35. Bölüm

35. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

(34) His Fırtınası

 

 

 

 

 

1 YIL SONRA

 

 

 

Mevsimler geçmiş, kuruyan dallar yeniden beyaz çiçekler açmış, yeşermiş, meyve vermiş ve sonbaharın hüznüyle sararıp dökülmüştü. Yine kış mevsimine girmiş ama kalbimizin ateşinden üşümeye bir türlü fırsat bulamamıştık.

 

Geçen aylar içerisinde abim ve Gökçe ablayı evlendirmiş ve hızlandırılmış bir şekilde ailemize gelecek olan minik neşeyi bekliyorduk. Gökçe abla hamile olunca daha bir tatlı olmuştu. Henüz doğuma aylar olsa da hepimiz oldukça heyecanlıydık. Erkek bebeğimiz olacaktı ve isim konusunda her kafadan başka bir ses çıkıyordu. Abim, Gökçe ablanın önerilerini, Gökçe abla ise abimin önerilerini beğenmiyordu.

 

Kardeşi Hande ile aramız çok iyi değildi. Malum o Buğra abiye takıktı ve onu da bizim Betül kız kapmıştı. Betül'ün mutlu olması beni ayrıca sevindiriyordu. İçimizde bir tek Berfin aşkına karşılık bulamamıştı. Belki de önüne çıkacak olan muhteşem bir fırsatı bekliyordu ama bunun farkında değildi. Delicesine sevip platonik olduğumuz bir insan yıllar içinde tatlı bir tebessüme dönüşebilirdi. Kimse için kendimizi paralamamıza gerek yoktu.

 

Sevgiye, gerçek aşka gözü kör olan herkesin gözünü açmak iyi bir fikir değildi. İnsan bazen yere döktüğü kırıntılara gelen kuşlar gibi sevgimin kırıntılarını görüp toplayıp gelsin istiyordu lakin aşk bir kuş değildi. Verdiğin yemi yedikten sonra gelip kalbine konmayacaksa içinde yaşadığın tüm bu his fırtınasının ne anlamı vardı?

 

Okulun son dönemine girmeme çok az bir zaman kalmıştı. Selçuk'un okul müdürü, öğretmen açığından dolayı istersem staja erken başlayabileceğimden bahsedince çok sevinmiştim. Artık kendi paramı kazanıp evim için bir şeyler yapacaktım. Geçen zaman boyunca kaba eşyaları halletmiş sayılırdık. Annem hemencik evlenip gideceğim diye tedirgin olduğundan bu eşya olayına hiç sesini çıkarmamıştı.

 

Benim hiç vaktim olmadığından Selçuk eşyalar gelmeden evi temizletmiş ve ondan sonra sırayla alışverişe başlamıştık. Yatak odamız eksikti, annem onu kız tarafı alır diye başımın etini yediği için bekliyorduk. Abimin düğününe de katkıda bulunan ailem biraz sarsıcı günlerden geçmişti ve maddi açıdan henüz toparlanamamıştı. Selçuk'a kalsa buna gerek yoktu hatta bir an önce bir yatağı olmasını istiyordu ama yapacak bir şey yoktu.

 

İnsanın eşyalarını dizdikçe evinden ayrılası gelmiyordu. Fakat koca bir yıl direnmiş, arada oraya kaçmış ve gelecek düzenimiz için çabalamıştık. Okul, yemek, mezuniyet, dersler, sınavlar derken bunun altından kalkmamız mümkün değildi.

 

Eşya almaktan sıkılıp ara tatillerde şehir turnelerine katılmıştık. Birlikte eğlenebildiğimiz kadar eğlenmiş ve anı biriktirmiştik. Onunla mutluydum, rahattım, huzurluydum.

 

Şimdi ise staj görüşmem için kalem etek ve gömlek giyip okula gidiyordum. Üzerimdeki kaşe kabana sıkıca sarılıp boynumdaki atkıyı düzelttim. Selçuk'un dersi olduğu için beni almaya gelmemişti, zaten ben de bunun sık sık olmasından hoşlanmıyordum. Adamı özel şoförüm olarak kullanacak halim yoktu.

 

Okuldaki bir arkadaşımın yaptığı şeyi öğrenince bu durumdan midem de bulanmıştı açıkçası. Kızın biri, biraz kilolu olduğu için özgüveni düşük arkadaşlarımızdan birinden hoşlanıyor gibi yapıp çocuğu kendine divane ettikten sonra her istediğini yaptırmaya başlamıştı. Yaptığı manipülasyon ise bunu yapmazsan senden ayrılırım tarzında bir şeydi. Zavallı çocuk babasının arabasıyla şehir şehir kızı gezdirmiş ve sürekli hediyelere boğmuştu.

 

Kız, babasına bir erkek arkadaşı olduğunu asla açıklayamayacağını söyledikten sonra üzerine bir de kızı istemeye giden birileri olduğunu öğrenmiştik. Çocuğun maddi durumu daha iyi olduğundan bizim oğlanı seçenek olarak bile görmemişti. Resmen parasını yiyip gezdiği yerlerde yanında cep olarak taşımış ve bir köşeye bırakmıştı.

 

Bu karaktersizliği asla hazmedemediğim için kızın yüzüne bile bakmamış, oğlanla da arkadaş olmuş arkadaş grubuma karıştırmıştım. Tüm bu olanları daha yeni yeni atlatmaya çalışıyordu. Selçuk'la nişanlı olmamıza, onun çalışan benim öğrenci olmama rağmen hiçbir şeyi tamamen ona yıkmıyordum. Yediğimiz yemeği, gittiğimiz sinemayı, içtiğimiz her kahveyi ona ödettirirsem başta ben kendimi rahatsız hissederdim.

 

Kırmızı körüklü otobüsten okulun önündeki durakta inip karşıya geçeceğim sırada onu gördüm. Kabanının yakalarını yukarı kaldırıp boynunu koruduğu şu soğukta beni bekliyordu.

 

"Selçuk içeri de neden beklemiyorsun hayatım?"

 

"Güzeller güzeli nişanlımı ilk ben görmek istedim."

 

Dayanamayıp boynumdaki atkıyı çıkaracakken ellerimi soğuk avucunun içine sardı. "Okuldaki otoritemi bu renkli atkıyla sarsmayı düşünüyorsan başarılı olamazsın güzelim."

 

"İyi ki bir kurtlar vadisi çıktı ya, siyah siyah mafyatik giyinip başımıza artist kesiliyorsunuz. İyi don burada o zaman." Bir iki adım atıp dayanamadım ve yanına gidip çekiştirdim.

 

"Hiç kıyamazmış nişanlısına."

 

"Hiç kıyamam, ama kıyacağım anlar da gelir Selçuk Efendi."

 

"Ya? Nasıl anlarmış onlar?" diye sorduğunda gözleri imalı gülüşüme takıldıktan sonra boğazını temizledi. "Okuldasın Selçuk kendine gel oğlum! Öğrencilerin var, küçük küçük insancıklar geziniyor ortalıkta, sonra düşünürsün bunu."

 

Kıkırdayıp okul müdürünün kapısını tıkladım. "Geldiniz mi Leyla Hanım, buyurun lütfen hoş geldiniz," diyerek elini uzattı. Karşılık vermeden hemen önce "Hoş buldum," demiştim. "Selçuk çok önceden söylediği için aklıma yer etmiş, açığımız olunca da değerlendirelim dedim siz de uygun bulursanız? Çocuk gelişimi bölümüz değil mi?"

 

"Evet bir dönem sonra mezunum nasipse?" Nasip önemliydi, nasip olmadan su bile içemezken ben bir arabanın altına girmiştim...

 

"Cv'nizi ve gerekli evrakları getirdiyseniz ben onları incelerim. Siz de sınıfı gezersiniz, her şey yolundaysa bir sonraki adıma geçeriz." Her şeyin yolunda olması adli sicil kaydımın temiz olması olabilirdi mesela. Evet Selçuk'la arkadaşlardı ama çocuklarla dolu bir yerde bunun kati suretle olmaması lazımdı.

 

Ayağımıza giydiğimiz galoşlarla birlikte içeriyi gezerken hayran kaldım. Nasıl kalmazdım burası benim emeklerimin karşılığını alacağım ilk yerdi. Çocukların gülen gözleriyle karşılaşmak bana ayrıca umut veriyordu. Köşede gördüğüm keçelerle aklıma türlü türlü yapılacak etkinlik gelmişti bile.

 

Yatakhanesi temizdi, yemekhanesi düzenliydi, her şey oldukça iyi görünüyordu. "Gözlerinin içi gülüyor."

 

"Nasıl gülmez Selçuk, bunun için senelerdir okuyorum, öğreniyorum. Şimdi eyleme geçeceğim için çok mutluyum."

 

"O halde hayırlı olsun Leyla Hanım," diyen müdür bey arkamızdan gelmiş ve hepimizin yüzünü bir gülümseme kaplamıştı. Kimseyi daha fazla oyalamadan vedalaşıp ayrılacağım sıra kapının önünde konuşuyorduk. Yalnız kalınca giydiklerimi şöyle bir süzmüş ve bana çapkınca gülmüştü.

 

"Acaba diyorum, bu akşam seni biraz sevsem mi?"

 

"Sen beni genel olarak sevmiyor musun zaten Selçuk?" Elimi koluma bağlayıp meydan okuyan bakışlarımı gönderdim.

 

"Seviyorum, ölüp bitiyorum ama bu akşam ayrıyeten sevsem diyorum, daha kapsamlı diyorum."

 

"Gözlerin dekolteme takılıyor yalnız Selçuk Hocam?"

 

"Takılıyor kızım, giymeseydin böyle! Cicili bicili kıyafetlerin vardı ne güzel, şimdi böyle karşıma tarz değiştirmiş şekilde çıkınca bir garip oldu, tuhaf oldu."

 

"Etkilendim mi demek istiyorsun, kalem eteğimden mi, yoksa gömleğimden mi?"

 

"Etkilendim anasını satayım! Parmak uçlarım o gömleğin yakasını düzeltmek için sızlıyor şu an."

 

"Bozuk mu ki?"

 

"Off Leyla deli ettin beni! Son bir dersim kaldı, pembe panjurlu evimize gidip uslu uslu beni beklersen neresi bozukmuş gösteririm."

 

Artık meslektaş olduğumuz için elimi uzattım. Uzattığım elimi narince sıkarken hafifçe kendime çekmeyi ihmal etmedim. "Olur Selçuk Hocam, ne de olsa ütü almıştım, bozulan gömleğimi çıkarıp ütüleyebilirsin." Kısık sesle konuşmam pes edermiş gibi gözlerini yummakla sonlandı. Geri açtığında içinde tutuşan kıvılcımları görmüş ama farkında değilmiş gibi davranmıştım. "Dikkatli gidin, Leyla Hocam..."

 

Kapıdan çıkarken attığım kahkahayı duyup duymadığını kontrol ederken omzumun üzerinden ona baktığımda başını tehditkar bir şekilde salladığını görüp hızla uzaklaştım, bu akşam işimiz vardı.

 

Otobüsten indiğim sıra kurulan pazarı görüp yönümü oraya çevirdim. Madem bu akşam oradaydık karnımızı da evimizde doyurmalıydık. Buzdolabımız olduğu için her şeyden biraz biraz alıp kalırsa içine koymayı düşündüm. Annem çeyizimi düğünden az önce çıkaracağım diye tutturduğu için ayrıca bir tava ve tencere almak durumunda kalmıştım. Pratik yapabileceğim bir menü oluşturduktan sonra evin yolunu tuttum. Bu eve ilk geldiğimizde Selçuk benim için yaptırdığı anahtarlığı da vermişti. Yarım mektubun diğer kısmı ondaydı ve bir yapboz parçası gibi birleşince arkasında kalp de birleşiyordu. Kalbin içindeki minicik gül detayı da...

 

Küçücük bir şeydi ama o kadar özeldi ki. O kadar bana ve bize aitti.

 

Kapıyı anahtarımla açıp içeri girince önce ellerimi yıkadım. Sonra ise havlu kağıtla sildim. Buraya havlu koyarsak her şey çok yanlış anlaşılırdı çünkü arada annemler temizleyip şöyle bir yoklamak için giriyorlardı. Yemeği hazırlayıp salatayı yaparken kapının tıklanma sesiyle heyecanla koştum. Bu anı daha önce yaşamıştık ama her seferinde böyle delice hissetmekten kendimi alamıyordum.

 

"Hoş geldin nişanlım," dedim bütün dişil enerjimle. Beni baştan aşağı tekrar süzdü ve gülümsedi. "Hoş buldum müstakbel karım." Bu hitabı çok nadir kullanıyordu ve içimdeki kelebekler çırpınmaktan yoruluyordu. Yanağımı öptükten sonra ellerini yıkamaya giderken ben de hazırladıklarımı masaya taşıdım.

 

"Topukluları çıkarınca boyun kısalmış gibi."

 

"Senden uzun olmayım diye çıkardım."

 

"Nedenmiş?" diye sordu ama aldığı cevapla içtiği su genzine kaçtı.

 

"Öpüşürken parmak uçlarına yükselmek zorunda kalma diye." Ben uzun bir kadındım, tamam ondan uzun değildim ama laf sokup kinaye yapmayacaksak neden nişanlanmıştım. Sakallarını yeni kestiği yüzünü sıvazladıktan sonra yanıma geldi.

 

"Sen gittikçe açık sözlü olmaya başlıyorsun yavrum, ne yapacağım senin bu halini?"

 

"Susturmaya ne dersin?" Bence makul bir öneriydi. Bana baktı, baktı, baktı ve kahkaha attı.

 

"Yemekler soğumasın derim, ağzın hazırladığın güzel yemeklerle meşgul olmalı."

 

"Peki," deyip önünden yürürken bilerek bir takım şovlar sergiliyordum. Gördüğüne emindim ama ağzımı güzel yemeklerimle doldurmakla meşgul olacağım için ilgilenmedim. Verdiği içli nefesi duyarken masaya oturmuştum bile.

 

"Ellerine sağlık çok güzel olmuş. Elin ayrı lezzetli, sen ayrı lezzetlisin," su içip, peçeteyle ağzını silip doyduktan sonra bunu söylemesine burun kıvırırken gülümsedi. Sonra ani bir hareketle sandalyemi kendine doğru çekip bizi bir araya getirdi. "Tatlımı yemekten sonra yemeyi severim, niye o ağzın burnun oynuyor öyle?"

 

"Ben de yemekle birlikte birlikte severim."

 

"Sen daha çok yemekten önce yemeyi seviyorsun gibi geliyor. Ama saatlerce uğraştığın bu yemekler ziyan olurdu senin seçimini yapsaydık. Soğurdu, bir köşede unutulurdu." Saçlarımla oynayıp beni kendine biraz daha yaklaştırırken gözlerine bakıyordum. Ne emeğim ne de yemekler ziyan olsun istememişti tamam, peki şimdi ne istiyordu?

 

Cebinden çıkardığı kırmızı gülü saçlarımın ucunda yavaşça gezdirdi. Ardından yüzüme çıkardı. Yumuşacık gül yaprağı yüzümde gezinirken içimde alevlenmeye hazır hisler çoğalmıştı. Gözlerimde gezindikten sonra sıra dudaklarıma geldi. Yemekten önce eti sütle marine eder gibi, dudaklarımı gülle maine diyordu şu an. Bunu anladığım an araladığım dudaklarımın arasından bir nefes kaçtı dışarıya doğru.

 

Sandalyesini biraz geriye çekip ayrıldıktan bir an sonrasında kucağındaydım. O kadar çevik bir şekilde kavramıştı ki beni ne olduğunu anlayamamıştım. "Yumuşacık dudaklarında gül yapraklarının gezinmesi haksızlık, biraz da benim gezinmem lazım. Ama öncesinde yakası bozulan gömleğinin icabına bakmam gerek. Hatta bu etek biraz dar, rahat edemiyor gibi gözüküyorsun? Söyle Leyla rahatsız mısın bu etekten?" Soluğumu tutmuş onu izlerken cüretkar bakışlarım üzerindeydi.

 

"Rahatsızım," dediğim an gözlerinde oluşan o manayı gördüm ama devamını beklemeliydi. "Bu gömlekten..." Bahsettiğim gömleğin kendi gömleği olduğunu anladığı an artık çok geçti. Çoktan düğmelerini açmaya başlamıştım. Son düğmeye gelene kadar parmak uçlarım tenine sürtünüp inmişti ama çıkarmamıştım. Sınırlarımızı keskin bir şekilde çiziyorduk ve karşılıklı olarak buna saygı duyuyorduk.

 

Dudaklarımız birbirine çok yakındı ama sanki ilk kim pes edip öpecek yarışı yapıyorduk. Elleri siyah ince çorabımın üzerinde gezinirken bacaklarım tüm sıcaklığını hissediyordu. "Çok yakışmış."

 

"Teşekkür ederim."

 

"Rica ederim."

 

Bir hamle sonrası eteğimin yukarı doğru çekilmesi ve sandalyenin tersinde onun kucağında daha rahat bir şekilde oturmamdı. Kedinin fareyle oynadığı gibi birbirimizle oynamamız tenimizi daha da ısıtıyordu.

 

"Leyla'm, artık nikah günü alsak mı? Ben dayanamıyor gibiyim..."

 

"Olur, alalım. Tarihi biliyorsun..."

 

"Siktiğimin tarihi hiç gelmeyecek gibi gözüküyor!"

 

"Müstakbel karının yanında daha edepli konuşmalısın Selçuk."

 

"Konuşmazsam," diye devam edemeden dudağına doğru atılmış ve bir ısırık almıştım. İşte fitili tutuşturan hareket bu olmuş ve birlikte sınırlarımızı koruyarak tutuşmaya devam etmiştik. Yakınlaşmamızın boyutu her seferinde biraz daha arttığı için artık ikimizin de kavuşmaya ihtiyacı vardı ama benim de Türkan Şoray kurallarım vardı. Tenlerimiz birbirine alıştıkça daha da durdurulamaz oluyor ve hislerimiz bir fırtına gibi bizi içine çekiyordu...

Bölüm : 05.12.2024 21:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...