
Bende artık diğer yazarlar gibi sınır koyucam 100 yorum 100 oy vermezseniz yeni bölüm yok
Jdjdjsjsksks
Bu arada yeni yazdığım töre kitapı nın ikinci tanıtımı geldi GÖZYAŞINDAN KÜLLERE okuyup yorum yapar mısınız?
Yeni bölümle sizleri başbaşa bırakıyorum ve sizleri seviyorum ♥️
Keyifli Okumalar canlarım ♥️
Bervan'dan
Zümra'nın gözlerindeki soğukluk, tüm umutlarımı
paramparça etti. Kahraman'ın söyledikleri bir kenara,
Zümra'nın bana olan bakışları sanki her şeyin daha da
kötüye gittiğini fisıldıyordu.
Cihan'ın bana kurduğu oyunun farkına varmam, her
şeyin bir yalan olduğunu öğrenmem yetmemiş gibi,
Zümra'nın bana bakIŞI, içinde barındırdığı öfkeyle beni
daha da derinlere çekiyordu.
"Gerçekleri öğrenmek mi istiyorsun?"
diye sormuştum, ama ne cevap alacağımı bile bile
soruyu tekrarlamıştım.
Zümra, yanıt vermedi. Onun suskunluğu, aslında
her şeyin bittiğini bir kez daha hatırlatıyordu.
Affetme isteği, geçmişin yükü, belki de hiç
olmayacak bir şeyi beklemek gibi bir şeydi.
Benim içimdeki boşluğu ne kadar sevdiğini
düşündüğüm Zümra, şimdi o kadar uzak ve yabancıydı
ki...
Zümra'nin sessizliği, her kelimenin ardından daha
da ağırlaşıyordu. içimdeki umudu bir bir yitirirken, ona
yaklaşmak daha da zorlaştı.
Gözlerindeki soğuk bakış, her sorumdan sonra bir
duvar gibi yükseliyordu. Onun içinde kaybolan güveni,
benim verebileceğim hiçbir sözle geri getiremeyeceğimi
fark ettim.
"Her şey bu kadar kolay mı?" dedim, sesi titreyerek.
"Beni affetmek bu kadar zor mu? Birazcık bile anlayış.."
Zümra, derin bir nefes aldı ama hala bir şey
söylemedi. Sadece ellerini sıkıca kavuşturdu, parmak
uçları beyazlaşıncaya kadar.
O an, Zümra'nın gözlerindeki öfkenin yanı sıra,
kırıklık da vardı. Ne kadar da kırık, ama ne kadar da
suskun bir şekilde benden uzak duruyordu.
"Zümra, her şeyin farkındayım," dedim, bu kez
daha kararlı bir sesle.
Gözleri bana bakarken, hâlâ bir cevap vermedi.
Ama o bakışlar, sanki bir kapinin aralanmak üzere
olduğunu ima ediyordu. Umut, içimde bir kivılcım gibi
yanmaya başladı.
Belki de bu sessizlik, aslında bir şeyleri yeniden
inşa etme yoluydu... ama o yol ne kadar zorlu olursa
olsun, Zümra'yla bir çözüm bulma umudu, içimde bir
tek şey olarak kalıyordu.
Zümra sessizliğini sonunda bozup konuşmaya
başladı.
"Seni affetmek kolay değil el oğlu çok denedim çok
çabaladım ama seni affetmenin hiç bir yolu yok"
"Zümra zilan'a elimi sürmedim karnındaki çocuk
kimin bilmiyorum allah şahidim"
"Bir önemi yok bervan ister senin olsun ister
olmasın hiç bir önemi yok artik benim için"
"Çocuğumuz için afet yaptıklarım için afet ama
gözüm intikam almaktan başka bir şey görmez olmuştu
babanı öldürmek yerine sana eziyet etmek istedim"
"Belki babamın değil ama benim katilim oldun abin yüzünden evimiz ocağımız söndü en büyük kaybı ben
verdim yedi çocuktan geriye ben kaldım ama sen de
beni diri diri toprağa gömdün bervan."
"Öfkem sevdamdan üstün geldi zümrüt gözlüm"
"Benim sevdamda intikamından üstün geldi ağa
ben ilk defa adam öldürmedim veya vurmadım beni
sürgün ettiklerinde bana bakan kadını vurdum sirf
ablam için kafayı yememek için bana verdiğin o saçma
tokaya bağlı kaldım bir tek sana yakışıyordu benim
aşkım anma sen bizi öldürdün yarım kalmış hikayeyiz biz
sonumuz belli olmayan"
"Zümra yapma doğacak bebeğimiz için onu bensiz
benide sensiz birakma"
"Vazgeçtim bervan ağa İkizdiler ve ben ikisinde de
vazgeçtim aldırdım"
Gözlerim kararmaya başlamıştı. Her şey
bulanıklaşırken, başımın ardındaki yoğun acı daha da
büyüyordu.
Her şeyin, bir hayalet gibi önümden kayıp gittiğini
hissettim. Zihnimdeki karanlıkta, Zümra'nın sözleri
yankı yapIyordu, kalbimi paramparça eden củmleler...
"Vazgeçtim bervan ağa, ikizdiler ve ben ikisinde de
vazgeçtim, aldırdım."
O an, dünya yavaşça dönmeye başlamıştı.
Duyduklarimın ağırlığı altında, gözlerim ağırlaştı,
vücudumda bir titreme yükseldi. Göz kapaklarım
kendiliğinden kapandı.
içimdeki tüm hisler, sanki bir an için donmuştu. Her şey kayboldu, bitti gibi.. Zümra ve ben, yarım kalmiş bir
hikayeydik, sonu belli olmayan.
Bir şey yapmalıydım, ama ne yapabilirdim ki?
Yalnızca bir çığlık vardı, ama dilimden çıkamıyordu. O
çığlık, yavaşça boğazımda biriken duyguları daha da
bastırıyordu.
Düşerken, tek düşündüğüm şey Zümra'ydı. Onu
kaybettim, kaybetmemek için elimden gelen her şeyi
yapmıştım ama sonuçta kaybettim.
Gözlerim kapalı, yere yığılırken zihnimdeki her şey
siliniyor gibi hissediyordum. Bir an, hiçbir şeyin
kalmadığını düşündüm. Ama sonra, uyandığımda da ilk
şey Zümrayı sormak olmuştu.
" zümra nerede"
Kahraman'ın sesi, kulaklarımda çınladı: "Zümra
evine döndü."
Bana bir şeyler söyledi, ama ne kadar uğraşsam da
anlamıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Bebeğimiz... O bebek... Zümra'nın seçimleri... Her
şey o kadar hızlıydı ki... lçimde bir boşluk vardı, bir
şeyler eksikti ama ne olduğunu anlayamıyordum.
Ve sonra bir şey patladı, içimde bir kıvılcım.
Yavaşça gözlerimi araladım, gözlerim hâlâ bulanıktı
ama bir karar vermek zorundaydım.
"Zilan... Nerede?"
dedim, kendi sesimi bile tanımadım. Kahraman'in
sesi yine kulağımda yankılandı.
"Depoda, Bervan Ağa hayırdır."
Bir anda her şey netleşti. Yavaşça yerimden
kalktım, her adımda zihnimdeki karmaşa artıyordu.
lçimdeki boşluğu dolduran şey, yalnızca bir öfke, bir
intikam hissiydi.
Silahimı elime aldım, gözlerimdeki karanlıkla
birlikte bir adım daha attım. Depoya doğru inmeye
başladım. Orada ne olacaksa, olsun. Bu kadar kayıptan
sonra başka bir yol yoktu.
Depoya indim, adımlarım ağırdı, karanlık içinde
yalnızdım. Zilan'ı köşede gördüm, korku dolu gözleri
benden kaçtı.
Bir an her şey sessizleşti, içimdeki öfke, nefrete
dönüştü. Gözlerim, Zilan'ı parçaladı. Hiçbir şey kalmadı.
"Çocuğun kimden?"
dedim, sesim derin, sert, titriyordu. Gözlerim
gözlerinden kaybolan son umutları gördü. Zilan,
korkusundan konuşamıyordu ama ben beklemeyecek
kadar karardım.
Bir adım daha attım. Saçlarını yumruklarıma
doladım, kafasını kaldırıp bana bakmasını sağladım.
"Çocuğun kimden?" diye tekrarladım, bu kez sesim,
acimasIzdı.
Zilan'ın dudakları titredi, gözleri yaşla doluydu ama
korku, sözcükleri zorla ağzından çıkardı.
"Cihan... Cihan'ın çocuğu..." dedi, her kelimesi
boğazımda yankı yaptı. Bir an, nefesim kesildi. Cihan...
Her şey onun yüzündendi.
Zilan, kafasını düşürdü,
gözlerinden dökülen yaşlar yerini korkuya bıraktı.
"Evet, Bervan. Cihan'la her şeyi planladım, ama
seni seviyorum, sana ihanet etmek istemedim.."
Bir süre sustum, her şeyin anlamını kaybettiği bir
anda, gözlerim sadece karanlık ve öfke ile doldu.
Çektiğim silahı Zilan'a doğrulttum.
Sonra, birkaç kurŞun siktım. Sesler birbirine karıştı,
duvarlardan yankılandı, Zilan yere yiğıldı. Bir an
durdum, ama gözlerimdeki karanlık Zilan'ın son
nefesini de aldı.
Yavaşça silahımı braktım. Sadece karanlık kaldı.
Zilan'ın sessizliği, benim öfkemi taşıyan bir sondu.
Silah sesini duyduğumda, kalbim bir anda hızlandı.
Kahraman ve Berfin içeri girdi, ardından arkalarinda
Seyid'in soğukkanlı bakışlarını hissettim.
"Anasına gönderin," dedim.
Seyid başını salladıi ve onayladı. Sessizce odaya
çıktım, üzerime bir gömlek giydim, bedenimi saran
duygusal boşluğu bir anliğına unutarak.
Zihnimdeki karanlıkla yüzleşmek için, yapmam
gereken şeyleri sırasıyla düşünmeye başladım. Hızla
telefonumu çıkarıp, aşiret ağalarına haber verdim.
Cihan'ı bulmaları için onları görevlendirdim.
Kahraman'la birkaç strateji planı yaptıktan sonra,
Berfin'i korumalarla birlikte hastaneye bıraktım. Sonra,
oradan ayrıldım.
Zümra hiç konağa gitmemişti. Kahraman,
Zümra'nın telefonundan nerede olduklarını öğrenmişti.
O bilgi, içimdeki her şeyin daha da karmaşıklaşmasına
neden oldu.
Zümra'y bulmalıydım. Ama bir yandan da içimde
başka bir şey vardı; o karanlik, beni bir noktada
tüketmeye başlamişti.
Dizdar'ın sesi telefonda gerildi.
"Kahraman, Elif de mi yanında? Hangi havaalani?"
Kahraman derin bir nefes aldı, soğukkanlı şekilde
cevap verdi:
"Sakin ol, Dizdar. Elif' de yanında En son
biraktiğımda iyiydiniz siz."
Dizdar'ın sesi, gerilimle daha da sertleşti. "Yanlış
anladı," dedi. Kahraman bir an sessiz kaldı, sonra
devam etti. "Yanlış anladiğı ne?"
Dizdar biraz daha sakinleşmeye çalıştı
gerginliği hala belli oluyordu. "Yüzüğü ve resmi."
Kahraman, suratını ekşitti, sesindeki öfke giderek
artti.
"Doğru düzgün anlat," dedi. Dizdar bir nefes aldı ve
devam etti.
"Ben Elife evlenme teklif edecektim. Sonra
telefonundaki resmi görünce, yüzüğü de yanlış anladı."
Kahraman şaşkınlıkla tekrar sordu: "Ne resmi lan?"
Dizdar'ın sesi biraz daha sertleşti, bir an sessiz
kaldı.
"Ölen karımin resmi," dedi, her kelimesi acı içinde
kaybolmuş gibiydi.
Kahraman bir anda öfkesini kontrol etmekte zorlandı, ses tonu değişti.
"Siktir... Ne demeye değişmedin ? lan sizin olmayan beyninizi sikim yavşaklar" diyip bana baktı.
Dizdar hızla yanıt verdi, bir şekilde. "Sanki vaktim
oldu."
Bir an her şey sessizleşti. Herkes, konuşmalarının
ve yaşadıkları gerilimlerin ortasında kaybolmuştu. Ama
bir şey belliydi; bu gece her şey daha da
karmaşıklaşacaktı.
Yirmi dakika sonra havaalanina vardık, bütün
adamlar her yere dağıldı, Zümra ve Elifi bulmak için her
noktayı tarıyorduk. Nehrin kenarındaki taşları gibi, her
bir alanı tek tek kontrol ettik.
Dizdar beni arayıp, onları bulduklarını söyledi.
Sesindeki aciliyet, ruhumu daraltan bir his uyandırdı.
Hızla Dizdar'ın olduğu yöne doğru koştum,
adımlarım hızla atılıyor, nefesim ağzımda sıkışıyordu.
Ve sonra, her şey bir anda dondu. Karşımda
Zümra...
Zümra, soğuk bir şekilde, gözleriyle bana
bakıyordu. Adeta bir duvar gibi dikilmişti, hiçbir şey
yaklaşamaz gibiydi.
Derin bir nefes aldım, kalbim hızla çarpmaya
devam ediyordu. içimdeki her şey, ona yaklaşmak için
bir bahaneye ihtiyaç duyuyordu, ama o an, aramizdaki
mesafe bir başka duvar gibi hissediliyordu.
Zümra, hiç bir şey söylemeden bana bakıyordu.
Ama gözlerinde her şey vardı: öfke,
kırgınlık, hayal
kırıklığı.
Bunu biliyordum. Onu bu hale ben getirdim. Ama
yine de, o karanlık bakışları alacak bir şey
bulamiıyordum. O kadar yakindık, ama aynı zamanda
birbirimizden o kadar uzaktık.
Zümra'nın gözlerindeki soğukluk, bana her adımımı
ağırlaştırıyordu.
Yaklaştım, kalbim çırpinarak sesini duymak, onu
hissetmek istiyordu. Sonunda, duraklayıp, ayaklarının
önünde diz çöktüm.
Beni bırakıp gitmesini düşünmek, içimi öyle bir
sarstı ki, istemsizce, bacaklarımda hissettiğim boşluğu
unutup, ona yaklaştım. Zümra'nın soğuk bakışları
altındaydım, ama buna rağmen, içimdeki o acı, onu
kaybetme korkusu bir şekilde dizlerime kadar indi.
"Zümra," dedim, sesim sarsılarak. "Beni bırakıp
gitmeni düşünmek, beni deli ediyor. Beni affet, lütfern."
Ama Zümra, hiçbir şey söylemeden, kendi de
benim , önüme çöktü. O an, aramızdaki her şey
kayboldu, sadece kalp atışlarım kaldı. Gözlerim, onun
yüzüne odaklandığında, ne kadar karışık duygularla
dolu olduğunu fark ettim.
Hızla kollarımı boynuna doladım ve onu göğsüme
çektim. Bir an, her şeyin durduğu, zamanın hiç
işlemediği bir an gibi hissettim.
"Gitme," dedim, sesimdeki çaresizlikle. "Sana her
şeyi borçluyum, Zümra gitme."
Zümra dudaklarını oynattı, birkaç kelime
çıkaramadı ama yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu.
Hemen geri çekildim ve ona bakarken, kalbimdeki
karmaşa büyüdü. Zümra'nın söyledikleri, her şeyin bana
bir darbeymiş gibi hissettirdi.
"Kendim için gitmem gerek Bervan." dedi,
sesindeki kararlılik sanki her şeyin sonuymuş gibi geldi.
"Yapamam. Seni affedemiyorum.
Hadi diyelim bir şekilde her şeyi bir kenara birakıp
seninle geldim. Ben sana çok çektiririm, bu yaptiklarını
sana misliyle ödetirim. O yüzden bırak, gidim."
Sözleri kulaklarımda yankı yaparken, onu ne kadar
kaybetmek istemediğimi hissedebiliyordum. içimde bir
firtina vardı, ama sustum. Sonra derin bir nefes aldım
ve ona baktım.
"Kabul, Zümra. Bana çektir, hatta al şu silahı, sik
kafama. Ama gitmene izin vermem." dedim, sesimde
bir tehdit vardı ama aynı zamanda bir çaresizlik.
"Eğer gidicem diyorsan, ben kendi kafama
sikarım."
Zümra gözlerimi inceledi, ama hiçbir şey
söylemedi. Bir an sessizlik sardı, ardından Zümra
şaşkınlıkla "Saçmalama." dedi,
Zümra arkasını dönüp.
"Gelmiyorum, seninle"
dediğinde, içimde bir şeyler kırıldı, ama aynı
zamanda kararlıydım.
Derin bir nefes alıp, arkasından yaklaştım ve
kolundan tuttum, kendime doğru çevirdim. Onun
çırpınmasına rağmen, kucağıma aldım ve hiçbir şeyin beni durdurmasına izin vermedim.
Zümra, her hareketiyle direnmeye çalıştı, ama
sonunda, birakmayacağımı anlayınca, direnmeyi biraktı.
Kucağımda, havaalanından hızlıca çıktım,
Zümra'nın bedenini hissederken içimdeki duygular
birbiriyle çarpışıyordu. Onu arabaya bindirdim ve
yanina oturdum.
Seyyid, arabayı çalıştirırken, dışarıda hala karanlık,
zor bir mücadele devam ediyordu.
Zümra, arabada sessizdi. Bana bakmadan,
gözlerini dışarıya dikti.
"Elifi arabaya çağır,"
dedi, sesindeki soğukluk beni bir kez daha
sarsıyordu. lçimde bir şeylerin yerine oturmasıni
beklerken, ondan gelen bu emir, her şeyin bittiği yer
değil, sadece yeni bir başlangıç olduğunu hissettirdi. Ne
olursa olsun, bu günü birlikte geçirecektik.
Zümra'nın söylediklerini yaptktan sonra, Elifi
arabaya çağırdım. Dizdar,
"Yok,"
diye yanıt verdi, ama Zümra'nin kararlıliğı her şeyin
önündeydi. Elif'in arabaya gelmesi için ne gerekiyorsa
yapacaktıim.
Zümra, bu konuda ne kadar sert olursa olsun, her
şeyin sonu benim ve onun arasında olacaktı.
Elif, arabaya geldiğinde bir an göz göze geldik.
Sessizdi, ama kararsızliğı yüzünden okunuyordu.
Zümra'nın gözleri, Elif'i arabaya alırken bir türlü rahatlamıyordu.
Bir anda, Zümra belimdeki silahı çekip Dizdar'a
doğru tutarak, sert bir şekilde konuştu:
"Seni bir daha uyarmam, Bozdağlı. Uzak dur
Eliften. Madem gitmeme izin vermediniz, bunun
cezasını önce sen ödeyeceksin. Dizdar, evlendireceğim
Elifi."
Dizdar sinirden dört dönmeye başladı, suratinda
anlam veremediği bir öfke vardı.
Zümra'nın sözleriyle hem şaşkın, hem de ne
yapacağını bilemez haldeydi. Ama Zümra, her
kelimesinde bir tehdit gibi öne çıkıyordu.
Elif, bizim arabaya gelirken, hiç sesini çıkarmadı.
Koltuğa oturdu, ama gözlerinde bir şeyler kaybolmuş
gibiydi.
Zümra'yla göz göze geldiklerinde, Zümra'nın
yüzündeki donuk ifade, her şeyin kontrolü altında
olduğunu gösteriyordu.
Dizdar istemese de Zümra'ya karşı şansı olmadığı için Elif'in bizimle gelmesine izin vermişti, gerçi onda izin isteyen yoktu eğer Elif'i bizim arabaya binmesine, biraz daha müsade etmese Zümra Dizdar'ın kafasına sıkacak gibi duruyordu Elif arabaya bindikten, sonra araba hareket etti yarım saatlik yol boyunca kimse konuşmadı.
Zümra'nın telefonunun çalmasıyla araba içindeki sessizlik, kesiliverdi. Gözlerim yolda, ellerim direksiyondaydı ama aklım Zümra'daydı. Telefonu açıp birkaç dakika karşısındakini dinledikten sonra, telefonu kapatıp derin bir nefes aldı. Bu nefesin ardından gelen sözler, bana göğsümde bir ağırlık gibi oturdu.
"Benimle konuştu," dedi Zümra, sesi hâlâ sakin ama içinde bir şeyleri yavaşça kırılıyormuş gibi. "Bervan Ağa, Aldanoğlu Konağı'na gidicem."
O an beynimden vurulmuştum. Nedenini bile anlatamadan, kalbimdeki bir yer sanki ağırlaşıverdi. Zümra, terk etmeye karar veren karım, şimdi de benim elimle babasının evine adım atacak mıydı? Sadece gözlerimle ona odaklandım, gözlerinde bir anlam aradım. Ama o an içimdeki tüm düşünceler bir anda silindi. Zümra'nın ne yapacağına dair hiç bir tahminim kalmamıştı.
"Hayır, Zümrüt gözlüm, olmaz," dedim bir anda, sesi kesin bir kararlılıkla. "Ben nereye, sen oraya. Benimle gelmek zorundasın."
Zümra'nın derin bir nefes aldığını duydum. Bir anlık sessizlik içinde, arabamızın sesi, sadece lastiklerin yolda çıkardığı hışırtı duyuluyordu. O an içimdeki tedirginlik bir kat daha arttı, ne yapacağımı bilemiyordum. Zümra'nın gözlerinde başka bir şey vardı.
"Elifi bedel olarak istiyorlar," dedi, sesi bir şekilde soğuk ve tehditkar. "Bervan, ben yaşadığımı, o yaşamayacak. Havaalanına da bana teklif ettiğini şeyi burda yapıp kafana sıkıp giderim, yaparım."
Bunu duyduğumda gözlerimi, yeşilin içindeki boşluklara daldırarak ona baktım. Gözlerinde bir kararlılık vardı. O an, Zümra'nın kimseyi affetmeye niyeti olmadığını, her şeyin kontrolü altına almak istediğini fark ettim. Elimden bir şey gelmeyeceğini biliyordum. Eğer Zümra, gitmek istiyorsa, giderdi. Zümra'ya, bu kadar kolay teslim olacak çok kadar sevmiştim ve ondan bir adım geri atmak, sadece kendi hayatımı değil, onun da hayatını da karartılmıştım .
Sevdiğim kadın acımamıştım, şimdi o ne derse o olacak kendi yaptıklarımı telefi edecektim.
_*_
Zümra' dan
Borandan gelen telefon, zihnimde yankılanan bir balyoz darbesi gibiydi. Her kelimesi mideme inen bir taş gibi ağırdı. Aylar önce Mervan’ın, Kurtuluş Aşireti’nin en güçlü ağası olan Yusuf Ağa’nın büyük oğlunu öldürdüğü gerçeği, gün yüzüne çıkmıştı. Şimdi, ya kan dökülecekti ya da Elif bedel olarak onlara verilecekti.
Bu, bir aşiret için en büyük utançtı. Bir can almak, başka bir canla ödenirdi. Ama Elif bizim kanımızdı. Onu bir bedel gibi sunmak, bizi onursuz kılardı.
Arabanın konağın önünde durmasıyla birlikte kapı açıldı. Arabadan indiğim an, kapıda nöbet tutan korumalar bana şaşkınlıkla baktı. Daha birkaç saat önce bu konaktan gideceğimi biliyorlardı. Ama işte, geri dönmüştüm. Hem de bambaşka bir Zümra olarak.
Avluya adım attığımda, Şahin hızla yanıma geldi. Gözleri endişeyle üzerimde gezindi.
Şahin
"Hanım ağam, hoş geldiniz!"
Gözlerimi doğrudan ona çevirdim, sesim buz gibi soğuktu.
Zümra
"Silahını ver!"
Şahin, tereddütsüz belindeki silahı çıkarıp bana uzattı. Tetiğin soğukluğu avucuma işledi. Arkama bile bakmadan, kararlı adımlarla konağın büyük salonuna girdim. Bervan, gölgem gibi peşimden geldi.
Salona adım attığımda, gözler bana döndü. Tanımadığım yüzler, öfkeli bakışlar, derin homurdanmalar… Ancak bu manzaraya alışkın olanlar, sadece içten içe homurdandı.
Salonun ortasında, en baş köşede oturan saçları ak düşmüş ama hâlâ heybetini koruyan bir adam vardı. Yusuf Kurtuluş…
Bakışları, öfke ve küçümsemeyle üzerimde gezindi. Sonra, boğuk sesiyle konuştu:
Yusuf Kurtuluş
"Kadın kısmının burada ne işi var? Çık dışarı! Yol yordam bilmez misin?"
Önce odada bir sessizlik oldu. Ama sonra, babamın sert sesi salonun duvarlarında yankılandı.
Mehmet Ağa
"Karşında duran, Aldanoğlu Aşireti’nin Hanım Ağasıdır. Onun sözü, benim sözümdür, Yusuf Ağa!"
O anda, Yusuf Ağa’nın yanında oturan genç bir adam yerinden kalktı. Çenesini hafif yukarı kaldırarak Bervan’a döndü. Sesi alaycı, gözleri meydan okuyan bir ifadeyle doluydu.
Genç Adam
"Elif’i istiyorum."
İşte o an, elimdeki silahı doğrulttum! Odanın içi bir anda buz gibi oldu.
Bütün gözler bana çevrildi. Genç adamın yüzündeki alaycı gülümseme, yerini şaşkınlığa bıraktı. Salondaki hava gerildi, nefesler tutuldu. Sonra, sesim buz gibi soğuk ve keskin bir bıçak gibi yankılandı.
Zümra
*"Ben Zümra Arslanoğlu… Aldanoğlu ve Arslanoğlu Aşiretlerinin Hanım Ağası… Mehmet Ağa’nın varisiyim. Üzerime kuma geldiği için Bervan Ağayı vuran amcamın oğlu olmasına rağmen, sırtıma sıktığı kurşunu kafasına sıkarak ödeten Zümra’yım. Ne Elif’i alabilirsiniz, ne de kan akıtabilirsiniz! Eğer Aldanoğlu Aşireti’nden birinin kanı dökülürse, buradaki herkes ve *Allah şahidim olsun, Kurtuluş Aşireti’ni yeryüzünden silerim!"
Ortam bir mezar sessizliği gibi sustu. Herkes birbirine baktı. Yusuf Ağa, gözlerini kısıp derin bir nefes aldı. Ama pes etmeye niyeti yoktu.
Yusuf Kurtuluş
"Sen kimsin de bizi tehdit edersin? Oğluma kıyan o şerefsizin canını almak bize yakışırdı. Ama madem onun canını almadık, o zaman bacısını gelinim olarak alırım. Ya da kan dökerim!"
İşte o an, bütün damarlarımda ateş gibi bir öfke dolaştı.
Bir adım attım, gözlerimi doğrudan Yusuf Ağa’ya diktim. Sözlerim, ölüm gibi keskin bir bıçak gibiydi.
Zümra
"Ben kimim, biliyor musun Yusuf Ağa? Ben Zümra! Canımı yakanın canını alan Zümra! Benden bir kişi bile ölürse, senin bütün soyun kurur! Anasının rahmindeki bebekleri bile yaşatmam! Eğer oğlunu Mervan vurduysa, gidip ona hesap sorun! Ama benden ne kız alabilirsiniz ne de bir can! Eğer illa bir kan ya da bedel istiyorsan… Azrail’in olurum!"
O an, salondaki hava bıçak gibi kesildi. Nefesler tutuldu, bakışlar yere kaydı. Kimse bir şey diyemedi.
Yusuf Ağa’nın yüzü sertleşti. Ama benden yükselen öfkenin karşısında sessiz kaldı.
Bugün kan akmadı. Ama bu, savaşın bittiği anlamına gelmiyordu…
Yusuf Ağa, ayakta dimdik duruyordu. Gözleri öfkeyle parlıyor, içinde fırtınalar kopuyordu. Oğlunu öldüren adamdan intikam almak için nefes alıyordu ama… Mervan artık yoktu.
Yusuf Kurtuluş
"Mervan geber gitmiş de olsa yaptığının bedeli olacak.
Sesi, buz gibiydi. Öfkesini içine çektiğini görebiliyordum ama gözlerindeki karanlık büyüyordu.
O anda Yusuf Ağa'nın yanında dikilen genç adam, masaya sertçe vurdu.
Genç Adam
"Bu iş bu kadar kolay mı bitecek?! O şerefsizin ölmesi yetmez! Eğer bizden bir can aldıysa, biz de onlardan bir can alacağız!"
Sözleri, odada bir yankı gibi çınladı. Aşiret düzeninde, kanın kanla ödenmesi gerektiğini bilenler, başlarını salladı.
Ama ben… Bu düzene boyun eğmeyecektim.
Gözlerimi hafifçe kısıp sert bir bakışla masaya yaklaştım. Ellerimi iki yana açarak, odadaki herkese meydan okur gibi konuştum.
Zümra
"Kimden alacaksın o kanı? Benden mi? Elif’ten mi? Mehmet Ağa’dan mı? Bizim günahımız ne?! Eğer illa bir kan bedeli istiyorsan, al silahı eline, git Mervan’ın mezarını kaz, onu çıkar ve bir kez daha öldür!"
Odada soğuk bir rüzgâr esti. Genç adamın çenesi gerildi, ama tek kelime edemedi.
Yusuf Ağa’nın gözleri, ilk defa bir anlığına düşündüğünü belli eden bir ifade aldı. Ama yine de öfkesi dinmemişti. Derin bir nefes alıp konuştu.
Yusuf Kurtuluş
"Mervan öldü diye bu mesele kapanmaz, Zümra Hanım Ağa. Kan davası başladı mı, bitmez! Birinizin canını almak istemem ama… Ya bir can ya da bir ant verin!"
Odada fısıltılar yükseldi. "Ant" istemek, aşiretler arası bir anlaşma yapmanın tek yoluydu. Ya bir kan dökülecek, ya da Zümra ve aşireti Kurtuluş Aşireti’ne bağlılık yemini edecekti.
Ama ben, asla boyun eğmem.
Sessizlik içinde gözlerimi babama çevirdim. Mehmet Ağa, yüzünü asmıştı. Yılların deneyimiyle bir karar vermek üzereydi. Ama ben ondan önce konuşmaya başladım.
Zümra
"Ant vermem, Yusuf Ağa. Aldanoğlu Aşireti ne kimsenin önünde eğilir ne de kan davasına boyun eğer. Ama eğer hâlâ intikam almak istiyorsan… buyur, al şu silahı.!"
Elimdeki silahı masaya koydum.
Tüm gözler bana döndü. Bu, bir meydan okumaydı. Eğer Yusuf Ağa bu silahı alıp bana doğrultursa, iki aşiret arasındaki savaş kaçınılmaz olacaktı. Ama eğer silahı eline almazsa… Bu, onun da geri adım attığını gösterecekti.
Birkaç saniye boyunca sadece sessizlik vardı.
Yusuf Ağa, elini masaya koydu, silaha baktı, sonra başını kaldırıp doğrudan gözlerime dikti.
Ve bir kahkaha attı.
Ama bu kahkaha ne neşeliydi ne de dostçaydı. Acı ve öfkeyle doluydu.
Sonunda derin bir nefes aldı ve ellerini arkasında bağladı.
Yusuf Kurtuluş
"Sen delisin, Zümra Hanım Ağa. Ama deliliğin, sana bu masadan canlı çıkma şansı verdi."
Döndü, adamlarına bir bakış attı.
Yusuf Kurtuluş
"Bu mesele burada kapanıyor. Ama unutma Zümra… Aşiretler, ölümleri unutmaz. Biz unutmayız."
Son bir bakış attı ve adamlarına konaktan çıkmaları için işaret verdi. Kapılar açıldı, rüzgâr içeri doldu ve Kurtuluş Aşireti adamları birer birer dışarı çıkmaya başladı.
Ama ben gözlerimi Yusuf Ağa’dan hiç ayırmadım.
Bu bir zafer miydi? Belki. Ama bir savaş kazandım diye, savaşın tamamen bittiğini kim söyleyebilirdi?
Yusuf Ağa çıkarken, arkasında kalan genç adam bir anlığına bana baktı. Gözlerinde sadece öfke yoktu. Bir şey daha vardı intikam ateşi....
Bakışları doğrudan üzerimdeydi.
Ama bu bakış… Öyle sıradan bir öfke bakışı değildi. İçinde intikamın ateşi yanıyordu.
Bervan’ın sabrı tam o anda tükendi.
Aniden öne atıldı, genç adamın yakasına yapıştı ve hızla kafasını suratına geçirdi.
Sert bir darbe sesi salonun içinde yankılandı.
Genç adam aldığı darbeyle sendeledi ama yere yıkılmadı. Elini alnına götürdü, gözleri kan çanağına dönmüştü.
Bervan
"Karıma bir daha bakarsan senin canını da ben alırım!"
Sesi odada yankılandı. Bunca zamandır zor tuttuğu öfkesini artık bastıramıyordu.
Genç adam, yüzündeki kanı elinin tersiyle sildi. O da öfkeliydi ama aynı zamanda… gülümsüyordu.
Tehlikeli bir gülümsemeydi.
Genç Adam
"Bu iş burada bitmedi! İlla sizden bir can alacağım!"
Sert adımlarla salondan çıkarken, arkasında bıraktığı tehdit, havada asılı kaldı.
Ben ise gözlerimi Bervan’a çevirdim.
Gözleri öfkeyle parlıyordu ama içinde fark ettiğim başka bir şey daha vardı… Korku.
Beni kaybetme korkusu.
Ama bunu belli etmeyecek kadar inatçıydı.
Birkaç adım ona yaklaştım, sesimi alçaltarak ama aynı sertlikte konuştum.
Zümra
"Sende konağına git, tek kelime etme! İkinci kurşun kafana gelir. Zaman vereceksin ve susup bekleyeceksin."
Bervan dişlerini sıktı ama hiçbir şey söylemedi. Biliyordu.
Bu mesele bitmemişti.
Ama bu savaşı benim kurallarım belirleyecekti.
Son bir bakış attım, ardından salonun kapısını açıp çıkıp gittim.
Bu daha başlangıçtı.
Ve ben, savaşın içinde doğmuştum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.2k Okunma |
2.31k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |