8. Bölüm

8. Bir Küçük Zindan Meselesi

Maysa Berran
maysaberran

***

Ahon'un son sözleri sessiz mağara da şok etkisi yaratırken. Şifa tüm korkusuna rağmen öne atlayarak giden adamın arkasından bağırdı.

''Oniks'i bırakmadan hiçbir yere gelmem.'' Şifa sözleriyle duran adama bakmaya devam etti. Bu adamla tek kalmak istemiyordu. Hem de onun odasında! Şifa aklına geldikçe bayılacak gibi oluyordu. Bu yüzden bu durumu erteleyecek ve işine yarayacak bir şey bulmalıydı. Onunda aklına Oniks gelmişti. Kendisi yine de adam tarafından tek başına sorgulanacak olsa bile en azından Oniks serbest kalırdı. Bu her şeye değerdi.

''Sen kendini şart koşabilecek durumda mı zannediyorsun?'' Şifa hiç arkasını dönmeden sakince konuşan adama dikkatini verdi. Elbette öyle sanıyordu! Sonuçta tüm sorulara cevap verecek kişi kendisiydi. Daha ağzını açamadan adamın konuşmasıyla Oniks'e yaklaştı. Bu adam barbardı!

''Askerler! Bu kadını hemen benim odama kapatın ve nazik davranmayın.'' Ahon dışarıdaki adamlara seslenirken bir yandan da kadındaki bu aptal cesaretin nereden geldiğini düşünüyordu. Fakat çok düşünmesine gerek kalmadan cevabını almış oldu.

''Lider, onu biz götürelim.'' Öne çıkan Liya'nın sesiyle Ahon arkasına döndü. Hepsi, kız ile kendi arasında dizilmiş kızı görmesine engel oluyordu. Bu kadın aptal cesaretini bunlardan alıyordu işte. Onlara da hesabını soracaktı. Fakat önce şu kızı halletmeliydi.

Ahon , emrini verdiği andan itibaren hızla gelen askerler. Tekrar bir emir bekliyorlardı. Ahon tekrar konuştuğunda herkes donmuştu.

''Kızı odama götürün, şunları da zindana atın.''

***

Şifa zorla ve tekrar sürüklenerek getirildiği yerde oflayarak siyah deriden yapılmış geniş koltuğa oturdu. Mağaradan, Oniks'in hırlamaları, kendi çığlıkları ve diğerlerinin itiraz sesleri arasında sürüklenerek bu odaya getirilmişti ve saatlerdir de kimse yanına gelmemişti. Lider dedikleri o adam manyaktı. Nasıl kendi arkadaşlarını zindana atabilirdi? Kendi dostlarına onu yapan kendisine ne yapmazdı? Aklına gelen düşüncelerle bu sefer oflayarak oturduğu koltuktan tekrar ayağa kalktı. Onlarca kez yaptığı gibi tekrar odayı incelemeye başladı.

Gümüşten yapılmış parlak, büyük kapı odanın uzak köşesinde yer alıyordu ve tabi ki dışında askerler duruyordu. Kilitli değildi, hatta kapıyı açmıştı ama karşısında askerleri görünce aynı hızla kapatmıştı. Kapı direkt odaya açılmıyordu, oda ile arasında gri mermerden yapılmış bir paravan vardı. Yani kapıdan giren birisi direkt odayı görmüyordu. Paravan bunu engelliyordu. Aslında oda da çok bir şey yoktu. Geniş, siyah bir çalışma masası, gümüş pervazlı boydan boya tüm duvarı kaplayan, camın önünde duruyordu. Önünde yine aynı renk bir sandalye vardı. Camın diğer yanında ise kitaplık bulunuyordu. Tüm bu eşyalar demirdendi. NEdenini anlayamamıştı? Oda da ilginç bir şekilde merdiven vardı. Sadece üç basamaktan oluşuyordu. Orada da gümüş direkli, etrafı siyah tüllerle kapalı büyük bir yatak vardı. Yatağın her iki yanında ayaklı şamdanlar duruyordu. En köşede ise siyah tül ile kapalı bir kapı vardı. Balkona açılıyordu, odada ki gibi siyah bir büyük iki küçük koltuk ve alçak bir masa vardı. Çok şatafatlı değildi fakat manzarası efsaneydi.

Şifa balkona çıktığında nefesi kesilmişti. Etrafta uçan ejderhalar, parlayan yıldızlar, yemyeşil uzanan ormanlar, sıra sıra dizilmiş kuleler ve büyük evlerle, çocuklara anlatılan masallardan çıkmış gibiydi. Ateş Kule'si, konum olarak tam ortada yer alıyordu bu yüzden etrafı net olarak görebiliyordu. Şifa yüzünü okşayan rüzgarla derin bir nefes aldı ve tekrar içeriye girip koltuğa oturdu. Kaç saat olmuştu? Ya da saat olmuş muydu? Zaman kavramını yitirmişti. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki Şifa artık yetişemiyordu. Gerginlikle beklemekten her yeri kasılmıştı. Zaten yorgun ve uykusuz olan bedeni bu gerginlikle ipleri koparma noktasına gelmişti. Daha fazla dayanamayacaktı. Neredeyse bir günden fazladır uykusuz ve açtı. Neyse ki açlığını masa da ki tabakta bulduğu meyvelerle geçirmişti. Tabi ki izin almamıştı. Bir de o barbara adama hanımefendi gibi davranmayacaktı. Yemişti ve hiç pişman değildi. Sadece yerken düşündüğü tek şey Oniks'ti. Zaten bu yüzden fazla yiyememişti. Oniks aklına geldiğinde tüm iştahı gitmişti. Ona yemek vermişler miydi acaba? O açlığa dayanamazdı ki. Şifa dolan gözlerini kırpıştırarak yaşların akmasını engellemeye çalıştı. Zaten Oniks'i düşünmekten kafayı yemişti. Başını koltuğun kolçak kısmına koyup rahat bir pozisyona geçti. Uyumayacaktı, sadece biraz gözlerini dinlendirmek istiyordu. Fakat ne odaya giren adamı fark etti, ne de soğuktan büzüşmüş bedenine örtünen sıcaklığı.

***

Herkes sessiz bir şekilde düşünceler arasında kaybolmuş olanları sorgulamaya çalışırken, Shan'ın sesiyle irkilerek ona baktılar.

''Vay be! Zindana da mı atılacaktık?'' Sahn bir ayağını uzatmış diğerini de bağdaş şekline getirerek yerde oturmuş örümcek ağlarıyla kaplanmış tavana bakıyordu.

''Sen niye bu kadar şaşırdın ki? Senin ilk kez zindana atılışın değil.'' Khan tek kaşını kaldırarak Sahn'a baktı. O da ellerini göğsünde kavuşturmuş iki ayağını öne uzatmış yerde oturuyordu.

''Her seferinde ilkmiş gibi hissettiriyor. Sen bu duyguyu anlayamazsın.'' Khan gözlerini devirerek,

''Anlayamam. Çünkü ben ilk kez zindana atılıyorum.'' dedi.

''Bize bunu yaptığına gerçekten inanamıyorum.'' Dora ayağa kalkarak zindan demirlerine yaklaştı. Hepsi ayrı zindanlardaydı. Fakat zindanların arasında duvar değil demir parmaklıklar olduğundan birbirlerini görebiliyorlardı.

''Çok sevgili Liya'mızın pamuk kalbi sayesinde her şeye inanabilirsin.'' Liya isminin geçmesiyle yere diktiği gözlerini Sahn'a çevirdi.

''Bana yardım etmenizi istemedim.'' Liya kaşlarını çatarak Sahn'a bakmaya devam etti.

''Bende aynı şeyi sorguluyorum. Biz sana niye yardım ettik? Ben en son yatmak için yatağıma gidiyordum.'' Umur gözlerini kısarak Sahn'a baktı.

''Kıçını kurtardıklarına say.'' Sahn yüzünü buruşturarak mırıldandı,

''Hemen de korur sevdiğini.'' Umur hemen Liya'ya baktı. Duymasından korkuyordu. Neyse ki Liya gözlerini tekrar yere indirmiş düşüncelere dalmıştı. Duymuş gibi durmuyordu. Umur bu sefer kaşlarını çatarak, öfkeyle Sahn'a baktı. Bu adamın ağzının yerini değiştirmek farz olmuştu.

''Olan oldu artık. Hepimiz yardım ettik. Ayrıca ilk başta Ahon'a söylemeyip kızı korumayı düşünüyordun. Şimdi ne değişti?'' Dora sinirle söylenerek Sahn'a döndü.

''Sıcak yatağımdan soğuk taşlara terfi ettim. Değişen bu!'' Sahn sinirle söylenen Dora'ya kıyasla umursamazlıkla konuşuyordu.

''Kesin artık! Hepimiz, hatta sakinleşirse, Ahon'da dahil kızın bir suçu olmadığına eminiz. Kim çaldığı bir şeyi pervasızca geri getirir? Bu çok mantıksız.'' Khan sakallarını kaşırken düşüncelerini söyledi. Sonra da ayağa kalkarak devam etti.

''İlk başta bende onun suçlu olduğunu düşündüm. Bunu kabul ediyorum. Fakat ne kız onu kaçırmış , ne de Kara Ejderha kaçırılmış gibi duruyor.'' Khan'ın sözlerinin bitmesinin ardından Sahn'da hızla atılarak konuşmaya başladı.

''Evet ya, bu nasıl olabilir? Her ne kadar uzak kalmış olsa da, Kara Ejderha, Ahon'u nasıl tanımaz? Aralarında ki bağ kanla mühürlendi. Fakat ona en büyük düşmanı gibi bakıyordu.'' kısa bir an durup tekrar daha büyük bir hayretle devam etti.

''Onu yakmaya çalıştı. Yakmaya. Öldürmeye yani. Aklım almıyor.'' Sahn gerçekten anlayamıyordu. Sonra aklına mükemmel bir soru gelmiş gibi hevesle ayağa kalkarak sordu.

''Büyü yapmış olabilirler mi?'' Liya ile Dora şaşkınlıkla Sahn'a bakarken, Umur gözlerini devirmişti. 'Khan salak mısın?' Bakışları atarken hiç rahatını bozmadan cevap verdi.

''Kan bağı ile yapılmış mühür sadece aynı kan bağı ile kırılabilir. Ayrıca kan mührüne hiçbir büyü işleyemez. Bunu bilmediğini söyleme.''

''Bu aralar beynini taşımıyor musun?'' Dora demir parmaklıkların arasından kollarını çıkararak Sahn'a baktı. Bu adam bu zekayla nasıl savaşçı olabilmişti?

''Konuştu zeka parıltısı. O zaman sen söyle, niye tanımadı?'' Dora omuzlarını silkerek Sahn'ın sorusunu cevapsız bıraktı. Dora büyü olmadığına emindi fakat ne olduğunu da bilmiyordu.

''Çünkü Kara Ejderha, Şifa'yı seviyor ve bu bağ her şeyden daha güçlü.'' Liya'nın sakin sesiyle sessizliğe büründüler. Liya haklı olabilirdi. Aralarında ki bağ gerçekten güçlüydü.

''O zaman Ahon'u kızın suçsuz olduğuna ikna edeceğiz.'' Umur ellerini birbirine vurarak bakışlarını Liya'dan çekti.

''Ahon'u, ona ikna ederiz fakat bu kızı kurtarır mı emin değilim.'' Liya kaşlarını çatarak Sahn'a baktı. Ne demek istiyordu? Kızın suçsuz olduğuna inandıktan sonra her şey çözülürdü.

''Ahon'a hakaret etti ve tam olmasa da ona vurdu. Benim açımdan helal olsun cesur kızmış fakat Ahon bunu nasıl değerlendirir bilemem.'' Sahn alaylı gülümsemesi duyduğu sert sesle yarıda kesildi.

''Bir ara senin cesaretini de konuşalım Sahn.'' Ahon'un sesini duymalarıyla hepsi demirlere yaklaşarak Ahon'a bakmaya başladılar ve ardı ardına itiraz cümleleri döküldü.

''Bize bunu nasıl yaparsın Lider?'' dedi Dora,

''Biz senin dostunuz Ahon, askerlerin değil.'' diye devam etti Khan sinirle.

''Lider ben buraya alışkınım ama yine de bir örtü versen fena olmaz. Yer çekiyor.'' Sahn'ın her zaman ki gibi dalga geçen sesiyle kısa bir ana ona öfkeyle baktılar ve tekrar dikkatlerini Ahon'a verdiler.

''Yanlış bir şey yapmadık bunu sen de biliyorsun.'' Umur demir parmaklıkları kavrayarak Ahon'a ters ters baktı.

Ahon, Umur'un sözleriyle hızla ona döndü.

''Yanlış olmayan tam olarak ne? Kızı bende gizlice zindan da çıkartmanız mı? Kızı, Kara Ejderha ile yan yana getirmeniz mi? Yoksa daha yeni tanıdığınız kızı bana karşı korumanız mı? Sözde dostlarımsınız ama arkamdan iş çeviriyorsunuz.'' Ahon öfkeyle soluyarak Umurla burun buruna kadar geldi. Umur derin bir nefes bırakarak omuzlarını düşürdü. Ahon da haklıydı, ne diyebilirdi ki?

''Lider, hepsi benim suçum. Şifa'yı ben çıkardım ve ejderhanın yanına ben götürdüm.'' Liya'nın sessizce suçunu itiraf etmesiyle Dora hızla konuşmaya katıldı.

''Hayır onun suçu falan değil. Bilerek ve isteyerek yardım ettik. Çünkü doğru olduğunu düşündüğümüz şey buydu. Öfke senin gözlerini kör etmişti ve mantıklı düşünemiyordun.'' Ahon bu sefer Dora'ya döndü ve daha o bir şey diyemeyen Khan söze girdi.

''Ahon sadece biraz sakin ol ve düşün. Ejderhayı o kız çaldıysa neden geri getirsin? Hem de tek başına. Bu mantıklı mı?'' Ahon kısa bir an durduktan sonra,

''Peki o halde ejderhanın kız da ne işi var?'' Ahon, Khan'ın söylediklerini düşünmüştü. Fakat öfkesi o kadar büyüktü ki hiçbir şey umurunda değildi. Ayrıca madem çalmamıştı, nasıl olurdu da ejderha böyle bir kızın eline geçebilirdi?

''Ahon bizde bu yüzden kızla konuşmamız gerektiğini düşünüyoruz. Mantıksız olan şey de bu zaten. Ejderha nasıl kızda olabilir? Fakat o gece, ejderha çalındığı gece, o adamdan başka kimse ormanda yoktu. Adamı alıp geldiğimizde ne adamın yanında ne de etrafta yumurtaya dair bir iz yoktu. Eğer olsaydı mutlaka fark ederdik. Tek başına bir kız yumurtayı bulup da ormandan çıkamaz ve onu bu kadar büyütemezdi. Bir yıl boyunca her gün aradık fakat hiçbir iz bulamadık bunu sende biliyorsun.'' Umur'un uzun soluklu mantıklı konuşmasıyla herkes neredeyse onu alkışlayacaktı. En başta da Liya. Umur konuştuğu andan itibaren gözleri parlayarak Umur'a bakıyordu. Fakat bu bakışları ne yazık ki Umur fark etmemişti. Ama Sahn'ın gözünden tabi ki kaçmamıştı.

''Suçsuz birine zarar veremeyiz Ahon. Üstelik tek başına bir kız, ne haldeydi görmedin mi?'' Umur'un tekrar konuşmasıyla Ahon gözlerinin önüne kızı getirdi. Hırpalanmış vücudu, kirlenmiş elbiseleri ve kocaman kızarmış ela gözleriyle kavgadan çıkmış gibiydi ve galibiyet almadığı belliydi. Umur doğru söylüyordu ve lanet adam mantıklı da konuşuyordu. Fakat Ahon bir suçlu arıyordu ve ona en yakın suçlu ise bu kızdı. Ama yine de hata yapmak istemiyordu. Artık içine, ya kız suçsuzsa, şüphesi düşmüştü. Yine de tüm sorular tek bir cevaba çıkıyordu.

''Pekala, ama sonuç yine aynı şeye çıkıyor. Kız sorgulanacak.''

''Bizde sorgulansın diyoruz zaten. Ama düşmanmış gibi değil de dostmuşuz gibi. Bence hep beraber kıza dostça yaklaşırsak anlatacaktır. Zaten Liya ve bana anlatacaktı.'' Khan, Dora'ya bakıp başını salladı.

''Haklısın Dora.'' Dora rahat bir nefes vererek omuzlarını düşürdü. Liya da şaşkın bir şekilde Dora'ya bakıyordu. Bu performansı kendisi sergilemeliydi. Demek ki Şifa ile ejderhanın arasındaki o duygusal sahne sadece kendisini etkilememişti. Ayrıca Lider'in bu kadar çabuk kabul edeceğini de hiç düşünmüyordu.

''O zaman burada durmanın bir anlamı yok. Hadi çıkalım ve kızla konuşalım.'' Khan hevesle Ahon'a baktı burada daha fazla durmak istemiyordu. Ahon yüzünde alaylı bir sırıtmayla Khan'a baktı.

''Size gerek olduğunu kim söyledi. Ben kızla dostça konuşamaz mıyım?'' Hepsi ağızları açık şaşkınlıkla sırıtan Ahon'a bakıyordu. Bu adam ciddi miydi?

''Lider, biz senin dostlarınız ve eğer bizimle konuştuğun gibi kızla konuşursan kızın kaçacağına eminim.'' Sahn eliyle zindanı ve kendilerini göstererek sözlerini destekledi. Ahon ellerini göğsünde kavuşturarak Sahn'a baktı.

''Merak etmeyin kızın bir mucize eseri kanatları çıkmazsa kaçabileceğini zannetmiyorum.'' Ahon odasının Ateş Kule'sinin en üstünde olmasından dem vurmuştu. Hepsi bunu anladığında kısa bir sessizlik olmuştu ve bu sessizliği Khan bozdu.

''O zaman biz kapının dışında bekleriz.'' Ahon ellerini birbirine vurarak alay doldu bir kahkaha attı ve hiçbir şey demeden arkasını dönüp çıkışa doğru ilerlemeye başladı.

''Ahon! Bizi çıkartmayacak mısın?'' Khan bağırarak Ahon'a seslendi. Hemen arkasından da Umur bağırdı.

''Ahon saçmalama çıkart bizi buradan.''

''Lider! Şaka mı yapıyorsun?'' Dora demir parmaklıklara sarılarak Ahon'a bakmaya çalıştı. Fakat Ahon hiçbirini umursamamış neşeli bir ıslık tutturarak zindandan çıkmıştı.

''Buna inanamıyorum.'' Dora şaşkınlıkla söylenerek yere çöktü ve,

''Resmen zindana atıldık.'' diyerek devam etti.

''Hak ettiniz. Kim size dedi Ahon'un arkasından iş çevirin diye?'' Dora eline gelen küçük taşı hızla Sahn'a attı. Taş, Sahn'ın göğsüne vurup yere düştü. Sahn bir elini göğsüne, kalbine yakın yere vurarak çapkın bir şekilde Dora'ya baktı.

''Beni kalbimden vurdun güzel kadın.'' Sahn gülerek sinirden kıpkırmızı olan Dora'ya baktı ve hemen ardından başına gelen darbeyle acıyla inleyerek elini başına götürdü.

''Ne oluyor ya?'' Sahn başını kaşırken diğer yandan da ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bakışları ona gözlerini kısmış, öfkeyle bakan Khan'la karşılaşınca yüzüne tekrar alaylı bir gülümseme koydu ve daha bir şey diyemeden Khan sözlerini ağzına tıktı.

''Kes sesini. Bazen seninle kuzen olduğumuza lanet ediyorum.'' Shan tekrar konuşmak için ağzını açmıştı ki Khan ona bir taş daha fırlattı.

''Tek kelime etme boğarım seni.'' Sahn yüzünü buruşturarak başını çevirdi. Despot herif. Bu adam da hiç çekilmiyordu. Bu sefer görüşüne üzerinde ki pelerini Liya veren Umur girdi. Anlaşılan üşüyen Liya'nın yardımına kahraman Umur yetişmişti. Sahn eline geçen fırsatla sırıttı.

''Umur bana da pantolonunu verir misin? Kıymetli yerlerim üşüyor, altıma koyayım.'' Umur gözlerini, Sahn'ın sözleriyle kızaran Liya'dan çekip öfkeyle ona baktı ve resmen hırlayarak konuştu.

''Kör kuyulara atılsaydım da şununla aynı zindan da olmasaydım.'' Khan ve Dora da 'keşke' diyerek Umur'a destek olurken Sahn gülerek duvara yaslandı.

''Ben de sizi seviyorum gençler.''

***

Ahon havasız zindandan dışarıya çıktıktan sonra başını gökyüzüne kaldırarak derin bir nefes aldı. Arkasından iş çeviren o salaklar bir süre daha orada kalacaktı. Bir de başarılı olsalardı gam yemeyecekti. Hem salaklar hem beceriksizler. Ama yine de söylediklerinde haklılardı. O kız da başka bir şey vardı. Artık neredeyse suçsuz olduğuna emindi. İlk başta olan yakıp yıkan öfkesi yoktu. Daha mantıklı düşünebiliyordu. Evet, kız suçsuz olabilirdi ama olayı çözecek mantıklı bir açıklama da bulamıyordu. Geriye tek bir şey kalıyordu o da kızı konuşturmak. Zor olacağını sanmıyordu ama duyacaklarına da inanabilecek miydi, onu da bilmiyordu.

Kuleye doğru yöneldi bir an önce kızla konuşmak istiyordu fakat son anda ani bir hamleyle geriye dönüp Ejderha İn'lerine doğru yürümeye başladı. İn'e girdikten sonra doğruca Kara Ejderha'nın yanına gitti. Ejderhaya doğru yürürken, Oniks'in ani bir hamleyle ona bakmasıyla adımları durdu. Oniks ona yaklaşan adım seslerini duyduğu anda gözlerini gelen kişiye dikti ve gördüğü kişiyle hırlamaya başladı. Fakat Ahon, Oniks'in hırlamalarını dikkate almadan tekrar ona doğru yaklaşmaya başladı. Artık neredeyse yüz yüzeydiler. Ahon karşısında ona öfkeyle bakan ejderhaya baktı. Bu ejderha onundu, aralarında ki bağ kanla mühürlenmişti. Ama hala onu tanımak bir yana en büyük düşmanı gibi bakıyordu.

''Bana öyle düşmanınmışım gibi bakma. Sende bu bağın enerjisini hissediyorsun. Öyle değil mi?'' Ahon, ejderhanın onu tanımadığına inanmıyordu. Aralarındaki enerjiyi hissediyor olmalıydı. Onu tanımamasının mantıklı bir açıklaması olamazdı.

''Sen! Kara Ejderha'sın ve bende Kara Ejderha'nın koruyucusuyum.'' Ahon artık hırlamaları kesilmiş ama hala ona öfkeyle bakan ejderhaya biraz daha yaklaştı.

''Beni tanıdığını biliyorum. Hissediyorsun. Peki neden bu öfken? Sen zaten bana aittin.'' Oniks gözlerini ondan çekmiş duvara bakmaya başlamıştı. Dinlemek istemediği her halinden belliydi.

''O kız yüzünden mi? Ne yaptı da bağladı seni kendine?'' Ahon tükürür gibi konuşurken Oniks hızla ona döndü ve hırladı. Aklına annesi gelmişti. Bu adamın kim olduğu umurunda değildi, o annesini hapsetmişti.

''O yüzden değil mi? Şuna bak nasıl da tekrar öfkelendin. Şimdi sana vereceğim eti yiyeceksin ve kimseye de zarar vermeyeceksin. Eğer dediğimi yapmazsan o kızı bir daha hiç göremezsin. Beni anladın değil mi?'' Ahon tek kaşını kaldırarak ejderhaya baktı. Onun yemek yemesi lazımdı fakat yanına kimseyi yaklaştırmıyordu. Zincirleri çözmeye her çalıştıklarında etrafı yakmaya çalışıyordu. Ahon'da bu durumdan kurtulmak için kızı kullanmıştı. Madem bu ejderhanın zayıf noktası bu kızdı, Ahon da onu kullanacaktı. Ejderhalar yemek yemeden güçlü kalamazlardı ve Ahon'un da en son isteyeceği şey ejderhanın güçsüz kalmasıydı.

Askerlerine emir vererek büyük bir et parçası getirtti. Daha sonra da temkinli bir şekilde demir makaralara bağlanmış zincirleri gevşettirdi. Gevşeyen demirlerle Oniks ağzını hareket edebilecek hale geldi. Fakat hiçbir şey yapmadı. Daha doğrusu yapamadı. Önüne gelen eti yavaşça kokladı sonrada tek lokmada yuttu. Kesinlikle aç olduğu için değildi sadece güçten düşmek istemiyordu. Şimdi annesi onu görse bir ton azar çekerdi. Aklına gelenlerle hırlayarak Ahon'a baktı fakat bir şey yapamadan tekrar ağzı bağlanmıştı.

''Uslu duracağını düşünmemiştim zaten. Afiyet olsun.'' Ahon ona öfkeyle bakan ejderhaya alayla gülümseyerek çıkışa doğru ilerledi. Şimdi sırada kız vardı. Artık her şeyi öğrenmenin vakti gelmişti.

***

Ahon, Ateş Kule'sine geldikten sonra vakit kaybetmeden en üst katta bulunan odasına doğru yöneldi. Bir an önce her şeyi öğrenmek istiyordu. Fakat odaya girdiğinde beklemediği bir görüntüyle karşılaştı.

Kumral saçları koltuğa dağılmış, bir eli yüzünün altında kaldığı için dudakları büzüşmüş ve yüzü, gözü kir içinde ki kız koltuğunda uyuya kalmıştı. Bir süre öylece durup kıza baktı. Yaşadığı şeyler onu yormuş olmalıydı. Gözleri hemen yan tarafta duran masanın üzerindeki meyve çöpüne gitti. Anlaşılan acıkmıştı da. Başını iki yana sallayarak masanın önünde duran sandalyeyi aldı ve kızın karşısına koyarak oturdu. Ne düşüneceğini bilmiyordu? Bu şekilde bakınca kız oldukça masum duruyordu.

O şekilde ne kadar durdu ve düşüncelere daldı bilmiyordu ama kızın hafif titreyip kendini toplamasıyla kendine geldi. Üşümüş müydü? Bir elini yavaşça kıza doğru uzattı ve yanağına dokundu. Eli kıza değdiği anda hızla geri çekti. Evet kız üşümüştü ama elini çekmesinin sebebi parmaklarının ucunda anlık hissettiği karıncalanmaydı. Başını sallayarak az önce olanları unuttu. Ne kızın yumuşak teni, ne de o hissi hissetmemiş gibi yapacaktı. Hızla ayağa kalkarak yatağında ki örtüyü aldı ve kızın üstüne örttü. Daha sonra da balkonun gümüşten olan kapısın kapatarak tekrar aynı yere oturdu ve nedenini bilmediği bir şekilde kızı izlemeye devam etti. Ta ki güneş tekrar doğup, kız kapattığı gözlerini aralayıp, kocaman gözlerle ona bakana kadar.

***

Ya ben bu hikayede zaman kavramını yitiriyorum. Sürekli geriye dönüp sabah mıydı? Akşam mıydı? diye bakıyorum :)) Sanırım biraz daha alışmam gerekecek.

Bölüm : 19.08.2024 15:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...