37. Bölüm

37. Bölüm FİNAL

Mav Perikal
mavperikal

 

 

FİNAL

 

(36) Kar Kristalleri Kadar

 

 

 

Ruh eşinizi bulduğunuzda çılgınlar gibi eğlenirdiniz. Balayına gittiğimizde geçirdiğimiz harika günlerin sonunda bir de düğünden kıstığımız parayla yurt dışı tatili yapmıştık. Çat pat yabancı dilimizle anlaşamadığımız her sokakta kaybolmuş ve bir şekilde yolumuzu bulmuştuk. Kaybolduğumuz tek şey yolumuzdu, önemli olan birbirimizden hiçbir zaman kaybolmamaktı.

 

Yeri gelmiş duygusallıktan ağlamış yeri gelmiş kahkaha krizine girip susamamıştım. Selçuk ve kalbi öyle bir mevzuydu ki bana her dakika iyi ki o dedirtiyordu. Ağlayınca kucağına alıp bir bebek gibi sakinleştiriyor, yetmiyor içimi dökmem için müsaade ediyordu.

 

Bir bahar sabahıydı bana gelişi, bahçemi çiçeklendirmişti. Ardından bir yaz güneşiydi bana gelişi, evlenmiş ve çiçek ağan ağaçlarımızın, kavuşarak meyvesini tatmıştık. Bir bahar günü aldığım mektupla hayatımın akışı komple değişmiş ve kalbimin tüm yolları ona çıkmıştı. Açılmamış gonca güller açılmış, evimizin bahçesini güllerle donatmış ve tatil dönüşü sürpriz yapmıştı. Gülveren mahallesine yaraşır bir sokağımız, evimiz ve kalbimiz vardı artık.

 

Cebinde benim için gül yaprakları taşımaktan asla vazgeçmemişti. Birlikte yağmurların altında dans edeceğiz diye sırılsıklam olmuş, bunun romantik edebiyatını yapmış sonra da yatak döşek hasta olmuştuk. Ağzına derece verirken çorbasını pişirmiş, adım atacak mecalim yokken ilacımı içirmişti. Artık ben de cebimde gül yaprakları taşıyordum onun için, sadece onun sevgisi ve ilgisi yetmezdi. Bana nasıl geliyorsa ona daha güzeliyle gitmem lazımdı. Çünkü onun pamuk gibi hassas kalbinin de gül yapraklarıyla sarılmaya hakkı vardı.

 

Başlarda buna itiraz etmiş ama yine de bazı rahatlatıcı masajlarımdan kaçamamıştı. Sonrasında ise masajlarım müptelası olmuş çıkmıştı.

 

Okula birlikte gidip gelirken öğretmen otoritemizi koruyor ama eve gelince aşırı çocuklaşıyorduk. Televizyonda spor programı izlerken sıkılıp güreştiğimiz anı hatırlıyordum. Güreşin ucu farklı bir noktaya dayansa da evlilik sıkıcı bir şey değildi. Bu zamana kadar sabredip mükafatımızı almıştık ama evlendikten sonra da düzen sandığım kadar zor kurulmamıştı.

 

Birlikte dayanışma içinde hareket ediyorduk. Bazen birkaç yemek fazladan yapıp dolapta tutuyor ve diğer günlere kolaylık sağlıyordum. Bazen artan yemeği buzluğa koyup gelince onu ısıtıp yiyorduk.

 

Doğru insan size sunduğu hayatıyla birlikte kolaylıklarıyla da geliyordu. Şimdi iki yetişkin bahçemizde kardan adam yapmış ve kar topu savaşı yapıyorduk.

 

"Ya Selçuk düşmana mermi atan Seyit Onbaşı mısın sen? Karınım ben senin karın."

 

"Bir daha söyle?"

 

"Neyi?"

 

"Karım olduğunu."

 

"Karınım ben senin Selçuk Efendi biraz yavaş olsana!"

 

"Bunu duymak çok hoşum gidiyor, bir seferlik yavaş atacağım o da senin güzel hatırın için." Derin bir nefes alıp verdikten sonra kar topunu yüzüme patlattı. Bu mu yavaştı?

 

"Sen bittin oğlum bu bir savaş çığlığıydı!" Üzerine doğru koşarken bahçede kaç tur attık sayamadım.

 

"Oğlum demeyeceksin, kocam diyeceksin. De bakayım?"

 

"Kocam."

 

"Hah şöyle ne güzel yakışıyor ağzına ya."

 

Benimle dalga geçen ses tonuna dayanamayıp kardan adamın arkasına saklandım. O kadar büyüktü ki anlık bir afallamayla beni göremedi. İşte tam bu sırada kardan adamın kafasını alıp başından aşağı bağırarak geçirdim. Sonra kısa bir sessizlik oldu. "Selçuk?" Kahkaha atmaya başlayıp kulağına giren havucu çıkardım. "Dua et başka bir yerine girmemiş."

 

Hala ses vermiyordu, e tabii adam şok olmuş olmalıydı. Narin bedenimden böyle bir darbe beklemiyor olsa gerekti. Acıktığımı anlayıp karın üzerine düşen diğer havucu ısıracağım sırada avcı bakışlarını gördüm. Açtığım ağzımı geri kapatıp kaçmaya çalışacakken üzerime atladı. Civardaki evlere yeni yeni taşınanlar olduğu için çok komşumuz yoktu, bu yüzden dilediğimiz gibi at koşturabiliyorduk.

 

Karın içine üzerimde Selçuk'la birlikte gömüldüğümde asıl şoku ben yaşadım. Artık mermi gibi kar topu atmaktan vazgeçmiş ve bizzat merminin kendisi olmaya karar vermişti. "Tüm kar içime girdi kızım?"

 

"Ştt kızım yok, senin ağzın neler diyor öyle? Karım diyeceksin?"

 

"Karım."

 

"Bak ne güzel yakışıyor ya," diye devam edemeden onu taklit ettiğimi anlayıp bir güzel susturdu beni. Buz gibi karın ortasında sıcak dudaklarıyla temas ettiğimde artık üşümüyordum. Kar küresinin içinde dans eden o çiftmiş gibi hissederken her şey çok hoşuma gidiyordu. Nefes nefese kaldığımız her an birbirimize sokuluyor ve yeniden nefes oluyorduk. Bu karın acısını yine yatak döşek yatacağımızı bilecek çıkarıyorduk ama hayat yaşamaya değerdi. Sonuçlarına biz katlandığımız müddetçe yaşadığımız şeyler yalnızca bizi alakadar ederdi. Ya şöyle olursa ya böyle olursa diye düşünüp kendimizi sakınacak kadar uzun değildi hayat.1

 

Kollarının üzerinde, üzerimde dururken bir an sonra ben onun üzerindeydim. Karla lezzetlenen teninin tadına baktıktan sonra kendimi yan tarafındaki boşluğa bıraktım. Gözlerimin değdiği her yerde karda bıraktığımız adım izlerimiz vardı. Bu bahçede biz dolaşmış, eğlenmiş, ve anı biriktirmiştik... toprak buna şahitti.

 

Uzandığımız yerde üzerimize yağan lapa lapa karla birlikte memnuniyetle gözlerimi kapattım. Gülveren mahallesinde kırmızı güllerimizin içinde lapa lapa yağan karın arasında yatıyorduk, yaşıyorduk. Bizim dünyaya bıraktığımız izlerdi bunlar. Selçuk ve Leyla buradaydı, her şey bir gül ve mektupla başlamıştı.

 

Şimdi karlar altında almış kırmızı güllerin arasında el ele tutuşup yıldızlara gülümserken mutluydum, huzurluydum. Kartpostallara layık bir görüntümüz vardı. Her şeyle başlayan kırmızı güller eşsiz görüntüsüyle beni sarıp sarmalarken, mektubum satırları arasından fırlamış, yanımda uzanıp elimi tutuyordu.

 

Başlangıçta; bir masalla başlıyorsa bu hikaye bir varmış bir yokmuş demeliydik, bir varmış hiç yokmuş değil. Bir masalla başlasaydı bu hikaye belki kitabın sonunda elinde sihirli değneği ile bir peri belirirdi. Ancak ne o beni bir prenses yapabilirdi ne de ben arabaya çevirmesi için bir balkabağı bulabilirim, demiştim.

 

Hikayemde beliren peri, kapının önündeki eski ayakkabıma dokundurmuştu sihirli değneğini. Beni prensese değil bir gül yaprağına çevirmişti, balkabağına ise ihtiyacımız yoktu çünkü mektubumun satırlarını uç uça bağlamış ve kalbimin prensini bizzat mektubumun içinden oluşturmuştu.

 

Biz gülverendik ama önce gönül verdik, sonra güllerle bezendik. Artık gülveren bizdik. Ardından bir rüzgar esti ve yağan kara dayanamayan gül yaprakları düştü yüzümüzün üzerine. Kirpiklerimize tutunan kar taneleriyle birlikte birbirimizin gözünün içine bakarken öyle eşsiz bir ana sahiptik ki, düşüncelerimizin de aynı olduğuna emindim.

 

Zihnimde beliren masal etrafta rüzgardan tozup uçan karlar aracılığıyla yeniden şekillendi. Gömüldüğümüz karın içerisinden üzerimize düşen iki gül yaprağı bizi içine doğru çekti ve birden sanki bahçedeki gül ağacına dönüşüverdik. Gülümsedim. Onunla olduktan sonra bir dalın iki ucundaki o gül olmaya bile razıydım. Gülümsedi. Ben ona bakıp hülyalara dalarken o eliyle kardan kalp oluşturmuş gül yaprağıyla da kırmızı yanaklar eklemişti.

 

"Bu kalbin içerisinde birbirine hiç benzemeyen eşsiz güzellikte ve şekilde kar kristalleri dolu. Şimdi ise hepsi bir araya gelmiş ve bir mana oluşturuyor, öylece, avucumun içinde. Kar kristalleri sensin, bu kalp sensin ve artık benim içimdesin."

 

"Selçuk," fısıldayan sesim kulağımıza doldu. "Seni geçmişten günümüze kadar yağan tüm farklı kar kristalleri kadar seviyorum. Gelecekte yağanlar için ise daima seveceğim," dedim ve üşüyen ellerimi de dudaklarımla birlikte onda birleştirdim.

 

Gül yaprakları bizi kutsuyormuş gibi yeniden üzerimize savrulduğunda gece göğünün altında aşkımızı ilan ediyorduk. Bulutlar bize sayısız kar kristali gönderirken biz de ona aşkımızın sayısız duygusuyla karşılık veriyorduk. Bu, hayattan aldığımız en güzel karşılıklardan biriydi. Her kar yağışında, gülün üzerine her şekil oluşturuşunda aklımıza gelecek ve yüzümüz daima gülümseyecekti. Her mevsimde ama en çok kış mevsiminde, varlığımız son bulana ve sonsuza kadar...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

O kadar duygusalım ki, onlara en güzel bu şekilde veda edebilirdik ve öyle de oldu. Çok hassas ve naif bir kurguydu, yazarken bazen bu kadar da olur mu kalbimi eriteceksiniz dediğim anlar oldu. Ve dün finali yazmaya başladıktan sonra verdiğim ufak molada dışarı çıktığımda kar yağmaya başladı.

 

 

 

 

 

Kaldırımın köşesine çöküp ağlayacaktım. Her şeyi içselleştirmek suç olsaydı nerede olacağımı biliyorsunuz. Ama hepimiz onların da bana veda ettiğini anladık değil mi? Saçıma tutunan kar tanelerinde gördüm onları sonra geldim ve devamını yazdım.

 

 

 

 

 

Her kitabın okunma ve yazma zamanı vardır. 16 Ocak 2024'te yazmaya başlamış ve ilk bölümü atmışım. Kış mevsimiyle gelmiş konmuş yüreğime sevgileri ve bir kış mevsiminde veda ettiler yine bana. 5.12.24 tarihinde vedalaşıyoruz onlarla. Başlangıçta bir iki kişiydik şimdi kocaman bir aileyiz.

 

 

 

 

 

Özel bölümler istediniz gelecek ama şu an vedamı yaşamalıyım. Son yazdığım satırda kalbimde bir burukluk olsa da omuzlarımdan kanatlanıp uçmuş kadar rahatladım inanın. Başlanılan şeyleri bitirmek büyük bir emek ister ve çok şükür oldu diyorum. Özel bölümler ve Selçuk'un Leyla'ya hiç ulaşmayan mektuplarını okuyacağız ileride yeniden.

 

 

 

Tiktokta edit yaparsanız #gülverenmahallesi etiketiyle hepsini inceleyeceğim. Twitterda da aynı şekilde. Siz beni görmezsiniz ama ben bir adım arkanızda olurum ve kalbim mutlulukla uçar. Bir yerlerden size gülümsüyor olacağım.

 

 

 

 

 

Bana bu serüvende eşlik eden herkese çok ama çok sevgilerimi sunuyorum. Umuyorum karşınıza sizi çok seven ve değer veren birileri çıkar. Selçuk bir kitap karakteri ama evrene yolladığım enerjiyle gerçekleşecek sizin için inanıyorum. Bir kırmızı gül yaprağında hatırlayın bizi, bir mektubun yanık satırlarında, kardan bir kalp gördüğünüz zaman, baharda açan leylak kokularında ya da...

 

İyi ki varsınız.

 

Hoşça kalın.4

 

Öpücükler💌💌💌

Bölüm : 05.12.2024 21:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...