Kitabımı okuyup bana destek olur musunuz ♥️
Yorum yapmayı unutmayın lütfen ♥️
Özgür, Asena ve Gökalp, okulun geniş bahçesinde güneşin altında koşarken, çocukluklarının o masum ve neşeli zamanlarını yaşıyorlardı. Özgür, her zaman olduğu gibi abisi gibi davranarak, ikizleri koruyup onlara rehberlik etmeye çalışıyordu. Birbirlerine bağlı olan ikizler, Asena ve Gökalp, her zaman Özgür'ün etrafında dolanır, ona güvenerek her adımda yanındaydılar.
"O kadar hızlı koşuyorsun ki, seni yakalamamız imkansız!" diye bağırdı Asena, gülerek. Özgür, genç yaşta bile disiplinli ve kararlıydı, hızla onları geride bırakıyordu.
Gökalp, Asena'ya dönüp göz kırparken, "Beni yakalayabilirsin, ama onu asla!" diyerek kardeşine meydan okudu.
Özgür, birden durarak dönüp onları izledi. "Hadi bakalım, ikizler. Koşun bakalım, ama unutmayın; hep birlikte güçlü oluyorsunuz," dedi, sesi o zamanlar bile otoriter bir şekilde.
Okulun bitimine az kalmıştı ve her üçü de okul yıllarının en güzel dönemini yaşadıklarının farkındaydılar. Birlikte büyümüş, birbirlerine güvenmeyi öğrenmişlerdi. Gökalp ve Asena, her zaman Özgür'ün gölgesinde olsalar da, o günlerde bu kadar karanlık bir geleceği kimse tahmin edemezdi.
Hülya, onların okulun bahçesinde koşan çocuklarını izlerken, "Bir gün bu çocuklar ne kadar güçlü olacaklar, kim bilir?" diye düşündü. Gülümseyerek, Özgür'ün başını okşadı, ona olan güvenini hissettirdi. O günlerin masumiyetine, o küçük anların sıcaklığına geri dönmek, zamanla daha da değerli hale gelecekti.
Özgür, ikizleriyle koşarken, her zaman onları koruma içgüdüsüne sahipti. Ama bu, yalnızca fiziksel anlamda değildi. Onları her zaman duygusal olarak da kollamaya çalışıyordu. O an, Asena'nın omuzlarına dokunarak, "Hadi bakalım, bu sefer gerçekten yakalayın," dedi. Gökalp gülerek hızla ilerledi ve Asena hemen arkasından, neşeyle, adeta kardeşinin izinden gitmeye çalışıyordu.
Bir süre sonra, üçü de nefes nefese kalmıştı. Özgür, onlardan önce durup, omuzlarına yerleştirdiği elleriyle onlara göz kırptı. "İkizler, bakın ne kadar hızlısınız! Ama hatırlayın, her zaman birlikteyken güçlüsünüz. Eğer biriniz düşerse, diğerinin hemen kalkıp yardım etmesi gerekir."
Asena ve Gökalp birbirlerine bakarak gülümsediler. O zamanlar, her şeyin ne kadar basit olduğunu ve tüm zorlukların birlikte aşılabileceğini düşünüyorlardı. Özgür'ün söyledikleri, hep hafızalarında kalan bir öğüt olarak yer etmişti.
Sınıfın çıkışında, okulun kapısından dışarı adım attıklarında, Asena'nın aklında tek bir soru vardı: "Abicim, büyüdüğümüzde ne olacağız?"
Özgür, gülümseyerek ona bakarken, "Siz istediğiniz her şeyi olabilirsiniz. Ben, her zaman yanınızda olacağım," demişti. "Ama unutmayın, her seçim bir sorumluluk getirir. Ne olursa olsun, birbirinizin yanında olun."
Gökalp, kısa bir sessizliğin ardından, "Biz her zaman birbirimizin yanındayız, değil mi?" dedi.
Asena, gözlerini kısarak, "Evet, her zaman," diye yanıtladı, ama o an içinde bir şüphe hissetmişti. O kadar güçlüydüler ki, kaybetmekten hiç bahsetmemişlerdi. Fakat herkes bir gün kaybederdi, değil mi? O zamanlar, kayıpların ve zorlukların ne kadar ağır olduğunu bilmiyorlardı.
İkizler, okulun son saatlerde en sevdikleri yerlerden birinde, göl kenarında buluşmuşlardı. Gözleri uzaklara dalmış, yalnızca doğanın sesini dinliyorlardı. Özgür, Asena ve Gökalp’in arasındaki bağa her zaman hayran kalmıştı. Onlar, ne olursa olsun, birlikte olmak zorundaydılar. Her şeyin öncesinde, her zaman birbirlerine tutunarak hayatın zorluklarını aşacaklardı.
“Beni her zaman koruyacak mısınız?” Asena birden sessizliği bozarak, gözlerini kardeşlerine çevirdi.
Gökalp, başını sallayarak, “Tabii ki,” dedi, “Sana hiçbir şey yapmalarına izin vermem.”
Özgür, gülerek, “Beni de unutmayın,” dedi. “Ne kadar büyürseniz büyüyün, hep yanınızda olacağım.”
Asena hafifçe gülümsedi, ama gözlerinde bir hüzün vardı. “Peki, ya ben kaybolursam?” dedi, sesindeki belirsizlik belirgindi.
Gökalp ve Özgür birbirlerine bakarak, “Asla kaybolmazsın,” dediler. “Birbirimizi kaybetmeyeceğiz.”
O an, her şey sonsuz gibi görünüyordu. Gelecek, sadece umut ve hayallerle doluydu. Ama o masum anı, Asena’nın aklında hep bir soru işareti olarak kalmıştı: Ya kaybederlerse?
İkizler, gülerek ellerini birbirlerine uzattılar. Birlikte her şeyi aşacaklardı. Ama ne yazık ki, zamanla öğrenecekleri en büyük ders, her şeyin geçici olduğuydu.
Havanın sisli ve soğuk olduğu bir sabahta, Gölge Timi her zamanki gibi erken saatlerde eğitim sahasına çağrılır. Sahanın üzerinde alacakaranlık henüz dağılmamışken, tim üyelerinin sert adımları sessizliği bozuyordu. Soğuk hava ciğerlerine işlerken, Baran montunun fermuarını çekip nefesini ısıtmaya çalıştı. Göz ucuyla yanındaki Alp’e bakarak mırıldandı:
"Bugün kesin cehennem bizi bekliyor."
Alp bir şey demedi, sadece başını salladı. Timin tamamı, Asena’yı sahada beklerken onun tavrının değiştiğini hissediyordu. Yüzündeki ifade her zamanki gibi ciddi olsa da, bu kez gözlerinin ardında farklı bir ağırlık vardı.
Asena dimdik duruyordu. Yüzüne düşen ilk güneş ışıkları onun ifadesini daha da sert gösteriyordu. Tim önünde sıraya geçtiğinde, Asena’nın derin bir nefes alıp konuşmaya başlamasıyla sessizlik hâkim oldu.
"Bugün sahada bir kardeşimi kaybettim," dedi. Sesi tok ve kararlıydı, ancak içinde saklamaya çalıştığı duyguları belli oluyordu. "Yarın hiçbirinizi kaybetmeyeceğim. Bu eğitim sizi daha güçlü, daha hızlı ve daha dayanıklı yapacak. Şikâyet etmek yok. Hata yapmak yok! Hayatta kalmak istiyorsanız sınırlarınızı zorlayacaksınız."
Herkesin üzerinde baskı vardı. Kimse konuşmadı; sadece gözleriyle birbirlerine baktılar. Baran, Asena’nın gözlerindeki derin acıyı fark etti ve içinden, "Bu kadın ne kadar güçlü duruyor ama içinde ne fırtınalar koptuğu belli," diye geçirdi. Ancak bunu sesli söylemeye cesaret edemedi.
---
Fiziksel Dayanıklılık Testleri
Timin gün boyu eğitimine zorlu bir koşu parkuruyla başlandı. Hedef, kilometrelerce süren bir koşuyu, tırmanma duvarlarını ve çamur dolu hendekleri aşarak tamamlamaktı. Hava buz gibi olmasına rağmen, zorlu hareketler kısa sürede ter içinde kalmalarına neden oldu.
Tuna, koşu sırasında temposunu kaybetti. Elleri dizlerine dayanmış, nefes nefese kalmış bir haldeydi. Asena’nın dikkatini hemen çekti.
"Tuna!" diye seslendi Asena, sesi tüm sahada yankılandı. "Bu şekilde sahada bir gün bile hayatta kalamazsın. Daha hızlı, daha güçlü ol!"
Tuna, nefesini toparlamaya çalışırken hafifçe homurdandı:
"Komutanım, biz askeriz, robot değil!"
Asena, Tuna’nın yanına hızlı adımlarla yürüdü. Gözleri onunla aynı hizaya gelince buz gibi bir sesle konuştu:
"Sahada düşman, zayıf olduğunuz anı bekler. Merhamet göstermelerini bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Şimdi kalk ve devam et!"
Tuna dişlerini sıktı, ama sesini çıkarmadı. Diğerleri de koşuya devam ederken bir yandan Asena’nın talimatlarını sorguluyor bir yandan onun neden bu kadar katı davrandığını anlamaya çalışıyorlardı.
Yakın dövüş eğitimleri, günün en zorlu aşamalarından biriydi. Fiziksel testlerin ardından herkes yorgun olsa da Asena, kimseye dinlenme fırsatı tanımadı. Tim üyeleri, sırayla onun karşısına geçmek zorundaydı. Her biri, onun disiplinli ve sert tavrıyla karşı karşıya kalacağının farkındaydı. Eğitimin amacı sadece teknik öğretmek değil, aynı zamanda zihinlerini de mücadeleye hazır hale getirmekti.
Asena, timin karşısında dimdik duruyordu. Gözleri, herhangi bir duyguyu ele vermeden herkesin üzerinde dolaştı. Her birini teker teker süzüyordu; sanki kim daha dirençsiz, kim daha kararlı diye analiz ediyordu. Onun bakışları altında tim üyeleri hem bir korku hem de bir saygı hissi taşıyordu. Eğitim başlamak üzereyken Tuna, sıranın kendisine geldiğini fark etti. Yorgun olmasına rağmen içinde bir isyan duygusu kabarıyordu. Asena’nın bakışları ona döndüğünde bunu belli etmemek için elinden geleni yaptı.
"Asena Komutan," dedi Tuna, derin bir nefes alarak. "Sizinle dövüşmenin mantıklı bir yanı yok. Hepimiz biliyoruz ki beni yere sereceksiniz." Hafif bir gülümseme eşliğinde ekledi, "En azından bunu itiraf edebilirim."
Asena, kaşlarını hafifçe kaldırdı. Gözleri Tuna’nın yüzünde sabitlendi. Alaycı bir şekilde değil, ciddi ve kararlı bir tavırla konuştu:
"Düşman da senin böyle düşünmeni ister, Tuna. Eğer onları şaşırtamazsan, hep yenilirsin. Bu savaşı kafanda kaybediyorsun. Şimdi saldır!"
Tuna, Asena’nın meydan okuyan sözleri karşısında biraz duraksadı. Ama bu duraksamanın kendisi bile bir zayıflık işaretiydi ve Asena bunu hemen fark etti. Tuna hızlı bir adım atarak Asena’ya doğru hamle yaptı. Yumruğunu savurdu, ancak Asena’nın refleksleri inanılmazdı. Zarif ama son derece etkili bir hareketle yana çekildi ve Tuna’nın dengesini kaybetmesini sağladı. Tuna, ikinci bir hamle yapmak için toparlanmaya çalıştı, ancak Asena fırsat tanımadı. Çevik bir dönüşle Tuna’yı yere yatırdı. Hareket öylesine hızlı ve kontrollüydü ki Tuna ne olduğunu anlayamadan yerde buldu kendini.
Tuna, sırt üstü uzanmış bir şekilde derin nefesler alırken başını hafifçe yana çevirdi. Hafifçe gülerek mırıldandı: "Bu kadın gerçekten bizi harap etmek için yaratılmış."
Asena, yere eğildi ve elini Tuna’ya uzattı. Soğukkanlı ama sert bir ses tonuyla konuştu:
"Eğer sahada bir düşman seni yere sererse, bir daha kalkamayabilirsin, Tuna. Bu bir eğitim, ama sahada ikinci bir şansın olmayacak. Şimdi, tekrar!"
Tuna, Asena’nın elini tutarak ayağa kalktı. Onunla göz göze geldiğinde, yüzünde bir meydan okuma belirtisi vardı. Ancak, içindeki saygı ve öfkenin birbirine karıştığını da fark ediyordu. Timdeki diğerleri sessizce olanları izliyordu. Tuna yeniden pozisyon alırken, Asena’nın bakışları bir an diğerlerine kaydı.
"Kimse burada mükemmel değil," dedi. "Ama sahada mükemmelmiş gibi davranmak zorundayız. Hepiniz bunu öğrenene kadar buradan ayrılmayacağız."
Tuna yeniden saldırdı. Bu sefer daha hızlı, daha kontrollüydü. Ancak Asena yine bir adım öndeydi. Onun hamlelerini tahmin ediyor, anında karşılık veriyordu. Tuna ne kadar çabalasa da Asena’nın savunmasını aşmayı başaramadı. Bir kez daha yere düştüğünde, bu sefer hafifçe homurdandı:
"Sizinle dövüşmenin hiçbir yolu yok. Baştan kaybetmişim."
Asena, Tuna’ya bir kez daha elini uzattı. Onu yerden kaldırırken bu sefer sesinde hafif bir yumuşama vardı:
"Sahada asla böyle düşünme. Eğer kaybedeceğine inanırsan, gerçekten kaybedersin. Mücadele et ve rakibinin seni hafife almasına izin verme."
Diğer tim üyeleri sırayla Asena’nın karşısına geçti. Kimisi Tuna kadar direnç gösterebildi, kimisi ise birkaç hamlede yere yıkıldı. Ancak Asena’nın sert ama öğretici tavrı herkesi zorladı. Her birini yere serdiğinde onları kaldırdı, hatalarını söyledi ve yeniden denemelerini istedi. Bu eğitim sadece fiziksel bir mücadele değildi; zihinsel dayanıklılıklarını ve özgüvenlerini de test ediyordu.
Eğitim bitip herkes dağıldığında Tuna, Alp ve Seda bir köşede buluştu. Yorgunluk yüzlerinden okunuyordu. Tuna, biraz sitemle Alp’e dönerek konuştu:
"Bu kadın bizi harap etmek için değil, yok etmek için burada. Yemin ediyorum, beni yerden toplamak için elini uzatmasa bir taş gibi yerde kalırdım."
Alp hafifçe gülerek cevap verdi:
"Yok etmek mi? Sanmam. Asena Komutan seni yere seriyor ama aynı zamanda seni kaldırıyor, Tuna. Belki de bizim bu eğitime ihtiyacımız vardır."
Seda, iki erkeğin konuşmasına katılarak ekledi:
"Asena Komutan bizi korumak istiyor. Özgür komutanı kaybetti. Bu yüzden bu kadar sert davranıyor olabilir. Belki de bizi kaybetmek istemiyordur."
Tuna, Seda’nın sözlerini düşündü. Asena’nın acısını anlıyor ama yine de bu sert tavırlarına hak vermekte zorlanıyordu. Onun gücü ve kararlılığı, herkesin üzerinde bir baskı yaratıyordu. Ancak Tuna Asena’nın sözleri kulağında yankılandı:
"Kaybedeceğine inanırsan, gerçekten kaybedersin."
Bu eğitim, Tuna ve diğer tim üyeleri için yalnızca bir dövüş dersi değil, hayatta kalma sanatıydı. Asena, onları şekillendirmeye kararlıydı. Onlara ne kadar sert davranırsa davransın, bunun bir amacı olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlamışlardı.
Asena, eğitimin son bölümünde timi topladı. Geniş bir çadırın içinde kurulu masalara oturttuktan sonra herkesin önüne birer kâğıt koydu. Kâğıtlarda detaylı bir senaryo yazılıydı: Bir görev sırasında tim, düşman hattında sıkışmış ve birden fazla rehineyi kurtarmak zorundayken bir arkadaşlarını geride bırakma kararı almak zorunda kalmıştı. Bu türden bir kararın nasıl verileceği, ekibin soğukkanlılığını ve mantıklı düşünme kabiliyetini ölçmek için tasarlanmıştı.
Baran, kâğıttaki yazılara göz gezdirdiğinde bir an nefesi kesildi. Senaryo, düşündüğünden çok daha gerçekçiydi. Kendi ekibinden birini geride bırakmayı hayal etmek bile boğazını düğümlüyordu. Elleri kâğıdın üzerinde sabitlenmiş halde, uzun bir süre başını kaldırmadan oturdu. Çevresindeki diğer tim üyelerinin de sessizce kâğıtlarına baktığını fark etti. Herkes derin düşüncelere dalmış, bir şekilde bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyordu.
Baran sonunda dayanamadı. Masadan kalktı, kâğıdı ellerinde sıkarak Asena’ya baktı. Sesinde bastıramadığı bir titreme vardı:
"Komutanım, gerçekten böyle bir durumda bir arkadaşımızı geride bırakabilir miyiz?"
Asena, masanın başında dimdik duruyordu. Gözlerini Baran’a çevirdi. Sert bakışları, eğitim boyunca olduğu gibi, herhangi bir şefkat veya empati işareti göstermiyordu. Baran’ın sorusunu yanıtsız bırakıp ona doğru yürümeye başladı. Sessizliği, çadırın içinde bir gerginlik dalgası yarattı. Tüm tim, Asena’nın ne söyleyeceğini bekliyordu. Sonunda, soğuk ama kararlı bir sesle konuştu:
"Sahada duygularınıza yer yok, Baran."
Asena, onun yanına kadar geldi ve gözlerinin içine bakarak devam etti:
"Bir kişinin hatası bütün timi yok edebilir. Bir anlık tereddüt yüzünden hem kendinizi hem de rehineleri riske atabilirsiniz. Bu bir gerçeklik. Ve bu gerçekliği kabul etmek zorundasınız."
Baran’ın gözleri yere düştü. Cevabı bekliyordu, ama bu kadar katı ve kesin bir açıklama duymayı beklemiyordu. İçindeki isyan duygusunu bastırmak için derin bir nefes aldı. Ama yine de konuşmaktan kendini alıkoyamadı:
"Ya o kişi? Ya onu geride bırakmanın ağırlığıyla nasıl yaşayacağız? Onun hayatını kurtarmak için bir yol bulamaz mıyız?"
Asena, Baran’ın tepkisine şaşırmamış gibiydi. Sesinde hafif bir ton değişikliğiyle, daha da kararlı bir şekilde yanıtladı:
"Eğer bu soruyu soruyorsan, sahada ölürsün, Baran. Geride bıraktığınız kişi sizden duygusal bir bağlılık değil, doğru bir karar bekler. Sahada bir karar verirken o kişinin hayatından çok, ekibin ve rehinelerin hayatını düşünmek zorundasınız. Duygularınız sizi kör ederse, herkes ölür."
Diğer tim üyeleri sessizdi. Baran’ın cesaretini takdir ediyorlardı, ama söylediklerini de sorgulamaktan kendilerini alamıyorlardı. Birkaç kişi başlarını kâğıtlarından kaldırdı, gözleri Asena ile Baran arasında gidip geliyordu. Alp, Baran’ın yanındaki masadan mırıldandı:
"Bu kadar kolay mı gerçekten? Bir arkadaşını geride bırakmak... Ben... yapamam gibi hissediyorum."
Asena, Alp’in sorusuna döndü, ama bu kez sesinde alışılmışın dışında bir ton vardı. Gözlerini biraz kısarak, Alp ve Baran’ın oturduğu masaya yaklaştı. Tüm timin dikkatini üzerinde hissettiğinden emin bir şekilde, ağır ama kararlı bir sesle konuştu:
"Bir şey daha öğrenmelisiniz," dedi ve duraksayıp çevresine bir bakış attı. "Biz, sıradan bir ekip değiliz. Biz bordo berelileriz. Sahada asla pes etmeyiz, asla çaresiz kalmayız. Ve evet, bazen birini geride bırakmak zorunda kalabilirsiniz, ama unutmayın… o kişi sizi bulur. Çünkü biz çıkış yolunu hep buluruz."
Sözlerinin ağırlığı çadırda yankılandı. Herkes bu sözlerin sadece moral vermek için değil, sahadaki gerçek bir ilkeye dayandığını anlıyordu. Asena bir adım geri çekildi, gözleriyle timin her bir üyesini taradı.
"Birini geride bırakmak zorunda kaldığınızda, o kişinin sizin gibi eğitildiğini unutmayın. Arkadaşınızın hayatta kalması için gereken tüm yeteneklere sahip olduğunu ve sizin kadar güçlü olduğunu bilin. Bu, vicdanınızı rahatlatmaz belki, ama şunu unutmayın: Biz teslim olmayız. Sahada bırakılan her bordo bereli, dönecek bir yol bulur. Bu sizin inancınız ve dayanma gücünüz olsun."
Baran, Asena’nın bu sözlerini işittikten sonra daha fazla itiraz edemedi. Başını hafifçe eğerek önündeki kâğıda baktı. Sadece bir simülasyon olmasına rağmen, bir arkadaşını geride bırakma düşüncesi ona hâlâ ağır geliyordu. Ama artık biliyordu: Geride kalan, pes etmeyecek biriydi. Alp de başını salladı, yüzünde karışık bir ifade vardı.
Asena masanın başına döndü ve son kez konuştu:
"Sahada yalnız olmadığınızı bilin. Burada öğrendikleriniz bir gün sizin ya da bir arkadaşınızın hayatını kurtaracak. Şimdi, bu senaryoyu çözün. Hangi kararı verirseniz verin, her biriniz bunun bir bedeli olduğunu unutmayın."
Tim üyeleri, Asena’nın sözlerinin etkisiyle kâğıtlarına tekrar odaklandı. Eğitim, onların sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da en zor durumlara hazır olmalarını sağlamak için yapılmıştı. Ve şimdi, bu sözler onların hafızasına kazınmıştı: "Biz bordo berelileriz; çıkış yolunu hep buluruz."
Eğitim bittikten sonra tim üyeleri günün yorgunluğunu atmak için kantinde bir araya geldi. Çoğu masaya yığılmış, sessizce yemeklerini yerken eğitimde yaşadıklarını düşünüyordu. Kimi tartışmalara dalıyor, kimi kendi içine kapanıyordu. Baran, Alp ve Tuna aynı masada oturmuş, zaman zaman Asena’nın sert sözlerini hatırlayıp derin bir sessizlik içinde başlarını sallıyordu.
Tuna bir an gülümseyerek Baran’a döndü.
"Yine de bir gün onu sahada yeneceğim," dedi, alaycı bir tonla.
Baran, kaşı havada gülümseyerek cevap verdi:
"Asena Komutan’ı mı? Hayal görüyorsun Tuna. Biz sadece izleriz."
Tuna’nın yüzündeki alaycı ifade, Asena’nın onlara verdiği zorlu eğitimin ne kadar ciddi olduğunu hatırlayınca kayboldu. Sohbet hızla durgunlaştı, yemekhaneye sessizlik hâkim oldu.
Bu sırada, Asena kendi odasına çekilmişti. Kapıyı kapattıktan sonra yorgun bir nefes aldı ve masasına doğru yürüdü. Masanın üzerinde, solmuş bir fotoğraf dikkat çekiyordu. Fotoğraf, Özgür ile çekilmiş eski bir görüntüydü. Asena’nın yüzü gençlik enerjisiyle doluydu, Özgür ise kolunu onun omzuna atmış, gülümseyerek kameraya bakıyordu. Bu fotoğraf, Asena için bir hazineydi. Onu alıp uzun bir süre sessizce inceledi.
Fotoğrafın hemen yanında, Özgür’ün yıllar önce yazdığı bir mektup duruyordu. Kağıt zamanla yıpranmış, ama üzerindeki yazılar hâlâ okunabilirdi. Asena, titreyen ellerle mektubu aldı ve göz gezdirmeye başladı:
Her zaman güçlü ol. Biz askeriz, ama önce insanız. Görevlerin bizi şekillendirdiğini düşünme, biz görevleri şekillendiren insanlarız. Ve unutma, sahada yalnız değiliz. Yanında her zaman sana inananlar olacak. Senin abin olmaktan gurur duyuyorum."
Asena mektubu okudukça gözlerinden yaşlar süzüldü. Mektubun kenarını tutan elleri hafifçe titriyordu. Başını eğdi, sessizce kendi kendine mırıldandı:
"Abim, keşke daha güçlü olsaydım. Seni koruyabilseydim…"
Ertesi sabah, tim yeniden toplandığında hepsi bir gün öncesinden daha kararlı görünüyordu. Tuna, engel parkurunda kendi sınırlarını zorlayarak ilerliyordu. Daha önce yapamadığı bir atlayışı başarmış, başarısının ardından kendine güveni artmıştı. Alp ve Baran da benzer bir motivasyonla hareket ediyorlardı. Yorgunluklarına rağmen vazgeçmeden mücadele ediyorlardı.
Asena, bir köşeden hepsini izliyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, yüzünde ciddi bir ifadeyle ekibin her hareketini takip ediyordu. Ama gözlerinde başka bir şey vardı: Gurur ve umut. İçinden bir şeyler fısıldadı, sadece kendi duyabileceği kadar alçak bir sesle:
"Onları güçlü yapacağım. Sahada hiçbirini kaybetmeyeceğim. Özgür, söz veriyorum…"
Tim üyeleri, Asena’nın izlediğini biliyorlardı, ama bu sefer onun sert bakışlarının altında bir sıcaklık hissediyorlardı. Hepsi, o sabah bir şeyin değiştiğini fark etmişti. onlar sadece bir, tim değil bir aileydi .
Okur Yorumları | Yorum Ekle |