Denizin içinde dalgalanan suların tenime bıraktığı etki bile vücudumu ürpertmek için yeterliydi. Dudaklarımı dudağının kenarındaki o hafif çıkıntıya dokundurup beklediğimde, bunu hiç beklemiyor olacaktı ki bedeni kasıldı. Elimin altındaki omzunun sertleşen hareketini hissediyordum. Tüm bunlar olurken sanki her şey bir hayalmiş gibi gözlerini yumdu ve bekledi.
Karşılık vermemesini başlattığım ufak hareketten sonra geri çekileceğimi düşündüğü için olduğunu anladım. "Antuan?" Dudakların üzerinde kımıldayan dudaklarım belki de onu huylandırıyordu ama o mırıldanan bir sesle tepki verdi. "Bende senden hoşlanıyorum. Ne olur-" Bu sefer tamamlamayan cümlemi içimden tamamladım. Ne olursun sonu belirsiz olmasın, ne olursun ayrılık olmasın. Çünkü diğer ikisi zorunluktan olmuştu, bazı tensel hisler dışında bir şeyler gelişmemişti ancak senin başka olduğunu hissediyorum. Ne olursa olsun benimle kalmaya devam et çünkü bu sefer başka bir sonucu kaldıramam.
Bu sefer o öptü nazikçe dudağımı. Dokundurdu ama geri çekmedi, tıpkı biraz önce ona yaptığım gibi. İçinde volkanların koptuğunu biliyordum ama bana gelişi bile hoyratça değildi. O bana karşı hep nazik olmuştu.
Sanki yumuşacık bir örtünün altındaymışım gibi hoş hisler midemi kaplarken yeniden öpen ben oldum. Masum küçük öpücüklerimiz sırayla birbirimize gidip geliyor ve bu oyunu sonsuza dek sürdürecek gibi hissediyordum. Ama üzerimdeki ağırlığı beni biraz daha kayaya doğru bastırınca ensesine dokunduğum saçları çekmek zorunda kaldım. Birbirimizle oynadığımız yeterdi. Bu sefer gerçek bir ilişkinin adımlarını atıyordum.
Yumuşacık pamuk gibi dudaklarına kondurduğum masum öpücüklerin ardına dişlerimi geçirince genzinden çıkan o ses denizin içinde bile tüm tüylerimi ürpertti. Buna karşı istemsizce aldığım soluk yine onun dudaklarının üzerine karıştı. Yaptığım her şeye benim gibi tepki verecekse bir ısırıkta ondan bekliyordum. Ancak o tıpkı daha evvel denizden çıkarken yaptığı gibi gözlerini aniden açıp gözlerime baktı ve tek gözünün renginin yeniden maviye çaldığını gördüm. Vahşi bir kaplanın avını yakalaması gibi tehlike parıldıyordu o gözlerde.
"Az önce beni mi ısırdın?" diye sorarken ısırdığım dudağı çoktan diğer dudağı tarafından yakalanmış ve dişlerinin altında ezilmişti. "Isırdıysam ne olacak? Ona da karşılık verecek misin?"
Dilini dudakların üzerinde gezdirdikten sonra "Vereceğim elbet, bana attığın her adımı lütuf sayar başımın üzerinde taşırım bilmiyor musun?" dedi kısık bir ses tonuyla.
"Bilmiyorum hükümdar öğretmeye ne dersin?" O parlayan gözleriyle bu kadar yakınımdayken başka bir şey düşünemiyordum. Gözlerim odağını kaybediyor yalnızca dudaklarının hareketine bakmak istiyordu. Az önceki basit bir öpücük teması değildi, içimde bir noktaya bir şeyler ulaşmıştı. Sanki korkum suyun içinde olduğum için dalgalarla siliniyor gibi hissediyordum. Benim için önemli olan tek şey şu an onun varlığıydı. Bu adam tanrılarla iş birliği yapıyorsa şayet, fevkalade bir iş çıkarıyordu. Yoksa küçük bir öpücükle bu kadar tetiklenmemin başka bir açıklaması olamazdı.
"Seve seve, güzel zambağım. Seve seve." Parlak ve sert bakışlarının dudaklarıma düşmesiyle onlara yapışması saniyeler aldı. Hissettiğim baskıyla beraber içimde coşan volkanlar denizi gerçek anlamda kaynatıyordu. Yanımda debelendiğim suyun fokurdayan hareketlerini görüyordum. Su kendi içinde kavga ediyor gibi görünüyordu. Muhtemelen benden taşan duygular onu coştururken Antuan kendi gücüyle yatıştırmaya çalışıyordu.
Onu yetmeyecekmiş gibi daha sıkı sarıp kendime bastırırken alt dudağımdaki baskısı gittikçe arttı. Başlangıcı hiç hoyrat yapmadı demiştim değil mi? Ona yakışan şeyin bu olduğunu söylemiştim. Yanılmışım, istediğim tek şey onun vahşi hareketlerini bedenimde karşılamaktı. Parmak uçlarıma yükselmekten vazgeçip kendimi yukarı doğru bıraktığım an belimi tutup olması gereken yere konumlandırdığında bacaklarımı oraya sardım.
Dili dudaklarımda gezerken soğuk suyun içinde cayır cayır yanan bedenime anlam veremedim. Kendimi ona bastırdığımda ise gırtlağından kopup gelen ses kulaklarıma bir melodi gibi döküldü. Başını yana eğip daha iyi bir öpme alanı açtığında diğer eli gömleğimin altına sızmış tenimde dolanmaya başlamıştı. Sırtıma dokunan pürüzsüz parmaklar oradan bir an olsun çekilirse üşüyecekmişim gibi hissettim. Tam bu anı dondurup saklayamıyor muyduk?
Dudağını dişlerimin arasında sıkıştırıp çektiğimde yeniden göz göze geldik. Bu bakışların anlamı kabullenme, kavuşma ve arzuydu. "Sen de mi bunu yapmak istiyorsun?" Aramızda ne yaparsam öyle karşılık ver gibi başlayan mini oyun gittikçe alevleniyordu.
"Evet, ama farklı bir yere." Boğuk sesi gözlerime tüm meydan okumasıyla bakarken dudakları çenemi öpüp yavaşça aşağılara doğru ilerledi. Boynuma geldiğinde ise bıraktığı histen memnun kaldığıma dair mırıltılar gönderdim zihnine. Suyun içinde bile bu kadar ıslakken nasıl oluyor da sıcak dilinin tenime değen temasını hissedebiliyordum.
Şimdi parmak uçlarıma takılan şey siyah saçlarıydı. Onları çekiştirirsem bana yaşattığı hissi iade edebilirmişim gibi hissettim. Boynumda oyalanmaya devam ederken başı biraz daha aşağıya kaydı. Köprücük kemiğimin olduğu noktaya gelince sık bir nefes vermiştim. Bir an sonra orayı ısırdığında ise verdiğim nefes çığlıklı bir iniltiye döndü. Bu bana büyük bir haz vermişti ama ardından öpücüğü ve sıcak diliyle oradaki acıyı silip attı. Acıyan her yerimi bu şekilde silip atacak mı gibi arsız bir şey geçti zihnimden.
Boynuma doğru yükselirken gülümseyen dudağının kıvrımını hissediyordum. Çıkardığım ses mi hoşuna gitmişti yoksa aynı şeyi mi düşündük emin değildim. Geçen zamandan da emin değildim, yeniden dudaklarıma kapandığında bunun hiçbir önemi olmadığını anladım. Kulağıma bıraktığı nefesi ve kulak mememe olan baskısı sayesinde eriyecekken bir şey hissettim.
Başımı çekip ne olduğuna bakmaya çalışırken o bunu bir çağrı olarak anladığı için boynumun diğer tarafına yönelmişti. Kahrolası anı o kadar bölmek istemiyordum ki bunun bir yosun olduğuna kendimi inandırıp yeniden odaklandım.
"Tıpkı bir çiçeği içmek kadar büyüleyicisin." Gözlerindeki sahiplenici arzu git gide artarken ensesine yeni bir baskı yaptım ama ayağıma değen o ıslak şeyi tekrar hissettim. "Ayy," diye verdiğim tepkiye adam da şok olmuştu tabii.
"Ayağıma bir şey değdi." Suratıma baktı, baktı, baktı ve kahkahayı koyuverdi. Sonra omzunun üstünden geriye doğru baktı ve gözlerini devirdi. Hala kucağındayken suyun kaldırma kuvvetiyle birlikte o kadar etkilenmiyordu ki, benimle birlikte yüzmeye başladı. Elini boşluğa savurup çektiğinde o koca su aygırının bizi izlediğini gördüm. "Gel buraya huysuz varlık."
"İnanamıyorum ayak bileğimi yalayan bu muymuş?"
"Ayak bileğini mi yaladı? Oğlum, nasıl eşsiz bir anı bozduğundan haberin var mı?"
Hala nefes nefese soluklanmaya çalışırken inmeye çalıştım. "Kendim yüzebilirim."
"Elbette yüzebilirsin ama benim seni kollarımın arasından bırakasım yok." Gözleri bilekliğime takılı kalınca sırıttı. "İyi ki bunu zamanında takmışız. Yoksa ne seller ne yıldırımlar, gücünü zor zapt ettim." Diyecek hiçbir şey bulamadığım için "Öyle mi?" diye gereksiz bir soru sordum. Sanki kaynayıp fokurdayan suya şahit olmamış gibi...
"Hı-hım." Mırıltıyla verdiği cevaptan sonra gözlerimin içine baktı ve burnumun ucunu öptü. Az önce ne yaşamıştık, kırmızı renk bir his tüm bedenimi kaplarken her şey daha kolaydı ama şimdi yüzüne bakmak utanılır geliyordu. Bu yüzden gözlerimi kaçırdım. Acaba hiçbir şey yaşanmamış gibi yapsam yer miydi? Nasıl normal devam edecektim şimdi?
Düşündüğüm şeyi dışımdan söylediğimi gülümseyerek cevap verirken fark ettim. Öyle tatlı gülümsüyor ve saçlarımı geriye doğru itip yüzümü ortaya çıkıyordu ki başka tepki veremiyordum.
"Yaşanmamış gibi yapamazsın canım çünkü, sendeki o muhteşem yetenek, tüm duyguları bana iki kat yaşattı. Sana yaptığım ne varsa hislerinle birlikte zihnime dolduğu için ufak bir öpücüğü bile doruklarda yaşadım. Bunu unutmamın imkanı yok. Bir öpücük böyle hissettirdiyse, seninle yaşadığım her an dünyanın en şanslı adamı olacağım."
Siktir, bu nasıl mümkün olmuştu! Sanırım kaçacak hiçbir çıkış noktam kalmamıştı...
(113)
Havuzun içinden çıkıp derin bir nefes aldığımda Antuan başındaki suları silkeliyordu. Merdiveni tırmanıp her yerinden su damlayan formamın kenarını el alışkanlığı ile sıkarken yanıma geldi ve şöyle bir dokundu. Demek ki kurutma işlemi bu kadar uzun sürmüyordu. Hafifçe gülümserken yaklaşıp burnumun üzerini öptü ve geri çekildi.
"Yalnız kalmaya ihtiyacın olduğunu biliyorum. Ama bana ihtiyacın olursa hemen yan evde olacağım."
"Tamam," deyip uslu uslu başımı salladığımda. O da tek bir kafa hareketi yaptı son kez ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Kendini buradan evine aktarabilirdi ama bu bize özel bir an olarak kaldı. Ben onun gidişini izledim, o bunu hissetti. İçimden yalnızca bir an o anı ve hisleri örtünün altına girip saatlerce düşünmek istediğimi geçirmiştim. Buna heyecandan örtüyü tekmelemek ve ufak çığlıklar atmak dahildi. Her şeyi hisseden Antuan'ın bunu da hissettiği şüphesizdi, bu yüzden bana alan açıp kendi evine gidiyordu.
Anahtara ihtiyacım olmadan kapının önünce durdum ve açılmasını bekledim. Kapı dürbününü öyle bir büyülemişti ki, yalnızca beni görmesi yetmiyor, canlılığımı, yaydığım enerjiyi, tek başıma olduğuma kadar her şeyi analiz ediyordu. Üstelik tehlike anları için de büyülüydü, ve bayıltıcı bir gaz çıkarıyordu. Bu gazı soluyan kişinin bedeninde de muhakkak bir iz oluyordu ki sonradan kaçmayı başarırsa anlaşılsın diye. Tüm bunlara gerek olup olmadığını sorduğumda yalnızca tedbir demişti.
Kapı açıldı ve içeri girip sırtımı ona yasladım. Bu duygu bambaşkaydı, Antuan'ı öpmüştüm. Ben öpmüştüm, zaten ben yapmasaydım ona gidene kadar bekleyeceğinden emindim. O suyun içine girdiğinde yalnızca bir iki günü değil, tüm Antuan'ları görmüştüm. Bana bakışını, gülüşünü, gururunu, her şeyi. Yapılan meditasyon öyle işe yaramıştı ki rahatlamıştım. Kafamda sürekli dolaşan şu karmaşık his yoktu artık. Sanki bileğimden prangalandığım zincir Profesör Gabriel tarafından kesilip atılmıştı.
Bu benim hayatımdı, artık kabullenmiştim. Onlar yolculuk ederken uğradığım duraklardı ancak Antuan benim varış noktam, bitiş çizgimdi. Sürekli bir şeyleri geciktirecek zamanım da yoktu. Artık nasıl istersem öyle yaşayacaktım, nasıl hissedersem...1
İtiraf etmeliyim ki bu öpücük bana çok özel hissettirmişti. Sanki öptükçe birbirimize daha çok bağlanmıştık. Altı üstü basit bir öpücüktü değil mi nasıl böyle hissettirebilirdi? Üstelik sadece dudağım ona temas ettiğinde olmuştu bu his. Birbirimizde kaybolmadan, yoğunlaşmadan... Sanki görünmez bir ip alıp bizi birbirimize sarmış gibi bir aidiyetlik, tamamlanmışlık hissi.
Çığlık atıp irkildiğimde bunun pembe kurdeleli bir iskeletten geldiğini saniyeler içinde anlamıştım. "Aklımı aldın ya!"
"Kendi varlığımı bile unutuyordum az daha ne diyorsun?"
"Yoo," dedim büyük bir inkarla. Bir iskelete dert yanmadığımız kalmıştı. Koridordan ayrılıp odama geçeceğim zaman yeniden seslendi.
Beni de odana götürsene? Sıkılırım burada.
Çıtımı bile çıkarmam. Uyanman gereken vakti söyle uyandırırım. Hem bir tehlike anında hemen haberim olur, korurum seni.
"Vay çakal, alttan alta hediyesinin bile derin manaları var ha? Ben de ne alaka pembe kurdele diyordum."
Adımı pembe kurdele mi koydun?
"Henüz koymadım canım," dedikten sonra yine canım dediğimi fark edip elimle ağzıma ufak bir darbe vurdum. Sonra bu dudaklarla hissettiğim o şey aklıma geldi ve elimi çekemedim geri. Tanrım bana ne oluyordu? Bir meditasyon yaptık diye, öylece, ansızın...
Odama gidip küveti doldurdum ve köpürmesi için ıvır zıvır koydum. Sonra kurdelenin odada kaldığı aklıma gelince geri dönüp onu aldım. Geldiğim sıra oflamakla meşguldü, tıpkı sahibi gibi. Yatağın yanına yerleştirdiğimde sesini hiç çıkarmamasına memnun oldum.
Sıcak suyun içine girdiğimde suyun teması bile bana onu hatırlatmıştı. Köpekleri kendime çekip oynamaya başlarken de... En iyisinin dümdüz yatmak olduğuna karar verdim ama bu kez de aklıma Naiads geldi. Kesin suya atladığım an anlamıştı, hatta şey yaptığımızı da anlamıştı belki. Onunla bağım güçlenmediği için zihnimi hissedemiyor olduğuna güvendim. Su aygırı bizi bölmeseydi sonrası ne olacaktı? Sonrası olamazdı değil mi? Bir yerde durmamız gerekirdi yani öyle hemen, yok yani, daha neler.
Kabul ikimiz de aqua olduğumuz için hislerimiz doruğa çıkıyordu. Tanrım bir de suyu kaynatmıştım, kendim yandığım yetmedi suyu bile yaktım. Bilekliği tam zamanında takmıştı gerçekten.
Hızlıca yıkanıp çıktığımda bornozumu giyip yatağa atladım. Evimin hiçbir köşesinde çok eşyam yoktu. Zamanla içime sine sine alacaktım. Bir manası, değeri olsun istiyordum. Belki sonra salona bir berjer almaya giderdim çünkü tek koltuk artık çok riskliydi. Arada biraz mesafe olması gerekirdi.
"Baksana kurdele, senden sır çıkar mı?"
"Bak ya? rüşvetçi, söylemiyorum işte."
"Tamam, yaşadığın bir hissi iki kat fazla yaşasan ne olurdu?"
Kemiklerim kırılırdı sanırım, ben hissetmem ama beynim yok diye akılsız sanma. Düşünür, konuşur, cevap verir, uyarırım. Gözlerim yok ama her yeri görürüm, burnum yok ama her şeyin kokusunu alırım. Böyle büyülendim.
"Vay canına, her kardinal kafatası senin gibi mi oluyor?"
Hayır bunu yalnız büyük bir büyücü yapabilir, güçlü ve büyük. Diğerleri de konuşur elbette ama detaylı değil, göremez, koklayamaz.
Antuan'a bak sen. Bana hem ev arkadaşı almış hem de bir koruma. Bir hediyeyle bir sürü kuş. Evime biri girerse ve ben görmezsem o görecek, odama bu yüzden gelmek istedi. Uzakta olsa onu duyamam, yakınımda olursa seslenir ve harekete geçerim. Peki ama bunca tedbir ne için? Bu basit bir hediye değil, dürbünü bile üst düzey adamın.
"Sanırım alfanın kızı olmak sandığım gibi havalı bir şey değil ve yine sanırım kraliçe öğrendikleriyle rahat durmayacak kurdele."
Başucumda hep uyanık kalacak bir yaverim olacaktı, daha ne isterdim...
Kendi gücümün farkındaydım, bu kadar tedbir ve önlem boşuna değildi. Bu önlem şimdi içinde değildi, belki gelecek belki de daha yakın gelecek içindi. Greinner'ın üzerinden inip sert derisini sevdikten sonra karşımdaki malikaneye baktım. Kapıda duran muhafızlar beni görünce yerlerinde dikleştiler.
Tam olarak toprak alfasının evinin önündeydim. Bu yüzleşmeyi yalnız başıma yapacağım için tek gelmiştim. Kurdele kafaya da o gelirse iletmesi için not bırakmıştım, şayet beni merak edeceğini biliyordum. Bir gün uyanıyorsunuz ve siz öptünüz diye bir kadın ortadan kayboluyor gibi bir düşünceye ve felakete yakalanmasını istemezdim elbette. Bu düşünceme kendi kendime kıkırdarken hiçbir şey dememe gerek kalmadan yolu açan muhafızların arasından bahçeye girdim.
Bahçe çok hoştu. Her yer çiçeklerle doluydu. Geniş ve büyük masallardan fırlamış gibi duran ağacın kalın dalından sarmaşıkların sardığı bir salıncak duruyordu. Büyülenmiş gibi ona giderken sarmaşıklarına dokunurken buldum kendimi. Salıncağın güzelliği öyle iyi hissettiriyordu ki...
Bahçenin bir kısmında gördüğüm beyaz zambakların dipleri havalandırılmış duruyordu. Yani yeni dikilmişti. Sevgili biyolojik babam benden sonra beni anlatacak bir çiçek dikmişti demek ki bahçesine. Renk tonlarına kadar ayrıldığı için hayran kalmamak mümkün değildi.
"Hoş geldin, Lily." Duyurmaya çalıştığı gürültülü adım sesleri korkmamam içindi. Arkamı döndüğümde gülümseyen yüzüyle karşılaştığım adama baktım.
"Gelmene çok sevindim, mutluluğumu anlatamam. Nasılsın, yeni evine yerleşmişsin duyduğuma göre."
"İyiyim, Basillan'da haber çabuk yayılıyor anladığım kadarıyla?"
"Rüzgar kadar hızlı diyelim. Rüzgar yaprakları hareket ettiriyor ve ben de onları duyuyorum."
"Vay canına çok havalı," diyerek dalga geçtiğimi belirttim ama hiç bozuntuya vermedi. Sanki küçük bir çocukmuşum gibi anlayışla gülümseyerek bakıyordu bana.
"Yine de burada bir odan var burada. Seni tanımayı ve görmeyi daha çok istiyorum. Hazır hissettiğinde ara ara kalırsan çok memnun olurum, kızım."
Sanki söylediklerini düşünüyormuş gibi sarmaşığın dallarıyla oynamaya başladım. "Annen de bu salıncağı çok severdi." Ellerim buz tutmuş gibi donup kalmıştı yaprağın üzerinde. Bunu duymaya hazır değildim sanırım. Annem de buradaydı bir zamanlar, gelip bu salıncağı seviyordu benim gibi, hatta belki...
"Seni sallamamı ister misin?" Omuzlarımı silkerek bir adım attım ve salıncağın yumuşak minderine oturdum. Yavaş adımlarla arkamı geçip beni ittiğinde salıncağın iplerini sıkı sıkı tutmuştum. Bu çok farklı hissettirmişti. Görünen o ki babam beni sallıyordu, varlığından yeni haberdar olduğu kızını, çok sevdiği ama beraber olamadığı aşkından bir parça canlı kanlı karşısında duruyordu. Antuan haklıydı...
"Sallanırken havalanmak, havayla dans etmek gibi gelirdi ona. Grubu havaydı çünkü, o yüzden hep dışarıda olmak, temas etmek onu rahatlatırdı. Bulutlu günlerde onları istediği şekillere sokup bana masallar anlatırdı. O güzel sesi yorulana kadar dinlerdim onu. Kızdığında birlikte diktiğimiz bu ağacın dallarını rüzgarıyla öyle hiddetli sallardı ki kökleri yerinden oynardı."
Birlikte diktikleri bir ağacın dallarında sallanıyordum. Tüylerim ürperirken sanki onun varlığını hissettim derinlerde. Rüzgar beni yalnızca bir yerden etkilemiş gibiydi. Oysa havada tek bir rüzgar bile yoktu.
"Ölülerin ruhu etrafta dolaşır mı?" diye sordum dan diye. Şoka girip tutamadığı salıncak dizine vurunca acıdığını belli eden bir ses çıkardı.
"Bilmem bu çok mu garip olurdu?"
"Garip olmazdı, yetenek olurdu. Su grubuna ait birinin havayı bir varlık gibi hissetmesi başka ne anlama gelir bilmiyorum. Hissediyor musun, hissediyorsan onu ne kadar çok sevdiğimi söyle. Yıllar sonra emanetini bulduğumu ve gözüm gibi bakacağımı söyle. Onu koruyamadım ama emanetini canım pahasına koruyacağımı söyle. Kalbimdeki varlığının asla son bulmadığını söyle, genç ve toy zamanımdan beri orada kilitli olduğunu söyle."
Bu konuşmanın içinde olmak yeni meditasyon yapmış ruhumu derinden etkiledi. Yoksa ben bu kadar duygu dolu biri değildim ve ağlamazdım. Sonra babamın sallamayı bıraktığı salıncak kendi kendine yeniden sallanmaya başlayınca dizlerinin üzerinde toprağa çöktüğünü hissettim. Ağladığı belli olan ses tonunda yalnızca iki kelime döküldü; "Canım, canım..."
Babam, annemi canım diye seviyordu.
Rüzgarın belirli bir ritimle beni salladığı salıncakta sallanan ben, dizlerinin üzerine çöküp ağlayan bir adamla nasıl bir görünüm veriyorduk bilmiyordum ama bir aile dramının ortasında kalmıştık. Kendimi sıkmam, bahçedeki çiçeklerden yalnızca zambakların rüzgardan sallanmasıyla son buldu. Salıncağın üzerinde bir çocuk gibi gözyaşı dökmeye başlarken rüzgarın şiddetinden iki zambak kökünden ayrıldı ve ikimizin önüne de ayrı ayrı yuvarlandı.
Babamla göz göze geldiğim an, zambaklar yeniden hareket etti ve yan yana geldi. Bunu gördüğü an, güç aldığı şey buymuş gibi ayağa kalkıp karşıma geçti ve öyle sıkı sarıldı ki, biri anlatsa bu olayı yaşadığına inanmazdım.
"Bizi hissediyor, burada, izliyor ve bir arada olalım istiyor kızım. Annen seni bulduğumu bildiği gibi bırakmamamı da istiyor." Bu yorumuna katılıyordum çünkü esen rüzgar toprakta bir kalp şekli oluşturmuştu. Bunu saniyelik olarak gördükten sonra zambakları içine alan o çizgi, rüzgarı tozu dumana karıştırıp ortadan kayboldu ve etraf sakinleşti. Geriye birbirine sarılan baba ve kız kalmıştı...
***
Antuan yastığın altına sakladığı başını çıkarıp elindeki yastığı yere attı. Çok düzenli sayılmadığı için bu hareketleri yadırgamıyordu. Gözlerine dolan aydınlıktan sonra saniyeler içinde en son yaşadıklarını hatırladı ve sırıtmaya başladı. Ellerini başının altına koyup Lily'nin soluk mavi gözlerinin nasıl canlandığını hatırladı. Arzuları değişince, öfkelenince, büyü yapınca gözündeki ışığın rengi elementine göre değişkenlik gösteriyordu. Onun dağ evinde geçirdiği süre kahverengi ışığın yanıp söndüğünü görünce şaşırmıştı.
Bileğindeki dövmeyi hala gizliyor ve bir süre daha gizleyecekti. Ona doğru attığı ilk ve harikulade bir adımın sonunda böyle büyük bir olayla gözünü korkutamazdı. Zaten ikisi de arasındaki çekimi inkar etmiyordu ve yavaş yavaş ilerlemek Antuan için sorun olmazdı. Yeter ki yanında, çevresinde olsun, başka bir şey istemiyordu.
Gelecekte onları neyin beklediğini bilmese de bazı pürüzlerin çıkacağına emindi. Kraliçe Lily'nin gücünün bu kadar büyük olduğunu öğrenirse, kendisini yenmeye çalışacağını düşünüp ona pusu bile kurabilirdi. Bu yüzden saklaması mühim bir mevzuydu. Lily'nin kalbini bilen kimse kraliçe olacağım diye etrafta gezmeyeceğini bilirdi ama onu tehdit olarak algılayacak birinden bunu bekleyemezlerdi.
Yeniden o tatlı dudakları getirdi gözünün önüne. Bu anın gelmesini anca hayal edecek kıvamdayken bir anda gerçeğini yaşayınca o da şok olmuştu. O ufacık temastan sonra gelen çekimi net bir şekilde hissetmişti, acaba Lily'de hissetti mi diye düşündü. Yeteneği muhteşem bir şeydi. Onu öperken kendi yoğun hislerinin üstünde bir şey hissetmek Antuan'ı çılgına çevirmişti. Bunu zihninde hayal etmiyor bizzat görüyordu. Parmakları o an ne yapıyor, ona mı bakıyor yoksa gözlerini kapatıp dudaklarına mı odaklanıyor her anı hissediyordu.
Şöyle bir odanın içinde gözlerini gezdirdi. "Yandık bu gidişle, evi barkı yıkıp yakmasak bari." Bu kadar güçlü bir kadını zapt etmek kolay olmayacaktı. O elementlerin hepsini aynı anda salıverse Basillan bile tutuşurdu. Antuan derin bir nefes aldı ve üzerinden çıkarmadığı gömleğinin yakasını kokladı. Tıpkı Lily gibi kokması adamı neşelendirmiş ve hızla ayağa kalkmıştı.
Ancak komodinin üzerinde gördüğü satranç taşıyla duraksadı. Onun böyle bir taşı yoktu. Altından yapılmış duran vezirin kenarında birtakım izler de mevcuttu, dikiş izi gibi. Taşın altını çevirdiğinde ise sanki el yazısıyla yazılmış bir harf gördü. Birbirini tekrarlayan harfler; Y.Y.Y.
Eliyle başını ovuşturup yeni bir gizemin içine düştüğünü anladı ama bunu çözmeden önce gidip kaçak zambağını görmeliydi. Hızlıca duş aldıktan sonra hazırlanıp yan evin bahçesine girerken ıslık çalıyordu. Kapıyı birkaç kez tıklamasına rağmen içeriden ses gelmeyince özel dürbünü çalıştırarak girdi. "Lily? Evde misin? Uyuyor musun? Bak geliyorum ha?"
Olacağını düşündüğü yerleri hızlıca kontrol ettikten sonra odasına girdi. Zaten kapısı açık olduğundan içeride olmadığını düşünmüştü. Odası da onun gibi mis gibi çiçek kokuyordu. Asıl burada uyumadığı haksızlıktı. Antuan'a kalan yalnızca bir gömlekti. Yatağın üzerinde katlı duran pijama üstünü aldı ve burnuna götürdü. Sonra ona hediye ettiği kafatasına bakıp gülümsedi.
"Ne diyorsun, sence bunu gömleğimin yerine almalı mıyım?"
Al da kurtulsun kız senin söylenmelerinden.
Antuan ona cevap verecekken yanındaki notu gördü.
Toprak alfasının evine uçuyorum, tanışmamız gereken konular var ve yalnız olmalıyım.
L.
"Demek ailenle tanışmaya karar verdin canım, güzel. Greinner'la gitmene sevindim. Baksana kafa, dün gece nasıldı?"
Nasıl sorular soruyorsun öyle?
"Yani neşeli miydi, mutlu mu? Güldü mü nasıl uyudu?"
Kendi kendine sırıtıp yorganı tekmeleyerek uyudu.
"Hmm, tam da aklından geçen şeyi yapmış, keşke görebilseydim. Neyse sağ ol hoşça kal."
Madem Lily'yi görememişti, önce gerezadaki işlerini kontrol etmeye giderdi. Pürüz çıkaran mahkumlar var mı, arayışa çıkacak olanlar var mı, varsa sonuçları neler? Oda değiştirecek varsa onay vermesi gerekiyordu. Yardımcısını görünce son durumların hepsinden haberdar oldu. Bir takım toplantılar yapıp görüşler aldı, onaylar verdi, aradan çoktan bir sürü zaman geçmişti.
Kendini eve aktardığında Lily'nin daha gelmediğini düşünüyordu. Bu yüzden özel kütüphanesine gidip bazı cevaplar alması lazımdı. Giyinme dolabının kapağını açıp zeminini boşalttı ve altındaki gizli kapağı kaldırdı. Açığa çıkan merdivenlerden inmeye başlarken kapağı geri örttü. Burası dağ evinin ağaç girişiyle aynı yere tünelle bağlanan bir koldu. İleriye dönük düşündüğü her şey için kendince tedbirler almayı seviyordu.
Nihayet tüneli aşıp geniş kütüphanesine geldiğinde köşedeki ata yadigarı hançerle avucunun içini kanattı ve damlayan mavi kanını zemindeki işaretin üzerine akıttı. Çıkan ses tılsımı çağırırken rahat sandalyesine oturdu ve önündeki defteri açtı. Mürekkebe batırdığı kalemle deftere yazmaya başladıktan sonra geri çekilip verdiği cevabı bekledi.
Bu defter Antuan'a aile büyüklerinden kalmıştı ve kimsenin haberi yoktu. Öyle ki babasının bile yoktu. Defterin ne işe yaradığını çözmesi uzun zamanını almıştı ama sonunda bulmuştu. Ailenin bazı özel üyelerinde olan mavi kana sahipti. Zamanı gelince defter kendini ekipmanıyla birlikte gösteriyor ve gereğinin yapılmasını sağlıyordu. Emanet yerine ulaşınca da kişinin kendisi çözmesi gerekiyordu.
Defter için ödenen mavi kan damlasının bedeli, deftere her ne sorarsa sorsun cevap vermesiydi. Bu ister şimdi ister de geçmişte yaşansın fark etmez, tüm detayları dökerdi. Dışarıdan biri mavi kanı göremezdi çünkü bunun için özel bir büyü yapılması gerekiyordu. Bu büyüyü ise hançerin üzerinde olan işaretlerden çözmüştü.
Bu yüzden Lily'ye neler olduğunu bulmuş ve diğer detayları dinlerken hemen inanmıştı. Defteri sık kullanmaması gerekiyordu. Al ver dengesini şaşırırsa işler tersine dönebilirdi. Defterin bir özelliği ise artık sahibi olmayanların zihninden kolayca silindiğiydi yoksa kimse böyle büyük bir cevheri oğlu, torunu da olsa hemen bırakmak istemezdi.
Antuan'ın hükümdarlık yeteneği genlerinden gelen mucizelerle birleşince ortaya bugünkü adam çıkıyordu. O karakterli, sağ duyulu, sadık ve adil bir adamdı. Aksi taktirde al ver dengesinin bozulduğunu hisseden defter kendini kapatır ve bir daha açılmazdı. Antuan şimdi ise cebindeki satranç vezirinin sırrını öğrenmeye gelmişti. Durduk yere odasında belirmesinin bir anlamı olmalıydı.
Tüm detayları tek seferde deftere not aldıktan sonra defter yeni bir sayfa açtı ve cevapları kendiliğinden göstermeye başladı.
Birbirine değen evrenlerden birinde, ölülerin arasından seçilen insanların büyüyle yeni bir hayata çağrıldığı bir yaşam vardı. Evrenin adına ise Yaşamayanlar deniliyordu. İkinci şansı hak edip büyü gücüne erişebileceğini ancak vücudunda beliren grup dövmesiyle anlayabiliyordun. Bir yaşamayan olmak için bu şarttı. Eğer büyü gücün oluşmazsa seni Yaşayamayanlar adlı bir bölgeye gönderiyorlardı. Dünya'da her şeyden habersiz kalan insanlara ise Yaşayanlar deniliyordu.1
Taşın altını çevirdi Antuan ve Y.Y.Y. yazısıyla tekrar denk geldi. Yaşayanlar, Yaşamayanlar, Yaşayamayanlar...
Defterin altında okuduğu diğer detaylardan biri ise evrenin büyü okulunun bölümleri onlardaki gibi elementlere değil satranç taşlarına göre ayrılıyor olduğuydu. İgnisler, aqualar yerine; filler, vezirler ve şahlar vardı.
Ejderhaların bazılarının ışık enerjisiyle bir takım işler karıştırdığını biliyordu belki bu da o evrene ait bir özellikti. Peki ama bu vezir taşını, Yaşamayanlar'dan, Antuan'a kim niye göndermişti?
Antuan başını geriye yaslayıp silinmeyen satırları tekrar tekrar okurken yapması gereken tek şeyin bu taşı saklaması olduğuna karar verdi. Günü gelince bu da her şey gibi ortaya çıkardı. Bugün için deftere daha fazla soru soramazdı, en azından gizemin başını çözmüştü ve bu yeterliydi. Defteri daha önemli olaylar için kullanıp kanını ziyan etmemeliydi.
Şimdi yapması gereken en önemli şey; gidip komşusundan bir tabak yemek istemesiydi...
Duygusal bir andan çıktıktan sonra ne yapacağını bilmediğin o saniyelere girerdin ya, işte şimdi tıpkı böyle bir saniyeye hapsolmuştum. Ona sardığım kollarımı geri çekip boğazımı temizleyerek bir iki adım geriledim. Ne diyeceğimi bilemediğim sırada beni bu dertten kurtardı.
"İçeri geçip kahvaltı yapmaya ne dersin?"
"Olur." Buraya zaten bu tanışmayı aradan çıkarmaya gelmiştim ama gerilmeden edemiyordum. Malikane dışardan sevimli gözüktüğü gibi içeriden de öyle gözüküyordu. Terra ailesi olduğunu belli eder gibi içeride büyük büyük bitkiler mevcuttu. Hatta koridorun ortasında bir ağaç kökü durduğunu görünce şaşırdım.
"Burayı inşa ederken kesmelerine izin vermedim. Toprak anaya saygısızlık olurdu, genlerimize sahip çıkmamız gerektiği gibi elementlerimize de sahip çıkmalıyız. Yoksa bizi gücüyle ödüllendirmezler."
"Öyle mi bundan haberim yoktu?"
Bana gülümsedi ve elini belime koyup içeri yönlendirdi. "Daha öğreneceğin çok şey var ve bunları sana öğretmekten onur duyarım. Ne de olsa bir babanın yegane görevi budur."
"Ve bir annenin," diye çıkan ince ve kırılgan sesi duyunca refleks olarak oraya döndüm. "Merhaba Lily, ben Petunya North. Yuvana hoş geldin." Elini uzatmasını beklerken büyük adımlarla gelip sarılınca şaşırdım. Öylesine parmak ucunda bir sarılış da değildi bu üstelik.
"Merhaba." Şaşkınlıktan çıkan sesime gülümsedi. "Seni yeniden görmek ne güzel. Duygusal travmaların yüzünden bize kabalık ettiğini düşünme lütfen, içten içe kendini suçlu hissetmene gerek yok." Tam olarak öyle hissediyordum! "Bugün burada hep birlikte ailecek güzel bir başlangıç yapmaya ne dersiniz? Soil?"
Toprağın şu anki alfası yanıma gelip tıpkı annesi gibi sarıldı ve geri çekildi. "Hoş geldin Lily, biz de seni bekliyorduk ama açıkçası bu ziyaretin daha uzun vadede gerçekleşeceğini düşünmüştüm."
"Ben de öyle düşünüyordum ama hayatımı düzene koymak için çabalıyorum."
"Tamam çocuklar bunu masada bir şeyler yerken konuşsak nasıl olur, çok açım." Bay Rafael, yani babamın sözleriyle birlikte masaya doğru yürürken merdivenlerde bir koşturma işittim.
Soil de camın önünden gelmişti yanıma, bu demek oluyordu ki sarılıp ağlarken bizi gördü...
"Koşmayın demiyor muyum ben size, hayır Orion o merdivenden kayma sakın." Bayan Petunya'nın talimatına uyan iki çocuk koşmadan sakince içeri girip tam önümde durdular ve aynı anda "Merhaba," diye seslendiler.
"Merhaba?" Enerjilerine ve kendilerine henüz alışamamıştım.
"Lily bunlar diğer kardeşlerin; Orion ve Soleil. İkizler." Erkek olan Orion'du. Siyah kısa saçlarını bir taçla tutturmuş ve tıpkı babası gibi soluk mavi gözleriyle yüzümü inceliyordu. Soleil ise koyu sarı saçlarını annesinden almış ama gözleri babasını yansıtıyordu. Yüzüne dağılan çilleri vardı, benim gibi. Başında çiçeklerden bir taç vardı tıpkı ablası Soil gibi. İnanamıyorum durduk yere iki kardeşe daha sahip olmuştum.
"Aslında sana gelmek istedik ama babam kati suretle karşı çıktı," dedi Soleil gülümseyerek. "Buraya uyum sağlaman için sık boğaz edilmemen gerekiyormuş."
"Teşekkür ederim Soleil, empati kurduğunuza inanıyorum." Adını söylerken içim bir tuhaf olmuştu. Üveydi evet ama kardeşlerimdi işte. Bu duyguya kendimi hazırlayamadan toplam da üç kardeş edinmiştim.
"Empati nedir?" İkizler aynı anda sorunca içimden gülmek gelmişti.
"Kendini bir başkasının yerine koyup düşünmeye denir."
Eh, ablaları olarak ilk öğretimimi yapmış bulunuyordum. "Tamam çocuklar geri kalan ne varsa masada konuşabiliriz, herkes yerine."
Herkes yerine... Bu masada herkesin bilindik bir yeri vardı. Bu yüzden adımlarımı ağır attım ki otursunlar ve boş kalan sandalyeyi bulayım. Bay Rafael eliyle çekip işaret ettiğinde anca bulmuştum tabii. Onun çaprazı, Soil'in tam karşısı ve Orion'un yanında oturuyordum. Herkesin uzaylı görmüş gibi bana bakmasından çekinerek diken üzerinde dururken sandığım gibi olmadı ve yemekleriyle ilgilendiler.
Sanki hep aynı manzarayı görüyormuş gibi havadan sudan bir sohbet konusu açıldı. Çocuklar aldığı eğitimden bahsediyorlardı neşeyle. Tabağıma bir iki bir şey alıp onlarla oyalanmaya başladım.
"Hakkında anlatılan her şeyi duydum Lily! Sen bir kahramansın, bir bebek dünyaya getirdin ve bu senin bebeğin değil! Kim böyle bir şey yapar ki?"
"Soleil! Ablana adıyla hitap etmemen gerekiyor."
"Sorun değil Bay Rafael, istediği gibi seslenebilir," dedim kısık bir sesle.
"Ama baba, baksana o da sana adınla hitap ediyor."
Çatalını ve bıçağını elinden bırakan adam derin bir nefes alıp geriye yaslandı. "Anlaşıldı her şeyin bir zamanı olacak demek. O burada yeni, bize hitabı zamanla gelişecektir ama sizler kuralları biliyorsunuz çocuklar!"
"Tamam abla deriz!" İkizler yine aynı anda konuşurken beni incelediğinde onlara gülümsedim.
"Sanırım kahraman sayılmam çünkü bunu yapacağımdan haberim yoktu, bir nevi zorunlulukla gerçekleşti. Kahramanlar her şeyi bilinçli yapar."
"Buna katılmıyorum abla, önüne iki seçenek sunsalar yine bunu seçer gibi gözüküyorsun."
Bana abla deyişleri öyle hoşuma gitti ki... Bir anda daha çok ısınmaya başladım. İlk geldiğim andaki çekingenlik yavaşça üzerimden sıyrılmaya başladı.
"Yeteneğimin sana bu şekilde geçmiş olması ancak tüm duygularımın içtenliğiyle olabilirdi kızım, kendini bu durumdan kurtarabildiğin için çok mutluyum. Ve seni çok sevdiğimi bilmeni istiyorum. çekinceni anlayabilirim ama sen benim ellerime doğdun ve sevdiğim adamdan bir parça taşıyorsun. En başından anlaşalım ki kendi doğurduğum çocuklarla, bizzat kendi doğurttuğum çocuk arasında hiçbir ayrımcılık olmayacaktır. Bu kapıdan girip bize bir adım attığın andan sonra kimse seni dışlayamaz!"
"Teşekkür ederim Bayan Petunya, açık yürekliliğiniz için."
"Annemize de adıyla sesleniyor," diye ikizine doğru fısıldadı kız olan.
Göz yaşı damlasının manası sanıldığından büyüktü işte. Bana kendi yeteneğinden aktarmış olmasaydı şu an belki hala gerezada olurdum. Yetenek... Gözyaşı! Siktir! İnanamıyorum! Bunu nasıl şimdi fark ederim. Kendi bedenime döndüğüm an Chloe ile vedalaşırken kalbim paramparça olmuş ve ondan ayrıldığım için ağlamıştım. Gözyaşım üzerine damlamıştı. Biraz zorlayınca başkasına aktardığım gibi düşüncelerimi kendime aktarıp o anı yeniden zihnimden geçirdim.
Bu durumda ben de ona yeteneğimden aktarmış olabilirdim. Ancak bundan emin olmadan asla dile getiremezdim. Belki Chloe büyüyünce bunu kendine saklamak isterdi. Tabii böyle bir özelliği olursa... Ama ben de Petunya'nın öz kızı değildim ve o bana aktarmıştı. Lily'de benim öz kızım değil ve... Tanrım neyse, başıma ağrılar girdi.
Petunya ayağa kalktı ve duvardaki tablolardan birini alıp getirdi. "Bak bu bebek sensin, seni kaybettiğimiz zaman zihnimdeki anı toprakla canlandırdım ve ağaç köklerinden senin portreni oluşturdum. Dikkatli bak, baş köşede her çocuğumuzun böyle bir portresi var."
Doğru vardı. "Bu harika gözüküyor." Büyülenmiş bir şekilde elimi kuru dalların oluşturduğu çıkıntının üzerinde gezdirdim. Zihnimi yokladığımda bununla ilgili bir anı bulamadım. Bebeklik fotoğraflarım var gibiydi ama hatırlayamıyordum işte. Antuan'ın dediği gibi; zihnimden yavaş yavaş siliniyordu anısı da acısı da...
"İstersen sana bir tane yapabilirim?"
"Teşekkür ederim, en eşsiz eserler taklidi olmayan eserlerdir. Bunun sizde kalması daha anlamlı." Ve daha buraya aitmiş gibi hissettiriyor...
"Sanırım bizim de konuşmamız gereken ufak bir mesele var Lily." Soil içeceğini yudumlayıp bıraktı ve bana odaklandı.
"Konuşalım tabii..." Bugün herkesin eteğindeki taşları dökme günüydü anlaşılan.
"Liçi meyvesini almaya geldiğinizde ağacın koruyucusu olan maran buna izin vermemişti. Her ne kadar o an hamile bir bedenin içinde olsan da yapmış olduğun kan büyüsü seni kara bir büyücü gibi gösteriyordu ve meyveyi sana vermem imkansızdı."
"Anlıyorum, o an çok üzülmüştüm ama haklısın. Toprağı kirleten biri onun nimetlerinden yararlanamaz. Ama sonra toprağa düşen gözyaşlarım için onları bana göndermiştin?"
"Bu sadece bir bahaneydi, istemesem yine yapmazdım. Seni görünce tuhaf hissettim, gözlerinin ardındaki duygu pişmanlıktan öte bir şeydi. Aradaki bağlantıyı anlamam imkansız ama kelimelere dökemesem de onun gibi bir şey hissettim işte. Sanki Orion ya da Soleil'in canı meyve istemiş ama yiyememiş gibi üzülen gözleri geldi gözümün önüne. Bu yüzden topraktan aldığım gözyaşı bilgisini öne sürüp sana istediğin o meyveleri gönderdim."
"Teşekkür ederim, çok naziksin. Aşermek garip bir duyguydu şimdi olsa öyle delice yemek istemeyebilirim."
"O zaman denemeye ne dersin? Bunlar daha olgunlaşmışı?"
Ağzı kapalı gümüş tabağın kapağını kaldırdı ve içinden pembe pembe liçi meyveleri gözüktü.
"Elbette tam aile üyelerinin sayısına göre," deyip gülümseyerek tabağı önce bana uzatmasıyla bir tane aldım ve diğerlerini beklemeden yedim. Ağzımda patlayan lezzetle birlikte tüm gerginliğim yok olmuştu ve bu meyve hala deli dehşet güzellikte bir lezzetteydi.
"Sen gelirsin diye her sabah taze taze gidip getiriyor bunlardan," dedi Bayan Petunya.
"Anne! Bunu söylememen gerekiyordu..."
Beni gördüğü ilk an yaşadığımız bu garip olay içine oturmuş olmasa böyle bir zahmete girmezdi. Soil, sana olan pozitif duygularım artmaya başladı...
North ailesinin malikanesinden ayrıldığımda huzurluydum. Temiz havaya çıkıp tüm oksijeni ciğerime doldururken de öyle. Tedirgin gelmiş ama pamuk gibi ayrılıyordum. Laf sokma, dışlama, aşağılama yoktu. Aile sıcaklığı birlik ve beraberlik vardı. Bu yaşadığıma kendim bile inanamıyordum.
Arkandayım. Güçlü kanatlarımın sesini duyamayacak kadar mı kapattın zihnini Zambak?
"Çok garip hissediyorum, burada bir ailem oldu ve beni hiç yabancılamıyorlar. İkizler orada kalmam için ısrar etti biliyor musun?"
Duydum, her şeyin senin için yoluna girdiğine seviniyorum. Atla hadi, nereye gidelim?
"Akademi bugün yok gidip evde pinekleyim bari."
Sanki buna izin verecek de, kedi gibi gelip ara ara kapını eşeliyor!
Tek yakışıklı o mu Zambak? Ne zamandan beri onu yakışıklı buluyorsun? Hem ben ondan daha yakışıklıyım.
Boynundaki çıkıntıyı sımsıkı tutmadan önce sarıldım. Yüksek kahkahamdan rahatsız olup homurdanmıştı. Bu yüzden alçaktan uçarken bir iki ağaç alevinden etkilenmişti ama neyse ki ormandaki ağaçlar büyüyle korunuyordu. Aksi taktirde bu kadar ejderhanın olduğu bir evrende yangınlar kaçınılmaz olurdu.
"Teşekkür ederim Greinner, seninle sohbet edip bir şeyler içmek isterdim ama ne ikram edeceğimi bilemiyorum."
Büyük baş hayvanın yoksa bir şey ikram edemezsin Zambak. Gidiyorum ben zaten işlerim var.
Senin yakışıklı bir arkadaşın oluyorda benim güzel bir arkadaşım olamaz mı?
Heyecanla ellerimle ağzımı kapadım. "Greinner inanamıyorum, senin sevgilin mi var?" Zihnime yaydığı ateş neyine inanamıyorsun der gibiydi.
Bu gece zihnini bana sakın açma çünkü ben öyle yapacağım.
"Vav," diye ellerimi havaya kaldırıp çığlık attığımda tozu dumana katarak uçup gitti. Gitmeden önce ise şu sözleri söyledi; Daha fazla bu saçmalığa devam edersen bahçendeki çiçekleri yakarım!
Huysuz ejderha! Koca ihtiyar! Hah, çiftleşecekmiş. Ay çiftleşecekmiş ve bu beni çılgınca heyecanlandırdı. Hala arkasından sırıtıyordum. Utandığı için bahçemdeki çiçekleri tutuşturmakla tehdit etmişti birde beni... Keşke şu kütüphanedeki kitaplardan bazıları elimde olsaydı ve bu konuyu araştırsaydım. Sonuçta ejderhalar hakkında her şeyi bilmemiz gerekiyordu... Tamamen bu amaçlı masum düşünceler içerisindeydim.
Kapım beni görüp açıldığında hemen Antuan'dan bir iz aradım. Adamı görünce kovmaktan beter ediyor gelmeyince ise yokluğunu hissediyordum. Notum yerinde yoktu ve kurdele kafadan öğrendiğime göre buraya uğradıktan sonra gerezaya gitmişti.
Üzerime rahat bir şeyler giyip mutfaktan atıştırmalık aldıktan sonra salona geldim. Antuan'dan öğrendiğim tüm bilgileri not ettiğim deftere yeni bilgiler ekleyip baştan okumaya başladım. Elimdeki meyve saplı krakeri yemek üzereyken pencerede hissettiğim gölgeyle oraya baktım. Evimin etrafında bir şey mi uçuyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?
Kendimi göstermeyecek kadar yaklaşıp havaya baktığımda oldukça büyük bir ejderha gördüm. Ancak bu tanıdığım bir ejderha değildi.
"Kafa, evin etrafında dolaşan şey de nedir?"
İskelet dudaklarını oynatıp biraz bekledikten sonra bir ejderha dedi. Evet ilk testi geçmişti çünkü ben de görmüştüm.
Hayır dokuyucu kokusu alıyorum, zararlı değil.
"Eğitmenlerden birinin ejderhası öyleyse?"
"Tamam sağ ol ve iyi ki varsın!" Kemiklerini oynatıp kah kah gülmesini dinlemeden çıktım. Hayatımda aldığım en verimli hediyelerdendi kendisi. Perdenin arkasına yeniden geçtiğimde bu sefer kanat seslerini daha yakından duydum. Ne diye gelmişti ki şimdi bu? Greinner'ın işini bölersem bunu bana hayatım boyunca unutturmazdı ve eh, o halde onu görmek istemezdim. Zaten normal günde de yeterince huysuzdu.
Sonra çok garip bir şey oldu. Gece göğünün altında Lacivert ejderha kanatlarını açıp alçaldı ve toprağa pençelerinin izini bıraktı. Ardından normal insanlar gibi yürümeye başlarken gözlerim topraktaki bıraktığı izleri takip etti. Gözlerimi ardına kadar açmamın sebebi o izlerin bir süre sonra normal insan ayak izlerine dönüşmesiydi.
"Siktir! Bu da ne demek?" Bir iki adım gerilemiş ve yaşadığım anı hazmetmeye çalışmıştım. Elim kalbimde korku filmi izlemiş gibi nefes nefese kalıp gerilmişken kapım tıklandı.
Parmak uçlarımla karşıdaki odama yürüyüp sessizce kafaya sordum. Dokuyucu geldi, onun kokusunu alıyorum.
"Sen herkesin kokusunu biliyor musun? Biliyorsan nereden öğrendin?"
Antuan öğretti, öğretebildiği kadarını...
Kapı yeniden çaldığında niyet sezen dürbünüm bir atak yapmadığına göre her şey normal demekti. Sabahlığımın kuşağını bağlayıp kapıyı açtığımda Profesör Agatha ile karşılaştım.
"Lily White?" dedi ve başını eğip selamladı. "Müsaitsen gelebilir miyim? Greinner'la aram iyidir ve bana yaşanan bazı şeylerden bahsetti."
"O huysuz benim dedikodumu mu yapıyor?" Bunu sormam onu şaşırtmış gibi gülümsedi.
"Müsaitsen içeri girebilir miyim?"
"Aa elbette, lütfen. Sizi burada görmeyi beklemiyordum sadece."
"Son zamanlarda duyduğum ve gördüğüm bazı bilgilerden dolayı seninle konuşmaya geldim. Başlangıç derslerini almaya başladın değil mi?"
"Evet Bayan Gabriel ile başladık."
"Harika, ben de sana ateşin kontrolünü öğretebilirim." Koltuğa geçip otururken duraksadım. "Ejderhan seninle bağ kurmuş, eğer Valeri'nin elementi ruhuna sıçramasaydı bile bu özellik ejderhanın elementinden sana gelebilirdi. Ama herkes başka bir bedende uzun zaman durduğu için element karışımı olduğunu düşünüyor. Bilmek istersen akademi çalkalanıyor. Greinner orada bir şov yapmış, çünkü insanlar ejderhaları kızdırmak istemezler. Göz dağı vermiş ve arkanda olduğunu göstermiş."
"Evet yaptı öyle şeyler. Ben ise içecek bir şeyler getireyim ne alırsınız?"
Mutfağa gidip söylediklerini düşündüm. Haklıydı, bana öğreteceği şeyleri canla başla kabul ederdim. Kahveyi hazırlayıp yanına kuru gıdalarla servis ettiğimde teşekkür etti. Yüzündeki ejder derisinin nedenini az önce bizzat görmüştüm. Gözü bilekliğime takıldıktan sonra yeniden bana baktı.
"Ateşin sadece ruhuna bulaşmadığını biliyorum. Senin iki elementin var değil mi? Bu özel bir bilekliğe bekliyor?"
Gülümsedi. "Hükümdarla aranızda duygusal bir bağ var öyleyse?" Sessiz kaldığımda kahvesini yudumladı. "Aksi halde böyle güçlü bir büyüyle bileklik dövmezdi."
"Bana değer veriyor," diyebildim sadece.
"Çünkü sen değer verilecek bir insansın Lily. Yaşadıkların ve yaptıkların kolay şeyler değildi. Buraya, evine kadar geldim ki bir dokuyucu olarak Basillan'a bu değerli insanı kazandırmak için çabalayım. Siz gençler ne diyorsunuz, hah popüler. Akademiye tekrar gittiğinde herkes senin ne kadar popüler olduğunu öğrenecek ve yanına gelmeye çalışacak. Bunu mutlaka düşünmüşsündür elbette ama ben yine de söylemek istiyorum. Her sır herkese verilmez."
Bu cümleyi bugün North ailesinden de duymuştum. Bundan tedirgin olmuşlardı. "O halde kahveni içtiysen çalışmaya başlayalım." Daha iyi bir konum için salonun tam ortasındaki halının üzerine oturduk karşılıklı olarak. Ne için geldiğini ve bana ne için dönüştüğünü gösterdiğini anlamıştım. Güven çok önemliydi ve ona güvenmemi istiyordu. Bu yüzden sırrını benimle paylaşmış ve yeri geldiğinde çekinmeden ona gidebileceğimi belirtmişti...
(117)
Güneşin gözüme değdiğini hissederek uyanmayı özlemiştim. Diğer aylar bir garipti ve sanırım içlerinde bulutlu bir gökyüzüyle geçmişime en yakın bulduğum ay buydu. Dün geç saatlere kadar Agatha ile çalışmıştık ve ateşi içimde daha iyi hissediyordum. Onu yönetebilmek kolay değildi. Önceden gücümü bir kolyeye aktarıyordum ama şimdi bilekliğimin kısıtlayıcı özelliği vardı.
"Günaydın kurdele kafa. Antuan gece buralardan geçti mi, hissettin mi?"
"Kaplumbağa deden, sana ne kardeşim. Cevapla geç işte ya, hayatıma giren herkes huysuz olmak zorunda mı ya?"
Benim dedem yok. Evet gece kokusunu hissettim ama dokuyucu olduğu için gelmemiş olabilir.
Ona gözlerimi devirdim ve banyodaki küvetime doğru gittim. Biraz suya ihtiyacım vardı. Demek Antuan gece gelmiş ama misafirim olduğunu görünce bana gözükmemişti. Daha düne kadar böyle çok düşünmüyordum ama her an kapımı çalıp bu lazım komşu diyecek diye bekliyordum.
Akademinin eğitim saatine daha çok vardı, yani bana çok vardı. Hızlandırılmış özel ders alıyordum çünkü. O yüzden önce zaranya sokağına gidip bir iki alışveriş yapmak istedim. Ancak koca bir eksiğim vardı; ejderham...
"Kafa," diye içeri doğru bağırdım belki duyardı. "Sence ejderhalar kaç saat çiftleşir?" Kulağımı uzatıp bekledim ama birbirine vuran kemik sesinden başka bir şey duyamadım. Gülüyor muydu?
"Basillan'ın en yakışıklı ejderhası nasılsın?"
"Müsait misin bilemedim? Yağcılığı kes konuya gir diyorsun yani tamam. Zaranya sokağına, alışveriş yapmaya."
"Aslına bakarsan seni daha ılımlı bir şekilde görmeyi bekliyordum. Gece iyi geçmedi mi?"
Kükreme sesine kulaklarımı kapattım refleks olarak. "Tamam tamam, özel hayatınla ilgili soru sormayı bırakıyorum. Zihnime alev göndermeyi bırak suyun içinde yandım ya. Nedir bu erkeklerin beni suyun içinde yakmaları?"
"Özel hayatla ilgili sorular yok Greinner, ben de sana kükrerim şimdi."
***
Hazırlanıp çıktığımda ne yazık ki okul formamı giyememiştim. Sokağın ortasında öyle gezecek halim yoktu neticede. Bu yüzden iki yanı da yırtmaçlı, ejderhama kolay binebileceğim uzun bir elbise seçtim. Tamam şort taytımı içime giymiştim zaten geriye kalan gömleğimi giymek olacaktı. Suyu zihnimde ısıtıp gömleği kolayca ütüleyebileceğimi düşünüyordum. Olmadı Greinner'dan sıcak buhar rica edebilirim. Ya da etmezdim, direkt yakardı gömleğimi...
Bu sefer not bırakmamış kurdele kafaya direkt gideceğim yeri söylemiştim. Bahçeye adım attığımda gözüm istemsizce yan eve takıldı. Sesi soluğu çıkmıyordu ama belki de uyuyordur diye düşündüm.
Greinner onun için bahçeye özel olarak döktürdüğüm yumuşak kumun içinde beni bekliyordu. Pamuk da serpebilirdim ama etrafın tüycük dolmasını istemiyordum.
"Benim kanatlarım yok canım, lütfedip eğilecek misin?"
Yoo tırman bekliyorum. Sağa sola bakıp merakını gidereceğine bir dağa nasıl tırmanılır onu öğrenseydin.
Gözlerimi devirdim. "Dün gece yeteri kadar gevşemediğin ortada, ne oldu sevdiğin kız seni ekti mi?"
Ne münasebet, görüşmeyi isteyen oydu.
"Ooo, iyiymiş," deyip kıkırdadım. Canlımın aşk hayatı ölümüne merakımı cezbediyordu. "Yavrularınız olacak mı? Minik yumurtaları sevmeyi çok isterdim."
Ejderha yumurtası minik olmaz Zambak.
"Peki çapkın playboy, sen ne diyorsan odur. Hadi uçur beni."
Homurdanarak eğildiğinde üzerine tırmanmam daha kolay oldu. Merdiven tırmanma becerilerim küçükken tırmandığım kaydıraklar kadardı sadece, çocukken bile hayal gücümle bir ejderhaya binmemiş insandım. Ancak benden oturmadan ona binmemi isteyebiliyordu...
"Greinner, ben dün gece Agatha'yı gördüm."
"Evime geldi beni ziyarete. Ateş elementine sahip olduğumu herkes gibi o da bildiği için biraz öğüt ve ders verip gitti." Genelde yapmadığı bir şeyi yapıp başını arkaya doğru çevirerek bana baktı. "Ne ters bir şey mi var?"
"Nesi tuhaf canım?" Yine canım demiştim, imkanım olsa elimle ağzıma pat pat vuruşlar yapardım ama iki elimde sert çıkıntıyı kavramışken bu mümkün değildi.
Dokuyucular sana zaten akademide özel ders vermeyecek mi neden evine geliyor? Neden benimle iletişimini kestiğin bir anda geliyor?
"Yok artık, paranoyak oldun iyice!"
Umarım öyledir ve kimse benim öfkemi üzerine çekmek istemez!
Uçarken derisini sevip alnımı ona yasladım. Sözcükler dilimden dökülmedi ama zihnimin kapıları ona ardına kadar açıkken iyi ki var olduğunu ve onu çok sevdiğimi haykırdım. Karşılık olarak sıcacık olmuştu zihnim.
Zaranya sokağına indiğimizde ejderhalara özel bir alan olduğu için onu geri burada bulabileceğimi söyledi. Geniş ve ağaçlık alanda yürüyerek ilerlerken iç çekip arkamı döndüm. Bu canlı ve heyecanlı sokağı çok seviyordum. Önceliğimi uzaktaki bir mobilya dükkanından yana kullandım.
Direkt berjerlere yönelip incelemeye başladığımda biri çok dikkatimi çekti. Geniş, rahat ve yuvarlak şeklindeydi.
"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Merhaba, bariz bir özelliği var mı?"
Satıcı sözlerime karşı gülümsedi. "Elbette, özel kumaşı duyguları yansıttığı için özel bir tasarım."
"Sizin enerjinize göre renk alıyor, yani mutluysanız döşeme kumaşı bir anda sarıya dönebilir. Heyecanlıysanız turuncuya, çok neşeliyseniz pembeye çalar rengi." Düşünür mırıltılar çıkarırken hoşuma da gitmişti. "Size bir sır vermemi isterseniz bazıları misafirleri için özel olarak kullanır. Sıkıntılı ve gergin durumlarını hissettiği için ya da bir salan seziyorsa..."
"Alıyorum," dedim oldukça emin bir ses tonuyla. Satıcı adam da bundan yüzde yüz eminmiş gibi gülümsedi.
"Tüm meraklı duygularınızda kullanmanız dileklerimle."
"Teşekkür ederim çok naziksiniz. Eve paketleme yapıyorsunuzdur umarım."
"Elbette efendim, ödemenizi şu tarafta alabiliriz."
Ne tarz ödeme kabul ettiklerini düşündüm bir an ve içimde tutamadan sormuş bulundum. "Farklı ödemeler de kabul ediyor musunuz?" Adam dönüp bana baktığında yüzündeki bilmiş gülümsemesi silinmiş ve göz ucuyla beni süzmüştü. "Önüne dön! Kurallarınıza çok hakim değilim."
"Yanlış anladınız, bazı ödemeler büyü gücüyle yapılabilir ve sizin nasıl güçleriniz olacağını düşünüyordum." Zihnime sinirli bir homurtu doldu.
Yapay bir gülümseme sunup Greinner'ı zihnimden kovdum. Bu berjeri teslim almadan dükkanı yıksın istemezdim. Demek büyü gücüyle ödeme yapılabiliyordu. Fiyatını sormamıştım gerçi ama öğrendiğim an yanımda fazlasını getirdiğime sevindim. Altın goplaları minik çantamdan çıkarıp eline saydığımda göz bebeklerinin büyüdüğünü hissettim.
"Beni kandırmıyor olsan iyi edersin canım, aksi halde ejderhamın huysuz bir yaratık olduğunu bildirmem gerekir." Son altın parayı da avucuna koyup bana uzattığı kare şeyi elime aldım. Üzgünüm ama okey taşına benziyordu ve üzerinde dükkanın amblemi vardı. "Ah, bir de hükümdarın yakın arkadaşım olduğunu bildirmem gerekiyor. Unuttuysan hatırlatayım, adalet duygusu oldukça gelişmiş birisidir. Hoşça kalın beyefendi," diyerek elimdeki taşla birlikte el salladım.
Adres bilgimi eline koyduğum son altın paraya yüklemiştim. Bana göre çakallık bulunduran bu numarayı Antuan'dan öğrenmiştim. Ufak düşüncelerini bir nesneye sığdırıp bir başkasına gösterebiliyordun. Gerçi benim harikulade bir yeteneğim vardı ama bunu ulu orta herkese gösteremezdim.
Tuhaf büyülü eşyaların bulunduğu dükkana girip birkaç şey aldım. Bunlardan biri Antuan içindi ve vereceğim anı sabırsızlıkla bekliyordum.
Greinner'ın yanına gittiğimde zihnimi ona neden kapattığımla ilgili iyice huysuzluk yaptı ve sonunda akademiye geldim. Sanki ineceğim yeri bekliyor gibi beni görünce ayaklanıp yanıma gelen Olivia ile sarıldık.
"Özledim sanki ya niye böyle oldu?" Kahkahalarım arasında ona yeniden sarılıp aldığım hediyenin birini ona verdim. Kıvırcık saçları için iflah olmaz bir toka. Hedef tahtalarının üzerinde bulunan su damlaları vardı, bunu kendim tasarlamış yaptırmıştım.
"Önemli değil bebek, hadi gidelim."
Taş köprüyü geçip Profesör Mara'ya ait olan özel bölgeye gireceğim an yeniden onu gördüm. Mor saçlarıyla sırıtarak bana bakıyor oluşuna katlanamıyordum gerçekten. Bir müddet sadece bakmakla yetinip yavaş yavaş yanıma yürümeye başladı ama sonra bir anda durdu. Gülümseyen yüzü yavaşça soldu hatta. "Ne oluyor buna be?"
Arkamı dönüp baktığımda Soil'i dik bir şekilde peşimden gelirken gördüm. Elinde tuttuğu üzüm saplı krakeri Scarlett'e bakarak ısırıyor ve iştahla çiğniyordu. Demek mor patlıcanı durduran şey toprak alfasıydı. Açacak olursak artık kardeşim olduğunu herkesin öğrendiği toprak alfası...1
Şimdi etkileşim ikisi arasında geçiyor ve birbirlerine hoş olmayan bakışlar atıyorlardı. Yanımızdan geçeceği an kolunu tutup onu durdurdu. "Kulağıma bazı şeyler geldi Scarlett, yüzünün de tıpkı saçların gibi morarmasını istemiyorsan aklından geçen her şeyi silip at. Bir daha görmeyeceğim, duymayacağım, hissetmeyeceğim. Yoksa seni buraya gömer, tüm bedeninin oksijensizlikten morarmasını sağlarım. Mor iyidir bu arada sana yakışıyor."
"Bir alfanın inisiyeleri tehdit etmesi ne demek biliyor musun? Gidip senin için suç duyurusunda bulunayım mı?"
"Elbette git hadi. Ben de toprağı dağı taşı kontrol eder sakladığın her şeyi açığa çıkarırım. Bir tehditten fazlası olacağına eminim. Hatta gel biz seninle arayışa çıkalım ne dersin?"
"Pislik bırak kolumu! Soracağım bunun hesabını size?"
"Cık cık cık, bir alfayı tehdit etmek ne büyük kabalık öyle." Soil, Scarlett'in kolunu tiksinir gibi bıraktı ve gülümseyerek bize döndü. "Hadi kızlar ne duruyorsunuz, en sevdiğim Profesörün dersi başlayacak," dedi ve önden yürümeye başladı. Biz de keyifle peşinden yürüdük tabii.
***
Eve döndüğümde berjerim özenle paketlenmiş ve kapının önüne bırakılmıştı. Etrafındaki saydam çemberin koruma amaçlı olduğunu anlamıştım. Şimdi tek yapmam gereken onu içeri taşımak olacaktı. Sırıtarak içeri girdim ve önce kafayı kontrol ettim. Antuan'ın gelmediğini söyleyince yüzüm asılmıştı. "Bu da ne demek oluyordu? En son öpüşmüştük ve öylece ortadan kayıp mı oldun yani? Tanrım umarım lanetli biri değilimdir!"
Üzerimdeki formadan kurtulup daha rahat edeceğim şeyler giydim. O an aklıma gelen planla birlikte sırıttım. Komşumdan berjerimi taşıması için yardım isteyecektim, bence harika bir fikirdi. Evden hevesle çıkıp onun tarafına doğru geçerken gülümsüyordum, hediyemi de bugün verebilirdim.
Bahçe çitinin önünden geçeceğim sırada sarmaşıkların arasından geçerken gülme sesi duyduğum için olduğum yerde kaldım. Antuan'ın bahçesinde bir kadın mı gülüyordu yoksa ben mi yanlış duyuyordum.
İçimdeki silik toprak genlerini sarmaşıkları kenara çekebilecek kadar kullanabilmiştim. Gördüğüm görüntü ise kalbimin kırılmasına yol açtı. İki gündür yanıma gelmemesinin sebebi bu kadın olabilir miydi? Düzeltiyorum; bahçenin ortasında sarılıp güldüğü bu kadın.
"Sakin ol Lily, yanlış anlamış olabilirsin. Filmlerde yapılmasından en nefret ettiğin şeyi yapıp dinlemeden arkanı dönem sakın!" Kendimi olduğum yerde telki edip suyla zihnimi rahatlatmaya çalıştım. En azından hızla içimde yükselen öfkeyi biraz kenara atabilmiştim. Hızlı ama mutsuz adımlarla kapıya doğru gideceğim süre onlar çoktan içeri geçmiş olmalıydılar çünkü bahçede kimse kalmamıştı. Zihnimde sarılıp güldükleri kare dışında!
Daha korkunç bir şey daha varsa o da sarıldığı kadını tanıyor olmamdı. Siyah kurdeleli saçlarıyla gördüğüm o kadın Adeline'dı. "Tamam öfkeni yeniden yükseltme ve gidip yüzleş, yanına geldiğinde seni aptal yerine koymasına tahammül edemezsin! Of siktir! Antuan öyle biri değildi!" Değildi değil mi? Arkamı dönüp buradan hemen gidebilir ve evde kendi kendimi yiyebilirdim ama bunu yapmayacaktım. Kapıyı birkaç kere yumrukladıktan sonra bir adım geri çekilip gerdin bir yüzle açılmasını bekledim.
Önce belli etmemeliydim değil mi? Ya da etse miydim? Hangisi daha iyi olur diye beynimde iki taraflı bir çekişme yaşarken kapı açıldı. Beni gören yüzü kademe kademe artarak gülümsedi. Gözleri sıcak bakıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.81k Okunma |
4.35k Oy |
0 Takip |
116 Bölümlü Kitap |