59. Bölüm

59. FİNAL

Mavi Yazar
maviyazarr

Bittiği için üzüldüğüm ilk kitapım

Bitirmek istemesem de mecburdum

Lütfen sizlerden benim için yorum yapar mısınız 🥺

 

Başka bir hikâyede görüşmek üzere benim sevgili ve tatlı okuyucularım ♥️

Sizleri seviyorum ♥️

 

WhatsApp kanalı açmamı ister misiniz?

 

Elveda SÜRGÜN 😭🥺

 

 

 

Zümra' dan

 

 

Bu topraklarda kimi kadın kaderine boyun eğip kumayı kabul etti, kimi kadın ise kabul etmeye mecbur bırakıldı. Bazı şeyleri görmezden geldiler, kocasının çocuğuna annelik yaptılar. Ama ben, Zümra Aldanoğlu, bu zinciri kıran ilk kadın oldum.

 

Kadının konuşmaya hakkı yoktu, ama ben konuştum. Kadınlar susturuldu, ama ben baş kaldırdım. Sürgün edildim, sevdiklerimi kaybettim, ama yine de kaderime boyun eğmedim. Hiçbir kadın ikinci kadın olmayı hak etmez. Benim hikâyem yarım kalmaya mahkûm kılınmıştı ama ben yarım kalmak yerine hikâyemi yeniden yazdım.

 

Ölmekle yaşamak arasında ince bir çizgi vardır. Her şeye rağmen hep yaşamak istedim. Doğup sürgün edildiğim bu topraklara döndüğümde bedel olarak evlendirildim. “Kadın kısmı ne yapabilir ki?” diyenlere inat, her şeyi yaptım. Üzerime kuma alan kocamı vurdum. Arkamdan beni vurup geçmişte ablamın ölümüne sebep olan amca oğlunu vurdum. Amed’i yaktım. Yine olsa, yine yaparım.

 

Ben, Zümra. Geçmişi acıyla dolu bir kadın. Taşıdığım canlar için, yaşamak için savaşan Zümra. Kalbi zayıf, ruhu yok olan Zümra…

 

Bervan, üç aydır bir saniye bile yanımdan ayrılmıyor. Dilan Hanım ise başımdan ayrılmayıp yaptıklarını telafi etmeye çalışıyor. Arslanoğlu Konağı’na geri döndüğümden beri daha çok ilgilenmeye başladılar ama kalp kırıldı bir kere. Affedemiyorum…

 

Üç aydır çoğunlukla hastanede vakit geçirdim. Kalp atışlarım yavaşlıyor, spazmlar çoğalıyordu. Babam, kalp nakli olmam gerektiğini duyunca kalbini bana vermeye kalktı. Ne kadar komik, değil mi? Oysaki benim bu hale gelmemin sebebi bizzat kendileri…

 

Bugün Roza için mevlit okutmak istedim. Yoğun ve yorucu olsa da ona bir şey yapamamış olmanın pişmanlığı hâlâ içimde. O kadar kendi derdimize düştük ki ona yetişemedik…

 

Aile evinde benim gibi yüzü gülmemiş, kanadı kırık gelmiş bir kadın daha var. Üstelik o da aldatılmış. Kimin yarası daha derin, kimin acısı daha büyük diye soracak olursanız, babası tarafından sevilmeyenler derim. Oysa bir kızın kahramanı babası olmalıydı. Ama bizim babalarımız, düşmanımız oldu…

 

Bugünün yorgunluğunu üzerimden atmak için duşa girdim. Şu an kaldığım oda, ilk odam kadar büyük olmasa da bana iyi geliyor. Diğer odama ne oldu derseniz, konağa geldiğim gün iki odayı da ateşe verdim ve oturup kahve içtim. Canımı yakan her şeyi, herkesi yakmaya başladım çünkü…

 

Duştan çıkıp üzerimi değiştirdim, saçlarımı kuruladım ve yatağa uzandım. Karnım artık o kadar büyümüştü ki neredeyse hiç hareket edemez hale geldim. Tüm işleri Boran’a devrettim. Bervan ise ölmediğini duyurup işlerinin başına geçti. Yoğun olduğu zaman gece yarılarına kadar konağa gelmese de benimle ilgilenmeyi asla ihmal etmiyordu.

 

Affedemiyorum onu. Unutamıyorum yaptıklarını. Ama artık üzülmek de istemiyorum. Hem… Daha cinsiyetlerini bile öğrenmek istemediğim iki yavrumu kucağıma alacaktım.

 

Düşünceler arasında uykuya daldım. Kaç saat uyudum bilmiyorum ama karnıma giren sancıyla uyandım.

 

Saat gecenin üçüydü.

 

Bervan gelmişti ve pantolonuyla yatağa girmişti. Ama şu an bunların sırası değildi. Çünkü ben, galiba doğuruyordum.

 

Geçer diye bekledim ama sancılar iyice artınca paniğe kapılmadan Bervan’ı uyandırmayı denedim.

 

 

---

 

Zümra & Bervan Diyaloğu

 

Zümra

Bervan…

 

Bervan

Hmmm…

 

Zümra

Bervan, suyum geldi, kalk!

 

Bervan

Sular mı kesildi yavrum? Hem geldiyse ne yapayım?

 

Zümra

Bervan, doğuruyorum!

 

Bervan

Beş dakika sonra doğuruz, Delal’ım…

 

Zümra

Ahhh, Bervan! Kalk be adam, kalk! Doğuruyorum diyorum, kıt kafalı!

 

Bervan

Ne yapıyorsun? Ne yapıyorsun?

 

Zümra

Doğuruyorum, suyum geldi!

 

Bervan yataktan fırladı, önceden hazırladığımız bebek çantasını kaptı ve avluya indi. Sonra konağı inletecek kadar bağırdı:

 

Bervan

Dayeee! Uyanın! Çocuklarım geliyor!

 

Tekrar yukarı çıkıp üzerine bir kazak geçirdi ve hızla tekrar aşağı indi. Olan biteni şaşkınlıkla izliyordum.

 

Zor da olsa yataktan kalktım, geceliğimi çıkarıp sancılar içinde rahat bir şey giydim. Tam odadan çıkarken Bervan’ın arabaya binip gittiğini gördüm.

 

Sancılarım iyice artınca merdiven başında Berfin’e seslendim. O ise şaşkınlıkla bana baktı.

 

Zümra

Berfin, abin beni unuttu… Ve ben galiba burada doğuracağım!

 

O anda araba sesi geldi. Bervan, beni unuttuğunu fark etmişti!

 

Ama doğuran ben değildim. Kesinlikle Bervan doğuruyordu!

 

 

Sezaryen için gün almış olsak da ani gelen doğumla, bebeklerimi kucağıma alacaktım....

 

Bervan’ın arabayı panikle geri getirdiğini görünce içimden derin bir iç çektim. Merdivenlerin başında sancılar içinde kıvranırken, o arabanın kapısını hızla açıp avluya daldı. Gözleri fal taşı gibi açılmış, saçları darmadağınıktı. Soluğunu bile toparlayamıyordu.

 

“Delal’im, unuttuğum için yemin ederim ki özür dilerim, vallahi aklım gitti!” diye bağırarak yanıma koştu.

 

“Senin aklın zaten yoktu ki gitsin, Bervan!” diye dişlerimi sıkarak hırladım.

 

Berfin hemen yanıma gelip koluma girdi, ama sancı her dalgada daha da kuvvetleniyordu. Yürümek bir işkenceye dönüşmüştü. Bervan hiç düşünmeden eğildi ve beni kucağına aldı.

 

“Benim yüzümden merdivenlerde doğuracaktın! Çabuk hastaneye gidiyoruz.”

 

“Sen önce şunu anla: İnsan, doğuracak karısını hastaneye götürmeden önce arabaya binip gitmez!”

 

Berfin bir yandan kahkahalarla gülüyor, diğer yandan da panikle kapıyı açıyordu. Bervan, arabaya biner binmez gaza bastı. Avludan çıkarken neredeyse duvara çarpacaktık.

 

“Bervan, biraz yavaş! İkimiz de hastanelik olmayalım.”

 

“Doğum yapıyorsun, nasıl yavaş gideyim Delal’im? Gerekirse kırmızı ışıkları bile ihlal ederim.”

 

Önümde sancılar, yanımda panik içinde ne yapacağını bilemeyen bir adam… O an gerçekten Bervan’ın benden daha çok doğuruyor olabileceğini düşündüm.

 

........

 

Hastaneye ulaştığımızda kapıda doktor ve hemşireler bekliyordu. Bervan sanırım önceden haber vermişti. Daha arabadan inemeden bir tekerlekli sandalye getirildi ve beni hemen içeri aldılar. Bervan ise neredeyse her an bayılacak gibi peşimden geliyordu.

 

“Ben de geleyim!” diye doktorun koluna yapıştı.

 

Doktor hafifçe tebessüm etti. “Siz bekleme salonunda bekleyin, beyefendi. Hanımefendiyi hemen hazırlamamız gerekiyor.”

 

“Hayır, Zümra bensiz doğuramaz. Benim elimden tutması lazım.”

 

Sancıların arasında bile gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. “Bervan, ben senin elini tutarsam doğumdan sonra sağlam bir kocam olmaz. O yüzden dışarıda bekle.”

 

Bervan’ın iç geçirdiğini ve çaresizce kapının önünde kaldığını gördüm. Gözleri bana öyle bir bakıyordu ki, sanki o da ameliyata alınacak gibi. Son gördüğüm şey, başını avuçlarının arasına alıp derin derin nefes almaya çalışmasıydı.

 

........

 

Oda parlak ışıklarla doluydu. Hemşireler hızlıca üzerimi değiştirdi, kalp monitörüne bağladılar. Sezaryen planlanmış olsa da, sancılar öylesine sıklaşmıştı ki doktor hemen hazırlıklara başladı.

 

“Derin nefes al, Zümra. Birazdan bebeklerini kucağına alacaksın.”

 

Ellerim titriyordu, gözlerim doluyordu. Ben… anne oluyordum.

 

Ve sonunda, bebeğimin ilk çığlığı yükseldi. İçimde taşıdığım can artık kollarımdaydı. Küçücük, savunmasız, ama bir o kadar güçlü bir hayat. Hemşire bebeği kucağıma getirdiğinde, gözlerimden istemsizce yaşlar süzüldü.

 

“Bervan içeri girebilir mi?” diye fısıldadım.

 

Birkaç dakika sonra, kapı açıldı ve Bervan içeriye adımını attı. Gözleri dolmuş, yüzünde tarifi imkânsız bir mutluluk vardı. İlk önce bana, sonra elimdeki minik mucizeye baktı. Sonra hemşire ikinci bebeği de getirdi.

 

Bervan, gözyaşlarını saklamaya bile çalışmadan yanıma yaklaştı. Ellerini titreyerek uzattı. “Delal’im… Onlar… bizim mi?”

 

Gülümsedim. “Bizim, Bervan.”

 

Bebeklerden birini kucağına aldığında, dudakları titredi. “Ben baba oldum… Ben gerçekten baba oldum.”

 

Başını eğip, minik alnına bir öpücük kondurdu. “Sizi canımdan çok seveceğim.”

 

O an, bütün yaşadıklarımız, acılar, savaşlar, kayıplar bir anlığına unutulmuş gibiydi. Çünkü hayat, tüm zorluklara rağmen, içimizde filizlenen yeni bir umutla devam ediyordu.

 

 

Bervan, bebekleri kucağına almış, yüzünde tarifi imkânsız bir ifade ile önce bana, sonra minik mucizelerimize bakıyordu. O an, içimde tuhaf bir huzur hissettim. Bunca acının, savaşın, kaybın ardından ilk defa gerçekten tamamlanmış gibi hissediyordum.

 

“Delal’im, sen nasıl bir şey yaptın?” diye fısıldadı Bervan. “Nasıl böyle iki melek getirdin bu dünyaya?”

 

Yorgun ama mutluydum. Hafifçe gülümsedim. “Tek başıma yapmadım Bervan, biraz senin de payın var.”

 

Hemşire yanımıza yaklaşıp bebekleri nazikçe aldı. “Onları küvezde bir süre bekleteceğiz. Anne biraz dinlenmeli.”

 

Bervan’ın gözleri anında büyüdü, panikle hemşirenin peşine takıldı. “Ama… ama ben onları yeni aldım, daha bakamadım bile!”

 

Doktor gülümseyerek Bervan’ın omzuna dokundu. “Endişelenmeyin, hepsi kontrol amaçlı. Birkaç saat sonra tekrar getireceğiz.”

 

Bervan, içini çekerek yanıma döndü ve yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu. Elimi tuttu, başını avuçlarının içine aldı ve sessizce gözlerini kapattı. Yorgundu. Üç aydır bana gölge gibi eşlik ediyordu, ama şimdi farklıydı. Şimdi babaydı.

 

“Biraz uyu Bervan,” diye mırıldandım. “Sabaha kadar uyanık kalacaksın zaten.”

 

Bervan gülümsedi ama gözlerindeki hüzün kaybolmadı. “Sen iyi misin, Delal’im?”

 

“İyiyim,” dedim.

 

Sabaha Karşı

 

Hastane odası loştu. Bervan sandalyesinde uyuyakalmıştı. Sessizce uyuyan adamın yüzüne baktım. Savaşçı ruhu bile bu gecenin huzuruna teslim olmuş gibiydi.

 

Tam o sırada hemşire içeri girdi ve kucağında bebeklerimiz vardı.

 

“Babanın uyuduğunu görmek güzel,” dedi gülümseyerek. “Ama sanırım bu son uykusu olabilir.”

 

Gülümseyerek bebeklerimi kollarıma aldım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. İkisine de dikkatlice baktım. Küçücüktüler, savunmasızdılar… Ama bir o kadar güçlüydüler.

 

Bervan hafifçe kıpırdandı, gözlerini açtığında kollarımda bebeklerimizi görünce hızla doğruldu.

 

“Delal’im, neden beni uyandırmadın?”

 

Gözlerini kocaman açmış, heyecanla bebeklere bakıyordu. Küçük ellerine, minik burunlarına, her şeylerine.

 

“Uyanman gerekiyordu zaten,” dedim gülerek. “Baba olmanın ilk kuralı, uykusuz gecelere alışmak.”

 

Bervan kahkaha attı. “Seninle her şeye alışırım Delal’im.”

 

Sonra ellerini minik ellerin üzerine koydu. “Onlara ne isim vereceğiz?”

 

Bebeğime baktım. İsim… Bu isim onların kaderini belirleyecekti.

 

Ve o an kalbim, hiç şüpheye düşmeden söyledi:

 

Kızımızın adı. Zöhre olsun ama oğlumuzun adını sen koy dedim.

 

Bervan

Oğlumuzun adı Alparslan olsun dedi.

 

 

Biz, minik mucizelerimize hayranlıkla bakarken hastane odası çoktan dolup taşmıştı. Annem, babam, Dilan Hanım, Berfin ve Melek yanı başımdaydı. Ani bir doğum olduğu için gece vakti bile olsa kimse yerinde duramamış, soluğu burada almıştı. Ama içlerinden biri vardı ki, herkesten önce yetişmişti: Dizdar Ağa.

 

Odanın kapısı neredeyse hiç kapanmıyordu. Aileden, aşiretten, tanıdıklardan gelenler vardı. Ama en büyük kalabalık dışarıdaydı; aşiretin adamları, kadınları, yaşlıları… Herkes Hanım Ağa'nın ve çocuklarının iyi olduğunu görmek için hastanenin bahçesinde bekliyordu.

 

Babam, Kahraman, Bervan ve Dizdar Ağa ise ne kadar adak adanırsa adansın yetmeyeceğini söylüyor, sürekli yeni kurbanlar kestiriyorlardı. Yüzlerce adak dağıtılmış, yetimler, yoksullar gözetilmişti. Onlar için ben ve çocuklarım sağ salimsek, bu kutlanması gereken bir olaydı.

 

Ama benim gözlerim yalnızca kucağımdaki iki küçücük bedende, ellerimse onların minik parmaklarındaydı. Ben anne olmuştum. Hem de bir değil, iki kez.

 

 

---

 

Birkaç gün sonra eve döndüğümde Dilan Hanım, beni dinlenmem için kimseyle görüştürmemeye çalışıyordu. Ama bu, çok da mümkün değildi. Çünkü tüm Diyarbakır beni görmek için sıraya girmişti.

 

Bundan birkaç ay öncesine kadar sesimi kısmak, varlığımı yok saymak isteyenler, şimdi bana saygıyla yaklaşmak zorundaydı. Kadın olduğum için susturulmak istenen kişi, şimdi sözü geçen, korkulan, çekinilen biri olmuştu.

 

Aşiretlerin tüm düzenini yıkmış, ezberleri bozmuştum.

 

Ben artık iki büyük aşiretin Hanım Ağasıydım.

 

Geçmişte beni görmezden gelenler, şimdi önümü ilikleyerek eğiliyordu.

 

Ve benim hikâyem…

 

Asıl şimdi başlıyordu.

 

 

 

 

********

 

 

 

 

 

 

Zaman aktı, hayat devam etti, ama bazı yaralar asla iyileşmedi. Kimi izler derinlemesine kazındı, kimisi ise silinmeye yüz tuttu. Fakat en acı olanı, en güzel aşkların bile kayıpların gölgesinde soluk kalmasıydı.

 

Dizdar ve Elif, zamanın acımasızlığına kurban gitmişti. Birbirlerine olan sevgileri, kaderin elinden kayıp gitti. Bir aşkın en güzel hali, kavuşmalarında gizliydi, ama ne yazık ki o an hiçbir zaman gerçekleşmedi. Elif, başka bir adamın nikâhına girdi, Dizdar ise yüreğini başka hiçbir kadına vermedi. Elif, onun kalbinde hep bir hayal olarak kaldı. Gerçek hayatta kavuşamasalar da, yüreklerinde birbirlerine ait oldular. Kaderin onlara oynayacağı oyundan bir haber bir şekilde devam edeceklerdi hayatlarına .

 

Zümra, kalp nakliyle hayata tutunmuştu, fakat hayatta tutunmak başka, gerçekten yaşamak bambaşka bir şeydi. Tüm Amed onu unutmaya çalıştı, fakat Zümra, Amed’in kadınlarını koruyan bir kalkan olmuştu. Amed’in kadınları artık kendi kararlarını verebilecekti. Berdel kabul edilmeyecek, kadınlar özgürlüklerini kazanacaktı. Ama Zümra'nın da içindeki boşluk hiç dolmadı. Onun tüm gücüyle arkasını dönebildiği tek şey, geçmişti. Zümra'nın içindeki eksiklik, tüm bu mücadelelere rağmen onun peşini bırakmadı. Tıpkı Efnan’a yetişemediği gibi…

 

Efnan, Murat’ın yüzünden, sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kaldı. Efnan'ın yüreği, istediği kişiye, istediği şekilde ait olamayacak kadar kırılmıştı. Ama Zümra, onun da her zaman arkasında bir duvar gibi duruyordu. Zümra, Efnan’ı koruyarak onun bu zor dönemine dokunmaya çalıştı ama ne kadar isterse istesin, bazı şeyleri değiştirmek mümkün değildi.

 

Aldanoğlu aşiretinin başında bir değişiklik vardı. Zümra'dan sonra Zöhre, Hanım Ağa olacak ve bu ailenin liderliğini devralacaktı. Zöhre, annesinin yeşil gözlerine sahip, naif ama bir o kadar da güçlü bir kadındı. Ancak kader ona da en zorlu sınavı verecekti. Ateş Aldanoğlu… Onun kalbine ateş gibi düşecekti. Bora’nın gök mavisi gözlü oğluna, Zöhre sevdalandığında aşk her şeyin önüne geçecekti. Ateş, bir çift yeşil hareler içinde kaybolacaktı. Onun için sevdanın ne demek olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Zöhre, onu canından çok sevecekti ama kavuşmak o kadar kolay olmayacaktı. Çünkü aşk, bazen sadece sevmek değil, uğruna her şeyi göze almaktı.

 

Ve Alparslan…

 

Alparslan, babasına benzer bir adam olmuştu. Mavi gri gözleriyle dünyayı izlerken, bir çift kahverengi göz uğruna dünyayı yakmaya hazırdı. O, Yüzbaşı Alparslan Arslanoğlu’ydu. Lina, savcıydı, Alparslan’ın hayatına girmişti. Ancak Lina’nın ölümüne engel olamayacaklardı. Alparslan, karısını sevmesine rağmen, ona ihanet etmeyen bir kadınla yaşayacak, ama bu evliliğin hiçbiri mutlu sonla bitmeyecekti. Lina, ölmeden önce fırtına gibi girmişti Alparslan’ın hayatına. Ama ölüm her şeyin sonuydu.

 

Alparslan, berdel yüzünden Ela ile evlenecekti. Ela bir yetimdi, o kadar yitik bir kadındı ki… Boynu hep bükük kaldı. Alparslan, Ela’yı sevmedi, sevmesine de gerek yoktu. Ama o, bir görev adamıydı. Ela, boynu bükük kalacak, sessiz kalacak, belki de en büyük yara burada açılacaktı.

 

Ve sonra şehit haberi geldi. Ela, tabuta sarılıp ağladı ama Alparslan, görev için ölü gösterilecekti. Kiminin sevdiği mezara girdi, kimisinin sevdiği mezarda sanıldı. Acılar birbirini takip etti ama zaman, her şeyin ilacıymış gibi acıyı unutturmaya çalıştı. Alparslan Lina'nın ihanetini öğrenecek ela ya yaptıkları için pişman olacaktı. Gerçekler bir zaman sonra ortaya çıkmıştı ama işte o zaman artık çok geçti.

 

Kahraman ve Berfin... Onların hikâyesi bir başka dünyaya aitti. Kahraman, sevdiği kadını almak için yıllarca savaştı. Her gün bir mücadele, her saat bir hayal. Ve sonunda, Berfin’i kırk gün kırk gece düğünle aldı. Destekçileri Zümra ve Dizdar olmuştu. Kimse kolayca kavuşmazdı sevdiğine. Ama bazen mücadele, her şeyin önündeydi.

 

Büyük balık küçük balığı yedi ama küçük balık büyük balıkları yem olarak kullandı.

 

Bu düzen, bir gün yıkılacaktı. Bazıları kazandı, bazıları kaybetti. Ama kazanan, bu düzeni alt üst edeni oldu.

 

Ve hayat bize şu dersi verdi:

 

Sevdiklerinizi kaybetmeden değerini bilin. Çünkü ölüm, bir nefes kadar yakınımızda. Kadın ya da erkek fark etmez, aşk ve sevgi her zaman iç içedir.

 

Ya sevdiğinizi alın, ya da aldığınızı sevin.

 

İşte o zaman, gerçekten mutlu olursunuz.

 

Bir başka hikâye de görüşmek üzere. Sevgilerimle,

 

Sizi seven acemi yazarınız.

 

 

 

 

Bölüm : 27.02.2025 14:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...