15. Bölüm

15. Cevaplanması Gereken Sorular 2

Maysa Berran
maysaberran

Bittim. İzin günümü size feda ettim ve upuzun bir bölüm yazdım. 😂 Daha erken atacaktım fakat evde işler bitmiyor 🙈 Yine de dakikalar kala yetiştirdim. Keyifli okumalar diliyorum. 🌼❤️

***

Sakin olacaktı, sinirlenmeyecekti ve bu barbar adamın gözlerini oymayı düşünmeyecekti. İlk ikisini yapabilirdi ama son dediğini yapmak kesinlikle çok zordu. Bu adam kendini ne sanıyordu? En azından nezaketen ona nerede kalmak istediğini sorabilirdi. Her şeyi geçti, niye bu adama bu kadar yakın bir odada kalıyordu? Daha akşamı edemeden krizlere gireceği belli olmuştu.

''Bana fikrimi sorduğunu hatırlamıyorum.'' Ahon, alayla karşısında yine minik yumruklarını sıkmış kadına baktı. Bu kadın onu gerçekten eğlendiriyordu.

''Doğru, çünkü sana fikrini sormadım.'' Şifa öfkeyle Ahon'a bir adım attı.

''İşte benden bundan bahsediyorum. Sorman gerekirdi?''

''Öyle mi? Artık çok geç odanı hazırlattım bile.'' Ahon yüzünde ki sinir bozucu gülümsemeyi hiç azaltmadan kadına bakmaya devam etti.

Şifa öfkeden yerinde tepinmemek için kendini zor tutuyordu. Ayrıca bu adama da bu kadar yakın olmak istemiyordu. Çünkü onun kafasını karıştırmasından korkuyordu. İlk başlarda yansıttığı o öfkesi geçince arkasında kalan gerçek kişiliğini yavaş yavaş fark ediyordu. Genelde dik kafalı, alaylı konuşmaları ve sürekli kendisi ile inatlaşması dışında, şefkatini de hissetmişti. Mühürlenme aşamasında, ateş onları sarmaya başladığında korkmuştu ve kaçmaya çalışmıştı. Tam o anda onu nasıl rahatlattığını ve ellerini nasıl tuttuğunu hatırlıyordu. Şifa o anda babasından göremediği şefkate ve annesinden uzun zamandır hissedemediği sevgiye ne kadar aç olduğunu anlamıştı. Eksik olduğu bu hisler uğruna adama kapılmak istemiyordu ve itiraf edemese de kokuyordu. Kendisini düşünmeli ve dikkatli adımlar atmalıydı.

''Neden sana bu kadar yakın bir odada kalmak zorundayım? Devasa olan bu kulede başka oda mı yok?''

''Yok." Ahon'un tek kelimelik tok sesiyle Şifa oflayarak nefesini verdi. Ne demek başka oda yoktu?

Ahon, kadının bu haline içten içten sırıtırken kadının ona bakmadığı bir anda Liya' ya kaşlarıyla işaret verdi. Liya gelen işareti anlayarak sıkıntıyla Şifa'ya döndü. Liderleri kesinlikle kendisi gibi davranmıyordu.

"Şifa, biz de kule de kalıyoruz. Hem senin odan benim odamın hemen üstünde, istediğin zaman yanıma gelebilirsin.'' Liderleri, Şifa'nın o odada kalacağını söylediğinde şok geçirmişti. Orası Lider'in annesinin odasıydı ve oraya şu ana kadar kimse girmemişti. Şimdi ise o odayı Şifa'ya tahsis ediyordu. Anlaşılan Lider düşündüklerinden daha fazla bir şekilde Şifa'ya değer veriyordu. Fakat o zaman neden bu kadar katı davranıyordu? Liya, bakışlarını dikkatle Şifa'ya çevirmiş Ahon'a baktı. Gözlerinde karmaşık ve derin bir ifadeyle bakıyordu. Belki de Ahon nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu.

''Buna da tamam.'' Şifa öfkeyle soludu. Nerede kalacağı sorun değildi, sorun emir verilir gibi yapılmasıydı. Artık esir değildi ve bu adamın hala onu üzerinde hak sahibiymiş gibi konuşmasına katlanamıyordu. Yine de nankörlük yapmayacaktı. En azından kalacak bir yeri vardı. Üstelik Liya'nın dediği gibi onlar da kule de kalıyorsa kendisine özel bir durum da söz konusu değildi. Belki de gerçekten tek boş oda o odaydı. En azından buna inanmak istiyordu. Diğer ihtimal sadece hislerini karmakarışık hale getirirdi.

''Bir daha ki sefere benimle ilgili karar alırken bana sorma nezaketini gösterirsen çok memnun olurum.'' Şifa'nın sözleri her ne kadar nazik olsa da sesi öfkesini hissettiriyordu.

Ahon alayla gülerek hafif bir baş hareketi yaptı. Şifa son kes gözlerini kısarak Ahon'a baktı ve arkasını dönerek yeni odasına doğru Liya ile beraber çıkmak için uzaklaştı.

''Sanki, biraz asi?'' Umur gülerek hala kadının arkasından bakan Ahon'a döndü. Ahon başını iki yana sallayarak,

''Biraz mı?'' diye alayla sordu. Umur kahkahasını serbest bıraktı. Ahon'u bu hallerde göreceği aklına gelmezdi.

''Hoşuna gitmediğini söyleme.'' Ahon, Umur'a kısa bir an bakıp gitmek için arkasını döndü ve son sözlerini sessizce söyledi. Fakat Umur duymuştu ve yüzünde şaşkın bir gülümseme oluşmasına engel olamamıştı.

''Söylemem.''

***

Şifa yeri döven adımlarıyla uzun merdivenleri tek tek çıkıyordu. Bacakları kopma noktasına gelmişti. Bu insanlar her gün bu kadar merdiveni inip çıkıyor muydu gerçekten?

''Bu merdivenler neden bu kadar çok? Nasıl her gün inip çıkıyorsunuz?'' Şifa kısa bir an durup sırtını taş duvarlara verdi. Hem öfkeden hem yorgunluktan nefes nefese kalmıştı.

''Aslında direkt katlara çıkan mekanizmalar var.'' Şifa hızla gözlerini açarak Liya'ya baktı.

''O zaman neden merdivenlerden çıkıyoruz.''

''Sen öyle aklın başından gitmiş bir şekilde merdivenlere yönelince bende peşine takıldım.'' Liya kıkırdayarak kaşlarını çatan Şifa'ya baktı.

''Off, ne kadar kaldı peki?'' Liya, Şifa'nın koluna girerek tekrar merdivenleri çıkmaya başladı.

''Son bir kat kaldı. Bir daha ki sefere sana kısa yolu göstereceğim.'' Şifa somurta somurta merdivenleri çıkmaya devam etti.

''O adam beni deli ediyor. Lideriniz hep bu kadar sinir bozucu mudur?'' Liya omuzlarını silkerek kısa bir an düşündü. Genel olarak Liderleri, ejderha kaybolduktan sonra çekilmez biri haline gelmişti. Ondan önce gayet normaldi.

"Aslında önceden bu kadar sinirli değildi. Ama Kara Ejderha yumurtası kaybolduktan sonra gerçekten çekilmez biri haline geldi. Sürekli öfkeliydi. Ama şimdi-" Sözlerini yarıda kesip imayla Şifa'ya baktı.

"En azından son bir kaç gündür daha sık gülümsüyor ve daha az sinirleniyor." Şifa kaşlarını çatarak,

"Ne demek istiyorsun?" dedi.

"Hiçbir şey." Liya gülerek Şifa'yı görmezden geldi. Çok yakında ne demek istediğini anlardı.

"İşte geldik, burası yeni odan." Liya önlerinde durdukları gümüş renkli kapıyı araladı. Şifa ilk önce Liya'nın içeri girmesini bekledikten sonra kendisi de yavaşça odaya girdi.

Bu oda kesinlikle çok güzel ve ferahtı. Diğer oda gibi kasvetli bir havası yoktu. Duvarları kreme yakın açık bir renkti ve yerlerde yine aynı renkten mermerle döşenmişti. Perdeler yere kadar uzanan sütlü kahve rengindeydi ve eşyalarda bu renkle aynı tonlardaydı. İki pencerenin arasında bir kenarları ahşap işlemeli aynalı masa ve önünde küçük, sırtsız bir sandalye vardı. Masanın hemen karşısında, penceresiz tarafta büyük bir dolap vardı. Aynalı masa ile uyumluydu aynı motifler bunda da vardı. Sanki dalga şekilleri oyulmuştu. Etrafı tarayan gözleri yatağı görünce neredeyse yerinden fırlayacaktı. En az diğer oda da ki kadar büyüktü. Pudra pembesi bir örtüyle üstü örtülmüş ve üstünde tıpkı prenseslerin yataklarında olduğu gibi beyaz tülden bir cibinlik vardı. Yastıkların yumuşaklığı ise durduğu yerden bile belli oluyordu. Çok güzeldi. Yatağın bulunduğu duvarın hemen köşesinde ise bir kapı vardı. Burasının balkona açıldığına emindi ve manzarasını görmek için çıldırıyordu. Hızla kapıya doğru ulaştı ve tahminlerinde yanılmadığını gördü. Balkonda tıpkı oda gibi aynı renkler hakimdi. Balkon duvarlarının hemen karşısına üç geniş koltuk ve küçük ayaklı bir masa koyulmuştu. Şifa bu odanın ona verilmesine inanamıyordu. Hatta iyi ki ilk başta çok fazla karşı çıkmamıştı, yoksa böyle bir odadan mahrum kalabilirdi. Evinin toplam odalarından daha büyüktü! Şifa temiz ve ferah havayı içine çekti, gözlerini de manzaraya dikti.

Diğer oda tüm evleri ve kuleleri görüyordu ama bu oda tamamen yeşil tepeleri ve masmavi gökyüzünü görüyordu. Kesinlikle daha iyiydi. Hatta daha dikkatli bakıldığında tepelerin arasında bir yılan gibi kıvrılarak giden nehri bile görebiliyordu. Şifa geri kalan hayatını burada bu şekilde geçirebilirdi. O barbar adama bunun için teşekkür etmeli miydi? Düşüncesi bile yüzünü buruşturmaya yetmişti. Şimdilik bu konuyu düşünmeyecek ve bu odanın keyfini çıkaracaktı.

''Ee, nasıl? Beğendin mi?'' Liya yüzünde tebessümle etrafı hayran hayran izleyen Şifa'ya baktı. Sorusunun cevabını biliyordu ama yine de duymak istemişti.

''Çok beğendim. Gerçekten teşekkür ederim.'' Liya önemi yokmuş gibi başını salladıktan sonra sinsice sırıttı.

''Lider'e teşekkür edebilirsin. Bu oda onun fikriydi.'' Şifa düşündüğü şeyi Liya'nın da ağzından duyunca ofladı. Haklıydı. Ama bunu erteleyebildiği kadar ertelemek istiyordu. Gerçekten ona çok güzel bir oda vermişti. Kısa bir an düşününce niye ona böyle bir oda vermişti ki? Bu odanın sahibi yok muydu?

''Bu odanın sahibi var mıydı? Yani çok güzel bir oda, bomboş durduğunu düşünmek biraz garip.''

Liya'da aslında Lider'in bu odayı vermesine şaşırmıştı. Hatta şaşırmaktan fazlasıydı. O an bayılmamak için kendini zor tutmuştu. Bu oda Lider'in annesinin odasıydı ve kimse buraya temizlemek dışında girmemişti. Hatta en önemli ziyaretçiler geldiğinde bile kapısı açılmamıştı ve şimdi öylece Şifa'ya veriyordu.

''Aslında burası-''

''Burası gerçekten boş bir odaydı. Kullanmak için bir neden yoktu. Ama artık senin.'' Kızların ikisi irkilerek odaya giren Umur'a baktı. O ne zaman gelmişti? Liya kaşlarını çatarak Umur'a baktı. Neden onun sözünü kesmişti? Her şeyden önce neden yalan söylemişti?

''Öyle mi?'' Liya imayla Umur'a baktı. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Umur boğazını temizleyerek,

''Öyle.'' dedi. Liya ile Umur birbirine dik dik bakarken, Şifa'da bu garip ikiliyi izliyordu. Orta da yanlış bir şeyler vardı. Şifa bir süre şüpheyle onları izledikten sonra Umur ona doğru döndü.

''Nasılsın? Beğendin mi odanı?'' Umur'un oldukça samimi çıkan sesine Şifa'da hafifçe gülümsedi.

''Teşekkür ederim iyiyim ve çok beğendim.''

''Buna sevindim. Artık sende aileden sayılırsın.'' Şifa'nın yüzündeki gülümseme duydukları ile donarken 'Aile' diye fısıldadı. Aile kavramını yıllar önce unutmuştu. Onun için tek aile Oniks'di. Ama şimdi ona başka aileden bahsediyorlardı. Her şeyin bu kadar hızlı ilerlemesi bir tek Şifa'ya mı garip geliyordu? Diğerleri onu çoktan benimsemiş gibiydi. Ona en güzel odalardan birini vermişlerdi ve kimse bunu garipsememişti. Kendisi insanlardan sürekli uzak durmuştu. Bu yüzden mi garipsiyordu? Bir ailesi olabilir miydi? Bu sürekli istediği ama korktuğu için düşünemediği bir kavramdı. Bu insanlar onun ailesi olabilir miydi? Her şeyden önce aile neydi ki? Birbirini karşılıksız seven ve kan bağıyla kurulan bir birlik değil miydi? Peki kan bağı olmadan aile olunamaz mıydı? Bu insanların birbirini nasıl koruduğunu görmüştü. Buraya ilk geldiğinde, zindanda Oniks'in yanında ve daha sonra da defalarca, hep beraberlerdi. Barbar dediği o adam bile, belli etmese de onlara değer veriyordu. Onları ilk zindana attığında gerçekten korkmuştu. Ama orada onları daha fazla tutmamış, sanki tatsız bir şaka yapmış gibiydi ve ona yardım eden Liya olmasına rağmen özellikle ona bir şey yapmamıştı. Birbirlerini koruyor ve seviyorlardı. Aile böyle bir şey miydi? Bu kavram ona yabancı geliyordu. Ama sıcaklığını hissedebiliyordu. Şifa da artık bir ailesi olmasını istiyordu. Kan bağı olmamasının bir anlamı yoktu. Bu insanlara güvenecekti ve sevecekti. Bunu he Oniks için hem kendi için yapacaktı. Oniks burada özgür ve mutluydu. Kendisi de öyle olacaktı. Çünkü başka şansı yoktu.

Şifa daldığı düşüncelerden kurtulduğunda ortamı gerdiğinin farkına vardı. Bu durumu düzeltmek bilinciyle yavaşça gülümsedi.

''Bu durumda sen ağabeyim mi oluyorsun?'' Şakayla karışık sorduğu soruyla da kıkırdadı. Hemen ardından da onu Liya takip etti.

''Olabilirim. Genelde bu görevi bu takım da ben üstleniyorum.'' Umur'da rahatlayarak gülümsedi. Bu kızı sevmişti. Yaşı küçük olmasına rağmen olgun bir havası vardı. Ama ne kadar olgun olursa olsun o çocuksu hareketleri kendini belli ediyordu. Özellikle Ahon'la inatlaştığı zamanlar, ele avuca sığmayan kızlara benziyordu.

''Liya bu durumda sen kız kardeşim oluyorsun.'' Şifa gülerek Liya'ya baktı. Fakat az önce gülen kızın yüzünde ki gülümseme tıpkı kendisinin ki gibi dondu kaldı. Şifa yanlış bir şey söylediği korkusuyla Umur'a bakınca, onun da gözlerinde hüzünle Liya'yı izlediğini gördü.

Liya, Şifa'nın sözlerinden sonra kendini toparlamak için büyük bir çaba sarf etti. Yüzünde kaybolan gülümseme acıyla tekrar var olunca,

''Bunu çok isterim.'' dedi. Hemen ardından ise arkasını dönerek dolaba doğru ilerledi.

''Yanında kıyafetlerin olmadığını düşünüyorum. Ama sorun yapma ben sana kıyafet getireceğim.'' Şifa bir arkası onlara dönük boş kıyafet dolabın içine bakan Liya'ya kafası karışık bir şekilde baktı. Hemen ardında dönüp Umur'a bakınca, Umur başını hüzünle iki yana sallayarak tekrar Liya'ya baktı.

''İstersen sen biraz dinlen Şifa, yemek hazır olunca sana haber veririz.'' Umur bakışlarını Liya'dan çekmeden konuşmasıyla Şifa'da başını salladı. Fakat son anda aklına gelenle tekrar hızla Umur'a baktı.

''Oniks'e burada olduğumu söylemedim. Beni görmezse merak edecektir. Önce onu görmeliyim.'' Liya arkasını dönüp sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi ona gülümsedi.

''Merak etme, ben ona söylerim. İçin rahat olsun.''

''Tamam o zaman, teşekkür ederim.''

''Önemli değil. Biz gidelim artık sende dinlen.'' Liya son kes Şifa'ya gülümseyerek hızla odadan çıktı. Umur da başıyla selam verdikten sonra Liya'nın peşinden hareket etti.

Şifa az önce olanlara pek anlam veremese de daha sonra öğrenebileceğini düşünerek kendini yumuşak yatağa attı. Hissettiği rahatlamayla ağzından zevk dolu kısa bir inleme çıktı. Yorulduğunu yeni fark ediyordu. Bu mühürlenme onu gerçekten yormuştu. Kısa bir dinlenmeden kimseye zarar gelmezdi. Akşam olmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Sonunda cevaplarını bulacaktı.

Aklında soracağı sorular, yeni hayatın verdiği heyecanla gözleri yavaşça kapandı ve kendini uykunun rahat kollarına bıraktı.

***

Umur, önde omuzları düşmüş bir şekilde ilerleyen Liya'ya içi kanayarak baktı. Onu mutlu etmek istiyordu. Yıllar önce herkese dağıttığı o gülümsemeleri tekrar görmek istiyordu.

Biraz tereddüt biraz heyecanla Liya'ya uzandı. Kolunu tutarak ona bakmaya çalıştı.

''Liya ken-'' Umur, Liya'nın gözlerinden düşen damlaları görünce kelimeler boğazına takıldı. Aldığı nefes artık ciğerlerini yakıyordu.

''Liya ağlama.'' Liya sanki ona işaret verilmiş gibi daha çok ağlamaya başladı. Umur ne yapacağını bilmiyordu. Aklına gelen ani bir kararla Liya'ya sarıldı. Onu teselli edecek söz bulamıyordu. Bu yüzden yaptığı tek şey Liya'nın saçlarını okşamak oldu.

''Onu çok özlüyorum Umur.'' Umur duyduğu acı ve titrek sesle Liya'ya daha çok sarıldı.

''Biliyorum. Ama eğer ağladığını görseydi çok üzülürdü.'' Liya onu saran Umur'un göğsüne başını daha çok yaslayarak mırıldandı.

''Üzülürdü ama elimde değil.'' Başını yavaşça kaldırarak yaşlarla parlayan yeşil gözlerini Umur'a dikti. Kızarmış gözlerinin içinde gözbebekleri bir zümrüt gibi parlıyordu. Yanakları da tıpkı gözleri gibi kızarmıştı. Umur'un gözleri Liya'nın minyon yüz hatlarında gezindi. Bu kadın içini titretecek kadar güzeldi. Elinin altında ki yumuşak, uzun, kumral saçları hissettirmeden okşadı.

''Umur, bu acı geçecek mi?'' Liya'nın gözleri tekrar doldu. Bir damla kendini özgür bıraktığını sanırken Umur'un parmak uçlarına hapsoldu. Umur elinde olsa Liya'nın gözlerinden akan her damlayı saklardı. Onun ağlamsını, gözlerinin acı ile dolmasını istemiyordu. Ama yalan söyleyip onu kandırmayacaktı.

''Geçmeyecek Liya ama alışacaksın.'' Liya derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.

''Ne zaman alışacağım? İki yıl oldu Umur.'' Kapattığı gözlerini açıp karşısında duran mavi gözlere dikti. Sonra da tüm yüzünü izledi. Gözleri önce alnından sol kaşına kadar inen çapraz yaraya baktı. Bu yaranın nasıl olduğunu çok net hatırlıyordu. Çenesine kadar uzanan kumral saçları dağılmıştı. Sivri çenesini ve hafif içeri çökmüş yanaklarını saran sakalları uzamıştı. Tekrar Umur'un mavi, derin gözlerine baktı ve,

''Alışacak mıyım?'' diye fısıldadı. Umur gözlerini bir an bile kırpmak istemiyordu. Liya ile bu şekilde, bedenleri birbirine sarılı gözleri kenetlenmiş bir şekilde kalmak istiyordu. Fakat dikkatini toplamalı ve cevap vermeliydi.

''Alışacaksın.'' Umur derin bir nefes alıp devam etti.

''Ben sana yardım edebilirim.'' Liya kaşlarını yavaşça çatıp,

''Nasıl?'' dedi. Ona nasıl yardım edecekti? Liya öylece bunu düşünürken Umur yüzünü yavaşça ona yaklaştırmaya başladı. Liya'nın kalbi hızlanırken aralarında ki mesafe gittikçe azalıyordu. Umur bir yandan ters bir tepkiyle karşılanmamanın verdiği heyecanla Liya'ya yaklaşıyor diğer yandan da fısıldıyordu.

''Bana bir şans verirsen eğer beni geri çevirmezsen, ben sen-'' Liya, Umur'un sözleri ile hızla irkilerek kendine geldi ve elini Umur'un dudaklarına kapattı.

''Lütfen, lütfen devam etme Umur.'' Umur karşılaştığı tepkiyle gözlerini sıkıca kapattı. Bunu bekliyordu ama bu kadar acıtacağını beklemiyordu.

Liya ellerini yavaşça çekerek kendini Umur'dan uzaklaştırmaya çalıştı. Fakat Umur ona o kadar sıkı sarılmıştı ki ilk seferde bırakmadı. Liya tekrar denediğinde Umur yüzünü buruşturarak ellerini Liya'dan çekti ve iki yanında yumruk haline getirdi.

''Özür dilerim.'' Umur hızla gözlerini açtı. Mavi gözleri acı ve öfkeyle koyulaşmış, tüm bedeni gerilmişti.

''Neden özür diliyorsun?'' Sert sesi Liya'ya ulaştığında irkilerek Umur'a baktı.

''Ben yapamam, seni kırmak istemiyorum.'' Umur hayal kırıklığının getirdiği öfkeyle Liya'ya bir adım attı.

''Neden? Çok kötü bir insan mıyım? Sana hitap edecek kadar yakışıklı değil miyim? Sana yaklaşmak için verdiğim her çabayı geri çevirdin. Bana bir şansı çok mu görüyorsun?'' Liya acıyla yutkunarak başını iki yana salladı.

''Hayır, sen mükemmel birisisin.'' Umur acıyla inledi.

''O zaman neden? Hiç mi sevmiyorsun beni?'' Umur buna inanmıyordu. Liya'nın, her ne kadar kendisi kadar olmasa da ona bir şeyler hissettiğini biliyordu. En azından gözlerinde bunu görüyordu. Ama neden ondan uzak duruyordu? Neden ona karşılık vermiyordu?

''Seviyorum.'' Liya'nın fısıltısıyla Umur'un omuzları yenilgiyle düştü.

''O zaman neden?''

Liya bu duruma nasıl geldiklerini anlamıyordu. Neden birden böyle olmuştu? Umur'u seviyordu. Ama bunu yapamazdı. Söz vermişti. Kendine söz vermişti. İki dağ bir araya gelirdi ama Umur'la bir araya gelemezdi. Çünkü onların arasında yenilmesi zor, ulaşılması imkansız bir engel vardı.

''Yapamam Umur, sadece bunu bil.'' Liya tekrar yaşlarla dolan gözlerini Umur'un kızarmış gözlerine dikti.

''Özür dilerim.'' Başka hiçbir şey demeden arkasını döndü ve aynı anda yaşlarını serbest bıraktı. bu sefer bu yaşları tek başına silecekti. Hızla uzaklaşırken arkasında nasıl bir enkaz bıraktığının farkında değildi.

***

Rüzgarda sallanan yaprakların sesi, yemyeşil çimenlerin verdiği o serinlik ve hayal ettiği güzel kadınlar, her şey mükemmeldi. Ta ki sert bir cisim tarafından dürtülene kadar. İrkilerek gözlerini açtığında hemen yüzünün karşısında ona dik dik bakan gri gözlerle, hakim olamadığı bir çığlığı serbest bıraktı. Kendini refleksle geriye atıp elini kılıcına götürdüğünde son anda, karabasan gibi üstüne çöken kişinin Ahon olduğunu fark etti.

''Ahon! Delirdin mi sen?'' Ahon sırıtarak kokudan rengi kaçmış Sahn'a baktı. Hala eli kılıcında, yarı oturur şekilde yerdeydi. Nefesini toparlamaya çalışıyordu. Ahon daha çok sırıtarak elini Sahn'a uzattı.

''Sızlanma da kalk.'' Sahn, Ahon'un eline ters ters bakıp homurdanarak ayağa kalktı. Kaşlarını çatarak etrafa baktı. Güneş neredeyse batmak üzereydi. Aslında amacı kısa bir an sessizlik içinde kestirmekti. Ama anlaşılan bayağı uyumuştu. Çünkü uzandığında güneş daha tepedeydi.

''Ne oldu? Ayrıca uyuyan bir insan böyle mi uyandırılır?'' Ahon tek kaşını kaldırarak,

''Beş dakikadır sana sesleniyorum. Uyanman için seni uçurumdan aşağı atmadığıma minnettar ol.'' dedi. Sahn yüzünü buruşturarak Ahon'a baktı.

''Sayende düzgün uyuyamadığımızdan böyle oluyor işte.''

''Sana burçlarda iki gün nöbet veririm. İşte o zaman görürsün uykuyu.'' Ahon gözlerini kısarak Sahn'a baktıktan sonra arkasını döndü ve baş hareketiyle onu takip etmesini söyledi.

Sahn homurdan homurdana ilerlerken,

''Bunlar hep Lider havası.'' diye söylendi.

''Duydum seni.'' Ahon'un arkasını dönmeden konuşmasıyla Sahn tekrar yüzünü buruşturarak Ahon'un sözlerini tekrarladı. Ahon omzunun üstünden Sahn'a ters bir bakış attıktan sonra tekrar ilerlemeye başladı.

''Lider sen bu kadar korkunç gözükmeyi nasıl becerebiliyorsun?'' Ahon kaşlarını çatarak, hemen yanında yürümeye başlayan Sahn'a baktı.

''Ne demek korkunç?'' Sahn içten içten sırıtırken elde ettiği kozları kullanmaya karar verdi.

''Bizim için sorun değil. Sonuçta biz seni tanıyoruz. Ama hiç tanımayan, seni ilk defa gören birisi yanına yaklaşmaya çekinir.'' Ahon'un hızlı giden adımları yavaşladı.

''Bunun neresi kötü?'' Ahon her ne kadar ilgilenmiyormuş gibi gözükse de Sahn böyle olmadığının farkındaydı.

''Haklısın Lider, bende ki de laf işte. Sonuçta kimsenin sana yaklaşmasını istemiyorsun değil mi?'' Ahon durup öfkeyle Sahn'a baktı.

''Ne demek istiyorsun? Açık konuş. Sinirlendirme beni.'' Sahn aslında Ahon'a çoktan sinirlendiğini söyleyecek olsa da vazgeçti ve kaldığı yerden devam etti.

''Şifa'yı söylüyorum. Bu şekilde olursan kadın sana hayatta yaklaşmaz.''

''Şu konuyu açma!'' Sahn, Ahon'un sert sesinden hiç etkilenmeden devam etti.

''Bence biraz daha ılımlı olmalısın. Bak yüzün kırış kırış. Bu şekilde kız bir sorunu da olsa sana gelemez ki. Sanki her an bağıracak gibi duruyorsun.''

''Bunu kavrayabilmen çok iyi oldu.'' Ahon çenesini sıkarak konuşmasıyla Sahn bir adım geri çekildi. Ahon derin bir nefes alarak tekrar yürümeye başladığında sert yüz hatlarını hareket ettirmeye çalıştı. 'Daha ılımlı.' Kendi kendine söyledikleri ile yüzünü yumuşatmaya çalıştı. Ama ne kadar başarılı oldu bilemiyordu. Bir kaç denemden sonra yüzü hala gergin kalmaya devam ettiğinde,

''Sikerim böyle işi.'' diyerek bir küfür savurdu. Sahn, Ahon'un girdiği çabaya kahkaha atmamak için kendini zor tutarken son bir oyun oynamaya karar verdi.

''Lider bir de-''

''Ne var lan yine?'' Daha Sahn sözlerini bitiremeden Ahon'un kükremesi ile irkildi. Sahn boğazını temizleyerek,

''Sadece tipiniz ile ilgili bir şey söyleyecektim.'' dedi. Artık kahkaha atmamak Sahn için çok zordu.

''Senin tipini sikeyim'' Ahon aslında kendine sövmeliydi, bu şerefsizden başka adam mı yoktu da onun yanına gelmişti.

''Yok onu demeyecektim Lider.'' Ahon'un gözleri öfkeyle açıldığında Sahn hızla konuşmaya girdi.

''Saçınız, sakalınız birbirine girmiş Lider. Kıyafetleriniz ise serseri çocuklar gibi. Biraz kendinize bakmalısınız. Sonuçta Lider'siniz ve öyle görünmelisiniz. Kadınlar temiz ve bakımlı erkeklere asla hayır diyemez.'' Sahn'ın sözleri ile Ahon üstüne baktı. Kıyafetleri kırış kırıştı. Gerçekten bu aralar salmıştı. Özellikle son zamanlarda. Çok mu kötü duruyordu? Düşündüğü şeyler ile durdu. Bir kadın için bakım mı yapacaktı? Peki şu anda ne yapıyordu? Sahn'ı almasının sebebi de o küçük kadın değil miydi? Ayarları iyice bozuluyordu ve hepsi şu pislik adam yüzündendi. Ahon öfkeyle nefes aldıktan sonra Sahn'ın kolunu tuttuğu gibi öne doğru savurdu.

''Düş lan önüme, tek kelime de etme.'' Sahn sırıtarak ilerlemeye başladığında görevini fazlasıyla yerine getirdiğine emindi. Ahon kıvama geliyordu ve bunu izlemek oldukça zevkliydi.

Bir süre yürüdükten sonra çoğu gece toplandıkları kulenin yakınlarında ki etrafı açık çadırlara geldiler. Ortaya büyük, yuvarlak, alçak bir masa koyulmuştu etrafında da taşları oyarak yapılan oturaklar vardı. Yemek masası ile yer masası arasında bir şey olmuştu. Masa yere yakın oturan insanların belini geçmeyecek şekildeydi.

''Bana masayı göstermek için uyandırmadın herhalde.'' Sahn dikkatle Ahon'a baktı. Bu adam ne planlıyordu? Ahon bir eli belinde diğeri başında gergin bir şekilde masaya bakıyordu. Sahn'ın yol boyunca söylediklerine sert tepki vermişti ama şimdi yapacağı hamle kesinlikle yaptığı tüm hareketleri boşa çıkaracaktı. Üstelik bu adamın ağzından da kurtulamayacaktı. Ama yapacak başka bir şeyi yoktu. Kendisine hakim olamıyordu ve sürekli o kadını düşünürken kendisini buluyordu. Kendisine itiraf etmesi çok zordu ama o kadını istiyordu ve bu şekilde savaşması gerekiyorsa savaşacaktı. Adil olmadığını biliyordu ama sonuçta savaşta her şey mubah sayılırdı, öyle değil mi?

''Lider, sana diyorum.'' Ahon boğazını temizleyerek Sahn'a hiç bakmadan anlatmaya başladı. Bu yapacağı bir çok hamlenin sadece başlangıcıydı.

Ahon'un anlattıkları Sahn'ın yüzünde serseri bir gülümseme oluşturdu. Demek küçük bir kadın, dev gibi adamı bu hale getirebiliyordu.

***

Şifa kulağına dolan hafif seslerle gözlerini kırpıştırarak açtı. Ne zaman uyuduğunu hatırlamıyordu ama çok iyi gelmişti. Kendisini yenilenmiş gibi hissediyordu. Gözleri cama kayınca güneşin neredeyse battığını gördü. Gökyüzü kırmızının her tonuna bürünmüştü. Bakışlarını batmakta olan güneşten çekip hemen yatağın kenarına oturmuş Liya'ya çevirdi.

''İyi uyudun mu?'' Şifa mırıldanarak yataktan doğruldu.

''Çok güzel uyudum.''

''Sevindim. O zaman hadi kalk bakalım hazırlanıp yemeğe inelim.'' Şifa heyecanla ayağa kalktı.

''Vakit geldi mi?'' Sonunda sorularını sorabilecekti. Liya kıkırdayarak Şifa'yı dolabın önüne kadar getirdi.

''Evet, hazırlandıktan sonra inebiliriz.'' Liya, Şifa'nın bir şey demesine müsaade etmeden dolabın kapaklarını açtı. Şifa şaşkınlıkla dolaba baktı. Bu dolap en son baktığında boştu ama şimdi neredeyse yarısı dolmuştu.

''Bu kıyafetler nereden geldi?'' Şifa, yeşil, etekleri dantel işlemeli zarif bir elbiseyi eline aldı.

''Ben getirdim.'' Liya dikkatle Şifa'nın tuttuğu elbiseye baktı. Gözleri tekrar hüzünle boyanmıştı.

''Sen mi? Ama bu elbiselerin karşılığını sana nasıl vereceğim?'' Liya gözlerine ulaşmayan bir tebessümle Şifa'ya baktı.

''Aslında bu elbiseleri almadım. Onlar zaten vardı.'' Şifa yüzünde karışık bir ifadeyle bir elbiseler bir Liya'ya baktı. Nasıl almamıştı? Ama hepsi yeni gibi duruyordu. Liya derin bir nefes alıp dolaba yaklaştı ve Şifa'nın bıraktığı yeşil elbiseyi eline aldı.

''Bu elbiseler kardeşimindi.'' Şifa şaşkınlıkla gözleri açılmıştı.

''Senin kardeşin mi var?'' Liya , Şifa'nın sorusuyla acı içinde yutkundu.

''Vardı, iki yıl önce öldü.'' Liya'nın acı ile kasılan yüzüne bakan Şifa, ne diyeceğini bilememişti. Böyle bir durumda ne diyilebilirdi ki.

''Ben çok üzüldüm. Bu elbiseleri bana vermek zorunda değilsin. Bunları kabul edemem.'' Liya hızla başını kaldırarak Şifa'ya baktı.

''Hayır, böyle düşünme. Ben bunları sana vermek istediğim için veriyorum.'' Liya elinde tuttuğu yeşil elbiseyi Şifa'ya uzattı.

''Bu elbise en son aldığı elbiseydi. Giymeye fırsatı olmadı. Bence sana çok yakışacaktır.'' Şifa ona uzatılan elbiseye bakakaldı. Sonra da başını iki yana sallayarak,

''Ben bu elbiseyi giyemem.'' dedi. Elbise çok güzeldi ama şimdi onu nasıl giyebilirdi.

''Lütfen, bu beni mutlu edecek. Giymeni istiyorum.'' Şifa, Liya'nın samimi sesine inanarak elbiseye uzandı. Liya arkasını döndüğünde Şifa yavaşça elbiseyi giydi. Elbisenin dokusu gerçekten çok güzeldi. Ne çok kalın ne çok ince olan hafif bir kumaştan yapılmıştı, eteklerinde olan işlemler kollarında da vardı. Ayrıca kollarının bilek kısımları dardı ve minik, yeşil renkli düğmelerle süslenmişti. Beline kadar vücudunu sardıktan sonra aşağıya dökümlü olarak iniyordu. Çok hafif de göğüs dekoltesi vardı. Hayatında ilk defa böyle bir elbise giyiyordu ve kendisini garip hissetmişti. Hala arkası dönük Liya'ya baktı ve yavaşça boğazını temizledi.

''Sırtını kapatamadım.'' Liya arkasını dönerek Şifa'ya baştan aşağı süzdü.

''Tahmin ettiğimden daha çok yakıştı.'' Liya, Şifa'ya doğru yürüyerek arkasına geçti ve elbisenin iplerini bağlamaya başladı.

''Teşekkür ederim.'' Şifa yanaklarının kızardığını hissediyordu. Liya ipleri bağlamaya devam ederken içinde günlerce tuttuğu kelimeleri serbest bıraktı.

''Kardeşim Miya'ya çok benziyorsun.'' Şifa'nın nefesi boğazında takılırken kaskatı kesildi.

''Ben mi?'' Liya son ipi bağlayıp güzel bir düğüm atarken,

''Evet, sen.'' dedi ve Şifa'nın önüne geçerek elini tuttu.

''Bunları benim için söylemek çok zor.'' Liya derin bir nefes alarak devam etti.

''Kardeşim öldüğünde buna inanmak istememiştim. O ailemden geriye kalan tek kişiydi ve ben onu koruyamadım. Bu acı o kadar tarifsiz ki anlatmak çok zor. Kabulenmemek ise daha zor. Bazen delireceğimi düşünürdüm. Bu yüzden tanıştığım herkes de Miya'yı görmeye başladım. Hep ona benzettim. Böylece sanki hiç ölmemiş gibi oluyordu ve o acı sanki biraz da olsa geçiyordu. Ama yaptığım bu şey kendimi kandırmaktan başka bir şey değildi. Fakat seni ilk gördüğümde gerçekten karşımda Miya varmış gibiydi. Sanki hiç ölmemişti. Uzun bir yolculuğa çıkmış ve geri gelmişti. Özellikle gözlerin ona o kadar çok benziyor ki. Renk değiştiren ela gözler. Buralarda çok nadirdir. Sana yardım etmemin en büyük sebeplerinden biri buydu. Kardeşime benziyor oluşun. Kendimi yine kandırdığımı biliyorum Şifa ama elimde değil. Eğer onun varlığını yaşatamazsam ben de yaşayamam. Beni anlıyorsun değil mi?'' Liya'nın ayrıntıya girmeden anlattığı hikayesi Şifa'nın gözlerini doldurmuştu. Artık o da o acıyı yaşıyordu. Ona neden yardım ettiğinin hiçbir önemi yoktu. Böyle bir hikaye beklemiyordu. Liya oldukça dertsiz ve tasasız birisi gibi duruyordu. Ama en çok öyle duran insanların derdi olmaz mıydı? Liya'nın ellerini daha sıkı tutarak,

''Anlıyorum.'' dedi ve hemen arkasından gözlerinde parlayan yaşlarla gülümseyerek devam etti.

''Çoktan kız kardeşim olacağını zaten söylemiştin. Öyle değil mi?'' Şifa'nın sabah olan konuşmayı hatırlatmasıyla Liya'da hüzünle gülümsedi.

''Öyleyim ve sen istediğin sürece öyle kalacağım.'' Şifa her zaman bir kardeş özlemi çekmişti. Eğer kardeşi olsaydı bu kadar yalnız olmayacağını düşünürdü. Fakat şimdi yıllar sonra hiç beklemediği bir yer ve zamanda kız kardeşe sahip olmuştu. Gözünden akan bir damla yaş ile Liya'ya sarıldı ve yıllarca sürecek bir bağı tamamlamış oldu. Sonuçta her bağın bir mühre ihtiyacı olmazdı. Onların arasında ki bağda saf sevgi ve güvenle oluşmuştu.

***

Şifa heyecanla arkasına bakıyordu. Bu nasıl bir icattı. Dakikalarca çıktıkları kuleden saniyeler içinde inmişlerdi.

''Bu harikaydı. Peki nasıl mümkün olabiliyor?'' Liya, Şifa'nın çocuksu heyecanına gülümseyerek anlatmaya başladı.

''Onun ismi 'Kanatsız' ve sadece bu kulede görebilirsin. Her ejderha uçamaz bazıları toprağın içinde yaşar. İşte bunun sırrı da burada. Kulenin en alt katında toprak ve taşların olduğu bir kısım var. Burası bu ejderhalara özel olarak yapılan bir yuva. Bu ejderhalar uçamadıklarından açık hedef halindeler. Bu yüzden onları koruyabileceğimiz tek yer bu yuvalar oluyor. Kanatsıza bindiğimiz anda yan tarafta duran demire vurduğumu fark etmişsindir. O demir yuvalara kadar uzanıyor. Ben demire vurduğum anda yuvadaki ejderhalar sinyali alıyor ve aşağıda çarklarla yapılan sistemi hareket ettiriyorlar böylece kanatsız hareket ediyor. Sağ tarafta ki zincire vurulduğunda yukarı, sol taraftakine vurulduğunda ise aşağı iniyor.'' Şifa duydukları ile daha çok şaşırmıştı. Kanatsız ejderhalar mı vardı?

''Peki hiç yorulmuyorlar mı? Yani sanki bu şekil-''

''Kullanılıyor gibi mi duruyorlar?'' Liya, Şifa'nın söylemeye çalıştığını tek seferde dile getirince Şifa gözlerini kaçırarak başını salladı.

''Dediğim gibi onlar açık hedefler ve biz onları koruyoruz. Onların her türlü ihtiyaçlarını karşılıyoruz ve bu iş onlar için çocuk oyuncağı. Yattıkları yerden bile yapabilecekleri bir hareket. Ayrıca ejderha ruhu taşıyan herhangi bir varlığa zorla bir şey yaptıramazsın. Bu yaptıkları işte onların minnet göstergesi.'' Şifa içi rahatlayarak başını salladı ve mutlaka o yuvalara bakmayı aklına not etti. Çok merak etmişti, kanatsız ejderhaları.

Masaya yaklaşmadan önce hemen ilerde duran ağaçların oraya baktı. Oniks, Zuria ve diğer ejderhalar hep beraber yemek yiyorlardı. Aşağıya inmeden önce Oniks'e yeni odalarını göstermişti ve tıpkı kendisi gibi o da çok beğenmişti. Hatta bir süre yatakta yuvarlanmıştı. Her ne kadar yine peşine takılmak istese de Şifa zorla onu diğer ejderhaların yanına göndermişti. Buraya alışması için önce diğer ejderhalarla yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu. Bu konuda da Zuria oldukça iyi gidiyordu. Şifa, Oniks'in iyi olduğunu gördükten sonra başını çevirecekti ki Oniks'de başını çevirip ona baktı. Oniks kuyruğunu gözlerinde parıltıyla salladı. Şifa da gülümseyerek ona havadan bir öpücük gönderdi. Oniks gördüğü ilgiyle başını havaya kaldırarak neşe dolu bir ses çıkardı. Şifa, Oniks'e el sallayarak masaya doğru ilerlemeye devam etti.

''Sonunda gelebildiniz. Vay! Bu bizim tepede bulduğumuz kız mı?'' Sahn'ın söyledikleri ile Şifa yanakları kızararak ona baktı.

''İltifat mı ediyorsun?'' Sahn göz kırparak gülümsedi.

''Becerebildim mi?'' Şifa da gülümseyerek başını salladı.

''Fena değildi.'' Sahn yavaşça ayağa kalkarak yanını işaret etti.

''Oturmaz mısınız hanımefendi?'' Şifa kıkırdayarak Sahn'ın işaret ettiği yere oturmadan önce masa da sessizce oturan Khan ve Umur'a başıyla selam verdi. İkili selamını aynı sessizlikle aldığında Şifa bir gariplik olduğunu anladı. Sabah ki adamlardan eser yoktu. Sanki zorlu bir savaştan mağlubiyette ayrılmış gibiydiler. Şifa çok üstünde durmadan yerine yerleşti. Sahn sağ tarafına oturduğunda Liya da hemen soluna oturdu. Sahn'ın yanında Khan vardı. Liya ve Umur ise aralarında bir tane taştan oturak kalacak şekilde yerleşmişti. Masa yuvarlak olduğundan hem karşılıklı hem yan yana bir oturma düzeni oluşmuştu. Şifa'ların hemen arkasından gelen Dora'da selam verdikten sonra kısaca boş yerlere göz gezdirdi ve Umur'un yanına oturdu. Böylece Khan ve Dora arasında da bir oturak boş kalmıştı.

''Hayırdır gençler size de benim gibi karabasan mı çöktü?'' Khan ve Umur ters ters Sahn'a baktı.

''Ne saçmalıyorsun yine?'' Khan ona hiç bakmayan Dora'ya kısa bir bakış attıktan sonra sıkıntıyla Sahn'a döndü.

''Diyorum ki, şu yüzünüzü şu hale karabasan mı getirdi? Yoksa daha tanıdık birileri mi?'' Khan oflayarak sadece tabak, kaşık ve çatalların bulunduğu masaya baktı. Sahn'la uğraşamayacaktı.

''İtlik yapma, kes sesini.'' Umur başını hiç kaldırmadan sert bir sesle konuştu. Şifa ise bu gergin ortam da nasıl nefes alacağını düşünüyordu.

''Bunları birileri yakmış. Sönmek yerine küle dönmeyi bekliyorlar.'' Şifa, Sahn'ın ona yaklaşıp kulağına fısıldamasıyla irkilerek ona baktı. Anladığı tek şey bu adamların canını biri sıkmıştı ama kim? Sahn biliyor gibi duruyordu ama durup dururken de soramazdı. Şifa bu sessizliğin ne kadar süreceğini düşünürken elinde sopasıyla Şifacı Ak göründü. Herkes onun gelmesiyle toparlanıp ayağa kalkmaya çalıştıklarında, Şifa da şaşkınlıkla onlara ayak uydurmaya çalıştı. Fakat Şifacı Ak,

''Oturun çocuklar, daha o kadar yaşlanmadım.'' diyerek güldü. Şifacı Ak, Dora ve Khan'ın tam ortasında kalan boş tabureye yavaşça oturdu.

''Eee, Ahon nerede?'' Şifa duyduğu isimle kalbinin hızlanmasına engel olamadı. Saatlerdir düşünmeyi reddettiği adamın birden ismini duyması bedeninde ters tepki yapmıştı.

''Buradayım.'' Herkes duyduğu sert sesle Ahon'a bakarken tek bir kişinin kalbi ağzına gelmişti. Bu adam her zaman bu kadar yakışıklı mıydı? Son gördüğünden bu yana çok değişmişti. Alnına kadar dökülen karışık saçları özenle taranmış ve kısaltılmıştı. Ayrıca sakallarının boyu da kısalmıştı. Şimdi daha genç gözüküyordu. Koyu mavi gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı ve sağlıklı bronz teni gözüküyordu. Şifa nasıl nefes alacağını unutmuştu. Vücudunu saran gömleğin uçları ise siyah kumaş pantolonunun içine koyulmuştu. Hemen belini çevreleyen siyah deriden kalın bir kemer vardı. Kemerin sağ tarafından ise kılıcı sarkıyordu. Üzerinde ise geniş omuzlarını saran siyah, kalın kumaştan bir pelerin vardı. Pelerinin iki yakası ise gümüş renkli iki ince zincirle birbirine tutturulmuştu. Gümüş zincirler ve koyu mavi gömleği hoş bir uyum içerisindeydi. Şifa bu adamı her seferinde bu şekilde görecekse kendisine savaş açmasının bir anlamı yoktu. Baştan yenilmişti. Bu adam masal kitaplarında, prensesi kurtaran şövalye gibiydi. O masaldan yanlışlıkla çıkıp da buraya düşmüştü sanki. Şifa daha aklını toparlayamadan Sahn'ın hareketiyle neredeyse küçük dilini yutacaktı.

''Hoş geldin Lider, gel böyle otur.'' Sahn ayağa kalkarak yerini Ahon'a bıraktığında herkes şaşkınca Sahn'ın ne yaptığına bakıyordu. Zaten boş bir yer vardı neden ayağa kalkmıştı? Ayrıca Sahn bu masada rahatını bozacak son kişi bile değildi. Ahon gayet normal bir şekilde Sahn'ın kalktığı yere oturdu. Sahn ise Liya ile Umur'un arasına oturdu. Artık masada boş yer kalmamış herkes yerine oturmuştu.

Şifa nefesini tutmuş hala birden gelişen olayın şokundaydı. Bu adam şimdi onun yanında mı oturuyordu? Omuzları ve kollarının bir kısmı birbirine değmese ve onun yakıcı sıcaklığını hissetmese hayal gördüğünü düşünecekti. Ayrıca bu adamın kokusu her zaman nefes kesici miydi? Yağmur yağmış ormanın kendine has kokusu gibiydi. Şifa derin derin solumamak için kendini zor tutuyordu. Kesinlikle aklı gidiyordu ve kalbi yavaşlamıyordu. Kendini sakinleştirmeye, yanında ki adamın varlığını unutmaya çalıştı. Fakat sesi duyması ile tekrar dikkati dağıldı.

''Herkese iyi akşamlar.'' Ahon'un tok sesiyle hala şaşkınlıklarını sürdüren diğerleri mırıltılarla Ahon'a karşılık verdi.

''Yemekler dağıtılsın o zaman.'' Ahon'un işaretiyle masaya yemekler koyulmaya ve servisler açılmaya başlandı.

Şifa tüm dikkatini yemeklere odakladı ve aklını onlarla doldurmaya başladı. Diğer türlü şu lanet kalbi yavaşlamayacaktı çünkü. Yine tam başarılı olduğunu düşünecekken ensesinden boynuna kadar sıcak bir nefes dolandı.

''Soruların vardı öyle değil mi?'' Şifa irkilerek Ahon'a baktı. Ne zaman ona bu kadar yaklaşmıştı? Aralarında santimler vardı. Ahon'un uzun boyunun verdiği farktan dolayı dolayı ona doğru eğilmişti. Bu da onları birbirine yaklaştırmıştı.

Şifa boğazını temizleyerek kendisini biraz geri çekerek,

''Evet.'' diye mırıldandı. Ama sesinin nasıl çıktığına emin değildi. Ahon yavaşça gülümsedi.

''Yemek yedikten sonra hepsini cevaplayacağız. Uygun olur mu?'' Şifa tam olarak neye şaşırmalıydı? Barbar dediği adamın ona fikrine sormasına mı, yoksa her zamankinden farklı olarak çıkan sıcak sesine mi?

''Olur.'' Şifa'nın ağzından kelimeler bir hayal dünyasından konuşuyormuş gibi çıkıyordu.

Ahon beyaz dişlerini gösterecek bir gülümseme ile eski pozisyonuna döndü. Şifa ise ondan uzaklaşan adamla tuttuğunu bile fark etmediği nefesini yavaşça bıraktı. Ama Ahon'un o gülümseyişini uzun bir süre hafızasından çıkaramayacaktı. Bu adamı ilk gördüğünde onun canavardan başka bir şey olmayacağını düşünmüştü. Fakat şimdi kendisine gülümsediği anda masal prensi gibiydi. Keskin yüz hatları anlık bir şekilde yumuşamış ve yanaklarında oluşan çukurlarla tüm geceyi aydınlatmıştı. Lanet adamın gamzeleri vardı ve çok yakışıklıydı. Şifa etrafta kimse olmasaydı eğer kendini tokatlayarak kendine gelmeye çalışırdı. Birden bire hissettiği bu yoğun duygularla ağlamak istiyordu. Uyuduğu saatlerde bu adamın kafasına bir şeyler mi düşmüştü? Neden şimdi bu kadar farklı davranıyordu?

Yemekler dağıtıldığında kimse yemek için hareket etmeyince Şifa'da ortama uydu. Şifa'nın aklından geçenler, ilk başlayan kişinin Lider olması gerektiğiydi. Sonuçta herkes ona saygı duyuyordu ve yemeğe başlamak içinde onu bekliyorlardı. Fakat bugün sayamadığı kadar şaşırmıştı.

''Kutsal Ejderhalarla kurulan krallığımız daim olsun. Büyük Lider Neta'nın asil evlatları ve ejderhaları her zaman kazansın. Bize armağan edilen bu zenginlikler için teşekkür ediyoruz. Afiyet olsun.'' Şifacı Ak'ın dua niteliğinde yaptığı konuşmadan sonra masadan ilk lokmayı aldı ve sanki herkes bunu bekliyormuş gibi yemeğe başladı.

Şifa'nın duyduğu tüm sözler aklında sadece daha fazla soru oluşmasına neden oldu. Bu dünyanın farklı olduğunu biliyordu. Ama her seferinde şaşırmaktan kendini alamıyordu. Ama az kalmıştı birazdan her şeyi öğrenecekti.

Yemeklerin sonuna doğru yaklaştıklarında önüne ne olduğunu bilmedi bir şey uzatıldı.

''Bu meyvenin tadına bakmalısın. Sadece bu topraklarda yetişen bir meyvedir.'' Şifa irkilerek, sürekli bakmaktan kaçındığı adama döndü.

''Meyve mi?'' Masanın tam ortasında tabağın içinde duruyordu. Ama onun meyve olduğunu düşünmemişti. Aslında şekil olarak elmaya benziyordu ama rengi patlıcan gibi mordu.

''Evet, baijani meyvesi. İsmini Baija türüne ait ejderhalardan alır. Sadece onların yuvalarında yetişen özel bir meyvedir.'' Ahon elinde tuttuğu meyveyi belinden çıkardığı hançerle bir dilim kesti. Şifa dikkatle meyveye bakıyordu içi bembeyazdı. Çok değişik duruyordu. Ayrıca burada kaç çeşit ejderha ve yuva vardı? Şifa her geçen dakika yeni şeyler öğreniyordu.

Ahon kestiği bir dilimi Şifa'ya uzattı. Şifa bir meyveye bir de Ahon'a baktı. Almak arasında tereddütte kalınca Ahon yavaşça gülümsedi.

''Merak etme zehirlemez.'' Kestiği dilimi Ahon kendisi yedi ve başka bir dilim daha kesti. Tekrar Şifa'ya uzatınca, bu sefer ikilemde kalmadan meyve dilimini aldı. Şifa yavaşça dilimden bir ısırık aldı ve hissettiği tatla heyecanla Ahon'a döndü.

''Çok lezzetli.'' Bu kadar güzel bir tat beklemiyordu. Tadı biraz çilek gibiydi. Fakat ondan daha tatlı ve daha suluydu. İnsanın ağzında şeker gibi eriyordu. Aynı hevesle geri kalan dilimi ağzına attı. Bu meyve bundan sonra favorisiydi.

Ahon, büyük bir zevkle meyveyi yiyen kadını izliyordu. Küçük pençeleri saldırmak için dışarıda olmadığı zamanlar oldukça uysal ve güzel duruyordu. Fakat Ahon onun sinirli ve baş kaldıran hallerini daha güzel buluyordu. Gözlerinin önüne, sinirden kızaran yanakları, yumruk olmuş minik elleri ve büzülen kırmızı dudakları geldi. Kesinlikle sinirliyken daha güzeldi. Ahon istemsizce güldüğünde Şifa'nın garip bakışlarına mahsur kaldı. Ahon boğazını temizleyerek, Şifa'ya bir dilim daha uzattı.

Şifa'nın istemsizce yanakları kızardı. Ahon'dan gözlerini kaçırdı ve dilime uzandı. Onu da yavaşça yerken diğerlerinin garip bakışlarının farkında değildi. Masadaki herkes, Şifacı Ak'da dahil bir Ahon'a bir Şifa'ya bakıyordu. Şüphesiz en çok Ahon'un ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı. Tüm olayı bilen Sahn bile şaşkındı.

Ahon onu buraya getirdiğinde, Şifa'nın yanına oturmak ve ona yakın olmak için yaptığı planı anlatmıştı. Yemek masasına geldiklerinde Ahon direkt Şifa'nın yanına oturamazdı. Sonuçta bu çok dikkat çekerdi ama Sahn'ın kalkıp Ahon'a yer vermesi o kadar da göze batmazdı. En azından Şifa tarafından batmazdı. Diğerleri ise durumu mutlaka anlamıştı. Fakat Ahon'dan böyle bir yakınlık ve sıcaklık o da beklemiyordu. Üstelik alayla ona söylediği davranış ve tipi ile ilgili olanlara bu kadar sert tepki verdikten sonra. Demek ki Ahon düşündüklerinden daha fazla kadına ilgi duymaya başlamıştı.

''Aramıza katılan küçük hanım, senin bazı soruların varmış. Öyle mi?'' Şifacı Ak'ın sesiyle hepsi birden dikkatini ona verdi. Sadece Ahon gözlerini biraz daha Şifa'nın yan profilinde tuttu.

''Evet.'' Şifa'nın aslında çok fazla sorusu vardı ama hepsini tek seferde sorup sormamak konusunda arada kalmıştı.

''Bana sorabilirsin.'' Şifa kısa bir an duraksadı. Normalde yanında oturan adam cevaplamayacak mıydı? Şu anda bir şey söylemediğine göre, Şifacı Ak'ın cevaplamasında bir sorun yoktu.

''Aslında nereden başlayacağımı pek bilmiyorum. Ejderhalar neden insanlarla birlikte? Oniks2in nasıl bir önemi var? Ayrıca en son konuşmanızda Koruyucu Irklar demiştiniz. Bu ne anlama geliyor? Kadim ağaç Itır? İhanet Savaşı? Ben her şeyi merak ediyorum.'' Aslında Şifa'nın daha sistematik soru sıralaması vardı. Ama şimdi tamamen kafasına göre hareket ediyordu.

Şifacı Ak arda arda gelen sorularla gülümsedi ve ellerini bir araya getirerek,

''Sen bende cevap istiyorsun ama ben sana hikaye anlatacağım ve sen tüm cevaplarını bu hikayede bulacaksın.'' dedi. Aynı anda Sahn,

''Çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz hikayeler. En sevdiğim.'' diyerek yapmacık bir heyecanla ellerini çırptı. Şifacı Ak ve Ahon ters ters Sahn'a baktıktan sonra, Sahn oflayarak dinleme pozisyonu aldı.

Şifacı Ak boğazını temizleyerek bu gizli dünyayı anlatmaya başladı.

''Eski efsanelerde derler ki, bu dünya tek bir ağaçtan meydana geldi. Dünya da taş ve kayadan başka hiçbir şey yoktu ve Tanrı, yüzlerce dünya arasından bu dünyayı yaşanabilir hale getirmesi için bir elçi seçti. Onun ismi Itır'dı ve Tanrı onu bir ağaç olarak dünya da var etti. Tüm kökleri ile dünyayı sarmasını ve yeşillendirmesini emretti. Daha sonra Itır'ın gövdesini yardı ve suyu akıttı. Artık dünya yeşil ve maviydi. Itır, dünyayı sardığı kökleri, gökyüzüne ulaşan dalları ve gövdesinden akan su ile bir yaşam armağan etti. Itır, artık dünayaya insanların gelebileceğini düşünüyordu. Fakat, Itır'a düzeni korumak için yardımcılar lazımdı. Bunun için tanrı dört büyük koruyucuyu Itır'ın hizmetine verdi. Dağların korumasını Kurt Klanlığına, yer altının koruyuculuğunu Yılan Klanlığına, suların koruyuculuğunu İnci Klanlığına ve gökyüzünün koruyuculuğunu Ejderha Klanlığına verdi. Fakat bu koruyucular düşündüğün gibi gerçek bir kurt, yılan ve inci değildi. Ejderhalar dışında olan koruyucular, Itır'ın isteği üzerine bu görünüşlere bürünmüşlerdi. Sadece ejderhalar kendi görünüşlerinde kaldılar. Tüm düzen oturduğunda insanlar geldi. Koruyucular insanlara hep dikkat ettiler. Çünkü onlar yapıları gereği savaşçı ve açgözlü varlıklardı. Ama koruyucuların sandığı aksine kötü bir şey olmadı. İnsanlar ve Koruyucular barış içinde yaşadı. Tabi insanlar arasında savaşlar olurdu. Ama denge bozulmadıktan sonra koruyucular insan ilişkilerine karışmaz ve taraf tutmazdı. Bu şekilde asırlar geçti. Tıpkı koruyucular gibi insanlarda, Set, Tira, Kurm ve Leung olarak dört farklı klana bölündü. Bu şekilde uzun soluklu bir barış ortamı oluştu. Fakat bu klanlardan biri her şeye sahip olmak istiyordu. Barış onun için sadece bir oyalamaydı. Diğer klanlar kendi iç işleriyle uğraşırken Set klanlığı İhanet Savaş'ının ilk ateşini yaktı. Set klanlığı herkese hükmetmek istiyordu. Klanın Lideri Set, yer altının koruyucuları olan Yılanlarla bir iş birliği yaptı. Onlara, eğer savaşta kendilerini desteklerlerse, Set'te onları koruyucaların lideri olabileceği konusunda destekleyeceğini söyledi. Yılanlar yer altında olmaktan hoşnut değildi ama Itır'a da karşı gelemezlerdi. Fakat Set'in anlaşması onlar için oldukça güzel bir fırsattı. Fakat sadece onlar diğerlerine karşı bu savaşı kazanamazlardı. Bu yüzden güçlü olmak ve kazanmak için fedakarlık yapmalıydılar. Bu düşünce ve hırsla daha önce hiç yapılmamış bir şey yaptılar, ruhlarını kan yolu ile birbirlerine mühürlediler. Yılanların lideri ve Set, döktükleri kanı Itır'ın dallarından yapılan kadehin içine akıttılar. Bu kadehin içine akıtılan kan, ruh taşıyla beraber yakıldığında mühür tamamlanır. Bu şekilde yapılan kan mührü hiçbir şekilde bozulamaz. Mühürlenen Set ve Yılanların Lider'i inanılmaz bir güce ulaştılar. Set'in keskin savaş zekası ve Yılanların ölümcül zehirleri tek bir bedende toplandı. Güçlenen Set ve askerleri diğer klanlara savaş ilan etti. Bu şekilde İhanet Savaş'ı başladı. Set önüne gelen her şeyi yıkıyordu. Diğer koruyucular buna karışamıyordu çünkü bunun insanlar arasında olduğunu düşünüyorlardı. Yılan Klanlığı ile mühür yapıldığının farkında değildiler. Fakat bu durumu Leung Lideri bir şekilde öğrendi ve diğer klanları bir araya toplayarak bir plan yaptı. Set'e karşı kazanmalarının tek yolu Itır'dan yardım istemekti. Eğer Itır'ın görevlendirdiği koruyuculardan biri ihanet etmişse bu diğer koruyucuları da ilgilendirirdi. Böylece toplanıp Itır'ın karşısına çıktılar. Liderler, Itır'ın yanına geldiğinde diğer koruyucuların da orada olduğunu gördüler. Itır her şeyin farkındaydı. İnsanların sayısı azalmıştı ve güçlenen Yılanlara karşı ise diğer koruyucuların şansı çok azdı. Bu savaşı kazanmanın tek bir yolu olduğunu düşünüyordu. O da diğer Liderlerle, Koruyucuları aynı mühürle bağlamaktı. Kan mührünün, ruh mühründen en önemli farkı şudur; Kan ile mühürlenen iki tarafta, birbirlerinden aldıkları özelliklerle yeni bir öze bürünürler. İki tarafta bunu kabul etti. Ama bir sorun vardı. Ejderhaların lideri yoktu. Onlar yapı gereği özgür ve vahşi ruhlardı. Bir liderlere ihtiyaç duymazlardı. Bu yüzden onlar için mühürlenmek başlı başına bir sorundu. Hiç biri, insan lideri ile mühürlenmeyi göze alamadı. Ama ejderhalar bu savaşta çok önemliydiler. Mutlaka bu mühürlenme olmalıydı. Bu durumda Itır savaşın tüm seyrini değiştirecek bir hamle yaptı. Kendi ruhundan bir parçayı ejderha olarak çağırdı. Simsiyah derisi, kıpkırmızı gözleri ve tüm dünyayı küle çevirecek gücü ile diğer ejderhalara boyun eğdirdi. Kara Ejderha'nın diğer özelliği ise Itır'ın ruhundan bir parça taşımasıydı. Bu da diğer tüm koruyucular içinde onu en üstün varlık yapıyordu. Sadece ejderhalar değil diğer koruyucular da Kara Ejderha'ya boyun eğmek zorundaydılar. Böylece Tira Klanlığı, Kurtlarla; Kurm Klanlığı, İncilerle; Leung Klanlığı ise Ejderhalarla mühürlendi. Bu şekilde savaş Set ve Yılanların mağlubiyeti ile sonuçlandı. Set Klanlığı, Yılanlarla beraber yer altının karanlık mahzenlerine sürüldü. Artık yeni oluşan düzende, Kuira, İnurm ve Leder Klanlığı olmak üzere üç klanlık vardı. Birleşen Klanlar ve Koruyucular, kendi bölgelerinin hakimiyetini barış içinde korumaya Itır'ın önünde yemin ettiler ve şu ana kadar gelen barışı huzur içinde korudular.'' Şifacı Ak anlattığı hikayeyi sakinlikle bitirdiğinde Ahon'a baktı. Ahon baş hareketiyle teşekkürünü sunduğunda Şifacı Ak'da aynı şekilde başını eğdi.

Şifa, inandığı her şeyin birer birer toza dönüştüğünü hissetti. Tüm bunlar çok fazlaydı. Tüm sorularına cevap bulmuştu. Fakat kavradığı bir gerçek onu baştan ayağa titretmişti.

Yanında oturan, her seferinde öfkesini kustuğu, diklendiği, hatta saldırmaya çalıştığı, alaya aldığı, ruhunu mühürlediği bu adam; Bulunduğu bu dünyada ki herkesin Lideri miydi?

***

Yazdığım en uzun bölüm olmakla beraber en keyif aldığım bölümdü. Bitirmek istemedim. 💜

Siz bölümü nasıl buldunuz?

Sizinde kafanızdaki sorular cevap bulabildi mi?

Kara Ejderha'nın nasıl bir özelliği olduğunu merak ediyordunuz. İlerleyen bölümlerde bu konudan tekrar bahsedeceğim.

Diğer bölümü çiftlere yönelik yapmak istiyorum. En çok istediğiniz çifti yazabilirsiniz.

Hepinizi öpüyorum.

💜🌼

Bölüm : 31.08.2024 22:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...