
Herkese selam aşklarım, nasılsınız? Finale doğru giderken fena buruk hissediyorum.
Bana destek olmak adına hesabımı takip etmeyi be bölümü oylamayı unutmayın. Hepinizi çok seviyorum öpücükler...
(141) Köklere Tutunmuş Gelin
Koskoca dört hafta geçmişti. Ay döngüsü her zamanki gibi olmamış, gökyüzündeki spiral güneş yalnızca biraz daha aydınlık vermeye devam etmişti. Bu dört hafta boyunca inşaat alanına sürekli gitmiş ve kazara bulduğum elementi incelemiştim. Ruhumuzun önceki bedenini görmem ise sürprizlerle dolu bir maceraydı. Öğrendiğim bir şey daha vardı: ruhumun önceki hayatındaki bilgeliği, tecrübeleri... Nasıl yaptım bilmiyorum ama büyü genişletmeyi denerken görünmez bedenimin içinden geçmiş ve dokunduğu an her şeyi bana aktarmış gibiydi.
Yani artık zihnim iki ayrı geçmiş ve yaşanmışlık doluydu. Bir kraliçe nasıl davranır, savaş nasıl önlenir, kritik zamanlarda durum nasıl toparlanır büyük bir soğukkanlılıkla yıllardır bu işi yapıyormuş gibi biliyordum. Zihinsel olarak artık bir yaşlıydım. Tüm bunları öğrenmem dört büyüklerin de endişelerini kafalarından atmasına sebep olmuştu. Toprakla yaşadığım şeyi onlara aktarırken açığa çıkarttığım yeni elementi de çözmüştük. Zaman... geçmişteki adıyla miravet. Bunun olacağı eski kehanetlerde yazıyor ama bir türlü gerçekleşmediği için efsane olarak gözüküyordu. Orion'un bulduğu rünün üzerine iç içe geçmiş üç halka mevcuttu ve bunun ayna olduğuna emindi. Eline aldığında dudağından dökülen sözcükler ise 'gerçek tek yüzlü değildir' olmuştu. Aynanın arkası da var demek istiyordu. Bulduğumuz elementle zamanda geçmişe gidip görebildiğim gibi, aynanın günümüze olan yansımasını da görebiliyorduk.
Her element gözümde kendi renginde bir ışık çıkarabiliyordu. Zamanın rengi ise aynaydı. Tıpkı ründe bulduğumuz gibi gözümün önüne metalimsi bir tabaka iniyor ve gözlem yapabiliyordum. Bunu keşfeden ise Antuan olmuştu. Geçen günler içinde Basillan iyice toparlanmış ve savaşın izlerini üzerinden yavaş yavaş atmaya başlamıştı.
Bu zaman yolculukları esnasında yapmayı istediğim bir şey kalmıştı. Sızıntının içine hapsettiğim dev yaratıkları tamamen sonsuza göndermek.
"Bunu yapabileceğinden emin misin canım?"
"Ayarlamak zor olacak ama bu elementin sınırı yok Antuan. Benimle misin?"
"Daima! Aksi düşünülemez bile, şunu sormayı artık bırakır mısın?" dediğinde gülümsedim.
"Bunu yaparsak hem onlardan kurtulacağız hem de sızıntıdan çıkan ve yaşamayan ruhlar yeniden geldikleri yere kavuşacaklar."
"Şimdi diyorsun ki zamanı çevirip onların olduğu dilime gideceğiz ve onlar bizi görmeyecek. Peki ya görürlerse? Kaç kişi olduklarını bilmiyoruz, bunu yaptığımızı kimse bilmiyor, savaşacak gücümüz kalmazsa ne olacak kraliçem?" Mantıklı düşünmemi istediği her an bana kraliçem diye hitap ederek sözde rütbemi hatırlatıp beni deli ediyordu.
"Söz veriyorum geldiğimiz gibi gideriz. Göreni de ortadan kaldırırız ki bizden haberdar olmasınlar. Eğer öyleyse bir savaş da zaman aleminde yaparız, nasıl olsa ayağımız alıştı."
"Ha ha ha," diyerek göz deviren çehresini şöyle bir inceledikten sonra kendime çekip yanağını şap diye öptüm. Ben de evimde kitabımı okuyup sakin sakin kahve içerken sıradan bir hayat yaşamak isterdim ama kaderime bu düşmüştü ve mecbur bunu yaşıyorduk. Kraliçe olup zamanlar içinde dev avına çıkmak... Eminim hiçbir kitabın içinde böyle deli saçması şeylere denk gelemezdim ama gelin görün ki yaşıyordum.
Her zamanki yerime aktardığımızda ellerimi toprağa bastırdım ve spiral ışığı zihnimde takip ettim. Gelmek istediğim yer belliydi ama neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Gözlerimi açtığımda sisin içinde garip bir yerde buldum kendimi. Antuan ayağa kalkmam için elini uzatınca tutundum ve etrafı inceledim. Kendi bedenim hafif saydam gözüküyordu ve gözükmeyeceğimi düşünüyordum ama asıl soru onlar nasıl gözüküyordu?
"Ne oldu şimdi? Burası öteki alem mi?"
"Zaman yolcusu bile olsak öteki aleme şeyimizi sallaya sallaya giremeyiz bebeğim. Toprağın altına onları gönderen sendin."
"O sıra bunu düşünemediğim için affet."
"Affediyorum elbette. Mesela şeyi düşünebilirsin iki gün sonraki törenimizi." Evet iki gün sonra benim deyimimle evleniyor onun deyimiyle eşlik mührümüzü ebediyen duyuruyorduk. Adım sesi duyduğunda aynı anda ağacın arkasına doğru saklandık.
"Düşünelim bakalım, demek iki gün sonra kral olacaksın ha?"
"Hayır canım Basillan sınırları içinde halk için yalnızca hükümdarım ben. Yalnızca gerezayla ilgilenirim. Senin için ise ne istersen o olurum ama bir kral, hayır."
"Bence biraz şov yapıyor gibisin. Kraliçe ile evleneceğine göre bu seni otomatikman kral yapar."
"O zaman tören sırasında bunu dile getirmeliyim. Basillan'ın yalnız bir yöneticisi olduğunu, ikincisine gerek olmadığını ve senin mükemmel bir yöneticilik yaptığını bir de benden duysunlar."
"Hükümdar, kral olabilirdin," dedim hiç mi şansım yok der gibi. Nefeslenir gibi güldükten sonra başını iki yana salladı ve yetmezmiş gibi iyice anlayım diye bir de dile getirdi. "Hayır."
"Peki sen bilirsin. Kral olsaydın ikimizin oturduğu bir taht yaptırırdım." İşte bu sefer sesli güldü.
"Senin mobilya işlerin biraz sakıncalı canım. Şimdi konuşma esnasında ben sana yükselirim renk değiştirir falan al başına belayı."
"Fikri bile aşırı iyi," diyerek iç çektikten sonra yeniden etrafı taradım. Nihayet birini gördüğümde ise bedeni saydam değil gayet normaldi. Ağacın diğer tarafına geçip yerden bulduğum taşı fırlattım. Hedefe isabet ettiğinde dönüp etrafına baktı, havaya baktı, durduğum yere baktı ama başını sallayıp ilerlemeye devam etti. Beni görmemişti, bu güzeldi. Şimdi asıl canavarlara da aynısını yapıp emin olmalıydık. Tabii bulabilirsek...
**
Etrafı gezerken kaç dakika geçti bilmiyordum ama meşhur bel kemerimin içinden biraz şekerleme çıkardım. "Bu zaman turu beni acıktırıyor sanırım."
"Bence kraliçe olmak iştahını açtı canım."
"Haklı olabilirsin hükümdar, o gün bu gündür sana da doyamıyorum." Çapkın bir gülüş atıp yeniden keşfe devam etti. Ardından durduğunda ise bileğini gösterip iki işareti yaptı. Harika, ilk avımız demek bizi saat iki yönünde bekliyordu. Çok da harika olmayan bir evin önünde iki boynuzlu bekliyordu. Başka bir ağacın altında sere serpe yayılmış bir dev vardı. Onu işaret ettim. En azından konuşup derdini anlatamazdı ve bağırana kadar çoktan darbeyi yerdi.
Elime yeniden bir taş alıp isabet ettirdim ama kalın derisi hissetmesine engel oluyordu. Gözlerimi devirerek neden büyü kullanmadığımı sorguladığım birkaç saniyeden sonra rüzgarla devi bir güzel dürttüm. Homurdanıp geri yatmaya devam edince yüzüne su döktüm. İşte bu onu fena kızdırmıştı. Önüne, arkasına, sağına, soluna baktı ama kimseyi göremedi. Yavaşça ona yürürken yeniden dikkat çekici bir hareket yaptım baktı ama görmedi. İşte bu sevindirici haberdi. Baş parmağımı yukarı kaldırıp sevincimi gösterdiğim Antuan gülümsedi. "Kapıdakileri sen al, dev benim hükümdar," diyerek zihnine fısıldadığımda tereddüt etmeden arkasını dönüp ilerledi. Onun hakkından kolayca geleceğimden emindi.
Yeniden yerine yerleşen devin üzerine çıktığımda ağırlığımla huzursuz oldu ama gözlerini açmadı. Hançerimi çıkarıp elimde bir tur attıktan sonra koluna bir çizik atarak başladım. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak hoşuma gitmişti. Görünmez bedenime darbeler atmaya çalışırken kendimi rüzgarla oradan oraya savuruyordum. Basillan'da kaç can yitip gitmişti bunlar yüzünden, o yüzden kimse benden acıma bekleyemezdi.
Bacağını kestim, hızla önüne geçip kulağını kestim. Acı içinde bağıran sesi hava elementim sayesinde duyulmuyordu. Tıpkı düşmanın bize yaptığı gibi sırtına sapladım hançeri. Bana saldırmak için elinde tuttuğu çift başlı baltayı ortadan ikiye ayırdım. Korkuyla etrafına baktığında ise kılıcımı tamamen kalbinden geçirip sırtından çıkmasını sağladım. Bir daha benim evrenime kimse dokunamayacaktı!
Dev olduğu yerde bir duman olup hiçliğe karıştığı için mutluydum. Burada ait olmaması gereken bir bedeni zaman kabul bile etmiyordu. Toprağa söylesem cesedini içine çekmezdi bu yüzden. Antuan'ın yanına gittiğimde çevresinin sarıldığını ama onun aktararak altı kişiyle kolayca oynadığını gördüm. Bu yüzden etrafı kolaçan ettim. İki başlı devler de vardı. Tek hamlede bağırsaklarını kılıcımdan sarkana kadar topladım ve geri çektiğimde yere yığılmıştı.
Görmedikleri bir varlıkla savaşmaları onlar için zor ama benim için keyifliydi. Daha eğlenceli bir hale gelmesini istediğim için toprağa tuzaklar kurdum. Karşıma çıkan üç boynuzlunun boynuzlarını kırarak gözlerine sapladım. İçimdeki vahşete dur diyemiyordum. Ardından yeniden bir dev gördüm, bu diğerlerinden farklıydı ve damarları gözüküyordu. Turuncu damarları bana bir ejderhayı anımsattı, keşke Greinner da burada olsa ve birkaçını parçalayıp işimi kolaylaştırsaydı. Deve doğru yavaşça yaklaştığımda ejderha gibi ateş püskürmesini beklememiştim elbette. Zaten bunu yapmıyordu ama teni aşırı sıcaktı. Şanslıydım ki benim de damarlarımda bir ignis kanı dolaştığında ısıdan etkilenmezdim. Onunla yavaşça oynamaya başladım. Elindeki sopanın ucunda dikenleri olan demirden bir gürz duruyordu. Rastgele savurduğu yerlerden kaçarken hiç beklenmedik bir şey oldu.
Arkamdan gelen iki çift başlıyı fazla odaklandığım için görmemiştim ve rastgele savurduğu keskin zinciri gövdeme gelmişti. "Ahh, siktir! Sen nereden çıktın ya? Şunca elementin içinde bana yaklaşmanız mucize olacakken bu şekilde yaralandığıma inanamıyorum." Yavaş hareketlerle onlardan biraz uzaklaşıp kendi kendilerine savunmalarını izledim. Üzerimdeki geniş kollu gömleği bıçağımla kestikten sonra belime sıkıca saracaktım. Öncesinde özel karışımlı kremden yarama biraz sürmeyi denedim.
"Acıyor, inanamıyorum. Bu yaptığım koca bir salaklık! Elementleri kapatmak da ne demek! Tanrım bana akıl fikir ver ve iki gün sonraki düğünüm için zamanın bir boyutundan sapa sağlam çıkayım..."
Antuan'ın özenle bel kemerime yerleştirdiği güç iksirlerinden iki tanesini tekte içtikten sonra gözüm diğer atıştırmalıklara kaydı. Gözümün ucuyla devlere baktığımda hala beni arıyor oluşları keyfimi kaçırmıştı. Bu yüzden kuru meyve yemeye karar verdim.
İşim bittikten sonra ağaca tutunup kalkarken rüzgardan da destek aldım. Yaram acıyor ama ilk an ki gibi bana engel olmuyordu. Üç deve fazlasıyla gıcık olmuş bir şekilde yakınına gittim. Ona elimi bile sürmeden hançerimi havada oluşturduğum el sayesinde koluna saplayıp çıkardım. Bu hengamede arkasında duran arkadaşının yaptığını düşünmüş olmalı ki baltasını ona geçirdi. Ovv! Başındaki yarıktan fışkıran kandan kaçarken vakit kaybetmeden diğeri için de aynısı yaptım. Aptallardı, birbirlerini yok ettikten sonra ağaca çıkarak kalan devin üzerine zıpladım ve kalın derili boynunu hızlıca bedeninden ayırdım. Diğer başının bana bakmasına izin vermeden diğer elimle hançerimi kaptığım gibi gözlerini oydum.
Yorulmuştum. Açıkçası bunlardan artık sıkılmıştım da.
Saç diplerimdeki teri geriye doğru elimle tarayarak yok etmeye çalışırken yol boyunca yaptığım tuzakları kontrol ettim. İçine düşen yaratıklar varsa patlayıcı iksir toplarından tuzağın içine attım ve onlardan da kurtuldum. Yolun sonu sislerin içinden çıkan heybetli bir savaşçıyla denk gelmemi sağladı. Üstü başı kan içinde bedeni saydam olmasına rağmen tek gözünden mavi ışığın saçıldığı ve gözüme aşırı seksi gelen bir savaşçı. Baştan aşağı süzdükten sonra ıslık çalmaya başlamamla beraber kılıcını kınına yerleştirip bana iyice yaklaştı. Elementi olan suyla önce benim yüzümü sonra kendi yüzünü temizledikten sonra bir an bile beklemeden beni kucağına aldığı gibi dudaklarıma yapıştı.
Eh, savaş arası biraz motive olmak şarttı, lazımdı. Bu kuralı bizzat kendim koymuştum, az önce... "Tuzaklarını gördüm, çok zekiceydi."
"Teşekkür ederim sevgilim. Ben de yok olmadan önce geride bıraktığın cesetleri gördüm. Üzerinde çok orijinal çalışmışsın," deyip güldüm. Baya sesli güldüm hem de. Hepsinin alnına üşenmeden 'b' harfi kazımıştı. "Ne için yok olduklarını bilsinler istedim. Bu sıçtığım yerinden sonra ölü bedenleri kabul eden başka bir alem falan varsa işaretli gitsinler." Daha çok güldüm. Kini inanılmazdı.
Ağaca yaslı bir şekilde ona güldüğümü unutmuşum gibi gülüşümden öperek yeniden hatırlattı. Ben ise bunu tüm keyfimle karşıladım. Açlığımı biraz da bu yumuşak dudaklarda bastırmam gerekiyormuş gibi doya doya öptüm. Yanımızdan insanların geçmesi ama bizim görünmüyor olmamız da kanımızı ayrıyeten kaynatmıştı. Devamının gelmesini isteyen çılgınca yanımı zar zor susturarak nihayetinde ayrıldım.
Cesetler kendiliğinden yok olduğu için başka yaratıklar onları görmüyordu ve kimse panik yapıp saklanmadığı için kolayca işimizi hallediyorduk. Ağaca yaslanırken belimin acısını hissetmesin diye hırsımı dudaklarından çıkardığım için biraz şişmişti. Şimdi söylesem bunun için yaralanan zamanı geri almayı deneyebilirdi ve öldürdüklerimiz yeniden canlanırdı falan hiç çekemezdim. Gerçi ölüp giden kişilerin açtığı yaraya pek yapacağı bir işlem olmuyordu ama zamanın başka bir boyutunda olduğumuz için ona güven olmazdı.
Akşam olunca ortam biraz daha canlanmış ve sağa sola sataşan yaratıklardan birkaçını daha avlamıştık. Sabaha kadar bu bölgenin her noktasında nöbet tutup bir tane bile kalmadığına emin olana kadar savaştık. Bu eminliği toprağı kontrol ederek anlıyordum. Yorgun ve soluksuz halimizle birlikte toprağa yeniden bastırıp zihnimi açtım ve zamanın döngüsünden nihayet kurtulduk. Ardından beni bebeği gibi kucağına alan Antuan sayesinde evimize aktardık ve kendimizi bir anda yatağın yumuşak kollarında bulduk.
**
Güneş gözüme batarken huysuz bir şekilde dönmeye çalıştım ama mümkün olmadı. Yeniden denedim ama bir el beni yerime sabitlemek için bastırıyordu. Tek gözümü açıp ne olduğuna bakarken Antuan'ın kızgın bakışlarıyla denk geldim. Ayrıca elindeki karışımı karnıma ve bel bölgeme sürmeye çalışıyordu. Sanırım benden önce uyanıp kıyafetlerden kurtulmamı sağlayacaktı ki yaralarımla yüzleşti ve bu yüzden burnu bir ejderha gibi soluk alıp veriyordu. Sessizce başımı yastığa geri yaslayıp işini bitirmesini ve sinirinin dinmesini bekleyecektim. Elbette yeniden uykuya dalmasaydım...
Burnuma dolan kokularla birlikte heyecanlı bir nefes aldım. Yatakta esneyip kendime gelmeye çalışırken kokular giderek yakınlaştı. Mutlu bir şekilde gözlerimi açtığımda ise bana doğru yaklaşan bir kahvaltı tepsisi gördüm. Tepsi yanıma bırakıldı ve kollar kavuşturulup dik dik gözlerle bakıldı. "Günaydın canım, nasıl acıkmışım anlatamam," kollarımı anında dolayıp sevimlilik yaparken yanağına sulu bir öpücük bıraktığımda ters ters baktı.
"Günaydın Lily, sana nasıl kızgınım anlatamam. Neden yaralandığını söylemiyorsun?"
"Uyuyakaldım lütfen kızma," derken bir yandan ağzıma kocaman bir reçelli ekmek parçası tıktım. Buradaki garip meyvelerin reçelleri ilginç bir şekilde güzel oluyordu.
"Öncesinde neden söylemedin?"
"Sevgilim savaşıyorduk?"
"Peki o bulduğumuz minik boşlukta neden söylemedin? Sonrasında bu darbeyi almış olman mümkün değil, hep yanımdaydın!"
"Sevgilim, sevişiyorduk," diyerek masum masum gözlerimi kırpıştırdım. Ardından zihnine fısıldadım: "Ve bunu çok da güzel yapıyorduk..."
"Lily! Şayet beni delirtmeye çalışıyorsan çok yaklaştın. Senin saçının teli kopsa benim içim gidiyor. Burada saklıyorum onları ziyan olmasın diye." Gömleğinin tam kalbinin üzerindeki cebinden şeffaf bir poşet çıkardı. İçinde saçlarımın olduğunu görünce iç çektim. Elimdeki bardağı yavaşça tepsiye bıraktım ve ayağa kalktım.
"Özür dilerim canım. Çok derin değildi ve bana lazım olur diye verdiğin karışımı hemen sürdüm. Oradan bir an önce çıkmak istediğim için ortalığı daha fazla kızıştırmak istemedim. Zaten yeteri kadar kasıp kavurduk. Seni öperken söyleyemezdim çünkü bedenlerimiz her birbirine karıştığında kalbimdeki o tamamlanmış hissi beni delicesine heyecanlandırıyor. Gelince söyleyemedim çünkü fena yorulmuştum ve hemen uyudum." Sinesine kedi gibi sokulup kalbinin üzerinden öpünce sakinleşti. Ritmi normale döndüğünde daha da sıkı sardım onu. Saç tellerimi saklaması beni sabaha kadar ağlatabilirdi...
"Seni bulduğum için çok şanslıyım Antuan Garcia. Çok seviyorum, çok seviyorum, çok..." Sevgimden her bahsettiğimde yüzündeki bir noktayı öptüm ve bu süreç boyunca gözleri kapalıydı. "Bu ne şimdi? Ağız tadıyla kavga bile edemedik?" Keyifsizdi çünkü yanımdayken yaralanmama çok bozulmuştu, söylemememe ise daha da çok bozulmuştu.
"Daha evlenmeden kavga edeceksek işimiz var Antuan Efendi," deyip kıkırdadım. Ardından elini tutup yatağa götürdüm zira kahvaltı etmek gibi önemli konularımız vardı.
Onu gerezaya yolcu ettikten sonra giyinmek için odama çıktım. Artık herkesin gözü önünde rütbe atladığım için kılık kıyafet konusunda daha dikkatli olmalıydım. Bunu her ne kadar istemesem de halk kendisine yapılan bir saygısızlık olarak görebilirdi. En azından bana öyle denilmişti. Saçlarımı örüp enseme doğru topuz yaparken penceremde bir pençe sesi duydum. Gülümseyerek oraya döndüğümde ise beklediğim manzarayla karşılaştım.
Zambak, atla.
Penceremi tamamen açtıktan sonra adımımı yavaş bir şekilde pervazına doğru yasladım. Greinner'ın bana doğru eğilmesiyle üzerine bindim ve bir süredir yapmadığım için özlediğim o hissi yaşadım. Özgürce uçmak...
Duydum ki son bekar gecenmiş. Yeniden düşünmen için seni yükseklerde uçuracağım, dediğinde koca bir kahkaha attım.
"Greinner, Antuan'ı kıskanmayı ne zaman bırakacaksın?"
Asıl o beni kıskansın, önce ben vardım. Sevdiği kadını nasıl kaçırıyorum görsün.
Kaçırdı da. Yüksek kayalıkların olduğu uzaklarda bir yere geldiğimizde yavaşladı ve sakin bir iniş yaptı. Dalgalar buraya kadar uzanıyordu.
Her şey nasıl gidiyor?
"Fena... hallediyorum. Bunun için seçildim."
Basillan seninle tanıştığı için minnet duymalı.
"İlk defa bu kadar net övdün, müsaadenle şaşıracağım," dediğimde zihninden patlattığı kahkahayı duydum. Denize yakın olduğumuzdan ötürü parmağımla suyu ona doğru püskürttüğümde kanatlanıp uçtu ve geri yanıma geldi. Hemen şımarma Zambak!
Onunla zıtlaşmayı özlemiştim.
Yarın törende Antuan'la kol kola yürümek yerine benim sırtımda insen çok havalı olmaz mıydı?
"Eh, en azından beni hükümdardan soğutmak yerine tören teklifinde bulunuyorsun. Bu da bir şey..."
Soğumayacağını anladık, şov yapalım diyoruz, diyerek homurdandı. Burnundan üflediği sıcak dumanlar ensemi yalayıp geçerken gülümsedim.
"Nereden bileceğim aşağıda tek başına bekleyen Antuan'ı tutuşturmayacağını?" Alaylı soruma alaylı bir cevap verdi.
Tüh, yakalandım.
Onunla sohbet etmek de güzeldi. Kendisi benim görünce bayıldığım -gerçek anlamda- ve bağ kurduğum ilk canlıydı. Hepsini seviyordum ama en önce ona alışmıştım işte. Valeri'yle paylaşmak zorunda olsam bile bu değişmiyordu. Dakikalar sonra yanımıza gelen biri daha vardı. Gildor teessüf eden bakışlarını ikimize birden yollayıp yanımıza kurulmuştu. Yumuşacık tüylerinde ellerimi gezdirirken ona hoş geldin dediğimi biliyordu. Ardından suyun içinden çıkan deniz erkeği bize doğru sırıtarak yüzdü.
Greinner sana orada buluşalım dediğimde tamam dedin ve sonra Lily'yi alıp kaçtın mı?
Tam senden beklenecek bir performans. Sana, ona güvenmeyelim demiştim.
Keyifli bir kahkaha attım. Toplu bir buluşma geçirecektik demek ve Greinner benimle daha fazla zaman geçirmek için onları atlatmıştı. Hep birlikte sohbet ederken ki bu genelde birbirlerine satışmalarıyla son buluyordu, kendimi genç bir arkadaş grubunun içinde hissediyordum.
Ne kadar süre o kayalıkta oturduk bilmiyorum. Hissettiğimiz başka bir canlıyla hepimizin bakışı oraya dönmüştü. Kayalıkların arasından bize doğru kıvrılarak gelen siyah bir canlı vardı. Kor gibi gözleri benimle buluşunca dilini dışarı çıkarıp tısladı ama bu zararlı bir tıslayıp değildi.
Ne bu şimdi kara kuru? Söyle anında küle çevireyim Zambak.
"Greinner!"
Yeni toprak canlısı mı bebeğim?
Hani nerede? Lily ben neden göremiyorum?
Denizin içinde takla atarak yükselmeye çalışan Naiads yılanı görmeye çalışıyordu. Yeni toprak canlımın olacağı gerçeği beni tedirgin etmişti. Özellikle bu kadar uzakta bir yerdeyken gelip beni seçmesi biraz kritik bir konuydu. Ancak yeni keşfettiğim element sayesinde zaman, gözüme bir ayna şeffaflığı verip onu görmemi sağladı: ruhunu.
Bilge bir kadın ruhu vardı içinde ve bana gülümsediğini hissediyordum. Hayretle oturduğum kayadan ayağa kalkışımı da diğer canlılarım izliyordu. "Tara!"
Merhaba kızım. Bu bir yok oluş veya kaybediş değildi. Ruhlar birbirlerini sonsuz bir döngünün içinde yeniden bulurlar.
Siyah kaygan derisiyle yanıma iyice yaklaştıktan sonra yeniden tamamlanmış gibi hissediyorum. Acısı ve kendini feda edişi içime bir kıymık gibi batmış ve öğrendiğim an çok üzülmüştüm ama dediği gibi bu bir kayıp değil, yeniden buluştu.
"Aramıza yeniden hoş geldin Tara, sen yokken neler oldu neler," diyerek anlatmaya başlamış bazı yerleri sansürleyerek hayatımızı özet geçmiştim. En sonunda saatler sonra düğünüm var dediğimde bunu tekrar hatırlayan Greinner'ın keyfi kaçsa da beni yeniden evime o bırakmıştı. Üstelik eve bir kişi fazla gelmiştik. Naiads amfibi olduğundan beri kendini geliştirdiği için mini sarayımda -evimde- yakın korumam olacaktı. Bu durumu kendi ayarlamamış gibi Antuan'ın çok hoşuna gitmişti ve bir canlımın daima yanımda olacak olmasından muazzam keyif almıştı. Yalan yok benim de işime gelmişti. Onlara yakın olmak daha mutlu ve güçlü olmamı sağlıyordu...
**
İşte o kutsal gün gelmişti. Spiral güneş bile daha doğup etrafı aydınlatmadan uyandırılmış ve hazırlanmaya başlamıştım. Soil ve Olivia en büyük destekçilerim olarak her şeyin ucundan tutuyorlardı. Başlangıç olarak elementlerimi kullanıp arınmış, şifalanmış ve kötü ruhların büyülerine karşı bir savunma duvarı oluşturmuştum.
Acıkan karnımı doyurmak için tam bir saat masanın başında durduğumda Soil sinirden saçlarındaki çiçekleri koparıp yemeye başlamış ve ben de sakince ayaklanmıştım. Kim bilir bir daha ne zaman yemek verecekler diye düşünmek hüzünlüydü. Kraliçeydim bir yere ben aç kalırsam halim ne olurdu...
Sevgili kardeşim odamdaki çoğu eşyayı büyüyle ortadan kaldırmış ve bize geniş bir hazırlanma alanı elde etmişti. Zeytinim saçlarımı özenle yapmaya başlarken Soil kostümümü giydirmekle meşguldü. Sevgili müstakbel eşimi ise evden kovalı saatler oluyordu.
Beyaz diyemeyeceğim kadar ilginç bir renkte balık model bir elbisenin içindeydim. Su gibi akışkan kumaşı sanki üzerimde hiç yokmuş hissiyatı veriyordu. Omuzları açık ve kollarındaki ince, uzun ve zarif duran taşlar bileğime kadar uzanıyordu. Omuzlarıma örttükleri pelerinin ensesindeki tüy kısmında kendi ankamın tüyü olduğuna ve pelerindeki değerli taşların ise bizzat ejderham tarafından getirildiğine emindim. Naiads ve Tara'nın pulları da muhakkak bir yere iliştirilmişti. Bu gece canlılarım tarafından bizzat kutsanıyorken bu elbisenin içinde kendimi fevkalade özel hissediyordum.
Soleil kapıdan başını uzatarak gülümsedi. "Pelerinin kuyruğunu ben tutacağım değil mi abla?" Sevimli suratını yemek isterken onu asla kıramazdım. Orion büyümüş olmasaydı şayet ikisi birden eteklerimde koştururdu, ne yazık ki bunu tek başına yapacaktı.
Saat hızla akarken hazırlığım tamamlanmış iki arada bir derede yenilecek bir şeyler bulmuş ve havayla üzerime dökülmesin diye bir bariyer kurmuştum. Kapım yavaşça açıldığında bu kez içeri giren kişi Rafael North'du. Babam. Yavaşça yutkunduktan sonra gözleri ağır ağır beni süzdü. Buna bakamıyormuş gibi başını pencereye çevirdi ama dayanamayıp yine baktı.
"Bir baba için en zor an nedir biliyor musun kızım?"
"Tören kostümü içinde bir Lily görmek mi?" deyip ortamın gerginliğini almak için gülümsedim. Hayır der gibi başını iki yana salladı.
"Önce baba olacağının haberini duymak, erkekler biraz fevridir ne tepki vereceği belli olmaz. Sonra bebeği canlı kanlı görmek, büyümesine şahit olmak, başarısına şahit olmak, ağladığına şahit olmak... en sonunda ise yuva kurduğuna. Sen benim ilk göz ağrımsın ama buraya geri döndüğün kısımdan öncesi yok. İşte benim gibi bir baba için en zor an bu. Soil'i biliyorum, ikizleri biliyorum ama onların bazı durumlarını gördükçe seni bilmediğim bir kıymık gibi içime batıyor. En küçük tatsızlıklarında yaşı fark etmeksizin şikayete geliyorlar. Bir tek sen gelemiyorsun, bazı bağlar derindir ama öğrenilmesi gerekir kızım. Senin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum, her şeyin üstesinden gelirsin ama yine de tırnağın kırılır ve buna canın sıkılırsa babana gelmeye çekinme." Bahsettiği basit bir tırnak kırılması değildi ve bunu ikimiz de biliyorduk. "Senin bir baban var, her zaman yüreğinde hissettiğin bir annen var. Yalnız değilsin Lily'm hiç olmadın. Arkanda kocaman bir ailen var."
Sıkıca sarıldığında duygusallığın doruklarındaydım ama ağlamak istemiyordum. Omuzlarıma düşen sıcak damlalar onun, bunu benim yerime de yaptığına işaret ediyordu. Sevinmeliydi çünkü benim annem onun gördüğü kadarını bile görememişti. Yine de bunu dile getirmedim, onu üzmek istemiyordum. Savaşta onu kaybetme düşüncesi bile bedenimi iğne dolu bir yatağa bırakıyormuş gibi hissettiriyordu. Ben şanslıydım evet ama Antuan değildi, sevgilim yasını içinde yaşayıp bitiriyordu.
Olaydan sonra annesi ilginç bir şekilde aklına gelmemişti ya da o an umursamamışlardı bilmiyorum ama Garcia malikanesine gidip onu olduğundan daha yaşlı ve bakımsız gördüklerinde herkes şok olmuştu. Valeri, Adeline ona daha fazla bakmasın diye gözlerini kapamışken Antuan iyice inceledi ve bu görünüşün bir büyüye ait olduğunu fark etti. Babalarını yıllarca bir sürüngen gibi sömüren kadına kimse saygı duyamamıştı. Herkes biliyordu ki Henri Garcia öldüğünde muazzam bir güzellikte duruyordu. Ondan alınanlar kalbinin son kez atmasıyla birlikte geri verilmiş ve gerçek ortaya çıkmıştı. Hak ettiği gibi son vermişti hayatına. Herkesten sakladığı buruşuk yaşlılığıyla, yapayalnız ve acılar içinde. Beğenmediğim kafatası ağacına bile girmeye hak kazanamamıştı...
Kapının yeniden tıklanmasıyla düşüncelerime ara verdim ve Bayan Petunya'nın gülümseyerek yanıma gelişini izledim. "Ah, Lily. Harika olmuşsun hayatım. Antuan bu gece sana yeniden aşık olacak." Bu konuşma babamın hoşuna gitmediğinden ağzının içinde homurdandı durdu. "Teşekkür ederim siz de çok şıksınız."
"Çok zarifsiniz kraliçem." Gülümserken kızaran yanaklarına bayılıyordum. Önceden olsa belki hitabı için utanırdım ama başka bir hayatta yaptığım kraliçelikten ötürü artık çok sıradan ve doğal geliyordu. Kardeşlerim de sırayla içeri girdiğinde Soil "Aile sarılması," diyerek hepimizi bir araya topladı. Aile buydu, sıcaklık buydu ve özeldi. Bazen tek bir anda birçok hisle dolup taşıyordun işte. Ne yaşamış olursak olalım insan içindeki umuda ve sıcaklığa tutunup devam ediyordu hayata.
Soil, çiçeklerle süslediği saçlarımın üzerine bir de tacımı taktığında artık hazırdım. Artık meydan sevdiğim beydeydi. Kapıyı hafifçe tıkladıktan sonra diğerleri sırayla odadan çıktı ve o girdi. Aşkla birbirimize bakarken hissettiğim şey Soil'in bize sıcacık bir gülümseme gönderdiğiydi. Giydiği gömlek ve şık ceketin üzerinde havalı bir pelerin vardı. Herhangi bir yerinde taşları yoktu ama sofra bezi bile giyse benim için aynı etkiyi göstereceğine emindim.
Ona baktıkça eşlik mührümün ısındığını hissediyordum. "Benim, güzel, beyaz, zambağım." Her kelime arasında beni süzdüğü için es vererek konuşması iç çekmeme neden oldu. "Zaten eşimdin ama birazdan bunu herkes duyacak. Kalbimdesin Lily ve kalbinde olduğumu bilmek öylesine yaşadığım bu hayattaki en değerli hissim. Ruhumun kadını, varlığımın anlamısın. İyi ki ama iyi ki varsın." Cebinden bir kutu çıkardığında merakla ona baktım. Tören öncesi hediye vermek gibi bir adetleri varsa üzgündüm zira bunu bilmiyordum.
Açtığı kutunun içinden çıkan göz alıcı yüzükle beraber gözlerine baktım. Yüzüğün taşı ruhumuzun elementinin şekline bürünmüştü, su damlası... "Antuan..." Daha geçen gün sorduğunda geldiğim yerde bu işlerin nasıl olduğunu hatırladığım kadarıyla anlatmıştım. Bir dövme belirmez, bir yüzük hediye edilir dediğimde ilgiyle beni dinlemişti. Yüzük parmağının kalbe giden bir damara ulaştığı iddiasında ise gözleri parlamıştı.
"Söyle güzel gelinim."
"Asıl sen benim ruhumun adamısın. Seni çok seviyorum sevgilim."
"Sana aşığım, eşim..."
**
Tören alanına birlikte kol kola girdiğimizde kendi kendine çalan enstrümanlar coşkuyu arttırmıştı. Bastığım topraktan her adımla beraber bir çiçek fışkırıyor, rüzgar benimle birlikte dönüyordu. Arkamdan gelen Soleil'in hayranlık dolu iç çekişlerini duyabiliyordum. Başta Greinner olmak üzere Ejderhalar tepemizde coşkulu bir kükreyiş yaparak ateş atmış ve tüm göğü aydınlatmıştı. Burada törenler dolunayın altında yapılıyordu ve bu gece yıldızlar bile spiral şeklindeydi.
Kalabalıktan üzerimize doğru atılan zambakların kokusu beni mest ediyordu. Ateş böcekleri tepemizde şov yaparken bu kez farklı bir kalkan hissettim. Tek gözüm aynaya döndü mü bilinmez, tüm elementlerin ruhları çevremizde bir bariyer kurmuş bizi koruyor olduğunu gördüm. Dört büyüklerin çevremize geldiğini, profesörlerin dikkatle bizi izlediklerini coşkulu kalabalık arasından görebiliyordum.
Victor Simon'ın Olivia'ya nasıl sarıldığını ve o tepkisiz yüzünün aşk ile dolduğunu fark ediyorum. Boreas ve Violet'ın çekişmeli cilveleşmesini de geçerken gördüm ama ortam göz deviremeyeceğim kadar şahaneydi.
Anne babasının kucağında duran ve bana neşe ile bakan Chloe'ye gülümsedikten sonra bize ayrılan yere geçtik. Dört büyüklerin ellerinde tuttukları mum biz ortaya girince sırayla yanmaya başladı. Özel tören ritüelimiz de böylece başlamış ve sessizlik bir sis gibi etrafımızı sarmış oldu.
"Dolunayın hafızası önünde, adını sonsuza dek kalbime mühürlüyorum."
"Zaman kırılır, evren döner, ruhum senin ruhuna zincirlenir."
"Ateşle yandım, suyla arındım ve seninle tamamlanıyorum."
Her cümlemizle birlikte mumların ateşi göğe çıkacak kadar yanıyor ve alçalıyordu. Büyüleyici bir anda sevdiğim adamın gözlerinde tutuklu kalmıştım. Kalbim onun, bedenim, ruhum her şey onundu. Parmak uçlarımdan saç tellerime kadar ılık ılık bir sevgi akışı vardı şu an ona karşı.
Gökten üzerimize doğru yağan şey bir ışık yağmuruydu. Sanki dolunay bizim için ışığından bir parça gönderir gibi yağmaya devam etti. Gözlerimizden elementlerimizi temsil eden renkte bir aydınlık oluştu. Mumlar son kez yandı ve bedenlerimizi kağıda damlatılan bir bal mumu gibi birbirine mühürledi. Benim bileğimden onun bileğine doğru sarmal bir şekilde dolanan ışık saniyeler içinde parladı ve eşlik izimizi tüm Basillan görmüş oldu. Coşkulu alkışlar ve sevinç nidaları havaya uçarken belimden tutan Antuan planlamasını yaptığımız gibi benimle dans etmeye başladı. Bana göre biraz komik bir danstı ama onların geleneklerine sesimi çıkarmayacaktım. Aramızdaki sarmal ışık nişan kurdelesi gibi dolanmaya devam ederken gülümsedim.
Boynunu yana eğip gözlerimin en derinine baktığında kendisini gördü. Bendeki izlerini her daim bulduğu için keyifli bir ifadeyle gülümsedi. Belimden kaldırıp diğer tarafa bıraktığında vakit kaybetmeden ayaklarını yere vurarak tekrar gelip beni aldı. Pelerinimin bana dolanmasına asla izin vermiyordu. Dansın sonunda belime sardığı koluyla birlikte beni geriye doğru yatırdı ve boynumdaki hassas olduğum o noktayı öptü. Ardından göğsümün üzerinde olduğu belli olan spiral dövmemi de öptü ve geri kaldırdı. Ateş beni sarmıyorsa şayet kendi kendime inanılmaz tutuşmuştum.
Dansın sonunda şık bir kadehle getirilen özel içeceği tutan Orion'du. Geleneklerine yine uydum ve kadehi aldığım gibi dudaklarıma yasladım. Aynısını Antuan da yaptıktan sonra havaya kaldırdık. Ejderhalar yeniden göğe bir kükreme gönderirken ankalar da tepemizde uçup kendilerince gösteri yapmaya başladı. Bizim şovumuz bitmiş, sıra Basillan halkının eğlencesine geçmişti. Hepsi mutlu görünüyordu, olmasını istediğim de buydu...
Gecenin sonuna kadar eğlenmiş, tadını çıkarmıştık ve şimdi Antuan'ın sıkıca tuttuğu elimle birlikte köşedeki göle yürüdük. Her hareketimde tenime değen taşların soğukluğu ve kalbimdeki sıcaklığın tezatlığı arasında dolanıyordum. Yapacağımız şeyi anlayınca omzumun üzerinden arkada kalan sevdiklerime döndüm. Ruhumuzun elementi aquaydı ve biz geceyi buraya atlayarak sonlandıracaktık.
Önümü döndüğümde ise karşıda gördüğüm parlaklık dikkatimi çekti. Parıltı gittikçe sönerken önce boynuzları ardından devasa duran bedeniyle bir geyik gözüktü. O an aklıma kutsal kitabın sayfaları arasındaki o cümle takıldı.
Yapılır anlaşmalar
Ödenir bedeller
Kanlı anlaşmayı yalnız kan bozar
Bilinmeyen evrenler
Birbirine değerler
Işığı yalnız ışık açar.
Üzerimize ışık yağmuru yağmıştı, şu an gözümden karşıdaki geyiğe doğru bir aydınlatma gidiyordu. Onun ne olduğunu biliyordum: zamanın bekçisiydi. Işığı yalnız ışık açıyordu. Miravet dediğimiz zaman elementinin canlısı bu geyikti ama bir şekilde bize ait değilmiş gibi hissediyordum. Zaman elementine hizmet eden bu koruyucunun adını zihnim bana fısıldıyordu: Verael.
Antuan gülümseyen yüzüyle elimi daha sıkı tuttu ve aynı anda suya atlamamızı sağladı. Suyun içine dalarken, içine düştüğümde bile gözüm geyiğin parlak boynuzlarındaydı. Bir kraliçe olarak artık yapmam gerekeni biliyordum. Zaman Basillan'a ait değildi ve bana yalnızca ihtiyacım olduğu için gelmişti. Bilinmeyen evrenler birbirine değerler, diye tekrar etti zihnimde. Bu elementi ve zamanın koruyucu canlısını Basillan'a değen evrenlerden birine gönderecektim. Zaman elementi burada daha fazla yayılmayacaktı, nitekim Basillan'ın elementler açısından kurulu bir düzeni vardı. Bu düzenin kalanını korumak ise kraliçeleri olarak bana düşüyordu.
Kehanet gerçekleşmişti, yapılması gerekeni çözmüştüm ve mutluydum. Bu yüzden dibe dalmadan önce eşimin dudaklarına tüm keyfimle cevap verdim. Suyun içinden kaç yere aktarırdık bilmiyorum ama Antuan kalbimin her bir hücresine çoktan aktarmıştı. Kalbimden sonra bedenime aktarması da zor olmamıştı. Aktarmaların en güzeli hücrelerini bölüp benimle paylaşması olmuştu. Zira nasıl bastığım her yerde toprak filizlenmişse o da benim içimde öyle filizlenmişti.
Zamanın hükmü sayesinde ruhlara hakim olabiliyordum artık. Tanrıça Hera başından beri bizden taraftı. Tam şu anda eşimin dudakları arasında hayatı solurken rahmime üflenen ruhu hissetmiştim. Basillan'da birçok sıfatım vardı. Kraliçeydim, eştim, arkadaştım, evlattım ama artık bir de anne olacaktım. Köklerim Basillan'a sıkı sıkı tutunmuştu zira artık ailemi bulmuş ve bir aile kurmuştum...
Bu elementi yeni kurgumuzda evrenimize göndereceğiz. çünkü Basillan'a zaman başkalarının eline geçerse karışacak. şu an altın döneminde ve öyle kalsın 😂
yeni kurgumuz fantastik ve vampirli bir şeyler olacak hazır mısınız?
Lily anne de oldu oldukça huzurlu siz de öyle misiniz?
diğer bölüm bir aksilik olmazsa final veriyoruz. Hoşça kalın🌱💌
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.03k Okunma |
6.18k Oy |
0 Takip |
123 Bölümlü Kitap |