30. Bölüm

30. İlk Adım

Maysa Berran
maysaberran

Merhabaaa, bölümü şöyle bırakıyorum. Son kısma küçük bir açıklama bıraktım. Hepiniz keyifli okumalar. ️🥰

***

Ahon yakalarını çekiştirerek sıkıntılı nefeslerinden birini daha verdi. Asi Kabilesi ile olan anlaşmayı liderlerle bir kez daha görüşmüştü. İçlerine çok sinmese de, yapılan bu ittifak oldukça avantajlı olmuştu. Diğer türlü o bilgileri bulmak çok zamanlarını alabilirdi. Ayrıca bağımsız toprakları da böylece güvenlik altına daha rahat alınmış oldu. Bu durum Set'i iyice köşeye sıkıştıracaktı.

Zor bir akşamdı ama atlatmışlardı. Artık az da olsa rahatlamayı hak ediyordu. Yüzünde oluşan gülümseme ile direkt Şifa'nın odasına doğru yürüdü. İçeri girdiğinde onu karşılayan yalnız oda yüzünü düşürdü. Demek ki Şifa henüz Luna'nın yanından ayrılmamıştı. Bu kadar uzun sürecek ne vardı sanki. Kıza masal anlatacak değildi ya! Söylene söylene üstünü çıkardığında ve odada bulunan az parça kıyafetlerinden sade bir alt seçerek giyindi. Yatağa oturarak sırtını başlığa yasladı ve Şifa'nın bir an önce gelmesini beklemeye başladı. Bir kaç dakika geçmişti ki balkon da olan hareketle keskin gözleri dikkatle oraya döndü. Kaşları hafifçe çatılırken Oniks'i görmeden varlığını hissetti. Kıs bir süre sonra da Oniks kuyruğu ile perdeyi aralayarak temkinli bir şekilde içeriye girdi. Gözleri etrafı taramadan direkt ona sabitlendiğinde kuyruğu havada, balkon kapısın da öylece kaldı. Gri gözleri onu tepeden tırnağa incelerken kararmaya başladı.

Ahon gözlerini devirirken kollarını göğsünde kavuşturarak gayet rahat bir ifade ile,

''Ne?'' diye sordu. Tam rahat edeceğini düşünmüşken bu sürüngende nereden çıkmıştı?

Oniks kuyruğunu sallaya sallaya yatağın yanına geldi ve Ahon'u kuyruğu ile itmeye çalıştı. Ahon, Oniks'in bu çabasına alayla gülerek engel oldu.

''Tam da bir şeyleri kabul ettiğini düşünmeye başlamıştım.'' Oniks dik bakışları ile Ahon'a baktı.

''Sen bundan sonra her gece kendi eşinle uyurken, annen yalnız mı uyusun?'' Oniks kuyruğunu yatağın üzerine sertçe vururken dişlerinin arasından homurtular yükseldi.

Annesinin yalnız kalmasını tabi ki istemiyordu. Ama neden ona eşlik eden bu adamdı. Nedenini biliyordu aslında ama kendine engel olamıyordu. Bu adamla annesinin yalnız kaldığını düşünmek istemiyordu. Bir gece Zuria ile bir gece annesi ile kalsa nasıl olurdu acaba? Büyük ihtimalle annesi ile kaldıktan sonra tekrar Zuria ile kalamazdı. Onu bu sefer kesin affetmezdi. Zaten şimdi bile zor affetmişti. Onu ikna etmek annesini ikna etmekten daha zordu. Annesini bir şekilde kandırabiliyordu ama Zuria yemiyordu. Eğer bu yuvayı yapmasaydı işi gerçekten zordu. Yine de yaptığından pişman değildi. Sadece annesini tek bıraktığı için üzülüyordu. Aslında bu adamla bıraktığı için üzülüyordu. Elinde değildi annesini paylaşmak istemiyordu. Fakat diğer yandan da bencillik yapıp annesini yalnız bir hayata mahkum etmek istemiyordu. Sonuçta, her ne kadar kabul etmek istemese de annesi de bu adamı seviyordu. Yine de kendisi bu adamı sevmek zorunda değildi, değil mi?

''Bende öyle düşünmüştüm.'' Ahon boğazını temizleyerek ayağa kalktı. Oniks'in gelmesi moralini bozsa da geç kalınan bir konuşmayı yapmanın vakti gelmişti.

''Her ne kadar seni görmek şu anda görmek hoşuma gitmese de, gelmen iyi oldu. Aslında bu konuyu önce Şifa ile konuştuktan sonra seninle konuşmayı düşünüyordum. Ama madem geldin ilk ben söyleyeyim.'' Oniks sert bir yüz ifadesi ile dikkatle Ahon'a bakıyordu. Bu adam ne saçmalıyordu. Ayrıca üstünden neden bir şey yoktu?

''Axi seninle ilgileniyor. Seni eğitiyor. Fakat bir şeyler eksik. Öyle değil mi?'' Oniks hırıltılı sıcak nefesini havaya soluyarak başını çevirdi. Eğer bu adamda Axi'nin bahsettiği şeyden bahsedecekse tam şu anda olay çıkarabilirdi.

''Benimle de uçman ve eğitimlere girmen gerekiyor.'' Ahon direkt konuya girerken Oniks öfkeyle ona döndü. Bu adamı sırtına almayı düşünemiyordu. Axi ile gayet iyi uçuyordu, kendisi ile uçmasına hiçte gerek yoktu.

Ahon oflayarak sertçe ensesini kaşıdı.

''Şu hale bak! Seni mühürlerken neyi yanlış yaptım da böyle oldun? Bir yıl ayrı kaldığın için mi? Bana bak, bu çocuk oyuncağı değil. Sana fikrini sormuyorum. Bir savaş bekliyorken senin çocukluklarınla uğraşamayacağım. Yarın sabah talim alanında olacaksın. O kadar.'' Ahon'un sert ve keskin çıkan sesi, Oniks'in gözlerinin an be an koyulaşmasına neden oldu. Bu adam ona emir vermiş ve hakaret mi etmişti?

Ahon artan öfkesi ile kendi gözlerinin yansıması olan gözlere baktı. Zaten günlerdir ip gibi gerilmişti. Bir de üstüne bugün istemediği bir anlaşmayı yapmak zorunda kalmıştı. Savaşın varlığı herkesi tedirginliğe sürüklerken ama aynı zamanda cesaretlerinden de bir şey kaybettirmezken, Ahon ne yapıyordu? Koca bir hiç!

Herkes ondan bir şeyler bekliyordu. Kara Ejderha'ya sahip olduğu için. Daha bir kere bile Kara Ejderha ile uçmamış, mühürlerini doğru düzgün tamamlayamamıştı. Axi ona mühürlü olmamasına rağmen, ona büyük bir saygı gösteriyor ve her zaman yanında duruyordu. Peki ya bu ejderha ne yapıyordu? Ona mühürlü olmasına rağmen sanki düşmanı gibi davranıyordu. Kabul ediyordu ilk başlarda kötü ve fevri davranmıştı. Ama ne yapabilirdi ki, aklı yerinde bile sayılmazdı. Şifa bile onu affetmişken bu ejderha hala neyin kinini tutuyordu?

Ahon artık bu olaya müsamaha göstermeyecekti. Gösteremeyecekti. Bir an önce o eğitimlerde Oniks'e eşlik etmeliydi. Beraber uçmalılar ve talim yapmalıydılar.

''Yarın sabah talim alanına gel, pratik yapacağız.'' Çatılı kaşlarının arasından tekrar Oniks'e baktığında gözleri irice açıldı. Son anda kendini sağa atarak Oniks'in dikenli sert kuyruğundan kurtuldu.

''Ne yaptığını zannediyorsun sen!'' Bu sürüngen çıldırmıştı. Ona nasıl vurmaya çalışırdı?

Oniks hırsla tekrar kuyruğunu savurduğunda Ahon bu sefer kaçmadı ve Oniks'in kuyruğunu tutarak çekti ve savurdu.

Oniks beklemediği tepki ile sersemleyerek başını iki yana salladı.

''Ne zannediyorsun? Güçsüz olduğumu mu?'' Ahon, Oniks'e bir kaç adım atarak,

''Senin damarlarında benim kanım akıyor. Bunu unutmasan iyi edersin.'' dedi.

Oniks hırlayarak Ahon'a baktı. Bu adam ona emir veremezdi. Boğazına kadar tırmanan lavları karşısında ki adama atmamasının iki sebebi vardı, birincisi bu adam ateşten etkilenmiyordu ikincisi burası annesinin odasıydı. En büyük etken de ikinci sebepti. Fakat ateş olmasa da pençeleri vardı. Bu adama kimin daha güçlü olduğunu gösterecekti. Kuyruğunu ve pençesini aynı anda savurarak Ahon'un üzerine atladı.

Ahon dudaklarının arasından tutmaya çaba sarf etmediği bir küfür savurdu. Oniks'in hamlelerini ustaca savururken, ejderhanın daha fazla sinirlendiğini fark etti. Bu nasıl bir Kara Ejderhaydı böyle? Itır'ın, Kara Ejderhaları neden baskı altında tuttuğunu böylece daha iyi anlamış oldu. Demek ki, Kara Ejderhalar her ne kadar kan yolu ile liderlere mühürlense de onlara saldıracak kadar gözleri dönebiliyordu. Daha önce böyle bir şey duymamış ve görmemişti. Bu yüzden Kara Ejderha ile ilk savaşan Lider olarak tarih sayfalarında yerini alabilirdi.

''Lanet olsun! Kendine gel! Resmen çocukluk yapıyorsun.'' Ahon bacaklarına dolanan şeyle dengesini kaybederek kendisini sırt üstü yerde buldu ve üzerine gelen pençeyi tek eliyle tutarak burnunun dibine girmiş olan ejderhaya baktı.

Aynı gözlere sahiptiler. Aynı kana. Aynı ateşe. Her şey bu kadar aynıyken nasıl bu kadar farklıydılar? Oniks'i bu kadar öfkeli yapan neydi? Bastırılmış iç güdüleri mi yoksa tamamen kendisine olan öfkesi mi?

Ahon bu konuyu en kısa zamanda halletmeliydi. Eğer bir kere Oniks ile uçarsa ruhlarının tamamen bağlanacağını düşünüyordu. Oniks, diğer Kara Ejderhalar gibi temel eğitimleri almamıştı. Her şey yanlış başlamış ve yanlış devam ediyordu. Bunu düzeltmeliydi. Şimdi onun gözlerine bakan bu ejderha, Kara Ejderha değildi. Tamamen içgüdülerinin hakimine girmiş saldırgan bir ejderhaydı. Onu sakinleştirmeliydi.

''Kendine gel! Sana olması gerekenleri söyledim. Sadece Kara Ejderha olman, lider olmana yetmez.'' Ahon'un sözleri çok kısa bir an Oniks'in gözlerinde ki ifadeyi kırarken, Oniks hızla buna engel oldu. Hırıltılarının arasından pençesini tekrar kaldırmıştı ki aniden durdu.

Oniks koridordan gelen sesler ile başı kapıya doğru dönerken tüm ifadesi kırıldı ve irice açtığı gözlerle altında, pençesini tutan adama baktı. Bir pençesi havada diğer Ahon'un elinde üst üste bir durumda ve kesinlikle şakalaşmaktan uzak bir pozisyondaydılar. Ahon'un başı da hafifçe kapıya dönerken hızla Oniks'in pençesini bıraktı.

''Şifa geliyor.'' Oniks gözlerini hızla kapattı ve annesi onu bu durumda görürse kesinlikle sonu olurdu. Üstelik şu anda masum gözüken tamamen altında rahatça duran bu adamdı.

''Ne bekliyorsun? Çabuk kalk! Bizi böyle görürse biteriz.'' Ahon'un keskin uyarısı ile kendine gelirken hızla toparlandı ve kendini yatağın kenarına attı. Ahon da hızla toparlanarak eski konumuna yani yatağa oturur pozisyona geçti. Bir yandan da ters ters Oniks'e bakıyordu.

''Şu yaptığına bir bak! Senin yüzünden ne hallere düşüyoruz.'' Ahon söylenirken Oniks'de ona dik dik bakmaya başladı.

Tek suçlu Oniks mi olmuştu şimdi? Bu adam onu kızdırmıştı. Emir vermişti ve ona defalarca kez çocuklukla ilgili imalarda bulunmuştu.

İki çift gri bulutların arasında çakan şimşekler Şifa'nın odaya girmesi ile bölündü.

Şifa kısa bir an duraksayarak ikiliyi inceleyerek kaşlarını havaya kaldırdı.

''Sizi böyle sakince otururken görmek oldukça ilgi-'' Şifa'nın imalı sözleri yerde tamamen kaymış halıyı ve etrafa saçılan bir kaç objeyi görmesi ile yarım kaldı. Kaşlarını çatarak bir Ahon'a bir de Oniks'e baktı.

''Siz kavga mı ettiniz?'' Soğuk bir rüzgar odanın içinde hafifçe eserken Oniks gözlerini kaçırdı ve kuyruğunu sallamaya başladı.

Ahon yakalanacaklarının verdiği telaşla boğazını temizleyerek ayağa kalktı.

''Ne kavgası? Kavga etsek etraf bu kadar mı dağılır sence?'' Ahon'un toparlamakta çok batırdığı cümlesi ile Şifa kollarını göğsünde bağlayarak onlara bakmaya devam etti.

''Ne kadar dağılırdı?'' Ahon yan gözle Oniks'e baktı. Eğer kendisi bu çıkmazdan çıkamıyorsa onu da yanına alırdı. Ayrıca tek başına neden açıklıyordu ki? Bu olayın merkezinde bu sürüngen vardı. Her ne kadar şu anda masumca dursa da dakikalar önce bir canavar gibiydi.

''Muhtemelen pek sağlam eşya kalmazdı. Ama elbette böyle bir şey olamaz. Çünkü biz artık Oniks ile çok iyi geçiniyoruz. Değil mi?'' Ahon son sözlerini Oniks'e bakarak söyledi.

Oniks dişlerini birbirine kenetlerken Ahon'a baktı. Onu onaylamak istemiyordu ama annesi,

''Oniks.'' diyerek ona bir adım atınca başını salladı. Çok iyi geçiniyoruz! dercesine.

''O zaman ne oldu burada. Açıklama yapın artık!'' Şifa'nın git gide sabırsız ve sinirli çıkan sesi ile Ahon aklına gelen ilk şeyleri söyledi. Bundan sonrası Oniks'indi.

''Bende pek anlamadım. Geldiğim de oda da sinirli sinirli yürüyordu. Benim geldiğimi görünce durdu. Fakat ona yarın sabah beraber talim yapmalıyız, dediğimde tekrar sinirlendi. Kuyruğunu savurup durdu. Sonra da sakinleşmesini söyledim ve sen geldiğinde hep beraber konuşmanın daha iyi olacağını söyledim. Zaten çok geçmeden sen geldin. Kuyruğunu savurduğu ara etraf dağılmış olmalı.'' Ahon'un nispeten uzun ve yepyeni senaryosu Şifa'yı düşündürtürken Oniks'i şok içine sokmuştu.

Annesi her seferinde ona yalan söylememesi ile ilgili direktifler verirken bu adam nasıl bu kadar rahat yalan söyleyebiliyordu? Anlattıklarının içinden sadece 'talim yapmaları' kısmı doğruydu. Onun dışında kalanlar ise düpedüz yalandı. Ne hakaretlerinden ne de emirlerinden bahsetmişti. Gözleri nefretle kısıldı. Bu adam, onun gözünde asla artı puanlar toplamayacaktı.

''Oğlum, sen neye sinirlendin?'' Şifa, Oniks'e doğru adımlayarak kollarını boynuna doladı. Oniks, Şifa'yı kanatlarının altına alırken sertçe Ahon'a baktı. Annesini bu adama nasıl kaptırmıştı? Eğer kendisi Zuria'yı bulmuş olmasaydı, asla annesini bırakmazdı. Ama Zuria ile birlikte olduğu için pişman değildi. Bembeyaz, tek bir lekesi bile olmayan, nazlı ve bir o kadarda dik başlı ejderhayı seviyordu. İçinde neden oluştuğunu bilmediği boşluğu dolduruyordu. Bu dünyaya gelmeden önce yaşadığı yerde, ormanda bazı hayvanlar görüyordu. Ailesi ile yaşayan. Özellikle kuşlar hep eş olarak yuva kurar ve yavrulara birlikte bakarlardı. Oniks hiçbir zaman neden tek olduğunu bilmiyordu. Onun gibi başka bir varlık yoktu etrafında. Annesi ona hep onun özel olduğunu söylerdi. Diğer canlılar insanlara gözükmekte problem yaşamazken, kendisi asla insanlara görünemezdi. Nedenini hiç anlayamıyordu. İçten içe doğduğu topraklara ait olmadığını hissediyordu. Buraya geldiğinde ise bu tamamen kesinleşmişti. Buraya aitti. Bir ailesi olabilirdi. Saklanmak zorunda değildi. Üstelik annesi de eskisine göre daha iyiydi. Mutluydu ve yalnız değildi. Annesinin mutlu olmasını istiyordu.

Fakat bu mutluluğu ona illaki bu adam mı vermeliydi? Yıldızları hiç barışmayan, sözde ona mühürlü olduğunu söyleyen bu adam olmak zorunda mıydı? Yine de annesine her baktığında gözlerinde beliren o sevgiyi görüyordu. Zaten sırf onun için katlanıyordu bu adama. Bahsettikleri kadar güçlü olan şu kan mührünü tam anlamıyla hissedemiyordu. Belki de onun söylediği gibi mühürlerken bir yanlışlık olmuştu. Oniks bu adamla iyi geçinmek zorundaydı ama sevmek zorunda değildi. Ondan asla bir sevgi, dostluk hissetmiyordu.

''Oniks iyi misin?'' Kanatlarını açarak annesini serbest bıraktı ve başını salladı.

''Neden sinirliydin? Zuria ile mi ilgili yoksa?'' Oniks duraksayarak kısaca Ahon'a baktı. Şimdi onu gösterse işler çok uzayacaktı ve fark etmişti ki annesi bu sefer onu tutup bu adamı da yollamazdı.

İkisini de kapı dışarı ederdi.

Her ne kadar bu durum onun işine gelse de, sonuçta bunun yarını da vardı. boşuna annesi ile arasını bozmasına gerek yoktu.

''Eğitimlerle ile ilgili olabilir.'' Şifa ve Oniks aynı anda Ahon'a döndü. Oniks'in gözleri kısılırken, Şifa kaşlarını havaya kaldırarak,

''O yüzden mi?'' diye sordu. Oniks uzatmamak için başını salladı. Her şey bir yana Axi onu gerçekten zorluyordu. Zar zor kaçabilmişti de, buraya gelebilmişti. Direk yuvaya gitse onu orada bulurdu ve Zuria'nın da kurtaracağını zannetmiyordu.

''Bir de, sanırım benimle uçmak istemiyor. Talim yapalım deyince daha çok sinirlendi.'' Bu adam resmen onu şikayet ediyordu. Oniks hakim olamadığı bir hırlamayı boğazından çıkartırken, annesinin uyarı dolu bakışları direkt ona döndü. Anın da başını sallayarak, sağa doğru eğdi ve irice açtığı gözlerle annesine baktı.

Şifa'nın bakışları anında yumuşarken Oniks'in burnunun üstünü öptü. Son zamanlarda onunla hiç ilgilenememişti. Her şey o kadar üst üste ve hızlı gelişmişti ki, Şifa uyum sağlamaya çalışırken aynı zamanda akıl sağlığını da korumak zorundaydı.

Ahon'un sözleri tekrar aklında yer edinirken, diğer liderlerin masada olan konuşmalarını hatırladı. Ahon onlara Oniks ile ilgili gerçeği söylememişti. Bunun nedenini anlıyordu. Böyle bir şey endişeye sebep olurdu. Öte yandan artık bencillik yapmamalıydı. Bu topraklar artık onların eviydi ve bunun için herkes gibi elini taşın altına koymalılardı.

''Oniks, biliyorum her şey senin içinde çok hızlı gelişti. Fakat burası artık bizim evimiz. Herkes gibi bu toprakları korumalıyız. Bu yüzden ne gerekiyorsa onu yapmalıyız.'' Oniks dikkatle annesine bakmaya başladı. Eğer annesi de bu şekilde düşünüyordu? Acaba gerçekten çocukluk yapıyor olabilir miydi?

Şifa, Oniks'in sert ve pullu yüzünü elleri arasına alarak dikkatle gri gözlere baktı.

''Senin için o kadar çok endişeleniyorum ki, anlatamam. Fakat bencillik de yapamam. Sen bu topraklara aitsin Oniks. Herkes sana güveniyor ve inanıyor. İçinde ki o gücü keşfetmeli ve savaşmalısın. Ben her zaman senin yanında olacağım ve her zaman annen olarak kalacağım.'' Şifa alnını Oniks'in alnına yasladı. Oniks'i büyütürken çok zorlanmıştı ama bir an bile pişman olmamıştı. Ona sahip olmak hayatın ona verdiği en güzel armağandı. Tüm hayatını ona adamıştı. Avuçlarına ancak sığabilen bir ejderhaydı şimdi ise kocaman olmuştu. Büyüdüğünü kabullenmek ne kadar zorsa, Oniks'in omuzların da ağır sorumlulukların olmasını bilmek de bir o kadar zordu. Yapabileceği tek şey yanında olarak ona destek vermekti. Bunun dışında Şifa'nın elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu durum çok sinir bozucuydu.

'Keşke, keşke daha güçlü olabilseydim.' diye düşündü.

Evrene yolladığı bu mesaj olumlu sonuçlanır mıydı? Bilmiyordu. Ama bildiği bir şey vardı ki, ne olursa olsun o savaşta o da olacaktı.

''Merak etme, Oniks düşündüğünden çok daha güçlü.'' Ahon, Şifa'nın kalbinde hissettiği endişe ve acıyı hissediyordu. Bu canını sıkıyordu. Şifa'nın her zaman mutlu olmasını, kalbinin sadece bu mutlulukla atmasını istiyordu.

Sıcak avuçlarını Şifa'nın omuzlarına koyarak Oniks'e baktı. Gri gözleri dingindi. Fakat Şifa'ya yaklaştığı için hafifçe sivrilmişti.

Kimin suçu vardı ki? Kara Ejderhayı koruyamayan, bu duruma gelmelerinin tek suçlusu kendisiydi. Eğitimlerden uzak kalmış, benliğinden ayrı farklı topraklarda büyüyen bu ejderhaya tüm suçu atmak haksızlık olmaz mıydı? Bu durumun tek iyi yanı Şifa idi. Eğer Kara Ejderha kaybolmasaydı, bu durumda olmazlardı. Bu doğruydu. Fakat o zaman Şifa'da olmazdı. Hayatımın kadını dediği ve artık bir an bile görmeden yaşayamadığı kadın da olmayacaktı. Bu yüzden kaderin bu cilveli ve nahoş ağlarını olduğu gibi bırakacaktı. Önemli olan geçmiş değil, gelecekti. Bir kez daha ilk adımı kendisi atacaktı. Şifa, Kara Ejderha'nın annesi ise kendisi de babası oluyordu değil mi? Bu gerçekten tuhaftı. Genelde koruyucular, liderleri korumakla görevlendirilmişti. Şimdi ise tam tersi oluyordu.

''Biz bunu Oniks ile aramızda çözeceğiz. Sakince düşündüğünde doğru olana karar verecektir.'' Şifa hafifçe geri çekilirken Ahon ve Oniks karşı karşıya kalmıştı. Oniks sakince Ahon'u izliyordu. Ne olmuştu da değişmişti şimdi?

''Yıldızlarımızın barışmadığının farkındayım. Ama bu şekilde daha ne kadar devam edecek? Doğru ve herkesin bizden beklediği şeyi yapmanın vakti gelmedi mi? Yarın seni talim alanında bekleyeceğim. Eğer gelirsen, ne kadar güçlü olabileceğimizi anlayacaksın.''

Oniks sıcak ve derin nefeslerinin arasından annesinin beklenti dolu gözlerine baktı. Gurur ve bolca sevgi vardı, o gözlerde. Oniks bu adımı geri çevirmeyecekti. Başını onaylarcasına salladı. Deneyecekti, bu adamın dedikleri doğru mu? Merak ediyordu.

Sıcak bir vedalaşmadan sonra Oniks balkondan uçarak, kararmış gökyüzünde kayboldu. Şifa, Oniks'in arkasından bakarken beline dolanan kollar ve sırtında hissettiği sıcak göğüsle derin bir nefes alarak gülümsedi.

''O çok güçlü, iyi olacak.'' dedi Ahon, Şifa'nın omuzlarına dudaklarını değdirirken. Beline sarılı kollara ellerini koyarak başını Ahon'a yasladı. Bir süre sessizlik içinde birbirlerine sarılı halde kaldılar.

''Yatalım mı? Yarın erken kalkacağız.'' Şifa başını sallayarak Ahon'un onu yatağa götürmesine izin verdi. Soğuk yatak kısa sürede sıcaklıkları ile ısındı. Uykunun tatlı hissi ve huzur etraflarını sararken konu ile ilgili hiçbir şey konuşmadılar.

Çünkü olması gereken olmalıydı. Geç bile kalınmıştı.

***

Şifa topuz yaptığı saçlarını son kez düzeltirken birden tüm saçları omuzlarından aşağı döküldü. Şifa şaşkınlıkla arkasını döndüğünde saniyeler önce saçlarında olan tokanın Ahon'un ellerinde olduğunu gördü.

''Ahon!'' diye azarlarcasına söylendi. Ahon ise gülüyordu. Saçları için dakikalardır uğraşıyordu.

''Açık kalsın. Böyle çok daha güzel.'' Ahon, kadının beline sardığı kolu ile sıcak bedeni kendisine çekerken yüzünü de açık kalan saçlara gömdü. Sevgi dolu bir buse kondururken saç tellerine Şifa hafifçe kızardı.

''O zaman neden toplayana kadar söylemedin?'' Ahon gülerek geri çekildi.

''Saçlarınla uğraşman oldukça eğlenceliydi.'' Şifa kaşlarını hafifçe çatarken Ahon göz kırparak kadının elini tuttu ve ilerlemeye başladı.

''Bir kadın saçlarıyla bile kavga eder mi?'' Ahon'un eğlenen sesiyle Şifa homurdandı.

''Bir kere ben herkes ile iyi geçiniyorum.''

''Bu 'herkesin' içinde ben yokum ama.'' Şifa kaşlarını havaya kaldırarak Ahon' yandan bir bakış attı.

''Eh, o da senin sorunun.'' Ahon dudaklarının arasından onaylamaz mırıltılar çıkardı.

''Şimdi de sorun olduk. Çok iyi.'' Ahon'un sesi ciddilikten uzaktı. Fakat Şifa'nın aklına bir den Liya'nın dedikleri geldi. Ahon'un peşinden koşan kadınlar ile ilgili anlattıkları ve sevgisini daha fazla göstermesi ile ilgili öğütleri. Lanet kıskançlık tekrar kalbini sararken birden durdu. Onunla beraber Ahon'da durdu. Şifa ani gelen bir cesaretle parmaklarının ucunda yükseldi ve Ahon'un sakallı yanağına sıcak bir öpücük bıraktı.

''Ama ben bu sorunu seviyorum.'' Ahon şaşkınlıkla donup kaldı. Şifa'dan kesinlikle böyle bir şey beklemiyordu. Ne olmuştu bu kadına böyle? Hoşuna gitmediğini asla inkar edemezdi, çünkü deli gibi hoşuna gitmişti. Günde bir kaç doz almalıydı.

Şifa yanaklarının kızardığını hissediyordu ama yine de rahat bir şekilde gözlerini ona dikmiş adama bakıyordu. Gözlerinden çıkan görünmez ağlar birbirlerine tutunuyordu ve kalpleri hiç olmadığı kadar sıcacık olmuştu. Sevgiyi göstermek düşündüğünden daha güzel, daha özeldi.

Şifa gülümsediğinde Ahon bir rüyadan uyanır gibi oldu. Gözleri hafifçe koyulaşırken koridora kısa bir göz attı. Neredeyse yemek salonuna gelmişlerdi. Ama yine de koridor bomboştu. Bunu fırsat bilen Ahon kendini daha fazla tutmadı ve kolları arasına aldığı kadının davetkar dudaklarına sokuldu. Hızlanan nefesleri birbirine karışırken bedenleri sıkı sıkı sarılmıştı. Tek çareleri birbirleri gibiydi. Onları birbirinden ayıran Sahn'ın sesi oldu.

''Ooo, görmedim. Geri dönüyorum.'' Şifa üst üst yutkunurken derin nefesler alıyordu. Gözleri irice açılmış dudakları kızarmıştı.

''Şerefsiz.'' Ahon dişlerinin arasından tıslarcasına söylediği sözler Sahn'ı daha fazla güldürdü.

''Dönmüyorum. Açım çünkü.'' Sahn tekrar geri dönerek kızarmış ve sessizleşmiş Şifa'ya göz kırptı. Şifa her ne kadar utansa da Sahn'a kötü kötü bakmaktan geri durmadı.

''Zehir ye!'' Sahn cık cıklayarak Ahon'un yanından geçti.

''Tabi sen sabah sabah yedin ballı çöreği. Şimdi bana zehir ye dersin.'' Ahon, Sahn'ın sözleri ile gözleri kararırken ileri doğru atıldı.

''Lan, ben senin var ya-''

''Ahon, dur.'' Şifa'nın kolunu tutması ile dururken Sahn çoktan toz olmuştu.

''Güne güzel başlayalım. Sinirlenme.'' Şifa, Ahon'un koluna girerek onunla yürümeye başladığında adam zaten çoktan yelkenleri sulara bırakmıştı.

''Bugün sinirlenmek yok.'' Şifa gülerek başını salladı. Bugün güzel bir gün olacaktı.

İkisi birden yemek salonuna girdiğinde herkesin burada olduğunu gördüler. Hep bir ağızdan günaydınlar havada uçuşurken keyifli bir kahvaltı sefası yaptılar.

Kahvaltıdan sonra İnci ve Kurt Klanlığının gitme vakti gelmişti. Şüphesiz bu duruma en çok üzülen Luna idi. Bir daha Affan'ı ne zaman görecekti?

''Hadi gidip vedalaş Affan ile.'' İrkilerek yanından gelen sese baktı. Şifa'yı görmesi ile gözleri ışıldadı.

''O kadar belli oluyor mu?'' Şifa gülerek başını salladığında hafifçe Luna'ya doğru eğildi.

''Sana küçük bir sır vereyim mi?'' Luna heyecanla başını salladı.

''Affan'da defalarca kez sana baktı.'' Luna'nın gözleri irice açılırken, yanaklarında ki gamzeleri göze batacak bir hale geldi.

''Gerçekten mi?'' Şifa, oldukça heyecanlı ve mutlu görünen kıza başını salladığında Luna ihtiyacı olan cesareti almıştı. Affan'a doğru ilerlemeden önce etrafı süzdü. Atmaca ortalıkta gözükmüyordu. Bu da demek oluyordu ki ablasına rapor yazıyordu. Sinir bozucu herif! Her şeyi yetiştirirdi şimdi. O yüzden şu an ki boşluğu iyi değerlendirmeliydi.

Dikkat çekmemeye çalışarak usulca Affan'a yaklaştı. Kurtunun hemen yanında baltasını bileyliyordu. Herkes bahçeye çıkmış son hazırlıklarını yapıyorlardı. Yolculukta onlara ejderhalarda eşlik edecekti. Sıkı güvenlik önlemleri alınmıştı. Bu yüzden herkes bir şeylerle meşguldü.

''Sen gitmesen olmaz mı?'' Luna'nın sesi ile Affan baltasından başını kaldırarak kadına baktı. Ellerini önünde birleştirmiş çok sevdiği tatlılardan yemek için izin istiyormuş gibiydi. Affan bu tatlılığa kapılmamalıydı.

''Olmaz.'' Keskin sesi ile Luna gözlerini devirdi. Sonra da oyunbaz bir ifade ile gülümseyerek Affan'a eğildi.

''Peki benim gelmemi ister misin?'' Affan'ın baltayı bilemesi aniden durdu. Kalbi ise tam tersi bir şekilde hızlanmıştı. Kendini birden, Luna'yı kendi odasında hayal ederken buldu. Başını hızla iki yana salladığında amacı hayalinden kurtulmaktı ama Luna yanlış anladı.

''İstemiyor musun gerçekten? Yanına gelmem dakikalarımı almaz.'' Eğer gücünü kullanırsa tabi ki. Zaten Affan'ın yanına gitmeyi kafasına koyarsa mecburen gücünü kullanacaktı. Diğer türlü gidip gelmek bir gününü alırdı ve o günün sonunda kendisini ablasının dizinin dibinde bulurdu.

Affan yanlış anlaşıldığını fark ettiğinde bunu değiştirmek istedi. Kadının parlak gözlerine bir parça hüzün bulaşmıştı ve bu göğsünü sıkıştırıyordu.

''Tehlikeli olabilir.'' Söylemek istediği bu değildi fakat kelimler ile arası berbattı. Yine de anlamadığı bir şekilde bu Luna'yı gülümsetmişti.

''Benim için endişeleniyor musun?'' Luna, Affan'a biraz daha yanaşarak kolunu tuttu.

''Merak etme. Hiç tehlikesi yok.'' Affan, Luna'nın avuçlarından bedenine yayılan titreşimlere alışmaya çalışırken bir şey diyemedi. Bu kadın gerçekten dengesini bozuyordu.

''Geleyim mi?'' Luna'nın ısrarlı sorusu devam ederken Affan derin bir nefes aldı. Ne diyecekti şimdi? Gel dese her şey farklı bir yola girerdi, gelme demek ise içinden gelmiyordu. Ama mantığı avaz avaz gelmesin diye bağırıyordu.

''Ay! Geliyor başımın belası.'' Luna'nın sıkkın sesi ile kadının baktığı yere baktı ve onun da canı sıkıldı.

''Affan.'' Hemen kulağının dibinde, nefesi yüzüne vuran kadını hissettiğinde tahmin ettiği şey ile bedeni gerildi. Ayağa kalkamadan Luna dudaklarını çoktan sağ gözünün altına, tenine değdirmişti. Daha önce maskeden öpmesine rağmen yoğun duygular hissetmişti. Fakat şimdi resmen sarsılıyordu. İçinde depremler oluyordu. Sıcak ve yumuşak dudakların değdiği yer cayır cayır yanıyordu. Affan hızla doğrulduğunda, boğazını temizledi. Belki de bazı şeylerden kaçmamalıydı. Düpedüz bu kadının çekimine giriyordu. Otuz yaşında adam utanıyor ve çekiniyordu. Affan bu duyguları çocukluğunda bile hissetmemişti. Bu kadın bunu nasıl yapıyordu?

''İyi yolculuklar.'' Luna bir kaç adım geri giderek Affan ile göz teması kurmaya çalıştı. Bu arada Atmaca da iyice yaklaşmıştı. Kaşları resmen burnuna düşmüştü. O buraya gelmeden yanına gitse daha iyi olacaktı. Zaten alacağını almıştı. Arkasını dönüp bir kaç adım atmıştı ki, duydukları ile tekrar arkasına döndü.

"Camlar açık uyurum." Affan neden böyle bir şey söylediğini bilmiyordu. Sadece birden aklına gelmiş ve söylemişti. Bir an pişman olacak gibi olsa da Luna'nın parlayan gözleri ve yanaklarında oluşan çukurlar ile verdiği karardan pişman olmaktan vazgeçti. Affan arkasını dönüp ilerlerken ne istediğine karar vereceği uzun geceler geçirecekti.

"Size o adamdan uzak durmanızı söyledim." Luna yaşayacağı kısacık mutluluğu bile ona çok gören Atmaca'ya döndü.

"Tam olarak ne zamandan beri senin dediklerini yapıyorum."

"Liderimiz, sizi bana emanet ettiğinden beri." Luna oflayarak Şifa'ya doğru ilerlemeye başladı.

"Off, ben o liderin kardeşiyim ve sadece biraz özel alan istiyorum." İmalı sesi ve bakışları doğrudan Atmaca'yı hedef alsa da, adamın umurunda değildi.

***

Şifa son kez Vilante'ye sarılarak gülümsedi.

"Tekrar gelin. İyi yolculuklar." Vilante aynı tebessümle Şifa'ya baktı.

"Bu sefer ben sizi misafir etmek isterim."

"Belaları def ettiğimizde Şifa ile uzun bir tatile çıkmayı düşünüyorum. O zaman mutlaka uğrayacağız." Şifa, Ahon'a dönerken ne ara bu planı yaptığını düşünüyordu.

"Mutlaka gelin. Bekleyeceğiz."

Son vedalaşmalar bittiğinde klanlar kendi topraklarına gitmek için yükselen güneş ile birlikte yola çıktılar.

"Evet, şimdi ne yapıyoruz?" Sahn'ın sesi ile ona döndüler.

"Talim alanına gidiyoruz." Ahon'un sözleri ile Umur,

"Vakti geldi, diyorsun." diyerek gülümsedi.

"Aynen öyle diyorum."

"Bende izlemek istiyorum." Ahon, Şifa'ya dönerek başını salladı. Onu mümkün olduğunca yalnız bırakmak istemiyordu. Hala Set'in kadının peşinde olduğu gerçeğin kabullenememişti. Bu yüzden kadını yanından bir an bile ayırmamalıydı.

Hep beraber talim alanına gittiklerinde, Şifa bir çok ejderhanın ve askerlerin bu alanda toplandığını gördü. Güne çok daha erken başlayanlar vardı.

Ahon alana giriş yaptığında herkes durarak Liderlerini selamladı. Ahon herkese devam etmelerini işaret ederek özel alanına doğru ilerledi. Bomboş alana gözlerini kısarak baktı. O sürüngen gelmemişti.

"Eksikler ilerleyen saatlerde tamamlanır diye düşünüyordum." Sahn'ın alaylı sesi ile Ahon tersçe ona baktı.

"Birazdan gelir." Şifa'nın hafif tereddütlü sesi onunda çok inançlı olmadığını gösteriyordu. Oniks'den her şeyi beklerdi.

Ahon dişlerini sıkarken Axi'e seslenmek için döndü. Oniks olmasa da talim yapmalıydılar.

Axi yanına geldiğinde elini ejderhanın başına koydu.

"Kaderinde babamdan sonra bana da eşlik etmek varmış." Axi başını hafifçe eğdi. Ölene kadar hizmet edecekti. Çünkü başka kimsesi kalmamıştı.

"Özür dilerim Ahon." Şifa'nın üzgün ve mahçup sesi ile Ahon hızla kadına döndü.

"Sen neden özür diliyorsun?" Şifa omuzlarını silkerek Ahon'a baktı. İstemsizce kendini suçlu hissetmişti. Acaba Oniks ile daha fazla mı konuşsaydı?

"Senin hiçbir suçun yok. Bir daha bunun için özür dileme." Ahon, Şifa'nın saçlarını okşayarak onu kolları arasına aldı.

Şifa derin bir nefes bırakırken başını salladı. Etrafların da ki kişiler birer birer ejderhalarına binerken Ahon'da Axi'e doğru ilerlemeye başladı.

Tam Axi'nin sırtına çıkacakken Şifa'nın neşeli sesi ile ona döndü.

"Oniks!" Ahon tek kaşını kaldırırken Şifa'nın baktığı yere, gökyüzüne baktı.

Oniks simsiyah kanatlarını açmış gökyüzünde süzülüyordu. Keskin gri gözleri, Ahon'un gözlerine kilitlenmişti.

Oniks, Ahon'un ilk adımına karşılık bir adım atmıştı ve bu son olmayacaktı.

***

Bir bölümün daha sonuna geldik. Şunu söylemek istiyorum ki bu bölüm aslında daha farklı ve uzun olacaktı. Ama elbette elde olmayan sebeplerden dolayı bu şekilde bir bölüm oluştu.

Neyse asıl konumuza gelirsek. Ahon ve Oniks'in ilk uçuşlarına önem vermek istiyorum. Bu yüzden o bölümü daha sakin ve rahat bir şekilde yazmalıyım. Güzel olmasını istiyorum.

Hepinizi öpüyorum ve iyi akşamlar diliyorum. 🥰😍

Bölüm : 30.08.2025 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...