24. Bölüm

24. Kim Masum?

Maysa Berran
maysaberran

Merhabaa, zamanın da, erken ve uzun gelen bir bölüm. Bir alkış alırım artık. 🙈❤️

***

Güneş batmıştı. Etraf yanan ateşlerin ve ayın parlaklığı ile aydınlanıyordu. Uzunca kurulan masalar bahçeyi kaplıyor, yemek kokusu etrafa yayılıyordu. Misafirler birer, ikişer gelerek masalara yerleşiyorlardı. Çoğunluğu askerler ve diplomatlar olsa da kısmen bu kişilerin aileleri de vardı. Onlarla gelen çocuklar, Ejderha Topraklarının çocuklarıyla oyunlar oynuyor, etrafa neşeli çığlıklar doluyordu. Klanlar karışık otursa da Kurt Klanı ile İnci Klanı arasında soğukluk bu sıcak ortamda bile kendini belli ediyordu. Elbette nedenini herkes biliyordu. Bu yüzden Ejderha insanları her iki klanın arasına karışmış onlarla sohbetler ediyordular.

Şifa, Liya, Dora, Khan ve Sahn da etrafta gezerek misafirlerle ve organizasyonla uğraşıyorlardı. Kızlar yemek kısmı ile ilgilenirken, Sahn ve Khan misafirlerle ilgilenerek onlarla kısa sohbetler etmeye çalışıyorlardı. Sahn yine biten sıkıcı sohbetin ardından hızla Khan'ı çekiştirdi. Onun başka bir masaya gitmesine daha fazla izin veremeyecekti. Kusacak kadar savaş ve siyasi muhabbet döndürmüşlerdi. Bu gece bunları konuşmak zorunda mıydılar? Zaten önleri fazlası ile karanlık dururken bir de şenlik tadında olan bu geceyi bununla geçiremezdi. Klanların bir araya gelme sebebi her ne kadar savaş için olsa da, aynı zamanda her yıl bir kere düzenlenen geç kalınmış bir klanlar buluşmasıydı. Geç kalmanın sebebi elbette Kara Ejderha'nın kayıp olmasından dolayıydı. Ahon bu şekilde iki olayı da aradan çıkartmak istemişti. O yüzden bu gece ciddiyetten biraz daha uzak eğlenceli bir havada geçecekti. Aslında bu kadar rahatlamamaları gerekiyordu. Fakat Kurt Klanının son yaptığı olay onları biraz rahatlatmıştı. Artık fark edildiklerini anlayan Yılanlar bir süre hareketsiz durup etrafı izleyeceklerdi. O yüzden bu sessizliği iyi değerlendirmeliydiler. Çünkü gelecek günler fazlası ile gürültülü olacaktı. Ama şimdi hepsinden de önemli olan başka bir konu vardı. Söylenip duran adamı hızla karşısına aldı.

''Dökül.'' Khan yüzünü buruşturarak Sahn'ı geçmeye çalıştı. Şimdi hiç uğraşamazdı. Özellikle yeniden Dora tarafından bozguna uğratılmışken. İnci Klanı ile birlikte topraklara girdikleri ilk andan beri Dora ile konuşmaya çalışıyordu. Fakat Dora onu dinlemeyi bırak yüzüne bile bakmıyordu. Geldiği gibi herkesi kısaca selamlamış ve kendisini odasına atmıştı. Sonra da Şifa ve Liya ile birlikte kalabalığın arasına dalmıştı. Yani sonuç olarak elinde hala koca bir sıfır vardı. Hatta bu gidişle giderse eksilere bile düşebilirdi.

''Uğraşamayacağım şimdi seninle. Çekil.'' Tekrar Sahn'ı geçmeye çalıştığında,

''Verdiğin sözü ne çabuk unuttun.'' diyerek karşı atak yaptı, Sahn.

''Dora'nın Hans'la gitmesini engelledim ya hani, seninle geldi. Onu diyorum.'' Sahn, Khan'ın alık gibi suratına bakmasıyla daha uzun bir açıklama yaptı. Ama anlaşılan Khan havasında değildi.

''Artık düşmezsin yakamdan. Sonra anlatacağım.'' Sahn sırıtarak Khan'ın omuzunu kavradı.

''Senin şu sonralarını, herkes yer ben yemem.'' Khan kaşlarını çatarak saçlarını karıştırdı.

''Bak, zaten sinirliyim senden çıkartmayayım.'' Khan hızla Sahn'ın elini itip gitmek için ilerlemeye başladığında Sahn'ın sözleri ile hızla ona baktı.

''Ya şimdi anlatırsın ya da ben Yeşil anne ile konuşurum.''

''Annemi karıştırma.'' Khan öfkeyle Sahn'ın gülen suratına baktı. Her ne kadar gülse de onun ciddi olduğunu biliyordu. Dediğini kesin yapardı.

''Sadece annen değil, Ars baba ile de konuşurum. Eminim oğlunu aşk ateşine atan kadını merak edecektir.'' Khan sinirle gülerek yüzünü sertçe sıvazladı.

''Kuzen misin? Düşman mı?'' Sahn yanında duran ağaca omzunu yaslayarak kollarını göğsünde bağladı.

''İkisi de, ne olduğunu az çok tahmin edebiliyorum. Emin olmak için anlatmanı istiyorum. Çünkü senin kalın bir kafaya sahip olduğun için tek başına bu sorunu çözemezsin. Bu kısma kadar kuzeninin olarak görev alıyorum. Fakat kolay yolla anlatmayacağını bildiğim için tehditte başvuruyorum. İşte bu kısımda da düşman olarak görev alıyorum.'' Sahn kaşlarını kaldırarak Khan'a baktığında, Khan omuzlarını düşürerek yavaşça yere oturdu. Sahn yaslandığı ağaçtan uzaklaşarak Khan'ın hemen arkasına geçti ve sırtını onun sırtına yasladı.

''Biz beraber büyüdük Khan. Senin her hareketini biliyorum ve anlıyorum. İçindeki bu öfke, kırgınlık, çaresizlik neden? Anlat. Anlat kardeşim. Beraber bir çözüm bulalım. Belli ki sen tek başına yapamıyorsun.'' Sahn tüm samimiyeti ile içinden geçenleri dışarıya vurduğunda Khan gözlerini kapatarak başını sertçe arkaya doğru savurdu. Sahn beklenmedik acıyla inlerken başını tuttu.

''Ne yapıyorsun oğlum ya, sıçtın ortamın içine.'' Khan kapattığı gözlerini açarak yıldızlı gökyüzüne baktı. Sahn'dan yardım isteyecekti zaten. Fakat cesareti kırılmıştı. Dora ile bir kez konuşabilseydi eğer belki Sahn'a bile gerek kalmazdı. Ama Dora kendisini öyle bir kapatmıştı ki ona ulaşmak imkansız duruyordu.

''Sus. Zaten nefret ediyorum haklı olmandan.'' Khan derin bir nefes alarak en başından Dora ile olan her şeyi anlattı. O gece de dahil olmak üzere. Sahn haklıydı. Anlattıkça rahatladı, anlattıkça hafifledi ve anlattıkça ne kadar aptal olduğunu fark etti. Anlattıkları bittiğinde ise Sahn bunu sesli bir şekilde dile getirdi.

''Hayatımda gördüğüm en aptal adamsın. Kan bağımız olması ise utanç verici.'' Sahn, Kahn'ın karşısına geçmiş sertçe onu silkeliyordu.

''Oğlum sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Hem de Dora'ya. Nah affederse seni. Bunu ben bile düzeltemem.'' Sahn'ın onu sarsmalarının arasında hızla onu yakalarından yakaladı.

''Ne demek düzeltemem? Hiç mi bir şey yapamayız?'' Sahn sertçe sakallarını kaşıyarak Khan'ın yakalarında ki ellerini itti. Ayağa kalkarak ileri geri yürümeye başladı.

''Lan geri zekalı, sen daha ne istediğini bilmiyorsun. Dora ile olmaz diyorsun ama başkası ile de olmasın istiyorsun. Tabi Dora'da seni bekleyecekti. Hayal aleminde mi yaşıyorsun sen?'' Khan sessiz kalırken Sahn ileri geri adımlarını durdu ve tekrar Khan'ın karşısına geçti. Eğilerek Khan'la göz teması kurmaya çalıştı. Kaşlarını çatarak, tükenmiş bir şekilde duran Khan'a baktı. Yüzünde, kendi içinde verdiği savaşın izleri vardı.

''Nedenini söyle?'' Khan dişlerini sıkarak çenesini kitledi. Sahn sinirle gülerek,

''Khan, söyle!'' diyerek bağırdı. Fakat Khan yine tek kelime etmedi. Bir nedeni olmalıydı. Khan'ın bir nedeni olmalıydı. İstikrarla susması da bunu kanıtlıyordu.

''Pekala, Hans denilen o adam Dora'nın peşinde koşmaya devam ederken de işte böyle susmaya devam et. Çünkü senin konuşmaya hakkın yok. Dora başka adamlarla beraber olacak, senin onunla olmaya hakkın yok. Dora bir aile kuracak ve senin o ailede olmaya hakkın yok.'' Sahn acımasızca sözlerini sarf ederken Khan gözlerine inen perde ile yerinden fırlayarak yumruğunu hızla Sahn'a geçirdi.

''Evet, yok! Yok! Ben Dora'ya bahsettiğin o aileyi veremem. Evet, çünkü benim çocuğum asla olmayacak. Asla.'' Sahn, Khan'ın üzerine giderek onu sinirlendirerek konuşturmaya çalıştırıyordu. Başarmıştı. Ama bunlar duymayı istediği şeyler miydi?

''Ne saçmalıyorsun sen?'' Khan iki yanında yumruk yaptığı ellerini yavaşça çözdü. Bedeni, içinde tuttuğu sırrın açığa çıkması ile gevşeyerek sallandı. Yere indirdiği gözlerini tekrar Sahn'a çevirdi. Bu sefer o gözlerde öfke yoktu. Yerini kabullenme ve çaresizlik almıştı.

''Benim çocuğum olmayacak Sahn. Ben hiçbir zaman Dora'ya bir aile veremeyeceğim. O düşünmüyor ama ben hayal ediyorum. Dora'dan çok güzel bir anne olur. Güzel ve güçlü bir anne. Ben onun anne olmasını istiyorum. O da istiyor biliyorum. Hiç söylemese de biliyorum.'' Sahn'a yaklaşarak omuzlarını kavradı ve bu sefer Khan onu sarsmaya başladı.

''Ama ben bunu ona veremem. Fakat başkasına da katlanamam anlıyor musun? Anlıyor musun?'' Khan'ın haykırmaları arasında Sahn sıkıca ona sarıldı. Khan derin nefesler eşliğinde sakinleşmeye çalıştı. Onu yiyip bitiren sırrı söylemişti işte. Düşündüğü kadar zor değildi. Hatta rahatlamıştı. Birisinin bunu bilmesi o kadar da kötü gelmiyordu artık kulağına. Fakat önemli olan bundan sonra ne olacağıydı.

''Nereden biliyorsun böyle bir şey olduğunu? Şifacı Ak-'' Khan'ın omuzlarından tutarak ona bakması ile sözlerin tamamlayamadı.

''Şifacı Ak söyledi.'' Sahn kardeş gibi aynı evde büyüdüğü adama baktı. Gözleri kızarmış, yüzü kırışmıştı. Sanki birden yaşlanmış gibiydi. Khan'ı ilk defa bu durumda görüyordu ve bu Sahn'ı afallatmıştı.

''Neden söylemedin?'' Khan yavaşça kaşlarını çatarak Sahn'dan uzaklaştı. Ayağının altına gelen taşa sertçe tekmesini geçirdi.

''Bu yüzden, bana böyle bakmayın diye.'' Khan arkasını dönerek Sahn'a bakmaktan kaçındı.

''Üzülmeyin, siz de benim gibi çaresizlikle bakmayın diye. Yanınız da olduğum her an aile, çocuk konusundan kaçınmayın, rahat olun diye söylemedim. Ben olduğum zamanlar çocuk konusu yapamayacaktınız, hatta belki de benim yüzümden ileride bunun sevincini yaşayamayacaktınız. Eksik olduğumu hissettirmemeye çalışacaktınız, fakat her zaman hissettiğimi bilecektiniz.''

Sahn beraber büyüdüğü adama baktı. Dimdik duran omuzları çökmüş, yeşil gözlerinin ışıltısı sönmüştü. Aynı yaştaydılar ama Khan içindeki sıkıntı ile birden yaşlanmış gibi duruyordu. Sahn kendine kızıyordu. Nasıl olurda fark edemezdi? Khan'ın, Dora'ya olan duygularını kabullenememesinden olduğunu düşünüyordu. Onu buraya getirmesinin amacı, aptal olduğunu haykırarak ve biraz da sinirlendirerek Dora'ya karşı olan hislerini kabul etmesini sağlayacaktı. Planı ilk başta gayet güzel giderken tam anlamıyla kayaya çarpmıştı. Hem planı hem kendisi. O kayaya o kadar sert çarpmıştı ki, kaburgalarının arasına yerleşen acıyla baş etmeye çalışıyordu. Kardeşinin derdini nasıl anlayamamıştı? Khan nasıl fark ettirmemişti? Bir ara canının çok sıkkın ve moralinin bozuk olduğu zamanları hatırlıyordu. Fakat üstüne gitmesine rağmen Khan söylememişti. Bir süre sonra da unutmuştu. Onun dışında da Khan'ın zor zamanlar geçirdiği olmamıştı. Tabi son günler hariç. Onun sebebi de Dora'ydı zaten. Gerçekten berbat bir insandı. Khan'ı şımarıklıkla suçluyordu ve bir derdinin olabileceğini düşünmemişti. Fakat şu an da Khan'ın yaptığı gibi çöküşe geçmeyecekti. Sahn, Khan'ı iyi tanıyordu. Bu salak adamı kendine getirecek olan şey ters tepkiydi. Omuzlarını geri atarak silkelendi ve hızla Khan'ı omuzlarında tuttuğu gibi kendine çevirdi. Khan'ın yüzü kasılmış, gözlerinin akına kan gelmişti. Sahn yüzünü buruşturarak kavradığı omuzları sıktı.

''Kendine gel lan! Tabi ki üzülecektik! Sen üzülmez miydin? Gamsız mısın lan sen?'' Khan kaşlarını çatarak Sahn'ın sıkı tutuşundan kurtulmaya çalıştı.

''Kardeş değil miyiz? Arkadaş değil miyiz? Neyin dramatikliği bu? Herkesin çocuğu olacak diye bir durum mu var? Bizim çocuğumuz senin çocuğun. Ayrıca sen bu saçma sebepten dolayı mı Dora'yı ret ettin? Bırak gerçeği söyleme artık. Söylersen daha kötü olur benden söylemesi. Dora bu saçma sebebe kıçıyla bile dönüp bakmaz. Sen de böyle mal gibi kalmaya devam edersin. Ayrıca sana kim söyledi çocuğun olmayacağını?'' Sahn'ın art arda sıraladığı cümleler Khan'ı afallatırken başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı.

''Yavaş gel oğlum!'' Sahn gözlerini devirerek Khan'ın omuzlarını bıraktı.

''Önce soruma cevap ver.''

''Hangisine? Bin tane soru sordun. Anlattığıma pişman oldum.'' Sahn derin bir nefes alıp kıstığı gözlerinin arasından Khan'a bakmaya devam etti.

''Çocuğunun olmayacağını kim söyledi?'' Khan sertçe saçlarını karıştırırken,

''Şifacı Ak.'' dedi. Sahn'nın dudaklarından alay dolu bir ses çıktı.

''Sen o yaşlı bunağa ne bakıyorsun? Bayılır her şeyi abartmaya.'' Sahn her ne kadar olayı küçültmeye çalışsa da Şifacı Ak'ın yeteneklerini çok iyi biliyordu. Yaşlı bunak dediği adam klanlar arasında yaşamış ve yaşayan en bilgili şifacılardan biriydi. Yanılma ihtimali imkansıza yakındı. Bu durum moralini bozsa da çaktırmamaya çalıştı. Amaç bu durumu önemsiz bir şeymiş gibi göstererek Khan'ının düşündüğü kadar kötü olmadığını inandırmaya çalışmaktı.

''Bağımsızların saldırdığı o gece yaralanmıştım.'' Sahn başını 'evet' dercesine salladı.

''Kasıklarıma yakın bir yerden yaralanmıştım. Şifacı Ak beni tedavi ederken kullandığı ilaçları ve bıçağın tahribat yaptığı yerleri göz önüne alarak bunu söyledi. Çocuğum olmasının artık çok zor olduğunu belirtti. Bilmiyorsunuz ama uzun bir süre ilaç kullandım.'' Sahn'ın soru dolu bakışlarına Khan sıkıntıyla nefes vererek ağzının içinden mırıldandı.

''Erkekliğimi kaybetmemek için.'' Sahn şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırarak bir süre durdu. Pekala, bunu da beklemiyordu. Tekrar Khan'a yaklaşarak omzu ile boynunun birleştiği yere ellerini koydu.

''Khan, çocuğunun olmaması o kadar da büyük bir şey değil. Çocuğu olmayan bir çok çift var ve annesi, babası olmayan bir çok çocuk var. Bu hayatın sonu değil. Çok büyük bir şeymiş gibi davranarak ne kendine ne de Dora'ya acı çektirme. Önemli olan birbirinizi sevmeniz. Geri kalan her şey bir tozdan ibaret sadece.'' Khan'ın an be an değişen ve umut ışıkları ile dolan bakışları Sahn'a doğru yolda olduğunu gösteriyordu. Aptal adam yıllarca kendi kendine acı çektirmişti. Hayır annesi de babası da gayet mantıklı insanlardı. Bu kime çekmişti de bu kadar aptal olabilmişti.

''Söyle bana, Dora'yı seviyor musun?'' Khan gözlerini kapatarak Dora'nın ezbere bildiği yüzünü aklına getirdi. Kahve rengi uçuşan saçları, kararlı gözleri, taşıdığı keskin kılıçlara tezat yumuşak yüz hatları ile işte oradaydı. Zihninin en önemli yerlerini işgal etmiş durumdaydı. Kendinden emin bir şekilde gözlerini açtı.

''Seviyorum.'' Sahn'ın yüzünde oluşan gülümse Khan'a da sıçradı.

''O zaman yapılacak tek şey var. Her şeyi gidip Dora'ya anlatacaksın. Ortamı ben hazırlarım . O iş bende.'' Khan dişlerini gösterecek kadar bir gülüşle ellerini hala omuzlarında duran Sahn'ın ellerine koydu.

''Anlar değil mi? Bir şans verir. Az önce söylediğin gibi, ona anlatmadığım için daha fazla sinirlenmez değil mi?'' Sahn kahkaha atarak Khan'a sarıldı. Bu aşk neden bu koca adamları aptal bir çocuğa çeviriyordu? Kendisi eğleniyordu da dostlarına olan ciddiyeti kayboluyordu.

''Seni sinirlendirmek için söyledim onları. Tabi ki şans-'' Sahn ağaçların arasına gözlerini irice açarak baktı. Sertçe yutkunarak sözlerini zorlukla tamamladı.

''Şans verecektir.'' 'Önce seni öldürmezse.' diyerek içinden geçirdi Sahn. Şayet ağaçların arasında, gözlerinden ateş çıkacakmış gibi onlara bakan Dora pek de iyi niyetli durmuyordu. Yüzünde parlayan göz yaşlarından geri de kalan izler ise 'Her şeyi duydun mu?' sorusunun kanıtıydı.

***

Şifa ilk başta ki heyecanını atlatmış artık tamamen ev sahibi moduna girmişti. Herkesi odalarına yerleştirdikten sonra Ahon'la ayak üstü konuşabilmişti. Onda da iki üç cümle ancak edebilmişlerdi. Çünkü Liya onsuz bir şey yapmamakta ısrarcıydı. Sadece o değil diğer çalışanlarda aynı şekildeydi. Sürekli Şifa'ya bir şeyler soruyordular. Yemekleri ne zaman servis edelim? Hangi servisleri kullanalım? İçecekler önceden dağıtılsın mı? Gibi yüzlerce soru Şifa'nın etrafını sarmıştı. İlk başta tutukça verdiği cevaplar sonradan yerini kendinden emin cevaplara dönmüştü.

Şimdi ise yemeklerin başında son kontrolleri yapıyordu, Dora ve Liya ile birlikte.

''Bence ana yemekleri masanın ortasına koyalım. Bittikçe üstüne ilave ederiz.'' Liya'nın önerisine Şifa başını salladı.

''Çok mantıklı, hatta içecekleri de küçük fıçılarla koyalım. Herkes ne kadar istiyorsa o kadar içsin. Zaten her masada görevliler olacak.'' Şifa onaylarken Dora'dan ses yoktu. İkisi birden dalmış Dora'ya baktı. Gözlerini ormanın girişine çevirmiş öylece bakıyordu. Liya, Şifa'ya dönerek Dora'yı işaret etti. Şifa omuzlarını silkerek hiç bir fikri olmadığını belirtti. Son zamanlarda Dora iyi değildi. Bunun herkes farkındaydı. Fakat kimse bir şeyde söylemiyordu. Her ne kadar Liya ve Şifa ısrar etse de Dora tek kelime etmiyordu. Sadece Khan'la sorun yaşadığını biliyorlardı. Onu da zaten davranışlarından belli ediyorlardı. Şifa da Liya da bu duruma çok üzülüyorlardı. Kendileri mutluluğu bulmuştular ama Dora hüzne boğulmuştu. Daha kötüsü ise tamamen kendi içinde yaşıyordu. Kimsenin yardım etmesine izin vermiyordu. İçten içe kendini tüketiyordu. Şifa yavaşça boğazını temizleyerek elini Dora'nın koluna koydu. Dora irkilerek Şifa'ya döndü.

''Dora, biraz dinlenmek ister misin?'' Dora'nın bir kaç saniyelik boş bakışları kendini silkelemesi ile kendine geldi.

''Hayır, ben iyiyim.''

''Değilsin Dora! Daha ne kadar içine atacaksın?'' Liya yaptığı ani çıkışı sakince sonlandırdı.

''Siz daha ne kadar ısrar edeceksiniz?'' Dora kaşlarını çatarak karşısında duran ikiliye baktı.

''Sen anlatana kadar.'' Şifa'nın inatçı sesi ile Dora hafifçe gülümsedi.

''Merak etmeyin yakında, hem de çok yakında anlatacağım. Hatta yardımınızı bile isteyeceğim.'' Şifa ve Liya şaşkınlıkla Dora'ya baktılar ve aynı anda,

''Ne?'' dediler.

''Evet ama bana bir süre daha verin. Tamam mı?''

''Tamam.'' Şifa şüpheyle Dora'yı süzdü. Başından atmaya çalışmıyordu değil mi? Şifa'nın düşüncelerini duymuş gibi Liya hemen söylendi.

''Daha önce de anlatacağım demiştin, tık yok. Khan ayrı, sen ayrı. Ne zaman anlatacaksınız? Bak, başından atmaya çalışmıyorsun değil mi? Eğer öyle yapıyorsan yapışırım yaka-'' Dudaklarına kapanan sıcak avuçlarla cümlesi yarıda kaldı. Şaşkınlıkla başını arkaya doğru eğerek kim olduğuna bakmaya çalıştı. Mavi gözler eğlenen bir ifadeyle ona bakarken Liya'nın da dudaklarına sıcak bir gülümseme oluştu. Az önce neyin davasını yaptığını bile hatırlamıyordu. Dudaklarına kapanan el yavaşça çenesine oradan da boynuna kadar ilerledi. Boynundaki el belini sarmalarken Liya'nın yanakları hafifçe kızardı.

''Dora, Khan ve Sahn ikilisini göremedim sen gidip bir bakar mısın? Liderler geldi, oturacağız.'' Umur, Dora'ya göz kırparak Liya'yı işaret etti. Dora başka türlü Liya'nın elinden zor kurtulacak gibi duruyordu. Dora gülerek başını salladı ve hızla arkasını döndü. Umur'a minnettardı. Daha fazla Liya'nın çenesini çekemeyecekti. Ayrıca ormana doğru giden ikilinin de neler karıştırdığını merak ediyordu. Khan tek başına sorun değildi. Fakat işin içine Sahn girmişse kesin bir şeyler olurdu. Dora, ikiliyi son anda görmüştü. Sahn, Khan'ı çekiştirerek ormanın içine sokmuş ve hemen ardından gözden kaybolmuşlardı. Dora'da onları en son gördüğü yere ilerledi ve düşünmeden ormana girdi. İlk başta hiç ses duymasa da sonra dan Sahn'ın sesini duymuştu. Sesleri takip ederek ikiliye yaklaştığında, ilk başta boğuk gelen sesler mantıklı birer cümlelere dönüşerek onun ayaklarını yere çivilemişti.

Duyduğu her kelime, her cümle kalbinden birer parça sökerken arkasına sığındığı ağaca daha fazla yaslandı. Khan'ın çocuğu olmayacak mıydı? Neden hiç bahsetmemişti? O kadar mı değersizlerdi? Onun için üzülmeye de hakları yok muydu? Her şey bu yüzden miydi? Aylarca ağlaması, acı çekmesi bu yüzden miydi? Hep bir neden aramıştı. Khan'ı haklı çıkartacak, içindeki acıyı az da olsa azaltacak tek bir neden aramıştı. Kendini bildi bileli aşık olduğu adam yine onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Sırf çocuğu olamayacağı için mi ondan uzak duruyordu? Dora ne zaman çocuk istediğini söylemişti ki? Her şeyi geçmişti, nasıl böyle bir konu ile ilgili kendi kendine onun hakkında karar verebilirdi? Khan her zaman ki gibi yine kendini düşünmüş ve tek başına karar vermişti. Öfkeyle ağaçların arasından çıkarken duyduğu son kelimeler ile açıklıkta kalakaldı.

''Seviyorum.'' Tek kelime. Ama Dora'nın tüm hayatını kapsayacak kadar önemliydi. Sırf bu tek kelimeyi duymak için neleri feda etmişti, neleri göz ardı etmişti. Şimdi ise Khan'ın dudaklarından ne kadar kolay çıkıyordu. Üstelik söylediği kişi yine kendisi değildi.

'Korkak' dedi içinden. Sonra da çığlık attı her hücresi 'Korkak' diye. Dudakları birbirine mühürlenirken, gözlerinden ne zaman aktığını bilmediği birer damla daha düştü. Kan çöken bakışlarına Sahn'ın bakışları girdi. Sahn şaşkınlıkla ona bakarken, parmağını dudaklarına yaslayarak Sahn'ı sessiz olması için uyardı. Khan'ın hala sırtı dönüktü. Dora son kez Khan'a acıyla bakarak aynı sessizlikte arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Yüzünde ki ıslaklığı elinin tersi ile sertçe sildi. Ormanın çıkışına geldiğinde derin bir nefes alarak başını gökyüzüne kaldırdı.

''Korkak.'' Sert çıkan kelimeleri isyan doluydu. Ellerini yüzüne kapatarak kendine gelmeye çalıştı. Arkasından mırıltılar ve adım sesleri duyana kadar o şekilde durdu. İki adam daha fazla yaklaşmadan Dora ayaklarına emir vererek yürümeye başladı. İki eli yumruk olmuş, öfkeli ama artık daha bilinçli bir şekilde yürüyordu ve bir yemin daha etti.

'Khan'ı sustuğu ve anlatmadığı her an için pişman edecekti.'

***

Şifa, diğer liderle beraber önden yürüyen adamı göz hapsine almıştı. Ne zaman üstünü değiştirmişti? Altına yine siyah pantolonlarından giymiş, üstüne de beyaz ipekten bir gömlek geçirmişti. Üstelik geniş omuzlarını, biçimli kaslarını saklamayan bir gömlekti. Beline deri kayıştan bir kemer takmış yanından hiç ayırmadığı kılıcı kemere tutturmuştu. Belinden aşağılara kalçalarına indiğinde yanakları hafifçe kızardı. Bir erkeğin kalçaları nasıl bu kadar güzel olabilirdi?

''Manzara güzel herhalde?'' Şifa irkilerek Liya'ya baktı.

''Az önce içine düştüğün manzaradan kat kat daha güzel.'' Liya'nın liderler yanlarına gelmeden hemen önce Umur'a dalıp giden bakışlarına hitaben söyledikleri başka birisinden küçük bir kıkırtı kazandırdı. Liya ve Şifa şaşkınlıkla geldiğinden beri sessizce duran kıza baktılar.

İnci Klan'ı prensesi ve Kurt Lider'i eşi Vilante. Şifa'nın gördüğü en güzel kadındı. Aslında İnci kadınlarının hepsi çok güzeldi. Bu dünyaya ait değilmiş gibiydiler. Sanki cennetten yanlışlıkla düşmüşlerdi. Şifa, ilk başta İnci kadınlarının tek başlarına toprağa basmasının yasak olduğunu duyunca, bu durumu çok absürt bulmuştu. Fakat şimdi nedenini anlayabiliyordu. Bir kadın olarak kendisi bile İnci kadınlarını beğeniyorsa erkekleri düşünemiyordu. Fakat tek nedenin bu olmadığını düşünüyordu. Yine de henüz sorgulayacak kimseye denk gelememişti. boğazını temizleyerek diğer yanında yürüyen kadına baktı. Dolunayın ışığından birer parça düşmüş saçları omuzlarından kalçalarına kadar dökülüyordu. Saçlarının önüne örtü yerine bu sefer küçük taşlarla süslü tokalarla önden tutturmuştu. Böylece minik yüz hatları öne çıkmıştı. Bembeyaz teni ışıl ışıldı. Çok güzel ve çok ilginçti. Özellikle yüz hatlarına kıyasla iri mavi gözlerine eş anlında bulunan gümüş-mavi ışıltı tüm dikkatini ona vermesini sağlıyordu.

Küçük kıkırtısı yüzünde bir gülümseme bırakmış, gözleri hafifçe kısılmıştı. Kadının gülümsemesi Kurt Lider'i Alhva'nın kısa bir an arkasına bakmasına neden olmuştu. Kadını göz hapsine alırken İnci Lider'inin onu itmesiyle öfkeyle Merjen'e dönmüştü. İki lider tekrar sürtüşmeye başlarken Ahon ikisini ayırmıştı.

''Çocuk gibiler.'' Vilante, Ejderha Lider'inin aralarına girmesine rağmen hala tartışmaya çalışan ikiliye baktı. Şifa'ya çok tanıdık gelen bu tartışmalar küçük bir kahkaha atmasına sebep oldu. Vilante şaşırarak Şifa'ya baktı.

''Kesinlikle öyle. Bende de var iki tane.'' Liya, Şifa'nın önünden başını eğerek Vilante ile göz teması kurmaya çalıştı.

''En azından sürekli dip dibe değiller. Şifa her gün onlarla uğraşıyor.''

''Onlar?'' Açık pembe saçları olan diğer İnci kadını kaşlarını çatarak muhabbete dahil oldu.

Liya ve Şifa kısa bir an duraksadı. Şifa söyleyeceği şeyin Ahon'un itibarına zarar verip vermeyeceğini düşünüyordu. Fakat sonradan söylemeye karar verdi. Nasıl olsa öğreneceklerdi. Baş belası ikili mutlaka bir yerde falso vereceklerdi.

''Ahon ve Oniks.''

''Ejderha Lideri Ahon mu?'' Pembe saçları olan kadın şaşkınca sormuştu. İsmi Fejin'di. Şifa hala burada ki isimlere alışamamıştı. Bir kaç tane normal isme denk gelmişti.

''Oniks?'' Hemen ardından da Vilante merakla sormuştu. Şifa önce Fejin'e döndü,

''Evet, Ejderha Lideri Ahon.'' dedi, hala şaşkınlığı süren kadına. Sonra da Vilante'ye döndü.

''Oniks, Kara Ejderha. Ona bu ismi verdim.'' Vilante gözlerini kırpıştırarak bir ilerde yürüyen Ahon'a baktı bir de Şifa'ya.

''Kara Ejderha'ya ismini sen mi verdin?'' Şifa fazlasıyla şaşırmış kadına tereddütle baktı. Bunda ne vardı ki?

''Evet.''

''Kurt Hanımı, Kara Ejderha'nın kaybolduğunu biliyorsunuzdur. Ejderha'yı bulan kişi ve onu bize getiren Şifa'dır. Bu yüzden ismini o verdi.'' Liya kısaca açıklarken Vilante anladığını belirtircesine başını salladı.

''Ben, Kara Ejderha'yı birisinin getirdiğini biliyordum. Ama bunun siz olduğunu bilmiyordum. Şaşkınlığım bu yüzdendi.'' Şifa gülerek elini havada salladı.

''Hiç önemli değil. Ben her gün öğrendiğim yeni bir bilgi ile şaşırıyorum.'' Fejin, koyu pembe gözlerini ilgiyle Şifa'ya dikti.

''Başka bir yerden geldiğinizi duydum. Geçitler sayesinde gelmişsiniz. Yaşadığınız yer nasıldı?'' Şifa kendileri için hazırlanmış masaya geldiklerinde oturmadan hemen önce cevabını verdi.

''Orada koruyucular yok, mühür gibi şeylerde yok. Fakat doğa ve krallıkların işleyişi benziyor. Onun dışında sıradan insanların olduğu bir dünya. Burada yaşayan canlılar ve bitkilerin bazıları benim yaşadığım yerde sadece masallarda ya da efsanelerde duyulabilecek şeyler.''

''Sıkıcı bir yere benziyor.'' Şifa duyduğu kalın sesin sahibine döndü. Daha önce göz göze geldiği ve sonra da hızla bakışlarını çektiği silahlarla donatılmış adamdı. Şifa Kurt Erkeklerinin hepsinin mi bu kadar korkunç gözüktüğünü merak ediyordu. Bal rengi gözleri dikkatle ona bakıyordu.

Şifa bal rengi gözlerden bakışlarını çekmemek için üstün bir çaba harcayarak,

''Evet biraz öyle.'' dedi. Az öncekine kıyasla sesi biraz daha kısıktı. Adamdan gözlerini çekti fakat onun bakışlarını hala hissediyordu.

''Arran! Artık önüne dön.'' Ahon gözlerini kısarak bal rengi gözlerin sahibi Arran'a baktı. Arran öylesine Ahon'a baktı ve başını eğerek önüne döndü.

''Ejderha Hanımı kusura bakmasın. Arran kibar olmayı henüz öğrenmedi.'' Sivri alayla Arran'a baktı. Şifa kaşlarını kaldırarak Sivri'ye döndü. Onun arkadaşına bu şekilde takılmasını Sahn'a benzetmişti. Şifa tekrar Arran'a baktı. Adamın bakışları ona dönerken Şifa tekrar gözlerini kaçırdı ve Ahon'a yaklaştı. Oturdukları sandalyeler birbirine yapışıktı bu yüzden ona yaklaşmakta zorluk çekmemişti. Ahon'da zaten bunu bekliyormuş gibi hemen onu kolları arasına almıştı.

''Kibar mı?'' Ahon'a doğru fısıldadığında Ahon bıyık altı gülümseyerek Şifa'ya baktı. Kadın hala kaçamak bakışlarla neredeyse birbirine girecek olan Sivri ve Arran'a bakıyordu. Bu kadın kendisinden bile korkmazken Arran'a tedirginlikle bakması her ne kadar garibine gitsede, diğer yandan da bundan memnundu. Kendisinden korkmaması ve ona diklenmesi çok hoşuna gidiyordu. Düşünceleri farklı yöne kayarken İnci Lider'inin alaylı konuşması etrafa kısa bir sessizlik getirdi.

''Kurt İnsanları'na kibar olma eğitimi veriliyor muydu? Liderinizin kardeşimi zorla kaçırdığını düşünürsek, eğitimde pek bir başarı yok anlaşılan.'' Merjen ilk önce Alhva'nın yanında hapsedilmiş bir melek gibi duran güzel kardeşine baktı. O kadar zaman geçmesine rağmen hala kardeşini nasıl olurda bu vahşi adama kaptırdığını düşünüyordu. Kardeşinden çektiği bakışlarını hırsla Alhva'ya dikti. O da aynı öfkeyle ona bakıyordu. Bir zamanlar ona minnet duyardı. Çünkü hayatını kurtarmıştı. Ama karşılığının böyle olacağını bilseydi ölmeyi tercih ederdi.

Alhva'nın bedeni öfkeyle gerilmişti. Masanın altında, dizinin üstünde olan eli yumruk halini almıştı. Bu adama katlanmasının tek sebebi eşiydi. Sırf o gözlerine bir damla hüzün bulaşmasın diyeydi tüm çabası. Fakat bu adam sınırlarını fazla zorluyordu. Evet, onu kaçırmıştı. Fakat asla zarar vermemişti. İçinde ki öfke katlanarak artarken yumruk olmuş elinin üstünde hafif bir dokunu hissetti. Ilık, pamuk kadar yumuşak olan el yumruğunu kavramaya çalışmıştı. Elbette kendi elinin yanında Vilante'nin eli çok küçük kaldığı için sadece dokunabilmişti. Yine de bu temas onun öfkesinin azalmasına sebep olmuştu. Mavi, iri gözlere bakınca ise öfkesi tamamen kaybolmuştu. Derin bir nefes alarak yüzünde hafif bir gülümseme ile Merjen'e döndü. Elinde ki kozu bu kadar erken kullanacağını düşünmüyordu.

''En azından senin yaptığın gibi kendime hizmetli yapmadım. Eş yaptım, ruhumun sahibi yaptım.'' Merjen afallayarak alayla gülen adama baktı. Ne saçmalıyordu bu? Biliyor olamazdı değil mi?

''Ne saçmalıyorsun sen?'' Alhva eline kaşığı alarak önünde ki çorbadan biraz içti. Onlar dalaşırken yemek servisi yapılmıştı. Hatta Ejderha Lider'i yemeğe bile başlamıştı. Bu adam bazen gerçekten gamsız olabiliyordu. Bakışları arada onlara kayıyor olsa da yemeğinden ödün vermiyordu. Diğerleri de ona uymuş yemek yiyorlardı. Fakat yine de bir kulaklarının onlarda olduğu belliydi.

Alhva bir süre cevap vermezken, Merjen hala ona bakıyordu. Tam artık patlayacakken Alhva nihayet konuşma zahmetine girdi.

''Tüm askerlerini atlatıp, seni de defalarca kandırarak kaçmış olan kadından bahsediyorum. Hani şu özenle bakıp büyüttüğün bahçenden meyve, sebze çalan kadın. Onu en sonunda yakalamışsın ama yargılamak yerine zorla kendine hizmetli yapmışsın. Yoksa biz de ki gibi siz de de yargı eğitimi mi başarılı değil.'' Alhva büyük bir keyifle yavaşça kızarmaya başlayan Merjen'e baktı. Bir öksürük sesi ve hemen ardından ufak çaplı kahkahanın sahibine döndüler. Sahn son anda kahkahalarının arasında yuttu. Ahon'un ve İnci İnci İnsanlarının dik bakışlarına maruz kaldı. Kendini toparlamaya çalışarak,

''Kusura bakmayın. Ben de böyle bir şey duymuştum ama gerçek olduğunu düşünmemiştim. Yani bağımsız bir kadının sizi atlattığına ihtimal vermemiştim.'' dedi. Tekrar gülmemek için boğazını temizlerken yan tarafına gelen dirsek darbesi ile acıyla inledi.

''Salak herif, özrün kabahatinden büyük.'' Sahn yüzünü buruşturarak Umur'a baktı. Hemen ardından da Umur'un yanında oturan Liya parmağını dudağına batırarak susamasını söyledi.

''Bağımsız mı?'' Ahon yemeğine ara verip Merjen'e baktı.

Merjen hala gülmemeye çalışan Sahn'dan bakışlarını yüzünü buruşturarak çekti. Sonra da öfkeyle Alhva'ya dikti. Bunun hesabını soracaktı. Nereden öğrenmişti bu bilgiyi? Aklına şimşek hızıyla düşen farkındalıkla kardeşine baktı. Dudaklarını sarkmış, suçlu çocuklar gibi bakışlarını kaçıran kardeşi ona cevabı net bir şekilde verdi. Pekala, kötü bir niyetle anlatmadığını biliyordu. Fakat anlattığı adam tam bir canavardı. Elbette kardeşinin masumca anlattığı hikayeyi kötü bir şekle sokabilirdi.

Alhva tek kaşını kaldırmış, meydan okuyan bir tavırla ona bakıyordu. Şimdilik, sadece şimdilik kazanmıştı. Merjen dişlerini sıkarak Ahon'a döndü.

''Evet.'' Ahon'un bakışlarına da yavaşça eğlenen ifade dolarken hızla ekledi.

''Ama bir cadıdan daha fena. Arsız, yalancı, hilekar bir hırsız.'' Kendi arkadaşları da dahil artık herkes eğleniyordu ve gittikçe batıyordu. Öfkeyle homurdandı. Rezil olmuştu. Tek başına topraklarına kadar giren, üstelik bahçesinde hırsızlık yapan bir kadını yakalayamamıştı. Hem de bu kadın bir bağımsızdı. Yakalamamayı geç, defalarca elinden kaçırmıştı. En sonunda yakaladığında bile neredeyse yine kaçıyordu. Neyse ki en sonunda yakalamıştı. Fakat bu sefer de onu yargılamamış, zindana atmamıştı. Ona verdiği tek ceza kendine hizmet etmesiydi. Neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. Fakat gözlerinin önüne, hırçınca savrulan kömür karası saçlar ve ona eş inatla parlayan siyah gözler düşünce verdiği karardan bir kez daha memnun oldu. Onu yargılayıp zindana atmayı hiç düşünmemişti. Daha doğrusu istememişti. Fakat öylece de bırakamazdı. Bu yüzden aklına gelen ilk şeyi ceza olarak söylemişti. Ayrıca ona hizmet etmek cezadan daha çok bir lütuftu. Kendisine hizmet etmek isteyen onlarca kadın varken o gitmiş yabani bir çiçeği seçmişti. Kadının bundan memnun olması gerekirken, lanete maruz kalmış gibi davranıyordu. Düşünceleri iyice kadına doğru giderken başını iki yana sallayarak gözlerinin önündeki kadını yok etmeye çalıştı.

''Buna rağmen onu yargılamamanın bir sebebi var mı?'' Alhva tekrar Merjen'i köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Merjen iyice öfkelenirken Ahon, Şifa'nın sürekli onu dürtmesine dayanamayarak olaya dahil oldu.

''Alhva, bu kadar yeter.'' Alhva kaşlarını çatarak Ahon'a döndü. Ne demek yeter? Bu adam geldiğinden beri kendisi ile uğraşıyordu. Tam bir şey diyecekken Ahon'un tekrar konuşması ile keyfi yerine geldi.

''Demek ki, İnci Lider'inin kadın hakkında başka planları var.'' Ahon'da Merjen'e takılma fırsatını kaçırmadı. Her fırsatta yaptıkları hatada onları iğneleyen, Bilge Merjen'i bu durumda çok fazla yakalayamazlardı. Kendisine bile Kara Ejderha'yı kaybettiğinde tonca laf söylemişti. Bu adam lafını gram esirgemiyordu. Fakat şimdi dili tutulmuş gibiydi. Elbette Ahon'da bunun keyfini sürecekti.

Merjen iyice köşeye sıkıştığını düşünüyordu. Lanet arkadaşları bile buna ortak olmuştu. Ona yardım etmek gibi bir duruma girmiyorlardı. Omuzları yenilgiyle düşecekken cennetten geldiğine emin olduğu bir ses ona yardım etti.

''Bence İnci Lideri doğru bir karar vermiş. Kadın hem bağımsız hem de hırsızlık yapıyor. Ne kadar zor durumda kalmıştır, kim bilir? Bir de üstüne zindana mı atılacaktı? İnci Lider'i adaletli ve merhametli bir karar vermiş. Keşke aynısını sende yapsaydın.'' Son sözlerini iğneler gibi Ahon'a bakarak söylediğinde Sahn alkışlayarak ayağa kalktı.

''Hedefin tam ortasından vurdun. Tebrik ediyorum.'' Sahn, Khan'ın çekiştirmeleri ile tekrar yerine oturdu.

Herkesin dikkati artık Şifa ve Ahon'a kaymıştı. Ne yani, Ahon eşini zindana mı atmıştı? Merjen minnettar bakışlarını Şifa'ya çevirdi. Artık sıra kendisinindi.

''Yoksa siz zindana mı atıldınız? Sizin gibi merhametli ve güzel bir kadına bunu nasıl yaptılar?'' Şifa başını sallarken aklına gelenlerle gözlerini kısıp Ahon'a baktı. Sadece zindana atılsa iyiydi.

''Ama çıkarttım.'' Ahon olayların tersine dönmesinin şokuyla hızla kendini savunmaya geçti. Buradan galip çıkmalıydı. Yoksa yine yalnız uyumak zorunda kalabilirdi. Fakat savaşması gereken tek kişi Merjen değildi, kendi arkadaşları da sonunu getirmek için sıra da bekliyorlardı.

''Evet, çünkü Şifa'nın yerine biz girdik.'' Liya sözlerini hiç esirgemedi. Hatta hafifçe çatılmış kaşlarını Ahon'a çevirdi.

''Lider, hatırlamıyorsun galiba ama Şifa'yı zindandan ben çıkarttım.''

''Şifa'yı onunla kalması için zorladığını da unutmayalım.'' Sahn nihayet söz alarak Ahon'u yıldırma hareketlerine dahil oldu.

''O günü hatırlatma.'' Şifa yüzünü buruşturarak Ahon'a baktı.

''Ayrıca, Şifa'yı mühürlenmeye zorladığını da es geçmeyelim.'' Ahon hızla öne atılarak Umur'a doğru tehditkarca parmağını sallayarak kendini bir umut kurtarabilmek için savunmasını yaptı.

''Zorla değildi. Anlaşma yapmıştık.'' Şifa hiç durur muydu? Yapıştırdı cevabı.

''Bana mührün gerçeklerini söylemedin ki. Evli sayıldığımızı bile yeni öğrendim.'' Şifa aklına gelenlerle tekrar sinirlendi. Ne çok kandırılmıştı. Resmen aptal yerine koyulmuştu.

''Ne?'' Bir çok kişiden aynı nidalar çıkarken Ahon elini yüzüne kapatarak başını umutsuzca iki yana salladı. Artık buradan dönmezdi. Yenildiğini kabul etmeliydi. Fısıltılar ve gülen suratlara Kurt Lider'inin dediği tuz biber oldu ve herkes zar zor tuttuğu kahkahayı serbest bıraktı.

''Vay be, en masum benmişim.''

***

Ahon masaya göz attı. Az önce yaşanan eğlenceli dakikalardan geri de kalan fısıltılar vardı. Birbirleri ile sohbet eden üç klan üyeleri hem gülüyor hem de son servis olan tatlılarını yiyorlardı. Herkesi dikkatle süzdü. Kimsenin ilgisi onlarda değildi. Alhva zaten tüm dikkatini yanında ki kadına vermişti. Kendi tabağında ki tatlıyı da kadının tabağına koyuyordu. Vilante ise ona karşı koymaya diğer yandan da abisi ile sohbet etmeye çalışıyor. İki liderin de dikkati kadındaydı. Üç kurt klanı üyesinden biri olan Sivri ve Sahn dans eden kadınları kesiyorlardı. Geri kalanlar ise kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Kısaca kimse ona dikkat etmiyordu ve yanında ki kadında önündeki tatlıyı iştahla yemekle meşguldü.

Yavaşça Şifa'ya doğru eğilerek saçlarını öptü. Şifa irkilerek Ahon'a baktı. Oflayarak nefesini verdi. Bu adama 'herkesin içinde öpme' demekten bıkmıştı.

''Kızgın mısın hala?'' Dakikalar önce Şifa ona gözlerinde taze yanan ateşle bakıyordu. Yaklaşmak istese de izin vermemişti. Aklına yeniden gelenler onu sinirlendirmiş olmalıydı.

''Sen hatırlatana kadar değildim.'' Ahon sırıtarak Şifa'yı kendine doğru çekti. İpek gibi saçlardan bir tutam parmağına dolayarak çapkınca göz kırptı. Şifa gözlerini kırpıştırarak kalp krizi geçirmemek için mücadele etti. Bu adam he zaman çekiciydi. Ama bu şekilde davrandığı zaman dayanılmaz oluyordu gerçekten. Gri gözleri haylazca parlıyor, dudaklarında ağına düşmeye hazır avını izliyormuş gibi can alıcı bir gülümseme oluşuyordu.

''Bu gece kendimi affettirebilirim.'' Şifa girdiği transtan hızla sıyrılarak ters ters Ahon'a baktı.

''Şöyle şeyler söyleme. İnsanlar yanlış anlayacak.'' Şifa onlarla hiç ilgilenmeyen masaya göz atıp tekrar Ahon'a döndü. Gözleri irice açılırken, Ahon'un ona ne zaman bu kadar yaklaştığını düşünüyordu. Başını sadece bir saniyeliğine çevirmişti!

''Bu gece de yalnız mı uyuyayım?'' Şifa gözlerini devirerek kendini biraz geri çekti.

''Her gece benimle uyuyordun sanki.'' Ahon baş parmağını Şifa'nın dudağının kenarını okşadı. Ahon'un parmağından vücudunu uyaran aklımlar gelirken Şifa üst üste yutkundu.

''Ama uyumadığım her gecenin pişmanlığını yaşıyorum. Bunlara bir yenisi daha mı eklensin?''

Cevaplaması gereken bir soru muydu? Şayet öyle ise Şifa'nın ağzından cümleyi bırak tek kelime dahi çıkamazdı. Çünkü tamamen Ahon'a kapılmıştı. Alt dudağını dokunuşlar ile hapseden adam ona biraz daha yaklaştı. Burun buruna geldiklerinde, nerede ve kimlerle olduklarını çoktan unutmuşlardı. Ya da umursamıyorlardı.

''Ne diyorsun?'' Şifa aklında ki sisi dağıtmaya çalıştı. Soru neydi? Evet, hatırlamıştı. Omuzları hafifçe çökerken,

''Oniks ne olacak?'' diye sordu. Onu bırakamazdı ki.

Ahon yeniden o ejderhanın konusunun açılmasıyla öfkelenmemek için kendini zor tuttu. Fakat kelimeleri çok da yumuşak olmayan bir ifadeyle tıslayarak çıkmıştı. Böylece Şifa'da hayal bulutlarının üzerinden inmiş bulundu.

''Bebek mi bu? Tünesin bir ağacın tepesine uyusun.'' Şifa kaşlarını çatarak dudaklarında ki ele vurarak uzaklaştı.

''Ben anlatamıyorum galiba, Oniks hiç bensiz uyumadı.'' Ahon sakallarını sertçe kaşıyarak Şifa'ya yaklaştı.

''Ne yapalım şimdi? Aramıza mı alalım? Ya da bir beşik yaptırayım. Hemen yanımıza koyalım. Arada pışpışlarım ben.'' Şifa, Ahon'u anlından ittirerek kendinden uzaklaştırdı. Adam neredeyse ağzına girmişti. Önüne düşmüş saçlarını öfkeyle arkaya itti.

''Harika fikir. Bir an önce yapmaya başla. Güneş doğmadan önce bitirirsen az da olsa yanımızda yatabilirsin.'' Ahon'un dudakları arasından sinirli bir gülüş çıktı.

''Kadın sen beni delirtiyorsun.'' Ahon hızını alamazken devam etti.

''Bu gece beraber yatacağız dedim. O kadar! Kuyruklu sürüngende isterse kapının dışında yatabilir.'' Yine ona emir veriyordu. Bu sefer Şifa hızla adama yaklaştı. Burun buruna geldiklerinde Şifa hırsla söylendi.

''Öyle mi? Seni delirten bu kadından biraz uzak kal da aklın başına gelsin.'' Ahon'un gözleri kararırken, öfkeli nefesleri Şifa'nın yüzünü sıyırıp geçiyordu. Şifa'nın da ondan kalır yanı yoktu. Kaşları neredeyse burnuna kadar inmişti. Onunda öfkeden sıklaşmış sıcak nefesleri Ahon'a çarpıyordu. Ahon tam şu anda kadının dudaklarına yapışarak, 'Ancak ruhunu alırlarsa ondan uzak kalacağını' söylemek istiyordu. Yapacaktı da eğer etrafta rahatsız edici sessizliği fark etmemiş olsaydı. Şifa da fark etmiş olacak ki çatılmış kaşları hayretle havaya kalktı. Hafifçe uzaklaşarak başını masaya çevirdi. Ahon'da aynı şekilde başını çevirirken, masada ki herkesin onlara karmakarışık ifadelerle baktığını fark etti. Tabi bu herkesin içine kendi arkadaşları dahil değildi. Onlar artık alışmıştı ve yüzlerinde 'Yine mi?' ifadesiyle bakıyorlardı.

Herkes az önce koklaşan çiftin nasıl oldu da alev aldığını anlayamadı. Garip ifadeleri gidince yerine alaylı ve eğlenen ifadeler geldi. Ahon değişen ve her an dalga geçecek yüzlere bakarken kaba bir küfür savurdu. Şifa'nın ise aklı başına gelirken yanakları hafifçe kızarmaya başladı.

Sözsüz ama çok şey anlatan ifadelere Merjen son noktayı koydu ve tekrar kahkahalar masayı esir aldı.

''Bende fazlasıyla masummuşum.''

***

Arkadaşlarrrr, hikaye nasıl gidiyor?

Şunu da yazsaydın ya da bu niye böyle dediğiniz yerler var mı?

Düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim ve ponçik bir hale gelirim.

Hepinizi öpüyorumm 😍😘

Bölüm : 28.10.2024 23:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...