
Diğer kitaplarıma da göz atabilirsiniz
Lütfen yorum yapmayı unutmayın her defasında söylüyor ama kimse yorum yapmıyor 😞
Bu arada GÖZYAŞINDAN KÜLLERE adlı kitap daki efnan ve Zümra teyze kızı ♥️
Lütfen ama lütfen yorum yapın ♥️
Keyifli Okumalar canlarım ♥️
Berfin' den
Annem yoğun bakımdan çıkmıştı ama Roza yengem her geçen gün daha da kötüye gitmişti. Tedaviler hiçbir işe yaramıyordu, acıları ise dinmek bilmiyordu. Abim ise yaptıklarına pişman olmuş, her geçen gün solup gidiyordu. Yediği yemekler boğazına diziliyordu adeta, her lokmayı zorla yutuyordu. Annem ise kısmi felç geçirmişti ve neredeyse tamamen çaresizdi. İçine kadar pişman olmuştu, ne yapacağını bilemiyordu. Kader işte, ne demişti: "Mevlam, sen kanadını kıranı bana havale et. Sen unutsan da ben unutmam, kanadını kıranı kulum." Aynen öyle, oldu. Yaptıklarını misliyle çekiyorlardı. Annem bakıma muhtaç, abim ise zümra' sız bir yaşam sürüyordu. Boşanma evrakı abime gelmişti, ben de haber vermiştim. Yarın duruşması vardı. Akşam yemeği için abimin gelmesini bekliyorduk ama o, bir türlü gelmemişti. Melek’in ağlama seslerini duyunca, ben de annemin yanından çıktım.
Berfin
"Ne oluyor, ne gürültü halacım?"
Melek
"Neferet ediyorum hepinizden!" diyerek avludan dışarı çıktı.
Berfin
"Nereye Melek?" diye bağırdım, fakat Melek hiç durmadan koşarak uzaklaşıyordu. Kapıda duranlara onu takip etmelerini söyledim ve hemen Roza yengeme döndüm.
"Ne oluyor, yenge?" dedim. Roza derin bir nefes aldı, bir süre sessiz kaldı. Sonra gözleri yaşararak anlatmaya başladı.
Anlattığı her şey kanımı dondurdu, sanki içimden bir parça kopuyordu. Ne demek babamla bir olup bebekleri değiştirdiler? Melek Zohren’ın kızı mıydı? Söylediği her şey, balyoz darbesi misali kafama iniyordu. Kalbim ağrıyordu, zihnim bulanıyordu. O sırada abimin kükreyişini duydum." Ne dedin senn"
Bervan
"Ne demek Melek, Afran ve Zöhren’ın kızı?" diye bir kez daha kükredi. "Melek nerede?"
Berfin
"Bilmiyorum ama Hakan abiyi peşinden gönderdim," dedim, her şey daha karmaşık hale gelmişti. Abim, bir çırpıda konaktan çıkıp gitti. Roza, sessizce odasına çekildi ve hiçbir şey söylemedi. Melek konağa geri dönmüştü ama abim hala ortalıkta yoktu. Zihnimdeki karmaşadan bir türlü sıyrılamıyordum. Aradan üç saat geçmişti ama bir türlü abimi bulamıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Son çare olarak Kahraman’ı aradım.
Kahraman
"Söyle Kürt Kızı, beni mi özledin?" dedi, sesindeki alaycı ton her zamanki gibiydi.
Berfin
"Boş boş konuşma, Laz oğlu, abim yok. Ulaşamıyorum, senin haberin var mı?" dedim. Artık sinirlerim iyice bozulmuştu, her şey başıma yıkılıyordu.
Kahraman
"Merak etme, mecnun olmuş o gelir. Ben de bakarım, haber alırsam sana haber ederim," dedi, sesinde biraz sakinlik vardı ama içimdeki huzursuzluk geçmemişti.
Berfin
"Sağ ol, haber bekliyorum," dedim, ama içimdeki korku büyüyordu.
Kahraman
"Kapatıyor musun, beni özlemedin mi?" dedi, sesindeki sarkastik ton beni daha da çileden çıkarmıştı.
Berfin
"Abimi bul lütfen," diyerek telefonu yüzüne kapattım. Sözlerim sertti, ama başka bir şey yapamamıştım.
Her şey bir anda yerle bir olmuştu. Her adımda daha da derinleşen bir boşluk vardı. Hayatımda ilk kez her şeyin ne kadar hızlı değişebileceğini fark ediyordum.
Telefonu kapattıktan sonra ne kadar
zaman geçtiğini anlayamadım. Bir saat
mi, yoksa daha mı uzun sürdü,
bilmiyorum. Ama her geçen dakika,
içimdeki huzursuzluk arttı. Aradıklarım bir
türlü telefonlarıma cevap vermiyordu.
Hangi numarayı çevirdiysem, hep boş bir
sessizlikle karşılaşıyordum. Bir türlü
içimdeki kaygıyı atamıyordum. Her
şeyden önce abim, annem ve Melek.
Birdenbire dünyam kararmış gibiydi.
Kafamda bu kadar fazla düşünce varken,
sadece bir şey yapmak istedim; bir an
olsun rahatlamak. Annemi düşündüm. Bir
nebze olsun rahatlatabilir miyim diye
düşündüm. Ne kadar çaresizdim.
İçimdeki sıkıntıyı bir nebze olsun
hafifletmek için Asiye ablanın elindeki
tepsiyi aldım. Annemle ilgilenmek, ona
yemek yedirmek belki biraz olsun
sakinleşmeme yardımcı olur diye
düşündüm.
Yavaşça annemin yatak odasına geçtim.
Odaya adım atar atmaz, odanin
sessizliğini hissettim. Annem yatağında,
hareketsiz bir şekilde yatıyordu. içimdeki
sıkıntı, her geçen saniyede büyüyordu.
İçimden bir şeyler daha fazla nefes
almama engel oluyordu. Her şey bir anda
ağrlasmisti sanki. Bir an, ellerim
titremeye başladı. Neredeyse tüm gücüm
tükenmiş gibiydi.
Anneme yemek yedirdikten sonra
ilaçlarını da verdim. Ne kadar da çaresiz
hissediyordum. Her şeyin üzerine bir de
annemin bu durumu eklenmişti. Hala
aklımda abim ve Melek vardı. Onlara bir
şey olmuş muydu? Her şeyin üzerine bir
de bu kadar büyük bir kaygıyı taşımak çok
zor geliyordu.
Yavaşça telefonu tekrar elime aldım ve
Kahraman'ı aradım. Bu defa telefon açıldı,
ama sesindeki tonda bir şeylerin yanlış
olduğunu hemen fark ettim. Telefonu
açtığında, sesi normalden çok daha
ciddiydi.
Kahraman
**********
Söyledikleriyle içimdeki her şeyin bir anda
yerle bir olduğunu hissettim. Bunu
duymam gereken son şeydi. Canimin,
ruhumun tükenmesi gibi bir şeydi. Sanki
yavaşça her şeyin sonu geliyordu. Abim
neredeydi? Ne oluyordu? Bu kadar büyük
bir kaosun içinde, sadece bir adım daha
atabilirdim ama hiçbir yere
Ulaşamıyorudum. Her şeyin kırılma
noktasına gelmiş olduğunu fark ettim.
neredeydi? Ne oluyordu? Bu kadar büyük
bir kaosun içinde, sadece bir adım daha
atabilirdim ama hiçbir yere
ulasamiygrdum. Her şeyin kırılma
noktasına gelmiş olduğunu fark ettim.
Kahramanin söylediklerini kabullenmeko
kadar zordu ki, bir an sadece sessizce
oturmak istedim. Ama bir yandan da o
anin geçmesini beklemek, içimdeki
boşluğu daha da büyütüyordu.
*******
Zümra' dan
Kor ateştir yüreğimdeki… Küçük bir kız çocuğuyken öğrenmiştim, bazı acıların asla geçmediğini. Babam vardı ama ben yetimdim; annem vardı ama ben öksüzdüm. Kalbim, bedenim bir başına kalmış bir çocuğun yalnızlığını taşırdı. Bir yanım ailem vardı ama yoktu; abilerim vardı ama bir avuç topraktı. Adları dillerdeydi ama ellerimde değildi, sesleri kulaklarımdaydı ama yanımda değillerdi. Birbirimizi koruyacağımıza söz vermiştik oysa, ama ben hayatta kalıp onların yokluğunu taşımaya mahkûm edildim.
Dışım sert, içim fırtına… Güçlü görünmek zorundaydım çünkü bu topraklar zayıflara merhamet etmezdi. Burada gözyaşı, kan kadar değersizdi. Acıyı içine akıtmayı öğrenmeliydin, yoksa düşmanın senin canını yakmak için en zayıf noktanı bulurdu.
Ben, Amed’in dar sokaklarında doğup sürgün edilen kadındım. Kökleri bıçak gibi kesilmiş, geçmişi elinden alınmış, hatıraları kanla yıkanmış bir kadın… Bitmek bilmeyen bir kan davasının ortasında doğmuş, ömrü boyunca onun gölgesinde yaşamış bir mahkûm… Kaçmak istedim ama kaçamadım, savaşmak istedim ama silahım elimden alındı. Oysa ben özgür olmak istedim, kendi hayatımın sahibi olmak istedim. Ama istemediğim bir hayata sürüklendim.
İstemediğim bir adama gelin oldum… Adımı soran olmadı, gözlerime bakan olmadı. Kendi hayatımı seçme hakkım yoktu, kim olduğumun bir önemi yoktu. Bana yaptıklarına pişman olan onlardı, ama ben yaşadığıma pişman olandım. Çünkü yaşamak, her gün biraz daha ölmekti benim için.
Gözleri zümrüt, yüreği kül olandım ben… Asi ama kırılgan… Kendi iç savaşında kaybolmuş bir kadın… İstemesem de Mehmet Ağa’nın kızıydım ben. Kan davasının gölgesinde büyüyen, kardeşlerinin intikamı için yaşamak zorunda kalan bir kadın. Ölmek üzere olan ama hâlâ savaşan bir ruh.
Kendimle olan savaşım bitti ama bu topraklardaki savaşım bitmedi. Çünkü bu topraklar, kanla yazılmış bir kaderi kabul etmeyenleri sevmezdi. Ama ben, o kadere boyun eğmeyeceğim…
Bu topraklar kadınları ya mezara ya da sessizliğe mahkûm ederdi. Ya yok olurdun ya da varlığını bir gölgeye çevirirdin. Oysa ben ikisini de seçmedim. Mezarın soğuk toprağına da, sessizliğin zindanına da sığmadım.
Daha çocukken öğrenmiştim; adını haykırmadığında unutulurdun, başını eğdiğinde ezilirdin. Ben eğilmedim, unutulmadım. Adımı fısıltılarla ananlar, gözlerimin içine baktığında korkanlar, içten içe bana boyun eğmemi söyleyenler vardı. Ama ben onların istedikleri gibi olmadım. Olmak zorunda değildim.
Kan davasının kurbanı olmam gerekiyordu, ama ben kurban olmayı reddettim. Kendi mezarımı kazmak yerine, o mezara beni itenleri ellerimle gömmeye yemin ettim. Çünkü ben, yalnızca kaybedenlerin yasını tutacak biri değildim. Beni kaybettiklerini sandılar, ama ben küllerimden doğmayı öğrendim.
Yalnız kalmam gerekiyordu, ama ben yalnız kalmadım. Kendi gücümü keşfettim. Gözlerimi yere eğmemi bekleyenlere inat, başımı kaldırdım. Ne kadar kırılmış olursam olayım, ne kadar yanmış olursam olayım, yıkılmadım.
Ben, geçmişin zincirlerini kıran kadınım. Amed’in karanlık sokaklarından sürgün edilsem de, adımı unutacaklarını sansalar da, ben varım. Ve bu topraklarda kanla yazılmış hiçbir kader, benim kalemimle yeniden yazılmaktan kaçamayacak.
Can, can isteyenin canını alacağım, kana bedel isteyenlere bedel ödeyeceğim. Yürüdüğüm yerden esicem ben, Zümra Aldanoğlu. Kimseye boyun eğmeyen, kendi kocasının mezarını kendi elleriyle kazmış bir kadın. Günlerdir midem bulantı, çoğalan bebeklerim kendi varlıklarını belli etmişti. Ben babasız ve annesiz büyüdüm, onların kaderi de böyleymiş. Şirket de işlerimi Boran'la iyice toparladıktan sonra evrak işlerini de Elif'e mail atıp, şirketten ayrıldık. İcla, inadını kırmış, kocasına dönmüştü. Birkaç haftadır Boran, şirkete bir saat önce çıkıyordu, Bervan’la telefonla konuştuktan sonra bir daha beni aramamış veya konağa gelmemişti. Açtığım boşanma davasına bile müdahale etmemişti. Bu defa, yarın duruşma vardı. Boşanma avukatım Efnan’dı, onun derdi benim derdimden büyüktü ama yine de ayağa kalkmayı bilen biriydi. Karnım ufak bir çıkıntı halinde çıkmıştı. Elim, istesem de karnıma gidemiyordu. Sanki dokunsam, onlar da benden gidecekmiş gibi hissediyordum. Şirketten çıkıp konağa gittim. Avludan içeri girdiğimde, yüreğimde bir sıkıntı vardı. Derin nefesler alıp salona geçtim. Babam ve annem bir şeyler konuşuyordu, beni gördüklerinde sustular. Ben de karşılarına geçip oturdum.
Zümra:
Hayırdır, ben gelince sustunuz, konu ne, daye?
Zana:
Yok, bir şey kızım. Baban ağalığı tamamen bıraktığını söylemiş, onu konuşuyorduk.
Zümra:
İlk defa doğruyu olanı yapmış dediğimde, babam duygusuz gözlerle bana bakıp dudağının kenarı yukarı kıvrıldı.
Bende yerimden kalkıp konuştum.
Zümra:
Neyse, ben aç değilim, biraz dinleneceğim, diyip tam çıkacağım anda Melek’in sesini duydum. Hepimiz aynı anda birbirimize baktık.
Ne oluyor? dedim. Babam, "Bilmiyorum" dercesine omuz silktim. Daha sonra salondan çıkıp avluya indim, Melek perişan bir haldeydi.
Zümra:
Melek’im, canım, noldu sana? dememle Melek bağırdı.
Melek
Neden beni istemediniz, neden?! diye bağırdı.
Benim dışımda gerçeği bilen yoktu. Babam, otoriter bir sesle konuştu.
Mehmet Ağa:
Ne diyorsun kızım, senin amacınız ne?
Melek:
Benim bir amacım yok! Benim öz annem, sizin kızınızmış ve siz beni onun çocuğu oldum diye istemediniz. Bir de bilmemezlikten geliyorlar!
Zümra:
Melek, kimsenin bir şey bildiği yok, sus! Ben anlatacağım sana, diyip ona doğru bir adım attığım anda, annemin "Ağam!" diyen sesi yükseldi çünkü babam sol tarafını tutmuş yere yığılmıştı.
Vücudum taş kesilmiş, kanım çekilmişti. Şahin ambulansı aramıştı, ambulans ne zaman geldi bilmiyorum ama ben kendime geldiğimde babamı ambulansa bindiriyorlardı. Sanki zaman durmuştu o an. Hastaneye geldiğimizde, kalp krizi geçirdiğini öğrendik. Haberi alan hastane gelmişti ama babam geçirdiği kalp krizi nedeniyle yoğun bakımda uyutuluyordu. Melek nasıl öğrendi, nereden öğrendi bilmiyorum ama şu an tek düşündüğüm babamdı. Ne yaparsa yapsın, babamdı, gelen giden çok olduğu için dışarı çıkmak istedim. O sırada önümde ambulans durdu. Tam geçip gideceğim anda kahramanı karşımda gördüm. Ambulansa indirdikleri hasta tamamen yanmıştı. Sadece kim diye sordum kahramana. Onun ardı sıra Dizdar ve Ferhat indi arabalarından. Dizdar’a dönüp...
Kim o, yakınınız mı? diye sordum. Dızdar gözlerimin içine bakıp "Bervan," diyince, bütün bedenim bir boşluğa düştü adeta. Sadece hissettiğim içimdeki acı ve bedenimin boşluğa düşüşüydü. Kahramanın, "Sikerim böyle işi, ne yaşadı lan bu kız?" diyen sesi vardı kulaklarımda. Karanlıktan bir türlü çıkamıyordum. Bervan, arkasını dönmüş, sadece gittiğini görebiliyordum. Gitme diyemiyorum, kal demediğim gibi. "Affet beni, Zumra," dediğinde, gözlerimi açtım. Kolumda serum vardı, odada kimse yoktu. Yataktan doğrulup kolumdakini çıkardım. Ayağa kalktığımda, biraz sendelemiş olsam da zor da olsa odadan çıktım. Karşıma çıkan ilk hemşireye Bervan’ı sordum. "Yoğun bakımda," diyip beni yönlendirdi. Asansöre binip, üçüncü katta indim. Asansörün kapısı açıldığında, Kahraman, Dızdar, Ferhat ve birçok kişiyi gördüm. Onlara doğru giderken, Dızdar yerinden kalkıp yanıma geldi.
Zümra:
Kim, nasıl yaptı, diye bildim sadece.
Dizdar:
Kimse bir şey yapmadı. Arabası şaranpoleden uçmuş ve yanmış, dediğinde elimle sus dedim. Onun yatığı yoğun bakımın camının önüne durduğumda, doktorlar içeriye doğru koşarak girdi. Bir şey oluyor dediğimde, Kahraman beni oradan uzaklaştırmak istediğinde, onun elinden sıyrılıp içeri girdim.
Zümra:
Bervan! Bervan! dediğimde, hemşireler beni çıkarmak istese de boşuna çabaladılar. Doktorların şok vermesine rağmen monitör sesi değişmemişti. Doktor "Ölüm saati 21:40," diyip yüzünü kapatınca avazım çıktığı kadar bağırmıştım.
Zümra:
Hayır, ölemez! Hayır, Bervannnnnnn!
Haykırışım, hastanenin her köşesinde yankılanıyordu. Sesim o kadar gür çıkıyordu ki, sanki tüm odalar, koridorlar birdenbire beni duymuş gibi hissettim. Karnıma giren sancı o kadar şiddetliydi ki, adeta bedenim bükülüyordu. Sanki her bir kasım, acıyla birlikte ağlıyordu. Öne doğru eğilirken, ağrının ne kadar dayanılmaz olduğunu hissettim.
O an çevremdeki herkesin dikkatini çektim. Sesimi duyanlar, yoğun bakımda Bervan’ın öldüğünü öğrenmişlerdi. Bu trajik haber, hastanenin koridorlarında hızla yayıldı. Dızdar ve Kahraman, öfke ve kederle dolu bir şekilde, o kadar hızlı gelmişlerdi ki, adeta her şey yerle bir oluyordu. Hızla hareket etmeye çalıştılar, ancak kalbimdeki boşluk ve bedenimdeki sancı, hiçbir şeyin onlara anlamlı gelmeyeceğini düşündürüyordu.
Karnımdaki sancılar her geçen dakika giderek daha da artıyordu. Her bir nefes alışım, sanki her an sonlanacakmış gibi ağırlaşıyordu. Dızdar, beni gördüğü anda yanıma geldi. O korkulu bakışları ve içindeki endişe, onun bile ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyordu. Bir an için, "Yenge," dediğinde, içinde bir umut ışığı var mı diye bakmaya çalıştım. Ama gözlerimden anladığımdan, o da kaybetmekten korkuyordu. "Onları da kaybedemem, abi," diye bildim.Sadece zar zor, "Yeğenlerime bir şey olmayacak," diyebildi.
Ama artık bu durumla mücadele edecek gücüm kalmamıştı. Ne bedenim ne de ruhum bir şeyleri daha taşıyabilecek durumda değildi. Doktor çağrıldı, ancak ben son nefesimi vermek üzereydim. Bedenim, her geçen dakikada daha da ağırlaşıyor, her şey bulanıklaşıyordu. Canım çıkmış, toprağa girmemiştim. İçimdeki acıyı birleştirip, bir kez daha dünya ile vedalaşıyordum.
Bir insanın her gün dünyasının nasıl başına yıkılabilir ki? Kendimi sorarken, bir yanımda acının yıkıcı gücü ve yalnızlığımın soğukluğu vardı. Her şeyin üzerine bir karanlık çökmüş gibiydi, yalnızca acıyı hissedebiliyordum. O an, ben acının, kimsesizliğin kadını olmuştum. Geriye sadece acının, ruhumda bıraktığı derin yaralar kalmıştı.
Yaptığım hatayı bile söylemdiniz aşk olsun yeninden düzeneyip paylaştım
Kırıldım size 😕
Haftaya kadar bölüm yok küstüm 😞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.19k Okunma |
2.29k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |