
Uyarı: Bu kitaptaki tasvir edilen olaylar, karakterler, organizasyonlar, kurum ve kuruluşlar tamamen hayal ürünüdür. Bazı okuyucuların rahatsız olabileceği, suç, taciz, vahşet, şiddet, ağır cinsellik ve argo gibi unsurlar içermektedir.
Okuyucun taktirine bağlı olarak okunmasını tavsiye ediyorum.
Okumaya başladığını tarihi buraya bırakırsanız çok sevinirim.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar.

DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
"Soyun."
Karşımda korkuyla titreyen adamın gözleri kurduğum cümleyle fal taşı gibi açılmıştı. Yanımda duran iki adam emrimi duyar duymaz karşımda korkuyla titreyen adamın yanına giderek dediğimi yapıp adamı soymaya başladığında adam büyük eforla ellerinden kurtulmaya çalışıyordu.
"Lütfen efendim ben bir şey yapmadım," dedi onu soyan adamlara engel olmaya çalışırken.
"Lütfen efendim, ben size asla öyle bir şey yapmam."
Bunun bir an önce bitmesini istiyordum. Başımda keskin bir acı vardı ve bu mantıklı düşünmemi engelliyordu. En son ne zaman doğru düzgün bir uyku çektiğimi bile hatırlamıyordum. Oturduğum sandalyeye biraz daha yaslanıp bacak bacak üstüne atarak kollarımı göğsümde birleştirdim.
Bakışlarım karşımdaki adamın üzerinde olsa da şu an tek istediğim bir an önce bu işin bitmesi ve sıcak bir yere gidip bir şeyler içmekti.
"Efendim bir şey bulduk," dedi aralarından en iri yarı olan. Ne olduğunu görmek için yaslandığım yerde doğruldum.
Karşımda tamamen çıplak kalan adamın üzerinde bir dinleme cihazı vardı. İşte bu çok can sıkıcı bir durumdu. Bugün gerçekten bunlarla uğraşacak bir durumda değildim ama benim işim buydu bu yüzden de bundan kaçamazdım.
"Demek bana asla ihanet etmezsin ha?" dedim ellerimi saçlarıma atıp at kuyruğumu biraz daha sıkarken. Kahverengi küçük gözleri her hareketimi izliyor, gözlerinde korku başımdaki keskin acıya rağmen bana büyük bir haz veriyordu.
Oturduğum yerden yavaşça doğrulup hafifçe yukarı doğru kayan siyah elbisemi aşağıya doğru çekiştirerek ağır adımlarla genç çocuğa doğru ilerledim. Giydiğim siyah topuklu ayakkabıların sesi boş deponun içinde yankılanıyordu.
Genç adamın önüne geldiğimde duraksadım. Şu an karşımda korkuyla titreyen bu aciz bedenin bana ihanet ettiğini düşünmek sinirlerimi bozuyordu.
"Bugün pek havamda değilim," dedim sakin bir tonda. "O yüzden ikimizde birbirimizi yormayalım ve sen güzelce bana seni buraya kimin gönderdiğini söyle. Eğer uslu uslu dediğimi yaparsan belki sana bir ayrıcalık yapar ve buradan sağ bir şekilde çıkmanı sağlarım."
Başını kaldırıp bana baktığında yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Yakından bakılınca daha genç gözüküyordu. Yirmi yaşların başlarında olmalıydı. Tatlı bir yüz siması vardı. Belki de bu tatlı yüzü kullanarak birçok kişiyi rahatlıkla kandırmayı başarıyordu.
Kimin adamı olduğuna emin değildim. Çok fazla rakip vardı ve bunun yanı sıra polislerle de iş birliği yapan biri de olabilirdi. Eğer polis işin içinde ise onlardan kurtulmak benim için o kadar zor olmazdı ama rakiplerden birinin adamı ise bu biraz baş ağrısı olabilirdi.
Bu adam bir aydır içimizdeydi ve tam olarak ne bildiğini bilmiyorduk. Bu işte yeni olduğu için fazla bir şey bildiğini düşünmüyordum ama her ihtimali göze almak zorundaydım. Çünkü bu şehirde hayatta kalmak istiyorsak en ufak bir bilginin bile büyük bir yıkım getireceğinin bilincineydim.
"Lütfen efendim affedin, ailem ellerindeydi," dedi ağlamaklı bir ses tonuyla.
"Ağlamak yerine bana kim için çalıştığını söyle," dedim otoriter bir tonda.
Çocuk gözlerini üzerimden ayırmadan bana bakmaya devam etti. Gözyaşları ve sevimli yüzü baktığımda ufak bir yavru köpeğe benziyordu.
"Ben..." dedi titrek bir sesle. "Be... Ben kim olduklarını bilmiyorum."
İnsanları okumakta iyimdim bu yüzden de bu çocuğun yalan söylemediğini anlamak zor değildi ama elim de hiçbir şey yokken dönecek olmak sinirlerimi bozuyordu.
"Seninle nasıl iletişime geçtiklerini, sana ne söylediklerini, seninle kim aracılığıyla iletişime geçtiğini her şeyi en küçük ayrıntısına kadar anlat," dediğimde genç adam hiç beklemediğim bir şey yaparak ayaklarıma kapandı.
"Lütfen efendim bunu yapamam, ailem ellerinde eğer sizle konuştuğumu öğrenirlerse annemi öldürürler, benim annem hasta dayanamaz, lütfen efendim." Konuşurken ağlıyor, ayaklarıma kapaklandığı içinde sesi boğuk çıkıyordu.
Gözyaşları ayaklarımı ıslatıyor, sıcak nefesi teni değiyordu ve bu da beni irrite ediyordu. İnsanların iznim olmadan bana dokunması öfkelenmeme sebep olsa da şu an kendimi kontrol etmem gerektiğinin farkındaydım.
"Adın ne?" diye sordum geriye doğru adımlayıp ayaklarım ondan kurtarırken.
Genç kapaklandığı yerden doğruldu ve bana baktı. Yanağına doğru akan bir göz yaşını elinin tersiyle silip ellerini dizlerinin üzerine koydu.
"Ali."
"Peki Ali şimdi seninle şöyle bir anlaşma yapacağız. Sen bana her şeyi düzgün bir şekilde anlatacaksın ben de senin buradan bir sıyrık bile almadan çıkmanı sağlayacağım ama zorluk çıkarırsan inan ki annene zarar vereceğinden korktuğun adamlardan daha kötü biri olabilirim. Hem işi yokuşa sürmez isen anneni kurtarmana bile yardımcı olabilirim. Bana ihanet etmene rağmen sana çok fazla ayrıcalık tanıyorum ve ben bunu daha önce kimseye yapmadım."
Bu doğruydu. Daha önce bana ihanet eden kimseye bu kadar iyi davranmamıştım. Çünkü bu şehirde ihanetin bedeli ölümdür ve bu çocuk bu işe girdiği anda ölümü göze almış olmalıydı ama karşımdaki çocuğa baktığımda hiçbir şeyden haberi olmadığı beli oluyordu.
Gitmesine izin versem de eninde sonunda bir gün tekrar ölümle karşı karşıya gelecekti ve o zaman şu anki kadar şanslı olup olmayacağını biliyordum. Çünkü bu şehirde doğan her çocuğun sonu ölümdür.
Bu şehrin her sokağı korku, şiddet ve ölüm ile doludur. Bu şehirde eli temiz kimse yoktur ve eğer bu çocuk gibi hassas bir kalbe sahip isen bu şehir seni yerdi. Ona iyilik yaptığım düşünebilirdi ama aslında iyilik yapmıyordum. Sadece gerçekleşecek bir şeyi biraz daha erteliyordum.
"Annem hasta olduğu için çalışmak için bir iş arıyordum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım kimse beni işe almak istemedi. Bir gün bir arkadaşım beni bir adamla tanıştıracağını ve iyi bir para karşılığında bana bir iş teklif edeceğini söyledi. Zaten çok fazla paraya ihtiyacım olduğu için düşünmeden kabul ettim. Adam benden sadece sizin şirketinizde bir iş ayarlayacağını bunun karşılığında hem kendisi hem de sizin şirketinizden para alacağımı söyledi. Tek istediği şey ise size yakınlaşmam ve sizin hakkında ona bilgi vermemdi.
İşe başladığımda bırakın yakınlaşmayı, sizi göremiyordum bile. Hem zaten şirket de bana çok yardım ediyordu. Hasta bir annem olduğunu öğrenince bana fazladan erzak ve para bile vermişlerdi. Bu yüzden de şirkete ihanet etmek istemediğim için adama işi bırakacağımı söyledim ama bana benim hakkımda her şeyi bildiklerini ve eğer dediklerini yapmazsam annemi öldüreceklerini söylediler.
Benimde başka çarem yoktu. Sizin tatlı, yakışıklı çocuklara zaafınız olduğunu ve onları domine etmekten zevk aldığınızı söylediler. Hem zaten çalışanlar arasında birçok kişi de bu konuda konuşuyordu ve çoğu da sizinle yatmak için sıraya girdiğini söylüyordu. Bu yüzden de size yaklaşmak için bir fırsat kolladım.
Aslan Bey bugün size yakın korumalar tutmak istediğini duyuca gönüllü oldum. Size yaklaşmamın nedeni öldürmek değil sadece hakkınızda bilgi almaktı ve diğer adamdan haberim bile yoktu. Hem zaten üzerimde size zarar verecek herhangi bir şeyde çıkmadı değil mi? Gerçekten, annemin üzerine yemin ederim ki diğer adamı tanımıyorum."
Ayrıntılı anlatmasını ben söylesem de bu kadar ayrıntı beklemiyordum. Kısacası o benim önüme atılan değersiz bir taştan ibaretti. Peki neden? Amaçları neydi?
"Aferin iyi iş çıkardın. Söz verdiğim gibi seni serbest bırakacağım ama ondan önce seninle iletişime geçen bütün herkesin isimlerini, yüzlerini aklına ne geliyorsa bu adamlara söyleyeceksin. Tamam mı?" dedim parmağımla yanındaki adamları işaret ederken.
"Söyleyeceğim efendim, çok teşekkür ederim," dedi heyecanlı bir tavırla.
Bu hali biraz acınasıydı. Mutlu olmasını gerektiren bir durum yoktu. Buradan sağ çıksa da onu tutan adamlar kesinlikle onu öldüreceklerdi.
"Benimle gel," dedim yanımdaki korumalardan birine. Adam beni takip ederken deponun çıkışına doğru ilerledik. Kapının yanına geldiğimizde duraksadım.
"Çocuktan alabildiğiniz kadar bilgi alıp bilgileri hemen Poyraz'a iletim ve neler bulabileceğine baksın. Çocuğa da dediğim gibi buradan sapa sağlam çıktığına emin olun ama sonra peşine bir adam takın. Birileri kesinlikle onunla iletişime geçecektir ve böylelikle kimin onu tutuğuna bulabiliriz."
"Peki efendim," dediğinde buradaki işim çoktan bitmişti.
Hemen depodan çıkıp beni bekleyen arabaya doğru yöneldim. Dışarıda beni korumak adına bekleyen en az on adam vardı. Bugün yapılan saldırıdan dolayı Savaş'ın istediği üzerine iki kat daha fazla adam vardı.
Arabaya yaklaştığımda Mustafa arabadan çıkıp benim tarafıma gelerek kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz arabaya girip kendimi koltuğun üzerine bıraktım. Bugün yorucu bir gündü ve ben şu an sadece dinlemek istiyordum. Mustafa da arabaya bindiğinde araba asfaltın üzerinde ilerlemeye başladı.
"Nereye gidiyoruz efendim?" diye sordu Mustafa.
"Eve gideceğiz. Beni eve bıraktıktan sonra Aylin'e ulaş ve bugün ve yarın ki bütün programımı iptal etmesini söyle."
"Peki efendim."
"Aslan ve Poyraz nerede?" diye sorduğumda dikiz aynasından kahve bakışları benimkilerle buluştu.
"Onlar bugünkü adamın temizliği ile ilgileniyorlar. Poyraz Bey sizin bir hastaneye gitmeniz konusunda çok ısrarcı efendim. Hastaneye gitsek daha iyi olabilir."
Bakışlarındaki tereddüttü hissedebiliyordum.
"Eve," dedim tekrardan.
Mustafa sadece kafasını sallamakla yetindi. Çünkü biliyordu ki ne söylerse söylesin beni ikna edemeyecekti.
***
Yarım saatlik bir araba yolculuğunun sonuna evime varmıştım. Poyraz sürekli peşimde dolaşan korumalar yetmemiş gibi evimin önüne bile korumalar koymuştu.
Kapıya yaklaştığımda iki takım elbiseli koruma başlarını eğerek beni selamladığında onları yok sayarak kapıyı açıp içeriye girdim.
Acı beni mahvediyordu.
İçeriye girer girmez üzerimdeki paltoyu çıkartıp kenara attım ve hemen kapının yanında bulunan portmantonun en alt çekmecesini açarak ilk yardım setini aldım. Her türlü ihtimale karşı bulundurduğum setini alarak sağ çaprazda bulunan mutfağa doğru ilerledim ve yardım setini tezgâhın üzerine bıraktım.
Ellerimi sırtıma atarak elbisemin fermuarını büyük bir güçlükle açtım. Acı yüzünden dişlerimi sıkmak zorunda kalıyordum. Fermuarı açınca üzerimdeki kıyafetten bir çırpıda kurtuldum. Bakışlarım karnımdaki kanla kaplı gazlı beze kaydı. Kendimi çok fazla zorladığım için yaram kanamıştı.
Bugünkü saldırı yüzünden aldığım bir yaraydı. Büyük bir dikkatle gazlı bezi çıkarmaya başladım. Yarama sürtünen gazlı bez yüzünden canım yansa da acıyı yok sayıyordum. Gazlı bezden tamamen kurtulduğumda eğilip yarama baktım.
Karnımın hemen altında 3 santim çaprazda 4-5 santimlik bir yaraydı. Fazla derim bir yara sayılmazdı. Yaşanan arbede yüzünde bıçak sıyırıp geçmişti. Dikişe ihtiyacı olduğunu düşünmüyordum.
Bu yüzden ilk yardım çantasını açarak bir parça pamuk alıp üzerine batikon sıkarak elimden geldiğince yarayı temizledim. Yaralanmak benim için o kadar normal bir şey haline gelmişti ki yaraları tedavi etmekte uzmanlaşmıştım.
Yarayı iyice temizledikten sonra ilk yardım setinin içinde yeni bir paket gazlı bez çıkararak yarayı özenli bir şekilde tekrar sardım.
Bu yaradan kimsenin haberi olmamalıydı. Saldırılar bu kadar yoğunlaşmışken yaralandığımın haberi ortaya çıkarsa saldırıların şiddetinin artacağına emindim.
Hem bizimkilerin bundan haberi olursa çok fazla büyüteceklerine emindim. Bu yüzden şimdilik kendi işimi kendim görmeliydim.
Zayıflık göstermeye hakkım yoktu.
Etrafı iyice dağıtmıştım ama bunun pek önemi yoktu zaten. Bu eve benden başka kimsenin geldiği yoktu. Ben bile burayı sadece uyumak için geliyordum. Arada sırada evi temizlemek için gelen hizmetçiden başka da bu eve kimse gelmemişti. Hem yarın temizlik günüydü. Şu an kendimi çok yorgun hissettiğim için ortalığı toparlayacak durumda değildim.
Arkamı dönüp buz dolabını açarak buz dolabının kapısında duran şişe sulardan birini alıp karşıda bulunan yatak odasına doğru ilerledim.
Yatak odasının kapısını açarak içeriye girdim. Bu oda da evin geneli gibi bir yatak ve bir komodin dışında boştu. Ağır adımlarla yatağa doğru gelerek yavaşça oturdum. Yara yüzünden canım yansa da bu katlanamayacağım bir acı değildi. Hatta bana sinek ısırığı gibi geliyordu.
Su şişesinin kapağını açarak yatağa üzerine koyup kalçamın kenarına yasladım. İleriye doğru eğilip gri ahşap komodinin üzerinde duran uyku ilacını alıp kapağını açtım. Elime iki hap koyup şişeyi tekrar yerine koydum. İki hapı tek seferde ağzıma atıp kalçama sabitlediğim su şişesini alarak kafama diktim. Hapları yutmak zor olmamıştı. Su şisesinin kapağını kapatarak komodinin üzerine bırakıp kendimi yatağın üzerine bıraktım.
Ayaklarım yataktan aşağıya sarkık olduğu için yaram acıyordu ama bunu umursamadan ilaçların etki etmesini beklemeye başladım.
***
Tanıdık bir melodi kulaklarımı tırmalıyordu. Hapsedildiği su kuyusunda beyaz ışığı gören su kovası gibi melodinin bana sunduğu ışığa doğru ilerlemeye çalışırken bilincimin, bütün uzuvlarımın cehennemimin küllerine zincirlendiğini hissedebiliyordum. Cehennemin kavurucu soğuğu bedenimi kor haline getirirken zihnim koca bir buz kütlesi gibiydi.
Gözlerimi kapatan ölümün soğuk parmakları yavaşça uzaklaşırken bedenimin hakimiyeti tekrar benim elime verilmişti.
Gözlerimi aralamaya çalışırken başımdaki ağrı bana karşı koyuyordu. Bütün acıya ve karşı koymalara rağmen gözlerimi açmak için kendimi biraz daha zorladım. Saniyeler sonra kirpiklerimde oluşan düğümü çözüp gözlerimi açmayı başarabilmiştim. Bulanıklık bütün benliğimi sararken olup biteni ayırt edemiyordum. Hiçbir şeyi tam olarak göremiyor ve duyamıyordum.
Kendime biraz daha zaman tanımak için derin bir nefes aldım. Nefes göğüs kafesime hükmederken kendimi daha iyi hissediyordum. Artık çevremi uğultulu şekilde duyabiliyor, karıncalı şekilde görebiliyordum.
Yaşam bütün bulanıklığıyla bana eşlik ederken gözlerim ve kulaklarımın üzerindeki sis perdesi ağır ağır dağılıyordu. Sisli bir akşam üstü kendini gösteren bir güneş gibi ortama sızan bir koku dikkatimi çekti. Küf, nem ya da içimde yayılan kan kokusu... Bilemiyordum. Ayırt etmek bir papatyanın yapraklarını söküp almak gibiydi.
Bilincim bütünüyle kendine geldiğinde cenin pozisyonunda yatağımda yatıyordum. Kaç saattir uyuyor olduğumu bilmesem de bedenim, bedenimi etkisi altına alan ağırlığa bakılırsa uzun bir zaman olmadığını söylüyordu.
Kulaklığımı tırmalayan ses gitmişti ama bunun yerine evin kapısı büyük bir gürültüyle çalınıyordu. Kimdi bu ve neden kapıyı alacaklı gibi çalışıyordu?
Bedenimi zorla da olsa yataktan kaldırmayı başardığımda kapı çalınmaya devam ediyordu. Bakışlarım karnımdaki yaraya kaydı. Hareket ettiğimde sızlayarak kendini belli ediyordu ama umursamadan yataktan kalkarak yatağın üzerinde duran siyah sabahlığı alıp üzerime geçirdim.
Sabahlığımın önünü kapatıp kapıya doğru ilerlemeye başladığımda kapının önünde birilerin konuştuğunu duyabiliyordum. Kapının yanına gelip büyük bir bitkinlikle kapıyı açtığımda Aslan şaşkın gözlerle bana bakıyordu.
"Efendim?" dedi korkmuş bir ifadeyle.
"Neden kapımı alacaklı gibi çalıyorsun?" diye sorduğumda cevap vermesini beklemeden sırtımı ona dönerek mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Aslan'da içeriye girerek kapıyı kapadığında konuşmaya başladı.
"Efendim sizi arayıp durdum ama bana cevap vermediniz ve ben de merak ettiğim için geldim. Bir de önemli bir mesele vardı."
Zaten ne zaman önemli bir mesele olmazdı ki? Ne zaman ortalıklardan birazcık elimi ayağımı çeksem hemen önemli bir olay oluyordu.
Tezgâhın altında duran bar taburesini çekerek oturdum. Dirseklerimi tezgâhın üzerine yaslayıp başımı iki elimin arasına aldım. Uyumama rağmen bu lanet olası baş ağrısı geçmemişti ve bedenim uyuduğum zamandan daha beter bir haldeydi.
"Önemli olay neymiş?"
"İyi misiniz efendim?" diye sordu Aslan, sorumu geçiştirerek. Başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. Tezgâhın üzerinde duran kanlı gazlı beze bakıyordu.
Uyumadan önce kimse gelmez diye ortalığı toplamamıştım ama gel gör ki Aslan'da tam gelecek zamanı bulmuştu.
"İyi sayılırım ama önemli olayın biraz duracak. Şu an kendimi toparlamam gerek. Saat kaç?"
"Bir hastaneye gitmek ister misiniz ya da buraya bir doktor çağırabilirim?"
Böyle olacağını bildiğim için onlara bir şey söylemedim ama yine de bir şekilde ortaya çıkmıştı.
"Saat kaç Aslan?" diye sordum, bu sefer daha hiddetli bir tonda.
"Saat sabah 8.30."
Toplam 4 saat kadar uyumuştum. Bu diğer günlere nazaran daha iyi bir süre sayılırdı. Normalde bugün şirketteki işleri iptal ettirmiş olsam da zaten var olan bütün uykum kaçtığına göre işe gitmeliydim. Hem zaten halletmem gereken önemli bir olay vardı.
"Ben hazırlayana kadar sende bize bir kahve hazırla ve sonra önemli iş neymiş bakarız," dediğimde oturduğum tabureden kalkıp Aslana bakmadan yanından geçip hemen yatak odasının yanında bulunan yukarı doğru çıkan merdivenlerin başına gelip ağır adımlarla yukarı doğru çıkmaya başladım.
Bu katta bir misafir odası, genellikle bir şeyler okumak için kullandığım bir ofis, giyinme odam ve özel bir oda bulunuyordu. Özel odam holün sonunda, onun hemen yanında ise giyinme odam bulunuyordu.
Hemen giyinme odasına girip kapıyı arkamda kapadım. Bu odada bir duş bulunduğu için ilk iş olarak duşa girip elimi yüzümü yıkadım. Kendime geldiğimde odada bulunan kıyafetlerin arsında kısa bir tur attıktan sonra giymek istediğim bütün kıyafetleri odanın ortasında bulunan tekli koltuğun üzerine bıraktım.
Seçim işin tamamlayınca koltuğun yanına gelerek üzerimdeki sabahlığı omuzlarımdan düşürdüm. Üzerimde duran eski iç çamaşırlarımı çıkartıp tamamen çıplak kaldım. Eğilip koltuğun üzerinde küçük bir paketin içine özenle yerleştirilen yeni siyah dantelli iç çamaşırlarımı hızlıca üzerime geçirdim. Dolgun göğüslerim yüzünden sutyen giydiğimde kendimi hep bir kalıbın içine girmiş gibi hissetsem de pek bir seçeneğim yoktu.
Yaramı saran gazlı bezini kontrol ettikten sonra kıyafetlerimi tek tek giymeye başladım. İlk olarak kaliteli, dökümlü bir kumaşa sahip beyaz gömleği üzerime geçirdim. Üstten iki düğmesini açık bırakarak diğer düğmelerini ilikledim. Sonra da kısa siyah kalem eteğimi giyip gömleğin eteklerini içeriye soktuğumda tam olmasam da hazır sayılırdım.
Koltuğun hemen arkasındaki duvara gelip duvarın üzerindeki tabloyu biraz sağa doğru kaydırdığımda duvar hareket ederek gizli bir bölme açılmıştı. Büyük bir bölme sayılmazdı ama içinde ihtiyacım olan çoğu şeyi bulabiliyordum.
Sağ kısımda en çok kullandığım ayakkabılar vardı. Spor, topuklu, çizme ve bot. Ne ararsam bulabileceğim market standı gibiydi. Üzerimde giydiğim kıyafetlere uygun uzun siyah bir çizmeyi seçip kenara koyduğumda hemen sağ üst köşede bulunan siyah marka çantayı iki kere sağa bir kere sola doğru hareket ettirdiğimde arkasından bir bölme daha açıldı. İşte bu bölme aralarından en sevdiğim bölmeydi.
İçerisinde her boyuttan bıçak, silahlar, casus aletleri vardı. Saldırılar artığı için artık sadece korumalara güvenemezdim. Bu yüzden her kadının yaptığı gibi her duruma hazırlıklı olmalıydım.
Bölmenin içinden ilk olarak koltuk altı silah kılıfını alıp üzerime geçirdiğimde gömleğimin düğmeleri kopacakmış gibi gerildi.
İki adet Glock 19 yarı otomatik tabancayı da giydiğim kılıfın içine özenle yerleştirdim. Küçük bir bıçak kılıfını alarak eteğimi biraz yukarı doğru çekip görünmeyecek şekilde bacağıma sabitledim. Küçük parmak boyutunda bir bıçağı da sokacak yer bulamadığım için onu da göğüslerimin arasına sıkıştırdım. Bu kadarı yeterli olmalıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.83k Okunma |
331 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |