Kitap mı okuyup bana destek olur musunuz ♥️ yorum yapmayı unutmayın lütfen ♥️ 🥺🥺
Özgür , Aslı’yı görmek için Aslı’nın kaldığı odanın balkonuna tırmanmıştı. Onlar için imkansız bir aşk vardı çünkü Aslı, Yüzbaşı Arif Kara’nın tek kızı, tek evladıydı. Arif Kara, kızını kimseye vermemek için her türlü gücüyle direniyordu. Ancak imkansızın da bir sınırı vardı. Aslı’nın kalbi, bir şekilde Özgür Demirtaş’a kayıtsız kalmamıştı.
Özgür, Hakkâri’ye ilk geldiğinde Aslı’yı görür görmez ona aşık olmuştu. İki yıl boyunca peşinden koşmuş, Aslı başta ona karşı ilgisiz görünse de zamanla bu hisler karşılıklı hale gelmişti. Aslı, balkonunun kapısını sıkça açık bırakıyordu, bekliyordu. Saat dokuzu gösterdiğinde, Aslı “Ders çalışacağım” diyerek odasına gitmişti. Ancak Özgür, sanki tüm evin sırlarını bilen biriymiş gibi sessizce yatak odasına girdi. Aslı’nın yatakta oturduğunu gördüğünde, kendisi de yere çömeldi. Hafif bir tebessümle Aslı’nın yanına oturdu, elini nazikçe tuttu. Bir yandan yaklaşma korkusu vardı, ama gözlerini ondan ayıramıyordu. Aslı ona sadece beş dakika izin vermişti, fakat zaman o kadar hızlı geçmişti ki, yarım saatten fazla birlikte kalmışlardı.
Bir anda, Aslı, Özgür’ün yanaklarına bir öpücük kondururken, kapı açıldı ve Yüzbaşı Arif Kara içeri girdi. Gözleri öfkeyle parlıyordu.
Arif: “Kızımı meyve getir!.. Laaaaaan!”
Özgür hızla toparlanarak kendini savundu: “Arif amca, sadece oturuyorduk, vallahi bak.”
Arif sinirle bağırarak, yere adımlarını sertçe koydu: “Lan sen içeri nasıl girdin, irz düşmanı?”
Özgür, bir yandan soğukkanlılığını koruyarak cevap verdi: “Balkondan, Arif amca.”
Arif’in öfkesi, kontrol edilemez bir hal aldı. Sesini yükseltti: “Gel lan buraya! Gü... Silahım nerede? Gebertim lan seni!”
Aslı, babasının bu tavırları karşısında korku içinde seslendi: “Özgür, kaç sevgilim?”
Arif daha da öfkelendi: “Sevgilim öyle mi? Kızım?”
Aslı, babasına yalvararak, “Baba, lütfen! Benimle olmasına izin ver! Bunu sana anlatmaya çalışıyorum,” dedi.
Arif, gözleri adeta alev almış bir şekilde: “Nereye kayboldu lan o piç?”
O sırada, Gül, Arif’in bağırmasını duydu ve yavaşça cevap verdi: “Balkondan kaçtı bey.”
Arif, sinirle bağırarak, “Gözünün merceğini s.... O piçin, aç lan kapıyı Uğur!” dedi.
Uğur, şaşkın bir şekilde anlamaya çalışarak: “Ne var lan, yine?”
Arif, öfkeyle: “Nerede gözünün merceğini s....? Nerede o piç?” diye bağırdı.
Uğur, kafasını kaşıyarak: “Kim lan?”
Arif’in siniri tamamen kontrolsüz hale geldi, “O Özgür piçin nerede?” diye tekrar bağırdı.
Uğur, bu soruyu duyunca şaşkın bir şekilde: “Ne yaptı lan oğlum sana?” diye sordu.
Arif gözlerini kıstı, dudakları titreyerek bağırdı: “Kızımın odasına girmiş piç! Geberticem onu!”
Uğur, Arif’in öfkesini umursamayarak kahkahalarla gülmeye başladı. Gökalp, bunu duyunca sertçe “Siktir!” dedi.
sevim elini ağzına götürüp " aaaaa " diyince
Asena, olan biteni şok içinde izliyordu. Aslı, Asena’nın en yakın arkadaşıydı ve bunu ilk kez öğreniyordu. Hemen gözleri Aslı'ya kaydı, Aslı ise başını yere eğmişti, gözleri dolmuştu.
Uğur, kahkahasını kesmeden, Arif’in öfkesini hafifletmek istercesine şaka yaparak: “Fena mı lan, dündür oluruz?” dedi.
Arif’in sabrı tükenmişti. Gözlerinde adeta bir canavara dönüşen bir öfke vardı. “Siktir lan!” diyerek hızlı adımlarla lojmanın bahçesine indi.
Ay ışığının dahi ulaşamadığı sık ormanların arasından esen hafif bir rüzgâr, yaprakların arasında dolaşıyor, gecenin sessizliğini daha da derinleştiriyordu. Timi taşıyan helikopter, hedef bölgeye iki kilometre kala tamamen sessiz moda geçti. Helikopterin kapıları açıldığında bordo bereliler, soğukkanlılıkla karanlığa adım attılar. Her biri savaşın getirdiği disiplini üzerinde taşıyordu; görev netti, hataya yer yoktu.
Asena, yere indiği anda termal gözlükleriyle etrafı taradı ve telsizden fısıldadı:
“Ekip 1, kuzey hattına. Ekip 2, benimle birlikte doğuya. Rehineler barakanın güneydoğusunda. Çıkış için Plan B’ye göre hareket edeceğiz.”
Baran ve Alp, kuzey hattına doğru sessizce ilerlerken, Asena’nın ekibi doğu tarafına kayıyordu. Kampın etrafı yüksek çitlerle çevriliydi ve her girişte iki devriye vardı. Baran, uzaktan termal kamerayla devriyelerin hareketlerini takip etti.
“İki hedef. Sağ taraf boş. Alp, sağdan dolan,” diye telsizden alçak sesle komut verdi.
Alp, hızla pozisyon alıp ilerledi. Devriyelerin dikkatinin dağıldığı an, Baran ve Alp eş zamanlı atışlarla hedefleri etkisiz hale getirdiler. Cesetleri sürükleyip görünmeyecek bir yere sakladılar. Bu sırada Asena, ekibiyle kampın doğusuna ulaşmıştı. Gözetleme kulesinde bir keskin nişancı olduğunu fark edince, telsizden fısıldadı:
“Kulede bir keskin nişancı var. Efe, senin işin.”
Efe, yere yatarak dürbünlü tüfeğini doğrulttu. Hedefi sabitledi ve tetiği çekti. Keskin nişancı tek bir atışla yere yığılırken, kampın sessizliği bozulmamıştı. Asena, eliyle işaret vererek barakaya doğru ilerledi. İçerideki termal görüntülerden, üç düşman askerinin rehinelerin başında olduğunu görüyordu.
Kapıya ulaştıklarında Baran hızlıca kilidi açtı. Asena, kapıyı tek bir hareketle açarak içeri süzüldü. İlk düşmanı susturuculu tabancasıyla sessizce etkisiz hale getirdi. Ekibi de diğer düşmanları aynı soğukkanlılıkla saf dışı bıraktı. Rehinelerden biri dizinden yaralanmıştı, diğeri ise korkudan titriyordu. Alp, hızla yaralıya müdahale ederken, Asena dışarıyı kontrol etti.
Tam çıkış için hazırlanıyorlardı ki kampın merkezinden alarm sesi yükseldi. Yüksek sesle çalan siren, düşman askerlerini alarma geçirmişti. Asena, telsizden emir verdi:
“B planına geçiyoruz! Barakayı terk edin, savunma hattı kurun!”
Düşman askerleri dört bir yandan koşarak geliyordu. Baran, kampın bir köşesine hızla patlayıcı yerleştirdi ve telsizden seslendi:
“Patlayıcı yerleştirildi. Geri çekiliyorum!”
Patlama sesi, düşman askerlerinin ilerlemesini bir anlığına durdurdu. Ancak ikinci dalga hızla üzerlerine geliyordu. Alp, otomatik tüfeğiyle düşman araçlarından birini hedef alıp lastiklerini patlattı. Araç, kontrolden çıkıp bir ağaca çarparken, Asena el bombasıyla diğer asker grubunu dağıttı.
Rehinelerle birlikte kampın güney kapısına ilerliyorlardı. Ancak tam kapıya vardıklarında düşman tarafından çapraz ateşe alındılar. Asena, el işaretleriyle ekibine mevzi aldırdı. Alp, hızlıca bir düşmanı yere sererken, Baran, kalanları susturuculu tabancasıyla indirdi.
Asena, telsizle helikoptere sinyal gönderdi:
“LZ'ye ulaşıyoruz! Hemen iniş yapın. Düşman yoğunluğu yüksek, hızlı hareket edin!”
Helikopter hızla inişe geçti. Ancak düşman askerleri, güney kapısına doğru ağır silahlarla yaklaşıyordu. Efe, roketatarla düşman grubuna doğru bir atış yaptı ve ilerleyişlerini kesti. Patlamanın yarattığı kaos sırasında ekip, rehineleri hızla helikoptere bindirdi. Asena, son kalan rehineyi de helikoptere taşıdıktan sonra eliyle geri çekilmelerini işaret etti.
Düşmanlar, helikopter kalkışa geçtiğinde hâlâ ateş ediyordu. Baran, son anda elindeki tüfekle düşman aracını havaya uçurdu. Helikopter havalandığında, aşağıdaki kamp alevler içinde kalmıştı.
Havadayken Asena, ekibine dönerek kısa ve net bir açıklama yaptı:
“Görev tamamlandı. Kusursuz bir operasyondu. Dinlenin, çünkü bir sonraki göreve hazır olacağız.”
Helikopter, sabaha karşı üsse doğru ilerlerken bordo bereliler, bir kez daha kendi efsanelerini kanla yazmışlardı.
Onlar, adlarını bile duymadan varlıklarını hissedeceğiniz birer gölgeydiler. Gecenin sessizliği kadar derin, gündüzün gölgesi kadar görünmezdiler. Ama varlıkları bir efsane değil, gerçeğin ta kendisiydi. Her biri alanında uzman olan bu ekip, sıradan değil, yalnızca imkânsız görevler için sahaya sürülürdü. İşte bu yüzden, başarıları kadar sırları da büyüktü.
Bir operasyonu daha layığıyla tamamlamışlardı. Kimse onları görmedi, izlerini bulamadı, ama arkalarında yalnızca görevlerini başarıyla yerine getirdiklerini kanıtlayan bir sessizlik bıraktılar.
2. kıdemli üsteğmen Asena Demirtaş
5. Astsubay Kıdemli Başçavuş Seda Kılıç
6. Astsubay Kıdemli Başçavuş Alp Arslan
7. Astsubay Başçavuş Emre Kaya
8. Astsubay Kıdemli Üst Çavuş Kaan Gümüş
9. Astsubay Üst Çavuş Zeynep Şahin
Gecenin sessizliğinde fark edilmeyen, gündüzün gölgesinde varlık gösteren, ama asla unutulmayan bir timdi. "Gölge Timi," varoluşlarını yalnızca başarılarıyla kanıtlayan, asla görünmeyen kahramanlardan oluşuyordu. Görevleri başarıya ulaşana kadar onlar için zamanın bir önemi yoktu. Çünkü onlar, sadece gölgeydiler ama her yerdeydiler.
Asena ve ekibi zorlu bir operasyonun ardından tükenmiş bir halde üsse dönmüştü. Her zamanki gibi görevlerini başarıyla tamamlamışlardı, ancak üzerlerindeki yorgunluk barizdi. Bir günlük izinleri vardı. Kimisi lojmandaki evine çekilmiş, kimisi dışarı çıkıp biraz kafa dağıtmayı tercih etmişti. Asena ise herkesten uzaklaşmak istemiş, odasına çekilmişti. Yatağına uzandı, kulaklıklarını takıp hafif bir müzik açtı. Gözlerini kapatırken, kaç gündür içinde biriken duygular ona ağır geliyordu.
Aslı’yı görmek, onun karşısına çıkmak istiyordu, ama bir türlü bunu başaramıyordu. İçindeki suçluluk duygusu büyüyordu. Babası Uğur gibi, kendini olan bitenlerden sorumlu hissediyordu. Gökalp’ten hâlâ haber alamamıştı ve bu belirsizlik onu mahvediyordu. Duygusal bir boşluk içindeydi; ailesi dağılmıştı, kendisi ise savrulmuş bir yaprak gibiydi.
Uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken, birden bir ses duydu.
Ses, Asena’nın kulaklarında yankılandı. Gözlerini yavaşça açtığında, yatağının karşısında hazır olda bekleyen genç bir askeri, Tuna’yı gördü.
“İzinli değil misin? Ne işin var, çaylak?” dedi sertçe, gözlerini ovalarken.
Tuna, ciddiyetini bozmadan yanıt verdi:
“Birkaç evrak işim vardı, komutanım.”
Asena, genç askerin böyle bir saatte burada ne aradığını anlamaya çalışıyordu.
“Arif Komutanım sizi çağırıyor, komutanım.”
Asena kısa bir süre sessiz kaldı, sonra Tuna’ya eliyle çıkmasını işaret etti.
Tuna, söylediklerini yerine getirip hızlıca odadan çıkarken Asena derin bir nefes aldı. Yatağında doğruldu ve üzerini giyip hazırlandı. Hâlâ kafasında bin bir düşünce dönüyordu. Arif Albay’ın onu neden çağırdığını merak ediyordu.
Arif Albay’ın odasına geldiğinde, iki kez kapıya vurdu. İçeriden gelen güçlü bir “Gel” sesi duyulunca kapıyı açıp içeri girdi.
“Beni emretmişsiniz, komutanım,” dedi saygıyla ve beklemeye geçti.
Arif Albay masasının başında oturuyordu. Asena’ya başıyla oturmasını işaret etti.
Asena, başını eğerek bu emri onayladı ve sessizce oturdu. Albay, ona dikkatle bakıyordu. Bir baba gibi korumacı bir tavrı vardı, ama aynı zamanda otoritesini de hissettiriyordu.
“Bak kızım, günlerdir neler yaşadığını iyi biliyorum,” dedi, sesine biraz yumuşaklık katarak. “O yüzden sana birkaç gün izin vereceğim. Kafanı topla, biraz dinlen.”
Asena, komutanının bu teklifini kibarca geri çevirmeye çalıştı:
“Komutanım, gerek yok. Sağ olun.”
Arif Albay, Asena’nın inatçı tavrını tahmin etmiş gibiydi. Yüzündeki ifade daha da ciddileşti.
“Asena, sen benim elimde yetiştin,” dedi, ona biraz daha kişisel bir tonda hitap ederek.
Asena, gözlerini kaçırmadan cevap verdi:
“Emeğiniz büyük, komutanım. Sağ olun.”
Albay, Asena’nın minnettar olduğunu bilse de bu konuşmayı bunun için yapmadığını belirtmek istedi:
“Minnet duy diye demedim. Uğur, emekliliğini istemiş. Aslı’yı da ben yanıma aldım. Bundan sonra kızıma da torunuma da ben bakarım. Yani demem o ki, yeğenini ve Aslı’yı ne zaman istersen görebilirsin.”
Asena, duyduklarına önce inanamadı. Yeğeni Umay ve Aslı’nın iyi ellerde olduğunu bilmek içindeki yükü biraz hafifletmişti. Hafif bir gülümsemeyle başını salladı:
Arif Albay, konuyu toparlayarak son sözlerini söyledi:
“İki gün izinlisin. Git, kafanı dinle. Ben askeriye de kalacağım. Aslı da lojmanda.”
Asena, bu kez itiraz etmedi. Ayağa kalkarken, “Emredersiniz, komutanım,” dedi ve selam vererek odadan çıktı.
Koridora çıktığında bir an durup derin bir nefes aldı. Komutanının ona olan güveni ve desteği, içindeki suçluluk hissini biraz da olsa hafifletmişti. Ama Gökalp’ten hâlâ haber alamamanın verdiği boşluk, zihnini kemirmeye devam ediyordu.
Dışarıda sessiz bir gece vardı. Asena, bu iki günü nasıl geçireceğini bilmiyordu ama bir şekilde kendini toparlamak zorundaydı. Gözlerini gökyüzüne dikip derin bir nefes aldı. “Bir şekilde geçecek,” diye fısıldadı kendi kendine.
Üzerini değiştirip Aslı’nın yanına gitmek için hazırlanırken, telefonun sesi aniden odanın sessizliğini bozan bir yankı gibi yükseldi. Asena, telefonu hızla açıp kulağına yasladığı anda, karşıdan gelen sesin heyecanı hemen fark ediliyordu. Emre, telefonda sanki tüm nefesini tek bir cümlede tüketmiş gibiydi:
Asena, gözlerini hafifçe kısıp kaşlarını çatarak cevap verdi, sesinin tonu keskinleşti:
Emre'nin sesi, çığlık gibi yankılandı:
"Komutanım, hayat yenge doğuruyor, komutanım!"
Asena, hızla nefesini aldı ve bir anlık sessizliğin ardından, kasvetli bir şekilde karşılık verdi. Öfkesini soğutmaya çalışırken, her kelimeyi dudaklarından keserek çıkardı:
"Bundan bana ne, Kırımlı? Kocası ben miyim ya da ebesi? Kapat şu telefonu!"
Ama Emre, panik halinde durumu anlatmaya devam etti, her kelimesi aceleyle ve telaşla çıkıyordu:
"Komutanım, Murat abi heyecandan bayıldı! Seda, Zeyno ve Kaan çarşıda kalmış, arabaları bozulmuş komutanım!"
Asena'nın sabrı tükenmeye başlamıştı. Yavaşça alnına ellerini götürdü, derin bir nefes alıp öfkesini içinden silmeye çalıştı. Ama bir anda kontrolünü kaybetti. Duyduğu her şey, bir dağ gibi üzerini yıkıyordu. Sesi sertleşti, her kelimesi bir çekiç gibi inerek:
"Sayıyla mı veriyorlar lan sizi bana! Millet deliye, ben akıllıya hasretim! Kapat lan!"
Telefonu, elleriyle sertçe kapattı ve hemen sinirle cebine koydu. Derin bir nefes alarak, bedenindeki öfkeyi atmaya çalıştı. Odanın köşesine göz attı, her şey biraz bulanık gibiydi. Bu kadar fazla duygu bir arada nasıl baş edileceğini bilmiyordu. Sinirden, adımlarını hızlıca atarak dışarıya çıktı. O anda dışarıda banka oturmuş olan Tuna’yı fark etti.
"Çaylak!" diye sertçe seslendi. Tuna, hemen sıçrayarak ayağa kalktı, gözlerinde bir korku belirtisi olmadan ona bakıyordu. Asena'nın sert bakışlarını hissettiğinde, aniden irkildi.
"Emredin, komutanım!" dedi, sesi biraz titrek olsa da iradesi sağlamdı.
Asena, genç askeri baştan aşağı süzerek, gözlerini ondan ayırmadan talimatını verdi. Her sözcüğü, tam anlamıyla bir komut gibiydi, sert ve net:
"Şu arabayı al, çarşıda kalan üç gerizekâlı komutanını al ve onlara de ki, o bozdukları arabanın tekerini söküp üçünü teker niyetine kullanacağım! Anlaşıldı mı, koçum?"
Tuna'nın yüzünde, gülümseme çabuk kayboldu. Sadece Asena’nın gözlerindeki soğuk ve kararlı bakışları gördü. Bir an, komutanının emirlerinin altında ezilmeyecek kadar güçlü olacağını bilerek, başını hızla salladı:
Asena, bir anlık hafif bir gülümseme takındı, ama hemen ardından asıl amacı hatırlayarak sert bir şekilde komutunu verdi:
"Emredersiniz, komutanım!" diye cevap veren Tuna, hızla yönünü değiştirip harekete geçti. Asena ise, derin bir nefes alıp bankta tek başına kalmaya devam etti. Bir yandan öfkesini içinden atmaya çalışırken, bir yandan da kendi içindeki karmaşayı toparlamaya çalışıyordu.
“Bir de bana komutanlık yap diyorlar… Akıl sağlığı kalmadı be!” diye mırıldandı, ama bu sırada kendisini biraz olsun daha iyi hissetmeye başladı.
Asena, Gökalp'in arabasına binip hızla Aslı’yı aradı. Telefonun tuşlarına her zamankinden daha sert basarken, kalbi hızlıca çarpmaya başlamıştı. Telefona cevap veren Aslı'nın sesi, yorgun ve derin bir hüzünle doluydu.
"Hastanedeyim, Asena. Yalnızlığımla kızımı bekliyorum."
Asena telefonu kapatıp hızla arabayı çalıştırarak hastaneye doğru yola koyuldu. İçindeki sıkıntı ve endişe bir türlü geçmiyor, bir ağırlık kalbini sıkıştırıyordu. Hastaneye varana kadar, hızla geçen her saniye, sanki bir ömre bedelmiş gibi hissetti. Arabayı hastanenin otoparkına park ettikten sonra, hemen yoğun bakım ünitesine doğru yöneldi. İçeri girdiğinde Aslı'yı, kapıya doğru bakarken buldu. Kızına her anın ne kadar değerli olduğunu hatırlatan o anı, şarkı sözleriyle dile getiriyordu.
"Dağlar kışımış yolcum üşümüş, nasıl edem ben
Uykusuz mu kaldın dünkü geceden, neyden, neydem
Geceden uyan, uyan yar, sinene sar beni
Dağlar kışımış yolcum üşümüş, nasıl edem ben
Uyan uyan yar, sinene sar beni
Dağlar harami, açma yarayı, perişanım ben..."
Asena, Aslı'nın sesini duyar duymaz, gözleri doldu. Şarkının her bir sözü sanki Aslı'nın içindeki acıyı, yalnızlığı ve çaresizliği yansıtıyordu. Aslı, şarkıyı söylerken başını hafifçe çevirdi ve Asena'yı fark etti. Gözleri hemen Asena'nınkileri buldu. Derin bir nefes aldı ve hızla yerinden kalktı. İki adımda Asena'nın yanına gelip boynuna sarıldı. Asena, Aslı'nın kollarında kaybolmuşken, ikisi de derin bir nefes aldı. O an her şey sustu, sadece birbirlerinin kalp atışlarını duyabiliyorlardı.
"Her şey için, abim için, kızın için, seni yalnız bıraktığım için... Aslım, benim hatamdı, afet."
Aslı, gözlerinden süzülen yaşlarla, zar zor konuşmaya başladı. Konuşurken bile elleri Asena'nın boynunda sıkıca tutuyordu.
"Senin hatan değildi. Vatan, ana demek; kardeş demek, evlat demek... Ben de asker kızıyım. Değil kocam, kızım da feda olsun. Doğru olanı yaptın sen, Asena."
Asena, Aslı'nın sözleriyle daha da derinleşen duygularına hakim olmaya çalıştı. İçindeki suçluluk ve pişmanlık bulutları, Aslı'nın her kelimesiyle biraz daha dağıldı. Aslı, ona hayatının en zor kararlarından birini vermiş ve bu kadarını kabullenebilmesi Asena'nın gözünde Aslı'nın gücünü bir kez daha gözler önüne sermişti.
Asena, gözlerini kapayarak Aslı'yı sımsıkı sarıldı, her şeyin bu kadar karmaşık olmasına, içindeki tüm boşlukları dolduramayacak olsa da sadece yanında olmanın bile yeterli olduğunu fark etti. Ve sonra hafifçe mırıldandı:
"Birlikte her şeyin üstesinden geleceğiz, Aslı."
Aslı, başını Asena'nın omzuna yaslayarak hafifçe gülümsedi ve derin bir rahatlama hissiyle gözlerini kapadı. O an, birbirlerine sarılıp, hayatın zorluklarına karşı birlikte duracaklarına dair sessiz bir söz vermiş gibiydiler.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |