23. Bölüm

23. Klanlar-2

Maysa Berran
maysaberran

Pekala, yine geç geldi. Ama uzun geldi. :))

Keyifli okumalar, hepinizi öpüyorum.

***

Öfkeliydi, hem de çok. Kırgındı, ruhunda derin bir yerler sürekli sızlıyor ve kanıyordu. Ama acısını belli etmemeli güçlü durmalıydı. Çünkü Dora böyle bir kadındı. Tüm acıyı içine gömer dışarıya düz bir duvar gibi dururdu. Herkes onun soğuk bir kadın olduğunu söylerdi. Erkekler ona genelde diğer kadınlara yaklaştığı gibi yaklaşmazdı. Zaten Dora'da hiçbir erkekten böyle bir yakınlık beklemiyordu. Onun beklediği tek bir adam vardı. Ördüğü sağlam ve kalın duvarları çatlatan tek kişi Khan'dı. O gece kendisini Khan'a açtığında onun da kendisine aynı hisler beslediğine inanmıştı. Fakat yanılmıştı. Hem yanılmıştı hem de çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Khan'ı seviyordu ve tüm cesaretiyle söylediği duygulara aynı karşılığı alamamış olmak hüznün yanında öfkeyi de getiriyordu. Dora reddedildiği için ağlayıp yas tutacak biri değildi. Elbette üzülmüştü, ağlamıştı fakat bu aynı şekilde devam edeceği anlamına gelmiyordu. O gece o odadan çıktığında her göz damlası için yemin etmişti. Hesabını soracaktı. Ne kadar seviyorsa sevsin Khan'a bunun bedelini ödetecekti. Aynı şekilde canını yakmadan, kendi hissettiği aciz hisleri yaşatmadan soğumayacaktı. İşte Dora böyle bir kadındı. Aşkıyla savaşacak ve kazanmak için her şeyi yapacak bir kadındı. O gece odadan başı eğik nasıl çıktıysa Khan da aynı şekilde dizleri üzerinde çökerek ona gelecekti. Khan'ın neden böyle davrandığının zerre önemi yoktu. Dora sadece sonuçlara bakardı ve bu hikayenin sonunda Dora asla kaybetmeyecekti.

Yaptığı tüm plan tıkırında işlerken, onun lehine gelişen olaylar da buna tuz biber oluyordu. Aptal değildi. Khan'ın neden bu şekilde davrandığını anlıyordu. Fakat anlamadığı tek bir şey vardı. Ona karşı bir şeyler hissediyorsa neden kendisini reddetmişti. Yoksa bu davranışları sadece beraber büyüdükleri için miydi? Eğer öyleyse bile, davranışları biraz fazla değil miydi? İşte Dora bunu anlamıyordu. Dora, Khan'ı anlamıyordu. Özellikle Hans geldikten sonra çok değişmişti. Davranışlarını bir mantığa oturtturamıyordu. İlk başlarda Khan'ın tepkileri içten içe onu eğlendirirken son zamanlarda artık sinirlerini bozuyordu. Bencil bok çuvalı gibi davranıyordu. Lider'in ona verdiği görevde de araya girmesi ve kendi hakkında karar vermesi bardağını taşıran son damlaydı. Onu kıskanıyor muydu? Şüphesiz davranışları bu yöndeydi. Yine de aptal adam hala ona tek kelime etmemişti. İşte bu Dora'ya dokunuyordu ve gittikçe Khan'ı süründürme düşüncesi ona daha fazla keyif veriyordu. Ama bir yandan da kalbinde oluşan kıpırtılara engel olamıyor bu yüzden Khan'la aynı ortamlarda olmaktan kaçınıyordu. Duygularına kapılıp mantığı ile hareket edememekten korkuyordu. Bu hataya düşmemeliydi. Yemin etmişti ve sonuna kadar gidecekti. Tabi sinirden aklını kaçırmazsa.

Bu sabah Khan, yine sinirlerini bozmuş ona haddinden fazla yaklaşmıştı. Sabah olanlar aklına tekrar geldiğinde çoktan ejderhasının yanına gelmişti.

''Lex, Khan'ı kül edemez misin?'' Ejderhası Lex, yeşil gözlerini ona dikmiş ve olumsuzca başını sallamıştı. Dora ofladığında, Lex başını Dora'nın başına yasladı. Hüznüne ortak olmak istercesine. Sabah yaşadığı olay tekrar aklına geldiğinde Dora gözlerini sıkıca kapatarak dengesini bozan duygulardan arınmaya çalıştı.

***

Tüm gece düşünceler içinde savrulup durmuş ve güneş ufuktan görünene kadar uyuyamamıştı. Erkenden yola çıkacağı içinde daha fazla yatakta kalmamış, yemeğe kadar olan zamanda hazırlıklarını yapmıştı. Üstüne deri ve kadife kumaşlardan oluşan kahverengi kıyafetini giymiş. Kılıcını ve bıçaklarını kuşanmıştı. En sonunda hazır olduğuna emin olduktan sonra yemek salonuna doğru yola çıkmıştı. Kötü başlayan gün güzel devam eder miydi? Asla. Koridorda Khan ile karşılaşmıştı. Dora, Khan'ın yüzüne hiç bakmadan geçecekken adam onu kolundan tutmuş ve burnun dibine kadar girmişti. Öyle ki burunları birbirine değiyordu. Dudakları arasında santimler kalmış, Khan'ın öfkeli ve sıcak nefesi arsızca ciğerlerine sızıyordu. Yeşil gözleri kanlanmış, göz bebekleri küçülmüştü. Gözleri resmen ateş saçıyordu. Dora, Khan'a bakarken adamın sol kaşında ki ize baktı. Hemen arkasından kaşlarını çatarken çenesinde ki yavaşça oluşmaya başlayan morluk da dikkatini çekti. Kavga mı etmişti? Lanet olsun! Nedenini de soramazdı. Ama kesinlikle Liya ya da Şifa'dan öğrenecekti. Dora kendi içinde tahminlerde bulunurken Khan'ın onu sarsmasıyla kendine geldi. Bulunduğu pozisyona kalbi tepki vermeye başlarken Dora hırsla kolunu çekmeye çalıştı.

''Ne yaptığını sanıyorsun sen?'' Khan cevap vermedi. Dora kaşlarını daha çok çatarken hala sıkıca tutulan koluna baktı. Yüzü öfkeyle kasılırken yumruk yaptığı elini Khan'ın dirseğine geçirdi. Khan'ın beklemediği darbeyle kolu boşalırken, Dora hızla Khan'ın bileğini ters çevirip iri bedeni koridorun duvarına doğru itti.

''Kendine gel artık! Yoksa ben getirmesini bilirim.'' Khan aldığı darbeyle kısa bir an duraksasa da hiç aldırmadan tekrar Dora'ya doğru hamle yaptı ve aynı anda boynunda keskin bir metalin soğukluğunu hissetti.

''Tek bir adım daha atarsan sonuçlarına katlanırsın.'' Khan gözlerini sıkıca yumup tekrar açtı. Dora eskiden de zor ve soğuk bir kadındı. Ama o geceden sonra kendisine bir hiç gibi davranıyordu. Khan her ne kadar haksız olduğunu bilse de bunu kaldıramıyordu. Nedenini açıklayamıyor, diline zincirler vuruyordu. Dora'dan uzak durmalıydı. Başarıyordu da Ta ki o Hans denilen piç gelene kadar. Khan, Hans'ın Dora'ya olan ilgili davranışlarına ve Dora'nın da buna bir şey dememesine deli oluyordu. Bu kadın daha düne kadar onu seviyordu. Fakat davranışları bunun tam tersini gösteriyordu. Yoksa ona olan ilgisi geçmiş miydi? Khan kafayı yiyecekti. Bencil bir şekilde Dora'nın kendisini sevmesini ve başka biri ile olmasını istemiyordu. Bunun aptalca olduğunu biliyordu. Khan, Dora'ya istediği şeyi veremezdi. Fakat başkası ile de olmasını asla kaldıramazdı. Bencilliği ve hisleri onu çıkmaza sokuyor. Düşünmeden hareket ediyordu. Tıpkı şu an da olduğu gibi.

Boynuna değen bıçağın keskin tarafını umursamadan Dora'ya doğru adım attı. Aynı anda Dora dişlerini sıkarak hızla bıçağı kendine doğru çekti. Fakat ne kadar hızlı hareket etmiş olsa da Khan'ın boynunda küçük bir kesik açılmasına engel olamadı. Dora'nın gözleri hızla kesiğe kaydığında. Derin olmadığını hatta kanamadığını gördü. Az önce kısa süren endişesi yerini tekrar öfkeye bıraktı.

''Sen delirdin mi?'' Dora sinirle haykırdığında,

''Evet delirdim.'' diye Khan'da haykırdı. Khan, Dora'nın gözlerinin içine dikkatle bakarken ona tekrar yaklaşmıştı.

''Hans'la aranda bir şey mi var?'' Dora tüm hücrelerinin aynı anda uyarıldığını hissetti. Öyle bir uyarılmaydı ki tüm vücudu şiddetle titredi. Dudaklarını aralayıp kapattı, üst üste yutkundu. Tekrar konuşmak için dudaklarını araladığında öfkeden titreyen sesi ile tek kelime debildi.

''Ne?'' Bu adam ne saçmalıyordu? Böyle bir şeyi ona nasıl sorardı? Nasıl düşünürdü? Khan nasıl olurda onun hislerini bu şekilde küçümseyebilirdi? Dora kendine acıdı. Böyle bir adama aşık olduğu için içi acıdı.

''Ne demek, ne? Daha düne kadar beni seviyordun. Şimdi ise Hans denile o pi-'' Şak, diye bir ses doldu kulaklara. Khan yanağında ki yanmayı hissederken, başı sağa doğru eğilmişti. Sessizlik çöktü koridora. Hiç kımıldamadan kaldı ikili. Birisinin avucu yanıyordu diğerinin yüzü. Ama acıyan kalpleriydi.

''O gece her şeye rağmen sana itirafımdan sonra, senden bana hiçbir şey olmadı. Bu saatten sonra da benden sana asla bir şey olmayacak.'' Dora öfkesinin arkasına saklanıp göz yaşlarını içine akıttı. Bu adam için tek bir damla daha ziyan etmeyecekti. Arkasını dönüp gitmeden önce son sözlerini söyledi.

''İki yabancı bile değiliz artık.'' Khan'ın omuzları mağlubiyetle düşerken, onun aksine dimdik yürüyen kadına baktı. Khan sarf ettiği sözlerin pişmanlığını yaşarken, artık Dora'ya ulaşmanın daha zor olacağını biliyordu. Artık önünde iki seçenek vardı. Ya her şeye rağmen durumunu kabullenip Dora'ya hislerini itiraf edecekti, ya da zamanla çürüyen kalbi ile Dora'yı sessizce izleyecekti.

***

Dora yaklaşan adım sesleri ile başını Lex'den kaldırman gözlerini araladı. en son görmek isteyeceği kişi ona doğru yürürken Dora burun kıvırarak başını çevirdi. Bu adamı görmek bir dert, görmemek başka bir dertti.

''Dora!'' Khan'ın adını yüksek sesle söylemesine rağmen hiç duymamış gibi yaparak Lex'in sırtına atladı.

''Gidelim kızım.'' Lex yanlarına kadar hızla gelen adama gözlerini devirerek hızla kanatlarını çırptı ve yerdeki tüm toz Khan'ın saçlarından ayaklarına kadar dolandı. Lex gökyüzüne doğru uçarken Dora aşağıda kalan ve üsütünü silkelemeye çalışan adama eğlenen gözlerle baktı.

''Teşekkürler kızım, sayende keyfim biraz yerine geldi.''

Khan yanına gelen ejderhası ile üstünü silkelemeye son vererek hızla ejderhanın sırtına atladı.

''Yakala şu iki kızı, oğlum.'' Ejderha aldığı komutla hemen harekete geçti. Gökyüzünde süzülen iki kadına da yetişmesi uzun sürmedi. Yan yana geldiklerinde Khan iç çekerek Dora'ya baktı. Fakat Dora yine ona bakmamıştı. Khan, ejderhasının üstünde dimdik duran, kahverengi saçları rüzgarla savaşan, kısık gözleri dikkatle önüne bakan asil kadına bakarken kararını vermişti. Ne olursa olsun, kendi gururu yerler altına serilecek olsa bile Dora ile konuşacak ve ona her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatacaktı. Fakat önce yaptığı aptallıkları düzeltmeliydi. Bunun içinde hiç istemese de Sahn yılışığından yardım istemek zorunda kalacaktı.

***

Oniks birden bire etrafa dolan yabancı insanlara kısık gözlerle bakmaya başladı. Yüksek bir ağacın tepesine yerleşmiş dikkatli gözlerle etrafı inceliyordu. Ortaya çıkan yabancı insanlara ve ilk defa gördüğü koruyuculara anlam vermeye çalışıyordu. Zuria hemen yanında ki dalda duruyor, yeni gelenlere bakıyordu. Kendisinin aksine o gelenleri tanıyor gibi duruyordu. Sadece o değil diğer ejderhalarda tanıyor gibi duruyorlardı. Aksi takdirde neden onları selamlasınlar ki? Zuria ona dönerek aşağı işaret ettiğinde Oniks bıkkın bir nefes verdi. Son zamanlarda Zuria ona çok fazla şey yaptırıyordu. Buna ejderhaların başına geçmesine ısrar etmesinden, avlanmayı göstermesine kadar olan her şeyi yaptırıyordu. Aslında daha çok öğretiyor gibiydi. Fakat Oniks'in tembel ruhu bunlara zor katlanıyor bazen kaçmaya çalışıyordu. Fakat bu seferde nereden çıktığını anlamadığı kendisine tıpatıp benzeyen, kırmızı gözlü ejderhaya yakalanıyordu. İsmi Axi'ydi ve Oniks onun kendisinden önce ki Kara Ejderha olduğunu öğrenmişti.

İlk başlarda her ne kadar Axi ile anlaşamasalar da zamanla onun da sevdiklerini korumak için hareket ettiğini anlayınca eskisi kadar düşmanca yaklaşmamıştı. Fakat Axi bir önceki liderdi. Bu yüzden sert bir mizacı vardı. Çok güçlü ve yetenekli bir ejderhaydı. Şimdi ise yeni liderleri olarak onu görüyorlardı. Her ne kadar Oniks böyle bir şeyi istemese de Axi ve Zuria ona bu konuda sürekli baskı yapıyordular. Zuria zarif hareketleri ile ona istediğini yaptırırken, Axi tamamen zoru kullanıyordu. Askerler nasıl savaş talimleri yapıyorsa, Axi de aynı şeyi Oniks'e yapıyordu. Onunla dövüşüyor ve her seferinde Oniks'i yeniyordu. Bu Oniks'i deli ediyordu. Bu yüzden her seferinde daha hırslı bir şekilde saldırıyordu. Axi ise buna hiçbir şey demiyordu. İlk başta tuhaf gelse de sonradan fark etmişti ki Axi'nin de amacı buydu. Onu hırslandırarak bir şeyler öğretmeye çalışmaktaydı. Kabul etmeliydi ki işe yarıyordu. Vücudu daha irileşmiş, kaslanmıştı. Dikkati artık daha sağlam ve ateşi kontrol etmesi daha basitti. En azından artık avlanırken hedefi tutturabiliyordu. Güçleniyor olmak onun da hoşuna gitmeye başlamıştı. Ama hala kendisini lider olarak görmekte zorlanıyordu. Yine de bu kimsenin umurunda değildi. Çoktan onu liderleri yapmışlardı. Oniks'in ise daha fazla kaçamayacağı bu gerçeği kabul etmekten başka bir seçeneği kalmamıştı.

Zuria tekrar aşağıyı, bu sefer kuyruğu ile işaret etti. Oniks başını iki yana sallayarak ret etti. Kalabalığa girmeyi hiç istemiyordu. Özellikle de ilk defa gördüğü kişilerin arasına. Biraz daha incelemeliydi. İlk önce kurtlara baktı. Annesi ile yaşadığı yerdeki kurtlara benzemiyorlardı. Daha büyük, daha iriydiler. Kürkleri güneşin altında parlıyordu. Bazılarının sırtında insanlar varken bazıları tek başlarına yürüyorlardı. Oldukça heybetli ve gösterişliydiler. Hemen onlarla gelen diğer topluluğa baktı. Görünüş olarak onlara benziyorlardı. Tıpkı ejderhalar gibi kuyrukları, pençeleri ve dişlere sahiptiler. Ama onlar ateşken, bu varlıklar su gibiydiler. Yeni sudan çıkmış gibi bedenleri parlıyordu. Suyun şekil almış hali gibiydiler. İlgi çekici boynuzlarının arasında parlayan mücevher gibi bir şey vardı. Kurtların aksine zarif duruyorlardı. Üstelik, pençe ve boynuzlarına rağmen.

Onlarla gelen insanlara bakmaya başladığında görüşü siyah kanatlarla kesildi. Axi sabit yüz ifadesiyle ona dik dik bakmış ve hemen yanına kurulmuştu. Bir süre hiç bir şey yapmadan önüne bakmış ve Oniks'in hiç beklemediği bir anda kuyruğunu sırtına geçirmişti. Oniks dengesini kaybedip düşecekken son anda Zuria'nın kuyruğu sayesinde dengesini korumuştu. Öfkeyle Axi'ye döndüğünde. Kırmızı gözlü ejderha da başını yavaşça ona çevirdi.

''Git ve selamla.'' Oniks zihnine dolan boğuk sese tepki vermedi. Çünkü artık alışmıştı. İlk başta delirdiğini düşündüğü bu olaya artık tepkisiz kalabiliyordu. Koruyucular kendi aralarında telepati denilen bir olayla iletişime geçiyordu. Henüz Oniks duyabilse de geri tepki vermede çok iyi değildi. Telepati kurmakta zorlanıyordu. Çünkü bu zamana kadar kullanmadığı bu özelliği geliştirmek zaman alacaktı. Gözlerini Axi'den çekmeden,

''Hayır.'' dedi. Sesi derin ve güçlüydü. Axi tekrar kuyruğunu Oniks'in sırtına geçirdi. Oniks bu sefer dengesini kaybetmedi. Ama o da kuyruğunu savurdu. Fakat Axi kendi kuyruğu ile Oniks'in hamlesini anında def etti.

''Sen Ejderha Liderisin.'' Yüzlerce duyduğu cümleye gözlerini devirdi. Tekrar dikkatini toplamaya çalıştı. Az önce ki hamlelerden telepatiyi kaybetmişti.

''Değilim.'' Axi bu inatçı çocuğa bir şeyleri anlatmaktan dolayı daha çok yaşlanmıştı.

''Sevdiklerini böylemi koruyacaksın? İnkar ederek.'' Oniks hırıltılar çıkararak Zuria'ya baktı. Zuria kuyruğunu kendine sarmış kendisini yalıyordu. Oniks'in bakışlarını hissedince başını kaldırarak ona baktı. Mavi gözleri dalgalanarak gözlerini süzdü ve oyunbaz bir ifadeyle tekrar aşağı işaret etti.

''Gidelim.'' İnce ve yumuşak tınılı ses zihnine dolup tüm bedenini ele geçirdi. Zuria'ya hipnoz olmuş gibi bakarken bu seferde başına aldığı darbeyle homurtular çıkardı.

''Burası senin evin. Artık kabul et. Koru ve savaş. Gideceğin yol uzun. Savaş ise çok yakın.'' Savaş. Savaş. Savaş. Nasıl bir şeydi bu savaş? Bu kadar zor muydu kazanmak? Axi ona anlatıyordu. Geçmişi, bugünü ve yarını. Kim olduğunu, neden doğduğunu, ne yapması gerektiğini, her şeyi anlatıyordu. O anlatıyor, Oniks dinliyordu. Merak ediyordu. Annesini de alıp kaçmak istediği bu toprakların nasıl olur da onun gerçek yuvası olduğunu merak ediyordu. Geçmişi dinledikçe, bugüne anlam veriyor ve geleceği planlayabiliyordu. Zor da olsa Ahon'u da kabul etmişti. Aralarında ki bağ hala tuhaf gelse de alışmıştı. Alışmadığı ve alışamayacağı tek şey o adamın annesine olan bakışlarıydı. İşin kötüsü artık annesi de adama aynı şekilde bakıyordu. Aklına gelenlerle tekrar kıskançlığın onu esir almaya başladığını hissetti.

''Bak o da görevini yerine getiriyor ve selamlıyor. Sen de Kara Ejderha olarak sorumluluklarını yerine getir ve sana ait olan liderliğe sahip çık.'' Axi'nin sözleri ile başı hızla kulenin girişine döndü. Annesi ve o adam merdivenlerin en üst basamağında durmuşlardı. Gelen misafirler durmuş, ikiliye bakıyorlardı. Sonra etraf şu haykırışlarla dolmaya başladı.

''Selam olsun Ejderha Lider'ine, selam olsun eşine.'' Oniks dişlerini sıkarak hırladı. Hani Ejderha Lideri oydu? İki tane lider mi olurdu? Oniks siyah kanatlarını açarak süzülmeye başladı. Artık ait olduğu konumu kabullenmeli ve asıl Ejderha Lider'inin kim olduğunu göstermeliydi.

***

Şifa heyecanla atan kalbini sakinleştirmeye çalıştı. Ama nafile bir çabaydı. Yapması gereken görev ve konum sakinleşmesine yardımcı olmuyordu. Onları nasıl selamlamalıydı? Nasıl gözüküyordu? Kıyafeti uygun muydu? Aklında endişeden türeyen yüzlerce soru vardı. Neyse ki Ahon onun içini biraz ferahlatmıştı. Kasılmaması gerektiğini, normal bir şekilde tıpkı kendisinin yaptığı gibi selamlamasını söylemişti. Ayrıca çok güzel olduğunu, kıyafetlerinin de oldukça uygun olduğunu da dile getirmişti. Sadece yattığı için saçları dağılmıştı. Onu da hemen halletmişti. Yanlarından ördüğü saçlarını beyaz taşlı bir toka ile arkadan tutturmuş geri kalan saçları omuzlarına ve sırtına dalgalar halinde serbest bırakmıştı. Kırmızı elbisesi sade olsa da şık duruyordu. Göğüs kısmı ince siyah dantel modelle kaplanmıştı. Aynı danteller bol dökümlü kollarının uçlarında ve salaş bir şekilde yerlere kadar dökülen etek uçlarında vardı. Kıyafetini ise Ahon ve Oniks'in ona verdiği beyaz parıldayan kolye ile tamamlamıştı. Geçtikleri koridorlarda ki aynaya bakarak son kez kendini süzdü. Evet fena değildi. Fakat lider eşine uygun muydu? Başını iki yana sallayarak olumsuz düşüncelerden ayrıldı.

''Gel hadi, çok güzelsin. Endişelenme.'' Şifa yanakları hafifçe kızararak Ahon'un ona doğru uzattığı elini tuttu. Beraber kulenin girişine kadar yürüdüler. Onların görünmesiyle etraftaki yoğun sesler boğuklaşarak azaldı. Etraf tamamen sessizliğe büründüğünde herkes Ahon'un yanındaki kadına bakmaya başladı. Kurt Klanı'nın önde gelenlerinin kadından haberi vardı. Tabi Sivri sayesinde. Fakat İnci Klanı'na kimse bir şey söylememişti. Zaten onların yanına giden Khan ve Dora'nın ağızlarından bir kelime fazla almak imkansız gibiydi.

Daha önce Ejderha Lideri'nin bir kadınla bile adı anılmazken, şimdi bir kadının elini tutması ve onları karşılaması oldukça ilginçti.

Ahon keskin gözlerini topluluğa dikip, elleri arasında ki küçük eli daha fazla sıktı. Boştaki elini gökyüzüne doğru kaldırıp göğsüne doğru indirdi.

''Kuira ve İnurm Klanlarını selamlıyorum. Topraklarımıza hoş geldiniz.'' Ahon'un gür sesi ortama yayıldığında Şifa'yı bir adım öne çıkardı.

''Mühürlü Eşim Şifa'yı size takdim ediyorum. Bana gösterdiğiniz saygıyı ona da göstereceğinize eminim.'' Ahon'un hem Şifa'yı tanıtması hem de üstü kapalı uyarı ile klanlar mesajı almıştı. Şifa sesinin titrememesini umarak Ahon gibi bir elini havaya kaldırdı ve göğsüne götürdü.

''Ben de Kuira ve İnurm Klanlarını selamlıyorum. Hoş geldiniz.'' Sesi çok yüksek çıkmasa da herkes onu duymuştu. Ahon gözlerinde ışıltılarla kadına baktı. Şifa'dan başka bir eş düşünemiyordu. Sanki geçmişinde de geleceğinde de hep o vardı. Ahon bakışlarını kalabalık gür sesi ile haykırınca Şifa'dan çekti.

''Selam olsun Ejderha Lider'ine, selam olsun Ejderha Lideri Eşine.'' Hep bir ağızdan yumruk yaptıkları ellerini göğüslerine götürerek Ahon ve Şifa'yı selamladıklarında bir kükreme etrafa yayıldı.

Oniks simsiyah gösterişli kanatlarını iki yana açarak Ahon ve Şifa'nın hemen arkalarında arka ayakları üzerinde dikildi. Başını havaya kaldırarak bir öncekinden daha büyük bir kükreme gerçekleştirdi ve havaya doğru parıltılı alevlerini serbest bıraktı.

Oniks kendince selamlamasını yaparken dört ayağının üzerine geri indi. Ters bakışlarını Ahon'a yönlendirirken, Şifa'nın yanına doğru yürüyerek kalabalığa başını dikerek baktı. Diğer ejderhalarla beraber, kurtlar ve incilerde başlarını eğerek Kara Ejderha'yı selamladı. Bu sefer etrafa yüksek sesle şu haykırışlar doldu,

''Selam olsun Kara Ejderha'ya, selam olsun Ejderhalar'ın Liderine.'' Oniks alay dolu bakışlarını Ahon'a çevirerek kalabalığı işaret etti. Ahon, Oniks'in güç yarışına gözlerini devirerek tekrar kalabalığa döndü. Elini sertçe havaya kaldırdığında sesler yavaşlayarak yok oldu. Oniks sıcak nefesini sesli bir şekilde verdiğinde sol tarafı annesi tarafından dürtüldü. Şifa'nın uyarı dolu bakışlarına sevimli olduğunu düşündüğü bakışlarla karşılık verdi.

''Yorgun olmalısınız. Dinlenin. Akşam yemeğinde görüşürüz.'' Ahon'un sözlerinin hemen ardından görevliler misafirlere doğru yaklaşarak herkesi odalarına götürmek için yardımcı olmaya başladılar. Kalabalığın içinden sadece liderler ve onların yanlarında ki yakın arkadaşları kaldı. Kurt Lideri yanında minyon yapılı kadınla beraber üç adamla beraber onlara doğru ilerlerken. Şifa içlerinden sadece Sivri'yi tanıyordu. İnci Lideri ise yanında iki kişi ile beraber geliyordu.

''Oniks, koruyucuların yanında olmalısın. Axi sana yardımcı olacak.'' Ahon gözleri ise Axi'ye işaret verdiğinde kırmızı gözlü ejderha da aynı şekilde Oniks'e karşılık verdi. Fakat Oniks hiç kıpırdamadan onlara doğru gelenlere bakıyordu. Nasıl güvenecekti? Annesini onlarla bırakamazdı. Önce kendisinin de incelemesi gerekiyordu. Öne doğru bir adım attığında,

''Saçmalama Oniks. Annen benim yanımdayken endişelenmene gerek yok.'' dedi Ahon, dişlerinin arasından. Şifa durumu kavraması ile birlikte Oniks'in başını okşadı.

''Oğlum merak etme, ben iyiyim. Sen yapman gerekeni yap.'' Oniks dişlerini sıkarak Ahon'a baktı. Pekala, annesinin dediğini yapacaktı. Artık iyice yaklaşmış insanlara bakıp tekrar Ahon'a döndü. Başını annesinin yüzüne sürterken bile bakışlarını Ahon'dan çekmedi. Ahon , Oniks'in uyarı dolu bakışlarına gözlerini açıp kapatarak cevap verdi. Ahon, Oniks'in endişesini anlıyordu. Oniks ilk defa gördüğü yabancı insanlara elbette temkinli olacaktı. Fakat Ahon varken bu anlamsızdı. Ahon, Şifa'nın tek bir saç telinin bile zarar görmesine izin vermezdi. Oniks son kez annesine bakıp hiç istemese de Axi'nin yanına ilerledi. İlerlemeden hemen önce arkasına dönerek annesine baktı. Yüzünde güzel bir gülümseme ile karşılarında duran insanlarla konuşuyordu. Kırmızı kumaşla kaplı beline sert bir kol dolanmış, koruyucu bir şekilde onu yanına çekmişti. Oniks bu kolun sahibinin kim olduğunu biliyordu. bakışları Ahon'a döndüğünde onun yüzünde hafif bir gülümsemeyle annesini izlediğini gördü. Derin bir nefes bırakarak başını iki yana salladı. Belki de artık kabullenmeliydi. Ahon'un annesini sevdiğini ve ne yaparsa yapsın annesinden ayrılmayacağını kabullenmeliydi.

***

Şifa, Oniks'in arkasından bir süre baktıktan sonra karşılarında dikilen insanlarla yüzüne samimi olduğunu düşündüğü bir gülümsemeyle onlara baktı.

Görünüşlerinden savaşçı ve vahşi oldukları Kurt Klanı insanlarına dikkatle incelemeye başladı. Sivri'yi zaten tanıyordu, fakat yanında gelen iki kişi şüphesiz Sivri'den daha tehlikeli duruyorlardı. Burnu da dahil olmak üzere yüzünün alt kısmı siyah bir bez parçası ile kapatmış adam delici kahverengi gözleri ile yan taraflarında duran İnci Klanı insanlarına bakıyordu. Siyah dalgalı saçları yüzüne ve omuzlarına dökülüyordu. Koyu esmer teni giydiği siyah zırh ile uyum içindeydi. Elinde ise keskin gümüş saplı balta vardı. Onun dışında da bir silahı yoktu. Hemen yanında omuz omuza durduğu adam da en az onun kadar iriydi, hatta bir kaç parmak maskeli adamdan uzun sayılırdı. Onunda kısa kesilmiş kahve rengi saçları vardı. Bir erkeğe göre uzun olan kirpiklerinin altında bal rengi gözleri etrafı tarıyordu. Kemerli burnu, ince dudakları ve köşeli yüz hatları ile yakışıklı olmasa da çirkin de sayılmazdı. Fakat ilginçti. Bunun sebebi baştan aşağı silahlarla donatılmış olmasıydı. Bir bakanın bir daha bakamayacağı kadar tehlikeli duruyordu. Sırtında çapraz koyulmuş iki kılıç, belinde de yine iki kılıcı ve bedeninin çeşitli yerlerinde fırlatma bıçakları vardı. Zırh giymemiş, solmuş siyah renkli kumaştan sade kıyafetler giymişti. Fakat ellerinde, bileklerine kadar uzanan zırh yapımında kullanılan madenden yapılmış sivri çıkıntıları olan eldivenleri vardı. Parmak uçlarına doğru ise sivrileşiyor adeta pençe gibi görünmesini sağlıyordu. Şifa nasıl bir yüz ifadesiyle bakıyordu bilmiyordu ama adamın birden ona dönüp göz göze gelmeleri ile hızla bakışlarını kaçırdı. Kaçırdığı bakışları Kurt Lider'inin önünde duran zayıf bedene takıldı. Yüzünde hala örtü vardı. Fakat ellerinden süt beyaz bir teni olduğu belli oluyordu. Şifa ne yapacağını bilemedi. Kız çok gergin duruyordu. Aslında Şifa'da gerginliği hissediyordu. Kurt Lider'i ile İnci Lider'i arasında sözsüz bir savaş vardı sanki. Kurt Lider'i, simsiyah gözlerini İnci Lider'inin mavi gözlerine dikmişti. Kurt Lider'i siyah, dağınık, kısa saçları, yanık bronz teni, kemikli sert yüz hatları, dolgun kırmızı dudakları, hafif kemikli burnu, açık alnı, irislerini dahi belli olmayan siyah karanlık çukur gibi gözleri ile oldukça dikkat çekiciydi. Yakışıklıydı. Kaslı, uzun boylu vücudunu sımsıkı saran siyah parlayan zırhın içinde ve zırhını tamamlayan sırtındaki kılıcı ile de diğerlerinden daha az tehlikeli durmuyordu. Bu durumda, gümüşi saçlarında zarifçe parlayan tacı, çekik masmavi gözleri ve ince atletik vücudu ile, Kurt Liderinin karşısında hiç şansı yokmuş gibi duruyordu. Bembeyaz vücudu güneşin altında ışıl ışıl parlıyordu. Yüzünde, düzgün burnu, biçimli dudakları ve ince uzun yüz hatlarına hiç yakışmayan bir ifade vardı. Öfkeli olduğu belliydi, yanakları içeri doğru çökmüştü. Dişlerinin gıcırtısı neredeyse Şifa'nın kulaklarına kadar geliyordu. Hemen arkasında duran biri kadın ve biri erkek iki kişi vardı. Erkek olanın açık mavi saçları ve yeşil gözleri vardı. Olgun yüz hatlarını sevimli yapan çenesinde derin bir çukur vardı. Liderlerinden iki parmak kadar kısaydı. Ama vücudu daha kaslı duruyordu. Kadın ise gerçekten çok güzeldi peri masallarından çıkmış gibiydi. Açık pembe saçları dümdüz bir şekilde kalçalarına kadar uzanıyordu. Saçlarından bir ton koyu olan gözleri ve kaşları vardı. Şifa bir an doğal mı yoksa boya mı olduğunu düşündü. Ama daha önce bu kadar doğal duran bir boya da görmemişti. Fakat hemen alnında tıpkı isimlerini aldıkları inciye benzeyen bir parıltı vardı. Alnının ortasında sanki yarısı derisinin altına gömülmüş gibiydi. İçinde su dolanıyormuş gibi parıldıyordu. İnci Klan'ı halkı gerçekten perilere benziyorlardı. Zayıf, kendisinden bir karış daha uzun olan kadın zarif bir hareketle ona başını eğerek gülümsedi. Bembeyaz dişlerine, ufak ağzına yakışan ince şekilli dudaklarına büyülenmişçesine baktı. Sonra hemen kendisini topladı. Kadına nasıl bakıyordu öyle? Hafifçe gülümseyerek o da başını salladı. Kimseden ses çıkmıyordu. Ahon'da tek kelime etmemişti. Acaba ona mı bırakıyordu?

Şifa boğazını hafifçe temizleyerek öne doğru bir adım attı. Hemen ardından da belinde güven verici dokunuşu hissetti. Kendine daha çok güvenen bir gülümsemeyle,

''Tekrar hoş geldiniz.'' dedi. Az önce ona gülümseyen kadın öne çıktı.

''Teşekkür ederiz. Bizi davet ettiğiniz için ayrıca çok memnunuz.'' Kadının sesi tıpkı kendisi gibi zarifti.

''Topraklarınız çok güzel.'' Şifa narin ve ince sesin kaynağına döndü. Yüzü örtülü kadındı. Fakat örtüyü dolunay ışığı gibi parlayan saçlarının arkasına atmıştı. Gümüş rengi ile beyaz rengin karışımı gibi olan saçlarını masmavi iri gözleri tamamlıyordu. İnsanı içine çeken gözleri akan temiz bir nehir gibiydi. Ufak yüz hatları vardı. Alnı küçüktü ama tıpkı diğer kadında olduğu gibi onda da inciye benzeyen bir parıltı vardı. Gözlerinin ve saçlarının rengini almış gibiydi. Beyaz gümüş içine maviyi hapsetmiş kıvrılıp duruyordu. Şifa büyülenmişçesine kadına bakıyordu. Şimdi anlıyordu, İnci Klanı kadınlarının neden tek başlarına topraklara basmasının yasak olduğunu. Bu büyüleyici güzellikler diğer insanlar tarafından elde edilmek için savaşa bile neden olurlardı. Kadının yüzünde hafif bir gülümseme oluştuğunda iki yanağında derin çukurlar oluştu. Şifa gözlerini kırpıştırarak kendine hakim olamadan fısıldadı.

''Çok güzelsin.'' Şifa kısa bir an herkesin dikkatini çekerken bir kahkaha etrafa yayıldı.

 

''Kusura bakmayın, Ejderha Lider'i Hanımı ilk defa İnci Kadı'nı görüyor.'' Şifa'nın yanakları hafifçe kızarırken Ahon ve Kurt Lider'i aynı anda Sahn'ı tersledi.

''Kusur mu?''

''İnci Kadını mı?'' Sahn şaşkınca bir Ahon'a bir de kaşlarını çatmış Kurt Lider'ine baktı. Fakat daha bir şey diyemeden İnci Lider'i hırsla söylendi.

''Elbette İnci Kadın'ı. Damarlarında İnci'nin asaleti akıyor.'' Kurt Lider'i, İnci Lider'ine doğru bir adım attığında, Şifa olayların nasıl bu duruma geldiğini düşünüyordu.

''O benimle olmadan önceydi. Artık Kurt kanı akıyor.'' İnci Klan'ı öfkeli bir nefes vererek hızla Kurt Lider'ine yaklaştığında yanlarında olan kişiler de saldırı pozisyonuna geçti.

''Benim kardeşim sizin gibi vahşi değil ve olmayacak.'' Kurt Lider'i bu baş kaldırışa karşılık vermek için hareketlendiğinde önüne geçen bedenle hızla durdu.

''Alhva! Lütfen kavga etmeyin.'' Alhva gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak tekrar açtı. Bakışlarını hemen önünde duran titreyen mavi gözlere dikti. Bu kadar insanın önünde geri çekilmek ona göre olmasa da, ne zaman bu kadına hayır diyebilmişti ki?

''Ahon, bir şey yapsana.'' Şifa birbirlerine girmek üzere olan kişilere bakarak Ahon'un kolunu sarstı. Ahon her halinden endişeli olan kadına bakıp tekrar iki lidere döndü.

''Alhva ve Merjen kendinize hakim olun. Topraklarımda kavga istemiyorum. Üstelik buraya ne için toplandığımızı hatırlayın. Şimdi zamanı mı?'' Ahon'un uyarı dolu sesi ile birbirlerinden hafifçe uzaklaştılar. Gerçi, Ahon bir şey demeseydi de Kurt Lider'i çoktan geri çekilmeye hazırdı. Kolları arasındaki kadına hayır diyemiyordu ki!

''İsterseniz dinlenin daha sonra da hep beraber yemeğe geçeriz.'' Şifa'nın önerisi ile herkes başını sallayarak onayladı. İnci Lider'i Merjen kardeşine doğru dönerek elini uzattı.

''Kardeşim, beraber yürüyelim mi? Hem sohbet ederiz. Yakın zamanda görüşmüş olsak da seni özledim.'' Mavi gözlü kadın büyük bir istekle başını salladığında elini Merjen'in elinin içine koydu. Kadın adım atmadan önce duraksayıp Alhva'ya baktı. Kurt Lider'i hiç istemese de güven verici bir gülümseme ile kadının saçlarına bir öpücük kondurdu.

''Hemen ardında olacağım.'' Alhva'nın sözlerine Merjen homurdanarak,

''Başka türlüsüne şaşırırdım zaten.'' dedi. Alhva ters ters Merjen'e baksa da bir şey demedi. Fakat akşam yemeğinde ona gününü gösterecekti. Elinde öyle bir koz vardı ki. Akşam yemeği boyunca bir daha ona tek kelime demeyecekti.

''O zaman buyurun size odalarınızı göstereyim.'' Şifa önden ilerlerken Ahon gurur dolu bir ifadeyle Şifa'ya bakıyordu.

Olmuştu. Bu kadın hayatında çok güzel olmuştu.

***

Nasıll? Yeni liderlerimizi beğendiniz mi? En çok hangisi hoşunuza gitti?

Dayanamadım ve şuraya iki şapşal koyuyorum. Çok tatlılar ya yiyeceğimmm.

Bölüm : 13.10.2024 22:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...