
Adamlardan biri deponun en uç köşesinden bir sandalye daha alıp Savaş'ın yanına koydu.
"Otur," dedi emir verir bir tonda.
"Emir verilmesinden hoşlanmam. Eğer bulunduğum ortamda birisi emir verecekse, onu da ben veririm," dediğimde, sandalyeyi getiren kişi bana doğru bir hamle yaptı ama diğer arkadaşı onu durdurdu.
"Sakin ol, patron emir vermeden bir şey yapamayız," dedi arkadaşına. Bu diğerine göre daha kibar bir çocuğa benziyordu.
Arkadaşı başıyla onaylayıp sandalyeyi sertçe bana doğru ittirdi. Eğer şu an burada sadece ben olsaydım bu kadar kolay pes etmezdim ama Savaş'ın tam olarak durumunu bilmediğin için gereksiz bir risk almaktan kaçınmalıydım. Hem bende şu an tam kondisyonumda sayılmazdım. Bu yüzden dediklerini yaparak sandalyeye oturdum. Kibar olan genç adam, elinde bir koli bandı alarak kollarımı ve ayaklarımı bağlamaya başladığında göz göze geldik.
"Bağlama fantezisi demek, severim ama genellikle bağlanan taraf değil de bağlayan taraf olmak daha çok ilgimi çekiyor. Eğer istersen o tatlı suratın hatırına seni affeder ve buradan çıkışta senin üzerinde de deneriz ister misin " dediğimde bakışlarını kaçırıp işine devam etti. Sıkıcı, korkak velet.
Aslında dış görüşün olarak tam benim tipim sayılırdı. Belki de buradan çıkışta onunla oynamalıydım. Sonuçta uzun süredir kendimi rahatlatmak adına bir şey yapmıyordum değil mi? Sonunda işini bitirdiğinde artık tamamen bağlı bir haldeydim. Sözde Savaş'ı kurtarmaya gelmiştim ama artık benim de ondan bir farkım yoktu.
Bu sahne benim için çok tanıdıktı. Küçükken hep birileri tarafından kaçırılıp, birkaç bilgi uğruna sayısız işkencelere maruz kalmıştım. Hem o zamanlar daha 13-14 yaşlarında bir çocuktum. Kaç kere kaçırıldığım sayısını ben bile hatırlamıyordum.
Büyüyünce bir şeylerin değişeceğini düşündüğüm an yine kendimi bir sandalyede ellerim bağlı bir şekilde buluyordum ama bu seferki tamamen farklıydı. Kendi isteğimle buraya kadar gelmiş ve kendi isteğimle beni bağlamalarına izin vermişti.
Hem artık küçük bir çocuk değildim. Ölüm, artık o kadar da korkutucu gelmiyordu kulağıma. Hatta bazen beni öldürseler daha kolay mı olur diye düşünmeden edemiyordum. Bir kurşun ile bütün bu kargaşa bir anda son bulacaktı. Çekici gelmediğini söyleyemezdim ama öldüğümde de rahat bir yere gitmeyeceğime emindim. Eğer söyledikleri gibi cennet ve cehennem diye bir yer varsa, o zaman benim gideceğim yeri tahmin etmek çok da zor değildi.
Sessizlik, depoyu bir sis perdesi gibi örtmüş, soluk alışverişlerinden başka bir şey duyulmuyordu. Bakışlarım Savaş'a kaydığında, nefes alışverişlerine bakarak sadece baygın olduğunu anlayabiliyordum.
Böyle beklemek çok can sıkıcıydı. En azından biraz daha aksiyonlu bir kaçırılma sahnesi hayal etmiştim ama emekli maaşını bekleyen yaşlı amcalar gibi bir aksiyon olmasını bekliyordum.
"Şşt, bir baksanıza. Daha ne kadar böyle beklemek zorundayız acaba?" diye sorduğumda, aldığım cevap sessizlikti.
Sanırım işkence teknikleri sıkıntıdan öldürmekti. Taktir edilir bir işkence yöntemi seçtiklerini inkâr edemezdim. Bedenimin kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. Kafamı kaldırıp geriye doğru yasladığımda, deponun tavanını izlemeye başladım. İs yüzünden oluşan şekilleri bir şeylere benzetmeye çalışırken uyumamak için kendimi zor tutuyordum. Dün gece sadece 4 saat uyuyabilmiştim. Bu birkaç haftadır uyuyabildiğim en uzun süreydi. Bedenimin daha ne kadar daha uykusuzluğa dayanacağını bilmiyordum ama bir gün ansızın çalışmaya bırakacağından korkuyordum.
Gözlerim ağır ağır kapanmak üzereyken, deponun kapısı gürültülü bir şekilde açılmıştı. İstifimi hiç bozmadan gözlerimi dinlendirmeye devam ettim. Gürültüden de anlaşıldığı üzere birilerin bir tarafları tutuşmuş gibiydi.
Başımdan aşağıya duran birini hissettiğimde, gözlerimi yavaş bir şekilde aralayıp karşımda duran kişiye doğru baktım. Bu kişi, gözlerinden alev saçan az önceki şerefsizden başkası değildi. Gözleriyle beni öldürecekmiş gibi bakıyordu.
Bana o kadar yakın olmasına rağmen donuk bir ifadeyle gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Bu benim meydan okumamdı ve kazanan ben olmuştum. Bakışlarını bakışlarımdan kaçırıp doğrulduğunda bende doğruldum.
Hemen karşıma gelmiş ellerini saçlarının arasına atarak bir sağa bir sola doğru hareket ediyordu. Bu hareketleri baş döndürücüydü ama yine de büyük bir zevkle son çırpınışlarını izlemeye devam ettim.
Birkaç turun ardından önüme gelip duraksadı.
"Sen kimsin?" diye sordu tedirgin bir ses tonuyla.
Korku dolu bakışları yüzümde dolaştı.
"Ben kim miyim?" dedim hafif duraksayıp düşünür gibi yaparak. "Bu soruyu sormak için biraz geç kalmadın mı?"
Alaylı gülümsemem yüzümde yayıldı. Gerçekten eğlenceliydi. Bu anın geleceğini biliyordum ama tepkilerinin beni bu kadar tatmin edeceğini düşünmemiştim. Hatta böyle devam ederse ıslanabilirdim bile.
"Sen sıradan bir kulüp patronu değilsin, değil mi?"
Sıradan kulüp patronu mu?
Gerçekten bu adamın hiçbir şeyden haberi yoktu. Adım attığı yer bir bataklıktı ve bunu fark etmesi çok uzun sürmüştü. Dibe doğru çekiliyordu ve çırpınışları hiçbir işe yaramıyordu. Kurtulması imkansızdı ve ölümü de benim bataklığımda olacaktı. Sayısız ölüme gebe olan bataklığım bugün onun sonu olacaktı.
Hiçbir şey söylemedim. Gözlerinin içine bakmak bile cevabı anlaması için yeterli olmuştu.
"Şerefsiz bizi oyuna getirdi," dedi hiddetle.
Şerefsiz dediği kişi kimdi bilmiyorum ama çok fena kandırılmışa benziyordu. Hemen yanındaki adamlarına döndü.
"Dışarıda gizlenen adamlara söyleyin daha dikkatli olsunlar ve Mustafa'yı arayın, ne kadar adam toplayabiliyorsa toplayıp bu depoya yığsın!" dediğinde sözü biter bitmez dışarıdan bir el silah sesi duyuldu.
Bakışları hemen beni bulduğunda alayla gülümsedim. Artık eğlence sırası bendeydi.
"Sanırım bunun için biraz geç kaldın."
🫀
Ve bir bölüm klasiği olarak görüşlerinizi bırakırsanız çok sevinirim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.83k Okunma |
331 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |