
(35)Ruhun Şifası
Sevmek ve sevilmek içinin türlü türlü dolu olduğu yegane bir duyguydu. Her sevgi farklı olduğu gibi her kişi de bunu farklı gösterirdi. Kimi uyurken üşümesin diye üzerini örterdi sevdiğinin, kimi hasta olmasın diye vitamin doldururdu dolabına, kimi işten çıkarken beş dakikacık da olsa görebilmek için soğukta tir tir titrerdi... Kimi pahalı hediyelerle gösterirdi, kimi manevi hislerle. Hepsi insani özelliklerdi ve biz bir kalıba sığmak zorunda değildik.
Benim sevdiğim adam ise bir mektup ve gül goncasıyla başlamıştı sevgisini hissettirmeye, sonra limonlu kurabiyelere çevirmişti bunu, ardından soğuk hastane duvarına son damlasını bırakana kadar göz yaşı dökerek göstermişti. Son zamanlarda ise her an ve her saniye hissediyordum. Soğuktan çatlayan elleriyle yüzümü sevmek yerine her daim cebinde taşıdığı gül yapraklarıyla ovuyordu yüzümü. Ben ise onun sıcaklığını hiçbir yaprağa değişmezdim.
Aylar geçmiş ve nihayet beklediğimiz o gün gelmişti. Aynada kendimi incelerken duygudan duyguya savrulduğum dışarıdan hiç belli olmuyordu demek. Yoksa annem ikide bir söylenip içsel yolculuğumu bozmazdı.
"Kızım şart mıydı düğün yapmamak, bu da nereden çıktı şimdi?"
"Anneciğim düğün salonunu, akrabaları beslemek yerine yurt dışına tatile gideceğim o parayla diyorum. Selçuk da bu fikrime oldukça sıcak baktı ve evlenen çift biz olduğumuz için bu karar da bize ait haliyle."
Kızlar kuaförde yanımda gelmiş ve ardından hazırlanmak için evlerine koşuşturmuşlardı. Birazdan burada olurlar diye düşünüyordum.
"Aferin sana Leyla, şimdiki aklım olsa ben de böyle yapardım. İnsan gelinlik hevesine girip her şey dayatılan gibi olsun istiyor." Gökçe abla karnı burnunda olduğu için içine sinen bir elbise bulamadığından abim en sonunda onu bir terziye götürüp istediği tarzda bir şey diktirtmişti. Şimdi de elmasını kemirirken beni onaylıyordu.
"Kızım ben oynayamayacak mıyım kızımın düğününde?"
"Anneciğim nikah sonrası ufak bir kutlama yapılıyor belediyede işte. Taktığın takılar geri gelecek korkma. Döndükten sonra da mahallede müzik açıp sabaha kadar oynarız."
"Aynen Reyhan anne, oğlan bizim kız bizim ayol. Akıllılık ediyor üzerine gitme kızın şu özel günde."
Her şeye rağmen duyduğum zurna sesiyle gözlerimi devirdim. Beyaz be harika bir elbisenin içinde tıpkı kuğu gibi gözükmemin şaşkınlığı vardı üzerimde. Gelinlik değildi ama sıradan bir elbise de değildi. Mağazalar arasında gezerken Selçuk'un gözü vitrine takılınca gidip denemiz ve bir daha bırakamamıştım.
"Söylenme her şeye, baban öyle kuru kuru olmaz dedi, düğünümüz olduğu belli olsun."
"Kapı açılmıyor Selçuk abi?"
"Talha ya, ne söyledim ben bu çocuğa?"
Ben söylenirken Gökçe abla arkamda kıkırdıyordu. "Daha sandıkta oturan Tuna'yı görme o zaman."
"Hissedebiliyorum, inan ki..."
"Oğlum benim ben, bana kapıyı aç ona geri kapatırsın!" Betül ve Berfin'in Talha'yı ikna eden yakarışlarından sonra odadan çıktım. Merdivenin başında beni gören babam ise herkesten önce gelip sarıldı. Sonra kaçacaktı biliyordum, her anne baba için çocuğunu yuvardan ayırmak zor gelirdi. Direkt nikah salonuna gidenler dışında bizde olan herkesle sarıldım. Bu bir veda değildi ama herkes öyle olsun diye uğraşıyordu.
Dün kendi aramızda mahallede yaptığımız kına gecesinde de ağlayayım diye uğraşmışlar ancak ağlayamamıştım. "Bu gelin olmamış deyip duvağımı kapattıkları an ise gülmekten gözümden yaş gelmişti. Tam o sırada onlara isteğini vermiş olarak gözüküp huzurla devam ettiler eğlencelerine.
Kapı açıldı ve Selçuk'la göz göze geldiğimiz an zaman durdu. Benim güzel damadım iki dirhem bir çekirdek olmuştu. Damat tıraşının yanı sıra gözlerinde gördüğüm bu duygu ondan gözlerimi alamamama neden oldu. Nihayet kavuşuyorduk, artık evimiz bir kaçamak yeri değil yuvamız olacaktı.
Yanıma gelip elimi tuttuğunda, elbiseyi aldığımız yerden verilen süs çiçeğini elimden aldı ve kendi getirdiği kırmızı gül demetini tutuşturdu. Bizim masalımız bir gülle başlamış ve mutluluğumuz gibi çoğalarak bir demete çıkmıştı. Şimdi de ellerimin arasında olması gereken yegane şeyin bu olduğunu düşündüğü için hazırlayıp getirmişti.
"Nefes kesici gözüküyorsun leylağım." Güllerin arasına saklanmış olan mor leylak şu anda dikkatimi çekmişti. "Benim uğurum sensin, bir tane de ondan olsun dedim, ceketimin iç cebinde de saklı. Bendekini kimse göremez. Seni kalbime sakladığım gibi sakladım onu."
"Selçuk seni öyle çok seviyorum ki... Tüm harfleriyle nasıl yüreğime dokunabilir bir insan bilmiyorum."
"O zaman bunu taçlandırmaya gidelim, oldukça sabırsızım."
***
Nikah salonuna geldiğimizde, birbirimizin gözünün içine bakarak evet dediğimizde kaç farklı şekilde heyecanlanabilirdik bilmiyorum. Ben onun ayağına basarken bile gül yapraklarından yaptığı tacı başıma bırakmakla meşguldü. Onun gibi seven bir adama denk geldiğim için çılgınlar gibi mesuttum.
Mahalledeki tüm gençleri bir araya toplamış, Gülveren mahallesinin güllerini toplatmış ve nikah yolumuza serdirmişti. Ona gidişim yine güllerleydi, ayaklarım altına, hep bu yolu serecek gibi bakmıştı bana. Her yol engelsiz, yumuşacık olacak ve yolumun sonu daima ona çıkacaktı.
"İşte şimdi hayatıma bir ömür hoş geldin Leyla Gökkurt Avcı."
"Hoş buldum Selçuk Avcı, kalbimi nasıl avladığını açıklayan bir soy isme daha sahip oldum."
"Avlayacağım tek şey gönlün değil artık, her bir gülüşünün, manalı bakışının peşinde olacağım."
"Artık ev değil avcıyım yalnız, dikkat et ava giderken avlanma."
Koluna girdiğim elini sıcak avuç içine alırken onay veren bir mırıltı çıkardı. "Ne olur avla artık beni, söz kaçmayacağım," dediğinde kıkırdadım. Daha büyük gülerdim ama herkes bize bakarken yanlış anlaşılırdı. Böylelikle gelin ve damadın dans sırasında ne konuştuğunu anlamış bulunuyorduk.
Gerekli tüm işlemler yapıldıktan sonra mahalleye cümbür cemaat dönerken konvoy yapmayın dememe rağmen kornadan ellerini bir kez olsun çekmediler. Duyarlı bir insan olmak zordu ama anlaşılıyordu ki düğün dernek işlerinde ipler yalnızca senin elinde olmuyordu. Konvoysuz düğüne düğün demeyen mahallem yetmezmiş gibi bu kez de Selçuk'un babası zurnacıyı getirmiş ve sokağa dökülen herkes deli gibi oynamaya başlamıştı.
Kimsenin hatırı kalmasını istemediğimden ve eh, biraz da içimden geldiğinden bende kurtlarımı dökmeye başlamıştım. Selçuk'un içinden çıkan Ankara'lı oyun havasını duyunca durdurulamaz boyuta gelmişti. Herkes gönlünce eğlendikten sonra yuvamıza ve mutluluğumuza uğurlanmıştık.
Kapıyı açtıktan sonra hiçbir adetten geri kalmamak için bir anda kucağında bulmuştum kendimi. Mutluluk çığlıklarım doldurdu evimizin dört köşesini.
"Sen acıktın mı ya? Uyumadan yemek mi yesek acaba?"
"Valla olur, dolapta ne var bir bakalım."
Garip bir çifttik ve kimse sonrasını bu şekilde tahmin etmiyor olabilirdi ama yemek önemliydi. Dolabı açtığımda annemlerin bıraktığı sarmalar, börekler ve tatlıları görünce gözlerim bayram etti. "Allah, Selçuk koş!"
"Ne oldu?"
"Ne olmadı ki..."
Ve böylece gelinlik gibi duran elbisem ve damatlığı üzerinde tüm karizmasıyla duran kocam mutfak masasına oturup tencereden sarma tırtıkladık. İkimiz de okul dönemi bittiği için izinliydik. Tatil dönemi boyunca ara ara gidecektik ama bu nikahımızdan hemen sonra olmayacaktı. Dini nikahımızı zaten aylar önce dayanamayıp kıymıştık Selçuk'la. Bir yerde kaçamaklarımız günah olmasın demiş ve ani bir kararla Allah katında evli oluvermiştik.
Nihayet doyduktan sonra odaya gittim ve saçımdaki elli ikinci tel tokayı çıkarmak için uğraştım. Kollarını başının altına alıp yatakta keyif alarak bu hallerimi izlerken üzülmüş olacak ki kalkıp yardım etti. Ara ara boynuma bıraktığı öpücükleriyle saç açma işlemi daha çekilir kılınıyordu. Sonunda hepsini çıkardıktan sonra saç diplerime elleriyle masaj yapıp rahatlattı.
"Leyla?"
"Hmm?" Mayışmış mırıldanmam kulağına dolunca nefeslenir gibi güldü.
"Bu elbiseyi gördüğüm an aklıma gelen şey neydi biliyor musun?"
"Neydi?"
"Üzerinden çıkarmak..."
Beni konuşturup oyalarken çoktan arkasındaki gizli fermuarı indirmişti. Çünkü cümlesinin bitimiyle birlikte ayak ucuma düşen elbisenin başka bir açıklaması olamazdı. Eh biz de özel iç çamaşırları giyerek bir takım şovlar yaptığımızdan adam bir süre donup kalmıştı.
"Selçuk bu elbiseyi alırken aklıma ilk gelen neydi biliyor musun?" Cevap veremeyecek kadar bana odaklanmışken mırıldanmasını işittim. "Çıkardığın an vereceğin tepkiyi görüp tatmin olmak."
"Tatmin olmak kelimesini biraz açacak olursak Leyla Avcı?" Kendine gelip bir adım üzerime doğru ilerlediğinde geriye kaçtım.
"Ruhun ve bedenin doyumu derdim." Bir adım daha geldi ve yine geriye kaçtım.
"Yani sen diyorsun ki az önce bedenini doyurdum, şimdi de ruhunu doyuracağım."
"Kesinlikle öyle diyorum Selçuk Avcı!" Avını ürkütmemek için geldiği yavaşlıkta bir adım daha attığında kaçacak yerim kalmadığı için gerisin geri yatağa düşmüştüm. Saçlarım çarşafın yüzeyine dağıldığında gördüğü manzara hoşuna gider gibi gülümsedi. Sonra o gülümseme gece boyu tenime bıraktığı tüm izlerle devam etti.
Tırnaklarım kaslı kollarında gezinirken çıkardığı mırıltılar benim ruhumu beslerken, okşadığı tenimin altında hızlanıp atan kalbim de onun ruhunu besledi. Dudaklarımdan dökülen tek şey mırıldanışlar ve onun adıyken asıl doyumu tamamen birleştiğimizde yaşayacağımı bilmiyordum. Bizdik, artık birdik. Sevincimi de, acımı da, çıkardığım tüm sesleri dudakları arasında hapsedip ruhunu bana katmaya devam etmişti.
Her kımıldanışımda yüzüme değen güllerin pürüzsüz yaprakları gibi öpücükleriyle mest oldum. Evimizde geçirdiğimiz ilk gecenin tüm doruklarında birbirimize sarılırken bundan sonraki geceler için hazırlık yapacağımı bilmiyordum. Çünkü birbirine dolanan kollarımız bir daha asla ayrılmayacaktı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 133.23k Okunma |
8.27k Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |