Yeni okul, yeni ortam, yeni yüzler… Ama bazı şeyler hiç değişmiyordu. Özgür, evde ikizlerle uğraşmak zorunda kaldığı yetmezmiş gibi okulda da onların başına iş açacağından emindi. Onların lise hayatı başlamıştı ve Özgür için bu, başı dertten kurtulmayacakları anlamına geliyordu.
İlk gün, Gökalp sınıfa hızla adapte olmuş, yeni tanıştığı arkadaşlarıyla şakalaşarak kaynaşmaya başlamıştı. Onun aksine Asena, ilgisini çeken biri olmadığını düşündüğünden sıkılmış bir şekilde kulaklıklarını takıp başını sıraya yaslayarak uyumayı tercih etmişti.
Gözlerini yeni açtığında üçüncü dersin sonlarına gelinmişti. Sınıfta farklı bir enerji vardı. Asena bunu hissetse de umursamamıştı. Ancak o sırada sınıfta ona gözlerini dikip bakan birinin varlığından habersizdi. Adının Hakan olduğunu yeni öğrendiği çocuk, derse girdiği andan beri ondan gözlerini alamıyordu. Asena'nın rahat tavırları, umursamazlığı ve sert duruşu ilgisini çekmişti.
Zil çaldığında Asena, uyuşuk bir halde gözlerini ovuşturup sıradan kalkmak üzereydi. Ancak ayağı sıraya takılınca dengesini kaybetti. Tam yere düşecekken güçlü bir el beline sarılarak onu tuttu. Şaşkınlıkla başını kaldırdığında karşısında Hakan'ı gördü. Sınıfta yalnızdılar.
Asena hızla kendini toparladı ve rahatsız olmuş bir ifadeyle geri çekildi.
Asena: "Sağ ol," diyerek hızlıca kapıya yöneldi.
Ancak Hakan bunu fırsat bilerek elini Asena'nın koluna uzattı ve onu hafifçe durdurdu.
Hakan: "Bu kadar acele etme. Biraz konuşalım."
Asena, koluna uzanan eli rahatsız edici bir şekilde süzdü ve kaşlarını çattı.
Asena: "Ne yapıyorsun kardeş? Çek şu elini, yoksa kolunu kırıp sana monte etmeyeyim!"
Hakan, Asena'nın sinirlenmesini umursamadan kendinden emin bir şekilde gülümsedi.
Hakan: "Asabiyiz ha? En sevdiğim. Hem asabi hem seksi…"
Tam bu sırada kapının önünden geçmekte olan Gökalp, duydukları karşısında kan beynine sıçradı. Kardeşine laf atan birini görmek yetmezmiş gibi, bir de onun kolunu tutmaya cesaret eden biri vardı karşısında. Gözleri anında öfkeyle kısıldı ve düşünmeden sınıfa daldı.
Adeta uçarcasına Hakan’ın üzerine atladı ve ona sert bir yumruk indirdi. Yumruk o kadar sertti ki Hakan sendeleyerek yere kapaklandı. Ancak kavga bununla bitmedi. Hakan kendini toparlayıp karşılık vermek isteyince, sınıftaki birkaç kişi daha olaya karıştı. Kavga büyüyordu. Sandalyeler devriliyor, bağrışmalar yükseliyordu.
Asena, kaşlarını çatmış bir şekilde kardeşini zor da olsa geri çekmeye çalışıyordu. Gökalp’in sinirini tanıyordu ve eğer onu zamanında durdurmazsa daha büyük bir şey olacağının farkındaydı. Nihayetinde, büyük bir çabayla kardeşini Hakan’dan ayırmayı başardı. Ancak Hakan, aldığı darbelerden dolayı kötü durumdaydı ve kısa süre sonra hastaneye götürüldü.
Gökalp, Asena ve Özgür, müdürün karşısında oturuyorlardı. Müdür sinirli bir şekilde masasının önünde dikilmiş, ellerini beline koymuş halde onlara bakıyordu.
Müdür: "Daha ilk günden bunu mu yapıyorsunuz? Babanıza mı güveniyorsunuz?" diye sert bir şekilde sordu.
Gökalp, dişlerini sıkarak öfkeyle müdüre bakıyordu. Müdürün bu lafları sinirini daha da artırmıştı ama konuşmamayı tercih etti. Onun yerine, olayları dışarıdan izleyen ve sırf kardeşinin arkasında durmak için müdürün yanına gelen Özgür konuştu.
Özgür: "Gökalp asla babamıza güvenmez hocam. Onun babası milletvekili diye kız kardeşime taciz ettiğini örtbas edip suçu sadece kardeşime yıkamazsınız!"
Müdür şaşkınlıkla gözlerini açtı. O sırada, uzun süredir görevde olan ve yeni dönen Uğur, müdürün odasına kapıyı çalmadan girmişti. İçeri girdiği anda Özgür'ün söylediklerini duymuş ve bir an duraksamıştı.
Odadaki hava iyice gerilmişti…
.
Müdürün odasında gerilim doruk noktasına ulaşmıştı. Uğur, duydukları karşısında adeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. Öfke tüm bedenini sararken, tek bir an bile düşünmeden üç adımda müdürün önünde bitmişti. Bakışları öyle keskin ve tehditkârdı ki, odadaki herkes bir an nefesini tuttu.
Uğur, asker kökenliydi. Sert disiplinle yetişmişti ve duygularını kontrol etmeyi iyi bilirdi. Ama konu çocukları, özellikle de tek kızı Asena olunca, hiçbir kuralı tanımazdı. Ona kimsenin el uzatmasına izin vermezdi. Bırakın el uzatmayı, onun hakkında tek bir kelime edilmesine bile tahammülü yoktu.
Müdür, Uğur’un gözlerindeki karanlığı gördüğünde boğazı kurudu. Bir şeyler söylemek istedi ama dili tutulmuş gibiydi. O anda Uğur’un sesi, odada yankılanan bir gök gürültüsü gibi duyuldu.
Uğur: "O çocuğun dalağını sikicem! Bu okulu da sana mezar edeceğim, müdür!"
Uğur’un sesi o kadar sert ve netti ki, odadaki herkes irkildi. Müdür bir anlık refleksle geriye yaslandı, yutkunarak boğazını temizledi. Karşısındaki adamın, sıradan bir veli olmadığını biliyordu. Bu işin ciddiyetini anlamıştı ama yine de kendini savunmak zorundaydı.
Müdür: "Uğur Bey, bunlar sadece iddia. Kesin bir kanıt olmadan bu kadar büyük tepkiler vermeniz doğru değil. Olayın iki tarafını da dinlemeden hüküm veremem—"
Ancak Uğur, müdürün ne dediğini bile umursamıyordu. Onun gözünde bu adam çoktan tarafını seçmişti ve Asena’nın yanında olmamıştı.
Bir babanın kızına zarar vermeye çalışan biri karşısında nasıl sessiz kalabileceğini aklı almıyordu.
Uğur, gözlerini kısıp müdüre bir adım daha yaklaştı. Yüzü neredeyse müdürün yüzüne değecekti.
Uğur: "Beni iyi dinle, müdür. Bu iş burada bitmeyecek. Senin gibi adamların bu okulda yeri yok. Ben sadece çocuklarımı buradan alıp gitmekle yetinmem. Sana kim emir veriyorsa versin, o çocuğun arkasında kim varsa olsun, hepsini bu işin içine dahil edeceğim. Eğer kızıma bir daha tek bir söz bile edilirse, karşılarında sadece mahkemeyi değil, beni de bulacaklar."
Müdür, Uğur’un bakışlarında hiç tereddüt olmadığını fark etti. Onun sıradan bir veli olmadığını, söylediklerinin boş tehditler olmadığını biliyordu. Tam bir şey söyleyecekken, Uğur keskin bir dönüş yaparak odadakilere tek bir kelime etmeden kapıya yöneldi.
Asena ve Gökalp, babalarının bu kadar öfkeli ve kararlı olduğunu görünce suskun kalmışlardı. Özgür ise gözlerini kısmış, müdürün tepkisini dikkatle inceliyordu.
Bir dakika sonra Uğur, çocuklarını da yanına alarak hızla okuldan ayrıldı.
Olaylar zincirleme bir etki yarattı. Uğur, ilk iş olarak avukatını aradı ve Hakan’ın ailesine ve okula karşı resmi bir dava açtı. Müdür, taraflı davrandığı ve olayın üstünü örtmeye çalıştığı gerekçesiyle soruşturma geçirdi. Baskılar sonucunda görevden alındı.
Hakan ve ailesi için işler daha da kötüye gitti. Uğur, bu işin peşini bırakmamıştı. Sadece okul yönetimiyle değil, Hakan’ın ailesinin bağlantılarını da araştırdı. Onların geçmişte de benzer olaylara karıştığını öğrenince, güçlü bağlantılarını kullanarak kamuoyunda büyük bir baskı yarattı.
Sonunda, Hakan’ın ailesi üzerlerindeki baskıya daha fazla dayanamayarak başka bir şehre taşınmak zorunda kaldı.
Bu olaydan sonra okulda her şey değişmişti. Hiç kimse, Uğur’un çocuklarına karşı bir adım dahi atmaya cesaret edemedi. Çünkü herkes artık biliyordu:
Uğur’un ailesine dokunan, onun gazabından kurtulamazdı.
Üç dört gündür Gölge Timi’nin komutanları, Yüzbaşı Gökalp Demirtaş’ın uyanmasını bekliyordu. Her biri hastane koridorlarında sessizce volta atıyor, kimi zaman gözlerini kapatıp kısa süreli dinlenmeye çalışıyordu. Ama ne olursa olsun, hiçbirisi oradan ayrılmayı düşünmüyordu. Asena Demirtaş abisinin başucunda oturmuş, elini sıkıca tutuyordu. Zeynep Şahin sürekli kontrollerini yapıyor, doktorlardan en ufak bir gelişme olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordu. Baran Yıldırım ve Emre Kaya, odanın hemen dışında, hastane koridorunda nöbet tutuyordu. Her biri yorgun ve uykusuzdu, ama içlerinden hiçbiri şikâyet etmiyordu.
Gökalp, Gölge Timi’nin en önemli liderlerinden biriydi. Son operasyonda aldığı ağır yaralara rağmen, doktorların çabasıyla hayata tutunmayı başarmıştı. Ama hala bilinci kapalıydı ve gözlerini açması için tek çare sabırla beklemekti.
Ancak hastane odasının dışında, ülkenin güvenliği için kritik bir operasyon yürütülüyordu. Son görevlerinde kurtardıkları doktor, resmi kayıtlara "öldü" olarak geçirilmişti. Devlet, bu ölüm haberini özellikle yayarak, teröristlerin dikkatini dağıtmayı amaçlamıştı. Gerçekte ise doktor, en güvenli noktalardan birinde korunuyordu.
Bu bilgi, teröristlerin lideri Jiyan’a bir şekilde sızmıştı. Kızın ölmediğini öğrenmiş, ama haberin doğruluğundan emin olamamıştı. Yine de, bu bilgi onun saklandığı delikten çıkmasına sebep olacaktı. Günlerdir devlet, onu yakalamak için girmediği mağara, köy ve sınır bırakmamıştı. Sanki yer yarılmış ve içine girmişti. Ancak Jiyan’ın bilmediği bir şey vardı:
Bu vatan, onu bulmadan durmazdı.
Devlet, onu yakalamakta kararlıydı. Jiyan, şimdiye kadar hep gölgelerde kalmış, en korunaklı yerlerde saklanmış, izini kaybettirmeyi başarmıştı. Ama artık hata yapmaya zorlanıyordu. Çünkü kaçacak yeri kalmamıştı. Bir avuç adamına güveniyor, eski sığınaklarına dönmeye cesaret edemiyordu.
Ama işin farkında olmadığı kısmı buydu. Gölge Timi, sabırla doğru zamanı bekliyordu. Gökalp’in uyanması, sadece bir başlangıçtı. Asıl operasyon, şimdi başlıyordu.
Hastanenin loş ışıkları, koridorları sessiz bir huzursuzlukla dolduruyordu. Asena, babasının odasında kalmaya cesaret edemediği için kendini boş bir odaya kapatmıştı. Yalnız kalmak istiyordu, düşünmek istemiyordu, hissetmek istemiyordu. Odanın köşesine çekilip dizlerini karnına çekmiş, kollarını sımsıkı sarmıştı. İçindeki fırtınayı bastırmak için sessizce duvara yaslanmıştı.
Babasını görmek istemiyordu. Onun o hâlini görmek, geçmişe dair ne varsa gözlerinin önüne seriyordu. Güçlü olmaya çalışıyordu, ama bazen en güçlüler bile yıkılırdı.
Diğer tarafta ise Kaan, bambaşka bir savaşın içindeydi.
“Küstüm çiçeğim” dediği nişanlısı Zeynep, kaç haftadır onunla doğru düzgün konuşmuyordu. Kaan ne yaparsa yapsın, bir türlü aradaki buzları eritemiyordu. Her gün, her fırsatta gönlünü almaya çalışıyor, ama Zeynep duvarlarını daha da sağlam örüyordu.
Kaan, Zeynep’i hastane bahçesinde otururken buldu. Ellerini göğsünde kavuşturmuş, uzaklara dalmıştı. Yanına yavaşça oturdu.
---
Kaan:
Zeyno, kaç hafta oldu be kızım? Ne inatmış sendeki! Küstüm çiçeği gibi her şeye küsüyorsun.
(Sert bir bakış atarak) Benimle konuşmayın, Kaan Komutanım!
Kaan:
(İç çekerek) Zeyno, yapma be kızım! Özür diledim işte… Vallahi haberim yoktu!
(Ellerini sıkarak) Ben de onu anlamıyorum işte! Annen neden bana senin eski sevgilinle olan fotoğrafını atıyor? Tamam, beni sevmiyor olabilir ama bu kadarı da fazla!
Kaan:
(Kaşlarını çatarak) O fotoğrafın onda olduğunu bile bilmiyordum! Bana ne kızıyorsun ayrıca?
Zeynep, dişlerini sıkarak başını iki yana salladı. Öfkesi, hayal kırıklığından geliyordu. Kaan’ı seviyordu, ama ailesinin onu istememesinden yorulmuştu.
---
Zeynep, küçüklüğünden beri zorluklarla büyümüştü. Meryem Gümüş, onu başından beri istememiş, bu ilişkiye kesinlikle karşı çıkmıştı. Çünkü Kaan, onun tek çocuğuydu ve zengin bir aileden geliyordu. Zeynep ise hayatta hep mücadele ederek ayakta kalmış biriydi.
On yaşında babasını, on beş yaşında annesini kaybetmişti. Annesinin ölümü, onun hayatındaki en büyük yaraydı. O günden sonra hayat, onun için çok daha zorlaşmıştı.
Babası şantiyede çalışan bir işçiydi. Bir gün iş kazası geçirmiş, merdiven boşluğuna düşerek hayatını kaybetmişti. Henüz küçük bir çocuk olan Zeynep, ne olduğunu tam anlayamamıştı. Bir gün babasını gülerken görmüş, ertesi gün ise tabutun içinde...
Ama annesinin ölümü bambaşkaydı. O, daha büyük bir acının içindeydi.
On beş yaşında okuldan döndüğünde, evi sessiz bulmuştu. Annesi genellikle kapıda olurdu, ama o gün ortalıkta yoktu. İçeri girdiğinde sessizliğin boğucu bir ağırlığı vardı. Odalara tek tek bakarken, en son annesinin odasına yöneldi. Kapıyı açtığında kalbi duracak gibi oldu.
Gardırobun kapağı açıktı ve annesi içeride, boynunda bir yazma bağlı hâlde cansız yatıyordu.
Zeynep, o an donup kalmıştı. O anı hatırladığında bile nefesi kesiliyordu. Kimse annesinin neden öldüğünü anlamamıştı. Polis raporlarında “intihar” yazıyordu, ama Zeynep buna inanmıyordu. Annesi hiçbir zaman kendini bırakacak biri değildi. Ama gerçek ne olursa olsun, o artık yapayalnızdı.
Annesinin ölümünden sonra amcası onu yanına almak istememişti. Dayısı ise tek bir şartla kabul etmişti: Onu biriyle evlendirmek!
On yedi yaşına geldiğinde, dayısı onu zorla bir adamla evlendirmeye kalkmıştı. Kaçacak yeri yoktu, ama pes etmemişti. O gece, evin camından atlayarak kaçtı ve doğruca polise gitti.
O günden sonra hayatı hep mücadeleyle geçti. Hem okuyup hem çalıştı, her şeyi kendi başına başardı. Ama ne yaparsa yapsın, birileri onu "eksik" görüyordu. Sırf bir ailesi olmadığı için!
Şimdi Kaan’ın annesi de aynısını yapıyordu. Onu istemiyordu. Ama bunu Kaan’ın üzerinden yapıyordu. O fotoğrafı bilerek atmıştı. Mesaj açıktı:
“Sen, benim oğluma layık değilsin!”
Zeynep, gözlerini sıkıca kapattı. Kalbindeki yara, yine kanıyordu.
Ama başka bildiği tek şey ise çok fazla yorulmuştu.
Hastane bahçesinde keskin bir ayaz vardı, ama soğuktan çok havadaki gerginlik insanın içine işliyordu. Kaan, karşısında dimdik duran Zeynep’e baktı. Gözlerinde her zamanki kararlılık vardı, ama bu kez derinlerde bir şeyler kopmuş gibiydi. İçinde fırtınalar kopuyordu, ama yüzüne bunu yansıtmıyordu. O hep olduğu gibi güçlüydü, kırılmış olsa da belli etmiyordu.
Kaan, derin bir iç çekip başını iki yana salladı. Ellerini cebine sokup gözlerini kaçırdı, sonra tekrar Zeynep’in gözlerine kilitlendi.
Kaan:
Ah be kızım… dedi kısık bir sesle. Senin kalbine girmek yıllarımı aldı. Ama her seferinde ufacık bir şeyde benden kopman… beni yoruyor, Zeyno. Yıpratıyorsun beni. Bittim, tükendim artık…
Zeynep, hafifçe başını eğdi. Yüzünde acıyla karışık bir tebessüm belirdi.
Haklısın… Yordum seni. Sesinde hüzün vardı. Ama artık endişen olmasın, Kaan. Bundan sonra seni yormam.
Kaan, Zeynep’in sesindeki tuhaf tonu fark etti. Kaşlarını çattı, içine garip bir korku düştü.
Kaan:
Zeynep derin bir nefes aldı. Gözlerini kaçırdı, dudaklarını ısırdı. Sonra sesi titreyerek konuştu:
Şu demek… Birkaç saniye duraksadı, ardından gözlerini Kaan’a dikerek devam etti. Annen haklıydı. Davul bile dengi dengine… Boğazı düğümlendi, ama cümleyi tamamladı. Ayrılalım, Kaan. Doğru olan bu bizim için.
Sanki dünya bir anlığına durmuştu. Kaan nefes almayı unuttu, boğazındaki yumruyu yutkunmaya çalıştı ama yapamadı. Gözleri kısıldı, kaşları çatıldı. Başını yana eğip derin bir nefes aldı. İçindeki yangını bastırmaya çalıştı.
Kaan:
Zeynep gözlerini kaçırdı. Konuşmadı ama bu sessizlik, “evet” demekten daha çok canını yaktı Kaan’ın.
Kaan başını hafifçe salladı. Dudaklarını birbirine bastırıp, gözlerindeki hayal kırıklığını saklamaya çalıştı.
Kaan:
Bu cümle ağzından çıktığında, hastanenin bahçesindeki herkes donakaldı. Tuna, kaşlarını çatıp içinden küfür savurdu. Kimse olayın bu kadar ileri gideceğini beklemiyordu.
Tuna:
Komutanlarım, bari böyle bir günde siz de yapmayın ya!
Uzakta olanları izleyen Alp, kafasını iki yana sallayıp iç çekti.
Alp:
Murat ve Baran, aynı anda başlarını sallayıp hınçla söylendi:
Ortam ağırlaştıkça ağırlaşıyordu. Timin morali yerle bir olmuştu. Ama tam o sırada Seda, kollarını kavuşturup, kaşlarını kaldırarak konuştu:
Seda:
Size sadece iki gün veriyorum! dedi sert bir sesle. İki gün içinde barışmazsanız, zorla barıştırırım!
Kaan ve Zeynep aynı anda ona döndü, sinirle baktılar. Ama Seda istifini bile bozmadı.
Tam bu sırada Emre, Kaan’ın yanına yaklaştı. Omzuna bir şaplak atıp sırıtmayla konuştu:
Emre:
Merak etme, ben sana başka Zeyno bulurum!
Kaan birkaç saniye sessiz kaldı, gözlerini kıstı. Sonra alaycı bir tebessümle karşılık verdi:
Kaan:
Ekibin gerginliği bir anda yerini kahkahalara bıraktı. Ama Emre pes etmiyordu. Beş-on dakikadır Kaan ve Zeynep’le uğraşıyor, onlara yeni birilerini ayarlayacağını söyleyerek ikisini de deli ediyordu.
Sonunda dayanamayan Murat, kollarını kavuşturup Emre’ye döndü. Gözlerini devirerek başını iki yana salladı:
Göt lalesi olmayı bırakıp pezevenkliğe mi terfi ettin lan?!
Bu sözle birlikte herkes bir kez daha kahkahaya boğuldu. Evet, her şey darmadağın olmuştu ama Gölge Timi, en zor anlarında bile birlikte gülmeyi başarıyordu.
Asena, sigarasını yakıp hastanenin bahçesine çıktı. Havanın soğuk olmasına aldırmadan derin bir nefes çekti. Bahçede oturan timin bir gülüp bir somurttuğunu görünce kaşlarını çattı. Belli ki bir şeyler olmuştu.
Sigara dumanını ağır ağır üfleyerek ekibin yanına doğru yürüdü. Onu fark eden tim, hemen kendine çeki düzen verip ayağa kalktı. Ama Asena, elini hafifçe kaldırarak oturmalarını işaret etti.
Kaan, Asena’nın geldiğini görünce sessizce ayağa kalktı ve müsaade isteyerek uzaklaşmaya yeltendi. Ancak Asena, sigarasından derin bir nefes çektikten sonra kaşlarını çatıp sert bir sesle konuştu.
Bir kere soracağım ve bir kere cevap alacağım. Sesi tok ve netti. Ne oluyor burada?
Tuna, her zamanki gibi patavatsızlığıyla hemen atılıp konuştu:
Tuna:
Kaan Komutanım ve Zeynep Komutanım ayrıldı, Komutanım.
Bu sözle birlikte yanında oturan Emre, anında elini kaldırıp Tuna’nın kafasına sağlam bir şaplak indirdi. Tuna, başını ovuşturup şaşkın bir ifadeyle Emre’ye döndü.
Tuna:
Komutanım, ne dedim ben şimdi?!
Asena, gözlerini devirdi, başını iki yana salladı ve buz gibi bir sesle konuştu:
İyi… dedi. Sonra cümlesine soğukkanlı bir sertlikle devam etti. Peki, hanginiz ayrılıyorsunuz timden?
Timin üzerine bir anda derin bir sessizlik çöktü. Kimse ne diyeceğini bilemiyordu.
Anlamadım Komutanım… Ne ayrılması?
Asena, gözlerini kıstı ve Gözleri buz kesmişti.
Sizi eski aşıklar olarak aynı timde tutacağımı mı sandınız? Sesi sertleşti. Ayrılmaya karar verdiniz ama bunu hiç düşünmediniz, öyle mi?
Timin yüzü daha da gerildi. Asena’nın sesi titremiyordu, ama içinde kopan fırtınaları anlamamak imkansızdı.
Sizin saçma sapan ilişkiniz yüzünden gittiğim operasyonları tehlikeye atamam! Aksama kadar karar verin ve bana bildirin. Kim ayrılacak timden?!
Soğukkanlı ve otoriter tavrıyla cümlesini bitirdiğinde, herkes donup kaldı. Kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Göz göze geliyor, ama konuşamıyorlardı.
Tam o anda hastanenin kapısından biri nefes nefese koşarak onlara doğru geldi.
Eren!
Asena, onu fark edince kaşlarını kaldırdı. Eren’in yüzü kıpkırmızıydı, nefesi düzensizdi.
Eren:
Abla! diye soluk soluğa seslendi. Gözleri heyecanla parlıyordu. Abim… Birkaç saniye duraksayıp derin bir nefes aldı ve sesi titreyerek ekledi: Abim uyandı!
Bu sözlerle birlikte Asena’nın gözleri büyüdü. Kalbi hızlandı ama yüzünde tek bir duygu bile belli etmiyordu. Timin geri kalanı da anında irkilmişti.
Günlerdir bekledikleri haber sonunda gelmişti…
Asena, uzun bir aradan sonra dudağının kenarını hafifçe kıvırarak, Gökalp’in yanına gitmek için hızlı adımlarla hastanenin koridorlarına adım attı. Soğuk hava, onun omuzlarını hafifçe sarsarken, gözleri odaklanmıştı. Hastanenin içindeki sükûnet, Asena’nın adımlarının yankılarıyla bozuluyordu. Gökalp, uyanır uyanmaz, odada tek bir kişiyi görmek istemişti; o kişi Asena’dı.
Odada Asena ve timin diğer üyeleri bir araya gelmişti. Asena’yı görmek, hem Gökalp hem de diğer tim üyeleri için beklenen anı simgeliyordu. Sevim Hanım, odadaki atmosferin farkındaydı ama sesini çıkaramıyordu. Her şeyin yolunda olmasını istiyordu, ama Asena’dan kızgın bir bakış almayı göze alamazdı. Kızının gözlerine bakamamış, her anı içine kapanmıştı. Birkaç cümleyi telaffuz edebilmek bile zor geliyordu. Ancak, kocasının sözlerinden de çıkmaya cesaret edemedi.
İyi misin? diye sordu, sesindeki sertlik hemen yumuşadı. Ardından, Eren'e dönüp, Doktora haber verdiniz mi? diye de sormayı ihmal etmedi.
Eren, başıyla onayladı ve gözleriyle Asena’ya teşekkür etti.
Emre:
Geçmiş olsun Komutanım. diyen Emre, elini kalbine götürerek devam etti, Siz böyle olunca, sanki babam yatıyormuş gibi hissediyorum...
Gökalp hafifçe tebessüm etti, yüzünde eski alışkanlıkların izleri belirginleşti. Konuşmaya başladı:
Anneni tanıyorum, ama baban olduğum fikri çok yanlış, dedi. Ardından tüm odada kahkahalar yükseldi. Gökalp’in esprili tavrı, ortamı yumuşatmıştı.
Geçmiş olsun Komutanım, dedi, ciddi bir şekilde ama yüzünde bir gülümseme vardı.
İyi misiniz? diye sordu, endişeyle.
Geçmiş olsun, dediler aynı anda. Her biri içten bir şekilde.
Emre ise yine şaka yapmayı ihmal etmedi:
İyi tabi, benim Komutanım taş, maşallah, diyerek Gökalp’in güçlü duruşunu vurguladı.
Tuna:
Komutanım, komutanıma sulanıyorsunuz sanki, dedi, ama bu lafına karşın Alp’ten gelen sert bir tokatla sustu. Alp, sadece Geçmiş olsun, saygılar, diyerek durumu toparlamaya çalıştı.
Gökalp, tim üyelerinin hepsini bir arada görünce, eski günlerdeki gibi gülümsedi. Onlar ona güven veriyordu. Emre’nin gevşekliği bile ona iyi gelmişti. O sırada doktor geldi ve herkesin dışarı çıkmasını istedi. Gökalp, yine de üzülmeden gülümsedi. Doktor, her şeyin yolunda olduğunu ve gerekli tetkikleri yaptıktan sonra odadan ayrılacağını söyledi. Gökalp, annesi ve babasıyla konuşmak istedi. Onları tek bir odaya aldı. Birkaç dakika sonra, Sevim ağlayarak odadan çıktı. Uğur ise gözlerinde bir ateşle ve hüzünle, Sevim Hanım’ı izleyerek dışarıya adım attı.
Uğur, kızı Asena'ya sert bir sesle döndü:
Asena, babasına hiç bakmadan sessizce odaya girdi.
İyi misin, kardeşim? diye sordu. Gözlerinde belirgin bir endişe vardı ama sesini asla yükseltmiyordu.
İyi. Güvenli bir yerde. Sen bunları boş ver, ne yaşadığını anlat bana, dediği anda telefon çaldı. Gökalp, operasyona dair bir şeyler anlamıştı. Gözlerinde, eski hatırlatmaların izleri vardı.
Asena, telefondan Tamam, peki, diyip kapattıktan sonra kardeşine dönüp, Geldiğimizde konuşacağız, dedi.
Asena hafifçe tebessümle odadan çıktı. Timdeki herkes hızla hazırlıklarına başladı. Her biri görev için hazır olmalıydı. Asena, Zeynep'e dönüp, Sen gelmiyorsun, dedi.
Ama Komutanım... diye itiraz etti.
Sizin saçma sapan ilişkiniz için görevi tehlikeye atamam. Sen Gökalp Komutanı'nın yanında kal, çıkıyoruz, dedi. Soğukkanlı bir şekilde ve bir adım daha attı, askeri üste doğru ilerlemeye başladılar.
*****
Yer: Mardin, Güneydoğu Anadolu
Geceyi karartan sessizlik, bölgedeki her hareketi izleyen gözcüler ve keşif ekiplerinin varlığıyla iyice derinleşti. Asena Demirtaş komutasındaki bordo bereli ekip, operasyon öncesi son hazırlıklarını tamamlarken, tüm ekip üyeleri görevlerine odaklanmıştı. Asena'nın sesi, telsiz aracılığıyla tüm ekibe ulaşarak hedefin önemini vurguladı: Bu, sadece stratejik bir nokta değil, aynı zamanda terör örgütünün bölgedeki kuvvetlerinin merkezi bir üssüydü. Eğer bu üs yok edilirse, örgütün bölgedeki operasyonel kapasitesinin büyük ölçüde daralması bekleniyordu.
Hedef, PKK'nın en büyük lojistik merkeziydi ve bu merkez, güneydoğudaki köylere ve dağ köylerine yönelik mühimmat, ilaç ve yiyecek sevkiyatlarının temel rotasında yer alıyordu. İstihbarat birimlerinin sağladığı bilgiler, merkezin bir haftadır dikkatle izlendiğini ve yüksek güvenlik önlemlerinin alındığını ortaya koymuştu. Ancak, bordo bereliler için hiçbir engel, başarıyı gölgeleyecek kadar büyük değildi.
Saat 03:00'te, ekibin tüm üyeleri belirlenen noktada toplanarak harekete geçti. Asena Demirtaş, pek çok başarılı operasyona liderlik etmiş deneyimli bir komutandı. Bu geceki görev de onun liderlik becerilerini bir kez daha sergileme fırsatıydı. Eğitimi ve tecrübesiyle, tüm ekip üyelerini hızla yönlendirdi ve operasyonun başarısı için gereken tüm kararları soğukkanlılıkla aldı. Emre Kaya, önceden bölgeyi derinlemesine incelemiş ve arazinin her santimetresini haritalamıştı. Bu, ekibin hedefe en kısa ve güvenli yolu izlemesini sağladı.
Ekip, gecenin karanlığında dikkatle ilerlerken, her adımda dış etkenlere karşı hazırlıklıydı. Hedefin çevresindeki güvenlik unsurları, 24 saat boyunca nöbet tutuyordu. Ancak, gözetleme noktaları oldukça sabırsız bir şekilde yer değiştirdiğinden, gizlilik içinde ilerlemek ekibin stratejisi için kritik bir unsurdu.
Seda Kılıç, patlayıcıları hazırlamış, tetikleme sistemlerini güvenli bir şekilde kurmuştu. İleriye yönelik her patlayıcı, doğru zamanda kullanılmak üzere yerleştirilmişti. Seda, her şeyin hazır olduğundan emin olduktan sonra, ekip üyeleriyle son bir koordinasyon yaptı.
Baran Yıldırım, keskin nişancı tüfeğini yüksek bir tepeye yerleştirerek pozisyon aldı. Baran’ın hedefi, bir güvenlik kulesindeki gözcüydü. Kulesi yaklaşık 800 metre uzaklıkta olan gözcü, ekibin yaklaşan tehlikeyi fark etmemeliydi. Baran’ın namlusu sessizce tetiğe basıldı ve tek bir atışla hedefi etkisiz hale getirdi. Güvenlik hattında hiçbir alarm sesi yükselmeden, ekip hızla ilerlemeye devam etti.
Tuna Çelik, patlayıcıların yerleştirilmesinin ardından güvenlik noktalarını temizlemek için hızlı bir şekilde harekete geçti. Yüksek dövüş yeteneklerine sahip Tuna, düşmanlarına yaklaşırken asla ses çıkarmadan saldırı yaptı. Tüm tepkiler ani ve etkiliydi, kısa süre içinde üç düşman etkisiz hale getirildi. Hızla temizlediği alanla birlikte, ekip de hızla merkez binaya yaklaştı.
Kaan Gümüş, mühendislik bilgisiyle patlayıcıları hassas noktalara yerleştirerek her şeyin mükemmel uyum içinde çalıştığından emin oldu. Saldırı noktası, merkez binanın çevresinde yer alan ve patlama ile dikkat çekmeden yol açılacak en stratejik bölgeye odaklanmıştı. Seda Kılıç’ın komutuyla, patlayıcılar tetiklenerek büyük bir patlama sesiyle geceyi sarstı. Hedefin duvarları, yerleştirilen dinamitlerle paramparça oldu.
Büyük patlamanın ardından yayılan toprak kokusu, ekibe ilerlemek için sinyal verdi. Asena Demirtaş, patlamanın hemen ardından telsizle ekibe ilerleme komutunu verdi. Baran, patlamanın yarattığı gürültüyle düşmanı oyalarken, diğer üyeler dikkatlice yapıya sızarak son noktalara yerleşti.
Ekip, hedef binanın içine girmeyi başardı ve tüm odalar hızla taranarak, terörist unsurlar etkisiz hale getirildi. Alp Arslan, dışarıdaki destek birimleriyle sürekli irtibat halinde kaldı ve operasyonun güvenli bir şekilde tamamlanmasını sağladı. Kaan Gümüş ve Seda Kılıç, patlayıcıların doğru yerde olduğunu ve çevredeki tüm tehlikelerin ortadan kaldırıldığını teyit ettikten sonra, binanın içerisine son düzenlemeleri yaptı.
İçerideki temizlik tamamlandığında, hedefteki tüm düşman unsurları etkisiz hale getirildi. Asena Demirtaş, ekipten gelen başarı raporuyla birlikte operasyonun sona erdiğini duyurdu. Ekip, hızla geri çekilmeye başladığı anda, dışarıda bekleyen araçlar yerlerine intikal etti ve ekibi üsse doğru güvenle taşıdı.
Hedef tamamen yok edildi ve önemli terör unsurları etkisiz hale getirildi. Bölgedeki yerel güvenlik güçlerine bilgi verildi ve bölgeyi devralarak, operasyonun tüm unsurlarının izlediği güvenli yollar tespit edildi. Ekibin tamamı, bölgeden hızlı bir şekilde çekildi ve üsse dönüş için harekete geçti. Bölgedeki halk, operasyonun amacına uygun şekilde güvenli hale getirildi.
Sonraki günlerde yapılan incelemeler, operasyonun başarısının yanı sıra, terör örgütünün bu stratejik bölgedeki etkinliğinin büyük ölçüde kırıldığını ve lojistik hatlarının sekteye uğradığını ortaya koydu.
Operasyon başarıyla tamamlandı. Hiçbir kayıp vermeden, hedef alınan terörist üssü yerle bir edildi. Bölge halkının güvenliği sağlandı ve yerel yönetimlerle koordineli şekilde destek verildi. Bu başarılı operasyon, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin özel kuvvetleri olan bordo berelilerin yeteneklerini bir kez
Operasyon Kodu Kapanışı: Kurtuluş-23 Başarıyla Tamamlandı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |