
Herkes sevinç çığlıkları atarak ellerindeki mavi, siyah bayrakları sallarken kimsenin dikkati onun üzerinde değildi. Biri hariç: Alex. Eşlik mühründen bir şeylerin ters gittiğini hissetmiş olmalı ki Pearlynine onu havaya atıp pençeleriyle kaptığı gibi bulunduğumuz yere savurup gitti. Alex sanki sarılıyormuş gibi dikkat çekmeden karısına baktı. "Val, neler oluyor? İyi misin?"
Valerinin kendine gelen gözleri en sonunda beni gerçek anlamda buldu. Ardından karnıma baktı, sonra yine bana ve yine karnıma. Refleks olarak elim hemen onu korumaya almışken Antuan hemen yanımda durup çatık kaşlarıyla olayı çözmeye çalıştı. "Ne gördün Valeri?"
"Burada olmaz, gidelim."
Chloe'yi, Violet'ın kucağına bıraktı ve dördümüz oradan ayrılıp toplantısı odasına adımladım. Bu oda özel olarak büyülüydü: kimse dinleyemez, göremez ve konuştuklarımızı bilemezdi. "Anlat, onlara bir şey mi oldu?" Antuan yanımda nadiren çıkardığı hükümdar kimliğiyle baskılı bir ses tonuyla sorunca Valeri yutkundu.
"Gözümde olan şeytansı ruhu biliyorsunuz, bedenime döndüğümden beri kötü bir olay yaşamadım. Yani ara ara kötü ve fesat şeyler düşündüğüm oluyor ama bu benim kendi karakterimde de olduğu için boyutu yükselmedikçe umursamamıştım. Hatta birçok kez arkamı görme konusunda onun sayesinde eriştim, hırslandığım için bunu da onun oyunlarından sandım ama hayır, ruhunun özünün yalnızca yarısı bendeymiş."
"Diğer yarısı neredeymiş?"
"Diğer yarısı hala benim bedenimdeyken Lily'nin ruhuna bulaşmış."
"Hiç böyle bir şey hissetmedim, sen kafayı mı yedin ya? En başında yaptığın bir hamlenin hayatımın başından sonuna kadar bulaşması benim bir lanetim mi? Valeri! Hatalarının bedelini ödemekten çok sıkıldım!" Sesim mi bu kadar korkutucu çıktı yoksa devamında söyleyecekleri yüzünden mi tedirgin oldu bilmiyorum; kirpikleri titredi.
"Söyle, çabuk anlat bir şey dava varsa. Sabrımın kıyısındayım Val!" Antuan ayrı ben apayrı bir durumda sıkışmış onun dudaklarından dökülecekleri bekliyordum.
"Lily'nin ruhu duygusal olarak iyiliğe ve güzelliğe dolduğundan onun ruhuna özünü bırakamamış ama yapışıp kalmış diye düşünün. Ancak şimdi bulduğu ufak bir boşluktan sızıp başka bir ruha özünü salmış. Bebeğinize."
Kalbim titredi. Öyle çok öfkeli hissettim ki bir an elementlerimi baskılayamayacağımı düşündüm. Zihnimdeki eski kraliçenin buna ne dediğini bile duymayacak kadar acıyla dolup taşarken Antuan'ın elementinin çevremi sarıp beni sakinleştirmeye çalıştığını hissettim. Öfkem ilk başta yalnızca deniz taşkınına neden olmuştu ama şimdi Basillan'ı yerle bir edebilirdi. Kurtardığım diyarı tek bir toz kalmayacak hale getirebileceğimi biliyordum. Alex ve Valeri de Antuan'dan aldığı talimatla beni bastırmaya çalıştı.
Nereden bulduğunu bilmediğim çarm bilekliği koluma takmak için uğraşırken Lütfen diyen fısıltılarını duyuyordum. Sonunda bilekliği koluma takması için sabit durmayı başarmışken elementlerim baskılanmıştı.
Gözlerim sızlıyordu, gözyaşım değil de damarlarımdaki kan toplanıp yavaşça yukarı çıkıyor ve gözlerimden akıyor gibi hissediyordum. Valeri'nin korku dolu bakışına göre bu yalnızca bir histen değil, gerçeklikten ibaretti. "Ben senin çocuğuna emanet olarak değil kendi çocuğummuş gibi baktım."
"Biliyorum, minnettarım." Cılız sesi oldukça mahcuptu ama bu zerre kadar umurumda değildi. Konuşmaya başladığım andan itibaren uğultular kesilmiş ve bana odaklanılmıştı.
"Ama sen daha varlığı yeni oluşan çocuğuma pisliğini bulaştırdın Valeri. Seni içimde affetmeye çalıştıkça, umursamayıp yaşananları geride bırakmaya çalıştıkça üzerime üzerime geliyor oluşunu hazmedemiyorum." Sinirden kasılan boynumu yavaşça etrafımda çevirip gezdirirken titreyen ellerim benden bağımsızdı.
"Bana yaptıkların bir yere kadardı ve yalnızca benimle ilgiliydi. Ama işin sonu çocuğuma bulaşırsa işte o zaman af dilemenin ne demek olduğunu anlarsın. Mahvederim seni, benim o yalnızca benim. Hayatta en önemli şeyi kazanıp mutluluğa adım anın içine sıçtığın için seni yok etmek istiyorum. Ama bir anneyim ve çocuğumun annesiz kalmasına razı olamıyorum. Bir insan ya, Antuan bir insan kendini korumak istedi diye yaşadığım şeyler hayatıma bulaşan pislik reva mı?"
Sakin ol demiyordu zira içinde bulunduğumuz durumun kritik bir mesele olduğunun farkındaydı. Yapabildiği gizliden gizliye elementini ruhuma ulaştırmak ve sinir krizi geçirmemi önlemeye çalışmaktı.
"Buraya gelmek senin kaderindi Lily, çok üzgünüm. Yemin ediyorum çok üzgünüm ama çocuğum ve ailemle birlikte mutlu günlere adım attığım için asla pişman değilim."
"Senin doğurmadığın çocuğun! Sen hayatını bir süre kaybolup sonradan güzel geçireceksin diye tüm kötülüğünü bana sıçrattığın o aptal hamlenden pişman olmadığını mı dile getiriyorsun? Peki benim hayatım ne olacak Valeri? Hangi biriyle savaşacağım, hangi biri için güç toplayacağım. YETEEEER! YORULDUM YETER!"
"Valeri ağzını açma! Gel canım, sana ve ona bir şey olmasından korkuyorum Lily. Şu an başka hiçbir şey umurumda değil ama o hissediyorsa annesini çıldırmış şekilde öfkeli hissediyor."
"Onun için"
"Onun için evet ama anlayamaz ki bu durumu. İçeride bocalıyor olabilir." Çaresizlik sarmıştı her yanımı. Ona ne olacağını tam olarak öğrenmemiştim. Alex'e sarılıp ağlarken kendi hayatı için uğraştığını biliyordum. Aynısını ben ona yapsam nasıl karşılardı acaba? Ellerimi yanaklarımın arasına alıp bir köşeye çöktüm ve sakinleşmeye çalışıp öylece bekledim.
Valeri Alex'ten ayrılıp bir adım öne çıktı. Kızıl saçları rüzgarda savrulup ıslak yüzüne yapışırken burnunu çekti. Yaptığı her hareket iğrenç geliyordu gözüme. Kalkıp ona saldırasım ve element ya da büyü kullanmadan evire çevire dövesim vardı.
"O da senin gibi elementlerle donatılmış bir şekilde doğacak... bebeğin. Gördüğüm şey şeytanın özünün onun ruhuna sızması ve daha bebekken gücü kontrol altına alıp çılgınca şeyler yaptırmasıydı. Annesi Basillan'ı kurtarırken ondan doğan bebeği saniyeler içinde burayı yerle bir edecekti. Bebeğin kötücül gülüşünü gördüm, masum, çok güzel ama lanetli gibiydi."
"Kes! Senin ne haddine benim çocuğuma lanetli demek?"
Ne yapmam gerek, ne yapmam gerek tanrım lütfen bir yol göster! Bu acıyla nasıl yaşayacağım?
"Şimdi ne yapacağız," diyen kısık sesine tahammül edemez gibi baktım.
"Ben bu çocuğu da doğuracağım! Sonra onu bir kez öpüp kokusunu içime çektikten sonra buradaki görevim sona erecek. Kalanı senin lanetinin devamı Valeri. Ailenle birlikte geri kalan günlerinin tadını çıkar."
"Ama o şey..." Oldukça yavaş bir şekilde omzumun üzerinden ona doğru bakıp gülümsedim.
"Kendi çocuğumu öldüreceğimi düşünmüyorsun herhalde! Bunu yapacağıma yok olurum daha iyi. Benimle beraber de herkes yok olur! Bu şekilde yanarsam, tek başıma yanmam." Başımı iki yana suçlayıcı bir şekilde salladım. "Tüm bunların sonucunda bunu yaşayacağımı bilsem buraya hiç gelmemeyi dilerdim..." Antuan'ın yanına gittiğimde koluna girdim ve ne yapması gerektiğini anladı.
"Bir şey daha hatırlarsan, en ufak bir detay... beni bul," dedi ve aktardık.
"Antuan."
"Canım..."
"Keşke sıradan bir bebek olsaydı, her bebek gibi yaşasaydı. Büyük gücün sorumluluğu da büyük oluyor ve o bunu daha doğar doğmaz yaşıyor."
"Sıradan bir bebek bile olsa Lily, içinde kötü ruhun özü bulunduğu için sandığın gibi olmayacaktı. Kötülük yapmak için büyü gücüne gerek olmadığını geldiğin dünyadan anlamış olmalısın. Mor saçlı Scarlett'i hatırla: şimdi arşa çıkan kötülüklerinin bir sonucu olarak gereza hücrelerimden birinin içinde yatıyor."
"Öyle biri olsun elbette istemem. Ama ben zaten onu mis gibi yetiştirirdim Antuan. Kalbine kötülük dokunmasına izin vermezdim."
"Biliyorum ruhumun kadını, onu masum bir zambak gibi büyütürdün..."
Tüm gardımı indirdim, omuzlarım düştü, boynumdaki tüylü yakayı sertçe çekip çıkardım. Kapının tıklanmasıyla Naiads gelirken aynı anda pencerenin önünde pençe tıkırtıları duydum. Naiads gidip pencereyi açtı. Greinner kenarlara tutunarak beni izliyor ve kalbimde kopan fırtınaları görüyordu. Ardından Gildor geldi, sonra süzülerek içeri giren siyah maranım Tara.
"Çok kötüyüm." Zihnimdeki her şeyi onlara aktardığımda büyük bir içsel kaos yaşadılar. Antuan'ın yanından kalkıp Greinner'ın önüne gittim ve boynuna sarıldım. "Bir şeyler yap, ne yapacağım? Beni buraya sen getirdin, şeytanı çek, gerekirse beni de parçala Greinner bir şey yap!" Hıçkırarak ağlamaya başladığımda hepsinin benimle beraber yıkıldığını hissederken ondan kara dumanlar alıyordum. Bir ejderhanın öfkesi koca bir ormanı yok edecek kadar sarsıcıydı ama Valeri onu büyülediğinde bile böyle hissetmemişti. Derinden yaşadığımız bir acı karşısında çaresiz kalınca kalbimiz tıpkı bu şekilde kararıyordu.
**
Günler geçerken acımı toparlamaya çalışsam da içten içe çürüyen bir ağaç gibi hissediyordum. Bu olayı aileme anlattığımda perişan olmuşlardı. Danışacağımız yetkili bir kraliçe yoktu zira kraliçe bendim. Biz de dört büyüklere gitmiştik. Herkes harıl harıl kaynaklara bakıp bir çare bulmaya çalışırken bir yandan hayatını idame etmeye mecburdu. Hoş, bir çözüm bulamazsak bir hayatları kalmayacaktı. Daha da kötüsü bu durum eğer yayılırsa halkın içindeki kötülük tohumlarından biri bizzat bebeğimi öldürmeye çalışabilirdi.
Birini yaşamından koparmak Basillan kuralları arasında en kötü cezaya çarptırılması demekti. Ancak böyle bir durumda bunu yapanın aldığı ceza benim içimi soğutmaya yetmezdi. Gözüm kara değil buz mavisiydi. Aksi bir durumda mavilerim elementimle birleşir ve herkesi buz gibi parçalar geçerdi.
"İyi olacaksın bebeğim, annen bunun için uğraşıyor. İçimdeki kraliçe hiç böyle dehşet içeren bir olay yaşamadığı için bir çözümü yok. Zihnindeki bazı önerileri takip ettim ama sonuç alamadım. Biraz yarışmalarla eğlenip mutlu olmuştuk ama kursağımızda kaldı anneciğim. Lütfen sen de öyle kalma, seninle çok güzel hayallerim var."
Raegiams Rasa'nın büyük kütüphanesinin önündeki pencerede elimde bir kitapla öylece dikiliyordum. Mara ve Gabriel düzenli aralıklarla gelip bana enerji aktarıyordu. Kraliçeleri olarak bugünlerde ayakta kalmamın çok önemli olduğunu söylüyorlardı ama kraliçe değil sıradan bir insanken bile yardımları olmuştu. Onları sessizce karşılıyor ve işini yaptıktan sonra gitmelerini diliyordum. Çözüm bulduk dışında bir kelime duymak istemiyordum.
"Abla?" Kapı aralığından başını uzatıp bakan kardeşime gülümsedim. Yalnız ben değil ailecek psikolojimiz yıpranmıştı. Bu bir ejderhayla savaşmak ya da boynuzlu yaratıkları alt etmek gibi değildi. Çok hassas ve çok sınırda bir konuydu. "Soil, gel canım."
"Sana yiyecek bir şeyler getirdim. Bir de Profesör Gabriel'in annesi Bayan Geysis bebeğin sağlık durumu için seni görmek istiyormuş." Anılar zihnime dolarken Chloe için gittiğimi hatırlıyordum. Sedyeye uzandığımı, beni tütsülerle arındırdığını, güzel sözler söylediğini. Tek temennim şimdi de aynı şeyleri yapmasıydı. "Kraliçe de olsan kendi sorununu çözemediğin müddetçe yüzün gülmüyor değil mi?"
"Kırık bir ayna gibiyim Soil. Parçalandım ve öylece kaldım. Tüm kenarlarım sivri ve keskin ama şimdilik öylece olduğum yerde durmayı seçiyorum. Biri çıkıp kırklarımı daha da çok kırmaya çalışırsa önce onun elini keserim."
"Sana ve bebeğine bir şey olmasına asla izin vermeyeceğiz. Sen dünyanın en iyi annesisin. Kendinden olmayan bir çocuğa bile nasıl sahip çıktığını bilirken kimse aksini söyleyemez," dedikten sonra saçlarının arasından canlı bir çiçeği kopartıp kulağımın üzerine taktı. "Şimdi bu güzel anne bir şeyler yiyecek ve bebeğini de mutlu edecek. Acıktın değil mi teyzeciğim?" Kulağına karnıma tuttuktan sonra kıkırdadı. "Evet diyor. Hadi bakalım daha sevgili eşinle buluşacaksın."
"O mu söyledi?"
"Söylemesine gerek mi var abla? Adam bebeğinin kontrolüne onsuz gitmeni izler mi sence? Yerin kulağı varsa, Antuan abinin üç çift kulağı var."
"Soil, lütfen dedikodularımı olmadığım bir ortamda yap." Kardeşim gözlerini devirirken ben gülümsedim.
"Sanki mümkünmüş gibi."
"Evet, haklısın mümkün değil. Bu yüzden benim hakkımda konuşmamaya ne dersin? Zira karım senin beni kötülemelerine asla aldırmayacaktır." Dudaklarıma sıcak bir buse bırakıp geri çekildiğinde elleri karnıma indi. "Benim güzeller güzeli zambağım bugün nasılmış?"
"Birazdan daha iyi olacağım. Bayan Geysis bizi bekliyor."
"Biliyorum canım."
"Ben demiştim. Daha fazla burada durup kediler gibi çiftleşmenizi izleyemeyeceğim. Ayrıca abla lütfen o tabağını bitir."
"Kedi demek masum kaçıyor, keşke kaplan deseydi." Haklıydı, yırtıcı kaplanlar da diyebilirdi. Neyse ki bunu önermedim, Soil kapıdan çıkarken son söylediğini duyup öğürür gibi sesler çıkarmıştı. Eğer beni duysa eminim ki oraya bırakırdı. Hamile olan bendim ama kusma hakkımı onlar kullanıyordu, inanılmaz.
Yemeğimi yedikten sonra Antuan'ın karnımı tutmasıyla beraber aktardık. Elleri oraya değince onu da aktarmış gibi hissediyor olabilirdi. Karşımda baba olmanın çok yakışacağı her halükarda belli olan bir adam vardı ama ne yazık ki bizim durumlar biraz karışıktı.
Kapıyı tıklamadan açan Bayan Geysis gülümseyerek bizi içeri aldı. "Gelin bakalım, minik Garcia nasılmış bir bakalım." Minik Garcia, kalbimin miniği... Tanrım kötü bir insan değilim; bir dilek hakkım varsa lütfen ömrü uzun ve güzel olsun. İyiliklerle dolu huzurlu bir yaşam geçirmesini her şeyden çok istiyorum.
Sedyeye uzandığında bu anı daha önce yaşadığım için sakince bekledim. Tütsüleri yaktı, yanıma lavanta dolu bir kese bıraktı. Bir şeylerin külünü karıştırdı ve karnımın dört ayrı bölgesine elementlerin sembollerini çizdi. Gözlerini kapatıp elini karnımda gezdirdiğinde rahatladığımı hissettim. Suyun şifasını gerçekten çok iyi kullanıyordu.
"Minik Garcia tıpkı sana benziyor Lily." Heyecanla Antuan'a baktığımda çoktan beni izlediğini gördüm. Elimi tutup dudaklarına götürdü ve öpücüklerini sıraladı. "Yani bir kızımız mı olacak? Ona benzeyen küçük bir zambak daha?"
"Evet hükümdar bir kızınız olacak."
Bir kızım daha olacak. Derin bir nefes aldım. Bilinmez bir geleceğe doğru koşuyor olsaydım heyecandan yerimde duramazdım. Ancak şimdi olası bir sonuçta yerle bir olacağız diye kalbim korkudan patlayacaktı. Bir damla gözyaşım yanağımdan kulağıma doğru kaydı.
"Her şey normal gözüküyor annesi. Mide bulantıların var mı? Bunun için bitki çayları verebilirim."
"Teşekkür ederim Bayan Geysis, fazla sayılmaz idare edebiliyorum."
"Tamam sizi yolcu edeyim öyleyse. En ufak bir problemde bana gelmekten çekinme. Kendine ve ona dikkat et." Başımı sallayıp gülümsedim. Ederdim elbette, o benim canımdan bir parçaydı.
"Kızımız olacak." Antuan'ın zihnine fısıldadığımda bana o harika gülümsemesini gönderdi. Başımı boyun girintisine saklayıp gölgesine sindiğim için yüz ifademi göremiyordu.
Yüzündeki kötücül gülümsemeyi gördüm...
Valeri'nin sesi zihnimde yayılırken gerilmemek için derin bir nefes aldım. Sadece sevgiyle ve dinginleşmekle bu iş çözülmeyecekti. Antuan bir gerezada, bir kütüphanede, bir okuldaydı. Garip bir durum daha vardı: defter mavi kanların hiçbirine cevap vermiyordu. Birlikte sığınağa gidip büyük bir umutla deftere sormuştuk ama mürekkebi emen defterden geriye sadece bir boşluk kalmıştı. Asıl cevabın koca bir boşluk olmasını istemediğim için cevap gelmedi olarak kabul ediyordum. Ya da artık Basillan diye bir yer olmayacaktı ve verecek bir cevabı yoktu.
Tüm elementlerden: su, ateş, toprak ve havanın hepsinden yardım istemeye çalışmış bir türlü sonuca ulaşamamıştım. Ne yapmalıydım, nasıl yok etmeliydim düşünmekten gözlerimin feri sönmek üzereydi. Zaman elementi bazı güçleri içimde bıraktığından rahmimin içinde şekillenen ruhu görebilmiştim ama onun özü tam bir ruh kıvamında olmadığı için görememiştim. Eğer içimde böyle bir şey olduğunu ve başıma gelecekleri bilsem kendi sonumu kendim bile yazabilirdim. Sırf bir insan için koca bir diyarın ziyan olmasına gerek yoktu. Bu zamana kadar Basillan'ı defalarca kez korumuştum, bu sefer de kendimi yok eder yine korurdum. Bu gerçek bir fedakarlık olur belki tarihe bile geçerdi. Çocuklar beni minnetle anardı, kraliçe olmak diyarını her şeye ve herkese karşı korumak demek değil miydi? Yeri gelirse kendinden bile korumalıydın. Ama geldiğimiz şu noktada yalnız değildim ve artık bunu yapacak bir cesaretim yoktu.
Toplantı odasına girdiğimde herkes ayağa kalktı. Ellerini arkaya bağlayıp başlarıyla selam verdiklerinde gülümseyip yerime geçtim. Burada bir taht yoktu, tüm sandalyeler aynı özenle aynı şekilde yapılmıştı. Ekip eline geçen evrakları tek tek okuyup fikir vermeye ve ufak tartışmalarla bir yol bulmaya çalışıyordu. Kapının yumruklanıp açılmasıyla birlikte içeri önce Naiads ve Orion girdi. "Sizinle konuşmak istiyor kraliçem, acil dedi." Toplantıda olduğumuz için içeri birini almaması gerekiyordu ama Olivia sıradan biri değildi, üstelik toplantıya davet edilmişti. Bu muamele sadece geç kaldığı içindi.
"Sorun yok çocuklar, o zaten davetliydi."
"Lily." Heyecanla bana koşup sarıldığında ne olduğunu anlamadım. Büyükbabası Hughie Pride boğazını temizleyip onu uyardığında zeytinim yaramazlık yapmış gibi güldü. "Affedersiniz kraliçem önemli bir detay yakaladım." Şu an bu durumu zerre umursamasam da saygınlığı korumamın görevlerim arasında olduğunu söylediklerinden sesimi çıkarmadım. Hepimiz yerle bir olduktan sonra görev dahil hiçbir bokun bir önemi kalmayacaktı ya, neyse...
"Söyle güzelim." Heyecandan kıpırdamadan duramıyordu ve bu kıvırcık saçlarını hoplatıp duruyordu. Victor'un gülümseyerek izlediğini göz ucuyla gördüm. Ne olursa olsun umut vardı ve hayat devam ediyordu. Yok olacağız düşüncesiyle hislerimizi de yok edemezdik ya.
"Seninle akademinin kütüphanesinde oturup konuşurken ne demiştin hatırlıyor musun?"
"Hayır, üzerinden yıllar geçmiş gibi."
"Yıllar değil ama yaşanmışlıklar geçti haklısın. Kırmızı deri kaplı bir kitaptan bahsetmiştin Lily. Buraya ilk kez gelişine sebep olan kitap. Üzerinde canlıların sembolleri ve garip yazılar var demiştin şimdi hatırladın mı?"
Elbette hatırlamıştım. Ruddy Bennet'ın yanına geçmişe döndüğüm an oradan kurtulmak için fellik fellik aramış her taşın altına bakmıştım. Keza kitap bir kayanın altından çıkmıştı. Ardından kitabı açıp yeniden okumaya çalıştığımda kendimi burada, Valerinin bedeninin içinde bulmuştum. İkimiz aynı fısıldarken diğerleri sesli bir şaşkınlıkla dile getirdiler.
"Kutsal kitap!"
"Evet, işte her şeyin anahtarı o olabilir. Onu yalnızca sen açıp okudun, yine denemelisin."
"Ee kitap nerede peki?" Ben bilmiyordum, gözümü çevirdiğim kimse bilmiyordu, dört büyükler dışında. İçlerinden biri cevaplama zahmetinde bulundu. "Kitap akademinin içinde bir yerde ancak yeri bilinmiyor, büyülerimizle orada korunduğunu anlayabiliyoruz yalnızca. Kutsal kitap kendini saklar, istemediği müddetçe de onu bulamayız işimiz zor çocuklar."
"O zaman dört bir koldan aramaya gidiyoruz."
Hepimiz mini sarayın toplantı odasından çıkıp akademiye doğru ilerledik. Biz aktardığımız için şanslıydık, diğerleri ejderhası olduğu için. "Önce nereden başlayalım, profesörlerin odası olur mu?"
"Ben kitap olsam Lily, önemli bir kitap, kendimi oralara saklamazdım."
"Ya nereye saklardın?"
"Ulaşılmaz bir yere. Bulunmak istemiyorsan, aranmayacak bir yerde durursun."
"Mesela hükümdar, beni çıldırtma?"
"Mesela kulelerin tepesinde olabilir, tabloların içinde olabilir... detaylıca incelememiz lazım canım, işimiz uzun."
"Ya da alt katta kütüphanede sıradan bir rafta duruyor olabilir."
"Tamam, herkes istediği bölgeyi araştırsın o zaman." Uzatmadı, benimle iantlaşmadı ve nereye istersem oraya bakabileceğimi işaret etti.
"Anlaştık." O yukarı doğru çıkarken bize yetişen Orion ve Naiads'a kütüphaneye bakmalarını söyledim. Elbette Antuan mantıklı konuşuyordu ve onun yolunda ilerleyecektim. Bir elim çenemde düşünürken gözüme çarpan kolonlarla birlikte gülümsedim. "Ben kitap olsaydım kendimi önemli bir yapının temellerine saklayabilirdim." Ellerimi duvara koyup topraktan yardım istedim ve bana kutsal kitabın bu duvarın ardında olup olmadığını göstermesini diledim. Tüm akademiyi karış karış gezecek olsam da bir yerden başlamam gerekiyordu. Hiçbir şey bebeğimden önemli olmadığı gibi elimden gelen tek şeyi dibine göre yapacaktım. "Annene şans dile güzel kızım."
Saatler geçmişti ama hala bir iz yoktu. Soil bir ara yiyecek bir şeyler getirip gözden kaybolmuştu. Güç kazanmam ve kızımı beslemem için getirdiği her şeyi yedim. Adımlarım alt kata indiğinde bulunduğum yerin öz savunma dersi eğitmeni Laith Gladius'un eğitim odası olduğunu anladım. Kendisi savaş anında kahramanca can vermişti. İsimliği hala sökülmemişti ve onu anmaya demek ki böyle devam etmiştik. Burada kılıç ve hançer dersleri aldığımı hatırlarken derin bir nefes aldım. Odamın içindeki duvarlara gidip ellerimi bastırdım ve toprağın titreşiminden burada olup olmadığını anlamaya çalıştım. Bir adım, on adım, yirmi beş adım ve karşı duvar... yoktu.
Yılmadım, karış karış aramaya devam ettim. En sonunda ise minderlerin birinin altında hissettiğim titreşimle birlikte nefesimi tuttum. Sakince minderi çekerken zeminde kurumuş kan keleri görmek pek hoşuma gitmedi. Elementimi kendime bağlayıp bir yumruk darbesiyle zemine delik açıp onu büyüttüm ve elimi içeri soktum. Evet, derinin dokusunu hissedebiliyordum. Kutsal kitabı yine bir taşın altından bulmuştum. Zemini, kitabın hasarsız çıkabilmesi adına biraz daha büyüttüm. Yavaşça çekip aldığım kutsal kitap artık parmaklarımın arasındaydı. üstelik artık buranın dili zihnime kodlandığı için yazılan her şeyi okuyabiliyordum.
"Demek buraya dökülen kanlar da senin için kutsal ve buraya sığındın?
Kalın kitabı dakikalar içinde hızlıca göz atarak okumaya başladım. Sayfaların birine geldiğimde ise durdum. İçinizden biri ön görülemez bir kötülükle karşılaştığında yapmanız gereken tek şey tanrılara adak sunmak ve adağın kabulünü beklemektir.
Cevap buydu. Bana bir adak lazımdı, bunun için haftalarca gözyaşı dökmüş ve gerginlikten patlayacak kadar şişmiştim. "İşte bu kadar, bazı soruların cevapları doğrudan bellidir, dolaylı yoldan gitmemize gerek kalmaz. Kutsal kitabın da bir bildiği vardır," diyerek ayağa kalktım ve kucağıma sımsıkı bastırdığım kitapla akademinin dışına doğru çıktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 65.03k Okunma |
6.18k Oy |
0 Takip |
123 Bölümlü Kitap |