57. Bölüm

57.Ben kuralsız oynarım

Mavi Yazar
maviyazarr

Yorum ve oy vermeyi unutmayın ve bu arada iki bölüm falan kadı

Keyifi okumalar ♥️

 

 

 

 

 

 

Dizdar 'dan

 

 

Günler birbirini kovalıyordu.

 

Kardeşim Bervan’ın yokluğu, Zümra’yı her geçen gün daha da perişan ediyordu. Hayatı, yalnız başına omuzlamaya çalışıyordu. Kadere inancı var mıydı, bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı: Kader onun yüzüne hiç gülmemişti. Onun payına düşen mutluluk değil, acıydı. Öyle bir acı ki, insanın içine oturup nefesini kesecek cinsten. Yok olmak isteyip her acıyı iliklerine kadar yaşamak… Zümra’nın kaderinde bu vardı.

 

Her sabah erkenden, saat altıda Bervan’ın mezarının başında olurdu. Aylardır… Hiç aksatmadan… Sabahın ayazında, elleri titreyerek, gözleri şiş, sesi kısık… Bervan’a anlatırdı her şeyi. Gün içinde kime ne yaptığını, neler hissettiğini, nasıl delirdiğini… Ve sonunda her seferinde aynı cümleyi fısıldardı mezar taşına:

 

“Seni asla affetmeyeceğim.”

 

O deliriyordu. Hem de öyle sıradan bir delilik değildi bu. Temiz delirmişti. Kimse anlamıyordu ama ben anlıyordum. Kardeşimin emaneti gözümün önünde her geçen gün daha da kayboluyordu.

 

Ben mi?

 

Ben ise boncuk gözlüm için deli divane olmuştum. Aramadığım yer kalmamıştı. Geceleri uyku nedir bilmez olmuştum. Yüzüne hasret kaldığım, gözlerine doyamadığım kadın benden kaçıyordu. Hak ettim. Ben mutlu olmayı hak etmiyordum. Ah vardı boynumda… Ve o ah, yakamı bırakmıyordu.

 

Sabah uyanıp her zamanki gibi Zümra’yı yalnız bırakmamak için mezarlığa gittim. Kaç saat bekledim bilmiyorum ama gelmemişti. Oysa bugüne kadar hiç aksatmamıştı. Arabada oturup beklemeye devam ettim, ama içimde garip bir huzursuzluk vardı.

 

Ve o huzursuzluk, abimin aramasıyla yerini paniğe bıraktı.

 

Telefonu açtığımda duyduklarıma inanamadım.

 

Zümra yenge, Amed’in içinden geçmişti.

 

***

 

Soluğu Aldanoğlu Konağı’nda aldım. Büyük demir kapıyı hızla açıp içeri girdim. Öfkem burnumda tütüyordu. Avluya adımımı attığımda, gördüğüm manzara karşısında kanım dondu.

 

Zümra, taş masada oturmuş kahvaltı yapıyordu. Berfin ve Melek, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Sanki Zümra, birkaç saat önce ortalığı kan gölüne çevirmemiş gibi. Sanki birkaç saat önce ardında cesetler bırakmamış gibi…

 

Mehmet Ağa ise burnundan soluyordu. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti, öfkeden titriyordu. Ama kimse konuşmuyordu.

 

Sadece Zümra, sakince çayını yudumluyordu.

 

Gözlerini bana çevirdi ve dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleştirdi.

 

Zümra:

– Geç kaldın, Dızdar Ağa.

 

Sesi öyle soğuktu ki, iliklerime kadar hissettim.

 

Dizdar:

– Ne yaptın yenge sen?!

 

Zümra kaşlarını kaldırıp güldü. Ama o kahkaha, normal bir kahkaha değildi. Soğuktu, meydan okuyan bir şeydi.

 

Zümra:

– Gereken neyse onu yapıyorum.

 

Gözlerimi kısıp üzerine doğru bir adım attım.

 

Dizdar:

– Durmayacaksın yani? Daha ne yapacaksın?! Ölmek mi istiyorsun, yenge?! Karnındaki canlara da mı acımıyorsun?!

 

Zümra, gözlerini dikti bana. Birkaç saniye boyunca sessizlik oldu. Sonra yerinden kalktı ve ağır adımlarla yanıma geldi.

 

Zümra:

– Karnımdaki canların babasının ölüm emrini verenler acıdı mı ki ben de acıyayım, Dızdar Ağa?

 

Boğazım düğümlendi.

 

Zümra:

– Bu yaptıklarım… diğer yapacaklarımın yanında hiçbir şey. Hepsi bana ölmek için yalvaracak. En sevdiklerini alacağım. Bana kim ne yaşattıysa, aynısını yaşayacak.

 

Sonra, başını çevirip gözlerini Mehmet Ağa’ya dikti.

 

Zümra:

– Değil mi, Mehmet Ağa?

 

Mehmet Ağa tek kelime etmedi. Gözleri Zümra’nın ellerine gitti. Ben de o an fark ettim… Tırnaklarının arasına kan bulaşmıştı.

 

Yutkundum.

 

Dizdar:

– Kim verdi ölüm emrini, yenge?

 

Zümra:

– Benden değil, Kurtuluş Aşireti’nden korkanlar… Bervan’dan sonra sıradaki benmişim.

 

Sonra gururla bir kahkaha attı.

 

Zümra:

– Kadın olduğum için önce Bervan’a kıydılar ama hata yaptılar. Asıl tehlikeli olan bendim.

 

Gözleri ateş gibi parlıyordu. O gözlerde, ne korku vardı ne pişmanlık. Sadece intikam…

 

Dizdar:

– Kurtuluş Aşireti’ne ne yapacaksın?

 

Zümra:

– Zamanı gelince öğrenirsin.

 

Dizdar:

– Nasıl kimse senden şikayetçi olmadı? Polis delil bile bulamamış.

 

Zümra hafifçe gülümsedi.

 

Zümra:

– Bu da benim sırrım olsun, Dızdar Ağa.

 

İçim ürperdi. Ne yapmıştı? Nasıl yapmıştı? Kime ne yapmıştı?

 

Dizdar:

– Yenge, sen iyice delirmişsin. Elif’in yanına git. Buralarda gözükme.

 

Zümra:

– Ben deliyim… Bir akıllı sizsiniz, değil mi?

 

Sonra bana doğru yaklaşıp gözlerimin içine baktı.

 

Zümra:

– Ayrıca, Elif’in yanına gitmek

ten daha önemli işlerim var.

 

Ardından, avludaki sessizliği ağır adımlarla yararak yürüdü.

 

Ve çıktı, gitti.

 

 

Zümra’nın arkasından bakakaldım. Avluda ölüm sessizliği hâkimdi. Bir tek, rüzgârın taş duvarlara çarpıp çıkardığı o incecik uğultu vardı. İçimde tarifsiz bir huzursuzluk… Bir şeyleri engellemem gerekiyordu, ama neyi? Zümra’yı durdurmak mı? Onu yolundan çevirmek mi? Bilmiyorum… Bildiğim tek şey, artık onun geri dönüşü olmadığıydı.

 

Mehmet Ağa, ağır adımlarla yanıma yaklaştı. Kaşları çatılmış, yüzü kaskatı kesilmişti. Gözleri hâlâ Zümra’nın gittiği yerdeydi. Sesinde öfkeden çok çaresizlik vardı.

 

Mehmet Ağa:

– Artık bu kızı kimse durduramaz, Dizdar.

 

Başımı eğdim. O da biliyordu, ben de biliyordum. Zümra’yı bu yoldan döndürecek kimse yoktu.

 

Dizdar:

– Onu rahat bırakacaklarını mı sanıyorsun, Mehmet Ağa? Bugün Amed’in içinden geçmiş… Yarın ne olacak? Kurtuluş Aşireti bunu karşılıksız bırakmaz.

 

Mehmet Ağa, başını ağır ağır salladı.

 

Mehmet Ağa:

– Zaten bırakmayacaklar. Bu, intikam meselesi. Kan döküldü mü, durmaz.

 

Biliyordum. Amed’de, aşiretlerin arasında işler böyle yürürdü. Bir canın bedeli başka bir candı. Bir kan akıtıldı mı, karşılığı alınırdı. Zümra bunun farkında mıydı? Farkında olmasa, böyle gözü kara hareket eder miydi?

 

Gözlerimi sımsıkı kapatıp dişlerimi sıktım.

 

Dizdar:

– Onu bulup durdurmam lazım.

 

Mehmet Ağa, derin bir nefes aldı. Sonra, ilk kez doğrudan gözlerime bakarak konuştu:

 

Mehmet Ağa:

– Eğer onu durdurursan, sonun Bervan gibi olur, Dizdar.

 

İçime buz gibi bir şey oturdu.

 

Yutkundum.

 

Olanları düşündüm… Zümra’nın gözlerindeki ateşi, ellerine bulaşan kanı, kahvaltı sofrasında otururken sergilediği o sakinliği… İnsan, ancak zihni bıçak gibi keskinleştiğinde bu kadar tehlikeli olurdu. Artık onun ne merhameti vardı, ne korkusu.

 

Yine de onu yalnız bırakamazdım.

 

Dizdar:

– Ben kardeşimi yalnız bıraktım. Sonra da onu toprağa koydum. Zümra’yı da bırakmamı mı istiyorsun, Mehmet Ağa?

 

Mehmet Ağa sustu. Cevap vermedi.

 

O da biliyordu… Ben, Zümra’nın gölgesi olacaktım. O nereye giderse, ben de oraya gidecektim. O, kendi yolunu çizecekti, ben de onun ardında duracaktım.

 

Ne olursa olsun.

 

 

Avluda içimi kemiren sessizliği Mehmet Ağa’nın derin nefesi bozdu. O, sırtını taş duvara yaslayıp başını hafifçe gökyüzüne kaldırırken ben gözlerimi Zümra’nın ardında bıraktığı izlere diktim. O kadın, başka birine dönüşmüştü.

 

Artık bir Zümra yoktu. Onun yerine, kocasının intikamını almaya ant içmiş, korkusuz bir kadın vardı.

 

Kendi içimde savaş veriyordum. Ben ona engel olmalı mıydım, yoksa onunla yan yana mı yürümeliydim?

 

Mehmet Ağa’nın sesi, düşüncelerimi böldü.

 

Mehmet Ağa: – Kızım kendini yakacak sonu ölüm olucak aldanoğlu aşireti onun gölgesi dedi

 

Gözlerimi kısıp yaşlı adama döndüm. Oğlunu toprağa vermiş, kızı göz göre göre ölüme yürüyordu. Bense onun son umudu olmalıydım. Ama kalbimde yanan öfke, bana başka bir şey fısıldıyordu.

 

Dizdar: – Kardeşimin emaneti o… Onu tek başına bırakıp bende gitmem, Mehmet Ağa?

 

Yaşlı adam gözlerini kaçırdı. Yüzüne sert bir ifade yerleşti.

 

Mehmet Ağa: – Zümra geri dönemez, oğlum. Bu yolun sonu ne bilmiyorum ama kendi ellerimle yaratım onu . dedi

 

Elimi yumruk yaptım

 

Dizdar: – Bunun farkında olman güzel Mehmet Ağa

 

Mehmet Ağa gözlerini bana dikti. Öfkeden çok kabulleniş vardı. Biliyordu. Zümra geri dönmeyecek yollara gitmişti, ama ben de dönmeyecektim onun yolundan.

 

Mehmet Ağa: – Kızım ateş olmuş yandıkça yakıyor.

 

İçimde bir fırtına koptu. Gözlerimi sımsıkı kapattım.

 

Kardeşimin mezar taşını düşündüm. Zümra’nın yanan gözlerini… Ve bu kan davasının artık geri dönülmez bir yola girdiğini…

 

Gözlerimi açtığımda kararımı vermiştim.

 

Dizdar: – Kardeşimi toprağa koydum, ama Zümra’yı koymayacağım.

 

Sırtımı döndüm ve konağın demir kapısına doğru yürüdüm. Zümra’yı bulacaktım.

 

Ya onu durduracaktım… Ya da onunla beraber yanacaktım o bana kardeşimin emaneti ve kız kardeşim yenrinde.

 

Gerekirse Zümra’yı korumak için her şeyi yapardım. İçimde bir şeylerin kopuşunu hissediyordum. Bu, tek bir anlık bir karar değil, uzun bir yolun başlangıcıydı. Bir yanda Zümra, intikam peşinde koşarken; diğer yanda, ben onunla yanmaya ya da onu koruyarak her şeyin son bulmasına tanıklık etmeye karar veriyordum. İkisi de sonsuza dek değişmeyecek bir yoldu.

 

Sürekli, her kararın bıçak sırtı olduğunu düşündüm. Zümra'nın gözlerindeki ateşi, ellerine bulaşan kanı ve adım attığı her yolda bırakacağı izleri gördüm. O kadar derin bir karmaşa vardı ki içinde, ne doğruyu ne de yanlışı bulabilmek neredeyse imkansızdı. Ama bir şey kesindi: Zümra’yı tek başına bırakmaya gönlüm razı değildi.

 

Arabama bindim. Motorun hırıltısı, beynimde yankı yaparken gözlerim yolda ilerliyordu. Ellerim direksiyonun üzerinde sıkıca kavruluyordu. Zümra'nın gitme kararlılığını bir şekilde anlamıştım. Onunla aynı yolu yürüyüp yürümemek, bütün hayatımın kararını verecekti. Ama bir şey kesindi: O kadını yalnız bırakmazdım.

 

Telefonumu cebimden çıkarıp kahramana kısa bir mesaj yazdım. Beni anlar, ne demek istediğimi…

 

Mesaj:

"Bugün ya yanacaktık, ya da yakacaktık."

 

Hızla telefonumu cebime attım ve düşüncelerim arasında kayboldum. Eğer o ateşe bir adım atacaksa, ben de onun yanında olmalıydım.

 

 

 

 

 

_*_

 

 

Kahraman 'dan

Bervan’ın kırkı çıktıktan sonra biriken işlerimi halletmek için İstanbul’a geldim. Bervan’ı da getirmek vardı aslında ama inat edip benimle gelmedi. Her seferinde canıma yandığı kadar, evlenelim desem de bir türlü kabul etmiyordu. O kadar uğraşsam da aklımda tek bir şey vardı: Kürt kızı, şu an benim yanımda, kollarım arasında olması gerekiyordu. Sıktır, ben iyice kafayı ona takmıştım, baya baya aşık olmuştum. Kapının çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. “Gel,” dememle Ali içeri girdi. Burada, hayatımda güvendiğim tek kişiydi; benimle birlikte aynı yurt evinde kalıyordu. On sekiz yaşında, yurtla ayrıldığımda ailemin hala hayatta olduğunu öğrendim, onların öldüğünü de aynı gün öğrendim. Babamın tek çocuğu olduğum için tüm malını bana devretmişti. Neden bıraktılar diye hep düşünmüştüm. Bir yılın sonunda Ali' yi de yurt evinden çıkarıp yanımda alıp götürdüm. Benden iki yaş küçüktü ama o, tek ailemdi, kardeşimdi. İletişim şirketlerinin aslında bir paravan olduğunu, babamın koltuğundaki mafya lideri oldum.

 

Ali: “Hayırdır abim, ne düşünüyorsun?”

 

Kahraman: “Bir şey düşündüğüm yok, yokluğumda işler iyice sarpa sarmış.”

 

Ali: “Abim, işler gayet bıraktığın gibi ilerledi ama sen aklını nerde bıraktıysan alıp mı gelsen?”

 

Kahraman: “Sikerim senin aklını Alı.”

 

Ali: “Bu dediğin kadın Zümra Aldanoğlu.”

 

Kahraman: “Bir şey mi olmuş lan?”

 

Ali: “Yok, ona bir şey olmamış da galiba Diyarbakır’ın içinden geçmiş.”

 

Kahraman: “Gevelemeden anlat, ne yapmış?”

 

Ali: “Diyarbakır’ın en büyük iş adamlarının iş yerlerini, mekanlarını ve evlerini yakmış. Bütün haberler dünden belli, bu haberle çalkalanıyor.”

 

Kahraman: “Ne diyorsun lan, onun yaptığını nereden biliyorsun?”

 

Ali: “Peşine adam takmamı söylemiştin, ben de taktım. Ayrıca yaktığı her yere ‘ZA’ diye imza bırakıyor. Abim, bu kadın bütün erkeklerden daha taşaklı.”

 

Ali’nın söylediklerini hâlâ idrak etmeye çalışıyordum. Harbiden, bütün erkeklerden daha taşaklı. Bu kadın yanına gidince elini öpmek farz oldu.

 

Kahraman: “Polis delil bulabilmiş mi?”

 

Ali: “Yok, temiz iş yapıyor. Hiçbirisi de şikayetçi olmamış, belli ki hepsi de biliyor kimin yaptığını, yer altı dünyasının mafyası sen değildin de onu mu yapsak? Hatta evlen sen bununla, senin yerine geçirelim, nasıl ama?”

 

Kahraman: “Ali, gırtlağını sikerim. Senin dostum dediğim adamın karısına yan gözle bakmak, benim kitabımda yazıyor mu lan? Sikerim vereceğin tavsiyeleri, kes lan sesini.”

 

Ali: “Bu dostum dediğin adam aylar önce ölü gösterip yanında getirdiğin adam mı? Eğer karısı gerçeği öğrenirse olmayın şeyiyle seni siker abim.”

 

Kahraman: “Benimle birlikte seni de sikmesini istemiyorsan, her şeyi çabuk hallet. Bervan uyandığında karısının karşısına kendi çıkar atık.”

 

Ali: “Bakir bedenimi senin saçma işlerin için fahişe yapamam. Ayrıca adam aylardır komada, ne zaman uyanacağı bile belli değil. Amacın ne senin abim?”

 

Kahraman: “Bakir bedenini al ve çık, yoksa gırtlağını sikerim Ali.”

 

Bu çocuk büyüdükçe daha da salak olup beni deli ediyordu. Kaç ay oldu ama Bervan da uyanmadı. Onu öldürmek isteyenler her yolu deneyecekti. Daha kim olduklarını öğrenemedim, bu yüzden Bervan’ı ölü göstermek zorunda kalmıştım. Araba da yanan, onu öldürmek için gelen adamlardan biriydi. Bayıltıp arabaya kilitledikten sonra yakmıştım. Kim, neden yapsın? Sadece günlerdir düşünmekten beynim dolmuştu. Zümra her gün başka birinin mezarına gittiğini öğrendiğim günden beri vicdan azabım büyüyordu ama az kaldı, hele bir Bervan uyansın.

 

Bervan’ı öldürmek için bu kadar çabalayanların kim olduğunu öğrenip hepsini tek tek öldürdüğümde, Zümra’nın bana yapacaklarını umursamam. Ama inşallah kafama sıkmaz. Ölmekten değil de, gerçekleri Berfin öğrenirse… Siktir. İşte o zaman başım büyük belada. Bunlar beni siker.

 

Kafam allak bullak, düşünceler içinde kaybolmuşken kapının önünde dikilmiş adamlara göz gezdirdim. Yapılacak toplantı için herkes burada olmalıydı, çünkü yokluğumda birileri iş çevirmişti. Yerime geçecek kadar gözleri dönmüş, utanmadan arkamdan oylama yapmışlardı. Umut denen lavuk, benim yerime geçmiş. Benim!

 

Bu işi temizlemeden rahat edemezdim.

 

Parmak iziyle çalışan cam kapının önüne geldiğimde içerideki uğultu anında kesildi. Masanın etrafına dizilen adamlar, beni görünce gerilmişti. Beni tanıyorlardı. Benim olduğum yerde kurallar işlemezdi. Kuralsız oynardım.

 

Kapıyı sertçe iterek içeri girdim. Adımlarım yankılanırken herkesin gözleri üzerimdeydi. Baş köşeye geçip sandalyeye oturduğumda, elimle masaya vurdum. Sessizlik hâkimdi. Kimse konuşmaya cesaret edemiyordu.

 

Kahraman:

"Yokluğumda benim yerime Umut geçmiş. Bakıyorum da yürek yemişsiniz."

 

Umut:

"İşlerinin başında olmayan biri lider olamaz. Her şey kurallarına göre yapıldı."

 

Şerefsizin rahatlığına bak. Beni gözden çıkarmışlar. Gözlerimi kıstım, elim yavaşça belime gitti." Ben kuralsız oynarım."

 

Silahımı çıkardığım gibi tetiği çektim. Umut'un alnından çıkan kan, masaya sıçradı. Adam sandalyesinden geriye düştüğünde çığlık atan olmadı. Herkes ölümün bu masada sıradan olduğunu biliyordu.

 

Silahı masaya koyup diğerlerine baktım. Tansiyon yükselmişti. Odanın içi kan kokusuyla dolarken kimse kıpırdamıyordu. Gözlerimi onlara dikerek sesi titreyen var mı diye kulak kabarttım.

 

Kahraman:

"Şimdi benim yerime kim lider olmak istiyor? Hadi, tekrar oylama yapalım beyler."

 

Herkes birbirine bakıyordu. Kimseden tek bir ses çıkmadı. Ölü gibi duruyorlardı. İçimde bir memnuniyetle ağır ağır başımı salladım. Beni unutmuşlardı ama şimdi hatırladılar.

 

Kahraman:

"Güzel. Madem oylama yapılmıyor, lider benim. Bir daha yokluğumda benim yerime geçen olursa, onu bunun kadar kolay öldürmem. Toplantı bitmiştir," dedim ve sandalyemden kalktım.

 

Adamlar tek tek odadan çıkarken gözlerim hâlâ kanlar içindeki cesetteydi. İhanet her zaman kanla temizlenirdi.

 

Kapının önünde bekleyen Ali’ye döndüm. Kollarını göğsünde birleştirmiş, her zamanki gibi umursamaz bir ifadeyle bana bakıyordu.

 

Kahraman:

"İçeri temizlenecek."

 

Ali:

"Birini de öldürme lan," dedi gözlerini devirere.

 

Dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı.

 

Ali’nin lafına hafifçe gülsem de içimdeki sıkıntı dinmek bilmiyordu. Adamlar yokluğumu fırsat bilip yerime başkasını koymuştu. Gücümü sınamaya kalkmış, beni bu oyundan silmeye çalışmışlardı.

 

Masadaki cesede son bir kez baktım. Umut.

 

Ne büyük hata yaptın be oğlum? Yanlış adamın sırtını sıvazladın.

 

Derin bir nefes aldım, burnuma barut kokusu ve kanın demirsi kokusu karışmıştı. Umut’un cansız bedeni sandalyesinde öne düşmüştü, alnındaki kurşun deliğinden kan sızıyordu. Ellerim silahı sıkmaktan hâlâ geriliydi ama içeriden yükselen sessizlik içimdeki öfkeyi daha da körükledi.

 

Adamlar birer birer salonu terk ediyordu. Kimisi gözlerini kaçırıyor, kimisi yüzünü asıp bana sırtını dönüyordu. Korkuyorlardı. Korkmaları gerektiğini biliyorlardı.

 

Ali yanıma yaklaşıp alçak bir sesle fısıldadı:

"Sırada kim var?"

 

Gözlerimi kısıp derin bir nefes aldım. Bu iş sadece Umut’la bitmiyordu. Bir piyon daha vardı. Oylamayı başlatan, insanları arkamdan çeviren kişi.

 

Kim?

 

İçimdeki öfkeyi kontrol altında tutarak, dişlerimi sıkıp cevap verdim:

"Bunu öğrenmem lazım. Umut sadece piyondaydı."

 

Ali başını salladı. O, fazla soru sormazdı. Beni yıllardır tanıyordu. Bir şey yapacaksam, bunun bir sebebi olurdu.

 

Tam o sırada telefonum gelen mesaja baktım gelen mesaj Dizdar 'dan dı

 

Dizdar

Bugün ya yanacaktık ya da yakacaktık.

Bölüm : 19.02.2025 15:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...