
Lütfen yorum yapmayı unutmayın siz yorum yaptıkça ben bölüm yazmak istiyorum o yüzden oy ve yorum bekliyorum .
Bu arada sürgün kitap olsun mu?
Keyifli Okumalar canlarım ♥️
İnsan, sevdiğini kaybedince kıymetini bilir. Dizdar da sevdiklerini kaybedenlerdendi. Hayat böyle ilerlerdi. Sevdiklerinin yokluğunda insanın yüreğinde açılan boşluk, zamanla kapanmaz; aksine her geçen gün derinleşirdi. Dizdar, yıllarca çektiği vicdan azabıyla baş başa kalacaktı. Geçmişin gölgeleri peşini bırakmayacak, her gece pişmanlıklarıyla yüzleşecekti.
Zümra ise bu hikâyede en çok mutlu olmayı hak eden kişiydi. Acıyla yoğrulmuş bir hayatın içinde, mutluluğu hep elinin tersiyle itmişti. Bervan'ın yokluğunda Diyarbakır'ı yaktı belki, ama içindeki yangını bir türlü söndüremedi. Onun içindeki ateş, ne suyla ne zamanla serinliyordu. Yüreği, her gün biraz daha küle dönüyordu.
Bedeninde iki can büyümeye devam etti, ama göğüs kafesindeki kalp her gün biraz daha yoruldu. Onları dünyaya getirme fikri bile Zümra'yı hayata bağlamaya yetmiyordu. Hastalığı ilerlemişti. Doktorlar dinlenmesi gerektiğini söylese de Zümra'nın dinlenmeye niyeti yoktu. Yaşamak için sebepleri vardı, ama o yaşamak için mücadele etmeyecekti. Yorulmuştu, yormuştu. Canı yanmış, can yakmıştı. Onu ölüme sürükleyen herkes, onunla birlikte yok olacaktı. Diyarbakır'ın en büyük aşiretlerinin hanım ağası olmuştu.
Karanlık bir güç gibi yükselmişti. Kendi yasalarını koymuş, kendi adaletini sağlamıştı. Çocuk gelinleri yasaklamış, okumayan bütün kız çocuklarına en büyük desteği vermişti. Artık mazlumun yanında duran, hakkını arayan kadındı. Yetmiş yaşındaki adam bile adını duyduğunda çekinecek, ona karşı gelmeye cesaret edemeyecekti. Ama bu güç, içindeki boşluğu doldurmuyordu.
Her sabah olduğu gibi, bugün de soluğu Bervan sandığı mezarın başında aldı. Sessizce oturdu, toprağa bakarak dert yandı, içini döktü. Onu affedemese de, yokluğunu kabullenmişti. Oysa ki kocası, hayat mücadelesi veriyordu. Ölümle yaşam arasında ince bir çizgide savaşıyordu.
Zümra, Kurtuluş Aşireti'nin sürdürdüğü kan davasını bitirmişti. Düşmanları, dostları olmuştu. Eskiden adını duyduklarında diş bileyenler, şimdi ona selam vermeden yanından geçmezdi. Ancak bu zaferler, onun yorgun yüreğine bir nebze olsun huzur getirmiyordu.
İçinde büyüyen canlar, beşinci ayına girmişti. Onlarla birlikte Zümra’nın ölümü de adım adım yaklaşıyordu. Belki çocuklarının yürüdüğünü görecek zamanı bile kalmayacaktı. Bu düşünce bile artık onu korkutmuyordu. Bir zamanlar hayallerini süsleyen annelik fikri, şimdi sadece bitmek bilmeyen bir yorgunluğun gölgesinde kalmıştı.
Berfin ve Melek, Dılan Hanım Zümra tarafından konağa alınmıştı. Mehmet Ağa, itiraz etse de torunu Melek için ve Berfin için sessiz bir kabullenişe girdi. Yıllar sonra, Zöhre'si gibi al yanaklı, kıvırcık saçlı torununa kavuşmuştu. O minik eller, yüreğindeki pişmanlıkları biraz olsun hafifletmişti.
Mehmet Ağa kendi üzerinde kalan ve Zana'ya verdiği malları Melek'in üzerine yaptı. Kızının emanetine yıllar sonra kavuşmuştu ve gözünden sakınıyordu. Melek ise yavaş yavaş alışmaya başlamış, her şeyi öğrenince dedesine hak vermişti. "Dede" ve "anneanne" demese de artık mesafeli değildi. İçindeki öfke yavaş yavaş sevgiye dönüşüyordu.
Berfin ise yeniden eğitimine başladı. Kahraman, her gün defalarca arayıp "Evlenelim!" diyordu. Ama Berfin, bu ısrarları göz ardı etti. Hayatında ilk kez kendi ayakları üzerinde durmaya karar vermişti. Derslerine odaklandı, kendi yolunu çizmek istedi.
Dilan Hanım, aldığı fizik tedavi ve ilaçlar sayesinde yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Eski haline dönmese de, en azından baston yardımıyla yürüyebiliyordu. Zümra'ya yaptıkları için pişman olmuş, defalarca helallik istemişti. Ama Zümra, affetmedi. Bervan'ı affedemediği gibi…
Zümra birkaç hafta önce, bütün ağaları öldürmek istediğinde Dizdar ve Kahraman onu durdurmuştu. Gözünü kan bürüyen Zümra, artık mantıklı düşünemiyordu. Her şeyi ve herkesi yok etmek istiyordu. Ama sonunda pes etti. Psikolojik tedavi almaya başladı. Yavaş yavaş yok oluyordu. Her geçen gün biraz daha siliniyor, yaşama dair umutlarını kaybediyordu.
Kaderin ona neler getireceğini bilmeden, Bervan'ın öldüğünü kabul ederek yaşamaya başladı. Her şeyin bittiğini, artık yolun sonuna geldiğini sanıyordu. Ama kaderin onun için başka planları vardı.
Bir gün konağına gittiğinde, karşısında kocasını görünce delirdiğini sandı. Gözlerine inanamadı. Ayakları titredi, kalbi göğsüne sığmadı. Bervan… Yaşıyordu. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgiden geri dönmüştü.
Hayat işte… Onlar birbirinden ayrılmak isteseler de kader, onları birbirine bağlamıştı. Ta ki gerçek bir
ölüm onları ayırana kadar…
_*_
Kahraman 'dan
Bervan bir hafta önce komadan çıkmıştı. Çok şükür, artık kendini toparlamaya başlamıştı. Solgun teni biraz renk kazanmış, gözlerinin altındaki morluklar yavaş yavaş kaybolmuştu. Ama kazayı nasıl yaptığını bile hatırlamıyordu. Belki de hatırlamaması daha iyiydi. Çünkü hatırlasa, bu kadar sakin kalamazdı.
Zümra yenge… Her şeyi benden önce öğrenmiş, olan biteni herkesin içinden geçmişti. Kadın resmen yangın olup Diyarbakır'ı küle çevirmişti. Ama Bervan’a onu ölü gösterdiğimi hâlâ söylememiştim. Gerçeği anlattığım an, bu adam beni harbiden sikerdi.
Hastane koridorunda, "Gerçeği nasıl söyleyeceğim?" diye düşüncelere dalmış, duvarın dibine yaslanmış beklerken Ali yanıma geldi. Üzerinde hâlâ sabahki buruşuk gömleği vardı. Saçları dağılmış, yüzünde uykusuzluktan izler vardı.
Ali:
“Abi, şu senin ihale vardı ya…”
Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
Kahraman:
“Eee, Ali? Ne olmuş ihaleye?”
Ali:
“İhaleyi kaybetmişiz.”
Sözleri kafama dank etti ama anlamak istemedim.
Kahraman:
“Ne demek kaybetmişiz lan? Şaka mı yapıyorsun?”
Ali, dudaklarını büzüp omuz silkti.
Ali:
“Bayağı kaybetmişiz abi. Mert almış. Yetmemiş, bizim gemileri yakalatmış. Sadece o da değil, oteli kundaklayan da oymuş.”
Bir adım geri çekilip saçımı karıştırdım. Sinirden ellerim titremeye başlamıştı.
Kahraman:
“O bunları yaparken siz ne işe yaradınız lan? Ben burada kardeşimin komadan çıkmasını beklerken adam başımıza çöküyor, siz izliyor musunuz?”
Ali gözlerini devirdi, belli ki bana hak veriyor ama kabullenmek istemiyordu.
Ali:
“Abi, bu olanlardan önce sen de onun girdiği bütün ihaleleri almıştın. Kumarhanelerini ihbar ettin, adamı köşeye sıkıştırdın. Yani, hak etmiş olabilirsin.”
O an sabrımın son noktasına gelmiştim.
Kahraman:
“Ali, siktir git lan!”
Dediğimde kahkaha atarak yanımdan ayrıldı. Piç herif… Hâlâ dalga geçecek kadar rahat olması sinirimi bozuyordu.
Derin bir nefes aldım, yüzümü ovuşturup kendimi toparladım. İçeride Bervan vardı. Her şeyin patladığı anı daha fazla erteleyemezdim. Ağır adımlarla odasına girdim. Yataktan kalkmış, üstünü değiştirmişti bile. Yüzü hâlâ biraz solgundu ama gözlerinde eski ateşi görebiliyordum.
Kahraman:
“Nereye böyle kardeşim? Hayırdır?”
Bervan, gömleğinin düğmelerini iliklerken bana baktı.
Bervan:
“Karım… Şimdi üzülmüştür, kaç aydır komada olduğum için.”
Bir kahkaha patlattım. Ne kadar da saf düşünüyordu.
Kahraman:
“Üzüldüğü kesin de, komada olduğun için değil.”
Kaşları çatıldı.
Bervan:
“Ne demek lan o?”
Artık geri dönüş yoktu.
Kahraman:
“Kardeşim, bütün Diyarbakır seni ölü biliyor. Zümra yenge bile.”
Yüzü bir anda kireç gibi oldu.
Bervan:
“Ne dedin sen?”
Kahraman:
“Mecburdum vallahi! Ölüm hükmünü vermişlerdi oğlum senin. Ya seni ölü gösterecektim ya da tabutunla karşılaşacaktım.”
Bervan:
“Ne saçmalıyorsun lan? Beni ölü mü gösterdin? Beynini sikerim senin!”
Bir adım geri çekildim, işlerin kızışacağını biliyordum.
Kahraman:
“Senden önce Zümra yenge içimden geçecek zaten. Sıranı bekle.”
Bu lafı eder etmez yüzü kıpkırmızı oldu.
Bervan:
“Lan hâlâ dalga mı geçiyorsun? Sayıyla mı verdiler sizi bana?”
Kahraman:
“İkidir, hayatını kurtardım. Böyle mi teşekkür ediyorsun? Kırıldım sana kardeşim.”
Dediğim an suratıma kafa yemem bir oldu. Başım geriye savruldu, burnum sızladı. Ama hak ettim galiba, değil mi?
Kafasını iki yana salladı, gözlerindeki öfke hala dinmemişti.
Bervan:
“Karım, ailem… Ne haldeler şimdi? Yapacağın işi sikeyim!”
Kahraman:
“Keyifleri gayet iyi. Zümra, senin ölüm hükmünü veren bütün ağaların içinden geçti. Adını ağızlarına almadan önce destur çekiyorlar. Diyarbakır'ı yaktı senin için.”
Sözlerimle Bervan biraz şaşırdı. Dudaklarının kenarı hafif yukarı kıvrıldı.
Bervan:
“Benim için… Aslanın eşi de aslandır.”
Deyip odadan dışarı çıktı.
Kahraman:
“Nereye lan? Daha kendini toparlamadın.”
Bervan:
“Karımın ve doğacak çocuklarımın yanına.”
Ardından kapıyı çarpıp gitti. Arkamdan bakarken başımı iki yana salladım, gülümsemekten kendimi alamadım.
Kahraman
(kendi kendine):
“İyice hanımcı oldu bu da. Ama galiba en büyük hanımcı ben olacağım. Ah be kurt kızı, yaktın beni…”
Bervan, odadan çıktıktan sonra koridorda hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Sanki aylardır komada yatan o değilmiş gibi dimdik yürüyordu. Arkasından seslendim:
Kahraman:
“Lan dur! Doktor seni taburcu etmedi, nereye gidiyorsun?”
Dönüp gözlerimin içine baktı. O tanıdık inatçı bakışları görmüştüm.
Bervan:
“Ölümden döndüm Kahraman! Şimdi karımı ve ailemi görmeden beni kimse tutamaz. Hadi, yoldan çekil.”
İç çektim. Belli ki laftan anlamayacaktı. Omuz silkip peşine takıldım.
Kahraman:
“Tamam, tamam. Bari ben de geleyim. Yolda bayılırsan kim taşıyacak seni?”
Koridorda ilerlerken yanımızdan geçen hemşireler şaşkınlıkla bakıyordu. Hastaneye adım attığından beri Bervan'ı yatakta görmeye alışmışlardı. Onun bu hâlde yürümesi, neredeyse bir mucizeydi.
Hastane çıkışına vardığımızda Ali kapının önünde sigarasını yakmış, düşünceli bir şekilde duruyordu. Bizi görünce gözlerini kocaman açtı.
Ali:
“Abi? Ne yapıyorsun? Doktor seni bırakır mı böyle?”
Bervan, Ali’nin omzuna sertçe vurdu.
Bervan:
“Doktor kim, ben kim Ali? Karımın yanına gidiyorum.”
Ali, Kahraman’a dönüp gözleriyle “Ciddi mi bu?” diye sordu. Kahraman başını sallayıp güldü.
Kahraman:
“Ciddi hem de çok. Aşk adamı olmuş bizim kurt.”
Bervan, arkamdan laf atmamı duymazdan geldi. Direkt hastanenin otoparkına yürüdü. Arabanın kapısını şoför açarken göz ucuyla bana baktı.
Bervan:
“Geliyor musun, gelmiyor musun?”
Başımı iki yana sallayıp gülümsedim.
Kahraman:
“Bu hikâyenin sonunu kaçıramam. Bindim bile. " Diyip arabaya bindik istikamet havaalanına.
_*_
Zümra' dan
Her gün olduğu gibi, bugün de ilk iş mezarlığa gelmiştim. Artık tamamen belli eden karnımın üzerine elimi koyup, bebeklerimi hissederek Bervan’a bütün olanları anlatmıştım. Uykusuz kaldığım günlerde halüsinasyonlar görmeye başlamıştım. Kaç aydır ilk kez canım bir şeyler çekmişti: erik… Babam, herkesi seferber etmişti kış günü birkaç erik bulmak için. Gelen eriği yerken gözlerimden yaşlar süzülmüştü. "Acaba sen sağ olsan, benim için arar mıydın?" diye düşünmeden edemedim.
Mezarlıktan çıkıp şirkete gittim. Aldanoğlu Şirketi’yle Boran ilgileniyordu, ben ise Arslanoğlu Şirketi’yle. Son zamanlarda biraz fazla yorulsam da kafamı dağıtmak için çalışmak bana daha iyi geliyordu. Dızdar Ağa bana yardımcı olmaya çalışsa da, Elif’in yokluğu ve Bervan’ın ölümü derken o da perişan olmuştu. Koca adam, bir zamanlar dimdik duran, her sorunun altından kalkabilen Dızdar Ağa bile şimdi omuzları çökmüş, sessiz ve yorgun bir adama dönüşmüştü.
Saat dokuza geliyordu. Şirketten çıkıp arabaya doğru ilerledim. Şahin, her zamanki gibi kapımı açtı. Arabaya bindiğimde göz ucuyla bana bakıp endişeli bir ses tonuyla konuştu:
Şahin:
“Hanım ağam, sizi evden aramışlar ama ulaşamamışlar.”
O anda telefonu şarja takmayı unuttuğum aklıma geldi. Dalgınlık artık hayatımın bir parçası olmuştu.
Zümra:
“Doğrudan konağa gidelim.”
Dediğimde başını onaylarcasına sallayıp arabayı çalıştırdı. Yarım saat süren yolculuk boyunca içimde tuhaf bir sıkıntı vardı. Bazen böyle olurdu. Olacakları hissederdim sanki. Elimi karnımın üzerine koyup bebeklerime fısıldadım:
Zümra:
“Sakın korkmayın. Anneniz hep yanınızda olacak.”
Konağın olduğu sokağa girdiğimizde, kapıda bir ambulans ve tanımadığım birkaç araba gördüm. Kalbim hızla çarpmaya başladı.
Zümra:
“Şahin, çabuk dur!”
Araba durur durmaz kapıyı açıp hızla dışarı fırladım. Şahin, tedbir amaçlı silahı çıkarıp bana uzattı. Eli tetikte, etrafı gözlemliyordu. Avlunun büyük demir kapısından içeri girdiğimde gözlerim yerde yatan Dilan Hanım’a takıldı. Sağlık çalışanları ona müdahale ediyordu. Yüzü bembeyazdı, baygın yatıyordu.
Zümra:
“Ne oluyor burada? Ne oldu Dilan Hanım’a, baba?”
Babam sıkıntılı bir ifadeyle başını öne eğdi. Annem ise boş bakışlarla beni izliyordu. Sanki dili tutulmuş, söylemek istediği kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. Tekrar arkamı döndüğümde, nefesim kesildi.
Bervan…
Orada, karşımda duruyordu.
Yutkundum, gözlerimi birkaç kez kırptım. İki gündür uyuyamıyordum, yine halüsinasyon görüyordum. Gözlerimi kapatıp kafamı iki yana salladım. "Geçecek," dedim kendi kendime. "Biraz uyku, sadece biraz uykuya ihtiyacım var."
Derin bir nefes alıp hızla sağlık çalışanının yanına diz çöktüm.
Zümra:
“Neyi var?” diye sordum endişeyle.
Sağlık çalışanı:
“Ani yaşadığı şok yüzünden bayılmış. Korkulacak bir şey yok ama tedbir amaçlı hastaneye götüreceğiz.”
Zümra:
“Peki… Ama neyin şokunu yaşadı ki?”
Cevap alamadım. Dilan Hanım’ı sedyeye alıp ambulansa bindirdiler. Ben de arabaya bineceğim anda, hayali sandığım Bervan kolumdan tuttu.
Bervan:
“Zümram…” dedi, ve bana sarıldı.sesi aylarıdır kulaklarımda yankılanan o tanıdık tondaydı.
Bir dakika… Hayali bana sarılmıyordu ki!
Gözlerim büyüdü. Nefesim düzensizleşti. Bervan’ı itip yüzünü ellerimin arasına aldım, titreyen parmaklarımla tenini yokladım. Sıcaktı… Kalbi atıyordu… O eşsiz kokusu burnuma çalındı.
Zümra:
“Siz de görüyor musunuz?” diye arkamda duranlara döndüm, nefes nefese. “Bu defa çok gerçekçi… İyice delirdim, değil mi?”
Babam gözlerini kapatıp başını yana çevirdi. Annem ise gözyaşlarına boğulmuştu.
Bervan:
“Sen benim hayalimi mi görüyordun, zümrüt gözlüm?”
Sesini duymak, yıllardır çektiğim acıya merhem gibi geldi. Ama beynim, kalbimle inatlaşıyordu.
Zümra:
“Sen… Gerçeksin, Bervan!”
Gözyaşlarımı tutamayıp ağlamaya başladım. Artık dizlerimde derman kalmamıştı. Ona sarıldım, var gücümle… Bedeninin sıcaklığını, kalbinin ritmini, o yıllardır unutamadığım kokusunu hissettim. Birkaç adım geri çekildim, gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.
Bervan:
“Zümrüt gözlüm…”
Zümra:
“Bervan… Sen gerçek…sin.”
Devamını getiremedim. Bedenim bir boşluğa düşmüş gibi oldu, gözlerim karardı. Rüya olmalıydı… Gerçek olamayacak kadar güzel bir andı bu.
Son duyduğum şey, Bervan’ın beni tutarken fısıldadığı o sözlerdi:
Bervan:
“Seni asla bırakmadım, Zümram. Şimdi de bırakmam.”
Karanlık gözlerimi sararken tek bildiğim, bu sefer hayal görmediğimdi. Ber
van dönmüştü. Hem de kanlı, canlı, dimdik… Ve bu sefer onu kaybetmeye niyetim yoktu.
Gözlerimi açtığımda, loş ışıkla aydınlatılmış odanın tavanına bakıyordum. Birkaç saniye boyunca nerede olduğumu algılayamadım. Başımı yana çevirdiğimde annemi gördüm. Kapının önünde, bana bakıyor ağlıyordu.
Zümra:
“Ne oldu?” diye sordum, sesim zorla çıkan boğuk bir fısıltıyla.
Annem hızla yanıma gelip su dolu bardağı uzattı.
Zana
“Zümram, bayıldın. Doktor geldi, tansiyonunuz düşmüş. Çok yorgunsun, kızım dinlenmen lazım.”
Ama ben dinlenmek istemiyordum. Bervan… Onu görmüştüm, ona dokunmuştum. O gerçekti, biliyordum. Hızla doğrulmaya çalıştım ama başım döndü, tekrar yastığa yaslandım.
Zümra:
“Bervan… O nerede?”
Annem gözlerini yere indirdi, ne diyeceğini bilemiyordu.
Zana
“Bervan aşağıda, Dizdar ile konuşuyor. Artık her şey geçti güzel gözlüm korkma ölmemiş
Kendisi… iyi.” Dedi.
İyi mi? Bu kadarcık bilgi yetmezdi. Yorganı üzerimden atıp doğruldum. Karnım iyice büyüdüğü için hareketlerim eskisi kadar rahat değildi ama umurumda bile değildi. Bervan hayattaydı!
Ayaklarımın yere basmasıyla birlikte içimde tarifsiz bir güç hissettim. Sanki yıllardır süren yas, acı, özlem bir anda yerini umuda bırakmıştı. Koridora çıktım, merdivenlere yöneldim.
Her adımımda kalbim göğsümden çıkacak gibi çarpıyordu. Sonunda merdivenin başına vardığımda, aşağıda babam, Dızdar Ağa ve… Bervan.
Evet, oydu.
Siyah bir palto giymişti, yüzü biraz solgundu ama gözleri… O gözler hala aynı sıcaklıkla bakıyordu. Konuşmaları duymuyordum, kulaklarımda sadece kalp atışlarım vardı. Sanki dünya sessizliğe bürünmüştü. Bervan, bir an Dızdar Ağa'nın omzuna dokunup arkasını döndü ve merdivenlere baktı.
Göz göze geldik.
O an her şey durdu.
Hiçbir şey söylemeden, nefes bile almadan öylece bakıştık. Sonunda, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bir adam ağladığında, hele ki güçlü bildiğiniz bir adam gözyaşlarına boğulduğunda, onun ne kadar derin acılar çektiğini anlarsınız.
Bervan yavaşça merdivenlere doğru yürüdü. Her adımında ben de ona doğru ilerledim. Sanki aramızdaki mesafe hiç kapanmayacak gibiydi. Ama sonunda…
Bervan:
“Zümram…”
Sesini duymak bile içimdeki tüm yaraları iyileştiriyor gibiydi. Dayanamadım, hızla ona koştum ve boynuna sarıldım. Bedenim titrerken, o da beni var gücüyle sardı.
Zümra:
“Sen… Gerçeksin. Ölmedin.”
Bervan:
“Ölmedim, Zümram. Seni bırakıp nereye gidebilirdim?”
Nefesimi tutmuş, hala rüya göreceğim diye korkuyordum. Ellerimle yüzünü yokladım, saçlarını, omuzlarını… Hepsi gerçekti.
Zümra:
“Bana yalan söyleme. Bu bir rüyaysa… Uyanmak istemiyorum.”
Bervan, ellerimi avuçlarının içine alıp dudaklarına götürdü.
Bervan:
“Rüya değil. Dönmek için çok savaştım. Sana, bebeklerimize kavuşmak için…”
Bebekler… Karnımın üzerindeki ellerine baktım. O an Bervan, gerçeğin tam anlamıyla farkına vardı. Gözleri büyüdü, parmakları titredi.
Bervan:
“Zümra… bebekler iyi mi?”
Başımı salladım, gözyaşlarım durmaksızın akarken.
Zümra:
“Evet… İyler. Sen gittiğinden beri, onlarla ayakta kaldım. Onlar sayesinde nefes alabildim.”
Bervan dizlerinin üzerine çöktü, karnıma dokundu. Sanki kutsal bir şeye dokunuyormuş gibi narin, ürkekti. Sonra alnını karnıma yasladı.
Bervan:
“Beni affedebilir misin, Zümram? Dönemedim. Seni böyle bırakmak… Kendimden nefret ettim her saniye.”
Saçlarını okşadım, dudaklarım titreyerek konuştum:
Zümra:
“Sen döndün. Başka hiçbir şeyin önemi yok, Bervan.”
O an dünyada sadece biz vardık. Acılar, kayıplar, kavgalar… Hepsi arkamızda kalmış gibiydi. Ama içimdeki korku hala silinmemişti.
Zümra:
“Peki… Nasıl hayattasın? Bize öldüğünü söylediler. Mezarın bile vardı.”
Bervan, derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Yüzündeki mutluluk yerini ciddiyete bıraktı.
Bervan:
“Ölmedim. Kahraman piçinin planıymış. Dedi.
Derin bir nefes aldım kesinlikle bu defa kahraman'ı kendi ellerimle boğucam .
Ayakta zor duruyordum. Dizlerim titriyor, kalbim göğsümden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Bervan, bakışlarımdaki bulanıklığı fark edince.
Bervan
"Zümra, iyi misin?" diye sordu, sesi endişeyle karışık, titrek bir fısıltıydı.
Yanıt veremedim. Dudaklarım aralandı ama kelimeler çıkmadı. Dünya bir anlığına etrafımda yine dönmeye başladı ve ayaklarımın altındaki zemin yine kaydı. Tam düşecekken, güçlü kolları beni havaya kaldırdı.
Bervan
"Tamam, tamam… Yanındayım. Bırakmam seni."
Göğsüne yaslandım, kalbinin ritmini kulaklarımda hissettim. Gerçekti. O kalp atıyordu. Rüya olamazdı.
Bervan, tereddüt etmeden hastanenin kapısından içeri girdi. Koridorda hızla ilerlerken yüzü ciddileşmişti. Hemşireler ve doktorlar etrafta koşuşturuyordu ama ben sadece onun yüzüne odaklanmıştım. Yıllardır hayalini kurduğum yüz… Bir an bile gözlerimi ayıramıyordum.
Odaya vardığımızda, Bervan beni nazikçe yatağın üzerine bıraktı. Ama ellerimi bırakmadı. O kadar sıkı tutuyordu ki parmaklarımla bile nefes alışverişini hissedebiliyordum. Sanki bir an olsun bırakırsa yok olacağımdan korkuyordu.
Doktor geldi. Nabzımı kontrol etti, tansiyonumu ölçtü ve birkaç test yaptıktan sonra yüzünde hafif bir gülümsemeyle başını salladı.
Doktor
"Sadece kan değerleriniz biraz düşük. Yorgunluk, stres… Bebeğiniz de siz de iyisiniz. Hastanede kalmanıza gerek yok ama dinlenmeniz şart."
Bervan hemen araya girdi.
"Hayır, doktor. Bu gece burada kalacağız. Bir risk almak istemiyorum."
Doktor itiraz etmeye yeltendi ama Bervan’ın kararlı bakışları karşısında sustu. O çıktıktan sonra odada yalnız kaldık. Sessizlik, kalbimizin ritmiyle dolmuştu.
Bervan, hâlâ ellerimi bırakmamıştı. Başını hafifçe eğip avuç içlerime birer öpücük kondurdu. O an, içimdeki tüm şüpheler silinmeye başladı. Ama yine de…
Zümra
"Hâlâ inanamıyorum," dedim kısık bir sesle.
Bervan hafifçe gülümsedi, başını yana eğip yüzümü izledi.
Bervan
"İnan, güzel gözlüm. Buradayım. Artık hiçbir şey bizi ayıramaz."
Dışarıda herkes yavaş yavaş dağıldı. Babam, Dızdar Ağa, Boran ve diğerleri… Hepsi eve dönerken Bervan, kimseye itiraz hakkı tanımadan yanımda kalmaya karar vermişti. Gece olduğunda, hastane odasının loş ışığında, yavaşça yanıma uzandı.
Bir kolunu başımın altına koydu, diğer eli hâlâ elimdeydi. Yüzüm onun göğsüne dönüktü. Ciğerlerine çektiği nefesin sıcaklığını saçlarımın arasından hissedebiliyordum.
Bervan
"Kokunu özlemişim," dedi, gözlerini kapatırken.
Ama ben gözlerimi kapatamıyordum.
Zümra
"Uyumak istemiyorum," dedim, sesim çatlamıştı.
Bervan kaşlarını hafifçe çattı, başını biraz kaldırıp yüzüme baktı.
Bervan
"Neden, Zümrüt gözlüm? Yoruldun, dinlenmelisin."
Gözlerim doldu. Yutkunup nefes almaya çalıştım ama içimdeki korku, sevincin önüne geçiyordu.
Zümra
"Uyursam… Uyanınca yine gitmiş olursun diye korkuyorum."
Bervan derin bir nefes aldı. Yüzüne derin bir hüzün yerleşti. Yavaşça doğrulup, parmaklarıyla yanaklarımda biriken gözyaşlarını sildi.
Bervan
"Gitmem, güzel gözlüm," dedi usulca. "Bu kez hiçbir şey beni senden ayıramaz. Dinlen artık. Yanındayım."
O an, başka çarem yoktu. Yorgunluğum, özlemim, hasretim beni alt ediyordu. Başımı göğsüne bırakır bırakmaz gözlerim kendiliğinden kapandı. Varlığı yanımdaydı. Sıcaklığı gerçekti. Göğsü her nefes alışında kalkıp iniyordu ve ben o ritmin içinde kaybolmuştum.
"Beni bırakma," diye fısıldadım son bir kez.
"Asla," diye yanıtladı, dudaklarını saçlarıma bastırırken.
Ve o gece, aylar sonra ilk kez huzurla uyudum. Bervan yanımdaydı. Gerçekti. Ve bu kez, hiçbir kabus aramıza giremeyecekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.27k Okunma |
2.32k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |