
Lütfen yorum yapmayı unutmayın ♥️
Diğer kitaplarıma da göz atabilirsiniz sizleri seviyorum bu arada sizlere bir şey sormak istiyorum sürgün kurgsunu kitap olarak görmek ister misiniz?
Keyifli Okumalar canlarım ♥️
En ağır yük neydi insan oğlu için ya da bu topraklarda neydi bir kadının yaşadığı? Bedel olmak mı acıydı, yoksa kimsesiz kalmak mı? Zümra, babası ve annesi olmasına rağmen hem öksüz hem yetim olandı. Dışı hırçın, dik başlı ve güçlüydü ama içindeki fırtınaları kimse bilmezdi. En sevdikleri toprak olmuştu. Sevdiklerini toprağa vereli, yüreğinde bir mezarlık taşır olmuştu.
Ablası, ağabeyleri ve doğmamış çocuklarının babası onu asla affetmeyecekti ama ölemezdi de. Babası yüzünden acı çekmişti. Babası sürgün etmiş, babası kan davası başlatmıştı ama acısını, çilesini kızı yaşamamıştı. Dayak yemişti, hor görülmüştü, kuma gelmişti. “Yapma!” demişti, “Affetmem!” demişti. Babasına karşı direndikçe kaybetmişti; sevdiklerini, haysiyetini, en önemlisi de kendini…
Saat 21.40. Artık uyuyamayacak, konuşamayacaktı. Yandığı her gün yakacaktı. Zümra “Öldüm,” dedikçe her gün yeniden uyanacaktı. Doğmadan yetim kalan çocukları haykırmıştı, “Olmaz!” demişti ama nafileydi. Dokunduğu beden buz gibiydi; canının yarısı yoktu. Bir yanını toprağa vermişti ama yüreği hâlâ onunlaydı.
Zümra, “Götürmeyin! Ne olur yalvarırım!” diye haykırdı ama çok geçti. Kalbi durmuş, kanı çekilmişti. Bugün Zümra yıkılmıştı. O ağladıkça Diyarbakır ağlamıştı. Kocaman Bervan Arslanoğlu, bir avuç toprağa gömülmüştü. Zümra’nın acısına Amed ağlamıştı. Morgun kapısında Dizdar’a yalvarmıştı.
“Ağabey! Yalvarırım götürmeyin, bırakın! Üşür o!” diye haykırdı. Mehmet Ağa, ilk defa pişman olmuştu kızına yaptıkları için. Zümra, cenaze arabasının arkasında “Beni de gömün yanına!” diye bir kez daha haykırdı. Yüreği yanıyordu. Kimsesiz kalmıştı, çocukları yetim kalmıştı.
Bervan, evine son defa gelmiş, aile üyeleri son kez helallik almıştı. Toprağa gömülmüştü. Yağan yağmur Zümra’nın canını yakıyordu. Olduğu yere yıkılmıştı. Karanlık almıştı Zümra’yı, toprak almıştı Bervan’ı. Uyanmak istemedi, yaşadıklarını kâbus sandı ama gerçekti. Gerçek, yakıcıydı.
Zümra, kendini karanlık bir odada buldu. Soğuk duvarlar arasında yankılanan fısıltılar vardı. Kanlı bir beşik ve önünde ablası vardı. Beşiği sallıyordu ve mırıldanıyordu:
“Kırmızı gül demet demet, kırmızı gül demet demet, sevda değil bir alamet... Balam neni, yavrum neni...”
Zümra ablasına yaklaşıp kanlı beşiği tuttu. Parmaklarının arasında kurumuş kan hissini duydu, yüreği sıkıştı. “Abla, kimin bu bebek?” diye sordu kanlı kundakla yüzleşirken. Ablası gülümsedi. Gülüşünde hüzün vardı, intikam vardı.
“Oğlun,” dedi. “Senin oğlun... O da babasının yanına gelecek.”
Zümra irkildi. Dizlerinin bağı çözüldü. “Hayır abla, onu bana bırak!” diye yalvardı ama ablası kanlı kundağı alıp odadan çıktı. Zümra arkasından koştu, dışarı çıktı ama yoktu. Herkesi kaybetmeye mahkumdu. Her şeyi, herkesi...
Geçirdiği sinir krizleri ve aldığı sakinleştiriciler onu ruhsuz yapmıştı. Yok gibiydi. Bir haftadır odasından çıkmıyor, kimseyi görmek istemiyordu. Kendi içinde bir mahkûmdu. Ama yandıkça yakacaktı. Dimdik ayağa kalkacaktı. Bebeklerini de kaybedemezdi. Arlanoğlu aşiretinin varisleriydi onlar.
Bugün büyük gündü. Arslanoğlu aşiretinin başına Bervan'ın amcasının oğlu Âgır geçecekti. Meclis toplanacaktı. Berfin’i onunla evlendireceklerdi. Amaçları mal bölünmesin diyeydi. Kahraman sevdiği kızı kaçırmak için herhesi yakamaya hazırdı ama .Zümra, Kahraman’ı arayıp “Bir şey yapma,” dedi.
Günler sonra duş alıp siyah bir kazak ve siyah bir kot giyindi. Başına beyaz ince bir şal aldı. Acısı vardı, beyaz şal o yüzdendi. Aynaya bakıp acı bir tebessüm yüzünü aldı. Bir gün başına alacağı şalın, kocasının acısının temsili olan şalı olacağına inanmazdı.
Odasında başı yerde çıkıp kapının önünde başını dik tuttu. Artık duygusuzdu, kimsesizdi. Zümra, bir yanı buruk yetim olandı. Merdivenlerden inip etrafa baktı. Annesi ortalıkta yoktu, muhtemelen babası mehmet ağa da Arslanoğlu konağındaydı.
Konaktan çıkıp arabasına bindi. Şahin de Mehmet Ağa ile gitmişti. Yirmi dakika sonra Arslanoğlu konağına geldi. Zümra’nın geldiğini görenler ceketlerinin düğmelerini kapattı. Avludan içeri girdiğinde doğrudan büyük salona yöneldi. Kimse onu durduramadı.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde Mehmet Ağa kızını karşısında görünce ayağa kalktı. Zümra, Âgır’ın karşısına geçip “Şahin!” diye bağırdı. Şahin içeri girip silahını verdi. Kadir yerinden kalkıp Zümra’nın karşısında durdu:
Kadir:
“Yapma bacım! Allah aşkına dur! Herkesi öldürmekle eline ne geçecek?”
Zümra:
“Çekil ağabey! O kim ki Bervan’ın yerine geçecek? Hem de bacım dediği kıza göz koyacak!”
Âgır:
“Yenge, ben istemiyorum zaten Berfin’i. Babama laf geçirebiliyorsan, buyur...”
Zümra:
“Buradaki herkes bilsin ve duysun! Bervan’ın doğacak çocukları vardır. Onlar büyüyüp serpilenene kadar Arslanoğlu’na ait her şey benim üzerimedir. Ve hanım ağaları olarak ağalarının yerini aldım. Ben Zümra Arslanoğlu ve Aldanoğlu aşiretinin tek hanım ağasıyım. Buna karşı çıkan varsa, canını almakla kalmam, bütün ailesini yok ederim!”
O gün Zümra, iki aşiretin tek hanım ağası oldu. Amed, bugün bir kadının neler yapabileceğine şahit oldu. Küçük yaşta evliliği yasakladı, hüküm
artık onundu. O, Zümra’ydı... Güçlü kadın, var olandı.
Zümra’nın sözleri odada yankılanırken herkes nefesini tutmuştu. Arlanoğlu aşireti, karşısında dimdik duran bu kadının gücüne tanıklık ediyordu. Kimse itiraz edemedi, çünkü gözlerinde gördükleri öfke, acının körüklediği cesaretle harmanlanmıştı.
Mehmet Ağa, kızının bu kadar güçlü durmasına hem gurur duydu hem de korktu. Onun bu hale gelmesine kendisinin sebep olduğunu biliyordu. Gözleri doldu ama bunu belli etmemek için yüzünü çevirdi. Zümra'nın gözleri, amcasının oğlu Âgır’ın gözlerinde sabitlendi.
“Âgır,” dedi Zümra, sesi soğuk ve sertti, “Eğer hâlâ bu aşiretin başına geçmek gibi bir niyetin varsa, bil ki önce beni aşman gerekecek. Ama bunu yapmaya kalkışırsan, Bervan’a kavuşursun.”
Âgır, Zümra’nın gözlerindeki kararlılığı gördü ve başını önüne eğdi. “Benim gözüm yok, yenge,” dedi. “Sadece babamın lafıyla hareket ettim.”
Zümra, gözlerini ondan çekip odadaki diğerlerine çevirdi. “Bugünden itibaren,” dedi yüksek sesle, “Arlanoğlu aşireti de Arslanoğlu aşireti de benim hükmüm altındadır. Kimse bunu tartışmayacak. Kan davası güden, küçük yaşta kız veren, haksızlık yapan karşısında beni bulur. Anlayan varsa, şimdi gidebilir. Ama anlamayan olursa, burada kalıp hesabını versin!”
Salondaki erkekler birbirlerine bakıp sessizce başlarını eğdiler. Kimse bu kadının karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Bir bir odadan çıktılar, ceketlerinin düğmelerini ilikleyip saygıyla selam verdiler.
Zümra, babasına döndü. Mehmet Ağa’nın gözleri yaşlıydı. Kızı, yıllar önce kırıp döktüğü, öksüz ve yetim bıraktığı o küçük kız değildi artık. Güçlüydü, korkusuzdu. Ama Mehmet Ağa, onun içindeki yaraları görebiliyordu. Zümra, babasına yaklaşıp sertçe sordu:
Zümra, “Kan davası yüzünden kızını yaktın be Mehmet Ağa,” dedi, sesi titrek ama kararlıydı. Gözleri, babasının gözlerine kenetlendi. Hırçın bakışları, içindeki öfkeyi dışa vuruyordu.
Mehmet Ağa derin bir nefes aldı, bakışlarını kızından kaçırarak yere indirdi. “Töre buydu kızım… Atamız bize böyle öğretmişti,” diye cevapladı. Sesi kararlı gibi görünse de içinde kopan fırtınaları kimse fark edemedi.
Zümra, başını ağır ağır salladı. “Töre...” diye tekrarladı, sesi alayla karışık bir acı taşıyordu. Dudakları titredi, gözleri nemlendi ama dik duruşunu bozmadı. “Söylesene Mehmet Ağa, töreniz yüzünden neden biz kadınlar acı çekiyoruz? Neden dayak yiyoruz? Neden kurban hep biz oluyoruz? Buna da bir cevabınız var mı?”
Mehmet Ağa, başını ilk defa eğdi. Omuzları çöktü, bakışları yere düştü. Yılların yükü altında eziliyordu şimdi. İlmek ilmek pişmanlık sardı bedenini. Bir ömür boyu peşinden koştuğu töre, kızının gözlerinde öfkeye dönüşmüştü. Ne cevap vereceğini bilemedi.
Zümra, cevap alamayacağını anladığında, gözlerindeki yaşları silerek arkasını döndü ve ağır adımlarla yürüdü. O gün, Mehmet Ağa’nın yüreğinde derin bir yara açtı. İlk defa töreye olan inancını sorguladı, ilk defa kızına ihanet ettiğini hissetti.
Bir haftanın sonunda Zümra, kendini Bervan’ın mezarının başında buldu. Mezarlık sessizdi, rüzgar hafifçe esiyor, kuru yaprakları savuruyordu. Mezarın önüne geldiğinde “Bervan Arslanoğlu” yazılı tahta parçasına baktı. Soğuk toprağın kenarına çöktü, dizleri titredi.
Dışı öfke, içi ateşti. Gözlerinden düşen her damla yaş, tenini yakıyordu. Titreyen parmaklarıyla mezar taşına dokundu. “Seni benden aldılar, Bervan… Gözümün önünde toprağa koydular seni.
“Kime emanet edeceğim doğacak çocuklarımızı? Kim koruyacak onları? Kim öğretip büyütecek? Ben mi? Ben mi koruyacağım onları, Bervan? Oysa ben kendimi bile koruyamadım kimseden. Şimdi onları nasıl koruyayım?”
Rüzgar biraz daha sert esti, saçlarını savurdu. Zümra, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Boşluktu her yanı acı ile kıvranıyordu bedeni .
“Yanıyordu yüreğim,” diye fısıldadı. “Kalbim artık dayanmıyor yaşadıklarıma. Sanki her gün biraz daha ölüyorum. Beni burada bırakıp gittin, Bervan… Neden?”
Cevap beklemedi, cevap alamayacağını biliyordu. Ama acısı dinmiyordu, geçmiyordu. Gözleri toprağa kilitlendi. “Yanına gelmek istiyorum,” dedi.
Toprak soğuktu. Ellerini mezarın üzerinde gezdirdi. “Seni benden aldılar, Bervan… Ama bana bıraktığın emanetleri kim koruyacak? Kim sahip çıkacak onlara?”
Mezarlık sessizdi. Sadece rüzgarın hışırtısı duyuluyordu. Sanki dünya onun acısına hürmeten susmuştu. “Ben artık yok gibiyim,” diye fısıldadı. “Ruhum burada, bu toprağın altında kaldı. Kimsesiz kaldı bir yanım el oğlu…”
Bir süre daha orada oturdu, sessizce ağladı. Gözyaşları toprağa karıştı, acısı kök saldı. Rüzgar, Zümra’nın fısıltılarını alıp bilinmeyene savurdu. O, artık sadece hatıralarla yaşayan bir kadındı…
Arkasından adımlar duydu. Başını çevirdiğinde Şahin’i gördü. Gözleri doluydu, belli ki o da ağlamıştı. “Hanımım, gidelim artık,” dedi, sesi kısıktı. “Hava soğuyor, hasta olacaksınız.”
Zümra başını eğdi, gözlerini mezardan ayıramıyordu. Son bir kez daha dokundu, parmaklarını toprağa gömdü. " Nasıl geçer bu acı bilmiyorum ama seni hala afedemiyorum Bervan ağa" dedi
Zorlukla ayağa kalktı, başı döndü, sendeledi. Şahin koluna girdi, destek oldu. Birlikte mezarlıktan çıktılar. Zümra, her adımında biraz daha ağırlaştı, sanki mezarla arasında görünmez ipler vardı. Geri dönmek istedi ama dönmedi.
Şahin arabayı çalıştırdı. Zümra, camdan dışarı bakarak uzaklaşan mezarlığa baktı. “Seni asla unutmayacağım,” diye fısıldadı. “Ölene kadar seni seveceğim…”
Araba hızlandıkça mezarlık kayboldu. Ama acısı, içinde büyümeye devam etti. Zümra artık sadece bir kadın değildi. O, yaralı bir kalbin taşıyıcısıydı. Ve bu yük, omuzlarına çöktü… Sonsuza dek.
Ölmek istedi artık… Ölmek için bir nedeni daha vardı ama yaşamaya mahkumdu. Kader, ona daha çok acı yaşatacaktı. Gözleri kurumuştu ağlamaktan, içindeki fırtına dinmiyordu. Her nefes alışında ciğerleri yanıyor, kalbi paramparça oluyordu. Kendini öylece boşluğa bırakmak istedi ama yapamazdı. Ölmek, ona bir kurtuluştu ve kader onu yaşamaya zorluyordu.
Arabada çalan telefonla irkildi Zümra. Hızla gözyaşlarını sildi, derin bir nefes aldı. Arayan Efnan’dı. Günlerdir yanına gelmek için yalvarmış, kapısında beklemiş ama Zümra izin vermemişti. Bu defa telefonu açtı. Sesi titriyordu ama bunu belli etmemek için çabaladı.
Zümra: “Söyle, Efnan.”
Efnan’ın sesi endişeliydi, içinde kırık dökük bir umut taşıyordu.
Efnan: “Zümra, çok şükür iyisin! Konağa geldim, yoktun. Merak ettim.”
Zümra, derin bir nefes aldı. Yorgundu… Çok yorgun. “Gelirim. Bir sorun mu var?” diye sordu, sesi soğuktu.
Efnan: “Yok, seni merak ettim teyze kızı. Uzun zamandır görünmüyorsun.”
Zümra: “Tamam,” deyip telefonu kapattı. Gözleri boşluğa daldı. Biliyordu… Efnan’ın da canı yanıyordu. Çünkü Miran, bir hafta önce evlenmişti. Ona koca bir yalan bırakmış, başka bir hayat seçmişti.
Zümra, telefonu sımsıkı kavradı. Parmakları beyazlayana kadar bırakamadı. Nefesi sıklaştı, öfkesi yeniden alevlendi. Araba ara sokağa girip konağın önünde durdu. Daha arabadan inmeden, gözleri Miran ve karısı Keje’ye takıldı. Onlar da arabadan iniyordu.
Miran, başını eğmişti, yüzünde utancın gölgeleri vardı ama Keje… Keje gülümsüyordu. Mutluydu. Gözlerinde zaferin parıltısı vardı.
Zümra’nın kalbi sıkıştı, boğazında bir düğüm oluştu. İçindeki acı dalga dalga yükseldi. İhanet… Onu en çok bu kelime yaralıyordu. “Sabır,” diye fısıldadı kendi kendine. “Sabır Zümra…" dedi kendi kendine.
Derin bir nefes alıp arabadan indi. Dik durdu, başını dimdik tuttu. Yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Donuk gözlerle Miran’a baktı.
Zümra: “Hayırdır Miran? Sebebi ziyaretin ne?”
Miran, gözlerini kaçırdı. Ne Zümra’nın bakışlarına ne de sözlerine karşı koyabiliyordu. “Başsağlığına geldim,” dedi, sesi alçak ve suçluydu.
Zümra’nın gözleri kısıldı, dudakları ince bir çizgiye dönüştü. Öfkesini bastıramadı, sesi soğuk ve keskin çıktı: “Öldürdüğün Efnan’ın mezarına gidip dirisinden başsağlığı diledin mi?”
Miran’ın yüzü bembeyaz oldu. Sözler adeta tokat gibi çarptı ona. Başını eğdi, gözleri yere sabitlendi.
“Bu konu kimseyi ilgilendirmez, teyze kızı. Artık evlendim, o konu da kapandı,” diyerek arkasını döndü.
O an Zümra’nın dünyası karardı. Her şey silikleşti, sadece Miran’ın sözleri yankılandı kulaklarında. O konu kapandı… Kapandı mıydı? Efnan' a yaşatıkları, umutları, hayalleri bu kadar kolay mıydı silip atmak?
Ellerini yumruk yaptı. Tırnakları avuç içine battı, kanadı. Ama o acı, içindekinin yanında bir hiçti. Gözlerini Şahin’e çevirdi. Şahin, Zümra’nın bakışından ne istediğini anlamıştı. Artık kelimelere gerek yoktu.
Şahin, belinden silahı çıkarıp ona uzattı. Zümra, kararlı bir hareketle silahı aldı ve Miran’a doğrulttu. Soğuk metal avuçlarında titreşiyordu. Gözleri alev alevdi, sesi buz gibiydi.
Zümra: “ Başsağlığını kabul ettim say. Sadece on saniye içinde kaybol. Yoksa amcan gibi seni de sakat bırakırım!”
Sözleri keskin bir bıçak gibi havayı yarıp geçti. Zümra, o anın intikamını alıyordu. Aylar önce amcası ona, “Kadın başına erkek işine karışılmaz, kocana güvenme,” dediği için şirkette bacağına sıkarak göndermişti. Şimdi sıra Miran’daydı.
Miran’ın gözleri korkuyla büyüdü. O güçlü adam gitmiş, yerini titreyen bir çocuk almıştı. Korkuyordu… Hem Zümra’dan hem de kendi vicdanından.
Tek kelime etmedi. Gözlerini kaçırarak hızla arabaya bindi. Keje, şaşkın ve korkmuş bir halde ona bakıyordu. Miran, kadına bile dönüp bakmadı. Gazı sonuna kadar bastı ve araba tozu dumana katarak uzaklaştı.
Zümra, silahı Şahin’e geri verirken gözlerindeki öfke dinmemişti. Dizlerinin bağı çözülüyordu ama ayakta kalmak zorundaydı. Güçlü görünmek… Hayatta kalmanın tek yolu buydu.
Sessizce konağa girdi. Kapıdan adımını atar atmaz derin bir nefes aldı. Göğsü inip kalktı, kalbi çarpıyordu. İçindeki fırtına dinmemişti. Öfke, nefret ve acı birbirine karışmıştı. Deliydi… Ve artık daha hoyrattı.
O gece, odasında efnan ve Zümra sessizce ağladı. Yastıkları gözyaşlarıyla ıslanırken, içindeki yangınlar daha da büyüdü. Ama Zümra.Biliyordu… Bu ateş onu yakacaktı. Ama yanarken bile güçlü olacaktı. Çünkü Zümra artık hayatta kalmak için değil, intikam almak için yaşıyordu.
Bervan'ın arabasının frenlerinin kesildiğini öğrenmişti Zümra. O an, içinde patlayan bir öfkenin yanı sıra derin bir boşluk da vardı. O gece, her şeyin sonu gibi hissediyordu; kaybolan her şeyin, bir daha geri gelmeyecek olan her anın... Yalnızca öfke değil, aynı zamanda kaybının acısı da içini yakıyordu. Bervan'ı kaybetmenin ardından, ruhu adeta zırh gibi sertleşmişti.
Bu gece, son defa ağlayacaktı. Bir şekilde, yıllardır biriktirdiği acıların, gözlerinden süzülen yaşlarla dışa vurmasına izin verecekti. Ama bu, bir tür veda gibi olacaktı. Ağlamaktan bile bıkmış, içindeki acıyı daha fazla taşımaya gücü kalmamıştı. Bu, bir dönemin bitişiydi ve sabah, her şey yeniden başlayacaktı. Sabaha uyanırken, Zümra'nın yüreğinde bir şeyler değişmiş olacaktı; karanlık, yıkıcı bir değişim.
Yarın, Amed'in her köşesinde iz bırakacak, her karış toprağını ateşe verecekti. Yandıkça yakacak, acı çektikçe, her bir cana aynı acıyı yaşatacaktı. Kimse Zümra'nın acısını anlamamıştı; kimse onu dinlememişti. Ama o, bütün Amed’e bir ders vermek için kararlıydı. Ona bunu reva görenler, bunun bedelini ağır ödeyeceklerdi. Zümra, her şeyin peşine düşecek, kimseyi affetmeyecek, kiminin kalbini parçalarken, kiminin hayatını silip süpürecekti. Bu, bir intikam değil, bir dönemin intikamı olacaktı. Ve Zümra, Amed'in her köşesinde adını fısıldatacak, tarihin unutturamayacağı bir yara bırakacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.21k Okunma |
2.32k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |