derin bir boşluk bıirakti.

 

Uyanmak istemiyordum. Hayata dönmek

 

istemiyordum. Ne çok istemiştim oysaki ölmeyi...

 

Bu dünyada yüküm, acılarım, izlerim çok fazlaydı.

 

Kalbim yaşadiğım hiçbir şeyi kaldıracak kadar güçlü

 

değildi.

 

Elif, ellerimi tutup sessizce ağlıyordu. Boran'in

 

gözlerindeki öfke ve çaresizlik, sanki suçluymuşum gibi

 

üzerime çöküyordu. Ama konuşacak gücüm yoktu.

 

Nefes almak bile bir mücadeleydi.

 

Uyandığımı fark ettiklerinde ikisi de derin bir nefes

 

aldı. Elif hafifçe gülümseyerek, "Zümra, çok şükür,"

dedi.

 

Boran'a dönüp başımla dışariyı işaret ettim.

 

Bakışlarımdan anlamış olacak ki başını sallayıp odadan

 

çıkti. Giderken silahını masanın üstünde unutmuştu.

 

Elif, "Doktora haber verip geliyorum," diyerek

 

odadan çıktı. Yalnız kalınca doğrulup oturdum. Başım

 

hâlâ ağrıyordu, ama en azından nefes almak biraz daha

 

kolaydı.

 

Tam o sırada aniden içeri giren bir adam gördüm.

 

Şaşırmiştim; tanımadığım biriydi.

 

"Destursuz girmek senin ne haddine? Çık dişarı!"

 

dedim sert bir sesle.

 

Adam hiçbir şey demeden bana doğru bir adım atti.

 

O anda belindeki silahı fark ettim. Panikledim.

 

Yanımdaki masada duran silahı alip ona

 

doğrulttum ve tereddüt etmeden ateş ettim. Adam hızla

 

sağa doğru eğildi; kurşun kolunu sıyırmıştı.

 

"Manyak! Psikopat yenge, dur! Gözünü seveyim!"

 

diye bağırdı. Sözleriyle donakaldım. Silahı yavaşça

 

indirdim.

 

"Nesin sen? Kimsin, çocuk?" diye sordum sert bir

 

ifadeyle.

 

"Çocuk mu? Senden büyük olduğum kesin!" dedi,

 

kaşlarını kaldırarak.

 

"Kısa kes. Kimsin?"

 

Adam derin bir nefes aldı, hafifçe gülümseyerek,

 

"Kahraman Karan. Bervan'ın can yoldaşı," dedi.

 

Kahraman'ın adı ve Bervan'la bağlantısı beni

 

yerimde dondurmuştu. Bir süre gözlerimi kısmış halde

 

ona baktim, ama yüzünde dalga geçen bir ifadeden

 

başka bir şey yoktu.

 

Gergin bir sesle, "Bervan seni niye gönderdi?

 

Onunla ne alakan var?" diye sordum.

 

Kahraman omzunu silkti ve sakin bir şekilde

 

kolundaki siyriğa bakti.

 

"Beni o göndermedi, ben kendim geldim.

 

Duyduğuma göre ortalık biraz karışmış. Seni kontrol

 

etmek istedim," dedi, alaycı bir tavırla.

 

"Kontrol etmek mi? Ben senin sorumluluğun

 

değilim,"

 

dedim. Sesim sert çıkmıştı, ama içeride bir yerde

 

diken üstündeydim.

 

Kahraman, masadaki silahı alıp emniyetini kapattı

 

ve bana doğru yürüdü.

 

"Haklısın, değilsin. Ama Bervan seni önemsiyor, bu yüzden ben de önemsiyorum. Ya da en azindan bir süre

 

daha,"

 

dedi. Bu sözler, beni hem sinirlendirmiş hem de

 

daha da şüphelendirmişti.

 

Kahraman'ın sözleri, odadaki havayı daha da gerdi.

 

Gözlerimi ona dikip sert bir tonla,

 

"Ne Bervan, ne de onun itleri beni ilgilendirir. Çık

 

dışarı, çocuk. CanıMı sıkma," dedim.

 

Kahraman ise aldırış etmeden alaycı bir şekilde

 

güldü.

 

"Yapma be yenge, ayıp oluyo. Ikide bir çocuk deyip

 

duruyorsun,"

 

dedi ve ardından ciddileşti.

 

"Ne istiyorsun benden?" diye sordum.

 

Bir an sessizce beni süzdü, sonra omzunu silkip

 

duvara yaslandı.

 

"Bak yenge, Bervan't vurduğunu biliyorum. Dokuz

 

canlı puşt sana kuma getirdiğinde de sinirlenmiştim.

 

Şimdi düşünüyorum da, kurtarmasam mıydım acaba?"

 

Bu sözleri, sabrımı taşırdı.

 

"Bana bak, siktir git," dedim, sesim titremişti ama

 

öfkem tam anlamıyla yüzümden okunuyordu.

 

Kahraman yine alaycı bir şekilde gülümsedi. "Senin

 

gibi naif bir kadına yakışıyor mu bu laflar? Ayıp, çok

 

ayıp. Ama madem istemiyorsun, gidiyorum,"

 

dedi ve kapıya yönelirken bir an durdu.

 

Arkasını dönmeden konuştu: "Bu arada, Bervan'ı

 

hastanede öldürmek isteyen Cihan Arslanoğlu'ydu."

 

Sözleriyle buz kesildim. lçimde bir soğukluk

 

yayıldı, nefesim sikıştı. Cihan Arslanoğlu'nun adı,

 

geçmişteki karanlık gölgeleri tekrar gün yüzüne

 

Çikarıyordu. Gözlerim istemsizce masadaki silaha

 

kaydı.

 

Kahraman, tepkimi fark etmiş olacak ki tekrar

 

döndü ve alaycı bir ifadeyle ekledi:

 

"Bak işte, o zaman bana ihtiyaç duyacaksın. Ne

 

diyeyim, görüşürüz yenge."

 

Kapıyı arkasından çekip çıktığında odadaki

 

sessizlik bir ağırlık gibi üzerime çöktü. Bu yeni bilginin

 

anlama geldiğini çözmeye çalışırken, geçmişin tüm

 

ağırlığı bir kez daha omuzlarımda hissettim.

 

Cihan Arslanoğlu'nun bu işe dahil olması, beni en

 

derin karanlıkların içine çekiyordu.

 

Kapıdan gelen sesle irkilip hizla başımı çevirdim.

 

Elif, birkaç doktorla birlikte içeri girmişti. Doktor elinde

 

bir kaç belgeyle bana doğru yaklaşarak.

 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Zümra hanım?"

 

diye sordu.

 

"lyi," dedim, mümkün olduğunca sakinleşmeye

 

çalışarak.

 

Doktor hafifçe gülümsedi.

 

"lyi olduğunuza sevindim. Beni ne zaman

 

çikarmayı planlıyorsunuz?"

 

"Biraz daha kalmanız gerek Zümra hanim. Bakın,

 

en erken sürede ameliyat olmanız lazım. Durumunuz

 

gitgide kötüye gidiyor. Şu an iki aylık hamilesiniz. Doğumdan hemen sonra ameliyat olmanız şart.

 

Erken doğum da mümkün. Bebekler yedi aylık

 

olduğunda sezaryenle almamız da gerekebilir," dedi

 

doktor, gözlerindeki ciddiyetle.

 

"istemiyorum, doktor hanim," dedim, sesi

 

boğazımda sikışarak.

 

Doktor, yanındakilere bakarak, "Zümra hanım,

 

durum ciddi," dedi ama sözlerim karşISInda pes etmedi.

 

"Bebekleriniz, sizden sonra kime kalacak? Bunu

 

düşünün."

 

"Onları da istemiyorum doktor hanım," dedim,

 

bir an bile düşünmeden. "Bana jinekolog ayarlayın.

 

Hastalığınmdan dolayı kürtaj olacağımı iletin."

 

Elif, şok içinde yüziüme bakıp ne diyeceğini

 

bilemedi. Gözleri donuklaşmıştı, ağzından kelimeler

 

çıkarken kekelemeye başladı.

 

"Sa... Saçmalama, Zümra. Kendi çocuklarının katili

 

mi olacaksın?"

 

Alaycı bir gülüşle başımı sağa sola salladım,

 

"Babamın kızıyım ne de olsa," dedim, sesi ve ifademde

 

karanlık bir ironi vardı.

 

O anda, içimde bir şeyler kopmuştu, geçmişimle,

 

hayatla, her şeyle bağlantım kesilmiş gibiy

 

Elifin şaşkın bakışlarını görmezden geldim. Kendi

 

bedenimi ve yaşamımı bir kez daha kontrol altına

 

almayı seçmiştim.

 

 

 

 

******

 

 

 

 

Berfin'den

 

 

 

Zihnim bulanıklaşırken etrafımdaki sesler de

 

uğultularda son buldu. En son hatırladığım, kahramanın

 

beni kollarına tekrar alip sedye getirin diye

 

bağırmasıydı.

 

Gözlerimi aralamaya çalıştım ama her şey bulanık,

 

kararmışti. Nefes almak zor, bedenim ağır geliyordu.

 

Birkaç saniye sonra, etrafimdaki hareketlilik bir

 

nebze olsun netleşmeye başladı. Yavaşça arkamda bir

 

figür belirdi.

 

Kahraman, bu kez daha sakin ama bir o kadar da

 

endişeli bir ifadeyle yaklaşıyordu. Gözlerinde,

 

kaybolmuş bir şeyin izleri vard.

 

"Seninle ilgili her şey yoluna girecek," dedi, sesi

 

neredeyse fisildama seviyesindeydi, ama hala o

 

sarsılmaz güveni vardı.

 

Fakat içimde bir şey, bunun doğru olmadiğını

 

biliyor gibiydi. Gözlerim, onun yüzündeki endişeyi

 

okurken, aniden aklıma geldi. Neden? Ne olmuştu da bu

 

kadar huzursuzdu?

 

Bir el, daha önce hiç hissetmediğim kadar soğuk

 

bir şekilde koluma dokundu. Yavaşça başımı çevirdim.

 

Sedye değil, bir başka yüz vardı önümde.

 

Bu yabancI, gözlerim bulanık olsa da bir

 

yabancıydı. Her şey birden hızlandı, bir korku dalgasI

 

beni sarhoş eder gibi sardı. Gerçekten ne oluyordu?

 

Zehirin etkisiyle halüsinasyon görmeye

 

başlamıştım. Sanki gözlerim tamamen kapanmıştı,

 

etrafimda beliren figürler gerçek değil, birer hayal gibi

 

akıp gidiyordu.

 

 

Her şeyin bulanık, derin bir karanlık içinde

 

kaybolmuş gibi hissediyordum. Fakat, bir şey vardı-bir

 

his, bir sıZI-her şeyin ötesinde var olan bir gerçeği

 

anlamama engel oluyordu.

 

Kalbim hızlı çarparken, her an her şeyin daha da

 

kaybolacakmış gibi hissediyordum.

 

En son hatırladığım bunlardı; bir anlık bir boşluk ve

 

ardından kesik kesik gelen fisıldamalar, sanki

 

uzaklardan bir yerlerden bana sesleniyordu.

 

"Hayatta kalmalısın," diyordu bir ses, ama hangi

 

ses? Kafamın içinde yankılanan bir gerçeklik, belki de

 

bir yalan...

 

Bir şeyler daha vardı, ama zihnimdeki sisin içinde

 

onları tutmak neredeyse imkansızdı. Sadece bir anda

 

bir elin beni tutup, yönlendirdiğini hissettim.

 

Belki de gerçekten buradaydım, belki de her şey

 

sadece bir halüsinasyondu. Sadece hissettiğim o an,

 

bir süreliğine var olduğumdu.

 

içinde bulunduğum şey kaç saat sürdü, bilmiyorum

 

ama gözlerimi açtiğımda yanı başımda sandalyeye

 

oturmuş, başını yere eğmiş kahramani gördüm.

 

Yavaşça odanın karanlığından çıkarken, soluk

 

IŞıklar arasından onu fark etmek zor oldu. Yüzündeki

 

yorgunluk, bir anlık hafif bir sızıyla birleşmişti. Sanki

 

uzun zamandır burada bekliyordu, ama ben bir şekilde

 

tüm bu süreyi kaybetmiştim.

 

Kafamı kaldırıp ona bakmak istedim, ama

 

boynumdaki ağrı buna izin vermedi. Ne kadar acı verici

 

olsa da, gözlerimi ona odaklamak zorundaydım.

 

0, bana bakmamı beklemiyordu, belki de o kadar

 

derin bir kaygıya kapılmıştı ki, gözlerindeki boşluk beni

 

görmeye başlamıştı.

 

"Uyandın mi?" diye fisıldadı, sesi sert ve yorgundu,

 

ama aynı zamanda hafif bir rahatlamayla doluydu.

 

"Korkma, her şey geçecek," dedi, sanki her kelimeyi

 

yavaşça tartarak söylüyordu, belki de kendi içindeki

 

korkuyu gizlemeye çalışıyordu.

 

Ama ben hâlâ anlamiyordum. Neden burada

 

bekliyordu? Ne olmuştu? Yavaşça dudaklarımı

 

araladım, ama sesim boğazimda tikanmış gibiydi. Tek

 

söyleyebildiğim, "Ne oldu?" oldu.

 

"Zehirlendin"

 

O kadarını duymuştum." Biliyorum. Siz neden

 

buradasınız ve ben kaç saattir böyleyim?"

 

dediğimde, kahraman gözlerini hafifçe kaldırip

 

bana baktı. Sesi, duyduğum o kadar korkunç sesin

 

ardından sanki bir teselli gibiydi, ama hala anlamadım,

 

hala karışıktıi.

 

"Bervan'ın emaneti olduğun için buradayım," dedi,

 

gergin ama bir o kadar da sabırlı bir şekilde. "Altı saattir

 

uyuyorsun. Sürekli sayıkladığın için başından bekledim.

 

Bir anlam yükleme."

 

"Bir anlam yüklediğim yok, kahraman abi," dedim,

 

dudaklarım titreyerek.

 

O an yüzünde bir soğuk ifadenin belirdiğini fark

 

ettim. Gözlerinde bir nefretten başka bir şey yoktu.

 

"Abini siksinler,"dedi, ama sesindeki acı bu

kelimelerle çelişiyordu.

Anlamadım. Gerçekten anlamadım. "Anlamadım,

kahraman abii," dedim, kafam karışmıştıi.

0, bir süre sessiz kaldı, ardından kararlı bir şekilde

başını sallayarak, "Sen dinlen, ben doktor

göndereceğim. Kapıda da korumalar, bilginiz olsun,"

diyerek odadan çıktı.

Sanki, "Ben başında bekle dedim," demişim gibi bir

tavırla, tüm bu söylediklerini ne kadar ciddiye aldiğını

düşündüm.

Odaya yalnız kaldım. Her şeyin anlamsız bir

karmaşaya dönüştüğü anlarda, bir şeyleri netleştirmek

için bir şans daha verilmiş gibiydim.

Ama o kadar karışık, o kadar bulanıktı ki, hiçbir

şeyin gerçekten ne olduğunu anlamak neredeyse

imkansızdı.

Bölüm : 29.01.2025 11:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...