
Zümra' dan
Duyduklarım kalbimin ritmini iyice zayıflattı.
Dizlerim titriyor, gözlerim bulanıklaşıyordu. Her şey bir
kâbus gibi üzerime çökmüştü.
Kötü bir lanetin esiri olmuştum. Ablamin
yaptıklarının bedelini ben ödemiştim. Kanadımı
kıiranlara sırt çevirmek istemiştim. Ne yaşamış, ne
çekmişsem de bir türlü sevilemedim.
Benim hikayem dokuz yaşında başladı. Bir gece
ansızın, annemin çığlıklarıyla odadan fırlayıp avluya
indim.
"Zöhre kaçtı! Mehmet Ağa, kızım yok!" diye feryat
ediyordu annem. Ailenin en küçük kız çocuğuydum ama
o ailenin en büyük acısını yaşamiştım.
Babam ve abilerim, ablamı her yerde aramış ama
bir türlü bulamamiştı.
Aradan kaç ay geçti bilmiyorum. Mahmut
Amcam'n konağına gittiğim gün öğrendim ki ablama
kıymışlar.
Canımın yarısını benden o gece almışlardı. Abim
katil olmuş, ablamın kendini astiğını söylemişlerdi.
Ama asıl acı gerçek bir hafta sonra ortaya çıkmiştı.
Babam, evlat katili olmuştu.
Bir hafta sonra ise beş erkek kardeşimin cansız
bedenleri avluyu doldurdu. Ölümün ne olduğunu o
yaşta tam bilmiyordum, ama canimin yandıiğını çok iyi
biliyordum.
Annem delirmiş, babam içine kapanmıştı. Gelen giden hiç bitmiyordu.
Bir gün, dış kapının önünde otururken yanıma bir
çocuk geldi. Elinde bir çift toka vardı. Bana bakip,
"Neden ağlıyorsun?"
dedi.
O an, onun tesellisine bile muhtaç olduğumu fark
ettim. Elime verdiği incili tokayı uzatırken, gözlerime
baktı ve,
"Benim adım Bervan.
Gözlerin çok güzel. Beni bulmak istersen bu tokayı
sakla. Çünkü bu gözler için diğer tekini ben
saklayacağım," dedi ve gitti.
O günün akşamı, annemin koynundan koparılıp
sürgüne gönderildim.
Beni bir kız yurduna yerleştirdiler. Her gün annemi
istediğimi söylediğimde, bana özel olarak bakan iki
kadın tarafından ölesiye dayak yiyordum.
Aç bırakıldım, karanlık odalara kapatıldım. Ben
ağladıkça daha fazla dayak yedim. "Anne!" diye her
seslenişimde işkenceye maruz kaldım.
On iki yaşında iyice olgunlaşmak zorunda kaldım.
O gün ilk kez babamı aradım.
"Baba, ne olur beni kurtar! Canimı çok yakıyorlar!"
diye yalvardım, yardım istedim.
Babam bir şey demeden telefonu kapatti. Yarım
saat sonra Zehra Abla geldi. Saçımı tutup sürüklediği
gibi beni karanlık bir odaya atti.
"Bizi şikayet etmek neymiş, göstereyim sana!"
diyerek elindeki sopayla üzerime yürüdü.
O an kan kusmaya başladım. Kaburgalarım
kırılmışti, kafa travması geçirmiştim. Işte o gün,
çocukluğumun son parçaları da elimden alınmişti.
Canım o kadar yanmıştı ki sırf Mehmet Ağa'nın kızı
olduğum için beni öldürmediler. Ölmemem için
hastaneye götürdüler.
Ancak doğuştan gelen ADS hastalığım nedeniyle
kalbim durmuştu. Daha dokuz yaşında, hem yetim hem
öksüz kalmiştım.
Hastane odasında, baygın sandıkları bir anda
Zehra Abla ve diğer kadının rahat rahat konuşmalarını
duydum.
"Mehmet Ağa, 'Öldürmeyin ama süründürün' dedi,"
diyordu biri.
"Bu kadar ileri gitmekle iyi yapmadın Zehra, ne de
olsa ağa kız..."
"Eh, kaltak ablasına çekmez en azından," diye
güldü bir diğeri.
"Neyse, boş ver şimdi. Umarım ölmez," diye devam
ettiler.
O an, nefesim daraldı ama ne ağlayabildim ne de
bağırabildim. İçim yanıyordu. işte o gün katil olmak
istedim.
Bana yaptıklarını onlara yapmak istedim. Bu
dünyada adalet yoktu; adalet, benim elimde olmalıydı.
Hastaneden iyileşip çıkarıldığımda Zehra Abla
yanıma yaklaştı ve yüzünde o soğuk ifadeyle,
"Bir daha bizi şikayet etmek neymiş öğrendin, değil
mi?" dedi.
Korkak gözlerle ona baktım, başımı usulca
salladım.
On altı yaşıma kadar ne işkencem bitti ne çilem.
Annemi aradiğımda, birkaç kelime bile konuşmama izin
vermeden telefonu kapattırırdı.
0 zamanlar ona kızamıyordum.
"Evlat acIsI yaşadı, kolay değil," diyerek kendimi
avutuyordum.
Başımıin üzerinden hiç çıkarmadiğım incili tokam
ise tek dayanağımdı. Beni koşulsuz sevmeyi öğreten o
çocuğun emaneti... Onun varliğı, dayanma gücüm
olmuştu.
Bir gün, odama geldiğinde yine ağlıyordum.
Gözyaşlarımı hızla silmeye çalıştım, anma Zehra Abla
arkamdan saçımı tuttuğu gibi çekti.
Ne olduğunu anlamadan bağırmaya başladı:
"Babana ne dedin, kaltak?!"
Hiçbir şey söyleyemedim. Ama ne dersem diyeyim
nafileydi. Dövmeye başladı, vurdukça nefesim
kesiliyordu.
Sesleri duyan Furkan Abi odaya koşarak girdi ve
beni elinden aldı.
"Yeter artık! Ne yapiyorsun kıza? Öldürmek mi
niyetin?" diye bağırdı.
Ama Zehra durmadı. Koca kız yurdu, sadece benim
için vardı; çünkü babam orayı satın almış, beni oraya mahkum etmişti. Zehra hirsla bağırdı:
"Ablası gibi bu da orospu olacak!"
Kan beynime siçradı. Furkan Abinin belindeki silahı
kaptım. Emniyetini açtim ve hiçbir şey düşünmeden
Zehra'ya doğrulttum.
Tetiği çekmeden önce bir an tereddüt ettim, ama
öfkem ağır bastı. Ateş ettim.
Yedi yaşında abim öğretmişti bana silah
kullanmayi, ama asla katil olmak istememiştim. Yine
de, on altı yaşımda katil oldum.
Yaptıiğım şeyi gizlemek onlar için çocuk
oyuncağıydı. Zehra'yı vurduktan sonra her şey
değişmişti.
İki yıl boyunca tedavi gördüm; çocukluğum,
gençliğim elimden alınmıştı. Her şeye rağmen, ablamın
anısına tutunarak edebiyat fakültesini bitirdim.
On sekiz yaşında kendi evime çıktım. Zehra'yı
vurduğum o günden sonra kimse bana elini kaldırmaya
cesaret edemedi.
Hatta sesini bile yükseltemez oldular.
sessizlik, içimdeki huzursuzluğu dindirmedi.
Gece uykuları benim için bir hayaldi. Yaşadığım
acılar, gördüğüm işkenceler rüyalarıma sızıyordu.
Canımı yakanların, bir zamanlar canm olması beni
deli ediyordu. Hem nefret ediyor, hem de geçmişin
gölgesinde yaşamaktan kurtulamıyordum.
Fakülteyi bitirmiş ve yazar olmuştum. Yazdığım
kitap ablamı anlatıyordu; onun kaybı, benim de kayboluşumdu.
Bir gece çalışırken telefonum çaldı. Ekranda
babamın adı yazıyordu. Ellerim titredi, ne yapacağımı
bilemedim. Telefona cevap verdim.
"Yarın ilk uçakla memlekete dön," dedi. Sesinde
alışık olmadiğım bir ton vardı, soğuk ve uzak.
"Sürgünün çilesi bitmez, Zümra," diye ekledi ve telefonu
kapattı.
Onu beni özlediği için aradığını düşünmüştüm.
Ama yanilmışım. Heyecanla hazırlanmaya başladım, bir
uçak bileti aldım.
Uzun yıllar sonra eve dönmenin hayalini kurarken,
asıl çilem o gün başladı.
Memlekete adım attiğım anda içimde bir şeyler
kırıldı. Her şey, olduğum yerde durmuş gibiydi. Canim
yandı. Ablam gidince nasıl canımin yarısı kopmuşsa, o
gün de bir parçam eksilmişti.
"Ablam, beni de al yanına. Yaşadıklarım senin
suçun da olsa, beni de al yanına. Çok yoruldum. On üç
yıldır her gün öldüm, ama her şeye rağmen yaşamak
istedim.
Yine de beni her gün öldürdüler. Artik dayanacak
ne gücüm kaldı ne de tutunacak dalım. Elimi attiğım her
dal kırıld."
Gözlerimi araladım, ama etrafımdaki beyaz işık
gözlerimi kamaştıirdı. Neredeydim? Nefes almak zordu,
her nefes bir biçak darbesi gibiydi.
Başımı güçlükle çevirdiğimde, yanımda Elif ve
Boran'ı gördüm. Onların endişeli yüzlerini görmek, içimde derin bir boşluk bıirakti.
Uyanmak istemiyordum. Hayata dönmek
istemiyordum. Ne çok istemiştim oysaki ölmeyi...
Bu dünyada yüküm, acılarım, izlerim çok fazlaydı.
Kalbim yaşadiğım hiçbir şeyi kaldıracak kadar güçlü
değildi.
Elif, ellerimi tutup sessizce ağlıyordu. Boran'in
gözlerindeki öfke ve çaresizlik, sanki suçluymuşum gibi
üzerime çöküyordu. Ama konuşacak gücüm yoktu.
Nefes almak bile bir mücadeleydi.
Uyandığımı fark ettiklerinde ikisi de derin bir nefes
aldı. Elif hafifçe gülümseyerek, "Zümra, çok şükür,"
dedi.
Boran'a dönüp başımla dışariyı işaret ettim.
Bakışlarımdan anlamış olacak ki başını sallayıp odadan
çıkti. Giderken silahını masanın üstünde unutmuştu.
Elif, "Doktora haber verip geliyorum," diyerek
odadan çıktı. Yalnız kalınca doğrulup oturdum. Başım
hâlâ ağrıyordu, ama en azından nefes almak biraz daha
kolaydı.
Tam o sırada aniden içeri giren bir adam gördüm.
Şaşırmiştim; tanımadığım biriydi.
"Destursuz girmek senin ne haddine? Çık dişarı!"
dedim sert bir sesle.
Adam hiçbir şey demeden bana doğru bir adım atti.
O anda belindeki silahı fark ettim. Panikledim.
Yanımdaki masada duran silahı alip ona
doğrulttum ve tereddüt etmeden ateş ettim. Adam hızla
sağa doğru eğildi; kurşun kolunu sıyırmıştı.
"Manyak! Psikopat yenge, dur! Gözünü seveyim!"
diye bağırdı. Sözleriyle donakaldım. Silahı yavaşça
indirdim.
"Nesin sen? Kimsin, çocuk?" diye sordum sert bir
ifadeyle.
"Çocuk mu? Senden büyük olduğum kesin!" dedi,
kaşlarını kaldırarak.
"Kısa kes. Kimsin?"
Adam derin bir nefes aldı, hafifçe gülümseyerek,
"Kahraman Karan. Bervan'ın can yoldaşı," dedi.
Kahraman'ın adı ve Bervan'la bağlantısı beni
yerimde dondurmuştu. Bir süre gözlerimi kısmış halde
ona baktim, ama yüzünde dalga geçen bir ifadeden
başka bir şey yoktu.
Gergin bir sesle, "Bervan seni niye gönderdi?
Onunla ne alakan var?" diye sordum.
Kahraman omzunu silkti ve sakin bir şekilde
kolundaki siyriğa bakti.
"Beni o göndermedi, ben kendim geldim.
Duyduğuma göre ortalık biraz karışmış. Seni kontrol
etmek istedim," dedi, alaycı bir tavırla.
"Kontrol etmek mi? Ben senin sorumluluğun
değilim,"
dedim. Sesim sert çıkmıştı, ama içeride bir yerde
diken üstündeydim.
Kahraman, masadaki silahı alıp emniyetini kapattı
ve bana doğru yürüdü.
"Haklısın, değilsin. Ama Bervan seni önemsiyor, bu yüzden ben de önemsiyorum. Ya da en azindan bir süre
daha,"
dedi. Bu sözler, beni hem sinirlendirmiş hem de
daha da şüphelendirmişti.
Kahraman'ın sözleri, odadaki havayı daha da gerdi.
Gözlerimi ona dikip sert bir tonla,
"Ne Bervan, ne de onun itleri beni ilgilendirir. Çık
dışarı, çocuk. CanıMı sıkma," dedim.
Kahraman ise aldırış etmeden alaycı bir şekilde
güldü.
"Yapma be yenge, ayıp oluyo. Ikide bir çocuk deyip
duruyorsun,"
dedi ve ardından ciddileşti.
"Ne istiyorsun benden?" diye sordum.
Bir an sessizce beni süzdü, sonra omzunu silkip
duvara yaslandı.
"Bak yenge, Bervan't vurduğunu biliyorum. Dokuz
canlı puşt sana kuma getirdiğinde de sinirlenmiştim.
Şimdi düşünüyorum da, kurtarmasam mıydım acaba?"
Bu sözleri, sabrımı taşırdı.
"Bana bak, siktir git," dedim, sesim titremişti ama
öfkem tam anlamıyla yüzümden okunuyordu.
Kahraman yine alaycı bir şekilde gülümsedi. "Senin
gibi naif bir kadına yakışıyor mu bu laflar? Ayıp, çok
ayıp. Ama madem istemiyorsun, gidiyorum,"
dedi ve kapıya yönelirken bir an durdu.
Arkasını dönmeden konuştu: "Bu arada, Bervan'ı
hastanede öldürmek isteyen Cihan Arslanoğlu'ydu."
Sözleriyle buz kesildim. lçimde bir soğukluk
yayıldı, nefesim sikıştı. Cihan Arslanoğlu'nun adı,
geçmişteki karanlık gölgeleri tekrar gün yüzüne
Çikarıyordu. Gözlerim istemsizce masadaki silaha
kaydı.
Kahraman, tepkimi fark etmiş olacak ki tekrar
döndü ve alaycı bir ifadeyle ekledi:
"Bak işte, o zaman bana ihtiyaç duyacaksın. Ne
diyeyim, görüşürüz yenge."
Kapıyı arkasından çekip çıktığında odadaki
sessizlik bir ağırlık gibi üzerime çöktü. Bu yeni bilginin
anlama geldiğini çözmeye çalışırken, geçmişin tüm
ağırlığı bir kez daha omuzlarımda hissettim.
Cihan Arslanoğlu'nun bu işe dahil olması, beni en
derin karanlıkların içine çekiyordu.
Kapıdan gelen sesle irkilip hizla başımı çevirdim.
Elif, birkaç doktorla birlikte içeri girmişti. Doktor elinde
bir kaç belgeyle bana doğru yaklaşarak.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Zümra hanım?"
diye sordu.
"lyi," dedim, mümkün olduğunca sakinleşmeye
çalışarak.
Doktor hafifçe gülümsedi.
"lyi olduğunuza sevindim. Beni ne zaman
çikarmayı planlıyorsunuz?"
"Biraz daha kalmanız gerek Zümra hanim. Bakın,
en erken sürede ameliyat olmanız lazım. Durumunuz
gitgide kötüye gidiyor. Şu an iki aylık hamilesiniz. Doğumdan hemen sonra ameliyat olmanız şart.
Erken doğum da mümkün. Bebekler yedi aylık
olduğunda sezaryenle almamız da gerekebilir," dedi
doktor, gözlerindeki ciddiyetle.
"istemiyorum, doktor hanim," dedim, sesi
boğazımda sikışarak.
Doktor, yanındakilere bakarak, "Zümra hanım,
durum ciddi," dedi ama sözlerim karşISInda pes etmedi.
"Bebekleriniz, sizden sonra kime kalacak? Bunu
düşünün."
"Onları da istemiyorum doktor hanım," dedim,
bir an bile düşünmeden. "Bana jinekolog ayarlayın.
Hastalığınmdan dolayı kürtaj olacağımı iletin."
Elif, şok içinde yüziüme bakıp ne diyeceğini
bilemedi. Gözleri donuklaşmıştı, ağzından kelimeler
çıkarken kekelemeye başladı.
"Sa... Saçmalama, Zümra. Kendi çocuklarının katili
mi olacaksın?"
Alaycı bir gülüşle başımı sağa sola salladım,
"Babamın kızıyım ne de olsa," dedim, sesi ve ifademde
karanlık bir ironi vardı.
O anda, içimde bir şeyler kopmuştu, geçmişimle,
hayatla, her şeyle bağlantım kesilmiş gibiy
Elifin şaşkın bakışlarını görmezden geldim. Kendi
bedenimi ve yaşamımı bir kez daha kontrol altına
almayı seçmiştim.
******
Berfin'den
Zihnim bulanıklaşırken etrafımdaki sesler de
uğultularda son buldu. En son hatırladığım, kahramanın
beni kollarına tekrar alip sedye getirin diye
bağırmasıydı.
Gözlerimi aralamaya çalıştım ama her şey bulanık,
kararmışti. Nefes almak zor, bedenim ağır geliyordu.
Birkaç saniye sonra, etrafimdaki hareketlilik bir
nebze olsun netleşmeye başladı. Yavaşça arkamda bir
figür belirdi.
Kahraman, bu kez daha sakin ama bir o kadar da
endişeli bir ifadeyle yaklaşıyordu. Gözlerinde,
kaybolmuş bir şeyin izleri vard.
"Seninle ilgili her şey yoluna girecek," dedi, sesi
neredeyse fisildama seviyesindeydi, ama hala o
sarsılmaz güveni vardı.
Fakat içimde bir şey, bunun doğru olmadiğını
biliyor gibiydi. Gözlerim, onun yüzündeki endişeyi
okurken, aniden aklıma geldi. Neden? Ne olmuştu da bu
kadar huzursuzdu?
Bir el, daha önce hiç hissetmediğim kadar soğuk
bir şekilde koluma dokundu. Yavaşça başımı çevirdim.
Sedye değil, bir başka yüz vardı önümde.
Bu yabancI, gözlerim bulanık olsa da bir
yabancıydı. Her şey birden hızlandı, bir korku dalgasI
beni sarhoş eder gibi sardı. Gerçekten ne oluyordu?
Zehirin etkisiyle halüsinasyon görmeye
başlamıştım. Sanki gözlerim tamamen kapanmıştı,
etrafimda beliren figürler gerçek değil, birer hayal gibi
akıp gidiyordu.
Her şeyin bulanık, derin bir karanlık içinde
kaybolmuş gibi hissediyordum. Fakat, bir şey vardı-bir
his, bir sıZI-her şeyin ötesinde var olan bir gerçeği
anlamama engel oluyordu.
Kalbim hızlı çarparken, her an her şeyin daha da
kaybolacakmış gibi hissediyordum.
En son hatırladığım bunlardı; bir anlık bir boşluk ve
ardından kesik kesik gelen fisıldamalar, sanki
uzaklardan bir yerlerden bana sesleniyordu.
"Hayatta kalmalısın," diyordu bir ses, ama hangi
ses? Kafamın içinde yankılanan bir gerçeklik, belki de
bir yalan...
Bir şeyler daha vardı, ama zihnimdeki sisin içinde
onları tutmak neredeyse imkansızdı. Sadece bir anda
bir elin beni tutup, yönlendirdiğini hissettim.
Belki de gerçekten buradaydım, belki de her şey
sadece bir halüsinasyondu. Sadece hissettiğim o an,
bir süreliğine var olduğumdu.
içinde bulunduğum şey kaç saat sürdü, bilmiyorum
ama gözlerimi açtiğımda yanı başımda sandalyeye
oturmuş, başını yere eğmiş kahramani gördüm.
Yavaşça odanın karanlığından çıkarken, soluk
IŞıklar arasından onu fark etmek zor oldu. Yüzündeki
yorgunluk, bir anlık hafif bir sızıyla birleşmişti. Sanki
uzun zamandır burada bekliyordu, ama ben bir şekilde
tüm bu süreyi kaybetmiştim.
Kafamı kaldırıp ona bakmak istedim, ama
boynumdaki ağrı buna izin vermedi. Ne kadar acı verici
olsa da, gözlerimi ona odaklamak zorundaydım.
0, bana bakmamı beklemiyordu, belki de o kadar
derin bir kaygıya kapılmıştı ki, gözlerindeki boşluk beni
görmeye başlamıştı.
"Uyandın mi?" diye fisıldadı, sesi sert ve yorgundu,
ama aynı zamanda hafif bir rahatlamayla doluydu.
"Korkma, her şey geçecek," dedi, sanki her kelimeyi
yavaşça tartarak söylüyordu, belki de kendi içindeki
korkuyu gizlemeye çalışıyordu.
Ama ben hâlâ anlamiyordum. Neden burada
bekliyordu? Ne olmuştu? Yavaşça dudaklarımı
araladım, ama sesim boğazimda tikanmış gibiydi. Tek
söyleyebildiğim, "Ne oldu?" oldu.
"Zehirlendin"
O kadarını duymuştum." Biliyorum. Siz neden
buradasınız ve ben kaç saattir böyleyim?"
dediğimde, kahraman gözlerini hafifçe kaldırip
bana baktı. Sesi, duyduğum o kadar korkunç sesin
ardından sanki bir teselli gibiydi, ama hala anlamadım,
hala karışıktıi.
"Bervan'ın emaneti olduğun için buradayım," dedi,
gergin ama bir o kadar da sabırlı bir şekilde. "Altı saattir
uyuyorsun. Sürekli sayıkladığın için başından bekledim.
Bir anlam yükleme."
"Bir anlam yüklediğim yok, kahraman abi," dedim,
dudaklarım titreyerek.
O an yüzünde bir soğuk ifadenin belirdiğini fark
ettim. Gözlerinde bir nefretten başka bir şey yoktu.
"Abini siksinler,"dedi, ama sesindeki acı bu
kelimelerle çelişiyordu.
Anlamadım. Gerçekten anlamadım. "Anlamadım,
kahraman abii," dedim, kafam karışmıştıi.
0, bir süre sessiz kaldı, ardından kararlı bir şekilde
başını sallayarak, "Sen dinlen, ben doktor
göndereceğim. Kapıda da korumalar, bilginiz olsun,"
diyerek odadan çıktı.
Sanki, "Ben başında bekle dedim," demişim gibi bir
tavırla, tüm bu söylediklerini ne kadar ciddiye aldiğını
düşündüm.
Odaya yalnız kaldım. Her şeyin anlamsız bir
karmaşaya dönüştüğü anlarda, bir şeyleri netleştirmek
için bir şans daha verilmiş gibiydim.
Ama o kadar karışık, o kadar bulanıktı ki, hiçbir
şeyin gerçekten ne olduğunu anlamak neredeyse
imkansızdı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.08k Okunma |
2.2k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |