
Merhabaaaa, yeni ve erken gelen bölümü şuraya bırakıyorum. 😍 Keyifli okumalar. ❤️
***
Doğduğu günden itibaren her zaman bir şeylerin eksiliğini çekiyordu. Annesi ona her ne kadar ona sahip çıkıp, yaşayacak bir yer verse de Oniks oraya ait olmadığını biliyordu. Özgür değildi ve yalnızdı. Annesinden başka kimsesi yoktu. Oniks de zaman geçtikte eksik hissettiren o hislere ket vurarak tüm hayatını annesine adadı. Biliyordu ki annesi de hayatını ona adamıştı. Ama bu korkmasına engel değildi. Bir gün annesinin gideceğinden, onu bırakacağından korkuyordu. Çünkü görmüştü, insanların eş seçtiklerini ve ailelerinden ayrılarak başka bir yuva kurduklarını görmüştü. Bir gün başka bir adamın gelip annesini alıp yuva kurarak onu bırakacağını düşünerek, korkmuştu. Ama eğer annesine kimseyi yaklaştırmazsa onu hiç bırakmazdı. Bu yüzden de insanlar annesine yaklaşmasın diye sürekli annesini takip etmiş, hiç yalnız bırakmamıştı. Fark edilip de evleri yanana kadar her şey güzel gidiyordu. Oniks ilk defa o gün içinde ki gücün ne kadar büyük olduğunu fark etmişti. Her şeyi yakmak ve onlara zarar vermeye çalışan insanları öldürme isteği ile dolmuştu. Şüphesiz ki annesi onu durdurmasaydı da yapacaktı. Annesini alıp o kargaşadan çıkardığında tek istediği bir dağın zirvesinde özgürce yaşamalarıydı. Fakat kader onları buraya getirmişti. Ait olduğu yere.
Oniks, Ahon'u ilk gördüğünde ait olduğu yerde olduğunu anlamıştı. Eksikliğini hissettiği tüm duyguların tek tek yok olduğunu ve yerine tamamlanmışlığın verdiği o duyguyu hissetmişti. Derinlerde bir yerde Ahon'u tanımış ve bir parçasının ona ait olduğunu anlamıştı. Aynı şekilde adamdan bir parçayı da kendisine ait hissetmişti. Adama karşı olumlu olmaya çalışan duyguları, onun annesine olan nefret dolu bakışlarını görene kadar sürmüştü. Sadece o değil diğerleri de aynı şekildeydi. Annesinin aksine Oniks o anda dostça karşılanmayacaklarını fark etmişti. Tek amacı annesini korumak ve bir an önce bu durumdan kurtarmaktı. Çünkü kötü şeyler olacağını hissetmişti ve hissettiği gibi de olmuştu. Kendi türünden başka ejderhalarla mücadele edene kadar kendisini en güçlü varlık zannediyordu. Fakat annesini bile koruyamazken gücünün ne önemi vardı. Yine de kötü giden olayların ardından sakin zamanlar gelmişti. Her şey açığa çıkmış ve onlara yeni bir ev vaat etmişlerdi. Oniks artık annesi ile beraber huzur içinde yaşayacağı için sevinmişti. Ta ki Ahon'un annesine olan bakışları değişene kadar.
Ahon'un annesine olan bakışları, kendisinin Zuria'ya olan bakışları gibiydi. Bu Oniks'in sürekli tetikte ve öfkeli olmasına sebep oluyordu. Çünkü Oniks, Zuria'nın eşi olmasını istiyordu. Bu durumda Ahon'da annesini eş olarak istiyor olmalıydı. Ama Oniks buna müsaade etmeyecekti. Annesi kimseye ait olmamalıydı. Gerekirse o da Zuria'dan vazgeçerdi. Annesini her şeyden daha çok seviyordu. Onun için yaptığı fedakarlıkları hala hatırlıyordu. Kendisine tüm sevgisini ve şefkatini vermişti. Annesini başka birisi almamalıydı. Sadece onu sevmeliydi. Fakat ne yaparsa yapsın engel olamamıştı. O adam, annesini çoktan eş olarak seçmişti.
Oniks daha fazla bu adama katlanamayacaktı. Onunla aralarında ki bağın ne olduğunun önemi yoktu. Annesini bu adam vermeyecekti. Son yaptığı şeyler sınırını aşmıştı. Nasıl annesine dokunurdu? Son zamanlarda Zuria ile o kadar çok ilgilenmişti ki olayların nasıl bu hale geldiğini kaçırmıştı. Aynı öfkeli gözlerle kendisine bakan bu adam hala annesine dokunuyordu. Annesi büyük bir kuvvetle ona sarılmış, ağzını bile açamıyordu. Yapabildiği tek şey bakmaktı. Ona saldırması için annesinin ya çekilmesi gerekiyordu, ya da onun güç kullanarak annesini kenara çekmesi gerekiyordu. Fakat ikisi de olacak gibi değildi. Oniks öylece adamın alay eder gibi gidişini izledi. Şimdilik burada bırakacaktı, eğer adam o son cümlelerini kurmamış olsaydı. Annesin yanı onun yanıydı. Bu adam onu bu şekilde sahiplenemezdi.
Annesinin de onu bırakmasını fırsat bilerek Ahon'a doğru atıldı. Kuyruğunu savurduğunda, adamın bedeni yerine çimenlerle kaplı toprağa vurdu. Ahon bu girişimden seri bir şekilde kurtulmuştu. Oniks bu seferde ön pençeleri ile atak yaptığında Ahon hızla boynunun altından geçerek onu kavradı ve sakince,
''Annen beni kabul etti.'' dedi. Oniks derinden gelen bir kükremeyle boynuna sarılı adama pençelerini geçirecekken annesinin uzun zaman aradan sonra ilk defa acılı sesini duydu.
''Oniks, yapma oğlum.'' Oniks'in hareketleri donarken Ahon'da yavaşça geri çekildi. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla Şifa'ya bakarken onun gerçekten öfkelenmiş gözlerine baktı. Seri adımlarla yanına geldiğinde hiç beklemediği bir anda göğsüne darbe aldı.
''Nesin sen? Bir çocuk mu?'' Şifa herkesin şaşkın bakışları arasında bir kere daha Ahon'u itti ve hızla Oniks'e döndü.
Oniks suçlu çocuklar gibi başını hafifçe eğdi. O sadece annesini paylaşmak istemiyordu. Şifa derin nefesler alarak,
''Sen ne zamandan beri bu kadar vahşileştin? Ben sana böyle mi öğrettim?'' sert bir şekilde Oniks'e çıkıştı. Oniks başını biraz daha eğerek Şifa'ya yaklaşmak isteyince,
''Hayır! İkinizi de görmek istemiyorum. Daha fazla sizinle uğraşamayacağım.'' diyerek Ahon'un da yaklaşma çabasını yerle bir etti. Gözlerini kısarak Ahon'a döndü ve başka hiç bir şey demeden öfkeli adımlarla Ateş Kule'sine doğru ilerlemeye başladı.
Şifa'nın arkasından Oniks ve Ahon aynı anda adım atmak istediğinde bu seferde Dora onların önünü kesti.
''Bence onu biraz yalnız bırakın.'' Ahon derin bir nefes alırken az önce 'Yalnız uyumayacağım.' diye ettiği yeminin tek bir darbeyle nasılda tuzla buz olduğunu anlayamadı. Öfkeyle Oniks'e döndüğünde o da aynı bakışlarla ona baktı. Tek isteği bu ejderhaya liderin kim olduğunu göstermekti. Ama Şifa hepsine asıl liderin kim olduğunu sert bir şekilde göstermişti. Ahon artık kadının ona bu kadar kolay karşı gelmesine şaşırmıyordu. Fakat kadının ilk defa kırıldığını hissetmişti. Öfkesinin ardına sakladığı o kırgınlığı görmüştü. İşte Ahon bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu.
Oniks yüzüne karşı derin soluklar alırken, Ahon dişlerini sıkarak içinden lanet okudu. Bu ejderhanın başına dert açacağını hiç tahmin etmemişti. Artık neredeyse onu bulduğuna pişman olacaktı. Oniks derin hırlamalarla ağzından çıkan küçük bir kıvılcımı ona doğru fırlatıp gökyüzünde kanat açarak karanlığa karıştı. Oniks'in de kendisini annesine affettirmesi gerekiyordu ve bu sefer bir çiçekle kurtulamayacağına emindi.
Ahon ejderhanın arkasından bakarken bir yandan da üzerine attığı kıvılcımı elinin tersi ile yok etti.
''Nasıl benim kanıma sahip olabilir?'' diye dişlerinin arasından söylenirken,
''Senin kanına sahipken tersi gibi davranırsa şaşırırdım. Artık oldukça normal geliyor.'' diyerek Sahn araya girdi. Ahon ters bakışlarla Sahn'a baktığında artık tüm bu olanları anlamaya çalışmayı bırakan Sivri söze girdi.
''Ejderha Lider'i, topraklarımızda Set'in casusu olduğunu düşündüğümüz birilerini yakaladık.'' Sivri nihayet dikkatleri üzerine çekmişti. Bir an önce olanları anlatarak üzerinde ki yükten kurtulmak istiyordu.
Birden gerilen atmosferle Ahon dikkatle Sivri'ye baktı. Bu durumu unuttuğuna inanamıyordu. Başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Çünkü aklı hala giden kadındaydı.
''Kuleye geçelim. Ayrıntıları orada anlat.''
***
Sivri o gece olan her şeyi eksiksiz anlatırken salona derin bir sessizlik çökmüştü. Herkesin bedeni gerilirken düşüncelere dalmışlardı. Demek bu kadar yaklaşmışlardı. Ahon sakallarını sıvazlayarak,
''Siz nereden öğrendiniz o kişinin casus olduğunu?'' diyerek Sivri'ye sordu.
''Hazineyi elde ettiğimiz gün peşine düştüğümüz bağımsızlar sayesinde. Hepsini sorguya çektik ve öğrendiğimiz tek şey bu bilgiydi. Anladığımız şu piyonlara piyonlarla haber veriyor. Yakalayacağımız o adam da işe yarar bilgiler olduğunu düşündük fakat anlattığım gibi çoktan adamın işini bitirdiler.''
''Bu da içinizde başka hainler olduğunu gösterir.'' Khan'ın ön sezisiyle Sivri kaşlarını çattı.
''Bu imkansız. Lider, ben , Affan ve İlter dışında kimse bu bilgiyi bilmiyordu.''
''Bağımsızların konuşacağını düşünmüşlerdir. Aradan iki gün bile geçmeden işini bitirmelerinin başka açıklaması yok.'' Ahon herkese tek tek baktı. Sonra da Khan'ın üstünde durdu ve alakasız bir şekilde,
''Umur nerede?'' diye sordu. O ana kadar yokluğunu hissetmedikleri ikilinin gerçekten de nerede olduğunu düşündüler. Fakat çok uzun süremeden Sahn gülerek,
''Liya'yı kaçırdı. Beklemiyordum ama taktir ettim.'' deyince Ahon oflayarak suratını sıvazladı.
''Salak herif.'' Ahon söylenerek tekrar Sivri'ye döndü.
''Tedbirleri almalıyız ve her nerede saklanıyorlarsa bulmalıyız. Liderine selamlarımı ilet ve en kısa zamanda onu beklediğimi söyle. Klanlar bir araya gelip toplanmalı ve plan yapmalıyız.'' Sivri saygıyla başını eğerek müsaade istediğinde,
''Bu gece burada kal ve şenliğe katıl. Yarın Khan ile beraber yola çıkarsınız.'' diyerek Khan'a döndü.
''Sende İnurm Klan'nına git ve durumu anlat.'' Khan da aynı şekilde başını hafifçe eğerek kabul etti.
''Hans, sende Güney Birliklerini hazırla. Dora sende Hans ile beraber git ve silah atölyelerini kontrol et. Hızlı üretime geçsinler.'' Dora ve Hans onayladığında. Khan hızla ileri atıldı.
''Lider, Dora yerine Sahn gitsin.'' Ahon kaşlarını çatmış, Sahn alayla, Dora ise öfkeyle Khan'a baktı.
''Nedenini söyleyebilir misin?'' Khan sakallarını kaşıyarak Ahon'un sorusuna cevap aradı. Lanet olsun ki bir neden bulamıyordu. Tek istediği Hans denilen piçle yan yana olmamasıydı.
''Benimle gelsin.'' Khan daha ne kadar saçmalayacağını bilmiyordu.
Sahn gülmemek için kendini zor tutarken alayla,
''Neden seni yerler mi?'' dedi. Khan homurdanarak Sahn'a baktı. Sonra da Ahon'a gözlerinde ,kurtar beni, bakışlarıyla baktı.
Ahon yüzünü sıvazlayarak uğraştığı şeylere sövdü. Şu Set denilen lanet canavarda tam çıkacak zamanı bulmuştu. En azından bazı şeyleri düzene koyduktan sonra savaş pozisyonuna geçseydi. Fakat anlaşılan ne aşkta ne de askeri meselelerde rahatlayamayacaktı. Ahon daha fazla Khan ile uğraşmak istemediğinden fikrini değiştirecekti ki Dora,
''Lider, Khan'ın sözlerine kulak asmayın. Kendisinin bu aralar oldukça kafası karışık. Ne dediğini bilmiyor.'' diyerek salonda ki herkesin hedefi oldu.
Khan kaşlarını çatarak Dora'ya bakınca hemen arkasında alayla gülen Hans'ı gördü. Bu adam artık eskisi kadar sempatik gelmiyordu. Hatta bir numaralı düşmanı olmuştu.
''Khan ve Dora sorununuz neyse çözün. Bir de sizinle uğraşamayacağım.''
''Lider haklı, zaten bir kişi tüm zamanını fazlasıyla alıyor.'' Sahn gülerek Ahon'un ters bakışlarından Kahn'ın arkasına sığınarak kaçındı. Ahon bir şey demezken Sivri'ye döndü.
''Odanı hazırlatalım. Dinlenmek ister misin? Şenliğe de katılabilirsin.'' Sivri ve Ahon konuşurken, Sahn yavaşça Khan'ın kulağına fısıldadı.
''Sana bir iyilik daha yapacağım ve karşılığında sorduğum her soruya cevap vereceksin.'' Khan, Sahn'ın sözleri ile kısa bir an düşündü. Ne soracağını biliyordu. Pislik herif resmen laf toplamak için yaşıyordu. Gözleri direkt Dora'ya kayınca onun Hans'la beraber Ahon ve Sivri'nin sohbetine katıldığını gördü. Hans eğilerek Dora'ya bir şey söylediğinde Dora'nın da gülerek karşılık vermesi son damla olmuştu.
''Tamam. Acele et.'' Sahn beklediği onayı alınca ellerini birbirine vurarak herkesin anlık dikkatini çekti.
''Lider, Hans ile ben gideyim. Sonuçta silah atölyeleri ile ilgili daha çok bilgim var. Dora da, Khan'la beraber İnurm Klanlığına gitsin. Khan'a kıyasla Dora'nın üslubu daha iyi. Üstelik biliyorsun ki İnurm Klan'ın da yabancı erkekler hoş karşılanmıyor. Khan istediği gibi hareket edemez.'' Ahon, Shan'ın ne yaptığının farkındaydı. Fakat düşünce oldukça mantıklı gelmişti. Çünkü İnurm Klan'ının yabancı erkekler konusunda ki fikirlerini unutmuştu. Özellikle Kurt Lider'i oradan bir kadın aldığından beri daha sıkı kuralları olmuştu. Bu yüzden Dora'nın da bulunması daha yararlı olabilirdi.
Dora öfkeyle Sahn'a baktı. Bunun hesabını soracaktı. Neden sürekli onun hakkında konuşup karar veriyorlardı. Artık tutamadığı öfkeyle konuşacaktı ki Ahon ondan önce davrandı.
''Pekala, Dora sen Khan'la gidiyorsun. Sahn sende Hans'la.'' Dora hızla öne atılarak,
''Ama Lider-'' diye itiraz edecek olsa da Ahon hızla elini kaldırarak,
''Konu kapanmıştır. Uğraşmamız gereken daha önemli konular var.'' diyerek tüm itirazların önünü kapattı.
Khan dışardan tepkisiz dursa da içten içten sırıtıyordu. Şüphesiz bu durum elbette en çok Khan'ın hoşuna gitmişti.
***
Ahon herkesi gönderdikten sonra boş salonda tek başına düşüncelere dalmıştı. Olacak savaş için endişeleniyor, nasıl bir plan çizeceğini düşünüyordu. Fakat bir türlü konsantre olamıyordu. Çünkü gözlerinin önüne sürekli Şifa'nın arkasını dönüp gidişi geliyordu. Ahon bu durumu düzeltmeden aklını toparlayamayacağının bilinciyle oflayarak ayağa kalktı. Kendini nasıl affettirecekti? O kadar bilgisizdi ki, daha önce kimseye kendini affettirmek için çabalamamıştı. Ama şimdi yarısı kadar olmayan bir kadın için kendini yiyip bitiriyordu. Ne yapmalıydı? Ona bir hediye mi vermeliydi? Aslında yapacağı şey gayet basitti. Fakat bunu yapmayı da hiç istemiyordu. Birbirini kovalayan düşünceler arasında nihayet ne yapacağına karar verdi. Önce, kolay olandan başlayacaktı. Bu yüzden elde ettikleri hazinelerin olduğu odaya yürümeye başladı. Kapının dışındaki askerlere selam verip içeri girdi.
Bomboş oda hazinelerle dolmuştu ve bu sadece bir kısmıydı. Bu hazine şimdiye kadar nasıl bulunmadan saklanabilmişti gerçekten merak ediyordu. Hazinenin içinde değerli mücevherler, altınlar, gösterişli kadehler, şamdanlar dışında değerli kumaşlar ve henüz inceleyemediği kitaplar vardı. Ahon odanın içinde gezerken eline aldığı her şeyi tekrar sıkıntıyla geri bıraktı. içine hiçbiri sinmiyordu. İncelemeye devam ederken ayağının altına gelen kutuya sıkıntıyla vurdu. Bembeyaz kumaşla kaplı sade ama parlak kutu yuvarlanarak duvara çarptı ve açılarak içinden oldukça parlak bir kolyeyi zemine düşürdü. Ahon ilk umursamasa da sonra aklına gelen bir anıyla hızla kutunun yanına gitti. Yere düşen kolyeyi aldığında bunun tam da tahmin ettiği gibi Ruh Taşın'dan yapılan bir kolye olduğunu fark etti. Mühürlendikleri zaman Şifa'nın bu taşa ilgisi olduğunu hatırlıyordu. O zamanlar çok umursamamıştı ama şimdi bu kolye onun kurtuluşu olabilirdi.
Damla şekline benzeyen Ruh Taşı'nın kristallerine dokunulmamış, küçük çıkıntılarla dışarı doğru uzanıyordu. Altı kısmı beyaz gümüş bir zemine koyulmuş ve yine zinciri beyaz gümüşten yapılmıştı. Sade olmasına rağmen çok güzel duruyordu. Kesinlikle Şifa'ya verebileceği nadide bir parçaydı. Ahon sonunda istediğini bulmuş olmanın rahatlığı ile gülümsemeye başladı. Fakat hemen ardından aklına gelen şey ile gülümsemesi yarım kaldı. Şimdi zor olan kısma geçme vaktiydi.
***
Oniks her yere bakmış fakat annesine verebileceği bir şey bulamamıştı. Mecburen eli boş dönecekti. Zuria'da onunla beraber aramış, yardımcı olmaya çalışmıştı. Fakat yine de işe yaramamıştı. Değerli hiçbir şey bulamamışlardı. Dönüş yoluna girdiklerinde Oniks kuleye doğru uçarken Zuria ise yuvalara doğru uçmuştu. Oniks, Zuria'nın arkasından bakarken kısa bir an onun peşine takılmayı düşünmüştü. Ama henüz annesinden ayrılmayı istemiyordu. Odalarının balkonuna geldiğinde büyük bir engelle karşılaştı. Kapı kapalıydı! Oniks kapıya pençeleri ile vurarak annesinin dikkatini çekmeye çalıştı. Bir süre daha vurdu ama açan olmadı. Oniks kapıyı yakıp kül etmeyi düşünse de bunun annesini daha fazla kızdıracağını bildiğinden homurtularla geri döndü. Pes etmiş değildi, ana kapıdan girecekti. Kulenin etrafında dönüp içeri girdi ve direkt odalarının kapısına geldi. Bu sefer de kapıya vurmaya çalıştığında içeriden oldukça öfkeli bir ses yükseldi.
''Bugün burada kalmayacaksın Oniks!'' Annesinin sesi ile pençesi havada kalırken bu sefer gerçekten de onu sinirlendirdiğini anladı. Başını kapı deliğine yaklaştırarak iniltiler çıkartmaya başladığında başka bir sesle bu hamlesi de boşa gitti.
''Acındırma kendini!'' Kuyruğunu sinirle sallayarak etrafında döndü ve hemen odalarının karşısında olan kapıya hırlayarak baktı. Hepsi bu adam yüzündendi. Kuyruğu ile sertçe Ahon'un kapısına darbeler indirirken,
''Oniks!'' Annesinin bağırmasıyla irkilerek darbelerine son verdi. Yapacak hiçbir şey olamadığını anladığında, annesinin yine her zaman yaptığı gibi ona kıyamayıp içeri almasını umut ederek yavaşça kapının dibine kıvrılarak yattı.
Şifa, Oniks'in çabalarına zor dayanıyordu. Bir ejderhaydı bu kadar tatlı olmak zorunda mıydı? Oniks'in en son kapının önünde kıvrıldığını anladığında ise oflayarak ayağa kalktı.
''Of! Hiç kıyamıyorum.'' diyerek kendi kendine söylendi. Elbette onu içeri alacaktı fakat biraz sürünmesinde bir sorun görmüyordu. Tek sorun kendisiydi. Çünkü her an zar zor aldığı karardan vazgeçebilirdi. Kendisine engel olmak adına camın önüne yürüdü ve şenliğin ışıltılarını izledi. Doğru düzgün şenliğin tadını bile çıkaramamıştı. Bunun tek sorumluları ise birbirine çok benzeyen ve hayatını kaplayan iki çift gri gözdü. Şifa'nın aklına, düşüncelerinden hiç çıkmayan Ahon tekrar düştü. Oniks onun gözünde daha çocuktu, affedilebilirdi. Peki ya Ahon? Koca adamın yaptığı bu çocukluk ne olacaktı? Şüphesiz, onun sürünmesi daha uzun sürecekti. Çünkü Şifa sürekli ikisi arasında kalmak istemiyordu. İkisine birden ders vermenin en iyi yolu buydu. Bir şekilde hatalarını anlamalı ve mümkünse iyi anlaşmalıydılar.
Şifa, Ahon'un planlarından habersiz kendi kendine karalar verirken hiç beklemediği bir hamle ile karşılaşacaktı.
***
Ahon elinde tuttuğu beyaz kutuyla beraber aradığı şeyin nerede olduğunu hissetmeye çalışıyordu ve şaşırmadığı bir sonuçla karşılaştı. 'Başka nerede olabilirdi ki!' diye düşünürken beklemediği bir sahne ile yüz yüze geldi.
Oniks, Şifa'nın kapısına kıvrılmış öylece yatıyordu. Ahon gülse mi, üzülse mi bilemedi. Ejderhanın bu durumlara düşmesine keyiflenmiş, bir yandan ise Şifa'nın bu kadar sert olmasına üzülmüştü. Çünkü ejderhaya böyle davranıyorsa kendisine nasıl davranırdı düşünmek bile istemiyordu. Bir kez daha yaptığı plan için kendisini tebrik ediyordu. Kuru kuru bu kolye ile gitseydi o da Oniks'in yanında yerini alırdı.
Derin bir nefes alarak zor olan kısma geçiş yaptı. Yanın da ki duvara vurarak ejderhanın dikkatini çekmeye çalıştı. İlk vurduğu an da Oniks hızla başını kaldırmış ve ona bakmıştı. Gözlerine anında düşmancıl ifadeyi getirmiş, kuyruğunu havaya dikmişti. Ahon yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. Bu ejderha ile anlaşmak savaşı kazanmaktan daha zordu.
Ahon, Oniks'e sus işareti yaparak onu yanına çağırdı. Oniks dik dik Ahon'a baktıktan sonra başını çevirerek eski pozisyonunu aldı. Ahon onu hiç takmayan ejderhaya içinden küfür ederken tekrar duvara vurdu. Oniks tekrar ona bakarken Ahon'un elinde tuttuğu şey ile tüm dikkatini ona vermesini sağladı. Ahon parmakları ucunda tuttuğu kolyeyi sallayarak tekrar Oniks'i çağırdı.
Oniks yavaşça ayağa kalktı ve Ahon'a doğru ilerlemeden önce kısa bir an duraksadı. Aralarında belirli bir mesafe kalırken Oniks ilgiyle kolyeye baktı. Bu daha önce annesine vermek istediği taştan yapılmıştı. Oniks kıskançlıkla doldu, kendisi hiçbir şey bulamazken bu adam en değerli şeyi bulmuştu. Oniks gözlerini kısarak Ahon'a baktı.
Ahon kolyeyi tekrar kutuya koyarken o da Oniks'e baktı.
''Bu kolyeyi Şifa'ya vereceğim.'' Oniks öfkeyle kuyruğunu salladı. Eğer annesine bu kadar yakın olmasalardı Oniks tekrar bir kavga başlatabilirdi.
Ahon, ejderhanın sinirlenmesine bıyık altı gülümserken daha fazla uzatmama kararı aldı.
''Ama tek başıma vermek istemiyorum.'' Ahon'un sözleri ile Oniks duraksadı. Başını hafifçe sağa eğerek anlamaya çalıştı.
''Beraber verelim. Şifa'yı senden almak gibi bir derdim yok. Zaten buna Şifa'da izin vermez. Ama bir şeyi anlamanı istiyorum.'' Ahon bir adım Oniks'e yaklaşarak devam etti.
''Sen de Şifa'yı benden alamazsın.'' Oniks hırıltıyla karşılık verdiğinde Ahon tekrar konuşmaya başladı.
''Bak sen ve ben birbirimize bağlıyız. Bu yüzden düşman olmamalıyız. Her şeye rağmen ilk adımı ben atıyorum. Eğer kabul etmezsen Şifa her seferinde üzülecek ve ikimiz arasında kalacak.''
Oniks her ne kadar istemese de Ahon'un sözlerini düşündü. Bu adamla bağlı olmak onu öfkelendirse de ona güç verdiğini inkar edemezdi. Ahon'a bağlı olmak onu kötü hissettirmiyordu. Oniks'in tek derdi annesiydi onu paylaşmak istemiyordu. Fakat hiç istemese de annesini paylaşmak zorunda olacağı anın geleceğini biliyordu. Ona atılan bu adımı kabul edecekti. Çünkü annesinin sevgisine inanıyordu ve onu bırakmayacağına güveniyordu.
Oniks başını hafifçe eğerek onayladı. Ahon da hafifçe gülümseyerek başını eğdi. Artık her şeyi halletmişti. Tek yapılması gereken Şifa'ya kapıyı açtırmaktı.
***
Şifa, artık meydanda kalan tek tük insanlara bakarken kapıdan gelen seslerle o tarafa doğru yürümeye başladı. Oniks yine kapıyı mı kurcalıyordu? Şifa kulağını kapıya yaslayarak dinlemeye başladı. Bir kaç homurdanma konuşma sesiyle kaşlarını çattı. Oniks'in yanında biri mi vardı?
Sesler anlık kesildiğinde bu sefer kapıya tok seslerle vuruldu. Şifa kapıyı açacakken duyduğu sesle eli kapı kolunda kaldı.
''Şifa, benim Ahon.'' Kalbi istemsizce hızlanınca elini kalbine bastırdı. Ne zamandır kalbi bir sese tepki verir olmuştu? Kendine sinirlenirken öfkesini buna sebep olan adamdan çıkardı.
''Ne istiyorsun? Sizi görmek istemiyorum dedim.'' Şifa'nın öfkeli çıkan sesi ile Ahon ve Oniks birbirine baktı.
''Oniks ve ben, seninle konuşmak istiyoruz.'' Şifa panikleyerek saçlarını karıştırdı. İkisi kapının diğer tarafındaydı ve her an bir şey olabilirdi. Onları yalnız bırakmak mantıklı mıydı? Ani bir kararla kapıyı açacakken durdu. Şu ana kadar bir şey olmadıysa, bundan sonra da olmazdı herhalde. Gerçekten nasıl sakin kalmışlardı? Şifa omuzlarını silkerek, 'Artık düşünmeyeceğim.' diyerek mırıldandı.
''Konuşmak istemiyorum, gidin.'' Ahon başını arkaya atarak derin bir nefes aldı. Kolay olacağını düşünmüyordu zaten. O zaman bunu yapmaktan başka çaresi yoktu. Kararlı gözlerle sanki kapının arkasındaki kadını görüyormuş gibi baktı.
''Bu kapıyı açmak saniyemi almaz. O yüzden senin açman daha iyi olur. Tabi kapısız oda da kalmak istemiyorsan.''
Oniks dik dik Ahon'a baktı. Fakat bir şey söylemeyecekti, sonuçta annesi kapıyı açarsa işine gelirdi ve tabi yanındaki bu adama sinirlenirse daha çok işine gelirdi.
Şifa duydukları ile öfkeyle yumruklarını sıktı. Resmen onu tehdit etmişti. Aynı öfkeyle hızla kapıyı açtı. Direkt Ahon'a bakarken,
''Sen bir de beni tehdit mi ediyorsun?'' dedi. Ahon, Şifa'nın kapıyı açmasıyla rahatlarken kadının öfkeli haline sırıttı. Formunu hiç kaybetmemişti.
''Bir de gülüyorsun.'' Şifa kaşlarını iyice çatarak kapıyı tekrar kapatmak için hareketlendiğinde Ahon engel oldu.
''Dur, tamam. Konuşalım. Eğer yine bizi istemezsen gideceğiz.'' Ahon yüzündeki gülümsemeyi silip yerine ciddi bir ifade takındı.
Şifa dikkatle Ahon'a baktı. Siyah saçları dağılmış alnına dökülüyor, gri gözleri kararlılıkla ona bakıyordu. Şifa hayır diyemeyecekti. Bugünün bu şekilde sonlanması o da istemiyordu. Üstelik bu kadar güzel başlamışken.
Şifa başını çevirip sessizce duran Oniks'e baktı. Oniks ona dönen bakışlarla hızla iri gözlerini daha da açarak başını yana eğdi. Kuyruğunu hafifçe sallamayı da ihmal etmedi. Şifa bu şapşal görüntüyle omuzları indirerek gürültülü bir nefes verdi.
''Tamam ama tek bir olayda ikinizi de yollarım.'' Ahon başını sallayarak odaya girerken, nasıl oldu da kendi kulesinden kovulmakla tehdit edilecek duruma düştüğünü anlamaya çalışıyordu.
Şifa yatağın hemen önünde durarak ikiliye baktı. İlk defa didişmeden duruyorlardı fakat yine de gerginliğin farkındaydı.
''Biz hatalıydık, günü mahvettik. Ama Oniks'le anlaştık. Bundan sonra tartışmak yok.'' Şifa'nın kaşları havalanırken Oniks'e baktı. Oniks başını sallarken bu durumdan memnun olmadığını gizleme gereği duymadı.
''Hiç inandırıcı gelmedi.'' diyerek tekrar Ahon'a baktı.
Ahon bir adım Şifa'ya yaklaşırken Oniks'de aynı şekilde ilerledi. Ahon, Oniks'e kısa bir bakış atıp elindeki beyaz kutuyu havaya kaldırdı.
''İnanmalısın, hatta bu hediyeyi sana beraber veriyoruz.'' Şifa bakışlarını beyaz kutuya indirirken Ahon kutuyu yavaşça açtı ve içindeki kolye parlayarak kendini gösterdi.
Şifa büyük bir şaşkınlıkla kolyeye bakarken gözlerine inanamadı. Şifa böyle bir şey beklemiyordu. Her şeyden önce Ahon'un bu kadar ince düşünebileceği aklına gelmezdi. Ondan hediye almanın şaşkınlığı ve mutluluğunu aşamadan başka bir yerden vurulmuştu. Bu kolye gerçekten çok güzeldi. Yıllarca uğraştı taşın bu şekilde bir kolyeyle bütünlük sağlayarak ona verilmesinin ihtimali neydi? Şifa tarifsiz hislerle dolmaya başlayan gözlerini kırpıştırarak Ahon'a ve Oniks'e baktı. Peki, onlarla karşılaşması neydi? Kader mi, şans mı? Şifa bilmiyordu ama iki türlüde pişman değildi. Dileği bir ömür onlarla beraber olmaktı.
Ahon, Şifa'ya hafifçe tebessüm ederek kolyeyi kutudan çıkardı. Sevineceğini tahmin ediyordu ama böyle bir tepki vereceğini düşünmemişti. Ahon artık bu taşın kadın için özel olduğunu anlamıştı. Hikayesini ise daha sonra öğrenecekti.
''Takabilir miyim?'' Ahon'un sesi ile Şifa düşüncelerinden sıyrılarak parlayan gözlerle başını salladı. Ahon, Şifa'nın saçlarını okşayarak omzundan aşağı bıraktı ve yavaşça kolyeyi taktı. Oniks ise yerinde tepinmemek için kendini zor tutuyordu.
Şifa derin bir nefes alarak Ahon'un etkisinden kurtulmaya çalıştı. Ahon, Şifa'nın saçlarını düzelterek tekrar eski yerine geçerken hafifçe tökezledi. Şifa hızla kolundan tutarken Ahon'da neye takıldığını görmek için yere baktığında dikenli bir kuyrukla karşılaştı. Ahon ve Şifa aynı anda kuyruğun sahibine baktığın da Oniks gözlerini annesinden kaçırarak kuyruğunu yavaşça kendi etrafına doladı.
Ahon sadece gözlerini kısarak bakmakla yetindi. Ne de olsa kötü bir izlenim bırakan o olmamıştı. Şifa, Oniks'de bakışlarını çekerek Ahon'a baktı. O da bir şey demeyecekti. Şimdilik.
''Teşekkür ederim. Çok güzel.'' Ahon gülümseyerek Şifa'ya baktı.
''Senin boynunda olduğu için.'' Ahon'un beklenmedik iltifatıyla kızardı. Uzun bir süre buna alışamayacaktı.
Oniks daha fazla dayanamadı ve annesine yavaşça yaklaşarak ikisi arasına girdi. Ahon içinden sabır çekerek bir kaç adım geri çekildi. Oniks başını annesinin boynun altına sürterken Şifa da gülümseyerek Oniks'in başını okşadı.
''Bu sefer de affediyorum Oniks. Ama bir daha böyle bir şey olursa bu kadar kolay yumuşamam.'' Oniks başını sallayarak geri çekildi ama çok uzaklaşmadı.
Şifa, Oniks'in uzaklaşmasıyla boynundan göğüslerinin arasına kadar uzanan kolyeyi eline aldı. Damla şeklinde, avucunun yarısı kadar olan bir kolyeydi. Ama değeri o kadar büyüktü ki, annesinin hasta olmasından ibaret olan tüm hayatını kaplıyordu. Şimdi ise ellerinde tutuyordu. Kolyeyi yavaşça bırakırken başını kaldırarak karşısındakilere baktı. Şifa kocaman, ışıl ışıl bir gülümsemeyle iki çift gri göze baktı. Artık bundan sonra yaşayacağı tüm hayatını karşısında duran gri gözlüler kaplayacaktı.
***
Bittiii, bundan sonraki bölüm biraz da Liya-Umur ve Dora-Khan çiftinin neler yaptığını okuyalım mı?
Hepinizi öpüyorummm, kendinize iyi bakın ☺️😍❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.62k Okunma |
350 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |