Asena, odanın köşesinde oyuncak bebeğiyle oynuyordu. Özgür ve Gökalp ise bir köşede kendi aralarında vakit geçiriyorlardı. Anneleri Sevim, dokuz aylık hamile olmasına rağmen hâlâ görev başındaydı. Hastaneden izin almayı reddetmişti. Babaları Uğur ise, yüzbaşı olarak görevde olduğu için altı aydır eve dönememişti.
Özgür, daha on yaşındaydı, ama üç kardeşi için hem abi hem de baba olmaya çalışıyordu. Yemek yapmayı pek bilmezdi, ama anne ve babaları olmadığında kardeşlerini aç bırakmamak için elinden geleni yapardı. O gün de tost yapmış, Gökalp ve Asena'nın karınlarını doyurmuş, ardından onları uyutmuştu.
Asena birden oyuncaklarını bırakıp Özgür'e döndü:
Asena: "Abi, annem ve babam bizi sevmiyor mu?"
Özgür, küçük kardeşine şefkatle baktı ve saçlarını okşadı.
Özgür: "Bu nasıl bir laf, Asena? Annemiz ve babamız ne yapıyorlarsa bizim için yapıyor. Hem babamızı da annemizi de özlüyorum, ama bunu anlamalısın, güzelim."
Asena gözlerini yere dikti. Küçük bir çocuk olmasına rağmen hissettiklerini bastırmaya çalışıyordu. Sonunda başını kaldırıp konuştu:
Asena: "Ama neden hiç bir arada olmuyoruz? Babamı çok özledim. Annem hâlâ hastanede çalışıyor, onu da göremiyoruz. Diyarbakır'a geldiğimizden beri evden bile çıkmadık. Sıkıldım artık!"
Bu sırada Gökalp, kardeşine alaycı bir tonla seslendi:
Gökalp: "Kız gibi şikayet etme!"
Gökalp: "Düzgün konuş, sensin salak!"
Asena birden Gökalp'in saçına yapıştı. Gökalp karşılık vermek için hamle yaptı. İkisi de birbirinin tam zıttıydı; ikiz olmalarına rağmen sürekli tartışırlardı.
Özgür, kavgayı ayırmaya çalıştı, ama bir kez daha arada kalıp dayak yemekten kurtulamadı. En sonunda pes edip bir adım geri çekildi. Kendine mırıldandı:
Özgür: "Ne olacak benim bu kardeşlerle hâlim?"
Onlar için büyük görünse de Özgür de hâlâ bir çocuktu. Kardeşlerinden sadece iki yaş büyüktü ve tıpkı onlar gibi o da anne ve babasını özlüyordu. Saat gece on biri geçmişti, ama annesi hâlâ eve dönmemişti. Daha fazla dayanamayarak, annesini beklemeden uykuya daldı.
Sabah, Asena ve Gökalp'in bağırışlarıyla uyandı. İki kardeş yine saç saça baş başa kavga ediyorlardı. Özgür, bu durumdan iyice bunalmıştı. Yatağından kalkıp onları ayırmaya yeltenecekti ki kapının çalındığını duydu.
Asena, kavgayı bir anda kesip heyecanla yerinden fırladı.
Asena: "Annem geldi!" diye bağırarak kapıya koştu.
Kapıyı açtığında ise karşısında babaanneleri Hatice Hanım duruyordu. Yaylasından çıkmayı pek sevmeyen Hatice nene, sırtında eskimiş şalı ve elindeki ufak bohçasıyla kapının önündeydi.
Ama sadece o değildi. Hatice nenenin arkasında anneleri Sevim ve kucağında minik bebekleri de vardı. Yeni doğmuş kardeşleri, battaniyesine sıkıca sarılmış, annesinin kollarında huzurla uyuyordu.
Bir an için Asena ne yapacağını bilemedi. Heyecan ve şaşkınlık içinde arkasını dönüp bağırdı:
Özgür, kapının önündeki bu manzarayı görünce birden içindeki tüm yorgunluk yerini sevinçle karışık bir rahatlamaya bıraktı. Artık hem annesi hem de yeni kardeşi yanındaydı. Ama bunun, hayatlarına ne tür yeni sorumluluklar getireceğini henüz bilmiyordu.
Ailecek yenilen akşam yemeği, her zamanki gibi sıcak bir atmosferde geçmişti. Masada neşeli sohbetler edilmiş, kahkahalar yükselmişti. Ancak Sevim Hanım'ın kalbindeki huzursuzluk, bu neşeli ortamı gölgeleyen bir sis gibiydi. Ev halkı da farkındaydı; ailede herkes, görevlerin her an çağırabileceği gerçeğiyle yaşamaya alışkındı.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte evin sessizliğini bir anda iki telefonun eşzamanlı çalması bozdu. Asena ve Gökalp, uykusuz gözlerle birbirlerine kısa bir bakış attılar ve hızla odalarından çıkarak telefonlarını açtılar. Görüşmeleri kısa sürdü, ama bu kısa anlar, eve ağır bir hava bırakmaya yetmişti. Gökalp, telefonunu kapatıp ciddi bir ses tonuyla konuştu:
Gökalp: "Operasyon var. Hemen çıkmamız gerekiyor."
Asena, bu sözlere herhangi bir karşılık vermedi, sadece sessizce başını salladı. O, ağabeyinin her zaman güvendiği bir ekip arkadaşıydı. İkisi de aynı timdeydi ve Gökalp, bu timin komutanıydı. Babası Uğur Albay gibi başarılı bir asker olan Gökalp, aldığı her görevi başarıyla tamamlamış, ailesinin gurur kaynağı olmuştu. Ancak bu operasyon, kardeşler için diğerlerinden farklıydı; bu sefer yalnızca başarı değil, hayatta kalmak da en büyük mücadele olacaktı.
Hızla üniformalarını giydiler, silahlarını hazırladılar. Sevim Hanım, çocuklarını uğurlamak için sessizce yanlarına geldi. Yüzünde endişe vardı, ama bu endişeyi bastırmayı yıllar içinde öğrenmişti. Gözleri dolu doluydu ama bir şey söylemedi. Gökalp, annesinin ellerini tutup kısaca eğildi ve alnından öptü.
Gökalp: "Merak etme anne. Hepimiz döneceğiz."
Sevim Hanım, hiçbir şey söylemeden başını salladı ve onları kapıda uğurladı.
Evden ayrıldıklarında, Sevim Hanım dualarına daha sıkı sarıldı. Üç evladı ve eşinin görevden döneceği güne kadar, beklemek ve dua etmekten başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Yıllar önce eşi Uğur Albay da benzer bir şekilde görevden göreve koşarken aynı endişeleri yaşamıştı. Ancak Sevim Hanım, en küçük oğulları Eren'in de asker olmasına izin vermemişti. Uğur Albay, Eren'in de askerlik yolunu seçmesini istemişti, ama Sevim Hanım bu düşünceye karşı çıkmıştı. Eren, annesinin izinden giderek doktor olmaya karar vermiş ve şu anda İstanbul'da tıp fakültesinde okuyordu.
Diyarbakır'daki Devegeçidi bölgesinde görev yapan aile üyeleri, zorlu şartlara alışkındı. Ancak Sevim Hanım için o gece, yalnızca çocuklarının değil, gelini Aslı'nın endişeleri de daha ağır bir yük oluşturuyordu. Sekiz aylık hamile olan Aslı, eşi Özgür'ün de aynı gece göreve gittiğini öğrenmişti.
Aslı, genç bir köy öğretmeniydi ve doğumuna çok az bir zaman kaldığı için izne ayrılmıştı. Ancak bu izni, huzur içinde geçiremiyordu. O gece, Özgür'ü yolcularken hissettiklerini kelimelerle anlatması mümkün değildi. Eşinin çantasını hazırladı, üniformasını düzeltti ve ona son kez sıkıca sarıldı. Gözyaşlarını içine akıtıyor, yüzüne bir gülümseme kondurmak için çabalıyordu. Sonunda sadece şunları söyleyebildi:
Aslı: "Kendine dikkat et. Bebeğimiz seni bekliyor."
Özgür, karısının gözlerine kararlılıkla bakarak onu öptü ve sessiz ama güçlü bir şekilde cevap verdi:
Özgür: "Döneceğim. Söz veriyorum."
Evin kapısı kapanırken, Aslı'nın kalbi tarifsiz bir endişeyle dolmuştu. İçindeki korkuyu bastırmaya çalışarak pencereye yöneldi. Özgür'ü, askeri aracına binerken izledi ve gözden kaybolana kadar bakmaya devam etti. O anın ardından, eve döndü ve sabaha kadar dualarla bekledi.
Sevim Hanım ise Aslı'nın yanında, kendi içinde farklı bir mücadele veriyordu. Eşini, çocuklarını ve şimdi de torununu koruması için Tanrı'ya yakarıyor, bir yandan da soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Evdeki bu sessizlik ve bekleyiş, savaşın gölgesinde hayatın nasıl sürdüğünü bir kez daha hatırlatıyordu. Aile, sevdiklerinin dönüşünü bekleyen umutlarla doluydu; ancak bu umutların ardında tarifsiz bir korku ve sabır vardı.
Gökalp ve Asena, askeri üsse vardıklarında sıradan bir görev olmadığını fark etmişlerdi. Gökalp, yılların verdiği tecrübeyle çevresini hızlıca taradı. Kendi timleri olan Gölge Timi, her zamanki disiplin ve hazırlık içinde bekliyordu. Ancak dikkat çeken bir şey vardı: Aynı operasyonda görev almak üzere üsse gelen Kılıç Timi de sahadaydı.
Bu durum, operasyonun beklenenden daha büyük ve karmaşık olduğunu gösteriyordu. Gölge Timi'nin üyeleri şaşkınlıklarını belli etmemeye çalışsalar da, gözlerdeki gerginlik ve sorular açıkça okunuyordu. İki timin bir arada görev alması, büyük bir tehlikeye işaret ediyordu.
Gökalp ve Kılıç Timi'nin komutanı, üs komutanı Albay Yavuz'un odasında bir araya geldi. Haritalar açıldı, stratejiler tartışıldı ve düşmanın pozisyonları detaylı bir şekilde analiz edildi. Gökalp, operasyonun detaylarını netleştirdikten sonra toplantıdan çıktı. Kardeşi Asena, diğer tim üyeleriyle hazırlık yapıyordu. Gökalp ciddi bir ifadeyle Asena'ya döndü.
Gökalp, kararlı ve sert bir ses tonuyla konuştu:
"O itlerin inine sızacaksınız. Müsteşarı kurtarmamız şart. Bunun dışında içeride esir tutulan beş kadın var. Her biri bu vatan için savaşmış kahramanlar. Onları sağ salim çıkaracağız. Hiçbir şekilde hata istemiyorum. Dikkatli ve disiplinli olacağız."
Timler hızla hazırlıklarını tamamladı. Gökalp, Asena ve Özgür, ilk kez aynı operasyonda yan yana savaşacaklardı. Bu durum, aralarındaki bağı güçlendirirken üzerlerine daha fazla sorumluluk yükledi. Her biri, bu operasyonun başarısı için her şeyi göze almıştı.
Helikopterler, üsse iniş yapmaya hazırdı. Timler, tam donanımlı bir şekilde helikopterlere bindiler. Hedef, sınır bölgesindeki küçük bir köydü. Bu köy, teröristlerin üs olarak kullandığı stratejik bir konumdaydı.
Yarım saatlik uçuşun ardından helikopter, karanlığın örtüsü altında köyün yakınlarına indi. Bölgeye ulaşır ulaşmaz keşif birimleri, düşmanın üs olarak kullandığı binaları tespit etti. Gökalp, hızlıca bir plan yaptı ve telsizden talimatlarını verdi.
"Asena, sen ve ekibin sağ taraftaki binaya sızın. Kadınların orada tutulduğunu düşünüyoruz. Murat ve ben müsteşarın tutulduğu binaya gireceğiz. Kılıç Timi çevre güvenliğini sağlayacak. Sessiz ve hızlı olun!"
Gökalp ve Asena'nın liderlik ettiği timler, köyün karanlık sokaklarında sessizce ilerlemeye başladı. Adeta gölge gibi hareket ediyor, düşman nöbetçilerini sessizce etkisiz hale getiriyorlardı. Her adım planlı ve hesaplıydı.
Asena ve ekibi sağ taraftaki binaya ulaştığında içeriden gelen boğuk sesleri duydu. Kadınların tutulduğu oda tespit edilmişti. Asena, ekibine sessiz bir işaret vererek hazır olmalarını söyledi.
"Kapıyı kırıyoruz. Sessiz ve hızlı olun. Hedefler içeride."
Kapı açıldığında, içerideki iki düşman militanı hemen etkisiz hale getirildi. Köşede toplanmış, korkmuş kadınlar vardı. Asena, kadınların yanına yaklaşıp sakin bir sesle konuştu:
"Biz Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeniz. Artık güvendesiniz. Sizi buradan çıkaracağız."
Kadınlar, gözyaşları içinde başlarını salladı. Ancak tam o sırada dışarıdan bir patlama sesi yükseldi.
Diğer tarafta, Gökalp ve Deniz müsteşarın tutulduğu binaya ulaşmıştı. Binanın önünde nöbet tutan iki düşmanı sessizce etkisiz hale getirdiler. İçeri girdiklerinde, binanın karanlık koridorlarında ilerlediler. Müsteşar, binanın arkasındaki küçük bir odada zincirlenmiş haldeydi.
Gökalp, telsizden Asena'ya seslendi:
"Asena, durum raporu ver. Patlama sesini duydun mu?"
"Evet, duydum komutanım. Kadınları aldık ama düşman alarma geçti gibi görünüyor."
Gökalp, dişlerini sıkarak talimat verdi:
"Kılıç Timi kadınları güvenli bölgeye götürsün. Siz de onlarla birlikte harekete geçin. Murat ve ben müsteşarı çıkarıyoruz. Düşmanla çatışmaya girmek zorunda kalırsanız dikkatli olun."
Gökalp ve Murat, müsteşarın zincirlerini kırarken dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı. Düşman alarma geçmişti. Zaman daralıyor, tehlike artıyordu. Gökalp, müsteşara dönerek hızlıca konuştu:
"Bizimle gelin. Buradan güvenli bir şekilde çıkacağız."
Dışarı çıktıklarında, Kılıç Timi ve Gölge Timi'nin çevreyi kontrol altına almaya çalıştığını gördüler. Ancak düşmanın sayısı beklenenden fazlaydı.
"Kimse mevzisini terk etmesin! Kadınlar ve müsteşar güvenli bölgeye ulaşana kadar direneceğiz."
Operasyonun en zorlu kısmı başlamıştı. Hem kadınları hem de müsteşarı sağ salim çıkarmak için her şeylerini ortaya koyacaklardı.
Patlama sesiyle birlikte düşman hareketlenmişti. Binanın etrafını saran kalabalık, aniden artmıştı. Askerlerin ve güvenlik güçlerinin pozisyon almasıyla ortam gerilmiş, her an patlak verebilecek bir çatışmanın habercisi olmuştu. Deniz, Gökalp'e döndü ve alaycı bir gülümseme eşliğinde konuştu:
Murat: "Bu seferki biraz zorlu olacak, değil mi?"
Gökalp, soğukkanlı bir şekilde başını salladı, ama yüzündeki gerginlik gizlenemedi. Durum gerçekten içinden çıkılması zor bir hâle gelmişti.
Gökalp: "Sen dikkatini kaybetme. Çıkışta hâlâ nefes alıyor olursak, bunu konuşuruz."
Müsteşarın zincirlerini çözdükten sonra Gökalp ve Murat, hızla geri çekilmek için bir plan yapmaya başladılar. Ancak düşman kuvvetleri o kadar hızlı bir şekilde bölgeyi kuşatıyordu ki, zaman artık daralıyordu. Plan yapmak için bile fazla vakit yoktu.
Asena, hızla kadınları güvenli bir şekilde dışarıya çıkarmayı başarmıştı. Fakat, bir anda evden gelen bir çocuk sesi onu geriye döndürmeye zorladı. Çocuğun sesi, Asena'nın kalbini hızla çarptırdı. Gözüne çarpan bu küçük varlık, ona bir şeyleri hatırlatıyordu. Ancak ne kadar zaman kaybedeceklerini düşünmeden hareket etmeliydi. Çocuğun bulunduğu odaya yöneldiği sırada, Özgür hemen peşinden girdi. İkisi de, çok geçmeden gerçeği anlamışlardı. Bu çocuğun abisinin ölümüne sebep olacağını bilmiyordu.
Asena, çocuğu almak için odanın kapısını açtı, fakat tam o anda, teröristlerin saldırısı patlak verdi. İçeri giren silah sesleriyle ortam bir anda karıştı. Çıkan çatışmada Özgür, boğazından ve göğsünden dört kurşun alarak ağır yaralandı. Asena da sol kolundan vuruldu. Her ikisi de hayatta kalmaya çalışıyorlardı, fakat acıları gittikçe artıyordu.
Kılıç Timi'nin komutanı, Deniz Albayrak, Asena ve Özgür'ü güvenli bir şekilde dışarıya çıkarmayı başardı. Ama Özgür'ün durumu çok daha ağırdı. Çocuğu ve Asena'yı güvenli bir şekilde hastaneye göndermeyi başarmışlardı, fakat geride kalan Kılıç Timi ve Gölge Timi, bölgeyi temizlemek için harekete geçmişti.
Hastaneye getirilen Asena ve Özgür, helikopter ambulansıyla çatıya indiler. Özgür, hayatta kalmak için son bir çaba gösteriyordu ama çok geçmeden durumunun ciddiyetini kabul etmesi gerekiyordu. Onları hastanede karşılayan Albay Arif ve birkaç doktor hemen müdahaleye başladılar. Müsteşar ve diğer kadınlar güvenli bir şekilde kurtarılmıştı, ancak bütün gözler, Özgür'ün durumuna odaklanmıştı.
Asena, kanlar içinde olan elleriyle, Özgür'ün sedyesine eşlik etti. Ancak hastane koridoru, huzursuz bir sessizliğe bürünmüştü. O sırada, Özgür'ün ailesi hastaneye geldi. Annesi, babası ve eşi Aslı, büyük bir panik içinde ameliyat odasına doğru koşuyor, öfke ve korkuyla doluyorlardı.
Albay Arif, Asena'nın koridorda beklediğini fark etti. Birden, Özgür'ün babası, öfkesine yenik düşerek Asena'nın yüzüne sert bir tokat attı. Bu olay, herkesin nefesini kesen bir anı olmuştu.
Babası (öfkeyle): "Teröristlerin piçi için mi girdin o eve geri, ha? Bu muydu yaptığın kahramanlık!"
Asena, babasının bu şiddetli çıkışı karşısında şok olmuştu, ama kendini savunmak zorunda hissetti.
Asena (titreyen bir sesle): "Baba! O bir çocuktu... Ne yapmalıydım? Ölüme mi terk etmeliydim onu?"
babası, hışımla Asena'ya bağırmaya devam etti.
Babası (hışımla): "O çocuk yüzünden oğluma bir şey olursa... Seni bir daha gözüm görmesin!"
Asena'nın gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü, ama ağlamadı. Kendisini savunmaya çalıştı, ama kalbi paramparça olmuştu. Ailesinin bu suçlamaları karşısında sarsıldı, ancak ne olursa olsun soğukkanlı kalmak zorundaydı.
Tam o sırada, ameliyathanenin kapısı açıldı ve doktor ağır bir şekilde dışarı çıktı. Herkesin kalbi hızla çarpmaya başladı. Özgür'ün babası, doktorun yüzüne bakarak derin bir endişeyle sordu.
Babası (umutsuzca): "Oğlum nasıl, doktor? Durumu nedir?"
Doktor başını eğerek, gözlerini yere indirip, sesinde bir titreme ile yanıt verdi.
Doktor: "Başınız sağ olsun. Elimizden geleni yaptık, ama..."
Bu sözler, koridorda yankılandığında, sanki zaman durmuş gibiydi. Özgür'ün annesi, yürek paralayan bir çığlık atarak yere yığıldı. Aslı bayıldı. Albay Arif, onları tutmaya çalışırken, Asena derin bir acıyla, gözlerinden yaş dökmeksizin yıkıldı. İçinde, tüm duyguların çarpıştığı bir fırtına vardı, ancak gözyaşları onun için bir çözüm değildi.
babası, acısını öfkeye dönüştürerek, tekrar Asena'yı suçlamaya başladı. Herkesin gözleri Asena'ya çevrildi.
Babası (hışımla): "Bu, senin yüzünden oldu! O terörist piçi için oğlum öldü! Sen artık benim gözümde yok hükmündesin!"
Asena, derin bir nefes aldı. İçindeki suçluluk ve acıyı yutmaya çalıştı. Ama asla gözyaşlarına teslim olmayacaktı. Bir kayıp daha vermemek için hastaneden sessizce ayrıldı. Kendisini toparlayarak görev yerine geri döndü. Hayatının en zor kararını vermişti: acısını geride bırakıp mücadeleye devam etmek zorundaydı.
Asena, hem fiziksel hem de duygusal olarak yaralıydı. Kolundan vurulmuş olmasına rağmen acısını hiçe sayarak görevine geri dönmüştü. Çünkü içinde büyük bir öfke ve sorumluluk hissi vardı. Kardeşi Gökalp, teröristlerin elindeydi, üstelik Kılıç Timi'nin üç askeri de esir düşmüştü. Asena için bu bir kayıp değil, bir savaştı. Ne pahasına olursa olsun onları kurtarmak zorundaydı.
Abisi Özgür'ün ölüm haberi ve babasının suçlamaları yüreğini paramparça etmişti, ama Asena acısını içine gömmüş, yerine öfkesini koymuştu. Duygularına yenik düşmeyecekti. Gökalp için geri dönmesi gerekiyordu. Özgür'ün hayatı pahasına yürütülen bu mücadeleyi yarım bırakmayacaktı.
Kendisini durdurmaya çalışan tim üyelerinin uyarılarını duymadı bile. Yaralı kolunu umursamadan operasyona katılmak için hazırlandı. Asena, liderliği ele almıştı. Her şeyin ötesinde, Gökalp ve tim arkadaşları için hazır olduğu tek şey vardı: savaş.
Uğur Albay, soğukkanlılık içinde duruyordu ama içindeki acıyı hissetmek mümkündü. Bir oğlunun şehit düşmesi, diğerinin ise teröristlerin elinde esir olması yüreğini paramparça etmişti. Dışarıdan güçlü görünmeye çalışıyor, acısını içine atıyordu. Ama içten içe paramparçaydı; bu yaşananların ağırlığı altında eziliyordu. Olayların öfkesine teslim olmuştu. Duygusal bir çıkış yolu ararken, suçlayacak birini bulmak ihtiyacındaydı ve gözleri Asena'ya döndü.
Uğur Albay, acısının ve suçlamalarının arasında sıkışmıştı. Asena'nın, onun en değerli varlığı olduğuna olan sevgisi, her geçen an onu biraz daha yakıyordu. Ama içindeki öfke, sevgisini gölgede bırakmıştı.
Bu kayıplar ve suçlamalar, sadece Asena'nın değil, aynı zamanda Uğur Albay'ın da büyük bir sınavı olacaktı. Babasının ona sırt çevirmesi, Asena'yı bir yandan yıkarken, diğer yandan güçlendirecekti.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |