8. Bölüm

7. Umay

Mavi Yazar
maviyazarr

 

 

Yazmak dört satimi aldı sizde bu emeğe karşılık oy verip yorum yapar mısınız?

Keyifli Okumalar ♥️

 

 

 

 

 

 

Okullar tatil olduktan sonra, Özgür her yaz olduğu gibi bu yaz da babaannesinin yanına, Trabzon’a gitmek için hazırlık yapıyordu. Ancak bu yaz diğerlerinden farklıydı. Çünkü Asena ve Gökalp de onunla birlikte gelecekti. Anneleri Sevim, küçük kardeşleri Eren için bir bakıcı ayarlamıştı. Plan belliydi: Ertesi sabah, günün ilk ışıklarında babaları Uğur onları Trabzona bırakacak, ardından geri dönecekti.

 

 

 

Evde bir hareketlilik vardı. İkizler, her zamanki gibi sürekli kavga ediyor, evi çınlatan sesleriyle ortamı karıştırıyordu. Özgür ise bir köşede somurtkan bir şekilde oturuyordu. Sadece yaz tatillerinde babaannesine gitmekten değil, aynı zamanda kardeşlerine bakmaktan da yorulmuştu. Onların sürekli kavga eden, yerinde duramayan halleri, sabrını taşırmak üzereydi.

 

Uğur, oğlunun bu halini fark etti. Elindeki kitabı masaya bırakarak ona doğru yürüdü ve yanına oturdu.

 

Uğur:

"Ne oldu oğlum? Bu sefer her zamankinden daha fazla somurtuyorsun."

 

Özgür:

"Bu ikisi benimle gelmek zorunda mı? Nenem kalabalığı hiç sevmez. Başı ağrır, tansiyonu çıkar. Bu ikisi de kadını delirtecek!"

 

Özgür, ciddi bir yüz ifadesiyle konuşurken, Uğur onun bu haline dayanamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Çünkü oğlunun söylediklerinin sadece nenesi için değil, kendisi için de geçerli olduğunu biliyordu. Özgür’ün, bu iki yaramazın onunla gitmesini istemediği her halinden belliydi.

 

Özgür:

"Komik bir şey söylemedim baba!"

 

Uğur:

"Oğlum, bu defa nenen istedi onları. Bu, benim ya da annenin kararı değil. Yani anlayacağın, senin için bu yaz da dolu dolu geçecek."

 

Özgür, iç çekip pes etmiş bir şekilde, "Tamam," dedi. Ardından hiçbir şey söylemeden odasına çıkıp uyumaya gitti.

 

Günün sonunda evdeki herkes bir şekilde yerine çekilmişti. Asena, oturma odasındaki koltukta uyuyakalmıştı. Uykusunun bölünmesinden hiç hoşlanmadığı için, kimse onu kaldırmaya cesaret edemedi. Gökalp ise odasına gitmişti. Anneleri Sevim, tüm valizleri hazırlıyordu. Ancak sıra Asena’nın valizine geldiğinde gülmeden edemedi. Küçük kız, valizini kıyafet yerine oyuncak bebeklerle doldurmuştu. Sevim, birkaç oyuncağı bırakıp diğerlerini valizden çıkararak yerine kıyafet koydu.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Gökalp ve Özgür uyanmıştı. Babaları Uğur da hazırdı. Ancak Asena bir türlü uyanmıyordu. Babası, sonunda küçük kızını kucağına alıp arabaya taşıdı. Uyku sersemi olan Asena, yol boyunca homurdanıp durdu.

 

Havaalanına vardıklarında Asena, babasının kucağında hâlâ yarı uykulu haldeydi. Uçağa binmeden önce zorla uyandırıldı. Gözlerini açtığında homurdanmaya devam etti, ama babasının sert bakışları karşısında daha fazla itiraz edemedi.

 

Bu tatil, Özgür için oldukça yorucu olacaktı. Kardeşleriyle birlikte babaannesinin yanında geçireceği uzun günler, onun sabrını bir kez daha sınayacak gibi görünüyordu.

 

 

Uçak Trabzon’a indiğinde Özgür, Asena ve Gökalp yorgun bir halde havaalanından çıktılar. Asena, uyku mahmurluğunu hâlâ üzerinden atamamış, uykusuz bir şekilde etrafına bakınıyordu. Gökalp ise yolculuğun heyecanını atlatmış, çevredeki kalabalığı incelemeye başlamıştı. Uğur, üç çocuğu da karşısına alarak uyarıcı bir konuşma yaptı.

 

Uğur:

"Şimdi beni iyi dinleyin. Babaanneniz yaşlı bir kadın. Onun sabrını zorlayacak hareketlerden kaçının. Özellikle siz, Gökalp ve Asena, sürekli kavga ederseniz ikinizi de eve kapatırım. Özgür, sen de onları idare etmeye çalış, tamam mı?"

 

Özgür somurtkan bir şekilde başını salladı. Babasının söylediklerinin bir değişiklik yaratmayacağını biliyordu. Asena ise hafifçe homurdandı. Gökalp, "Ben kavga etmiyorum ki, o başlatıyor!" diyerek hemen kendini savundu. Asena kardeşine dil çıkararak cevap verdi.

 

Uğur derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. Çocukların bu halleri karşısında pes etmekten başka çaresi yoktu. Hepsi arabaya binip babaannenin evine doğru yola çıktılar. Yol boyunca Asena ve Gökalp, arka koltukta birbirlerini itiştirip durdular. Özgür, ön koltukta oturuyor, kardeşlerinin gürültüsünden bunalmış bir şekilde dışarıyı izliyordu.

 

Yaklaşık bir saat sonra babaannenin evi göründü. Yeşilliklerin ortasında, iki katlı, ahşap bir Karadeniz evi onları bekliyordu. Bahçede, yaşlı bir kadın elinde bastonuyla kapıda duruyordu. Özgür’ün babaannesi, torunlarını görmek için heyecanla beklemişti.

 

Arabadan ilk çıkan Gökalp oldu. Babaannesine doğru koşarak, "Nene, geldik!" diye bağırdı. Ardından Asena, uykulu halini bir kenara bırakıp elindeki oyuncak bebeğiyle babaannesine sarıldı. Özgür ise daha sakin bir şekilde yaklaşıp babaannesinin elini öptü.

 

Babaanne:

"Hoş geldinuz, hoş geldinuz! Uyy, torunlarum gelmiş da. Hadi gari içeri girun, size sımsıcacık mısır ekmeğiyle mis gibi tereyağlı süt hazırladum!"

 

Çocuklar heyecanla eve doğru ilerlerken Uğur, annesiyle vedalaşıyordu.

 

Uğur:

"Anne, kusura bakma. Bu sene biraz kalabalık oldu ama artık idare edeceksin. Bak, Asena’yı uyandırmak için uğraşman gerekebilir. Gökalp ise seni sorularıyla bunaltabilir."

 

Babaanne:

"Ah Uğur, boşuna dert etme. Çocuklar oylen sevinç kaynağudur. Asena’yı da Gökalp’i de hizaya getirmenin yoluni bulurum ben."

 

 

Uğur, annesini öpüp çocuklara veda etti.

 

Uğur:

"Sakın babaannenizi üzmeyin! Özellikle sen, Gökalp. Sana güveniyorum."

 

Gökalp, gülerek "Tamam baba!" dedi ama arkasından dil çıkarmayı da ihmal etmedi. Uğur arabasına binip uzaklaştıktan sonra, babaannenin evinde gerçek yaz macerası başlamış oldu.

 

 

 

Evin içine girdiklerinde, her yer eski ama temiz bir düzen içindeydi. Babaannenin eşyaları, eski anılarla doluydu. Asena, oturma odasına koşup koltuğa uzandı. Gökalp ise bahçeye çıkarak etrafı keşfetmeye başladı. Özgür, valizleri odalara taşımaya yardım ederken, babaannesi ona dönerek tatlı bir gülümsemeyle seslendi.

 

Babaanne:

"Özgür, ha bu yaz senin işun zor olacak ama, merak etme, benimle rahat edersin. Hadi, kardeşlerini de bahçeye çıkar da biraz oyalanaylar!"

 

 

Özgür, "Tamam nene," diyerek gönülsüzce bahçeye çıktı. Bahçede Gökalp, bir ağacın dallarına tırmanmaya çalışıyordu.

 

Özgür:

"Gökalp, düşeceksin! Hemen in oradan."

 

Gökalp, ağacın dallarından birine oturup Özgür’e alaycı bir ifadeyle baktı. Tam o sırada Asena bahçeye çıktı ve elindeki oyuncak bebeği Gökalp’e doğru fırlattı.

 

Asena:

"Oradan in, Gökalp! O ağaç benim!"

 

Gökalp, ağacın tepesinden aşağı bakarak Asena’ya seslendi.

"Bu ağaç artık benim! İstersen gelip alabilirsin!"

 

Asena sinirlenip ağaca tırmanmaya çalışırken, Özgür iki elini başına koydu. Bu yaz gerçekten uzun olacaktı.

 

Babaanne pencereden onları izlerken kendi kendine mırıldandı:

"Allah sabır ver Özgür’e... Daha ilk gün haçan böyleyse, yazın sonunu nasıl edeceğuz bakalum."

 

 

 

Günün yorgunluğu, akşam olunca herkesin üstüne çökmüştü. Babaannenin hazırladığı mısır ekmeği, tereyağı ve mis gibi çay herkesin içini ısıttı. Ancak gece olduğunda işler karışmaya başladı.

 

Asena, karanlık odada uyuyamıyordu. Gökalp, yatarken sürekli mızmızlanıyordu. Özgür ise uykusuz kalacağından emindi. Babaannesi, Asena’yı yanına alarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Gökalp, "Ben tek başıma uyuyamam!" diyerek abisinin yanına kıvrıldı.

 

O yazın ilk gecesi herkes için bir sınavdı. Ancak sabah, Karadeniz’in temiz havası ve kuş sesleriyle uyanacaklardı. Belki o zaman her şey biraz daha kolay olacaktı.

 

 

 

 

 

 

Hastane koridorları ağır bir yük gibi üzerime geliyordu. Her köşesinde abimin son nefesini verdiği o anın yankıları vardı. Günler geçmişti ama acı hâlâ ilk günkü tazeliğindeydi. Herkes, “Senin suçun değildi,” diyordu. Ama içimdeki suçluluk duygusu, onların sözlerinden çok daha güçlüydü. Babam haklıydı. Eğer o teröristin çocuğunu kurtarmak için geri dönmeseydim, abim şimdi hayatta olabilirdi. Ama ben bunu yapmıştım. Kendi kararım yüzünden abim gitmişti. O çocuk, Umay, babasını görebilirdi belki. Ama şimdi yetim kalmıştı. Ve her şey, her şey benim yüzümden olmuştu.

 

Aslı’yla konuştuktan sonra Umay’ı gördüm. Çakır rengi gözleri tıpkı babası gibiydi. O gözlerde bir çocuğun saflığı vardı ama içinde bir kayıp, bir yalnızlık da saklıydı. Sarı renkli saçları, yumak yumaktı. Küçük elleriyle oyuncak bir bebek gibi duruyordu. Yuvarlak yüz hatları annesini andırıyordu. Ona bakarken yüreğim sıkıştı. Benim yüzümden yetim kalmıştı. Ama kimsesiz kalmasına izin veremezdim. Artık her şeyim oydu. Ona olan borcumu ne kadar ödeyebilirdim bilmiyorum ama en azından elinden tutacak, yalnız olmadığını hissettirecektim. Yanında fazla kalamasam bile, onu görmek bile beni bir nebze olsun rahatlatıyordu.

 

Aslı, Umay’ı doyurduktan sonra yanıma oturdu. Yüzünde acı tatlı bir gülümseme vardı.

 

Aslı

“Çok güzeldi, değil mi? Saçı ve gözleri Özgür’e benziyor. Onun yarısı adeta...”

 

Gözlerim doldu. Ne diyeceğimi bilemedim. Başımı eğdim, nefes almakta zorlandığımı hissettim.

 

Asena

“Aslı, şimdi sana tek bir şey söyleyeceğim ve itiraz hakkın yok.”

 

Aslı yüzüme şaşkınlıkla baktı.

 

Aslı

“Nedir?”

 

Asena

“Olur da ben şehit olursam… Her şeyim, bütün mal varlığım Umay’ın olacak.”

 

Aslı

“Saçmalama, Asena. Bu ne biçim konuşma?”

 

Asena

“Aslı, bu senin için değil, kendim için yapacağım. Sağ olduğum müddetçe kimseye muhtaç etmem. Sizin kimseye ihtiyacınız yok, bunu biliyorum. Ama kendimi affedemiyorum. Bu, benim vasiyetimdir. Her şeyim onun olacak.”

 

Aslı

“Ölecekmiş gibi konuşma. Allah korusun.”

 

Asena

“Biz ölmeyiz, Aslı. Şehit oluruz. Fark bu.”

 

Aslı

“Kabul etmiyorum, Asena. Ölme, sağ kal işte. O zaman kimseye muhtaç etme Umay’ı. Bana bile! Sana ihtiyacımız var, abinin eşi olarak değil, eskiden olduğu gibi kardeşim olarak, canım olarak...”

 

Göz göze geldik. İçimde bir yerler kırılıyordu ama ayakta kalmaya çalışıyordum.

 

Asena

“İhtimaller…”

 

Aslı

“Anladım. İhtimaller.”

 

Bir an sessizlik oldu. Sonra Asena derin bir nefes alıp hafifçe gülümsedi.

 

Asena

“Bu arada, Hayat doğum yapmış. Aşağıda. Görmek istersen belki...”

 

Aslı'nın gözleri parladı.

 

Aslı

“Ciddi misin? Hayırlı olsun! "

 

O an, hayatın akmaya devam ettiğini fark ettim. Acılarımız ne kadar büyük olursa olsun, bir yerlerde umut yeniden doğuyordu. Ama içimdeki yük, o umutla hafifleyebilecek gibi değildi.

 

 

Artık konuşmak bile zordu. Zaten konuşmayı pek sevmezdim ama abimi kaybettiğim günden beri bir kelime bile etmek daha da zor hale gelmişti. Sessizlik, etrafımda ağır bir yük gibi dolanıyordu. Aslı’yla birlikte Hayat’ın odasına doğru yürüdük. Sessizliğimden rahatsız olmuş gibi birkaç kez bir şey söylemeye niyetlendi, ama sustu. Kapıyı çalıp içeri girdiğimizde, gözlerim hemen Hayat’a takıldı. Kucağında, daha birkaç saat önce dünyaya gelen minik oğlunu tutuyordu. Odanın atmosferi, bebek kokusu ve yeni bir hayatın heyecanıyla doluydu.

 

Hayat’ın yanında Murat vardı. Yüzünde hem gurur hem yorgunluk karışımı bir ifade… Onun için bu bebek, sadece bir çocuk değildi; hayatın ona yeniden sunduğu bir armağandı. Diğer köşede ise Emre oturmuştu, ama alışılmış ciddiyetinden eser yoktu. Gözleri hafif kapanmış, belli ki yorgunluktan bitap düşmüştü. Ama yine de bakışlarını Murat’tan ayırmıyordu.

 

Emre

“Murat abi, sakın ha bayılayım deme! Seninle uğraşacak halim yok. Hayat yenge doğurmadı sanki, anasını satayım, sen doğurdun gibi davranıyorsun.”

 

Murat, Emre’nin lafına önce sertçe bir bakış attı. Kaşlarını çatıp sinirle başını kaldırdı.

 

Murat

“Sus lan, göt lalesi! Birine anlatırsan, sikerim belanı!”

 

Emre’nin yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp gülmemeye çalışıyordu. Çünkü Murat’ın bu hali o kadar komikti ki dayanmak mümkün değildi. Hele ki bu “göt lalesi” denilen adam, yarım saat önce timin tamamına olan biten herşeyi anlatmış daha sonra bebeğin doğum haberini gururla vermişti.

 

Hayat, bizi kapıda görünce gözleri parladı. Halinden belliydi; Murat ve Emre yüzünden iyice bunalmıştı. Hemen derin bir nefes alıp yüzünde yorgun ama samimi bir gülümsemeyle konuştu.

 

Hayat

“İyi ki geldiniz! Bu ikisi bende kafa bırakmadı.”

 

Aslı

“Hayırlı olsun! Rabbim analı babalı büyütsün.”

 

Hayat, başını hafifçe eğip gülümsedi. Gözleri dolmuş gibiydi.

 

Hayat

“Sağ ol, Aslı. Kusura bakma, yanına pek gelemedim. Seninle yeterince ilgilenemedim.”

 

Aslı

“Bunu düşünme, canım. Önemli olan senin iyi olman.”

 

Sıra bana geldiğinde Hayat’a doğru bir adım attım. Sesim, uzun süren sessizliğin ardından zorlukla çıktı.

 

Asena

“Hayırlı olsun, Hayat.”

 

Hayat

“Teşekkür ederim, Asena.”

 

Tam bu sırada Murat, ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Sesindeki havası, her zamanki gibi otoriterdi.

 

Murat

“Hoş geldiniz, komutanım.”

 

Ona alaycı bir bakış attım ve hafifçe gülümsedim.

 

Asena

“Hayat doğurmuş diye duydum ama senin doğurduğunu duyunca gelmeye karar verdim.”

 

Odadaki herkes bir anlık şaşkınlığın ardından gür bir kahkaha patlattı. Murat, hafif mahcup bir şekilde gülümsedi. Hayat ise ona anlamlı bir bakış attı, gözlerinde hem sevgi hem de eğlence vardı.

 

Beş-on dakika sonra, timin tamamı odayı doldurdu. Herkes minik bebeği görmek için yarışıyordu. Odanın içi kahkahalarla, esprilerle ve neşeli sohbetlerle dolmuştu. Murat, çevresindeki sevgi ve mutluluğa aldırmadan minik oğlunun yanından ayrılmıyordu.

 

Sonunda Murat, çocuğuna Umut adını koyduğunu açıkladı. Çünkü yıllarca çocuk sahibi olmayı umut etmişlerdi ve bu bebek, onların yüreğine yeniden umut doğurmuştu. Şimdi Murat, hem bir eş hem de bir baba olarak hayata bambaşka bir anlam katıyordu. Umut’un doğumu, yalnızca onların değil, bütün ekibin yüreğine sevinç getirmişti.

 

 

 

Bütün herkes içeri girince, ben oturduğum yerden usulca kalktım ve ağır adımlarla dışarı çıktım. Kalabalığın içinde kaybolmak istemiştim ama odaya doluşan neşenin içinde durmanın ağırlığı üzerime çökmüştü. Aslı da peşimden gelmişti. Adımlarını yanımda hissettiğimde, bana eşlik edeceğini anladım. Kapının önünde kısa bir an durdu, içeridekilere doğru dönerek yumuşak ama kararlı bir uyarıda bulundu:

 

Aslı

“Fazla kalıp rahatsız etmeyin, dinlensinler.”

 

Aslı’nın sesindeki tını, onun her zamanki sakinliğini korumaya çalıştığını gösteriyordu. Ama ben bu sakinliğin altında kopan fırtınayı görebiliyordum. Yüzünde bir anne şefkati, içinde ise paramparça olmuş bir kadın vardı.

 

Asena

“Lojmana mı gidiyorsunuz?”

 

Aslı

“Evet.”

 

Asena

“Ben bırakırım seni.”

 

Aslı

“Tabii, sen bırakacaksın.”

 

Aslı’nın sözlerindeki alaycı ton, durumu biraz olsun hafifletmeye çalışıyordu. Hafifçe gülümsedim. Her şeyin bu kadar karmaşık olduğu bir anda bile Aslı’nın mizahi bir yön bulabilmesi beni şaşırtıyordu.

 

Birlikte arabaya bindik. Yolun başında birkaç konu açtık; havadan sudan şeyler konuşmaya çalıştık. Ama çok geçmeden sessizlik aramıza oturdu. Asena direksiyonu sıkıca kavramış, dikkatlice yola odaklanıyordu. Aslı ise başını camdan dışarıya çevirmişti. Az sonra Aslı, radyoyu açtı. Çalan türkünün melodisi sessizliği delip geçti. Radyo, Aslı’nın geçmişine, yaralarına dokunur gibi şarkıyı özenle seçmişti:

 

> Şu kışlanın kapısına malım oldum yapısına

Teli kurban bağlayalım, asker yarın kapısına

Yüce dağlar olmasaydı, laleleri solmasaydı

Ölüm Allah’ın emri de, şu ayrılık olmasaydı

 

 

 

> Kara kazan kayamasın, atım cirit oyamasın

İki sene asker oldum, nazlı yarim ağlamasın

Yüce dağlar olmasaydı, laleleri solmasaydı

Ölüm Allah’ın emri de, şu ayrılık olmasaydı.

 

 

Her cümle, Aslı’nın yüreğine işliyordu. Türkünün melodisi bile bir ağırlık yaratıyordu, sanki onun acısını dile getirmek için çalınıyordu. Aslı’nın gözleri doldu. Sessizce yanaklarından bir damla yaş süzüldü. Ama ağlamıyordu, bu onun haykırışıydı. Sessizliği, acısını haykıracak kadar güçlüydü.

 

Aslı’nın sessizliği daha da büyüdü. Çünkü onun geçmişi sessizlikle doluydu. Çocuk yaşta annesini kaybetmiş, babası görevden göreve gittiği için hep yalnız kalmıştı. Babasının yokluğu ve hayattaki kopukluğu, onun ruhunda derin bir yara açmıştı. Ama bu yaraların üzerine bir de Özgür eklenmişti. Özgür ,onun hayatındaki en büyük sığınaktı. Daha 34 yaşındayken, onu toprağa vermek zorunda kalmıştı. Sevdiğiyle birlikte yüreğini de gömmüştü.

 

Asena bir an Aslı’ya dönüp baktı. Bir şey söylemek ister gibi oldu ama vazgeçti. Çünkü o da biliyordu ki bazı acılar için kelimeler kifayetsiz kalırdı. Bu acıya saygı duymak, sessizlikle eşlik etmek en iyisiydi.

 

Yol boyunca Asena’nın gözleri bir kez daha dikiz aynasına kaydı. Aslı, koltuğa yaslanmış, yavaşça ellerini birleştirmişti. Ama elleri titriyordu. Bu titreme, içinde tuttuğu fırtınanın dışa vurumuydu. Sanki kalbi daha fazla dayanamayacakmış gibi bir hali vardı.

 

Türkü bittiğinde, radyo başka bir şarkıya geçti. Ama türkünün bıraktığı hüzün, arabayı doldurmuştu bile. Asena, arabanın içinde ağırlaşan havayı değiştirmek için bir şeyler söylemek istedi. Ancak, ne diyeceğini bilemedi. Yolun sonuna kadar sessizlik hâkim oldu.

 

Asena arabayı lojmanın önüne çektiğinde, Aslı derin bir nefes aldı. Kapıyı açarken gözlerini kapadı ve yutkundu. Bu, kendiyle yüzleşmeye hazırlanmak gibiydi. Gözleri hâlâ nemliydi ama içindeki ateş dışarıya taşmıyordu.

 

Asena

“İyi misin?”

 

Aslı başını yavaşça salladı.

 

Aslı

“İyiyim... Olmaya çalışıyorum.”

 

Bu söz, Asena’ya bir cevap değil, kendine verdiği bir tembih gibiydi. Aslı, her şeyin içinde dimdik durmaya çalışan bir kadındı. Ama bazı acılar insanın belini bükerdi. Ve o, yıkılmamak için tüm gücüyle direniyordu.

 

 

Aslı arabadan inip birkaç adım atmıştı ki, Asena'nın bulunduğu kapı birden açıldı. Beklenmedik bir refleksle Asena, silahını çekip kapıyı açana doğrulttu. Ancak karşısındakinin babası Uğur olduğunu görünce bir an dona kaldı. O an, ne yapacağını bilememenin verdiği şaşkınlıkla elindeki silah titredi.

 

Uğur’un yüzünde önce şok, sonra ise sert bir öfke belirdi. Gözleri, kızını yargılarcasına üzerine dikilmişti.

 

Uğur:

"Önce abin ölümüne sebep oldun, şimdi de bana mı silah çekiyorsun?"

 

Bu cümle, Asena’nın zaten yaralı olan yüreğine bir bıçak gibi saplandı. O an derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Silahını yavaşça indirdi ve hiç konuşmadan arabadan indi.

 

Bu sırada annesi Sevim, bir köşede ellerini birbirine kenetlemiş, sessizce olanları izliyordu. Gözlerinde karmaşık bir ifade vardı; biraz endişe, biraz hayal kırıklığı, biraz da korku. Ama Sevim, tıpkı her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih etti. Olan bitene müdahale etmedi.

 

Asena henüz toparlanamadan, sessizliği Aslı’nın sesi bozdu:

 

Aslı:

"Hayırdır baba, neler oluyor? Bir yere mi gidiyorsunuz?"

 

Uğur, Aslı’ya döndü. Yüzündeki öfke biraz hafiflemiş, yerine daha soğuk bir ifadeyle konuşmaya başlamıştı.

 

Uğur:

"Emekliliğe ayrıldım. Trabzon’a gidiyorum. Orada iki katlı bir ev aldım. Ne zaman istersen orada da bir evin var. Öğretmenliğini orada da yapman için tayin işini ben hallederim."

 

Aslı, babasının sözlerini dinlerken yüzünde hafif bir hüzün belirdi. Ama kararlı bir şekilde konuştu:

 

Aslı:

"Sağ ol baba, ama biz bunu daha önce konuştuk. Kızım iyileşmeden ve halasıyla amcası yanında olmadan onu başka bir yerde büyütmeyeceğimi söyledim. "

 

Bu sözler Uğur’u sinirlendirdi. Kaşları çatıldı, yüzündeki ifade daha da sertleşti. Ses tonu, bir babanın öfkesinden ziyade bir tehdit gibiydi:

 

Uğur:

"Torunumu ondan uzak tut! O sizi de ölüme sürükler."

 

Bu sözleri duyan Asena, önce bir an duraksadı. Babasının bu kadar acımasız olabileceğini zaten biliyordu, ama yine de duydukları onu irkiltti. Yutkunup, derin bir nefes aldı. Ama daha fazla sessiz kalamadı.

 

Asena:

"Uzak dur o zaman benden baba! Seni de ölüme çekmeyeyim!"

 

Bu meydan okumaya Uğur daha da öfkelendi. İleriye bir adım attı, parmağını Asena’ya doğrultarak bağırdı:

 

Uğur:

"Bana bak! Yıkıl karşımdan! Ne ölün ölüme ne dirin dirime... Benim senin gibi bir evladım yok!"

 

Bu cümleler, Asena’nın içindeki son umut kırıntılarını da paramparça etti. Gözleri dolmuştu ama gözyaşlarının akmasına izin vermedi. Dudaklarını sıktı, ellerini yumruk yaptı ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı.

 

Asena için her şeyin anlamını yitirdiği bir andı. Kalbinde derin bir boşluk hissetti. Babasının sevgisini her zerresine kadar tatmıştı, ama şimdi, tamamen yok sayıldığını bir kez daha duymak, ruhunu paramparça etmişti. Annesine döndü, ondan bir teselli bekledi belki de. Ama Sevim, kımıldamadan öylece durdu. Ne kızına bir bakış attı, ne de bir söz söyledi. Annesi bile onun varlığını yok sayıyordu.

 

Asena yürürken, içinde yankılanan tek düşünce vardı:

Artık bu dünyada ne bir yeri, ne de bir amacı kalmıştı. Babasının "Ölünü bile görmek istemiyorum!" demesi, ona göre hayatın ona söylediği son söz gibiydi. Artık kendisini bir yük, hatta ölü bir insan gibi görüyordu. Arabaya binip .

 

Yavaşça uzaklaşırken, kendini kaybolmuş hissetti. Gidecek bir yeri yoktu. Veya sığınacak bir limanı . Kalbinde biriken tüm acı, her adımda daha da ağırlaşıyordu. Ama Asena ağlamadı. Çünkü gözyaşları bile ona artık anlamlı gelmiyordu.

 

Bölüm : 30.01.2025 17:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...